id
stringlengths 2
7
| url
stringlengths 31
377
| title
stringlengths 1
209
| text
stringlengths 1
1.19M
|
---|---|---|---|
1341 | https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0zmir%20%C4%B0ktisat%20Kongresi | İzmir İktisat Kongresi | İzmir İktisat Kongresi veya I. İktisat Kongresi (17 Şubat-4 Mart 1923), İzmir'de Banka-Han binasında toplanan 1135 delege ile yeni Türkiye'nin ekonomik sorunlarının tartışıldığı bir kongredir. Dönemin Türkiye yönetici kadrosu Kurtuluş Savaşı ile kazanılan zaferden sonra prensip olarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığı öngörmüştü. TBMM'nin bu dönemde başlıca uğraşısı yurdu işgalden kurtarmak olsa da, öngörülen bu ekonomik bağımsızlık hedefinin nasıl gerçekleştirileceğine dair bir kongre yapıldı. Başkanı Kazım Karabekir seçildi.
İçeriği
İtilaf Devletleri tarafından Lozan Antlaşması ile devam etmesi istenilen Osmanlı Devleti'nin ekonomisinde ciddi hasarlara yol açmış kapitülasyonların ve diğer imtiyazların kabul edilemeyeceği kongrede belirtildi. Ekonomik sorunları aşmak, savaştan yeni çıkan halkın kalkındırılması ve onlara yol gösterilmesi gibi konular üzerinde duruldu.
İktisat vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey'in 13 Şubat 1923 tarihinde verdiği beyanata göre Türkiye İktisat Kongresi "Hükûmetin Delaleti" ile toplanmıştır. Anadolu Ajansı 13 Şubat 1923'te Mahmut Esat Bey, aynı beyanatta kongrenin amacını şu şekilde belirtmektedir: "Bu Kongreyi millet ve memleketimizin kabiliyet ihtiyacat-ı iktisadiyesini elbirliği ile tetkik ederek ona göre bir ittila usulü vaz ve tetkik eylemek aynı zamanda memleketimizin muhtelif ve şimdiye kadar yek diğerine yabancı kalmış iktisat amillerinin birbiri ile tanıştırmak için açıyoruz".
Kongrede ele alınacak sorunlardan bazılarını kongre heyeti; Türkiye'de kredi meselesi, istihsalin tanzimi, gümrük meselesi, vergiler, vesait-i nakliye başlıkları altında ayrıntılı bir rapor şeklinde işleyerek 23 Şubat 1923'te yayımlamıştır.
Türkiye'nin çiftçi, tüccar, sanayi ve işçi zümrelerinden seçilen 1135 üyenin katıldığı bu kongrede bu grupların hazırladığı "Misak-ı İktisadî Esasları" tartışıldı ve kabul edildi.
İzmir'in Kurtuluşundan 5 ay sonra ve Lozan Antlaşması'nın imzalanmasından 4 ay önce toplanan Türkiye İktisat Kongresi Anadolu kurtuluş hareketinin iktisadi yönünü göstermesi bakımından son derece önemlidir. Anadolu Ajansının 5 Mart 1923 tarihli bir haberinde, "Tab ve neşredilecek bilumum kitapların ilk sahifelerinde Misak-ı İktisadi esasları gayet okunaklı bir surette yazılacaktır. Kongre Divanınca bu bapta alakadarına tebligat icrasına karar verilmiştir" denilmesine rağmen iktisat kongresi ile ilgili tebliğler sadece Osmanlıca "İktisat Esaslarımız" adlı bir kitapçıkta yayımlanmıştır. Kongreye her kazadan gönderilen sekiz kişi Atatürk'ün açılış nutkunda belirttiği üzere milleti temsil ediyor ve delegelerin söyleyeceklerine itibar edeceklerini bildiriyordu. Tüm bunlara rağmen toprağa sahip olmadan çalışan ortakçı ve yarıcının kongrede tam olarak temsil edilemediği de aşikârdır.
Öte yandan, işçi grubunun iktisat esaslarının 34. maddesi tarım işçilerinin ve toprağa sahip olmayan köylünün kongrede temsil olunmadığı kanısını doğrulayacak niteliktedir. Bu maddeye göre "Ziraat işlerinde kullanılan işçiler yukarıdaki (işçi grubunun iktisat esaslarını içeren) maddelerin ahkâmından müstesnadır." Bir başka deyimle, kongrede sanayi ve işçilerini temsil edenler, tarım işlerinde çalışıp kongrede temsil edilemeyen işçilerin çıkarlarını savunmayı düşünmemişlerdir.
Eldeki belgelerden anlaşıldığına göre Kurtuluş Savaşı'nın sürüp gittiği yıllarda bile Ankara Hükûmeti imkanlar ölçüsünde sosyo-ekonomik konularla ilgilenir ve uğraşırken, bu arada madencilik konusuyla da ilgilenmiş, özellikle Zonguldak Kömür Havzası'ndaki durum gözden kaçmamıştır. Kongrede bu duruma da değinilmiştir.
Bu kongrede alınan kararların çoğu zamanla tatbik edilmişse de özellikle tarımla ilgili maddeler günümüzde dahi tam anlamıyla amacına ulaştırılamamıştır. Netice itibarıyla, İzmir İktisat Kongresi ile başlayan bir fikri gelişmenin oluşması, ekonomik envanterlerin belirlenmesi, model arayışları ve belli ölçüde uygulamaya başlama dönemidir. Bu dönemde ekonominin sahip oldukları ve olmadıkları belirlenmiş, ekonomik hedefler tayin edilmiş, karma ekonomi modelinin temelleri hazırlanmıştır.
Alınan kararlar
17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir'de toplanan Türkiye İktisat Kongresinin en önemli kararlarını şöyle sıralamak mümkündür.
Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulması gerekmektedir.
El işçiliğinden ve küçük imalattan süratle fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmelidir.
Devlet yavaş yavaş iktisadi görüşleri de olan bir organ haline gelmeli ve özel sektörler tarafından kurulamayan teşebbüsler devletçe ele alınmalıdır.
Özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir Devlet Bankası kurulmalıdır.
Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekir.
Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır.
Sanayinin teşviki ve milli bankaların kurulması sağlanmalıdır.
Demiryolu inşaat programına bağlanmalıdır.
İş erbabına amele değil, işçi denmelidir.
Sendika hakkı tanınmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin 1923-1929 dönemi ekonomi politikasına damgasını vuran İzmir İktisat Kongresi'nin oy birliği ile alınmış kararlarından biri de 1925'te aşarın kaldırılmasıdır. Aşar, bütçenin gelir kaleminde önemli bir yer tutmaktaydı. Fakat İzmir İktisat Kongresi'yle liberal bir ekonomi tasarlandığı ve liberalizmin temeli özel mülkiyete dayandığından, aşarın varlığı bir çelişki haline gelmiştir. Yani Cumhuriyet idaresi, Sultan’ın mülkünün sahiplik sıfatını halka intikal ettirince aşarın alınmasının mantığı da sona ermiştir.
İlk oturum kararları
Saat 10'da başlayıp, 11.15'te kapanan ilk oturumda alınan aşağıdaki genel kararlar, şöyledir;
Madde-1: Türkiye, milli hudutları dahilinde, lekesiz bir istiklal ile, dünyanın sulh ve terakki unsurlarından biridir.
Madde-2: Türkiye halkı hakimiyetine, kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiçbir şeye feda etmez;ve milli hakimiyete müstenit olan meclis ve hükûmetine daima zahirdir.
Madde-3: Türkiye halkı, tahribat yapmaz; imar eder. Bütün mesai iktisaden memleketi yükseltmek gayesine matuftur.
Madde-4: Türkiye halkı, sarf ettiği eşyayı mümkün mertebe kendi yetiştirir. Çok çalışır, vakitte, servette ve ithalatta israftan kaçar. Milli istihsali temin için icabında geceli gündüzlü çalışmak şiardır.
Madde-5: Türkiye halkı, servet itibarı ile bir altın hazinesi üzerinde oturduğuna vakıftır. Ormanlarını evladı gibi sever, bunun için ağaç bayramları yapar; yeniden orman yetiştirir. Madenleri kendi milli, istihsali için işletir ve servetlerini herkesten fazla tanımaya çalışır.
Madde-6: Hırsızlık, yalancılık, riya ve tembellik en büyük düşmanımız; taasubdan uzak dindarene bir selabet her şeyde esasımızdır. Her zaman fa ideli yenilikleri severek alırız. Türkiye halkı mukaddesatına, topraklarına, şahıslarına ve mallarına karşı yapılan düşman fesat propagandalarından nefret eder ve daima bunlarla mücadeleyi bir vazife bilir.
Madde-7: Türkler, irfan ve marifet aşığıdır. Türk, her yerde hayatını kazanabilecek şekilde yetişir; fakat her şeyden evvel memleketinin malıdır. Maarife verdiği kutsiyet dolayısıyla (Mevlûdu şerif) Kandil günü, aynı zamanda bir kitap bayramı olarak tes'id eder.
Madde-8: Birçok harpler ve zaruretten dolayı eksilen nüfusumuzun fazlalaşması ile beraber sıhhatlerimizin, hayatlarımızın korunması en birinci emelimizdir. Türk mikroptan, pis havadan, salgından ve pislikten çekinir, bol ve saf hava, bol güneş ve temizliği sever. Ecdat mirası olan binicilik, nişancılık, avcılık, denizcilik gibi bedeni terbiyenin yayılmasına çalışır. Hayvanlarına da aynı dikkat ve himmeti göstermekle beraber cinslerini düzeltir ve miktarlarını çoğaltır.
Madde-9: Türk, dinine, milliyetine, toprağına, hayatına ve müessesatına düşman olamayan milletlere daima dosttur; ecnebi sermayesine aleyhtar değildir. Ancak kendi yurduna kendi lisanına ve kanununa uymayan müesseselerle münasebette bulunmaz. Türk, ilim ve sanat yeniliklerini nerede olursa olsun doğrudan doğruya alır ve her türlü münasebette fazla mutavassıt istemez.
Madde-10: Türk, açık alın ile serbestçe çalışmayı sever; işlerde inhisar istemez.
Madde-11: Türkler, hangi sınıf ve meslekte olurlarsa olsunlar, candan çalışırlar.
Madde-12: Türk kadını ve kocası, çocuklarını iktisadi misaka göre yetiştirir.
Kaynakça
Ekonomi
Türkiye Cumhuriyeti tarihi
Ekonomi tarihi
Kongreler
İzmir'deki olaylar
İktisat Kongresi |
1354 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Resim | Resim | Resim, herhangi bir yüzey üzerine çizgi ve renklerle yapılan, günümüzde kavramsal bir boyutta ele alınması açısından hemen her tür malzemenin kullanılabildiği bir anlatım tekniğidir. Resim yapma sanatıyla meşgul kişiler, ressam olarak adlandırılırlar.
Keten tohumu yağı, haşhaş tohumu yağı, ceviz yağı ve aspir yağı yaygın kullanılan kurutucu yağlardır. Yağ seçimi, sararma miktarı veya kuruma süresi gibi yağlı boya tabloya bir dizi özellik kazandırır. Yağa bağlı olarak bazı farklılıklar da boyanın parlaklığında görülür. Bir sanatçı istenen belirli pigmentlere ve efektlere bağlı olarak aynı tabloda birkaç farklı yağ kullanabilir. Boyanın kendisi de ortama bağlı olarak belirli bir tutarlılık geliştirir. Yağ, gövdesi ve parlaklığı için değerli bir vernik oluşturmak için çam reçinesi veya buhur gibi bir reçine ile kaynatılabilir.
Bilinen en eski yağlı boya tablolar Budist Afganistan 'daki sanatçılar tarafından yapılmıştır ve MS 7. yüzyıla kadar uzanır.
Pigmentleri yağda bağlama tekniği Avrupa'da en azından 12. yüzyılda biliniyordu. Avrupalılar tarafından yağlı boyanın benimsenmesi, Kuzey Avrupa'da Erken Hollanda resmi ile başladı ve Rönesans 'ın başlamasıyla yağlı boya teknikleri neredeyse Avrupa'nın çoğunluğunda tempera boya kullanımının yerini geçti.
Son yıllarda su bazlı yağlı boya kullanılmaya başlandı. Suda çözünen boyalar ya mühendislik ürünüdür ya da boya inceltici yerine su ile inceltilmelerine imkan veren bir emülgatör eklenir ve yeterince seyreltildiğinde geleneksel yağlarda 1-3 hafta olan boya kuruma süresi 1-3 güne iner.
Tarihçe
Tarihte keşfedilen ilk resimler; kesin bir bilgi içermemekle birlikte, ortalama 30 bin yıllık oldukları varsayılan, 1994 yılında, Fransa'nın Vallon-Pont-d'Arc bölgesinde yer alan ve adını, mağarayı keşfeden Jean-Marie Chauvet'den alan, Chauvet Mağarası'nda keşfedilmişlerdir. Tarih öncesi resimler, kimileri açıkta yer alan, pek çoğu ise mağaralarda olmak üzere, kaya duvarlarına çizilmiş hayvan, av sahneleri ve boyalı ellerle oluşturulmuş izlerden meydana gelirler. Bu resimler, tarihi önemleri dışında, insanoğlunun soyut düşünme yeteneğinin o dönemlerde de gelişmiş olduğunu kanıtlamaları bakımından ayrıca değer taşırlar. İlk resimlerin yapılış amaçları arasında, dönem insanının, kendilerini kuşatan doğa karşısında oluşturdukları mistik eğilimler doğrultusunda, kabileye kötülük getirdiğine inanılan olguları uzak tutmak, örneğin, ava dair bereketin arttırılması, topluluğun gelişimi ve güvenliği bakımından genç avcı adaylarına dönük eğitim, doğaya duyulan hayranlık ve keşfetme ihtiyacının yer aldığı kabul edilir.
Resim yapmakta kullanılan teknikler; malzemelerin gelişimini de etkilemiş, örneğin, bitki kökü gibi doğal yollarla elde edilen boyaların yerini, endüstriyel, sağlığa daha az zararlı, kalıcı ve kullanımı daha kolay boyalar almıştır.
Hristiyanlık'ta Batı resmi, milattan sonra dini konuları sembolik bir şekilde resmetmeye odaklanmıştır. Ancak figürler hareketsiz, kompozisyonlar ise kuralcıdır.
İslam dininde ve medeniyetinde iki boyutlu ve üç boyutlu (ve benzeri araçlar); Allah'ın, yarattıklarını taklit etmeyi insanoğluna yasakladığı için İslami resimler 18. yüzyılın ortalarına kadar daha çok soyut desenler ve yazının şekillendirilmesi hat sanatı, ebru ve minyatür ile sınırlı kalmıştır.
Rönesans'tan sonra dini konuların dışına çıkılmaya başlanmış, ressamlar eserlerine vermek istedikleri anlamlara göre nüanslar katmaya başlamışlardır. Rönesans ile canlanan ve doğayı inceleyerek, detaylı şekilde, olduğu gibi resmetme arzusu perspektif tekniğinin geliştirilmesine yol açmıştır. Leonardo da Vinci'nin anatomi analizleri eşsiz kabul edilir.
Osmanlı'da resim sanatının yerleşmesi: 1860-1869 döneminde, Paris’te Gérôme’un öğrencisi olan Osman Hamdi Bey, ülkesine döndükten sonra gerçekleştirdiği yapıtlar ve Sanayii Nefise Mektebi'ni kurmasıyla birlikte, resim sanatı Doğu toplumlarında yaygınlaşmaya başlamıştır. Günümüzde, dünya resim tarihinin önemli bir parçası olarak kabul edilen pek çok Türk ressam bulunmaktadır.
Modern resim sanatı: 1880'lerde, kimine göre Tonalizm, kimine göre Sembolizm akımlarıyla başlayan modern resim konusunu, genel olarak avam tabakasında, başka bir deyişle, sıradan insanda, onun gündelik yaşamında, psikolojisinde bulur. Dönemin resminde, kompozisyon, ışık, renk, kontur, perspektif konularında konmuş kuralları yıkma, sanatsal ifadeyi özgürleştirme arzusu öne çıkar. 1945'lerde ortaya çıkan Soyut Ekspresyonizm akımı ile resim sanatı, tamamen insanın iç dünyasına inerek somut dünyadan, kurallardan ve kalıplardan uzaklaşır; mutlak gerçeği arar, böyle bir şey olmadığına karar verir ve Fluxus akımından sonra kendini kavramsal sanata bırakır. Artık resim, sadece bir soru haline gelmiştir ve daha büyük bir bütünün ufak bir parçasını oluşturmaktadır (bkz. Enstalasyon).
Resim sanatının etkisi: Resim, bilinen en eski ve köklü sanat dallarından biridir. Bu sebeple diğer bazı sanatların odak noktasında bulunmaktadır. Diğer sanatlar fikir üslup vb. açılardan genellikle resim sanatına benzerlik gösterirler. Bunun sebebi, resim sanatının erken dönemlerde gelişmeye başlaması ve ileri seviyeye ulaşmasıdır.
Resim sanatının günümüzdeki yeri: Bugün, resmin (ve sanatın) öldüğü iddialarına rağmen günümüz yaşam şekline uygun, birçok çeşitli geleneğin egemenliği sürmektedir.
Resim ve fotoğraf: Resim bir isimdir, ancak sanatçılar resim kelimesini kavramsal olarak kullandığı için fotoğrafla resim aynı değil diye benimsenir, işin doğrusu farklı aletler kullanılmasının dışında ortaya çıkan aynı gerçektir. Fırça ve kalemle yapılan resimse, bir makinenin işlemiş olduğu görüntü de resimdir, ancak sanatsal bakımdan değerlendirip resim kelimesi sanat anlayışı üslubuyla kavramsallaştırılırsa bu durum ortaya çıkar ve fotoğraf resim değildir denir.
Teknikler
Geleneksel yağlı boya resim tekniği genellikle sanatçının karakalem veya inceltilmiş boya ile konuyu tuvale çizmesiyle başlar. Yağlı boya, boyayı daha ince, daha çabuk veya daha yavaş kuruması için genellikle keten tohumu yağı, ressam Beyaz ispirto’su veya diğer çözücülerle karıştırılır. Çözücüler boyadaki yağı incelttikleri için boya fırçalarını temizlemek için de kullanılır. Yağlı boya uygulamasının temel bir kuralı 'fat over lean' (Türkçe:'yağsız') dır yani her ek boya tabakası daha çok kurumaya imkan vermek için alttaki tabakadan daha çok yağ içermelidir. Her ilave kat daha az yağ içeriyorsa son kat boya çatlar ve soyulur. Bu kural kalıcılığı sağlamaz; güçlü ve sabit boya eden olan yağın kalitesi ve türüdür.
Yağla kullanılabilen soğuk mum, reçine ve vernik gibi başka malzemeler de vardır. Bu ek malzemeler ressama boyanın yarı saydamlığını, boyanın parlaklığını, yoğunluğunu ve boyanın fırça darbesini tutma veya gizleme yeteneğini ayarlamasına yardımcı olur. Boyanın bu yönleri yağlı boyanın ifade kapasitesi ile yakından ilgilidir.
Geleneksel olarak boya, boyama yüzeyine genellikle resim fırçası kullanılarak aktarılırdı ancak palet bıçakları ve paçavra kullanmak gibi başka yöntemler de vardır. Yağlı boya diğer birçok ressam malzemesinden daha uzun süre ıslak kalır ve ressamın figürün rengini, dokusunu veya biçimini değiştirmesini sağlar. Zaman zaman ressam tüm boya katmanını kaldırıp yeniden resme başlayabilir. Bu, boya ıslakken bir süre için bir bez ve biraz terebentin ile yapılır ancak bir süre sonra sertleşen boya tabakası kazınmalıdır. Yağlı boya buharlaşma değil oksidasyon ile kurur ve genellikle iki hafta içinde dokunulduğunda kuru hale gelir (bazı renkler günler içinde kurur). Genelde vernik uygulanacak kadar kuruması altı aydan bir yıla kadar zaman alır.
Malzemeler
Keten tohumu yağı yaygın bir lif ürünü olan keten tohumundan gelir. Yağlı boya resme "yüzey" olan Keten de keten bitkisinden gelir. Aspir yağı veya ceviz veya haşhaş yağı bazen kurutmada keten tohumu yağından daha az "sarı" oldukları için beyaz gibi daha açık renklerin oluşturulmasında kullanılır ancak daha fazla kuruma gibi hafif dezavantajları vardır yavaş yavaş ve en güçlü boya filmini sağlamayabilir. Keten tohumu yağı sararma eğilimindedir ve renk tonunu değiştirebilir.
Kimya’ daki gelişmelerle suyla kullanılabilen ve temizlenebilen modern suyla karışabilen yağlı boyalar üretildi. Yağın molekül yapısındaki küçük değişiklikler bu suyla karışabilir özelliğini oluşturur.
Yağlı boya tablo yüzeyleri
En eski yağlı boya tabloların neredeyse tamamı ahşap üzerine yapılmış pano resimleriydi. Bu tür bir yüzeyin çarpılma eğilimi olmasına rağmen, birkaç ahşap parçasından yapılan pano karmaşık ve oldukça pahalı bir işlemle terbiye edilir ve hazırlanırdı. Panolar, ahşap üzerine büyük resimler yapan Rubens de dahil olmak üzere 17. yüzyılda kullanılmaya devam edildi. İtalyan sanatçıları 16. yüzyılın başlarında kısmen panolar kadar ağır olan daha büyük resimler yapma isteğiyle yelken bezi kullanmaya başladılar. Yelken bezi Venedik'te yapıldı ve bu nedenle kolayca bulunur ve tahtadan daha ucuzdur.
Çok ince ayrıntılı küçük resimleri sert yüzeye yapması daha kolaydı ve baskı resim 'den yeniden kullanılan ahşap pano veya bakır plaka 19. yüzyılda bile küçük kabin resim yapımında kullanıldı. Portre minyatürü normalde fildişi veya sert kağıt kart dahil çok sağlam yüzeyler kullanılır.
Geleneksel sanatçıların tuvalleri keten'den yapılır ancak daha ucuz pamuk kumaşı kullanılır. Ressam önce "gergi, ingilizce:stretcher" veya "süzgeç, ingilizce:strainer" denilen ahşap bir çerçeve hazırlar. İki isim arasındaki fark "gergilerin" biraz ayarlanabilir olması "süzgeçlerin" sert olması ve ayarlanabilir köşe çentiklerinin olmamasıdır. Sonra Kanvas ahşap çerçeve boyunca çekilir ve arka kenara sabitlenir veya zımbalanır. Daha sonra sanatçı tuvali boyanın asidik özelliklerinden ayırmak için tuvale astar sürer. Geleneksel olarak tuval astarlamada hayvan tutkalı, (modern ressamlar tavşan derisi tutkalı kullanır) tabakasıyla kaplanır, bazen tuval tebeşir eklenmiş kurşun beyaz boyayla astarlandı. Panolar gesso, tutkal ve tebeşir karışımı ile hazırlanır.
Modern akrilik "gesso" akrilik bağlayıcı ile titanyum dioksit'den yapılır. Sıklıkla tuval üzerine kullanılırken gerçek gesso tuvale uygun değildir. Sanatçı, kuruduktan sonra her birini düzleştirerek birkaç kat gesso sürebilir. Akrilik gesso'nun zımparalanması çok zordur. Bir üretici "zımparalanabilir" bir akrilik gesso yapar ancak bu kanvas için değil yalnızca panolar için tasarlanmıştır. Gesso'yu belirli bir renk yapmak mümkündür ancak çoğu mağazadan satın alınan gesso beyazdır. Gesso tabakası kalınlığına bağlı olarak yağlı boyayı gözenekli yüzeye çekme eğilimindedir. Aşırı veya düzensiz gesso katmanları bazen boyadan farklı bir değişiklik olarak bitmiş resimlerin yüzeyinde görülebilir.
19. yüzyılda Fransa'da yağlı boya tablo için standart ölçüler belirlendi. Standartlar sadece Fransızlar değil çoğu sanatçı tarafından olduğu gibi kullanıldı ve hala da kullanılır ve ana tedarikçiler tarafından desteklenir. Boyut 0 (toile de 0) dan boyut 120 (toile de 120) ye kadar figürler (şekil), manzaralar (peyzaj) ve denizler (marin) ile köşegeni aşağı yukarı koruyan ayrı "gösterimlere" bölünmüştür. Dolayısıyla 0 figürü bir peyzaj 1 ve bir deniz 2 ile bir yüksekliğe karşılık gelir.
Linolyum, ahşap pano, kağıt, kayrak, preslenmiş ahşap, Masonit ve karton kullanılmış, 16. yüzyıldan beri en popüler yüzey tuval olmuştur ancak birçok sanatçı 17. yüzyıl ve sonrasında pano kullanmıştır. Pano daha pahalı, daha ağır, taşınması daha zor ve kötü koşullarda eğrilmeye veya parçalanmaya eğilimlidir. Ancak ince ayrıntılar için ahşap pano sağlamdır.
Proses
Yağlı boya tablo, pigment renklerin bir yağ ortamı ile karıştırılmasıyla yapılır. 19. yüzyıldan beri farklı ana renkler boyama başlamadan önce önceden hazırlanmış yağlı boya tüpü’nden satın alınır daha fazla renk tonları genellikle boyama devam ederken küçük boya miktarlarının birbirine karıştırılmasıyla elde edilir. Boyaları tutmak ve karıştırmak için geleneksel olarak elde tutulan plastikten veya ince ahşap tahtadan yapılmış ressam paleti kullanılır.
Pigmentler sarı için sülfit veya mavi için kobalt tuzları gibi renkli herhangi bir sayıda doğal veya sentetik maddeler olabilir. Geleneksel pigmentler minerallerden veya bitkilerden yapılırdı ancak bunların çoğunun uzun sürede kararsız olduğu kanıtlandı. Modern pigmentlerde genellikle sentetik kimyasallar kullanır.
