Dataset Viewer
madde
stringlengths 1
118
| anlam
stringlengths 0
843
| ornek
stringlengths 0
301
⌀ |
---|---|---|
dulavrat otu
|
Birleşikgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki (Arctium tomentosum)
| null |
dulda
|
Yağmur, güneş ve rüzgârın etkileyemediği gizli, kuytu yer; siper
|
Demirkır, güney tepelerinin duldalarına çektiği atları gece yarısına doğru yeniden ovaya indirdi.
|
dulda
|
Birine yapılan himaye
|
Yiğit duldasında yiğit saklanır.
|
dulda tutmak
|
örtünmek, koruyacak biçimde sarınmak
|
Bulgar dağında yatarım / Yorganı dulda tutarım
|
duldalama
|
Duldalamak işi
| null |
duldalamak
|
Korumak, siper altına almak
| null |
duldalanma
|
Duldalanmak işi
| null |
duldalanmak
|
Korumak, siper altına girmek
| null |
duldalı
|
Duldası olan
| null |
duldasız
|
Duldası olmayan
| null |
dulluk
|
Dul olma durumu
|
İlk kez kiralık bir evde yaşayacaktı, dulluğun ve geçim sıkıntısının ne demek olduğunu öğrenecekti.
|
duluk
|
yüz (II)
| null |
duluk
|
şakak
| null |
duluk
|
Yüzün şakakla çene arasındaki yanı
| null |
duluk
|
favori
| null |
Duma
|
Rus parlamentosunun alt kanadı
| null |
dumağı
|
nezle
| null |
duman
|
Bir maddenin yanması ile çıkan ve içinde katı zerrelerle buğu bulunan değişik renklerde gaz; tütün
| null |
duman
|
Havalanan tozların veya sisin oluşturduğu bulanıklık
|
Köyünün üstüne boz bir duman çökmüştü.
|
duman
|
Çok kötü
|
İşimiz duman. Hâlimiz duman.
|
duman
|
esrar (II)
| null |
duman almak
|
sis kaplamak, sis bürümek
| null |
duman almak
|
sigara dumanını içine çekmek
| null |
duman altı etmek
|
bulunulan yerin havasını esrar, sigara vb. dumanıyla doldurmak
| null |
duman altı olmak
|
esrar, sigara vb. içilen bir yerin havasından etkilenmek
| null |
duman attırmak
|
kötü duruma düşürmek, geride bırakmak, birini yıldırmak
|
Ama yerine göre karşısına dikilenlere de duman attırır.
|
duman etmek
|
dağıtmak, bozmak, yok etmek
|
Ortalığı duman görür, duman etmek isterdi.
|
duman etmek
|
yenmek, başarı sağlamak
| null |
duman olmak
|
işi, durumu berbat olmak
| null |
duman olmak
|
bir kimse veya bir şey ortadan kaybolmak
| null |
duman vermek
|
çok duman çıkarmak
| null |
duman vermek
|
ortalığı karıştırmak
|
Sonra sen gazetende istediğin gibi ver dumanı.
|
dumanı doğru çıksın
|
"iyi ve güzel olmasa bile yönteme uygun olsun" anlamında kullanılan bir söz
| null |
dumanı tepesinden çıkmak
|
çok öfkelenmek
| null |
dumana boğmak
|
duman içinde bırakmak
| null |
dumana boğmak
|
bunaltmak, şüphe içinde bırakmak
|
Adamın kafasını katiyen aydınlatmamalı, karıştırmalı ve dumana boğmalısınız.
|
dumanlama
|
Dumanlamak işi
| null |
dumanlamak
|
Dumanlı duruma getirmek
| null |
dumanlamak
|
Dumana tutmak
| null |
dumanlamak
|
Sarhoş etmek
|
Rıza bey, kafasını iyice dumanlamadan uduna uzanmazdı zaten.
|
dumanlanma
|
Dumanlanmak durumu
|
Avcı adedi üçü geçince rakamı seçmek hususunda karga zekâsının dumanlanmaya başladığı görülmüştür.
|
dumanlanmak
|
Dumanlı duruma gelmek
| null |
dumanlanmak
|
Sarhoş olmak
| null |
dumanlanmak
|
Bulanmak, karışmak
|
Kafam dumanlandı.
|
dumanlı
|
Dumanı olan, duman çıkaran
|
Dumanlı barut.
|
dumanlı
|
Sisli, sisle örtülü
|
Her türlü çiçekle kırlar süslenmiş / Yeşil yaprak giyer dumanlı dağlar
|
dumanlı
|
Sıkıntılı, bulanık
|
Karışık rüyalarda görülen manzaralar gibi dumanlı bir sahne.
|
dumanlı
|
sarhoş
| null |
duman rengi
|
Koyu kül rengi; füme
| null |
duman rengi
|
Bu renkte olan
| null |
dumansız
|
Dumanı olmayan, duman çıkarmayan
|
Dumansız barut.
|
dumansız baca olmaz, kahırsız koca olmaz
|
"dumanı olmayan baca olamayacağı gibi karısına sıkıntı vermeyen koca da olmaz" anlamında kullanılan bir söz
| null |
domdom
|
domdom kurşunu
| null |
dumur
|
körelme
| null |
dumura uğramak
|
bir organ beslenemeyerek zayıflamak
| null |
dumura uğramak
|
değer, önem veya yeteneğini yitirmek
|
Aşk, bende öyle dumura uğramış bir duygu ki sevmek hasretini bile duyamıyorum.