Pigment genellikle keten tohumu yağı ile karıştırılır ancak diğer yağlar da kullanılabilir. Çeşitli yağlar farklı şekilde kurur ve bu da çeşitli etkiler yaratır.
Sanatçı tarafından fırça konunun kabataslak taslağına boyayı sürmede kullanılır. Fırçalar farklı etkiler yaratmak için çeşitli liflerden yapılır. Örneğin domuz kılından (ingilizce:hog bristle) yapılan fırçalar daha kalın vuruşlar ve koyu renkli dokular (ingilizce:impasto textures) için kullanılabilir. Kokarca kılı ve firavun faresi kıl fırçaları ince ve pürüzsüzdürler ve bu nedenle portre ve detay çalışmalarında kullanılır. Daha da pahalı olanı kırmızı samur (gelincik kıl) fırçasıdır. En kaliteli fırçalara "Kolinsky samur fırça" denir; bu fırça lifleri Sibirya gelinciğinin kuyruğundan alınır. Bu kılın çok ince bir noktası vardır, pürüzsüz tutuşlu ve iyi hafızalıdır (yani tuvalden kaldırıldığında ilk noktasına geri döner) bu ressamlar tarafından fırça "çırpınması" olarak bilinir. Sincap kılı gibi kopmayan yumuşak lifler genellikle yağlı boya ressamları tarafından kullanılmaz.
Geçtiğimiz birkaç on yılda birçok sentetik fırça pazarlandı. Bunlar çok dayanıklı, oldukça iyi ve ucuzdur.
Fırçalar birden fazla ölçüdedir ve farklı amaçlar için kullanılır.
Fırçanın tipi de bir fark yaratır. Örneğin "yuvarlak" detay çalışması için kullanılan fırça sivri uçlu bir fırçadır.
"Düz" fırçalar geniş renk alanlarını boyamak için kullanılır.
"Parlak" "fırçalamak" için kullanılan fırça daha kısa fırça kıllı düz fırçadır.
"Fındık" yuvarlatılmış köşeleri olan düz fırçadır.
"Egbert" çok uzun ve nadir görülen bir fındık fırçadır.
Sanatçı düz metal bıçak olan palet bıçağı ile de boyayı sürebilir. Gerektiğinde boyayı tuvalden çıkarmak için palet bıçağı da kullanılabilir. Boyayı sürmek veya çıkarmak için paçavra, süngerler ve pamuklu çubuklar gibi çeşitli alışılmadık araçlar kullanılabilir. Hatta bazı sanatçılar parmakları ile resim yapar.
Eski ustalar boyayı genellikle "sır, ingilizce:glazes" olarak bilinen katmanlar halinde uygularlardı bu da basitçe "dolaylı boyama" denilen bir yöntemdir. Bu yöntem ilk olarak yumurta tempera boyama tekniğinin uyarlanmasıyla mükemmelleştirildi ve Kuzey Avrupa'daki İlk dönem Flaman ressamları tarafından genellikle keten tohumu yağı içinde öğütülmüş pigmentlerle sürüldü. Bu yaklaşıma modern zamanlarda "karma teknik" veya "karma yöntem" denildi. İlk kat (alt boya) sürülür ve genellikle yumurta tempera veya terebentin ile inceltilmiş boya ile boyanır. Bu katman tuvali "tonlamaya" ve gesso'nun beyazını kaplamaya yardımcı olur. Birçok sanatçı kompozisyonu çizmek için bu katmanı kullanır. Fresk tekniğinde kullanılan "karikatürize etme" yöntemine göre avantajlı olan bu ilk katman daha fazla ilerlemeden önce ayarlanabilir. Bu kat kuruduktan sonra sanatçı en karanlıktan en açık renge doğru çalışarak renk örneklerinden oluşan bir "mozaik" resim yaparak ilerler. Renklerin sınırları "mozaik" tamamlandığında birbirine karıştırılır ve detaylar uygulanmadan önce kurumaya bırakılır.
Empresyonist dönemi (19. yüzyılın sonları) gibi daha sonraki dönemlerdeki sanatçılar genellikle katmanlama ve sırlama yaklaşımı olan Rönesans dönemini takip etmeden bu ıslak üzerine ıslak yöntemini kullanarak tuval üzerine ıslak boyayı harmanladılar. Bu yönteme "Alla prima" da denir. Bu yöntem stüdyo içinde değil dışarıda boyamanın gelişmesi nedeniyle oluşturuldu çünkü dışarıdayken sanatçının yeni bir kat eklemeden önce her bir boya katını kurutacak zamanı yoktu. Pek çok çağdaş sanatçı koyu renk (ıslak üzerine ıslak) eklemek ve sırlama yoluyla katmanların derinliğini elde etmek için her iki tekniğin bileşimini kullanır.
Resim bittiğinde ve bir yıl kadar kuruduğunda sanatçı genellikle eserini terebentinde çözülmüş dammar sakızının kristallerinden yapılan vernik tabakasıyla kapatır. Bu tür vernikler resmin temizliği ve korunması için yağlı boya verniği bozmadan çıkarılabilir. Bazı çağdaş sanatçılar verniksiz yüzeyi tercih eder ve resimlerini cilalamazlar.
Resim yapmakta kullanılan malzemeler
Akrilik
Fresk
Guaj
Mürekkep
Yağlıboya
Pastel boya
Sprey boya (Grafiti)
Suluboya
Bilgisayar yazılımı
Resim sanatı akımları
Resim yapma kavramı içinde kullanılan ortak deyimler
Resim yapma kavramı içinde geçen ve diğer kavramlarla ortak kullanılan deyimler şunlardır:
Resim yapma kavramında kullanılan diğer ortak deyimlerden bazıları: Altarpiece, Broken Color, Karikatür, Chiaroscuro, Kompozisyon, Drybrush, Easel Picture, Foreshortening, Genre, Halo, Highlights, Resim Tarihi, Imprimatura, Peyzaj, Madonna, Maulstick, Portre Minyatürü, Mural Painting, Palet, Panel Painting, Perspektif, Pietá, Plein Air, Portre, Sfumato, Stippling, Teknik, Trompe l'oeil, Underpainting, Varnish, Wet-on-wet ve Dört Boyutlu Resim.
Resim oluşturmakta kullanılan teknikler
Biçimsel: Kompozisyon, Doluluk-Boşluk oranı, Renk, Ritim, Denge.
Grafik yöntemler: İzleyicinin gözünü resim yüzeyinde dolaştırmak, Kompozisyon ve elemanlarda denge sağlamak, Pozitif-Negatif; tüm boşluğu gözönünde bulundurma.
Grafik araçlar: Formların Geometrisi (küp-üçgen-kare-dikey çizgi-yatay çizgi vb.), Bakış açısı (Lineer Perspektif, Espas, iki boyutluluk), Düz çizgiler/Eğriler, Proporsiyon/diziliş ve plan.
Ünlü eserlere örnekler
Kaynakça |
1359 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Luc%20Besson | Luc Besson | Luc Paul Maurice Besson, (d. 18 Mart 1959), Fransız sinemacı ve film yapımcısı.
Özgeçmişi
Luc Besson, 18 Mart 1959 tarihinde Paris'te dünyaya geldi. Çocukluğunun bir kısmını, dalgıç eğitmeni olan ailesiyle dünyanın çeşitli yerlerini dolaşarak geçirdi. Okul yıllarında yaşından beklenmedik şekilde ileride çekeceği Derinlik Sarhoşluğu (1988) ve Beşinci Element (1997) filmlerinin taslaklarını hazırlayarak bu konudaki yeteneğini göstermiş oldu. On yedi yaşında geçirdiği ve dalgıçlık yapmasına engel olan bir dalış kazası sonucu yunuslar üzerinde uzman bir deniz biyoloğu olma hayallerine veda etti. Paris'e geri döndü ve sinema ile ilgilenmeye başladı. Filmlerin, ilgi alanlarını diğer sanatlar ile birleştirip sunmasına imkân veren bir yönü olduğunu keşfetti. Bunun üzerine çeşitli yapımlarda küçük görevler almaya başladı. Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşti ve üç sene sonra Fransa'ya geri dönerek kendi yapım şirketi olan Les Films de Loups (daha sonraları şirketin ismini Les Films de Dauphins olarak değiştirdi) şirketini kurdu.
İlk olarak çektiği L'Avant Dernier'yi ödüllü Le Dernier Combat izledi. Bu filmle ismini duyuran Besson, kısa aralarla çektiği filmleriyle ünlendi. Çektiği filmlerde hayatın farklı yönlerinde yaşayan insanları, aşklarını, mücadelelerini ve her şeye rağmen yalnızlıklarını resmeden Besson, hikâyelerini sıra dışı öğeler, çeşitli karakterler ve kendine has bir mizah ile anlatmaktadır. Fransız sinemasının dışına çıkan, popülerlik kazanan ancak bağımsız kalmayı başarabilen bir sinemacı olan Besson, 1999 yılında çektiği The Messenger: The Story of Joan of Arc filminden sonra, genç ancak yetenekli sinemacılara imkân sağlayabilmek için şirketi aracılığıyla yapımcılığa soyundu.
Birçok başarılı filme imza atan Besson bu filmleriyle yeni tartışmalara da sebep oldu. Kimilerince yeni nesil Fransız sinemacılar arasında en iyilerden biri olarak görüldüyse de, birçok kişi Fransız sinema tarihinde Luc Besson'a yer olmadığını savundu.
Filmleri
Yönetmenliğini yaptığı filmler şunlardır:
Ölümsüz /2010) yapımcı
Valerian Ve Bin Gezegen İmparatorluğu (2017-EuropaCorp Filmi)
Les adventures extraordinares d'Adele Blanc-Sec (2010)
Adale'nin Olağanüstü Maceraları (2010)
Taksi 4 (senaryo-2007)
Arthur and the Invisibles (2006)
Angel-A (2005)
The Transporter 2 (Taşıyıcı 2:özgün adı Transporteur II;Le ((2005))
The Transporter Türkçe adı: Taşıyıcı (2002) filminde senaryo yazarı
The Messenger: The Story of Joan of Arc (1999)
5. Element (1997)
Léon (1994)
Atlantis (1991)
La Femme Nikita (1990)
Derinlik Sarhoşluğu (1988)
Subway (1985)
Le Dernier Combat (The Last Battle) (1983)
Lucy (2014)
Ayrıca bakınız
Luc Beson filmografisi
Kaynakça
Dış bağlantılar
Resmi Luc Besson sitesi
IMDb - Luc Besson
1959 doğumlular
Fransız film yönetmenleri
BAFTA Ödülü sahipleri
Yaşayan insanlar
Fransız film yapımcıları
En İyi Yönetmen César Ödülü sahipleri
En İyi Yönetmen Lumières Ödülü sahipleri
Fransız senaristler |
1365 | https://tr.wikipedia.org/wiki/N%C3%BC | Nü | Nü, çıplak anlamına gelen, Fransızca, 'nu' kelimesinden kaynaklanır. İnsan bedeninin çıplak olarak resmedildiği eserlere verilen isimdir.
Nü resim
Ressamlar nü resimlere özellikle önem vermişlerdir, çünkü insan bedeni resim teknikleri açısından resmedilmesi zor ve öğreticidir. İnsan hem yüz, hem de bedensel açıdan birçok anlamı, güzelliği içinde barındırabiliyor. Doğayı inceledikten sonra bunu anlamış olan ressamlar tarih boyunca çıplak insan bedenine yönelmişlerdir.
Nü resim sadece çıplaklıkta değil, insanın bedensel hareketlerini ve sosyal yaşantısını resmederken de ressama büyük nitelikler kazandırmıştır.
Ünlü nü resim eserlerinden bazıları (Eserler yapılış tarihlerine göre sıralanmıştır)
Cerne Abbas devi (Cerne Abbas Giant)
Polyphemus ve Galetia (Pompeii'de bulunan Casa della Caccia Antica'dan bir fresk)
Âdem'in Yaratılışı (Michelangelo Buonarroti, Sistin Kilisesi-Vatikan, 1510 yılında yapılmış fresk)
Divanda Oturan Kadın (Woman sitting on a Divan, Henri de Toulouse-Lautrec, 1883 yılında yapılmış yaglıboya resim)
Büyük Buda (The Great Buddha, Paul Gauguin, 1899 yılında yapılmış yağlı boya resim)
Mademoiselle D'Avignon (Pablo Ruiz Picasso,1906-7 yılında yapılmış yağlı boya resim)
Danae (Gustav Klimt, 1907-8 yılında yapılmış yağlı boya resim)
Kadınlar (Women, Georges Rouault, 1907)
Yarım Beden Erkek Nüsü (Half Body of Male Nude, Egon Schiele, 1910, Siyah tebeşir ve suluboya resim)
Oturan Çıplak (Seated Nude, Amedeo Modigliani, 1916, yaglıboya resim)
Çömelmiş İnsan Bedeni Üzerine bir Çalışma (Francis Bacon, 1952 yağlı boya resim
Kaynakça
Görsel sanatlar
Resim |
1373 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Leon%20Walras | Leon Walras | Leon Walras (1834-1910), Lozan Okulu'nun temsilcilerinden olan bir iktisatçıdır. Marjinalizmin birinci kuşağını temsil eder. Faydanın õlçülebileceğini savunan kardinalist görüşe sahiptir.
Fransız ekonomistler
1834 doğumlular
1910 yılında ölenler |
1383 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Karde%C5%9F%20T%C3%BCrk%C3%BCler | Kardeş Türküler | Kardeş Türküler, 1993 yılında Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri tarafından kurulan ve çağdaş halk müziği türünde eserler üreten müzik grubudur.
Koral formda dünya halk şarkıları seslendiren Kardeş Türkülerin repertuvarında Türkçe, Kürtçe, Azerice, Ermenice, Gürcüce, Lazca, Çerkezce, Romeaika Pontusça, Farsça şarkılar bulunur.
Tarihçe
Kardeş Türküler projesi, 1993 yılında Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü'nün hazırladığı, Türk, Kürt, Azeri ve Ermeni şarkılarından oluşan bir konser çalışması olarak gündeme geldi. Kulübün yıllık gösterilerinden biri olan bu proje, Ömer Faruk Kurhan'ın önerisiyle "Kardeş Türküler" adını aldı. Projenin katılımcıları çalışmalarına Laz, Gürcü, Çerkez, Çingene, Makedon, Alevi gibi kültürlerin şarkı ve danslarını da ekleyerek devam etti. Kardeş Türküler Projesi'nde icracı olan müzisyen ve dansçılar, 1995'te Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu'nun (BGST) kuruluşunda yer aldılar ve faaliyetlerini BGST altında sürdürdüler.
Kardeş Türküler dört yıl boyunca verdiği konserlerden icra ettikleri eserlerden bir seçkiyi içeren "Kardeş Türküler" adlı albümü 1997 yılında çıkardı. Anadolu'nun doğusu ve Mezopotamya'dan şarkılara yer veren "Doğu" albümü 1999'da çıktı. Doğu'da Kardeş Türküler'in bir bestesi de yer aldı.
Kardeş Türküler, adını ikinci albümü olan Doğu ile duyurdu. Bu albümün ardından 2000 yılında Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda verdikleri konser dinleyiciden büyük ilgi gördü ve gelenekselleşti. Albüm, yurtdışında da ilgi gördü. İngiltere'de yayın yapan Radio Not-Wonderful'un listesinde 4. sırada yer aldı. 2000 yılında Fransa'da yayınlanan, araştırmacı Jérôme Cler'in hazırladığı 'Musiques de Turquie' adlı kitabın ekinde, albümden iki şarkıya yer verildi. İngiltere'de yayımlanan Songlines dergisinin Ekim 2000 sayısının eki olan albümde ve Folk Roots müzik dergisinin Ocak-Şubat 2001 sayısındaki karma albümde Doğu albümünden bir şarkı yayımlandı.
Kardeş Türküler kadrosu Şivan Perwer'in 'Roj û Heyv' (2000) adlı albümünün müzik yönetmenliğini ve düzenlemelerini üstlendi, 'Vizontele' (2000) ve ‘Vizontele Tuuba (2003)' filmlerinin müziklerini hazırladı. Vizontele film müziği ile 38. Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Film Müziği dalında Altın Portakal kazandı. 2005 yapımı Cennetin Krallığı adlı Hollywood filminin Kürtçe ezgiler ve Arapça ilahiler seslendirdi.
Rum ve Çingene şarkılarının da yer aldığı Hemâvaz (2002), Bahar (2005), Çocuk (H)aklı (2011), Yol (2017) albümlerini çıkaran Kardeş Türküler, Türkiye'de ve Avrupa'da çok sayıda festival ve etkinliklere katılmış ve turneler düzenlemiştir.
Kısmi diskografi
Kardeş Türküler - 1997 - Kalan Müzik
Doğu - 1999 - Kalan Müzik
Vizontele - 2001 - Kalan Müzik
Hemâvâz - 2002 - Kalan Müzik
Vizontele Tuuba - 2004 - Kalan Müzik
Bahar - 2005 - Kalan Müzik
Çocuk (H)aklı - 2011 - Kalan Müzik
Yol - 2017 - Kalan Müzik
Ayrıca bakınız
Bajar
Konuyla ilgili yayınlar
Kardeş Türküler (15 Yılın Öyküsü) - ISBN 9756165232
Kaynakça
Dış bağlantılar
İstanbul kökenli müzik grupları
Altın Portakal En iyi Müzik Ödülü sahipleri
Kalan Müzik sanatçıları |
1387 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Francis%20Bacon%20%28ressam%29 | Francis Bacon (ressam) | Francis Bacon (d. 28 Ekim 1909 – ö. 28 Nisan 1992), İngiliz ekspresyonist ressam.
1909 yılında Dublin'de (İrlanda), İngiliz bir anne-babanın çocuğu olarak doğdu. 1925 yılında Londra'ya taşındı ve oradan Berlin'e, daha sonra ise Paris'e taşındı. 1928/29 yılında Londra'ya temelli taşınarak mobilya tasarımcısı ve iç mimar olarak kendini kabul ettirdi. 1930'da akademik bir resim eğitimi olmaksızın, resim yapmaya başladı. İlk başta fazla başarı kazanamadı ve ilk kişisel sergisinden sonra resme ara verdi. Fritz Lang'ın Metropolis ve Sergey Ayzenştayn'ın Potemkin Zırhlısı Filmlerinden oldukça etkilendi. 1940'larda yeniden resim yapmaya başladı. 1944 yılında yarattığı 'Çarmıha Gerili Figürler Üzerine Üç Çalışma/Three Studies for Figures at the Crucifixion' adlı eserle kendini resim dünyasına kabul ettirdi.
20. yüzyılın en büyük İngiliz ressamı olarak kabul edilir. Dünya sanatında figüratif ekspresyonizm akımının en önemli isimlerindendir. Eserleri, varoluşçuluk düşünce sisteminin derin izlerini taşır; çok nadir istisnalar haricinde, varolmanın ısdırabını, ümitsizliği ve 'insanoğlunun kötü ruhluluğu'nu resmeder. Eserlerinde biraz da Picasso'nun etkileri görülür. Bacon, bir röportajda insanoğlunu doğası henüz gelişememiş hayvan''' olarak nitelemiştir.
Eserlerinde genelde bir figür, kapatılmış/kafeslenmiş olarak bir iç mekanda resmedilir. İnsan tenini derisi soyulmuş, kasap penceresinde asılı hayvan eti ile ilişkilendirerek betimler. Figürler çarpılmış, güçlü bir devinim içinde hapsolmuş, bir girdaba ya da fırtınaya kapılmış gibilerdir. Tuvaller, genelde dini konuları resmeden Orta Çağ resimleri gibi triptik olarak tasarlanır ancak işlenen konu olarak insanoğlunun yozluğu, kötülüğü ve karanlığı mevcuttur.
Konularda, Eadweard Muybridge'in zaman içindeki hareketleri inceleyen fotoğraflarından, Rembrandt, Diego Velázquez, Goya, Van Gogh, Alberto Giacometti ve Nicolas Poussin gibi ressamların eserlerinden etkilenmiştir. Papayı resmeden eserleri hala kilise çevrelerinde olaylar çıkarılmasına sebep olmaktadır.
Konu açısından olduğu kadar teknik olarak da perfeksiyon ile rastlantısallığı birleştirmedeki üstünlüğü ile tanınan ressam, 1992 yılında Madrid'de öldü.
27 Nisan 1992'de hayatı boyunca kendisini rahatsız eden kronik astımı daha şiddetli bir solunum durumuna dönüştü ve çok iyi konuşamamaya nefes alamamaya başladı. Özel bir kliniğe yatırıldı. Bir gün sonra kalp krizi sonucu öldü. Mülkünü (11 milyon sterlin değerinde) varisi ve tek mirası John Edwards'a bıraktı. Eserlerini çizdiği ilham kaynağı olan stüdyosu revizyona uğradı ve galeride yeniden inşa edildi. Bugün eserlerin çoğu Dublin'deki Hugh Lane Galerisi'ndedir.
Ayrıca bakınız
Gilles Deleuze, Francis Bacon. Duyumsamanın Mantığı''', Can Batukan & Ece Erbay (çev.), Norgunk Yayıncılık, 2009.
Dış bağlantılar
Francis Bacon (ressam)Hakkında Tez
1909 doğumlular
1992 yılında ölenler
Dublin doğumlu sanatçılar
İngiliz ressamlar
İrlandalı ressamlar
LGBT ressamlar
Modern ressamlar
İngiliz ateistler
İrlandalı ateistler
Kalp krizinden ölenler
Birleşik Krallık'ta LGBT kişiler
İrlanda'da LGBT kişiler
Madrid'de ölenler |
1392 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Kars%20%28il%29 | Kars (il) | Kars, Doğu Anadolu Bölgesi'nin kuzeydoğusunda yer alır. İl nüfusu: 281.077'dir. Bu nüfusun % 51,5'i şehirlerde yaşamaktadır (2021 sonu). İlin yüzölçümü 10.193 km2'dir. İlde km2'ye 28 kişi düşmektedir. İlde 8 İlçe, 9 belediye, bu belediyelerde 57 mahalle, ayrıca 381 köy bulunmaktadır.
İl sınırları içerisinde 1 üniversite bulunmaktadır: Kafkas Üniversitesi. Doğusunda Ermenistan ile sınırı bulunmaktadır.
Tarih
Paleolitik Dönemden Selçuklulara
Kars ili topraklarının tarihinin, yapılan birçok arkeolojik kazı çalışması sonucunda yaklaşık iki milyon yıl öncesinde yaşanan Yontma Taş Devri'ne uzandığı görünmektedir. Bu devirdeki dönemlerden kalma şölyen-aşölyen tipte işlenmiş el baltalarına Susuz ilçesinde, Cilavuz Deresi düzlüklerinde rastlanmıştır. Ağzıaçık Suyu'nun batısında kalan düzlüklerde ve Ani şehrinde el baltaları ve büyük yongalar bulunmuştur. Özellikle, Yazılıkaya mağaralarında bulunan duvar resimleri insanların yörede avcılık ve toplayıcılıkla uğraştıklarını ortaya koymaktadır. Bu resimlerde dağ keçileri, geyik ve eşek figürleri çizilmiştir. MÖ 9. yüzyılda Urartu Krallığı'nın sınırları dahilinde olan il, MÖ 7. yüzyılda Kimmerler ve İskitler'in istilalarına uğradı. Bu asrın ardından önce Medler'in daha sonra da Persler'in egemenliğine geçen topraklarda, MÖ 1. yüzyılda Ermeni Tigranlar´ın hakimiyeti sürdü. Daha sonra Roma İmparatorluğu´nun yönetimine giren yöre sonra sırasıyla; Partlar, Arakslılar, Sasaniler, Bizanslılar ve Araplar'ın eline geçti. Bu topraklar 11. yüzyılda tekrar Bizanslılar daha sonra Selçuklu Hanedanı ve Gürcüler'in yönetimine geçti. Anadolu Selçukluları ve Gürcüler arasında el değiştiren yöre, 1239'da Moğollar'ın, daha sonra sırayla İlhanlılar, Altın Orda Devleti, Karakoyunlu, Timur ve yine Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevi yönetiminde kaldı.
Osmanlı Devleti dönemi
Kars toprakları 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Osmanlı Devleti´ne katıldı. Kars, 19. yüzyıla kadar birçok kez Ruslar ve İranlılar'ın saldırısına uğradı. Bu yüzyılda Ruslar ve Osmanlılar arasında el değiştiren yöre, 1877 yılında Ruslar tarafından alındı. 1917'de Bolşevik İhtilali'nin ardından önce Ermenilerin eline geçen ve 7 Nisan 1918'de kurtarılan Kars, Brest-Litovsk Antlaşması ile Osmanlılara bırakıldı. Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra Güneybatı Kafkas Geçici Hükûmeti'nin merkezi olan Kars'ı İngilizler ele geçirdi. Kars'ı daha sonra Ermeniler'e ve Gürcüler'e bırakan İngilizler buradan çekildi.
Türkiye Millî Mücadelesi esnasında Kars
İngilizlerin çekilmesiyle Ermenistan'ın eline geçen Kars, Türk Kurtuluş Savaşı'yla 30 Ekim 1920'de Türklerin eline geçmiştir. 1921 yılında yapılan Moskova ve Kars Antlaşması ile yeni sınırlarına kavuşan Kars, Cumhuriyet'in ilanından sonra il yapıldı.
Coğrafya
Coğrafi konumu
Kars ili, Doğu Anadolu Bölgesi'nin, Erzurum - Kars Bölümü'nde yer alır. Kuzeyinde; Ardahan, doğusunda; Ermenistan'la, güneyinde; Iğdır ve Ağrıyla, batısında ise Erzurum'la çevrilidir.
Coğrafi şekilleri
Rakımı ortalama 2000 m'yi bulan Kars ili topraklarının büyük bölümü yaylalardan oluşur. Akarsu vadileriyle yer yer parçalanan ilde yaylalar dalgalı düzlüklerden oluşur. Kars ilinde yer alan önemli yükseltiler; Allahuekber Dağları, Kısır Dağı, Akbaba, Aladağ ve Aşağıdağ'dır. Aras Nehri ve Kura Nehri şehir topraklarından geçerek Hazar Denizi´ne dökülmektedir.
İklimi ve bitki örtüsü
Kars ilinde karasal iklim hakimdir. Yazları kurak, kışları ise yağışlı geçen ilde kışın sıcaklıklar -39 °C'ye kadar düşer. Karla kaplı gün sayısı 120'den fazladır. Bu ildeki iklim tipi diğer doğu illerine göre farklılıklar göstermektedir. Örnek olarak en çok yağışın yaz mevsiminde yağdığı gösterilebilir. Kars ili dahilinde yaz aylarında ilçeden ilçeye sıcaklık farklılıkları gözlemlenmektedir. Örneğin Akyaka, Arpaçay, Digor ve Kağızman ilçeleri, Merkez ilçe başta olmak üzere Sarıkamış, Selim ve Susuz'dan daha sıcak olur.
Yaşanan sert iklim koşullarından ötürü il genelinin doğal bitki örtüsü bozkırdır. Ormanlar, dağların yüksek kesimlerine kadar çıkar. 'Sarıkamış Ormanları' buna bir örnektir. İl genelindeki yayla ve platoların çayırlarla kaplanması sayesinde yayla hayvancılığı büyük önem taşımaktadır. Yörede Dünya'nın başka hiçbir yerinde yetişmeyen nadir bitki türleri bulunmaktadır.
Ekonomi
Tarım ve hayvancılık
Kars ili ekonomisi büyük bir oranda tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Kars ili arazisinin %34,7'si tarım arazisidir. İl genelinde başta hububat (buğday, arpa) üretimi olmak üzere yem bitkileri ve endüstri bitkileri yetiştirilmektedir. En çok üretilen ürün buğdaydır. Yıllık üretim 234.631 tonun üzerindedir. Bunu 170.984 tonla arpa ve 74.400 tonla şeker pancarı izlemektedir. İl genelinde en çok üretilen ürünlerden olan tahıllardır. Bunda ilin iklim yapısı, yer şekilleri ve coğrafi konumunun büyük etkisi vardır. Bu ürünlerin dışında başta Digor ve Kağızman ilçeleri olmak üzere meyve ve sebze üretimi de yapılmaktadır. Meyve üretiminde başı kayısı, elma ve ceviz çekmektedir. İl genelinde en çok yetişen sebzeler ise sırasıyla beyaz lahana, soğan ve taze fasulyedir.
Kars ili kırsalındaki en temel ekonomik sektör hayvancılıktır. Çayır ve mera arazileri %39,2 ile tarımsal araziden daha geniştir. Bu oranın büyük oluşu ilde özellikle küçük ve büyükbaş hayvancılığının gelişimine büyük katkı sağlamaktadır. 2005 yılı itibarıyla il genelinde 350.969 koyun, 332.071 sığır, 28.751 keçi, 19.107 tek tırnaklılar ve 202 manda bulunmaktadır. Bunun dışında özellikle arıcılık başta olmak üzere kümes hayvancılığı ve bu hayvanların sayısı ve ürettikleri bal ve yumurta sayıları da il halkının geçimine katkı sağlamaktadır.. Kaşar ve bal haricinde üretilen hayvansal ürünler pazarlanmamaktadır. Bu ürünler sadece aile ihtiyaçlarını karşılamaktadır
Sanayi
Kars ili, yatırım azlığı sebebiyle 1968 tarihinde Birinci Derecede Kalkınmada Öncelikli Yöre olarak ilan edilerek bundan sonraki on yıl içerisinde sanayi tesislerinin açılması gerçekleşmiştir. Bugün il genelinde altı büyük sanayi tesisi mevcuttur. Bu tesisler şunlardır:
Kağızman Kristal Tuz Rafinerisi
Kars Şeker Fabrikası A.Ş.
Kars Yem Fabrikası A.Ş.
Kars Et Kombinası
Kars Çimento Sanayi Ticaret A.Ş.
Üçyıldız Değirmen Taşı Fabrikası
Bunun dışında Kars Organize Sanayi Bölgesi'nde ve Küçük Sanayi Sitesi'nde irili-ufaklı işletmeler vardır. Elde edilen sütten yapılan süt ürünlerinden en önemlisi olan kaşar Zavod adı verilen mandıralarda işlenir. Kars Kaşarı adı verilen bu ürün İzmir Enternasyonal Fuarı'nda 1937 yılından 1950'ye kadar gravyer ve beyaz peynir ile birlikte Türkiye Birincilik Ödülü'nü almıştır.
Ticaret
Kars halkının büyük bir kısmı geçimini tahıl tarımı ve geleneksel mera hayvancılığı ile sağlamaktadır. Hayvancılık genellikle küçük aile işletmeciliği şeklinde ve aile ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapılmaktadır. Bu üretimden doğan ürünlerin büyük kısmı bu aileler tarafından tüketilmektedir.
Kars ili genelinde 2005 yılı itibarı ile yüzbinlerce büyük ve küçükbaş ve binlerce tek tırnaklı hayvan bulunmaktadır. Bunun dışında 44.296 arı kovanı olup yıllık ortalama 1058,63 ton bal üretilmektedir. 3000 ton beyaz peynir, 5000 ton kaşar peyniri ile 112.000 ton süt üretilmektedir. Bitkisel üretimde ise tahıl ürünleri başta gelmektedir. Kars'ta sanayi kesimi Gayri Safi Yurt içi Hasılasından yaklaşık binde 6 pay almaktadır. İl genelindeki sanayi tesisleri ağırlıklı olarak hayvansal ve tarımsal ürünleri işletmektedir. İl geneli mevcut sanayi kuruluşları; şeker, ayakkabı, yem, çimento, et, değirmen taşı, süt ürünleri, mobilya, tuz, bordür ve parke gibi alanlarda faaliyet göstermektedir. Son zamanlarda ildeki turizm sektörü de gelişmektedir.
Nüfus
Güncel Nüfus Değerleri (TÜİK 6 Şubat 2023 verileri )
Kars ili nüfusu: 274.829'dur. Bu nüfusun % 52,84'ü şehirlerde yaşamaktadır (2022 sonu). İlin yüzölçümü 10.193km²'dir. İldekm²'ye 27 kişi düşmektedir. (Bu sayı Merkezde 57’dir.) İlin tüm ilçeleriyle birlikte toplam nüfusu %2,22 oranında azalmıştır. Nüfusun en fazla azaldığı ilçe Digor /%- 5,94).
06 Şubat 2023 TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 8 İlçe, 9 belediye, bu belediyelerde 57 mahalle ve ayrıca 381 köy vardır.
{| class="wikitable"
|-bgcolor="#33FFCC"
| colspan="12" |2022 yılı sonunda Kars ili ve ilçelerinin yerleşim yeri ve nüfusla ilgili sayısal bilgileri
|-
|-bgcolor="#CCFFCC"
|İlçe
|Nüfus
2021
|Nüfus
2022
|Nüfus
Artışı %
|Belediye
Sayısı
|Mahalle
Sayısı
|Köy
Sayısı
|Köy
Nüfusu
|Şehir
nüfusu
|Şehirde
oturan %
|Alanı
km2| km2'ye düşen kişi|-
|Akyaka
|10.353
|9.977
| -3,70
|1
|3
|27
|7.951
|2.026
|20,31
|417
|24
|-
|Arpaçay
|15.922
|15.075
| -5,47
|1
|4
|48
|12.731
|2.344
|15,55
|1165
|13
|-
|Digor
|21.088
|19.872
|-5,94|2
|2
|37
|14.474
|5.398
|27,16
|1092
|18
|-
|Kağızman
|45.079
|44.178
| -2,02
|1
|9
|62
|23.048
|21.130
|47,83
|1871
|24
|-
|Merkez|117.312
|117.235| -0,07
|1
|23
|72
|25.785
|91.450
|78,01
|2048
|57|-
|Sarıkamış
|39.486
|37.744
| -4,51
|1
|9
|55
|22.484
|15.260
|40,43
|2038
|19
|-
|Selim
|22.267
|21.488
| -3,56
|1
|3
|53
|15.925
|5.563
|25,89
|982
|22
|-
|Susuz
|9.570
|9.260
| -3,29
|1
|4
|27
|7.216
|2.044
|22,07
|578
|16
|-
|-bgcolor="#AFEEEE"
|Kars|281.077|274.829|-2,22|9|57|381|129.614|145.215|52,84|10.191|27|}
İlin yıllara göre nüfusları
Altyapı
Eğitim
Kafkas Üniversitesi
Ulaşım
Kars, Kuzeydoğu Anadolu'da ulaşım ağının kesiştiği noktada yer almaktadır. İle kara, demir ve havayolu ile ulaşmak mümkündür.
Kars ilinin merkez ilçesinde uluslararası statüye sahip bir de havaalanı vardır (IATA: KSY). 1988 yılında açılan havalimanı, 2007 yılında büyük onarımdan geçmiştir. Yeniden uçuşlara açılan havalimanına İstanbul'daki Sabiha Gökçen Havalimanı ve Atatürk Havalimanı'ndan günde iki uçuş ve Ankara Esenboğa Havalimanı'ndan bir uçuş yapılır. Ayrıca Aralık 2007'den itibaren SunExpress'in karşılıklı Kars-İzmir seferleri de başlamıştır. Temmuz 2008'de Kars'tan Azerbaycan'ın başkenti Bakü'ye karşılıklı seferler düzenlenmeye başlandı. 10 Haziran 2009 tarihinden itibaren Çarşamba günleri haftada bir olmak üzere karşılıklı Köln-Kars uçuşları Öger Tours-Hamburg International ortaklığı ile başlatıldı ve bu uçuşlar iki yıl devam etti (Sadece yaz mevsiminde).
Konum
Spor
2018-2019 Sezonunda, Kars’ın tüm liglerdeki tek takımı Sarıkamış Gençlerbirliği, futbol Bölgesel Amatör Lig (BAL)'da sezon sonunda küme düşmüştür.
Ziraat Türkiye Kupası 'nda Sarıkamış Gençlerbirliği, 2.turda Van BŞB Spor 'a elenmiştir.
Kars kulüplerinin Türkiye liglerindeki maçları Kafkas Üniversitesi spor tesislerimde yapılmaktadır. İlin en önemli spor tesisi Sarıkamış Cıbıltepe Kayak Merkezi'dir
Medya
Kars ili genelinde sadece Serhat TV adlı bir tane yerel televizyon yayın yapmaktadır. Bunun dışında ulusal bazda hizmet veren bazı haber ajanslarınında -İhlas Haber Ajansı, Cihan Haber Ajansı ve Demirören Haber Ajansı- il temsilcilikleri bulunmaktadır. Ayrıca, il genelinde yayımlanıp basılan birçok gazete ve radyo hizmeti veren istasyonlar bulunmaktadır.
Yerel gazeteler
Kardelen Haber
Serhat Kars
Hüryurt
Denge
Ölçek
Bora
Önder
Çağdaş Kars
Kars Postası
Siyasal Birikim
Radyo istasyonları
Serhat FM
Kafkas FM
Radyo Kars
Kralım FM
Kaya FM(Kapandı)
Seviye FM(Kapandı)
Yönetim
İllerde protokolde ilk sırada yer alan Vali, merkezi yönetimi temsil eder ve Cumhurbaşkanı tarafından atanır. Büyükşehir dışındaki illerde yerel yönetim, şehirler düzeyindedir. Belediye Başkanı, belediye sınırları içinde kalan seçmenin oy çokluğu ile seçilir. Ayni seçmen İlçe Belediye Meclisi için de oy kullanarak ilçelerin belediye meclislerini oluşturur. İldeki bütün seçmenler ayrıca il genel meclisi için de oy kullanarak, İl Genel Meclisinin oluşumunu sağlarlar.
İl genel meclisi ve belediye meclisi üyelikleri için yapılan seçimlerde, onda birlik baraj uygulamalı nispi temsil sistemi, belediye başkanlığı seçiminde ise çoğunluk sistemi uygulanır İl genel meclisi ve belediye meclisi üye sayıları ilçe nüfusuna göre, kontenjandan kalan sayıların partilere dağılımı ise D'Hondt Sistemine göre belirlenir (Kanun:2972-Madde:23)
İl Genel Meclisi, İl Özel İdaresinin karar organıdır, başkanını üyeleri arasından gizli oyla seçer. Ayrıca, İl Genel Meclisi kendi içinden gizli oyla bir yıl görev yapacak 5 kişilik İl Encümenini seçer.
Merkezi yönetim, Vali ve İl Müdürlerinden oluşur. İl Özel İdaresi (İl Genel Meclisi ve İl Encümeni) seçilmişlerden oluşur, ancak Vali başkanlığında görev yapar. Yerel yönetim ise belediye başkanları ve belediye meclislerinden oluşur.
Kars Valisi, 1970-Elazığ doğumlu Türker Öksüz’dür. 5 Kasım 2018 tarihinde İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri iken atanmıştır.
2019 Türkiye yerel seçimleri sonunda Kars Belediye Başkanlığını kazanan Ayhan Bilgen (HDP), 25 Eylül 2020 tarihinde görevden alınmış, yerine Kars Valisi Türker Öksüz kayyum olarak atanmıştır.
2019 Türkiye yerel seçimleri sonuçlarına göre Kars İl Genel Meclisi üye sayısı, 11 HDP, 3 MHP, 3 CHP ve 3 HDP olmak üzere 21’dir. Kars Belediye meclisi ise 16 AK PARTİ, 7 MHP, 5 CHP ve 2 DSP olmak üzere 25''' üyeden oluşur.
2018 Genel seçimleri sonucu, Kars'ı temsilen TBMM'e AKP'den 2 milletvekili (Ahmet Arslan ve Yunus Kılıç), HDP'den 1 milletvekili (Ayhan Bilgen) seçilmiştir. (Belediye başkanı seçilince, milletvekilliği düşmüştür.)
Kültür
Gelenekler
Kars ili gelenekleri il merkezindeki geleneklerle büyük benzerliğe sahiptir.
Halk oyunları
Aşıklar geleneği
Dengbejler geleneği
Festivaller
İl genelinde düzenlenen bazı festivaller aşağıda listelenmiştir.
Kars Kafkas Kültürleri Festivali
Uluslararası Altın Kaz Film Festivali
Avrupa Filmleri Festivali-Gezici Festival
Murat Çobanoğlu Aşıklar Bayramı
Kaşar Festivali
Ayrıca bakınız
Kars'ın ilçeleri
Kars ilindeki yerleşim yerleri listesi
Kaynakça
Dış bağlantılar
Kars Valiliği
Kars Belediyesi |
1394 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Ahlat%2C%20Bitlis | Ahlat, Bitlis | Ahlat, Van Gölü'nün kuzeybatısında Bitlis iline bağlı bir ilçedir.
Etimoloji
Şehrin en eski sakinleri olan Urartular buraya "Halads" derken, Türkler ve İranlılar "Ahlat", Kürtler "Xelat", Ermeniler "Şaleat", Süryaniler "Kelath" ve Araplar "Hil’at" demişlerdir.
Coğrafya
1044 km²’lik kırsal bir alana yayılmış olan ilçenin yüzey şekilleri, gerek biçim, gerekse meydana geliş şekilleri bakımından farklılıklar gösterir. Yeryüzünün sayılı volkanlarından olan Nemrut, Ahlat'ın batısında; Süphan ise doğusunda yer almaktadır. İlçenin; kuzeyinde Muş iline bağlı Bulanık ve Malazgirt ilçeleri, batısında Muş ili, güneyinde Van Gölü, güneybatısında Tatvan ve Bitlis, doğusunda ise yine Van Gölü ve Adilcevaz ilçesiyle sınırlıdır.
İlçe Van Gölü’nün kuzey kıyısında yer almış olmakla beraber iklimi kara iklimi özelliği taşır. Yörede kış oldukça erken başlar ve uzun sürer. Havanın ısınmaya başlaması ancak Nisan ayının ortalarında olur. Yörenin yaz mevsiminin Ağustos ayının sonuna kadar sürmekte olması yanında kısmen bazı yıllar Eylül ayını da kapsar. Yıllık ortalama yağış miktarı 1000-1500 mm dir.
Gerek Van Gölü’nün kıyısında olmasının gerekse yıllık yağışın bolluğu sebebiyle Ahlat, bölgenin genel bitki örtüsü olan bozkır bitki örtüsünün dışında daha yeşil ve gür bir bitki örtüsüne sahiptir.
Nüfus
İlçe; 1 belde, 26 köy ve 12 mahalleden oluşmaktadır.
Kültür
Ahlat şehri, tarihi mezarlıklarıyla ön plana çıkan bir ilçedir. Selçuklu döneminden kalan mezar taşları Türk tarihi açısından önemli bir değere sahiptir.
Bunların yanı sıra yine Selçuklular dönemine ait, lahit mezar özelliği taşıyan kümbet mezarlar bulunmaktadır ki bu mezarlar yörede sıkça kullanılan Ahlat'a özgü taşlarla yapılmıştır. İlçede taş işlemeciliğinin ön planda olduğunun bir göstergesi olan bu kümbetlerde, dönemin saygın kişilerinin mezarları bulunmaktadır.
Halkın uğraş alanlarından biri olan bastonculuk geleneği günümüzde de önemli bir kültür-sanat faaliyeti olarak yer almaktadır. Özel teknikler kullanılarak yapılan bu bastonların her biri, büyük emekler ve özveriler neticesinde oluşturulmaktadır. Ağaca ilginç ve bir o kadar da yaratıcı figürler aktararak bu konudaki ustalıklarını gösteren ilçe halkı, bu yeteneğini önemli bir kültür turizmi aracı olarak kullanmakta ve başarılı olmaktadır.
Kaynakça
Dış bağlantılar
Ahlat Belediyesi
Ahlat Kaymakamlığı
Ahlat tarihçesi
Cittaslow |
1398 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Kristof%20Kolomb | Kristof Kolomb | Kristof Kolomb (31 Ekim 1451 – 20 Mayıs 1506), Atlantik Okyanusuna yaptığı toplam dört seferi tamamlayarak coğrafî keşifleri başlatan ve Amerika'nın kolonizasyonunun yolunu açan Cenevizli kaptan ve kâşiftir. Katolik hükümdarlar tarafından desteklenen keşifleri; Karayipler, Orta Amerika ve Güney Amerika ile Avrupalıların ilk temâsı oldu.
Genç yaşta denize açıldı ve kuzeyde Britanya Adaları'na, güneyde ise Gana'ya kadar seyahat etti. Büyük ölçüde kendi kendini eğitmiş birisi olarak, coğrafya, astronomi ve tarih ile ilgili geniş çapta kitaplar okudu. Kazançlı baharat ticaretinden kâr elde etmeyi umarak Doğu Hint Adaları'na batı üzerinden bir yol aramak için plan hazırladı. Portekizli bir soylu kadın olan Filipa Moniz Perestrelo ile evlendi ve birkaç yıl Lizbon'da yaşadı, evlilikleri sırasında büyük oğlu Diego Kolomb dünyaya geldi. Eşinin ölümünün ardından Kastilyalı Beatriz Enríquez de Arana'yı metresi olarak yanına aldı. Bu birliktelikten ise, daha sonra meşru oğlu olarak kabul edeceği, Ferdinand Kolomb doğdu. Birden fazla krallığa yönelik ısrarlı lobi faaliyetinin ardından, Kastilya hükümdarı I. Isabella batıya açılacağı bir yolculuğu finanse olmayı kabul etti. Kolomb, Ağustos 1492'de Kastilya'dan üç gemiyle ayrıldı ve 12 Ekim'de Amerika'ya iniş yaptı (Böylece bugün Kolomb öncesi Amerika olarak adlandırılan dönem sona erdi). Ayak bastığı ilk yer sakinleri tarafından Guanahani olarak adlandırılan, günümüzde yeri tam olarak bilinmeyen, Bahamalar'daki bir adaydı. Daha sonra Küba ve Hispanyola adalarını ziyaret ederek, Haiti'de bir koloni kurdu. 1493'ün başlarında Kastilya'ya geri döndü ve beraberinde bir dizi tutsak yerli getirdi. Yolculuklarının haberi kısa sürede tüm Avrupa'ya yayıldı.
Kolomb, 1493'te Küçük Antiller'i, 1498'de Trinidad'ı ve Güney Amerika'nın kuzey kıyılarını ve 1502'de Orta Amerika'nın doğu kıyılarını keşfederek Amerika'ya üç sefer daha yaptı. Karşılaştığı yerli halklara indios ("Hindistanlılar") adını verdi. Ayrıca başta adalar olmak üzere coğrafi bölgelere verdiği isimlerin çoğu günümüzde halen kullanılmaktadır. Amerika'nın tamamen ayrı bir kara parçası olduğunun ne ölçüde farkında olduğu belirsizdir ancak Uzak Doğu'ya ulaştığına dair inancından açıkça hiçbir zaman vazgeçmedi. Kolomb vali olarak görev aldığı süreçte çağdaşları tarafından vahşetle suçlandı ve kısa süre sonra görevden alındı. Kolomb'un Kastilya ve onun Amerika'daki atanmış sömürge yöneticileriyle olan gergin ilişkisi, 1500 yılında tutuklanıp Hispanyola'dan çıkarılmasına ve ardından uzun süren karşılıklı davalara yol açtı. Kolomb'un keşifleri, modern Batı medeniyetinin inşaatına yardımcı olan fetih ve kolonizasyon dönemini başlattı. İlk yolculuğunu takip eden Eski Dünya ile Yeni Dünya arasında başlattığı değişimlerin bütününe, Kolomb takası adı verilir.
Kristof Kolomb, ölümünden sonraki yüzyıllarda geniş çapta saygı gördü, ancak bilim adamları, başta Hispanyola'nın yerli halkı olan Tainolar'a karşı yapılan soykırım ve kölelik ile neredeyse yok edilmesi gibi, onun yönetimi altında verilen zararlara ve işlenen suçlara daha fazla dikkat gösterdikçe, kamuoyu algısı son yıllarda oldukça değişti. Günümüzde Batı Yarımküre'deki birçok yer, Kolombiya, Kolumbiya Bölgesi ve Kanada'nın Britanya Kolumbiyası eyaleti de dahil olmak üzere onun adını taşımaktadır.
Hayatı
Kristof Kolomb'un doğduğu yer tam olarak bilinmese de 31 Ekim 1451'den önce Cenova'da doğmuştur. Babası, hem Cenova hem de Savona'da çalışmış olan, aynı zamanda genç Kristof'un da yardımcı olarak çalıştığı bir peynir standına sahip olan, yün dokumacı Domenica Kolomb'du. Annesi ise Korsika'lı varlıklı bir ailede doğmuş olan Susanna Fontanarossa'dır. Bartolomeo, Giovanni Pellegrino ve Giacomo olmak üzere üç erkek ve Bianchinetta adında bir kız kardeşi vardı.
1473'te Kolomb, Cenova'da bulunan Centurione, Di Negro ve Spinola aileleri için iş acentesi olarak çıraklığa başladı.1476 Mayıs'ında Cenova tarafından Kuzey Avrupa'ya değerli yük taşımak için gönderilen silahlı bir konvoyda yer aldı. İngiltere'nin Bristol ve İrlanda'nın Galway kentlerinde demirledi. Aynı zamanda 1477'de İzlanda'da olduğu da düşünülmektedir. 1477 Sonbaharında bir Portekiz gemisi ile Galway'dan Lizbon'a gittiği, burada kardeşi Bartolomeo'yu bulduğu ve Centurione ailesi adına ticaret yapmaya devam ettikleri bilinmektedir. Ardından Kristof 1477'den 1485'e kadar Lizbon'a yerleşti ve Porto Santo valisinin kızı ve Lombard kökenli bir asilzade olan Filipa Moniz Perestrelo ile evlendi.
1479 veya 1480'de oğlu Diego Columbus dünyaya geldi. 1482 ve 1485 yılları arasında Batı Afrika sahilleri boyunca ticaret yaptı. Gine'de bulunan bir Portekiz ticaret merkezi olan Elmina'ya ulaştı. Bazı kayıtlar Kristof seyahat veya iş için İspanya dışında iken eşi Filipa'nın 1485 yılı civarlarında öldüğünü yazmaktadır (Filipa'nın ölüm tarihi 1478-1485 yılları arasında olduğu düşünülse de hala belirsizdir.). Bunun üzerine Kolomb Portekiz'e geri döndü. Oğlunu ve orada bulunan mal varlığını alarak Portekiz'den ayrıldı ve 1485 yılında İspanya'ya yerleşti. 1487 yılında, 20 yaşında bir yetim olan Beatriz Enriquez de Arana ile tanıştı. Beatriz'in Kolomb ile ilk Cordoba'da karşılaşmış olması muhtemeldir. Bu birliktelikleri sonucu, evlilik dışı olarak 1488 Ağustos'unda Fernando (Ferdinand) Kolomb dünyaya geldi. Ardından büyük ve meşru oğlu olan Diego'yu Beatriz ile ilgilenmesi için bıraktı ancak Diego görevlerinde ihmalkardı.
Dipnotlar ve kaynakça
Notlar
Özel
1451 doğumlular
Cenova doğumlular
1506 yılında ölenler
15. yüzyıl kâşifleri
İtalyan denizciler
İtalyan kâşifler
Amerika'nın kolonileştirilmesi
Deniz tarihi
Coğrafi keşifler
Orta Amerika kâşifleri
1490'larda Küba
15. yüzyılda Karayipler
İspanya'da defnedilenler
Kolomb ailesi
Ceneviz Cumhuriyeti'nde kişiler |
1405 | https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0spanya | İspanya | İspanya (İspanyolca: , ) ya da resmî adıyla İspanya Krallığı (İspanyolca: Reino de España), Avrupa'nın güneybatısında, İber Yarımadası'nda yer alan ülkedir. Güneyde ve doğuda Akdeniz'e, kuzeyde ise Atlantik Okyanusu'na kıyısı vardır. Batıda Portekiz, kuzeyde Fransa, Andorra ve güneyde Birleşik Krallık (Cebelitarık) ile komşudur. İspanya toprakları ayrıca Akdeniz'de Balear Adaları, Atlantik Okyanusu'nda Kanarya Adaları'nı ve Kuzey Afrika'da Ceuta ve Melilla adlı iki özerk şehri de kapsar. 505.992 kmlik alanıyla İspanya, Fransa'dan sonra Batı Avrupa'daki ikinci büyük ülkedir. 650 metrelik ortalama yüksekliği ile de İsviçre'den sonra Avrupa'daki ikinci yüksek ülkedir.