|
dumura uğramak
|
çok şaşırmak, şaşkınlığa düşmek
| null |
dun
|
Alçak olan
| null |
dun
|
Aşağı olan
| null |
düet
|
İki ses veya iki müzik
| null |
düet
|
İki kişi tarafından karşılıklı söylenen şarkı
| null |
dupduru
|
Çok duru
| null |
duraç
|
kaide
| null |
durağan
|
Yerini değiştirmeyen; hareketsiz, sabit
|
Sessizce gezinecek çevresinde, durağan bir yıldız gibi gökle birlikte dönecek o.
|
durağan
|
Etkin olmayan, gelişmemiş
| null |
durağan
|
Dış etkenlerin tesiriyle akışmazlığı değişmeyen
| null |
durağan elektrik
|
Kimyasal olarak enerjinin depo edildiği akümülatörün ürettiği elektrik
| null |
durağanlaşma
|
Durağanlaşmak durumu
| null |
durağanlaşmak
|
Durağan duruma gelmek
|
Yenilikler, yıllarca üst üste durağanlaşmış toplumların yaşamına ekleniyordu.
|
durağanlık
|
Durağan olma durumu
|
Çok sonraları o yerin ve o anın fotoğraf durağanlığı ile belleğinize işlenmiş olduğunu görürsünüz.
|
durak
|
Tren, tramvay, otobüs, minibüs vb. genel taşıtların durmak zorunda olduğu veya durabileceği yer
|
İlk durakta otobüsten atlayarak geriye döndüm.
|
durak
|
Çok sayıda taksinin bir arada çalıştığı ve bağlı olduğu işletme
| null |
durak
|
Kısa bir süre konaklanacak, durulacak yer
|
Sonraki durağımız sebzeci Mecit'in dükkânıydı.
|
durak
|
Konuşmada, anlamın gerektirdiği biçimde kelimeler arasındaki ses kesintisi
| null |
durak
|
Hece ölçüsüyle yazılmış şiirlerde ölçü kalıpları içindeki durma yerleri
| null |
durak
|
Bir ölçü uzunluğunda susma
| null |
durak
|
Cümle sonundaki nokta
| null |
duraklama
|
Duraklamak işi; duralama
| null |
duraklama
|
İlerlemekte olan bir birliğin, vakitsiz, yersiz ve düzensiz olarak yürüyüşünü durdurması
| null |
duraklamak
|
Hareket durumundayken kısa bir süre için durmak veya arada bir durmak; duralamak
|
... her iki adımda bir tombul bacakları üstünde biraz duraklayarak etrafındakilere güya başkasının hatır ve hayaline gelmesine imkân olmayacak derecede mühim emirler veriyormuş gibi...
|
duraklamak
|
Bir süre ses çıkarmamak, bir şey söylememek; duralamak, tereddüt etmek
|
Rüstem hayret içinde durakladı.
|
duraklatma
|
Duraklatmak işi
| null |
duraklatmak
|
Bir şeyin duraklamasını sağlamak
| null |
duraklayış
|
Duraklamak işi
| null |
duraklı
|
Durağı olan
| null |
duraklı
|
Hep aynı yerde kalan, hep aynı yerde tekrarlanan
| null |
duraklı dalga
|
Bütün noktaları aynı anda, zıt ve aynı fazlı titreşimler yapan dalga; kararlı dalga
| null |
duraklık
|
Durak olma durumu
| null |
duraklık
|
durgunluk
|
Birkaç saniye bir şaşkınlık duraklığı geçirdikten sonra odaya çıktı.
|
duraksama
|
Duraksamak işi; tereddüt
|
Kuşkularım ve duraksamalarımla, bir türlü durmuş oturmuş bir düzene kavuşamamanın acısını çekiyorum.
|
duraksamak
|
Ne yapmak veya ne demek gerektiğini kestiremeyerek duraklamak; tereddüt etmek
|
Duraksadı, gülümsedi, kâğıda uzandı, yüzünden daha esmerdi eli, biçimliydi.
|
duraksamalı
|
Duraksayan; tereddütlü
| null |
duraksamasız
|
Duraksaması olmayan; tereddütsüz
| null |
duraksayış
|
Duraksamak işi
| null |
duraksız
|
Otobüs mola vermeden, duraklarda durmadan (gitmek)
|
Günlerdir uykusuz, duraksız yol aldınız.
|
duraksız
|
Hareketli, oynak olan
| null |
duraksız
|
Herhangi bir durağa bağlı olarak çalışmayan (taksi)
| null |
dural
|
Hep aynı durumda ve değişmeden kalan
|
Yalnızca ölümden oluşan o dural tarih içinde, kendisinin de bir evrimi olabileceğini hiç düşünmemişti.
|
duralama
|
duraklama
| null |
duralama
|
Konuşma organlarının belirli bir süre aynı durumda kalarak hecedeki bir sesi çıkarması
| null |
End of preview. Expand
in Data Studio
README.md exists but content is empty.
- Downloads last month
- 54