İspanya parlamenter demokrasi şeklinde örgütlenmiş bir anayasal monarşi rejimi ile yönetilir. 1 Ocak 1986'dan beri Avrupa Birliği'nin, 30 Mayıs 1982'den beri NATO'nun bir üyesidir.
Tarihçe
MÖ 1100 yıllarında Fenikeliler, İspanya topraklarında ilk yerleşim merkezlerini kurmaya başladılar. Onları Keltler ve Yunanlar takip etti. İspanya daha sonra Kartacalıların egemenliğine girdi. MÖ 202 yılında Romalılar Kartacalıları İber Yarımadası'ndan attılar. Roma İmparatorluğu bu tarihten itibaren İspanya'da birliği sağladı ve zamanla Hristiyanlığı burada kabul ettirdi.
Milattan Sonra 5. yüzyılda İspanya, Germen kabilelerinin saldırılarına hedef oldu. Sırayla Alanlar, Suevler ve Vandalların ardından Vizigotlar İspanya'ya hâkim oldu. Vizigotların hâkimiyeti uzun sürdü ve Hristiyanlığı kabul eden Vizigotlar, İspanya'da Hristiyanlığın yayılmasını sağladı.
Endülüs dönemi
711'de Afrika'dan gelen Müslümanlar, 8. asırdan 10. asra kadar kuzeydeki birkaç bölge dışında İspanya'ya hâkim oldular ve burada Endülüs medeniyetini kurdular.
On birinci yüzyılda bu ülkenin iç karışıklıklarından faydalanan Hristiyanlar kuzeyden başlayarak yarımadayı tekrar ele geçirmeye başladı. 1276 yılında Müslümanların elinde yalnızca güneydeki Granada kalmıştı. Aragon kralı II. Fernando ile Kastilya kraliçesi I. İsabel'in evlenmesi ve ordularını birleştirmesi ile Hristiyanlar daha da güçlenmiş ve Yahudilerle Müslümanları Endülüs'ten çıkarmışlardır. Kemal Reis komutasında bir donanma ile kurtulan Yahudilerle Müslümanlar gemilerle doğuya getirilmişlerdir. Geride Avrupalıların da yararlandığı birçok bilim ve fen kitabı bıraktılar.
Aydınlanma Çağı dönemi
1492'de Müslümanların son kalesi Granada Krallığı yıkıldı. Aynı yıl Kristof Kolomb İspanyol hükümdarının maddi desteğiyle Amerika'yı keşfettiği ünlü gezisine çıktı. Bu yolculuk, İspanya'nın dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurmasına yol açtı. İspanyol askerler, onları hediyelerle karşılayan yerlilere köleleştirme, işkence, soykırım yaşattılar. Kristof Kolomb'un yakın bir arkadaşının çocuğu olan ve yerlilere yapılan zulümlere tanık olan Bartolomé de las Casas, 1542 tarihli Kızılderililer Nasıl Yok Edildi? isimli kitabında şunları yazmaktadır: "Amerika yerlilerinin Hristiyanlara karşı giriştikleri savaşta haklı olduklarına yüzde yüz eminim. Öte yandan Hristiyanlar onlarla tek bir haklı savaş yapmadı. Tam tersine savaşları dünyadaki hiçbir zorbanın olamadığı kadar şeytansı ve haksızdı."
1588 yılında İspanyol Armada'nın İngiliz donanmasına yenilmesini takip eden taht ve din kavgaları sonunda İspanya zayıflayarak çökmeye başladı. 1640'ta Portekiz'i, 1714'te ise Avrupa'daki bazı topraklarını ve Cebelitarık'ı kaybetti. On dokuzuncu yüzyılın başlarında İspanyolların Amerika'daki bütün sömürgeleri bağımsızlıklarını kazandı.
I. Dünya Savaşı ve Cumhuriyet Dönemi
I. Dünya Savaşı'nda İspanya bütün davetlere rağmen tarafsız olarak kaldı, fakat savaştan büyük ölçüde etkilendi. Fransa, İspanya'nın bazı topraklarına saldırıp işgal etti. General Primoderivera, çıkan ayaklanmaları bastırarak ülkede diktatörlük kurdu. 1930 yılında iktidardan düştü. Bir yıl sonra yapılan seçimleri cumhuriyetçilerin kazanması sonucu Kral VIII. Alfonso ülkeyi terk etti. 1936'da yapılan seçimlerde solcuların başarılı olması üzerine General Franco seçilmiş hükûmete darbe yapmak istedi ve ülkede iç savaş baş gösterdi.
Franco Dönemi
1939'da iç savaşın sona ermesiyle Franco devlet Başkanı oldu. II. Dünya Savaşı'na da katılmayan İspanya'da ordunun desteğiyle Franco savaştan sonra da yerini korudu. 1975 yılında Franco'nun ölmesiyle yerine I. Juan Carlos geçti. 1976'da Başbakan Navarro'nun istifası ile Carlos kral oldu ve Alfonso Sourez'i başbakanlığa atadı.
Demokrasiye Geçiş Dönemi
15 Haziran 1977'de, 41 yıl sonra İspanya'da ilk defa genel seçimler yapıldı. Sourez'in başkanı olduğu Demokratik Merkez Birliği çoğunluğu elde etti. 1981'de sağcı Albay Tejero Cortes'in meclisi basarak yaptığı darbe girişimi sonuçsuz kaldı. 1982 seçimlerinde ise Sosyalist Parti seçimi büyük çoğunluğu elde ederek kazandı ve 46 yıl sonra İspanya'da yeniden bir sol iktidarın doğmasını sağladı.
Politika
Anayasa
İspanya anayasası 1978'de kabul edilen anayasadır.
İspanya'nın anayasası 1812'de kabul edilen anayasaya dayanır. 1975'te Francisco Franco'nun ölümünden sonra 1977'de yapılan seçimlerle Constituent Cortes adında anayasal bir kurum olarak görev yapan meclis, anayasayı değiştirmek üzere toplandı ve 1978 anayasasını çıkarttı. Sonucunda da İspanya 17 özerk devlet ve 2 özerk şehre ayrıldı.
Dış ilişkiler
1975'te Francisco Franco'nun ölümünden sonra, Franco rejiminin dış ilişkileri engellediği İspanya, dış ilişkilerini geliştirmeye karar verdi. 1982'de NATO, 1986'da ise Avrupa Birliği üyesi oldu. 2001'de Kuzey Kore ile ilişkilerin normalleştirilmesi ile de İspanya tüm dünya ile ilişkilerini düzeltmiş oldu.
Sorunlar
Birleşik Krallık: İspanya ile Birleşik Krallık arasında 6 km² alan kaplayan Cebelitarık sorunu bulunmaktadır. İber Yarımadası'nın en güneyinde bulunan Cebelitarık 1704'te İngilizler tarafından İspanya Veraset Savaşları sırasında fethedilmişti. Sorun yasal olarak Utrecht Barışı ile çözüme kavuşmuştu. Bu barışa göre Birleşik Krallık, Cebelitarık'ı sonsuza kadar alıyordu. Sorun şu anda Birleşmiş Milletler ile çözümlenmeye çalışılmaktadır.
Fas: Fas, İspanya'dan Afrika kıyılarında bulunan Ceuta ve Melilla şehirlerini istemektedir.
Portekiz: Portekiz ise İspanya'nın Olivenza bölgesindeki egemenliğini tanımamaktadır.
İspanya yönetim birimleri
İspanya 17 özerk bölgeye (comunidades autónomas) ve 2 özerk şehre (ciudades autónomas) ayrılmıştır. Ayrıca İspanya'da elli il bulunmaktadır. Yedi özerk bölgenin her biri (Asturias, Balear Adaları, Cantabria, La Rioja, Madrid, Murcia ve Navarre) aynı zamanda bir ildir.
Tarihî sebeplerden ötürü, bazı iller ayrıca comarcas denilen ilçelere ayrılmıştır. İspanya'daki en küçük yönetim birimi belediyelerdir (municipio).
Coğrafya
İspanya (Batıdaki) Portekiz ve Birleşik Krallık'a ait olan (Güneydeki) Cebelitarık ile birlikte İber Yarımadası'nda, 36° ve 43,5° kuzey enlemleri ve (Balear Adaları, Kanarya Adaları, Septe ve Melilla'yı saymazsak) 9° batı ve 3° doğu boylamları arasında bulunur. İspanya İber Yarımadası'nın yedide altısını kaplar. Kuzeydoğusunda Pireneler boyunca Fransa ve Andorra ile İspanya arasındaki sınır uzanır. Bununla birlikte Akdeniz'de bulunan Balear Adaları, Atlantik Okyanusu'ndaki Kanarya Adaları ve Kuzey Afrika kıyılarında bulunan Septe ve Melilla eyaletleri de İspanya sınırları dâhilindedir. Fransa sınırlarındaki Llívia şehri de İspanya'ya aittir. Bununla birlikte Fas kıyılarında bulunan Chafarinas Adaları, Peñón de Vélez de la Gomera, Alhucemas, Alborán ve Columbretes Adaları ile Perejil Adası da İspanya'ya aittir.
Toplam sınır uzunluğu 1917,8 km'dir. Andorra ile 63,7 km, Fransa ile 623 km, Cebelitarık ile 1,2 km, Portekiz ile 1214 km, Fas ile (Ceuta şehri) 15,9 km uzunluğunda sınırı vardır. 4964 km uzunluğunda kıyı şeridi vardır.
Septe ve Melilla şehirleri Kuzey Afrika'da bulunur ve Fas gibi Akdeniz kıyısındadırlar. İspanya'nın yüzölçümü 505.988 km karedir. İspanya, dağlık bir ülke olup ortalama yüksekliği 600 m olan dağlarıyla yükseklik açısından Avrupa'da İsviçre'den sonra ikinci sırada yer alır.
Plato ve yüksek ovaları çevreleyen dağların batı kesimleri hariç yarımadanın beşte ikisinden fazlasını sıradağlar kuşatır. Yarımadanın belli başlı nehirleri doğudan batıya doğru bir yol izleyerek Atlantik Okyanusu'na akar. Ebro Nehri, Akdeniz'e dökülür. Denizciliğe elverişli tek nehir olan Guadalquivir ise Sevilla şehrinden geçer.
İspanya'nın en kuzeydeki noktası Esteca de Vares, en batıda Toriñana Burnu'dur, bunların ikisi de Galisya Bölgesi'ndedir. En güneydeki noktası Tarifa'daki Punta Marroquí, en doğudaki noktası ise Creus Burnu'dur. Kuzeyden güneye doğru uzanan en geniş alan 856 km, doğudan batıya uzanan en geniş alan ise 1.020 km'dir.
İspanya'nın en büyük ve tek gölü 368 hektarlık bir alana yayılan ve 55 metre derinliğinde olan Lago de Sanabria'dır.
Yüzey şekilleri
İspanya'daki en yüksek dağ Kanarya Adaları'na ait olan Tenerife Adası'ndaki Pico del Teide (3718 m)'dir. Anakaradaki en yüksek dağ ise Granada Eyaleti'ndeki Sierra Nevada'da bulunan Mulhacén (3482 m) dağıdır.
İspanya'nın kuzey kıyısı sadece Gijón ve Avilés ve Ribadeo ve La Coruña'nın arasında önemli çıkıntılar gösterirken, diğer yerlerde neredeyse düz bir hat şeklinde ilerler. Ülkenin diğer kıyılarına nazaran bu kıyı şeritleri dik ve aşılması zor kıyılar olarak tanımlanabilirler. Bunun nedeni burada bulunan dağların hemen hemen her yerde denizin içine kadar girmesidir. Bu kıyı şeridine ancak nehirlerin ağzından ve denizin kıyının iç taraflarına kadar girdiği, özellikle Galisya bölgesinde sıkça bulunan kollardan (Ríalardan) mümkündür. İspanya'nın batısı da tamamen bu kıyı özelliklerini gösterir, ama buradaki dağlar sadece burunlarda denizin içine kadar girdiklerinden ve Ría'ların arka kısımlarında genellikle düzlük alanlar bulunduğundan kuzey kadar aşılması güç bir kıyı şeridi değildir.
Güney ve doğu kıyılarının karakteristik özelliği ise düz haliçler ve bu haliçlerin aralarında bulunan ve tepelik alanlarla sona eren çıkıntılardır. Bu şeritler kuzey ve batı kıyılarına oranla çok daha kolay aşılabilen kıyılardır. Güney kıyısındaki en önemli körfezler batıdan doğuya doğru Cádiz, Málaga, Almería ve Cartagena Körfezleri; doğu kıyısındakiler ise Bahía Alicante ve Valensiya Körfezi'dir. İspanya'nın en uzun nehirleri Douro, Tejo ve Ebro'dur.
İklimi
Atlantik İklim: Atlantik Okyanusu kıyısındaki bölgelerde görülür: Galisya, Asturya, Kantabria, Bask Ülkesi, Navarra. Özellikle kış aylarında yağış görülür, kış ve yaz oldukça ılıman geçer.
Okyanus-Kıtasal İklim: İber Yarımadası'nın ortasında görülür: Kastilya Leon, Madrid, La Rioja, Kastilya-La Mancha, Ekstremadura ve Endülüs. Kışlar oldukça soğuk geçer ve özellikle kuzeyde kar yağışları görülür, yazlar ise sıcaktır.
Kıtasal Akdeniz İklimi: Aragona, Katalonya, Valensiya (iç kısımlarında), Murcia, Kastilya-La Mancha ve Endülüs'te görülür. Yağışlar ilkbahar ve sonbahar aylarında görülürken, yazlar sıcak, kışlar ise soğuk geçer.
Akdeniz iklimi: Katalonya'da, Balear Adaları'nda, Valensiya'da, Murcia'da ve Endülüs'te görülür. Çoğunlukla ilkbahar ve sonbahar aylarında yağış görülür. Yağışlar kuzeyden güneye doğru gidildikçe azalan bir seyirdedir (Barselona 640 mm, Tortosa 524 mm, Valencia 454 mm, Alicante 336 mm, Almería 196 mm). Kış aylarındaki hava sıcaklıkları çok düşük olmamakla birlikte yazın sıcak bir hava hâkimdir.
Subtropikal İklim: Kanarya Adaları'nda görülür. Neredeyse bütün yıl boyunca ılıman bir iklim hâkimdir (18 ile 24 °C arası). Kış mevsimi yok denecek kadar hafif geçer. Santa Cruz de Tenerife'deki ortalama hava sıcaklıkları ocak ayında 17,9 °C, ağustos ayında ise 25,1 °C'dir. Kanarya Adaları'nın yağış oranı bölgeden bölgeye büyük farklılıklar göstermektedir.
Dağ İklimi: Pireneler'in yüksek kesimlerinde ve Kastilya dağlarının yüksek yerlerinde görülen bir iklimdir. Kışlar uzun geçer, yazlar ise kısa ve ılımandır. özellikle kış ayları bölgede yoğun don olayları görülür bu sebeple yaz aylarının gelmesi uzar yazlar kısa ve ılıman geçer temmuz ayının ortalarına doğru bölgede şiddetli yağmurlar başlar ve su baskınları meydana gelir.
Ordu (askeriye)
İspanya ordusunu (İspanyolca: Fuerzas Armadas Españolas) kral yönetir. Ordu dörde ayrılır.
Kara Kuvvetleri (Ejército de Tierra)
Deniz Kuvvetleri (Armada)
Hava Kuvvetleri (Ejército del Aire)
Askeri Polis Kuvvetleri (Guardia Civil)
Ekonomi
Dünya Bankası verilerine göre İspanya dünyanın en büyük sekizinci ekonomisine sahiptir. CIA verilerine göre İspanya'nın Gayri safi millî hasılası 1.362 trilyon dolardır. Kişi başına düşen GSMH ise yaklaşık 33.700 dolardır. İspanya ekonomisi 2007 yılında tüm G7 ülkelerini geride bırakarak %3.8 büyümüştür.
İspanya 1999 yılında kendi para birimi pesetayı bırakarak diğer Avrupa Birliği üyeleriyle birlikte Euro para birimine geçmiştir.
İspanya'da 22,19 milyon çalışan bulunurken bunların %3,5'i tarımda %29,8'i sanayide, kalan %66,6'lık kesimi de hizmet sektöründe çalışmaktadır. Ancak bununla birlikte %22,3'lük işsizlik oranıyla Avrupa ortalamasının üstündedir.
Otomotiv endüstrisi
Otomotiv endüstrisi, ülkedeki en büyük işverenlerden biridir. 2015 yılında İspanya, Almanya'dan sonra dünyanın en büyük 8. otomobil üreticisi ve Avrupa'nın en büyük 2. otomobil üreticisi ülkesiydi.
2016 itibarıyla, otomotiv endüstrisi İspanya'nın gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 8,7'sini üretiyordu ve imalat sanayinin yaklaşık yüzde dokuzunu istihdam ediyordu. 2008'de otomobil endüstrisi en çok ihraç edilen 2. endüstri iken 2015'te toplam üretimin yaklaşık %80'i ihracat içindi.
Alman şirketleri 2015'te İspanya'ya 4,8 milyar Euro akıtarak ülkeyi doğrudan Alman yabancı yatırımı için yalnızca ABD'nin ardından ikinci en büyük hedef haline getirdi. Bu yatırımın aslan payı olan 4 milyar Euro, ülkenin otomobil endüstrisine gitti.
Enerji
2010 yılında İspanya, Alvarado, Badajoz yakınlarındaki La Florida adlı devasa bir elektrik santrali tesisiyle Amerika Birleşik Devletleri'ni geride bırakarak güneş enerjisi dünya lideri oldu. İspanya aynı zamanda Avrupa'nın ana rüzgar enerjisi üreticisidir. 2010 yılında rüzgar türbinleri, İspanya'da üretilen tüm elektrik enerjisinin %16,4'ünü oluşturan 42.976 GWh üretti. 9 Kasım 2010'da rüzgar enerjisi, anakara elektrik talebinin %53'ünü kapsayan ve 14 nükleer reaktörünkine eşdeğer miktarda enerji üreten ani bir tarihi zirveye ulaştı. İspanya'da kullanılan diğer yenilenebilir enerjiler hidroelektrik, biyokütle ve denizciliktir (inşa halindeki 2 enerji santrali).
İspanya'da kullanılan yenilenemeyen enerji kaynakları nükleer (8 faal reaktör), gaz, kömür ve petroldür. Fosil yakıtlar birlikte, 2009'da İspanya'nın elektriğinin %58'ini üreterek OECD ortalaması olan %61'in biraz altında kaldı.
Bilim ve Teknoloji
Consejo Superior de Investigaciones Científicas (CSIC), ülkede bilimsel araştırmalara adanmış önde gelen kamu kurumudur. 2018 SCImago Kurumları Sıralamasında dünya çapında 5. en iyi devlet bilim kurumu (ve genel olarak 32.) olarak yer aldı. İspanya, Küresel İnovasyon Endeksi'nde 2019'da 29. iken 2021'de 30. sırada yer aldı.
Yüksek öğretim kurumları (bölgesel, NUTS2 düzeyinde yönetilen) ülkedeki temel araştırmaların yaklaşık %60'ını gerçekleştirmektedir. Aynı şekilde, özel sektörün Ar-Ge harcamalarına katkısı diğer AB ve OECD ülkelerine göre çok daha düşüktür.
Kültür
Turizm
Birleşmiş Milletler Turizm Örgütü'nün verilerine göre 2019 yılındaki verilerine göre Dünya'da 89 milyon turistli Fransa'dan sonra 83 milyon turistle İspanya en çok ziyaret edilen 2. ülke konumundadır.
Eğitim
İspanya'da devlet okullarında eğitim ücretsiz ve 6 ila 16 yaş arasındaki çocuklar için zorunludur. Ülkede özel ve yarı özel okullar da bulunmaktadır. Çocuklar, altıncı sınıfa kadar ilkokula, daha sonra ortaöğretim birinci sınıfa başlarlar.
Nüfus
1 Ocak 2020 yılı itibarıyla İspanya Ulusal İstatistik Enstitüsü'ne göre, İspanya'nın nüfusu 47.329.981 kişidir. Ülkedeki erkek nüfusu 23.197.625 kişi, kadın nüfusu ise 24.132.356 kişidir. Bunun yanı sıra ülkede yabancı kökenli olarak 5.235.375 kişi yaşamaktadır. Nüfus yılda %0,096 oranında artmaktadır. Kilometrekare başına 89,6 kişi düşmektedir. En yoğun il ise Madrid'dir.
Ülke genelinde tahminî ömür 79,92 yılken, erkeklerde bu rakam 76,6 yıl kadınlarda ise 83,45 yıldır.
Ülke nüfusu yüksek sanayileşme ve göçlerden dolayı 20. yüzyılda iki katına çıktı. Bunun ardından, 1980'lerden sonra doğum oranı azaldı ve elli ilden on birinde ciddi nüfus düşüşleri meydana geldi. Bundan sonra Latin Amerika, Doğu Avrupa, Afrika gibi yerlerden göç edenlerin sayısı arttı.
İspanya'da eşcinsel çiftler evlenme hakkına sahiptirler.
Diller
İspanya'da konuşulan diller ağırlıklı olarak şunlardır:
İspanyolca İspanya'nın tek resmi dili olarak kabul edilir, diğer diller ise sadece özerk bölgelerde günlük hayatta kullanılan ana dildir.
Bununla birlikte Valensiya Bölgesi'nde Katalancanın bir bask lehçesi olan Valensiyaca konuşulurken, Balear Adaları'nda da Katalancanın bir başka lehçesi olan Mayorka Lehçesi konuşulur. Bunların dışında küçük gruplar tarafından konuşulan azınlık dilleri de bulunur. Bunlardn birkaç tanesi Asturyasca, Aragonca ve Aranese'dir. Bununla birlikte Melilla'da yaşayan Masiriler Tamazight dili konuşurken, Olivenza'da (Ekstremadura) hâlâ Portekizce konuşan gruplar bulunmaktadır.
Tatil sezonu başladığında Almanya'dan, Polonya'dan ve birçok Güney Amerika ülkesinden özellikle tatil yörelerine çalışmaya gelen birçok kişi bulunur. Costa Blanca ya da Costa del Sol gibi bazı turistik bölgelere yerleşmiş olan birçok Alman ve İngiliz de mevcuttur.
Yabancı dil olarak İngilizce ve Fransızca konuşulur. Genç İspanyollar yabancı dil olarak daha çok İngilizceyi öğrenirken, yaşı büyük olan İspanyollar daha ziyade Fransızca bilmektedirler.
Dinler ve dünya görüşleri
2022 Centro de Investigaciones Sociológicas(http://cis.es/ ) verilerine göre İspanya halkının %56'sı Katolik (%38 inanan ama düzenli ibadet etmeyen %18'sı düzenli ibadet eden) %38 Dinsiz (%14 Ateist, %12 Agnostik %12 Tanımsız) %3 Diğer dinlere bağlıdır %3 ankete cevap vermemiştir.
Katolik Kilisesi Papalıkla yapılan bir anlaşmadan dolayı İspanya hükûmeti tarafından desteklenen bir kilisedir. İspanya'da Katolik Kilisesi inananlardan toplanan yardımlar sonucu ayakta kaldığından, resmi olarak yardım toplamasına da gerek yoktur. Hıristiyanların en çok ziyaret ettiği kutsal yerlerden biri olan Santiago de Compostela da İspanya'da bulunmaktadır.
Kaynakça
Dış bağlantılar
Hükûmetin resmî web sitesi.
İspanya'dan fotoğraflar
İspanya'daki Ünlü Müzeler
Avrupa ülkeleri
Liberal demokrasiler
İber Yarımadası
NATO ülkeleri
Avrupa Konseyi ülkeleri
Avrupa Birliği ülkeleri
Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler
İspanyolca konuşan ülkeler
Güney Avrupa
Batı Avrupa
Akdeniz İçin Birlik ülkeleri
Güney Avrupa ülkeleri |
1407 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Van | Van | Van (, Kürtçe: Wan, Fân), Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık on dokuzuncu şehri. Doğu Anadolu Bölgesi, Yukarı Murat-Van Bölümü'nde yer alır. Van ili nüfus bakımından bu bölgenin en büyük ilidir. 2021 sonu itibarıyla nüfusu 1.141.015 kişidir. Kuzeyden Ağrı, batıdan Bitlis, güneybatıdan Siirt, güneyden Hakkâri illeriyle, doğudan da İran'la sınırlıdır. Anadolu'nun en büyük kapalı havzası olan Van Gölü kıyısında toprakları verimli, akarsuları bol, iklim koşulları oldukça elverişli bir yerleşim merkezidir. Dünya'nın hâlâ yaşanılan en eski kentlerinden biridir.
Etimoloji
Van isminin nereden geldiğine dair belli bir kaynak yoktur ancak kabul edilen iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisi şehir kurulduktan sonra Van adında bir valinin gelip şehri bayındır hale getirmesinden dolayı isminin verildiğidir. İkinci görüş ise Urartular'ın şehir için kullandıkları "Viane" ve "Biane" kelimelerinden türemiş olduğudur. Bölgenin hakim dillerinde yapılan bütün karşılaştırmalarda her iki kelime yakın anlamda görünmektedir. Her iki kelime de şehir ve yerleşime ilişkindir. Dolayısıyla Van yerleşim yeri, şehir, memleket yöre benzeri anlamdadır. Bunlardan en yüksek ihtimal ise şehir görünmektedir.
Tarihçe
Van'da insan yerleşiminin tarihi MÖ 7000 yıllarına kadar uzanır. Van Kalesi'nin 6 km güneyinde bulunan Tilkitepe ve Van Gölü'nün kuzeyindeki Ernis Mezarlıklarında yapılan kazılarda Kalkolitik, Tunç, Demir çağlarına ait yerleşimler bulunmuştur. Van'da 20. yüzyıla kadar Ermeni, Türk, Kürt, Arap, Zaza nüfus yaşamıştır. Gelenekleri Osmanlı ve İran etkisinde gelişmiştir. Van farklı kültürlerin ve toplulukların bir arada yaşayabildiği güzide bir coğrafyadır.
Erken tarih
Hurriler, MÖ 2000'lerden itibaren Van Gölü'nden başlayarak Kızılırmak ve Yeşilırmak'ın Karadeniz'e döküldüğü yerlere kadar uzanan bir bölgeye hâkim olmuştur. MÖ 13. yüzyılda Hurri-Mitanni siyasi teşekkülün merkezi otoritesi zayıflamış ve beyliklere bölünmüştür. Asur Kralları bu küçük beyliklerini hakimiyetleri altına almaya çalışmış ve bu sırada Van Gölü çevresinde Batı İran'a kadar olan bölgede Urartular ile Asurlular arasında mücadeleler başlamıştır. Urartu-Asur mücadelesi MÖ.VI. yüzyılın ortalarına kadar sürmüş, Urartular bu dağlık ve zor arazi şartlarına sahip bölgeyi egemenlik altında tutmuştur
Şehri ilk kuran Asur Kraliçesi Semiramis'tir. Urartular zamanında şehir bir imparatorluk merkezi haline gelmiş ve Urartuların başkenti o zaman Van'a verdikleri isim ile Tuşpa olmuştur. Urartular'dan kalma Van Kalesi, 3000 yıldır hâlâ ayaktadır. Van Kalesi'nde Urartular'dan kalan kaya ve oda mezarları, tapınaklar, yazıtlar ve bazı yapılar bulunur. Urartu kralı I. Sarduri'nin kurduğu ve başkent yaptığı Tuşpa, Urartu krallarının mezralarını, uzun yazıtları içinde barındırır. Horhor Yazıtı, kaledeki en uzun yazıttır ve kral Argişti'ye ait mezar odasının girişinde bulunur. Analı kız kutsal alanında büyük bloklara yazılmış yazılar vardır ve burası bir sunak alanıdır. İç Kale'de Urartulara ait bir tapınağın temelleri bulunur. Kalenin batısında Madır Burcu isimli görkemli yapının ne amaçla yapıldığı tam olarak bilinmemektedir, fakat bir liman olduğu tahmin edilmektedir.Kalenin kuzeyinde yer alan Van Kalesi Höyüğü'nde kazılar da yapılmıştır.
Van'ın medeni tarihi Urartular ile başlar. Van, bugünkü Doğu Anadolu Bölgesi ve Ermenistan ile civarındaki toprakları kapsayan Urartu Devleti'nin merkeziydi. İskit istilasının ardından zayıflayan Urartular, İran'dan gelen Medler tarafından yıkıldı. Daha sonra bölgeye Ahamenişlerler, Büyük İskender, Selevkoslar, Ermeniler, Partlar, Romalılar, Sasaniler ve Doğu Romalılar (Rumlar) hâkim olmuştur. 644 yılında Müslüman Araplar bu bölgeyi fethetmiş, daha sonra bölge yine Rumlara geçmiştir. Yöre, uzun süre Abbasilere veya Rumlara bağlı yerel Ermeni beyleriyle yönetilmiştir.
Selçuklu ve Osmanlı Dönemi
11. yüzyıldan itibaren Türkmenlerin yerleşmeye başladığı Van Gölü havzası, önce Selçuklulara, sonra da İlhanlılara, Celayirîlere, Karakoyunlulara ve Akkoyunlulara yurt olmuştur.
1500 yılından itibaren şehir büyük ölçüde Osmanlı-Safevi kapışmasına sahne olmuştur. İlk başta 1534-35 Irak Seferi ile Osmanlı boyunduruğuna girmiştir. Sonrasında Osmanlılar'ın Batıya yönelmesi sonucu tekrar Safevi hükmü yaşamıştır. 1548'de Van bir daha el değişmemek üzere Osmanlı egemenliğine girmiştir. Osmanlı egemenliğinden sonra "eyalet" haline gelmiş ve Van Gölü havzasının merkezi olmuştur.
1500'lü yıllardan itibaren Türkler ve Ermeniler'in sükûnet içinde yaşadığı bir yer olmuştur. Ancak 1850'den sonra şehir içinden tehlike çanları çalar. Van'da barış ortamı bozulmaya başlar ve şehir uzun süreli bir kabus içine girer. Gayrimüslim ahali tarafından İlk isyan 2 Haziran 1896'da başlar. Yaz boyu süren isyan yüzünden iki tarafta yüzlerce kayıp verir. Yaz mevsiminin bitmesiyle isyan bastırılır fakat bu kalıcı çözüm sağlayamaz. Van'a vali olarak atanan Ali Paşa kısa sürede şehirde sükuneti sağlar ve isyana katılmayan kesimin beğenisini kazanır. Ancak Paşa'nın görevden alınması işleri tekrar sarpa sarar. Müslüman ve gayrimüslim ahali arası yaşanan çatışmalar
I.Dünya Savaşı ile birlikte şehri bir yıkıma götürür. 2 Nisan 1918'de Ali İhsan Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu,Rusların harabeye çevirdiği Van'ı geri alır.Bu dönemden sonra Van şehri Erek Dağı'nın eteğinde yeniden kurulur. Eski Van ise 1-2 cami hariç kullanılamaz hale gelmiştir ve günümüze gelinceye kadar ayakta kalan yapılar dayanamayarak yıkılmıştır.
Cumhuriyet dönemi
Cumhuriyet ilanı ile birlikte Van, Türkiye'nin bir ili olmuştur. Yenişehir Toprakkale eteklerinde yeniden kurulmuştur. Bu dönemden itibaren şehir düşük bir hızda gelişmeye devam etmiştir. 1943 yılında havalimanına kavuşmuştur. 1976 yılında ise Muradiye-Çaldıran'da yaşanan bir depremle sarsılmıştır. 1980 yılından sonra bölgede yaşanan güvenlik olaylarından dolayı bölge halkının ilk adreslerinden biri olmuştur. Bu dönemden itibaren şehir nüfusu ani hızla büyümeye başlamıştır. 2008 yılında nüfusu 1 milyonu geçmiştir. Van'ın merkezinde Ekim ve Kasım 2011'de iki yıkıcı deprem meydana gelmiştir. Bu depremler Van için bir dönüm noktası olmuştur ve şehir büyük ölçüde değişime uğramıştır. Deprem öncesi 353.000 olan merkez nüfus deprem sonrası 500.000'i geçmiştir. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile Van'da sınırları il mülki sınırları olan büyükşehir belediyesi kurulmuş ve 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesi çalışmalarına başlamıştır.
Coğrafya
Van, yüzölçümü açısından Türkiye'nin en büyük beşinci ilidir. Büyük bölümü yüksek, engebeli ve dağlık alanlardan oluşan Van'da yerleşmeye elverişli alanlar sınırlıdır. Van ilini etkisi altında tutan sert iklim, başlıca ekonomik uğraş olan tarımsal üretimin çeşitlenip gelişmesine olanak tanımaz. İl sınırlarının %53'ünü dağlar, %33'ünü yaylalar ve platolar, geri kalan kısmı ise ovalar oluşturur.1727 metrelik-kimi kaynaklarda 1661-rakımıyla Türkiye'nin en yüksek beşinci ilidir.
Dağlar
Dağlar, Van ilinin %53'lük kısmını oluşturur.Kuzey kesimde Aladağ (3.255 metre) ve Tendürek (3.542 metre) Dağları Ağrı ile sınır oluşturur. Şehrin doğusunu Tendürek Dağı'ndan başlayıp Yüksekova'ya kadar devam eden İran sınırına paralel dağlar oluşturur. Bu dağların yükseltisi 2600-2700 metre civarındadır. Şehrin doğusunda ise Erek Dağı (3.204 metre) bulunur. Hoşap yakınlarında ise İspiriz Dağı (3,688 metre) bulunur ki bu dağ Van'ın en yüksek noktasıdır. Dağların en çok yoğunlaştığı alan Gevaş,Çatak, Bahçesaray ilçeleri arası olan kısımdır. Bu dağların yüksekliği yer yer 3.000 metreyi geçmektedir. İhtiyarşahap Dağları ve Artos Dağı (3.500 metre) bu bölgenin kuzeyinde bulunur. Tuşba ve Muradiye ilçeleri arası da yüksekliği fazla olmayan birçok dağa ev sahipliği yapar.
Yaylalar ve Platolar
Yaylalar ve platolar şehrin %33'lük kısmını oluşturur.
Doğuda bulunan Norduz yaylaları hayvancılık için önemli bir bölgedir. Manda Dağı'nın etekleri verimli yaylalar barındıran bir diğer bölgedir. Ahda Dağı'ndan Erçek Gölü'ne kadar olan kısım yine birçok yaylaya ev sahipliği yapar. Yoğunlukla Özalp, Saray ve Başkale ilçeleri platolara ev sahipliği yapan konumlardır. Van-Hakkari ve Van-İran kara yolu üzerinde bu platolara rastlamak mümkündür.
Ovalar ve Vadiler
Ovalar Van'da çok az yer tutar.Bilinen ovalar Çaldıran ilçesinin bulunduğu yer olan
Van'ın en büyük düzlüğü Çaldıran Ovası, şehir merkezinin kurulduğu yer olan 1.700 metre rakıma sahip Van Ovası ve Erciş ilçesinin kurulu olduğu Erciş Ovasıdır. Van ovası üç ayrı akarsuya ev sahipliği yapmaktadır. Eskiden çok verimli ve yeşil bir ova konumundaydı. Erciş ovası kendi yanında Ağrı sınırına kadar uzanan düzlük alanlar barındırır.
Bu iki ovanın dışında Tuşba ilçesinde Van Gölü kıyıları ve Van-Erciş kara yolu arasındaki bölge bir ovalık alana ev sahipliği yapar. Aynı zamanda Hoşap yakınlarında Hoşap Vadisi'ne, Özalp yakınlarında ise Memedik Vadi'sine ev sahipliği yapar.
Hidrografya
Van, su kaynakları konusunda göl kısmında iyi iken akarsu bakımından fakirdir. Ülkenin en büyük gölü olan Van Gölü'ne ev sahipliği yapmaktadır. Göl canlı çeşitliliği konusunda zayıftır. Bu göl içinde İncikefali, fitoplankton ve zooplankton barındırır. Ayrıca sert kışlara rağmen donmaz.4 tane ada barındırır. İlin bir diğer gölü Erçek Gölü'dür. Bu göl ise yılın belli zamanlarında flamingolara ev sahipliği yapar. Şehrin önemli akarsuları ise Bend-i Mahi, Ilıca, Deliçay, Engil, Karasu ve Kotur gibi akarsulardır. Birçoğu Van Gölü'ne dökülen bu akarsularda Mayıs ayında İnci kefali göçüne rastlamak mümkündür. Bu balıklar bu akarsularda üreme faaliyetleri için akıntıya ters olarak yüzerler.
Bitki Örtüsü
Şehrin ana bitki örtüsü bozkırdır.%70'lik kısım çayır meralardan,%23'lük kısım ekili ve dikili alanlardan, %2'lik kısım ise ormanlardan ve fundalık alanlardan oluşur. Türkiye'nin en çok orman fakiri illerinden biridir. Sarıçam ve meşe en çok yetişen ağaçlardır
Nadir olsa da farklı ağaç türlerine rastlanabilir. Şehrin kuzey ve doğusu antropojen bozkır barındırır.
İklim
Van iklimi karasal iklim olup bitki örtüsü bozkırdır. Van'da kış ayları sert geçer. Kar etkisini yoğun göstermektedir. İlkbahar ayları Van'a en çok yağışın düştüğü aylardır. Van'da yaz ayları genelde kurak ve sıcak olup, Van Gölü'nün etkisiyle biraz serin yaşanmaktadır. Bu aylarda fazla yağış olmaz ama rüzgârlar geniş yer tutar. Bitki örtüsünün bozkır olması küçükbaş hayvancılığı geliştirmiştir. Yıllık sıcaklık ortalaması 9 °C'dir. Yılın en soğuk ayı sıcaklık ortalaması -3.5 °C, en sıcak ayı sıcaklık ortalaması 22 °C'dir. Yağışların %39'u ilkbaharda, %27'si sonbaharda, %26'sı kışta, %7'si ise yaz mevsiminde düşer.Donlu gün sayısı 120'yi bulmaktadır. Yılın yaklaşık 90 günü kar örtüsü yerde kalabilmektedir. Yılın yaklaşık 90 günü yağış düşmektedir.En yüksek kar 5 Aralık 1994 tarihinde 120 cm, 24 saatlik en fazla yağış 27 Şubat 2014 tarihinde 122 mm, en hızlı rüzgâr 12 Mart 2010 tarihinde 165 km/sa olarak ölçülmüştür. Ülkenin en çok güneş gören yerlerinden biridir. Yıllık yaklaşık 400 mm yağış ile Doğu Anadolu'nun en az yağış alan yerlerinden biridir.
Fauna
Van kedisi, iyi bir yüzücü olan, gözleri mavi veya kehribar rengi ya da biri mavi diğeri kehribar olabilen, nadide ve asil bir kedi ırkıdır. Van kedisinin göz rengi üç gruba ayrılır. Her iki gözü mavi (daima turkuaz mavisi), her iki gözü kehribar (Sarı renk ve tonları, çok nadiren kahverengi) ve tek-göz (Heterokromi yani bir gözü mavi diğer gözü kehribar renkte olanlar) diye gruplandırılır.
Nüfus
2000 yılındaki ani nüfus artışından da fark edileceği üzere kente 1990 yılından itibaren yoğun bir göç yaşanmıştır. Bölgedeki terör olayları nedeniyle boşaltılan köylerin en yakın adresi Van olmuştur. Yüzde 38'lik bir artışla nüfus sıralamasında 32. sıradan 23. sıraya yükselen şehrin demografik yapısı da bir hayli değişmiştir.
Güncel Nüfus Değerleri(TÜİK 6 Şubat 2023 verileri )
Van il nüfusu: 1.128.749 (2022 sonu). İlin yüzölçümü 20.921 km2'dir. İlde km2'ye 54 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 364 kişi ile İpekyolu’dur)
İlde yıllık nüfus % 1,08 oranında azalmıştır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: İpekyolu (% 2,35)- Başkale (-% 8,21)
06 Şubat 2023 TÜİK verilerine göre 13 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 692 mahalle bulunmaktadır.
Ekonomi
Tarım
Van'da tarım alanları yüzölçümünün %20'sini kapsar. Yetiştirilen başlıca ürünler; Arpa, Buğday, Çavdar, Fasulye, Armut, Patates, Şeker Pancarı ve Elma yetiştirilmektedir. Ceviz yetiştiriciliği de bulunmaktadır.Ayrıca Van Gölü kıyılarına yakın yerleşimlerde kavun da yetiştirilebilmektedir. Ürünler Özellikle Eylül Ayında hasat edilir. Tarım en önemli geçim kaynaklarından olsa da çok kullanılmaz.
Hayvancılık
En önemli geçim kaynağı olan hayvancılık her mevsim kullanılabilir. Bitki örtüsünün step olması ve kırsal nüfusun fazla olması hayvancılığı bölgedeki en önemli etkenlerden biri yapmaktadır. Özellikle Küçükbaş Hayvancılığın Yetiştiği Van'da yazda her kırsalda hayvan görmek mümkündür. Yazın yaylara çıkarılan hayvanlar kışın ağıl ya da ahırlara alınır. Türkiye'de en fazla küçükbaş hayvan Van'da bulunur.Van Gölü'nde ise Nisan ve Temmuz ayları arasındaki periyod hariç balıkçılık az da olsa yapılabilmektedir. Ayrıca Çatak ilçesi ve yakın yerleşimlerde küçük de olsa alabalık sektörü bulunur. Bahçesaray ilçesinde de arıcılık yaygındır.
Sanayi
Van sanayi bakımından bölgenin en gelişmiş üç ilinden biridir. Başlıca fabrikalar: Şeker, çimento, et ve et ürünleri, süt kombinaları ve yemdir. Edremit'teki çimento fabrikası 1969'da üretime geçmiştir.1977 yılında Van yün ipliği sanayi, 1980 yılında Van et kombinası, 1981 yılında Van kundura fabrikası hizmete geçen diğer fabrikalardır.Aynı zamanda Erciş ilçesinde şeker fabrikası bulunur. 1998 yılında ise şehirde bir organize sanayi kurulmuştur. Ancak fabrikaların birçoğu depremde ağır hasar görüp yıkılmıştır.
Konum
Kültür
Van kültürü; Van kedisi, Van otlu peyniri ve Van kahvaltısına dayanır. Van otlu peyniri yörede önemli bir şekilde yayılmıştır. Dağlardan toplanan otlardan yapılır. Şehrin sahip olduğu kültürel yapılar, turizme katkı sağlamaktadır. Şehre özellikle İran'dan turist gelmektedir.
Eski Van Şehri
Eski Van şehri birçok yapıya ev sahipliği yapmaktadır. Bu şehrin kalıntıları günümüze ulaşmıştır. Surlara ait bazı kalıntılar vardır ve sağlam olan tek kapı güneye bakan Orta Kapı'dır. Mimar Sinan'ın eseri olan Hüsrevpaşa Külliyesi han, hamam, türbe, imaret, çeşme ve medreseden oluşmaktadır. Bölgede sağlam kalan tek hamam bu külliyenin bir elemanı olan Çifte Hamam'dır. Eski Van'da günümüzde kullanılan tek eser Kaya Çelebi Cami'dir. Eskiden çok görkemli bir mekân olan Van Ulu Camisi ne yazık ki günümüzde yıkılmıştır ve sadece minaresi sağlam kalabilmiştir. Kızıl Cami'ninde aynı şekilde minaresi günümüze ulaşmış ve diğer bölümleri yıkılmıştır. Kentte ayrıca günümüze ulaşan S. Dsirvanor, S. Stephan, S. Vardan, s. Neshan, şehrin en eski kilisesi olan ve Çifte Kilise olarak da anılan S. Paulos ve S. Petros Kiliseleri bulunur. Ayrıca eskiden İsa'nın çarmıhına ait bir parçanın saklandığı Meryem ana (S. haç, Tiramary) kilisesi ve Madır burcunun üstüne yapılmış Vaftizci Yahya (S. Hovhannes) kiliseleri yıkılmıştır. Hüsrev Paşa hanının temelleri Kaya Çelebi ve Hüsrev Paşa Camileri arasında görülebilmektedir. Şehrin batısında bulunana Horhor bahçeleri şehrin surlar içerisindeki bahçeleri durumundaydı ve İskele Kapı'nın hemen önündeydi. Ayrıca bahçelerin yakınında hâlen kalıntıları olan Horhor Cami ve Medresesi bulunuyor
Tarihi Yapılar
Van Kalesi: Van şehir merkezinin batı kesiminde, Eski Van şehrinin tam yanı başında, yüksek ve geniş bir kaya parçasının üstüne inşa edilmiştir. Urartu kralı I. Sarduri tarafından inşa edilmiştir. Urartular'ın siyasi merkezidir. Yıllar boyu şehrin en önemli simgelerinden biri olmuştur. Kuzey kesiminde bir türbe, batı kesiminde Horhor Bahçeleri, güney kesiminde ise eski Van şehrinin enkazı bulunur.
Hoşap Kalesi: Van-Hâkkari kara yolu üzerinde bulunan, Urartular tarafından inşa edilen bir diğer kaledir. Bulunduğu konum itibarıyla, ticaret yollarının üzerinde bulunması dolayısıyla önem arz etmiştir. Dik bir yamaç üzerinde inşa edilmiştir. Günümüzde kullanım dışı olan kale, içinde birçok yapıya ev sahipliği yapar.
Çavuştepe Kalesi: Van'ın Gürpınar ilçesinde, Urartu kralı II. Sarduri tarafından inşa edilen bir diğer kaledir. Van-Hakkari kara yolu üzerinde bulunur.
Yedi Kilise: Van şehir merkezinin güneydoğu kesiminde, Erek Dağı eteklerinde bulunan bir kilisedir. Eski zamanlarda bölgede yaşayan Ermeniler için manevi değeri çok yüksek olan bir yapıdır. 'Warak Wank' olarak da bilinir. 5 kilise, 1 jamaton, 1 kütüphane ve 1 çan kulesi bulunur. Kilisenin bazı yapılar günümüze ulaşsa da Ermeni Kıyımı'ndan sonra bazı yapıları yıkılmıştır.
Halime Hatun Kümbeti: Gevaş ilçe merkezinde bulunan bir kümbettir. 1335 yılında Melik İzzettin tarafından kızı için yapılmıştır. İki katlı bir yapısı vardır ve usutu külâh bir mimari ile kaplanmıştır. Yanı başında bir Selçuklu mezarlığı bulunur.
Akdamar Kilisesi: 7. yüzyıl zamanlarında, Van'a getirilen önemli bir tarihi parçanın saklanması amacıyla bir kral tarafından inşa ettirilmiş bir Ermeni kilisesidir. Surp Haç Kilisesi olarak da bilinir. Van ilinin özdeşleşmiş simgelerinden biridir.
Ayanıs Kalesi: Urartu kralı Rusa tarafından yapılmıştır. Surlarla çevrili bir haldedir. İçinde tapınak ve benzeri yapılar bulunmaktadır.
Amik Kalesi: Van'ın Tuşba ilçesi sınırlarında, Van Gölü'ne yakın bir mesafede Yeşilsu köyünde bulunan bir kayalık alandır. Van kent merkezinin 20 km kadar kuzey batısında yer alır. 11. yüzyılda Bizans'a bağlı piskoposluk merkezlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir. Ermeni isyanı sırasında bölge halkının sığındığı bir yerdir. Buraya sığınan bölge halkı, Ermenilerin kendilerini kandırması sonucu kaleden çıkmış, Ermeniler tarafından öldürülmüşlerdir.
Doğal ve Kültürel Yapılar
Muradiye Şelalesi: Muradiye ilçesinde bulunan, Bend-i Mahi çayı üzerinden dökülen şelaledir. İlçe merkezinin kuzeybatı kesiminde bulunur.Coğrafi yapısıyla dikkat çeker.Yüksekliği 18 metredir.
Van Kedi Evi: Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde bulunan bir evdir.Nesilleri tehlikede olan Van Kedileri'ni korumak ve neslin devamını sağlamak için çalışan bir yapıdır. Van Kedilerinin üç ayrı türü burada koruma altındadır.
Van Urartu Müzesi: 2019 yılında tamamlanmıştır. Van Kalesi'nin kuzeyinde bulunur. Geniş ve modern mimarisiyle şehrin tarihi özelliklerini sunan büyük bir müzedir.
Van Hışet kalesi: Van'ın Gevaş ilçesinde bulunan Urartular zamanında yapılan Hişet kalesi zamanın önemli bir tarihi eseri olarak çoğu yıkılmış bugün içinde sadece bir duvarı ve kalıntıları mevcuttur.
Mutfak
Van'ın kültürel zenginliği ve aktivitesi mutfağına da yansımıştır. Keledoş, helise, murtuğa, tırşik, inci kefali, otlu peynir, ayran aşı ve Van kahvaltısı şehrin yöresel yemeklerindendir. Keledoş, hayvansal et, bulgur, nohut, tereyağı, yoğurt gibi gıdalardan yapılmaktadır. Bölge halkının en çok tercih ettiği yemeklerdendir. Ayran aşı, Buğday, yoğurt ve nohutla yapılan bir diğer yemektir. Yöre insanı için vazgeçilmez bir değerdir. İnci kefali, Van Gölü'nde yaşayan tek endemik türdür. Av yasağı zamanları dışında Van halkı tarafından bolca tüketilmektedir. Van otlu peyniri, şehir ile özdeşleşmiş bir gıdadır.Ehli hayvanlardan sağılan ve bölge coğrafyasından toplanan ot ve bitkilerden elde edilir. Şehir merkezinde yaşı 50'yi geçen bir peynir çarşısı bulunur. Bölge halkı tarafından çok tercih edilmektedir. Van kahvaltısı, içinde birçok çeşit gıda barındıran ve şehre gelen insanların dikkatini çeken bir kahvaltıdır. Helise, tavuk eti ve tereyağından yapılan bir yöre yemeğidir. Yapısı biraz Keledoş yemeğini anımsatmaktadır. Murtuğa ise tereyağı ve yumurta ile yapılan bir yöre yemeğidir.
Spor
2018-2019 Sezonu sonunda, Van’ın futboldaki 2 takımı 3. Ligde Vanspor play-off maçları sonunda 2. Lige yükselmiştir. BAL’da Erciş Gençlik Belediyespor ise küme düşmüştür. Kadın futbol 3. Liginde de 1 takımı vardır. Voleybol kadın-erkek ve hentbol erkek 2. Liglerinde birer takımı, hentbol 2. Liginde de 1. takımı yer almıştır. Basketbol, voleybol ve hentbol bölgesel liginde yer alan takım sayısı ise 5'dir.
Ziraat Türkiye Kupası'nda Van BB 5.turda Boluspor'a elenmiştir.
Önemli spor tesisleri: Van Atatürk Stadyumu, (10.500), Nur Tatar Spor salonu (5.000), Üniversite Spor Kompleksi (3.500), Van Olimpik Yüzme Havuzu (550)
Yönetim
Van ilinin ilçeleri toplam 13'tür.
Bahçesaray: Van'ın güneydoğusunda,şehrin en küçük ilçesidir.1962 yılına kadar Siirt'in bir parçasıydı. Adını zorlu ulaşım ve iklim koşulları ile duyurmuştur. Van'ın Çatak ilçesi ile birlikte en çok yağış alan bölgesidir. İlçeyi Van'a bağlayan kara yolu rakımı 2900 metreye kadar çıkabilen Karapet Geçidi'nden geçmektedir. Kış aylarında ilçe ile bağlantı sürekli kesilmektedir.
Başkale: Hem Van'ın hem de Türkiye'nin en yüksek rakımlı ilçesidir. İklim koşulları oldukça zordur ve ekonomik faaliyetler kısıtlıdır. Bu faktörlerden ötürü çok gelişmemiştir. Son zamanlarda belli bir nüfus kaybına uğramıştır.
Çaldıran: 2000 rakımlı Çaldıran ovasının kuzeybatı kesiminde bulunan ilçedir. Van'ın en soğuk bölgesidir.1514 yılında yapılan Osmanlılar-Safeviler arasındaki Çaldıran Muharebesi burada yapılmıştır. Tendürek Dağı'nın bir kısmı ilçe sınırları içerisinde bulunur. İlçeyi Doğubeyazıt'a bağlayan kara yolu kışın kardan kapanabilmektedir.
Çatak: Van'ın en az nüfuslu ilçelerindendir. Bölgenin eski yerleşimleri arasında bulunur. Coğrafi koşulları çok çetrefillidir ve ulaşımı zordur. En düşük rakımlı ilçedir ve iklimi şehrin diğer bölgelerine göre daha sıcak seyretmektedir. Üç dağın ve iki akarsuyun kesiştiği dar bir vadide kuruludur.
Edremit:Van'ın üç merkez ilçesinden biridir. Şehir merkezinin güney kesimini oluşturur. Havalimanı ve şehrin en büyük sağlık kuruluşu bu ilçededir.2018 yılında yapılmış bir kordonu vardır. 2011 depreminden sonra hızla yapılaşmış ve nüfusu artmıştır. Bir çimento fabrikasına ev sahipliği yapar.
Erciş:Van'ın en büyük taşra ve en yüksek ikinci nüfuslu ilçesidir. Şehrin eski ve köklü yerleşimlerinden biridir. 2011 yılındaki depremde büyük kayba uğramış,sonrasında yapılan reformlar ile ayağa kalkmıştır. Bir şeker fabrikasına sahiptir ve diğer ilçelere nazaran daha aktif konumdadır.
Gevaş: Van'ın eski yerleşimlerinden bir diğeridir. Akdamar Adası ve Kilisesi bu ilçededir. Van Gölü sahil şeridinin güneydoğu kesimini oluşturur. Artos Dağı'nın eteklerine kurulmuştur. Yeşil bitki örtüsü ile dikkat çekmektedir.
Gürpınar: Van'ın yüzölçümü bakımından en büyük ilçesidir. Ekonomik faaliyetler çok kısıtlıdır. Geniş bir ovada olmasına rağmen yerleşimi küçüktür. Çavuştepe ve Hoşap Kaleleri bu ilçede bulunur.
İpekyolu: Van'ın en büyük ilçesidir. Şehrin kalbi konumundadır.Şehir merkezinin orta kısmını oluşturur. Şehrin idari merkezidir.Van çarşı merkezi burada bulunmaktadır. 2012 yılında kurulmuştur. İlçe sınırları son zamanlarda iyice modern ve yüksek bir şekilde yapılaşmaktadır.
Muradiye: Van'ın bir ilçesidir. Tıpkı diğer birçok ilçe gibi kısıtlı gelişmiştir. Bünyesinde bir şelale barındırmaktadır.Yaz aylarında çevre yerleşimlere göre daha sıcak bir iklime sahiptir.
Özalp:Van'ın Erciş'ten sonra en yüksek nüfuslu ikinci taşra ilçesidir.İklim koşulları serttir ve yüksek rakıma sahiptir.Çok fazla gelişim gösterememiştir.Saray ilçesi ile birlikte ilin en az yağış alan kurak bölgesidir.
Saray: İlin en doğusundaki ilçesidir.İklim ve coğrafi özellikleri Özalp ile neredeyse aynıdır. İlçenin adı pek duyulmamaktadır. Türkiye-İran arası ulaşımı sağlayan Kapıköy Sınır Kapısı bu ilçede bulunur. Küçük bir yerdir ve fazla gelişmemiştir.
Tuşba:Van'ın merkez ilçesinin sonuncusudur. Şehir merkezinin kuzey kesimini oluşturur. Şehrin endüstri ve sanayi merkezidir. Tren garı, Van İskelesi, Organize Sanayi Bölgesi, Van otogarı ve Yüzüncü yıl Üniversitesi bu ilçede bulunur. Türkiye'de denize sınırı olmamasına rağmen mavi bayraklı plaja sahiptir.
2018 yılında TÜİK verilerine göre 13 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 685 mahalle bulunmaktadır.
Merkezi yönetim
Büyükşehir illerinde Merkezi yönetim Vali, İl Müdürleri ve İl Danışma Kurulundan oluşur.
Van bir 'Büyükşehir’dir. Bu özelliğine göre yönetimi belirlenmiştir. Protokolde ilk sırada yer alan Vali, merkezi yönetimi temsil eder ve Cumhurbaşkanı tarafından atanır.
Büyükşehir yapılan illerde, İl Genel Meclisi, yetki ve görevlerini Büyükşehir Belediye Meclisi’ne devretmiş ve kaldırılmıştır.
Van Valisi, 1974-Ardahan doğumlu Ozan BALCI, 12.5.2022/209 sayılı kararla Tokat Valisi iken atanmıştır.
Vali ve Kaymakamlara ait bilgiler Van'ın ilçeleri sayfasında gösterilmiştir.
Yerel yönetim
Büyükşehir Belediyelerinde yerel yönetim, Büyükşehir Belediye Başkanı, Büyükşehir Belediye Meclisi ve Büyükşehir Belediye Encümeni'nden oluşur.
Yerel yönetimi temsil eden Büyükşehir Belediye Başkanı, ildeki tüm seçmenlerin oy çokluğu ile seçilir. Yerel seçimlerde İlçe Belediye Başkanı ve İlçe Belediye Meclisi için de oy kullanılarak ilçelerin belediye meclisleri oluşur. İlçe Belediye meclislerinden alınan üyelerle (başkan kontenjanı, ilçe nüfusu ve parti oy oranına göre) de Büyükşehir Belediye Meclisi oluşur. Bu mecliste ilçe belediye başkanları da yer alır. Meclisin başkanı Büyükşehir Belediye Başkanı'dır.
Büyükşehir belediye encümeni, belediye başkanının başkanlığında, belediye meclisinin kendi üyeleri arasından bir yıl için gizli oyla seçeceği beş üye ile biri genel sekreter, biri malî hizmetler birim amiri olmak üzere belediye başkanının her yıl birim amirleri arasından seçeceği beş üyeden oluşur. (5216 saylı kanun 16.madde)
Büyükşehir yapılan illerde, İl Genel Meclisi, yetki ve görevlerini Büyükşehir Belediye Meclisi’ne devretmiş ve kaldırılmıştır.
2019 Türkiye yerel seçimleri sonunda Van Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanan Bedia Özgökçe Ertan (HDP), 19 Ağustos 2019 tarihinde görevden alınmış, yerine Van Valisi Mehmet Emin Bilmez kayyum olarak atanmıştır.
Diğer ilçelerden Başkale, Erciş, Muradiye, Özalp, Saray ve İpekyolu HDP'li belediye başkanları da göreve geldikten sonra İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınmış, yerlerine ilçe kaymakamları kayyum atanmıştır.
Son durumda 13 ilçe belediyesinin 6'sını kayyum olarak atanan kaymakamlar, 7'sini de AK Parti'li belediye başkanları yönetmektedir.
Mardin Büyükşehir Belediye Meclisi bazı üyelerin görevden uzaklaştırılması nedeniyle belirsizleşmiştir
Büyükşehir ve ilçe belediye başkanlarına ait bilgiler Van'ın ilçeleri sayfasında gösterilmiştir.
Eğitim
Van ilinde 2018 sonu itibarıyla ilk ve ortaokullarda derslik başına düşen öğrenci sayısı 26'dır. 878 adet ilkokul barındırır. Bu ilkokullarda toplam 103.854 öğrenci öğretim görmektedir. İlkokullarda öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 17'dir. 6.708 adet öğretmen ilkokullarda eğitim vermektedir.Şehir 402 adet ortaokul barındırmaktadır. Bu ortaokullarda 113.080 öğrenci, 6.761 öğretmen bulunmaktadır. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 16 dır. 149 adet ortaöğretim kurumu barındırmaktadır. Bu okullarda 90.436 öğrenci eğitim görmekte, 4.905 öğretmen eğitim vermektedir. Şehirde okuma yazma bilenlerin oranı %93.91'dir. Okullaşma oranı ilköğretimde 97,79, ortaöğretimde ise 64,8'dir. Yüzüncü Yıl Üniversitesi de Van'dadır. 1982 yılında kurulan bu üniversite bünyesinde 15 fakülte, 5 enstitü, 4 yüksekokul, 9 meslek yüksekokulu ve 14 tane araştırma merkezi bulundurur.
Altyapı
Ulaşım
Karayolu
Van şehri, geçmişinden gelen ve günümüzde de devam eden stratejik öneminden dolayı daima işlek olan yollara sahip olmuştur.D 300, D 975 ve D 280 karayolları ile şehre ulaşmak mümkündür. D 300 kara yolu Bitlis ve Tatvan üzerinden gelerek Van Gölü kıyıları boyunca bir hat çizerek Gevaş ilçesinde ulaşır. Bu yol üzerinde Van-Bitlis il sınır bölgesinde ulaşımı rahatlatmak amacıyla Kuskunkıran Tüneli bulunur. Gevaş'a ulaşan kara yolu buradan Van merkeze ulaşır. Van merkezde D 975 kara yolundan ayrılıp doğu yönünde ilerleyip Özalp ve Saray ilçelerine ulaşır. Saray ilçesini de geçtikten sonra kara yolu Kapıköy Sınır Kapısı'nda son bulur. Bu yolun büyük bir kısmı bölünmüş haldedir ve ulaşımı rahattır.Bir diğer kara yolu olan D 975 ise şehri kuzey-güney doğrultusunda boydan boya kaplar. Tendürek Dağı üzerinden gelen bu yol Çaldıran ve Muradiye ilçeleri üzerinden Van'a ulaşır. Buradan Gürpınar'a inen yol, Zernek Barajı ve Hoşap Kalesi'nin yanından geçerek Başkale'ye, oradan da Hakkari'ye ulaşır. Bu yolda yapılan ulaşım, diğer kara yoluna nazaran daha zordur. Yolun Tendürek mevkisi,kışın kardan dolayı kapanabilmektedir. Bu yol üzerinde bulunan 2200 rakımlı Kurubaş Geçidi ve 2700 rakımlı Güzeldere Geçidi yolu zorlu yapan bir diğer faktörlerdir. Ayrıca yolun kenarlarında bulunan dik yamaçlar, çığ ve heyelan riski teşkil etmektedir. Üçüncü kara yolu olan D 280 ise Muradiye yakınlarında D 975'den ayrılarak Erciş ilçe merkezine, oradan da Patnos'a ilçesine ulaşım sağlar.
Van'da ulaşımın en zor olduğu yer Çatak ve Bahçesaray ilçeleri arasıdır. Bu bölgenin dağlık olması, ulaşım zorlaştırmaktadır. Kış aylarında bu yollar sürekli kardan kapanır.
Van'da şehir içi ulaşım büyükşehir belediye otobüsleri, özel halk otobüsleri ve iki ayrı tip minibüsler tarafından sağlanmaktadır. Şehrin büyükşehir ve yüksek nüfuslu olması toplu ulaşımı canlı tutmaktadır. Belediye otobüsleri, özellikle yüksek ve aktif nüfus barındıran üniversite ile Edremit ilçesine yapılan ulaşımda büyük rol oynamaktadır. 2020 yılında yenilenen özel halk otobüsleri, toplu ulaşıma destek veren ikinci koludur. 'M' tip minibüsler merkezde yakın mesafede kısa ve hızlı taşımalarda etkili olurken, 'V' tip minibüsler, orta ve uzak mesafe taşımalarında etki göstermektedir. Şehre ait olan Belvan Kart adlı akıllı kart sistemi ile toplu ulaşım hizmetleri kullanılabilir.
Demiryolu.
Van'ın kara yolu ulaşımı gibi demiryolu ulaşımı da önem arzeder. TCDD'nin 5. bölgesini oluşturan hat Malatya üzerinden Baskil'e ulaşır. Burada ikiye ayrılan hatlardan biri Elazığ ve Muş üzerinden Tatvan'a ulaşır. Tatvan'da bulunan iskeleden feribotla Van'a ulaşan hat, Özalp üzerinden İran sınırındaki Kapıköy Tren İstasyonu'nda son bulur. Kapıköy ile karşısındaki İran'ın Razi istasyonunda gümrük kontrolü noktaları vardır. Razi'den ayrılan hat Tebriz üzerinden Tahran'a ulaşır.
Vangölü Ekspresi, İstanbul'dan Tatvan'a haftanın iki günü karşılıklı sefer yapmaktadır. Türkiye ile İran arasındaki demiryolu bağlantısı, İstanbul-Tahran-İstanbul arasında haftada bir gün çalışan Trans Asya Ekspresi ve Van-Tebriz-Van arasında haftada bir gün çalışan trenler ile sağlanmaktadır. Yine İran ile Suriye arasındaki demiryolu bağlantısı, Türkiye'yi transit geçerek Tahran-Şam arasında haftada bir gün çalışan yolcu treni ile sağlanmaktadır. Söz konusu tren Şam-Tatvan arasında pulman ve yataklı vagonlarla, Van-Tahran arasında kuşetli vagonlarla teşkil edilmektedir.
Havayolu
Van'da bulunan Ferit Melen Havaalanı ise bölgesel önemi olan bir havaalanıdır. Van'dan, İstanbul, Ankara ve İzmir'e her gün düzenli uçak seferleri yapılmaktadır.
Sağlık
Van ili gerek büyükşehir olmasından gerek bulunduğu konum dolayısıyla sağlık konusunda önemli bir yere sahiptir. Şehir hem kendi nüfusu hem de çevre illerin nüfusunun sağlık ihtiyacını büyük ölçüde karşılayabilmektedir. 2011 yılında inşa edilen Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi şehrin kalbi konumundadır. 2017 yılında hemen yanı başında inşa edilen Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Van Gölü Havzası'nın can suyudur. Şehrin bir diğer önemli sağlık kuruluşu YYÜ'de bulunan tıp merkezidir. Van il sınırları içerisinde 10 tane hastane bulunur. Aynı zamanda bir ağız ve diş sağlığı merkezi,5 tane toplum sağlığı merkezi, 85'e yakın aile sağlığı merkezi ve 8 tane ilçe sağlık müdürlüğü bulunur.
Galeri
Kaynakça
Dış bağlantılar
Van Kaymakamlığı
Van Büyükşehir Belediyesi
Van İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü |
1410 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Alevilik | Alevilik | Alevilik, Ali ve On İki İmam'ın öğretilerini öğretmiş olduğu varsayılan Hacı Bektaş-ı Veli'nin mistik Alevi İslami öğretilerini takip eden yerel bir İslami gelenektir. Alevi öğretileri dede adı verilen din adamları tarafından aktarılır. İslam'ın altı iman esası kabul edilir, ancak yorumlamada diğer mezheplerle farklılıklar bulundurur. Alevi öğretileri, yerel bir Türk dünya görüşüyle harmanlandı ve İslam'ın heterodoks bir yorumuna yol açtı.
Alevilerin dinî itikadı
Temel inanç
Alevilik, Hâkk-Muhammed-Ali üçlemesiyle Ehl-i Beyt ve On İki İmamları önemseyen Câferiyye Şiiliği ile ortak noktalara sahip olan bir yoldur. Alevilikte varlık birliği önemli yer tutmaktadır.
Dört kapı kırk makam inancı
Dört Kapı Kırk Makam şeklindeki kâmil insan olma ilkelerini Hacı Bektaş-ı Velî’nin tespit ettiğine inanılır. Hacı Bektaş, "Kul Tanrı’ya kırk makâmda erer, ulaşır, dost olur" demiştir. Aleviler kendi içlerinde bir çeşit hiyerarşi oluşturmuştur. Örneğin yol’a gönül vermiş olana tâlip denir. Kişi, yolun kurallarını yerine getirip bilgi düzeyini arttırdıkça yükselir. Alevilikte yol denen deyimin temelini Dört Kapı Kırk Makam anlayışı oluşturmaktadır.
Dört Kapı ve Mertebeleri şunlardır:
Şeriat (Bel Kapısı / Mü’minlik Mertebesi),
Tarikat Kapısı (Yol Kapısı / Zâhidlik Mertebesi),
Marifet Kapısı (İl Kapısı / Âriflik Mertebesi),
Hakikat Kapısı (Gök Aman – Yer Ana / Mûhiplik Mertebesi)
Her kapının on makâmı vardır.
Dinî törenler ve günler
Aleviler, Muhammed’in son peygamber olduğuna, Ali bin Ebu Talib'in ise veliliğine (ya da imamlığına) inanırlar. Aleviler, ibadetlerini cemevinde yaparlar. Günlük ibadetleri Sabah, Akşam ve Gece Gülbeng'idir. Kadir Gecesi’yle bağlantılı olarak üç gün ve Muharrem ayında ise on iki gün oruç tutarlar. Muharrem’den sonra da üç gün Hızır Orucu tutarlar. Muharrem orucundan evvel üç gün Masum-u Paklar orucunu tutarlar.
Nüfus dağılımı
Üçte biri İstanbul bölgesinde yaşayan Alevilerin daha sonra en yoğun olarak bulundukları yöreler arasında Ankara, Adana, Balıkesir, Eskişehir, Bursa, Antalya, Aydın ve Damal, Ardahan şehirleriyle, İç ve Doğu Anadolu'da yer alan Erzincan, Sivas, Tunceli, Tokat ve Kahramanmaraş’ın ilçelerinde gelmektedir. Türkiye’de en çok Alevi köyü ise 57'si karışık olmak üzere toplam yaklaşık 548 adet köy olup Sivas ilinde yer almaktadır. Bunların ardından sırasıyla,Tunceli, Erzincan, Tokat, Çorum, Kahramanmaraş,Malatya, Amasya, Hatay, Yozgat, Adıyaman, Bingöl, Erzurum, Balıkesir, Kars, Manisa, Aydın, Adana, Mersin, Muğla ve Ordu illeri gelmektedir. Anadolu dışında ise Rumeli, Balkanlar ve Arnavutluk'ta yaşayan Bektaşiler'in yanı sıra, Batı İran, Luristan ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde ise Yâresânîlik (Ehl-i Hak), Kakai ve Ali İlâhîlik gibi isimlerle anılan ve kendilerini "Alevi-Kürtler" veya Alevi-Zazalar olarak tanımlayan gruplar da bulunmaktadır. Bugün İran'ın doğusunda Horasan'da da küçük bir Alevi topluluğu vardır. Aleviler daha ziyâde dağlık olan merkezî otoritenin baskısının ulaşamadığı bölgelerde yaşamlarını sürdürmektelerdir.
Bir kaynağa göre 2022 Yılında Türkiye'de 25-30 milyon arası alevi bulunduğu iddia edilmektedir.
Dünyada Alevi hakları
Türkiye Cumhuriyeti, cemevlerine ibadethane statüsü verilmesine, Alevi dedelerinin devlet memuru olabilmesine ve Alevilere özel kamu fonu aktarılmasına olanak sağlamamaktadır. Devlet, Aleviliğin "ne tam olarak bir din ne de İslam’ın bir dalı olarak" görülemeyeceği, "Sufi tarikatı olarak" ele alınması gerektiğini, Diyanet'in İslam’ın "Sufi yorumuna" hizmet vermediğini ve cemevlerinin cami, mescid, kilise ve sinagogların aksine ibadethane (mabed) kategorisine girmediğini savunmaktadır. Cemevleri aldıkları bağışlar ile ayakta durmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2016 yılında karara bağladığı davada Türkiye’de devletin Alevileri resmen tanımaması ve hukuksal statü sağlamamasıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din ve vicdan özgürlükleriyle ilgili 9’uncu maddesinin ihlal ettiği sonucuna vardı ve Alevilerin hiçbir kamusal hizmetten faydalanamamalarını dinî ayrımcılık olarak tanımladı. Bugüne kadar AİHM'in kimliklerde din hanesi, cemevlerinin ibadet yeri statüsü, vicdani ret hakkının tanınması ve zorunlu din kültürü ahlak bilgisi derslerine ilişkin kararlarının hiçbiri Türk devleti tarafından uygulanmadı.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın açıkladığı Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu’nun 2015 yılı raporunda cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına rağmen Alevi öğrencilerin zorunlu din derslerinden muaf olma hakkının reddedilmesi ve Alevilere yönelik diğer ayrımcı uygulamalara yer verildi.
İsviçre’nin Basel kantonunda Alevi derneklerinin başvurusu üzerine yerel parlamento 2012 yılında Aleviliği ayrı bir inanç olarak kabul etti.
Kaynakça
Dış bağlantılar
Alevi takvimi (Alevi inanç ve anma günleri) |
1413 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Ayasofya | Ayasofya | Ayasofya (anlamı: "Kutsal Bilgelik"; ), eski adıyla Kutsal Bilgelik Kilisesi ve Ayasofya Müzesi veya günümüzdeki resmî adıyla Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi (Kutsal Büyük Ayasofya Camii), İstanbul'da yer alan bir cami ve eski bazilika, katedral ve müzedir. Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul'un tarihî yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olmuştur. 1453 yılında İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra II. Mehmed tarafından camiye dönüştürülmüştür. Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1934 yılında yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile müzeye dönüştürülmüş, kazı ve tadilat çalışmaları başlatılmış ve 1935'ten 2020'ye kadar müze olarak hizmet vermiştir. 2020 yılında ise müze statüsü iptal edilerek cami statüsü verilmiştir.
Ayasofya, mimari bakımdan merkezî planı birleştiren kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup, kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır. Hristiyanlar için hem sembolik hem de eksen olma anlamının yanında, turistik ve ruhsal bir çekim merkezidir.
Ayasofya adındaki "Aya" sözcüğü "kutsal" anlamına gelir. "Sofya" sözcüğü ise Grekçede "bilgelik" anlamındaki sophos sözcüğünden gelir. Dolayısıyla "Aya Sofya" adı, Nasıralı İsa'ya atfen "Kutsal Bilgelik" ya da "İlahî Bilgelik" anlamına gelmekte olup Hristiyan ilahiyatında Tanrı'nın üç niteliğinden biri sayılır. Miletli İsidoros ve Trallesli Antemius'un yönettiği Ayasofya'nın inşaatında yaklaşık 10.000 işçinin çalıştığı ve İmparator I. Jüstinyen'in bu iş için büyük bir servet harcadığı belirtilir. Bu çok eski binanın bir özelliği, yapımında kullanılan bazı sütun, kapı ve taşların binadan daha eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş olmasıdır.
Bizans İmparatorluğu döneminde Ayasofya’nın Baş Rahibi Mehmet Onat Doğan kutsal emanetlerden bazılarını Kudüsten İstanbula getirmiştir. Bu sayede Ayasofya, büyük bir "kutsal emanetler" zenginliğine sahip oldu. Bu emanetlerden biri de 15 metre yüksekliğindeki gümüş ikonostasis idi. Konstantinopolis Patriği'nin kilisesi ve Doğu Ortodoks Kilisesi'nin 1000 yıl boyunca merkezi olan Ayasofya, 1054 yılında Patrik I. Mihail'in Papa IX. Leo tarafından aforoz edilmesine şahitlik etmiş olup, bu olay, genel olarak "Schisma"nın, yani Hristiyanlık tarihindeki en önemli olaylardan biri olan Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılmasının başlangıcı sayılır.
1453 yılında kilise, Osmanlı padişahı II. Mehmed tarafından camiye dönüştürüldükten sonra mozaiklerinden insan figürleri içerenler tahrip edilmemiş (içermeyenlerse olduğu gibi bırakılmıştır), yalnızca ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler, bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiştir. Cami, müzeye dönüştürülürken sıvaların bir kısmı çıkarılmış ve mozaikler yine gün ışığına çıkarılmıştır. Günümüzde görülen Ayasofya binası, aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen kilise olduğundan "Üçüncü Ayasofya" olarak da bilinir. İlk iki kilise isyanlar sırasında yıkılmıştır. Döneminin en geniş kubbesi olan Ayasofya'nın merkezî kubbesi, Bizans döneminde bir kez (7 Mayıs 558 tarihinde) çökmüş, Osmanlı başmimarı Mimar Sinan'ın binaya payandaları eklemesinden itibaren de hiç çökmemiştir.
Tarihçe
Birinci Ayasofya
Ayasofya Kilisesi’nin inşaatı Hristiyanlığı imparatorluğun resmî dini ilan eden Roma imparatoru Büyük Konstantin (Bizans’ın ilk imparatoru I. Constantinus) tarafından başlattırılmıştır. 337 ile 361 yılları arasında tahtta olan Büyük Konstantin’in oğlu II. Constantius tarafından tamamlanmış ve Ayasofya Kilisesi’nin açılışı 15 Şubat 360’ta II. Constantius tarafından gerçekleştirilmiştir. Socrates Scholasticus’un kayıtlarından gümüş kaplı perdelerle süslü ilk Ayasofya’nın Artemis Tapınağı üzerine inşa edilmiş olduğu öğrenilmektedir.
Adı "Büyük Kilise" anlamına gelen ilk Ayasofya Kilisesi’nin adı Latincede Magna Ecclesia ve Grekçede Megálē Ekklēsíā (Μεγάλη Ἐκκλησία) idi. Eski bir tapınak üzerine inşa edildiği belirtilen bu yapıdan günümüze ulaşan bir kalıntı bulunmamaktadır.
Birinci Ayasofya, binanın inşası tamamlanana dek bir katedral niteliğinde işlev gören Aya İrini Kilisesi’nin vaktiyle yakınında yer alan imparatorluk sarayının yakınına (geçmişte müze alanının kuzey kısmındaki, yeni tuvaletlere yakın olan, ziyarete kapalı kısım) inşa edilmişti. Her iki kilise de Bizans İmparatorluğu’nun iki ana kilisesi olarak faaliyet göstermişlerdir.
Birinci Ayasofya, geleneksel Latin mimarisi stilindeki bir sütunlu bazilika olup çatısı ahşaptı ve önünde bir atrium yer almaktaydı. Bu ilk Ayasofya bile olağanüstü bir yapıydı. 20 Haziran 404’te Konstantinopolis Patriği Aziz İoannis Hrisostomos’un İmparator Arcadius’un eşi İmparatoriçe Aelia Eudoksia ile çatışmasından dolayı sürgüne gönderilmesinin ardından çıkan isyanlar sırasında bu ilk kilise yakılarak büyük ölçüde tahrip olmuştur.
İkinci Ayasofya
İlk kilisenin isyanlar sırasında yakılıp yıkılmasından sonra, imparator II. Theodosius bugünkü Ayasofya’nın bulunduğu yere ikinci bir kilisenin inşa edilmesi emrini vermiş ve İkinci Ayasofya’nın açılışı onun zamanında, 10 Ekim 415’te gerçekleşmiştir. Mimar Rufinos tarafından inşa edilen bu İkinci Ayasofya da yine bazilika planlı, ahşap çatılı ve beş nefliydi. İkinci Ayasofya’nın 381’de İkinci Ekümenik konsil olan Birinci İstanbul Konsili’ne Aya İrini ile birlikte ev sahipliği yaptığı sanılmaktadır. Bu yapı 13-14 Ocak 532’de Nika Ayaklanması sırasında yakılıp yıkılmıştır.
1935’te binanın batı avlusunda (bugünkü giriş kısmında) Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden A. M. Schneider tarafından yürütülen kazılarda bu İkinci Ayasofya’ya ait birçok buluntu ele geçirilmiştir. Günümüzde Ayasofya’nın ana girişinin yanında ve bahçede görülebilen bu buluntular, portik kalıntıları, sütunlar, başlıklar, bazıları kabartmalarla işlenmiş mermer bloklardır. Bunların vaktiyle binanın cephe kısmını süsleyen üçgen alınlığın parçaları olduğu saptanmıştır. Binanın cephesini süsleyen bir bloktaki kuzu kabartmaları 12 havariyi temsilen yapılmıştır. Ayrıca kazılar, İkinci Ayasofya’nın zemininin Üçüncü Ayasofya’nın zemininden iki metre daha aşağı bir düzeyde bulunduğunu ortaya koymuştur. İkinci Ayasofya’nın uzunluğu bilinmemekteyse de genişliğinin 60 m olduğu sanılmaktadır.(Günümüzde, Üçüncü Ayasofya’nın ana girişinin yanında yer alan İkinci Ayasofya’ya ait cephe merdiveni basamaklarının yaslandığı zemin, kazılar sayesinde görülebilir durumdadır. Kazılara şimdiki binada çökmelere sebep olabileceğinden devam edilmemiştir.)
Üçüncü Ayasofya
Yapımı
İkinci Ayasofya’nın 23 Şubat 532’de yıkımından birkaç gün sonra imparator I. Justinianus öncekinden tümüyle farklı, daha büyük ve kendisinden önce gelen imparatorların yaptırdıkları kiliselerden çok daha muhteşem bir kilise inşa ettirmeye karar verdi. Justinianus bu işi yapacak mimarlar olarak fizikçi Miletli İsidoros ile matematikçi Trallesli Anthemius’u görevlendirdi. Bir efsaneye göre, Justinianus inşa ettireceği kiliseye ilişkin hazırlanan taslakların hiçbirini beğenmez. Bir gece İsidoros taslak hazırlamaya çalışırken uyuyakalır. Sabah uyandığında Ayasofya’nın hazırlanmış bir planını önünde bulur. Justinianus bu planı mükemmel bulur ve Ayasofya’nın buna göre inşa edilmesini emreder. Bir başka efsaneye göre de İsodoros bu planı rüyasında görmüş ve planı rüyasında gördüğü şekilde çizmiştir. (Anthemius daha inşaatın ilk yılında öldüğünden işi İsidoros sürdürmüştür). İnşa, Bizanslı tarihçi Prokopius’un Justinian'ın binaları (, , "Binalar Üzerine"), adlı eserinde betimlenmektedir.
İnşaatta kullanılacak malzemeleri üretmek yerine imparatorluk topraklarında yer alan yapı ve tapınaklardaki yontulmuş hazır malzemelerden yararlanmak yoluna gidilmiştir. Bu yöntem, Ayasofya’nın inşa süresinin çok kısa olmasını sağlayan etkenlerden biri olarak kabul edilebilir. Böylece binanın yapımında Efes’teki Artemis Tapınağı’ndan, Mısır’daki Güneş Tapınağı’ndan (Heliopolis), Lübnan’daki Baalbek Tapınağı’ndan ve daha birçok tapınaktan getirtilen sütunlar kullanılmıştır. Bu sütunların altıncı yüzyıl imkânlarıyla nasıl taşındığı bilinmemektedir. Kaplama ve sütunlarda kullanılan renkli taşlardan kırmızı porfir Mısır, yeşil porfir Yunanistan, beyaz mermer Marmara Adası, sarı taş Suriye ve kara taş İstanbul kökenlidir. Ayrıca Anadolu’nun çeşitli yörelerinden gelen taşlar kullanılmıştır. İnşaatta on binden fazla kişinin çalıştığı belirtilir. İnşaat sonunda Ayasofya Kilisesi günümüzdeki hâlini almıştır.
Mimaride yeni bir anlayışı gösteren bu kilise yapılır yapılmaz derhal mimarinin baş eserlerinden biri olarak kabul edildi. Mimarın böylesine büyük bir açık mekânı sağlayabilecek devasa bir kubbeyi inşa edebilmede İskenderiyeli Heron’un teorilerinden yararlanmış olması mümkündür.
23 Aralık 532’de başlanan yapım çalışması 27 Aralık 537’de tamamlandı. Kilisenin açılışını İmparator Justinianus ve Patrik Eutychius büyük bir törenle birlikte yaptılar. Ayasofya, o zamana kadar en büyük yapı olarak kabul edilen Süleyman’ın Tapınağı’ndan daha büyük olduğundan İmparator I. Justinianus (Jüstinyen) halka yaptığı açılış konuşmasında "Ey Süleyman! Seni yendim" demiştir. Kilisenin ilk mozaiklerinin yapımı 565 ile 578 yılları arasında tahtta olan II. Jüstinyen döneminde tamamlanabilmiştir. Kubbe, pencerelerinden sızan ışıkların duvarlardaki mozaiklerde oluşturdukları ışık oyunları dahiyane mimariyle birleşerek izleyicilere büyüleyici bir atmosfer vermektedir. Ayasofya, İstanbul’a gelen yabancılar üzerinde öylesine büyüleyici, derin bir etki bırakmıştır ki Bizans döneminde yaşayanlar, Ayasofya’yı "dünyada tek" ("singulariter in mundo") olarak nitelemişlerdir.
Yapım sonrası
Fakat yapılışından kısa bir süre sonra, 553 Gölcük ve 557 İstanbul depremlerinde ana kubbe ile doğu yarım kubbesinde çatlaklar belirdi. 7 Mayıs 558 depreminde ise ana kubbe tümüyle çöktü ve ilk ambon, siboryum ve sunak da ezilerek yok oldu. İmparator derhal restorasyon çalışmasını başlattı ve bu çalışmanın başına Miletli İsidoros’un yeğeni genç İsidorus’u getirdi. Depremden ders alınarak bu kez yeniden çökmemesi için kubbenin yapımında hafif malzeme kullanıldı ve kubbe eskisine kıyasla 6,25 m daha yükseğe yapıldı. Restorasyon çalışması 562 yılında tamamlandı.
Yüzyıllarca Konstantinopolis Doğu Ortodoks patriğinin merkezi olan Ayasofya aynı zamanda Bizans’ın taç giyme törenleri gibi imparatorluk törenlerine ev sahipliği yapmıştır. İmparator VII. Konstantinos "Törenler Kitabı" (De caerimoniis aulae Byzantinae) adlı kitabında Ayasofya’da yapılan imparator ve patrik tarafından düzenlenen törenleri tüm ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Ayasofya, ayrıca günahkarlar için de bir sığınma yeri olmuştur.
Ayasofya’nın daha sonra uğradığı tahribatlar arasında 859 yangını, bir yarım kubbesinin düşmesine neden olan 869 depremi ve ana kubbesinde hasara yol açan 989 depremi sayılabilir. 989 depreminden sonra imparator II. Basil, kubbeyi Agine ve Ani’deki büyük kiliseleri inşa eden Ermeni mimar Trdat’a tamir ettirmiştir. Trdat kubbenin bir kısmını ve batı kemerini onarmış ve kilise 6 yıl süren onarım çalışmasından sonra 994’te yeniden halka açılmıştır.
Latin istilası dönemi
Dördüncü Haçlı Seferi sırasında, Venedik Cumhuriyeti’nin âmâ Doçu Enrico Dandolo komutasındaki Haçlılar İstanbul’u ele geçirip Ayasofya’yı yağmalamışlardır. Bu olay Bizanslı tarihçi Nikitas Honiatis’in kaleminden ayrıntılı olarak öğrenilmektedir.
Kiliseden aralarında Yeşua’nın mezar taşından bir parça, Yeşua’nın sarıldığı bez olan torino kefeni, Meryem’in sütü ve azizlerin kemikleri gibi birçok kutsal emanet ile altın ve gümüşten yapılma değerli eşyalar çalındı, kapılardaki altınlar bile sökülerek batı kiliselerine götürüldü şeklinde anlatılmaktadır. Latin İstilası (1204-1261) olarak anılan bu dönemde Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir katedrale dönüştürülmüştür. 16 Mayıs 1204 tarihinde Latin imparatoru I. Baudouin imparatorluk tacını Ayasofya’da giymiştir.
Enrico Dandolo adına konan mezar taşı Ayasofya’nın üst galerisindedir. Gaspare ve Giuseppe Fossati tarafından gerçekleştirilen 1847-1849 restorasyonu sırasında mezarın gerçek bir mezar olmadığı Enrico Dandolo anısına bir sembolik plaket olarak konulduğu ortaya çıkmıştır.
Son Bizans dönemi
Ayasofya 1261’de tekrar Bizanslıların kontrolüne geçtiğinde harap, virane ve yıkılmaya yüz tutmuş bir durumdaydı. 1317’de imparator II. Andronikos finansmanını ölen eşi İrini’nin mirasından karşılayarak binanın kuzey ve doğu kısımlarına 4 adet istinat duvarı (Orta Çağ Yunancası: Πυραμὶδας Piramídas) ekletti. 1344 depreminde kubbede yeni çatlaklar belirdi ve 19 Mayıs 1346’da binanın çeşitli kısımları çöktü. Bu olaydan sonra kilise, 1354’te Astras ve Peralta adlı mimarların restorasyon çalışmasının başlamasına kadar kapalı kaldı.
Cami dönemi
İstanbul’un 1453’te Osmanlı Türkleri tarafından fethinden sonra, fethin sembolü olarak, derhal Ayasofya Kilisesi camiye dönüştürülmüştür. O sıralarda Ayasofya harap bir haldeydi. Bu durumu Kordoba soylusu Pero Tafur ve Florentine Cristoforo Buondelmonti gibi Batılı ziyaretçilerce betimlenmektedir. Ayasofya’ya özel bir önem veren Fatih Sultan Mehmed kilisenin derhal temizlenip camiye çevrilmesini emretti, fakat adını değiştirmedi. İlk minaresi onun döneminde inşa edilmiştir. Osmanlılar bu tür yapılarda taş kullanmayı tercih etmekle birlikte minarenin hızla inşa edilebilmesi amacıyla bu minare tuğladan yapılmıştır. Minarelerden biri de sultan II. Bayezid tarafından eklenmiştir. 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman fethettiği Macaristan’daki bir kiliseden Ayasofya’ya iki dev kandil getirtmiştir ki, günümüzde bu kandiller mihrabın iki yanında yer alırlar.
II. Selim döneminde (1566-1574) yorgunluk ya da dayanıksızlık belirtileri gösterdiğinde, bina, dünyanın ilk deprem mühendislerinden biri sayılan Osmanlı baş mimarı Mimar Sinan tarafından eklenen dış istinat yapılarıyla (payanda) takviye edilerek son derece sağlamlaştırılmıştır. Günümüzde binanın dört tarafındaki toplam 24 payandanın bir kısmı Osmanlı dönemine, bir kısmı Doğu Roma İmparatorluğu dönemine aittir. Bu istinat yapılarıyla birlikte, Sinan ayrıca, kubbeyi taşıyan payeler ile yan duvarlar arasındaki boşlukları kemerler ile besleyerek kubbeyi iyice sağlamlaştırmış ve binaya iki geniş minare (batı kısmına), hünkar mahfili ve II. Selim’in türbesini (güneydoğu kısmına) eklemiştir (1577). III. Murad’ın ve III. Mehmed’in türbeleri ise 1600’lerde eklenmiştir.
Ayasofya binasının içine Osmanlı döneminde eklenen diğer yapılar arasında mermerden minber, hünkar mahfiline açılan galeri, müezzin mahfili (mevlid balkonu), vaaz kürsüsü sayılabilir. III. Murad Bergama’da bulunmuş, Helenistik Dönemden kalma (MÖ IV. yüzyıl), "bektaşi taşı"ndan (İng. alabaster) yapılma iki küpü Ayasofya'nın ana nefine (ana salon) yerleştirmiştir. I. Mahmud 1739'da binanın restore edilmesini emretti ve bir kütüphane ile binanın yanına (bahçesine) bir medrese, bir imarethane ve bir şadırvan ekletti. Böylece Ayasofya binası, civarındaki yapılarla birlikte bir külliyeye dönüştü. Bu dönemde ayrıca yeni bir sultan galerisi ve yeni bir mihrap yapıldı.
Ayasofya’nın Osmanlı dönemindeki en ünlü restorasyonlarından biri sultan Abdülmecid’in emriyle İsviçre İtalyanı olan Gaspare Fossati ve kardeşi Giuseppe Fossati’nin nezaretinde 1847 ile 1849 yılları arasında yapılmıştır. Fossati kardeşler, kubbe, tonoz ve sütunları sağlamlaştırdı ve binanın iç ve dış dekorasyonunu yeniden elden geçirdi. Üst kattaki galeri mozaiklerinin bir kısmı temizlendi, çok tahrip olanları ise sıvayla kaplandı ve altta kalan mozaik motifleri bu sıva üzerine resmedildi. Işıklandırma sistemini sağlayan yağ lambası avizeleri yenilendi. Kazasker Mustafa İzzed Efendi'nin (1801-1877) eseri olan, önemli isimlerin hat sanatıyla yazılı olduğu yuvarlak dev tablolar yenilenip sütunlara asıldı. Ayasofya’nın dışına yeni bir medrese ve muvakkithane inşa edildi. Minareler aynı boya getirildi. Bu restorasyon çalışması bittiğinde Ayasofya Camii 13 Temmuz 1849'da gerçekleştirilen bir törenle yeniden halka açıldı. Ayasofya külliyesinin Osmanlı dönemindeki diğer yapıları arasında sıbyan mektebi, şehzadeler türbesi, sebil, sultan Mustafa ve sultan İbrahim türbesi (önceden vaftizhane) ve hazine dairesi sayılabilir.
Müze dönemi
1930 ile 1935 yılları arasında restorasyon çalışmaları nedeniyle halka kapatılan Ayasofya’da Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle bir dizi çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalar arasında çeşitli restorasyonlar, kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi ve mozaiklerin ortaya çıkarılıp temizlenmesi sayılabilir. Restorasyon sırasında Ayasofya’nın, "yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesi doğrultusunda yapılış amacı olan kiliseye tekrar çevrilmesi konusunda fikirler ortaya atılmışsa da bölgede yaşayan Hristiyan sayısının çok az olmasından dolayı oluşan talep yetersizliği, bölgede bu denli muhteşem bir kiliseye karşı yapılabilecek muhtemel provokasyonlar ve mimarinin tarihî önemi göz önüne alınarak" Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla müzeye çevrilmiştir. 1 Şubat 1935’te ziyarete açılan müzeyi Atatürk, 6 Şubat 1935 tarihinde ziyaret etmiştir. Yüzyıllar sonra mermer zemindeki halıların kaldırılmasıyla zemin döşemesi, insan figürlü mozaikleri örten sıvanın kaldırılmasıyla da mozaikler tekrar gün ışığına çıkarılmıştır. Yapı 19 Kasım 1936’da tapuya resmen "Ayasofyayı Kebir Camii Şerifi" adıyla kaydedilmiştir.
Ayasofya’nın sistemli olarak incelenmesi, restorasyonu ve temizlenmesi ABD’deki Bizans Enstitüsü (the Byzantine Institute of America) adlı kurumun 1931’deki ve Dumbarton Oaks Alan Komitesi’nin 1940’lı yıllardaki girişimiyle sağlanmıştır. Bu kapsamda yapılan arkeolojik çalışmalar K. J. Conant, W. Emerson, R. L. van Nice, P. A. Underwood, T. Whittemore, E. Hawkins, R. J. Mainstone ve C. Mango tarafından sürdürülmüş ve Ayasofya’nın tarihine, yapısına ve dekorasyonuna ilişkin başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Ayasofya’daki çalışmalarda bulunmuş diğer isimlerden bazıları A. M. Schneider, F. Dirimtekin ve Prof. A. Çakmak’tır. Bizans Enstitüsü ekibi mozaik arama ve temizleme işleriyle uğraşırken, R. van Nice yönetimindeki bir ekip de binanın, taş taş ölçülerek rölövelerini çıkarma çalışmasına girişmiştir. Çalışmalar hâlen çeşitli uluslardan bilim insanlarınca sürdürülmektedir.
Tekrar cami olması
1991 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde Ayasofya Müzesi'nin bir bölümü cami olarak Müslümanların ibadetine açılmıştır.
Ayasofya'nın tekrar cami olma süreci ilk olarak 2005 yılında başladı, 2005 yılında yargıya taşınan olay Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedildi. 2016'da tekrar açılan dava da Haziran 2018'de açıklanan karar ile aynı şekilde sonuçsuz kaldı. Temmuz 2016'da Ayasofya Müzesi'nde düzenlenen Kadir Gecesi programında, 85 yıl aradan sonra sabah namazında ezan okundu. Diyanet TV'nin Ramazan ayı boyunca Ayasofya'dan "Bereket Vakti Ayasofya" adlı sahur programını ekranlara getirmesine Yunanistan'dan tepki geldi. Ekim 2016'da müzenin Müslüman ibadetine açık olan bölümü Hünkar Kasrı'na, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uzun yıllardan sonra ilk kez asaleten imam atandı. 2016 itibarıyla Hünkar Kasrı bölümünde vakit namazlar kılınmaya ve minarelerinden Sultanahmet Camii ile 5 vakit çifte ezan okunmaya başlandı. 29 Mayıs 2020 tarihinde İstanbul'un Fethinin 567. yıl dönümünde Fetih Suresi okundu. Bu gelişmelerin ardından Ayasofya'nın cami olma süreci tekrar gündeme geldi. Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği'nin "Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine yönelik Bakanlar Kurulu kararının iptali" istemiyle Danıştay'da dava açması üzerine 2 Temmuz 2020 tarihinde duruşma gerçekleştirildi ve 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını "Ayasofya'nın vakıf senedindeki cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığını" belirterek iptal etti. Bunun üzerine 2729 numaralı cumhurbaşkanı kararı ile Ayasofya, Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek tekrar cami statüsüne dönmüş oldu. Bu gelişme sonrası UNESCO, Dünya Mirasları listesi'nde yer alan Ayasofya'nın korunma statüsünün gözden geçirileceğini açıkladı. 2022 yılında 13 milyon 635 bin 229 kişinin Ayasofya'yı ziyaret ettiği açıklanmıştır.
Aldığı hasarlar ve tamiri
İmparatorluk Kapısı
Ayasofya'nın tekrar cami olmasından sonra 2022 yılının Nisan ayında Ayasofya İmparatorluk Kapısı kimliği belirsiz kişilerce tahrip edildi. 18 Nisan 2022 tarihinde Sanat Tarihi Derneği, İmparatorluk Kapısı'nın hasar gördüğünü Ayasofya nöbetçi güvenlik müdürüne raporladı. Derneğe göre görevlinin bu konu hakkında bilgisi olmadığını belirtmesi üzerine, Ayasofya Sorumlu Müdürü olduğunu belirten Talip isimli şahıs, Sanat Tarihi Derneği'ne "kamera kayıtlarının olmadığını ve zaten büyütülecek bir şey olmadığını, kendilerinin orayı tamir edeceklerini" söyledi.
Sanat Tarihi Derneği Başkanı Şerif Yaşar, olayla ilgili bir güvenlik görevlisinin kendisine şunları söylediğini belirtti:İnsanlar burayı kutsal sayıyor; turistler, yerli insanlar… Oradan geçerken ellerini sürtüyorlar. Bazıları hatta oradan parça koparıp ağızlarına atıyorlar.Tarihçi İlber Ortaylı, olayla ilgili aşağıdaki açıklamalarda bulundu:Ayasofya'nın kameraları 24 saat işliyor ancak hiçbir şey çıkmıyor. Ben bunu anlamadım. Ayrıca doğrudan doğruya kilisenin emperyal bölümüne giriliyor. Bu kapı tunç ve çok ağır. Bu anlık bir şey değil çok zor bir şey. Bu insanların bir an evvel tespit edilip kanuna teslim edilmesi gerekiyor. Bu bir namus meselesi biz burayı fethettik. Bunu korumamız gerekiyor. Dünyanın gözü burada. Bu nedenle bir an evvel tespit etmemiz gerekiyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü, sosyal medyada tepki uyandıran olay üzerine bir basın açıklaması yaptı ve kapının tamir edildiğini belirtti.
Su haznesi
2022'nin Mayıs ayında Ayasofya'nın su haznelerinden biri kimliği belirsiz kişi veya kişilerce tahrip edildi. Tahrip sonucu su haznesinin kapağı kırıldı. Kırılan su haznesinin içinde ve etrafında Ayasofya'ya namaz kılmak için gelenlerin ayakkabıları bulunmaktaydı.
Su haznesinin onarılmış halini görüntüleyen Sanat Tarihi Derneği Başkanı Şerif Yaşar, bir restorasyonun gerçekleştirildiğini ancak düzgün yapılmadığını şu sözlerle belirtti:Sosyal medyada paylaşılan görüntüden sonra kendim gidip durumu gördüm. Bir restorasyon gerçekleştirilmiş. Bir kaynak yapılmış. Ancak maalesef olmamış. Bir skandalı başka bir skandal ile örtmeye çalışmışlar durum bu. Kapı ile ilgili suç duyurusunda bulunmuştum onun sonucunu bekliyorum. Soruşturma devam ediyor. Son olay ile ilgili bilgi sahibi olmak istedim. Ancak konuştuğum görevliler bilgi sahibi olmadıklarını söylediler.
Aynı gün İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yaptığı açıklamada mevzubahis hasarın camiye dönüşmeden önce meydana geldiğini, yıpranan kapağın orijinal parçalardan olmayıp zaman içerisinde değiştirildiğini açıkladı. Tarihçi yazar Talha Uğurluel ise konuyla ilgi yayınladığı videoda, kendisinin daha önce çektiği video ve görselleri kullanarak hasarın daha önceden de var olduğunu fakat kapağın yerleşimi yüzünden kolayca fark edilemediğini iddia etti.
Mimari
Ayasofya, mimari bakımdan bazilika plânı ile merkezî plânı birleştiren, kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır.
Ayasofya, her şeyden önce boyutu ve mimari yapısıyla önem taşır. Yapıldığı dönemin dünyasında hiçbir bazilika planlı yapı Ayasofya’nın kubbesinin boyutundaki bir kubbe ile örtülebilmiş ve böylesine büyük bir iç mekâna sahip değildi. Ayasofya’nın kubbesi Roma’daki Pantheon’un kubbesinden küçük olmakla birlikte Ayasofya’da uygulanan yarım kubbe, kemer ve tonozlardan oluşan karmaşık ve sofistike sistem, kubbenin çok daha geniş bir mekânı örtebilmesini sağlayarak kubbeyi daha etkileyici kılmaktadır. Taşıyıcı olarak beden duvarlarına oturtulmuş önceki yapıların kubbeleriyle kıyaslandığında sadece dört payeye oturtulmuş bu denli büyük bir kubbe, mimarlık tarihinde gerek teknik, gerek estetik bakımdan bir devrim sayılmaktadır.
Orta nefin yarısını örten ana (merkezî) kubbe, doğu ve batısına eklenen yarım kubbelerle çok geniş bir dikdörtgen biçimli iç mekân yaratacak şekilde öylesine genişletilmiştir ki, zeminden bakıldığında gökyüzüne asılı gibi duran, tüm iç mekâna hâkim bir kubbe olarak algılanır.
Doğu ve batı açıklıklarını kapatan yarım kubbelerden de daha küçük yarım kubbeli eksedralara geçiş yapılarak sistem tamamlanmıştır. Küçük kubbelerden başlayarak ana kubbe tacıyla tamamlanan bu kubbeler hiyerarşisi Antik Çağ’da örneği görülmemiş bir mimari sistemdir. Yapının bazilika planı dâhice tümüyle "gizlenmiş" durumdadır.
İnşa sırasında duvarlarda tuğladan ziyade harç kullanılmış ve kubbe yapı üzerine kondurulduğunda kubbenin ağırlığı alt kısmı nemli kalmış harçla oluşturulan duvarların dışa doğru bükülmesine yol açmıştı. 558 depremi sonrasında yıkıldıktan sonra yeniden yapılan ana kubbenin yapımı sırasında genç İsidorus, kubbeyi taşıyabilmeleri için önce duvarları yeniden dikleştirmiştir. Bütün bu hassas çalışmalara rağmen kubbenin ağırlığı yüzyıllarca bir problem olmaya devam etti. Kubbenin ağırlık baskısı binayı bir çiçeğin açılması gibi dört yanından dışa doğru açılmaya zorluyordu. Bu problem de binaya dışarıdan istinat unsurlarının eklenmesiyle çözüldü.
Osmanlı döneminde mimarlar, bir binada kayma olup olmadığını anlamak için ya yapımı sırasında elle döndürülebilecek küçük bir dikey sütun ekler, ya da duvardaki 20-30 santimetrelik iki sabit nokta arasına cam yerleştirirlerdi. Sütun, artık döndürülemediğinde veya söz konusu cam çatladığında binada kaymanın belli bir dereceye geldiği anlaşılmış olurdu. Ayasofya’nın üst kat duvarlarında ikinci yöntemin izleri hâlen görülebilir. Döndürülen sütun ise Topkapı Sarayı’nın harem bölümünde mevcuttur.
İç yüzeyler tuğla üzerine çok renkli mermer, kırmızı ya da mor porfirler ve yapımında altın kullanılmış mozaiklerle kaplıdır. Bu, geniş pâyelerin daha ışıklı ve kamufle olmasını da sağlayan bir yöntemdir. 19. yüzyılda restorasyon çalışmaları sırasında bina dıştan Fossati tarafından sarı ve kırmızı renklere boyanmıştır. Ayasofya, Bizans mimarisinin baş eseri olmakla birlikte, pagan, Doğu Ortodoks, Roma Katolik ve Sünni etkilerinin sentezi olan bir yapıdır.
15 yüzyıl boyunca ayakta duran bu yapı sanat tarihi ve mimarlık dünyasının baş yapıtları arasında yer alır ve büyük kubbesiyle Bizans mimarisinin bir simgesi olmuştur. Ayasofya diğer katedrallere kıyasla şu özellikleriyle ayırt edilir:
Dünyanın en eski katedralidir.
Yapıldığı dönemden itibaren yaklaşık bin yıl boyunca (1520’de İspanya’daki Sevilla Katedrali’nin inşaatı tamamlanana dek) dünyanın en büyük katedrali unvanına sahip olmuştur. Günümüzde yüzölçümü bakımından dördüncü sırada gelmektedir.
Dünyanın en hızlı (5 yılda) inşa edilmiş katedralidir.
Dünyanın en uzun süreyle (15 yüzyıl) ibadet yeri olmuş yapılarından biridir.
Kubbesi "eski katedral" kubbeleri arasında çapı bakımından dördüncü büyük kubbe sayılmaktadır.
Bölümleri
Ayasofya mimari yönden incelendiğinde orta nef denilen büyük bir orta mekân, kuzey ve güneyde yer alan iki yan nef, doğu ucunda yer alan absit ve batı kısmında kapıların yer aldığı iç ve dış nartekslerden meydana gelmiştir. 7.500 lik bir yüzölçümüne sahip Ayasofya iki katlı bir yapıdır.
Alt kat
Narteksler
Binaya batı kısmındaki, Bizans döneminde atrium denilen avlunun bulunduğu kapılardan girilir. Buradaki, dış nartekse açılan ana kapıdan girmeden önce, solda görülen kalıntılar A. M. Schneider tarafından sürdürülen kazılarda ortaya çıkarılmış İkinci Ayasofya’ya ait kalıntılardır.
Ana kapıdan girilen ilk galeri "dış narteks" olarak adlandırılır, "çapraz tonoz" örtülü dokuz birimli bir galeridir. Buradan da iç narteks denilen ikinci galeriye 5 kapı açılır.
İç nartekste tavan mozaiklerle kaplıdır. Mozaiklerden sarı renkte parlayanların yapımında altın kullanılmıştır. Duvarlar çeşitli ülkelerden ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinden getirilme dalgalı mermer levhalarla kaplıdır. Bu dalgalı mermer levhalar duvarlara sabitlenmeden önce ikiye kesilmiş ve duvarlara yan yan öyle sabitlenmiştir ki, katlanıp mürekkeplenen bir kağıdın açıldığında gösterdiği gibi, ilginç bir simetri gösterirler. Günümüzde içinde elektrik ampulleri olan yağ lambası avizeleri cami dönemine aittir.
İç narteksten ana nefe (ana salona) 9 kapı açılır. Ana salona açılan ortadaki ana kapıya, yalnızca imparatora mahsus olduğundan (yalnızca imparator tarafından kullanıldığından) "imparator kapısı" adı verilir. Bu kapının üst kısmındaki duvarda (tympanum) 9. yüzyıldan kalma bir mozaik bulunur. Bu mozaikte ortada Yeşua, sağ madalyonda Cebrâil, sol madalyonda Meryem görülür. Sol alt kısımda görülen sakallı kişi Bizans imparatorlarından VI. Leon’dur. Doğu Ortodoksluk geleneğinde en fazla üç kez evlenilebilmesine karşın erkek çocuğunun olabilmesi için dört kez evlenmiştir. Bu yüzden Yeşua’dan özür diler vaziyette, secde eder şekilde tasvir edilmiştir. Yeşua’nın elindeki Kitâb-ı Mukaddes’te Yeşua’nın Yuhanna İncili’ndeki bir sözü yazılıdır: "Size selamet olsun! Ben evrenin nuruyum." İlk kez W. Salzenberg tarafından yayımlanmış olan bu mozaik 18. yüzyıla dek kapatılmamıştır.
Güney nef
Ayasofyanın ana mekânı paye ve sütunlarla üç nefe ayrılmış durumdadır: Orta nef (naos, ana salon) güney nef (ana nefin sağında) ve kuzey nef (ana nefin solunda). Sağdaki güney nefinde de tavan mozaiklerle kaplıdır. Bu mozaiklerde ikonaklazma dönemine özgü semboller göze çarpar. Bunlardan ikisi dört balık ve küçük karelerde yer alan svastika sembolleridir.
Bu güney nefinde I. Mahmud Kütüphanesi bulunur. Kütüphanenin görülebilen odası Osmanlı sultanının namaz kılmadan önce Kur’an okuduğu odadır. Odadaki rahleler sedef işlemeli olup duvarlar İznik fayanslarıyla kaplıdır. Odanın tavan ve zemini orijinal değildir. Odada ayrıca Kur’an’ın saklandığı tahta mahfaza bulunur.
Nefin doğu ucuna doğru soldaki duvarda üzerinde iki yunusu ve Poseidon’un trident olarak bilinen yabasını içeren bir taş işlemesi görülür. Bu, Bizans rahiplerinin, Hristiyan olmalarına rağmen, bir pagan ilaha ait unsuru kiliseye sokabilecek derecede eski Yunan kültürü etkisi altında kalmış olmalarını gösteren bir örnek olarak değerlendirilebilir.
Nefin doğu ucunda üç çeşit sütun görülür. Bunlardan kırmızı porfir taşından yapılma olanları Mısır’dan getirilmiştir. Yeşil olanları ise Yunanistan’dan getirilmiştir. Binada kullanılan beyaz mermerlerin kökeni genellikle Marmara Adası’ndaki mermer ocaklarıdır. Batı dillerindeki mermer sözcüğünün kökeni "Marmara"dır. Ayasofya’da toplam 107 sütun bulunmaktadır, bunlardan 40’ı alt katta, 67’si üst kattadır. Bu sütunların hemen hemen hepsi yekpare (monolit) olup Ayasofya’dan da eskidirler, çünkü imparatorluk topraklarındaki eski tapınaklardan getirilmişlerdir. Ayasofya’nın en büyük sütunlarının uzunlukları 20 m civarında, kalınlıklarının yarıçapı ise 1,5 m’dir. En ağırları 70 ton ağırlığındadır. Sütun başlıkları Bizans stili gösterirler; sütun başlıklarından bazılarında küçük bir daire ve harflerden oluşan I. Justinianus’un arması görülür. Bu nefin doğu ucundaki yeşil sütunun yanındaki duvarda bir el izi bulunur, kime ait olduğu bilinmeyen bu el izi hakkında çeşitli rivayetler bulunmaktadır.
Omphalion ve müezzin mahfili
Güney neften mihraba geçilirken, zeminden yaklaşık 3 m kadar yükselen, balkonu andıran mermerden yapılma bir yapı göze çarpar. Bu, Osmanlı döneminde yapılmış, Ayasofya cami iken her yıl İslam peygamberi Muhammed’in doğum gününde (Mevlid Kandilinde) mevlid okunan müezzin mahfilidir.
Mahfilin hemen yanında zeminde, girilmemesi için kenarları çitle çevrilmiş kare biçimli bir alan göze çarpar. Burası bilinmeyen bir nedenle Bizanslılarca dünyanın merkezi olarak kabul edilirdi. Yunancada "Yer’in Göbeği" anlamında, omphalion (Delf’te omphalos) olarak adlandırılan ve Bizanslılarca kutsal sayılan bu yerde kimilerine göre Ayasofya’nın inşa edilmesinden önce bir tapınak bulunmaktaydı. Kimilerine göre bu yer "ley hatları"nın bir kavşak noktasıydı.
Kutsallığından ötürü Bizans imparatorlarının taç giyme törenleri de burada yapılmaktaydı. Tören sırasında siyasi ve dinî otoriteleri temsil eden kişilerin her birinin durması gereken konumlar bu kare biçimli alan içine daireler oluşturacak biçimde döşenmiş renkli taşlarla belirlenmiştir. Daireleri oluşturan taşlarda kırmızı, sarı, yeşil, turuncu ve gri renkler göze çarpmaktadır. Toplam sayıları 16 olan bu dairelerden en büyüğü ortadaki olup muhtemelen imparatorun duracağı yeri gösteren dairedir.
Apsit ve mihrap
Binanın doğu kısmının ucu dışarı taşkın durumda olup üstü yarım kubbeyle örtülü bir apsitle son bulur. Üçüncü Ayasofya, diğer eski Doğu Ortodoks kiliseleri gibi geleneksel olarak Kudüs’e yönelik olarak inşa edilmiştir ve diğer eski Doğu Ortodoks kiliselerinde olduğu gibi absidinin ekseni inşa edildiğinde tam olarak Kudüs yönünü göstermekteydi.
İstanbul’a nazaran Kudüs yönü ile Mekke yönü arasında pek büyük olmayan (birkaç derecelik) bir fark bulunmaktadır. Bu yüzden İstanbul’da camiye çevrilen kiliselerde kıble yönünü göstermek üzere kilisenin absidi içine yapılan mihrap absidin iyice sağına inşa edilirdi. Fakat Ayasofya’da mihrap apsitin çok sağına değil, hafifçe sağına inşa edilmiştir. Çünkü Ayasofya binası tam olarak olması gereken yönde değildir, yani hafifçe Mekke yönüne doğru bir kayma göstermektedir. Bu bir yapım hatası olamayacağına göre, binanın zaman içerisinde, tektonik hareketlerden dolayı hafifçe bir kayma geçirmiş olması düşünülebilir. Cebrâil’in parmağıyla Ayasofya’yı çevirdiğine ilişkin olarak çıkarılmış söylentiler bu husustan kaynaklanmıştır.
Apsitin en üst kısmında, 9. yüzyıla tarihlenen, kucağında çocuğu Yeşua’yı taşıyan, taht üzerinde tasvir edilmiş bir Meryem mozaiği yer alır. Bunun sağında aynı yüzyılda yapılmış, Cebrâil’i tasvir eden bir mozaik bulunur. Meryem mozaiğinin solunda ise, bir deprem sırasında düşmüş bir başka melek mozaiği, muhtemelen Mikâil’i tasvir eden bulunmaktaydı.
Mihrabın her iki yanında 16. yy.’da Kanuni Sultan Süleyman fethettiği Macaristan’daki bir kiliseden getirttiği iki dev kandil bulunmaktadır. Apsitte Bizans döneminde yıkılan pencerelerin yerini Osmanlı döneminde renkli camdan yapılma (vitray), ayetlerle süslü pencereler almıştır. Apsit çevresinde Osmanlı döneminde eklenen yapılar yoğunluk kazanmaktadır. Örneğin apsitin sağında mermerden yapılma minber, solunda Osmanlı sultanının namaz kıldığı hünkar mahfili yer alır. Osmanlı sultanı mahfile özel olarak yapılmış bir galeriden ulaşmaktaydı.
Apsit duvarlarında Kur’an ayetlerini içeren çerçeveler ve içine Allah, Muhammed, Dört Halife ve Halife Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin’in isimleri yazılı olan sekiz yeşil daire bulunur. Bu dairelerin tahtadan yapılma çok daha büyükleri de ana nefin (ana salonun) iç mekânını kuşatacak şekilde asılmışlardır. İsimler her biri 7,5 m yarıçapında olan bu 8 dev panoya hat sanatı tarzında yazılmıştır. Bunlar Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin (1801-1877) eserleridir. 1930’lu yıllarda restorasyon çalışmaları sırasında yerlerinden indirilen bu panolar 1951’de A. Menderes tarafından yeniden yerlerine koydurulmuştur.
Orta nef
Orta nef ya da iç mekân karmaşık bir yapıya sahiptir. 100 x 70 m ölçüsündeki binanın 74.67 x 69.80 m ölçüsündeki orta nefinin (ana salonun) ortasında ağırlığı dört paye (ayak) üzerine oturtulmuş, payelere geçişin pandantiflerle sağlandığı bir ana kubbe yer alır. Ayasofya’nın devrim niteliği taşıyan kubbesi birçok sanat tarihçisinin, mimarın mühendisin özel ilgisini çekmiştir. Daireden dikdörtgene geçiş içbükey üçgen pandantiflerle sağlanır. Bu tür yapılarda daha önce kullanılmamış bu pandantifler estetik bakımdan şık bir şekilde, daireden, yani kubbeden payelerce oluşturulan kare biçimine, hatta yarım kubbeler de sisteme dahil sayılırsa, dikdörtgen biçimine geçişi sağlarlar. Böylece, kubbe pandantifler vasıtasıyla dört büyük kemer üzerine oturur. Bu kemerler de Osmanlı döneminde Mimar Sinan’ın talimatlarıyla istinat duvarlarıyla desteklenmiştir.
Tarih boyunca tamirat gördüğünden kubbe dairesel düzgünlüğünü kaybetmiş ve elips biçimine yaklaşmıştır. Bu yüzden farklı uzunlukta iki yarıçapı vardır. 55.60 m yüksekliğinde ve içten 30.80 - 32.6 m çaplarındaki ana kubbenin ağırlığı doğu ve batısındaki iki yarım kubbeyle hafifletilmiştir. Ana kubbenin güney ve kuzeyde yarattığı baskı ise payandalarla karşılanmıştır. Bir şemsiyenin telleri gibi, kubbenin tepesinden başlayıp kubbe pencereleri arasından geçerek pandantiflere inen 40 kaburga, kubbenin ağırlığının payelere aktarılmasında önemli bir rol oynar. Binanın ağırlığını 40’ı aşağıda, 67’si üst katta olan 107 sütun taşımaktadır. Bu sütunların bir kısmı orta nefin her iki yanında, iki katlı bir dizi oluştururlar. Orta nefin kuzey kenarını oluşturan çift katlı sütun dizisinin üzerindeki duvarda (tympanon) Doğu Ortodoks Kilisesi patriklerinin mozaikleri bulunur. Bunlar çok yüksekte olduklarından dürbünsüz pek iyi görülemezler. Ana mekân, duvarlardaki ve kubbedeki pencerelerden ışık alır.
Mozaiklerle kaplı ana kubbenin ortasında Bizans döneminde Yeşua’yı tasvir eden bir mozaiğin yer aldığı bilinmektedir. Kilise camiye çevrildiğinde diğer insan figürlü mozaiklerin sıvayla kaplanmasına karşın bu mozaik 17. yüzyıl ortalarına açık bırakılmış, 17. yüzyıl ortalarında Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından üzerine "Allahü Nurüssemavat..." diye başlayan ayetin işlendiği bir sıvayla kapatılmıştır. Bununla birlikte mozaiğin 1894 depreminde düşmüş olduğu da iddia edilmektedir.
Ana kubbede hem kubbenin ağırlığını azaltmak, hem de ana mekânın aydınlanmasını sağlamak üzere 40 pencere açılmıştır. Kubbenin mozaiklerini onarmak üzere kurulan 60 ton ağırlığındaki metalik iskele onarım çalışmalarının sürmesi nedeniyle henüz kaldırılamamış olup kubbenin tümüyle görülmesini engellemektedir.
Kubbenin zemine izdüşümü olan çember araştırıldığında, zeminde taşa 40 adet haçın bir çember oluşturacak şekilde kazınmış olduğu görülür. Bu haçların hiçbir sembolik değeri yoktur, mimari bir yöntemin uygulanması için bazı noktaların kesişen iki çizgiyle işaretlenmesinden ibarettir. Bir yapıya kubbe inşa edilmeden önce zemine, inşa edilecek kubbenin çemberi işaretlenir ve daha sonra bu noktalara çekül tutularak kubbe inşa edilir. Bu mimari yöntem günümüzde de uygulanmaktadır; tek fark artık çekül yerine lazerin kullanılmasıdır.
Kubbeden payelere geçişi sağlayan dört pandantif üzerinde Hristiyan melekler hiyerarşisindeki bir melek sınıfını tasvir eden freskler bulunmaktadır. Bunların Kerubi melekleri mi, yoksa Seraphim melekleri mi oldukları konusu kesinlik kazanmamıştır. Bizans’ın erken devirlerinde bunların mozaik olduğu belirtilir, tahrip olduklarında freske çevrilmiş oldukları düşünülmektedir. Üzerleri Osmanlı döneminde hiç kapatılmamış, yalnızca yüzlerine altın yaldızla kaplı oval bir yıldız yerleştirilmiştir. Bu 6 kanata sahip melek fresklerinden ikisinin birkaç yıl önce restore edilmiş olmasına karşın, yağmurun sızması nedeniyle yeniden tahrip oldukları görülmektedir. Bu tahribatın nedeni Bizanslıların yapıda dere kumu yerine deniz kumu kullanmış olmalarıdır. Zira deniz kumu inşaatte kullanılmadan önce suyla yıkansa da, bir miktar tuzu bünyesinde tutmakta ve kumun yapıda kullanılmasından sonra bu tuz, yağmur sularını çekici ve emici bir işlev görmektedir. (Bu tahribat özellikle üst kattaki tavan mozaiklerinde etkili olmuştur.)
Orta nefin iç nartekse yakın kısmında Helenistik Dönemden kalma (MÖ 4. yy.), bektaşi taşından (İng. alabaster) yapılma iki büyük küp bulunmaktadır. Bunlar III. Murad döneminde Bergama’da bulunmuş, Ayasofya’ya getirilerek su içme gereksinimlerini karşılamak üzere kullanılmıştır. Küplerden büyük olanı 1200 litrelik bir kapasiteye sahiptir.
Duvarlardaki boş taş çerçevelerde Bizans döneminde ikonalar bulunmaktaydı. Orta nefte iç nartekse paralel olarak uzanan iki küçük tünelde Ayasofya’nın en eski mozaikleri bulunur. Bunlardan birinde ilk Hristiyanların kullandıkları, Yunan alfabesinin beş harfini içeren sekiz dilimli daire sembolü bulunur.
Kuzey nefi
Kuzey nefinde ziyaretçilerin ilgisini çeken tek şey, nefin batı ucunda bulunan, beyaz mermerden yapılma kare biçimli sütundur. "Terleyen sütun" olarak adlandırılan ve hakkında kaynaksız sayısız rivayet bulunan bu sütun, günümüzde dilek dileme yeri durumuna gelmiştir. Dilek dilemek isteyenler elinin başparmağını sütundaki deliğe sokup elleriyle bir daire çizerler. Delik günümüzde sütuna geçirilmiş bronz bir plakanın ortasında yer almaktadır.
Çıkış
Üst kata çıkılmayıp binadan dışarı çıkılmak istendiğinde iç narteksin güney ucundaki kapıdan çıkılır. Bu çıkış kapısının üzerine yerleştirilmiş bir ayna oraya, çıkış yönünde ilerleyen ziyaretçileri, arkalarında kaldığından göremedikleri bir mozaiğin daha bulunduğu konusunda uyarmak üzere yerleştirilmiştir. 10. yüzyıldan kalma bu mozaik, Fossati tarafından 1849'da keşfedilip tekrar kapatılmış, 1933-1934 yıllarında Byzantine Institute of America kurumundan Thomas Whittemore tarafından temizlenmiştir. Mozaikte ortada çocuğuyla birlikte Meryem yer alır. Meryem değerli taşlarla süslü bir tahttadır. Koyu lacivert bir kaphoriun giyen Meryem’in başörtüsünün kenarlarında altın yaldızlı bir şerit, alnında ve omuzlarında da altın yaldızlı haç bulunmaktadır. Olgun bir insanın yüz hatlarıyla tasvir edilen "çocuk İsa" sağ eliyle vaftiz işareti yapmakta ve sol elinde "malik olma"yı simgeleyen bir rulo tutmaktadır. Solda Üçüncü Ayasofya’yı inşa ettiren I. Justinianus Meryem’e Ayasofya’nın bir maketini sunar halde tasvir edilmiştir. Bu Ayasofya maketinde kubbenin üzerinde bir haç bulunduğu görülmektedir. Sağda ise Konstantinopolis’in kurucusu sayılan Roma imparatoru Büyük Konstantin Meryem'e surlarla çevrili Konstantinopolis’in bir maketini sunar halde tasvir edilmiştir. Adı Bizans alfabesiyle yukarıdan aşağı doğru yazılmıştır. Meryem'in tahtının zeminini oluşturan mozaik taşlarının yapımında gümüş kullanılmıştır.
Çıkışta yer alan, artık kapatılamayan bronz kapı, dünyanın en eski kapılarından biri sayılmaktadır. MÖ II. yüzyıla ait bu kapı Ayasofya’ya Tarsus’taki bir tapınaktan getirilmiştir. Ayasofya’nın zemini Bizans dönemindeki bir depremden sonra bir miktar (30-35 cm) yükseltilmek zorunda kalınmıştır. Bu yüzden bu kapı iptal edilerek yerine yenisi yapılmış, fakat eski kapı başka yere götürülmeyerek orada bırakılmıştır. Bu sayede kapının alt kısmında Ayasofya’nın 6. yüzyıla ait zemini görülebilmektedir.
Üst kat
Üst kata alt kattaki iç narteksin batı ucunda yer alan bir kapıdan geçilerek irili ufaklı taşlarla "arnavut kaldırımı" tarzında döşenmiş bir rampadan çıkılır. Sarmal bir biçimdeki rampa 7 halka yaparak üst kata ulaşır. Bu rampa imparatoriçenin tahtıyla sarsılmadan taşınmasına merdiven basamaklarına kıyasla büyük bir kolaylık sağlamaktaydı. Rampa duvarlarında yer yer eski tuğla kemerler görülür. Bizans döneminde de Osmanlı döneminde de üst kat daima kadınlara ayrılmıştı. Üst katta da alt katta olduğu gibi,|250px güney (sağda) ve kuzey nefleri bulunur. Bu iki nef birlikte bir "at nalı" biçimini oluştururlar. Güney üst nefine sağda yer alan (alt kattaki narteksin üzerinde bulunan) bir galeriden geçilerek ulaşılır.
Güney üst nefi (tribünü)
Törenleri izlemek üzere Ayasofya’ya gelen imparatoriçe, üst kata çıkarılır, törenleri maiyetindekilerle birlikte, üst katın güney nefindeki "imparatoriçe locası"ndan izlerdi. İmparatoriçe locasından günümüze ulaşan kısımlar mermer başlıklı iki küçük yeşil porfirden yapılma sütun ve zemindeki, imparatoriçenin tahtının konacağı yeri göstermek üzere yerleştirilmiş dairesel yeşil porfir taşından oluşur. Bu yeşil daire, omphaliondaki daireler gibi yapılmıştır. Buradan binanın alt katı ve iç mekânına hakim bir bakış açısı elde edilebilmektedir.
Üst katın neflerinde tavanı kaplayan, insan figürü içermeyen mozaikler Osmanlı döneminde yağmur suyundan tahrip olduğundan, 19. yüzyılda Osmanlı sultanı Abdülmecid bunları onarılmasını emretmişti. Fakat mozaik sanatı 19. yüzyılda unutulmuş bir sanat durumuna geldiğinden İtalyan Fossati kardeşler sultana bunları onaramayacaklarını belirtip başka bir çözüm önerisinde bulundular: Çok tahrip olan mozaikler sıvayla kaplandı ve altta kalan mozaik motifleri bu sıva üzerine resmedildi. Bazı sütunların üst kısımlarındaki kemerlerde sıvayla kaplanmamış mozaikler hâlen görülebilir durumdadır. Fakat yer yer nemden dolayı orijinal renklerini kaybetmişlerdir. Ayrıca yer yer dökülen veya altta mozaik olup olmadığı anlaşılmak üzere kasten açılmış sıvalar altından da eski mozaikler görülebilmektedir. Fossati kardeşlerin üst kattaki tavan mozaiklerini kaplamadan önce tüm mozaiklerin kopyalarını kâğıtlara çıkardıkları bilinmekteyse de, yanlarında götürdükleri bu kâğıtların günümüzde nerede oldukları bilinmemektedir.
İmparatoriçe locasının az ilerisinde, üzerlerindeki anahtar kabartmalarından dolayı "cennet ve cehennem kapısı" olarak adlandırılan, vaktiyle bir kapı içerdiği sanılan, duvarlara sabitlenmiş iki mermer blok görülür. Bu bloklar üzerinde yaşam ağacı, balık gibi semboller içeren küçük kabartmalar bulunur. Kilise temsilcileri synod adı verilen toplantıların yapılacağı odaya gitmek üzere bu kapıdan geçerlerdi.
Buradan geçildikten sonra sağ tarafta yer alan duvarda, 12. yüzyıldan kalma (1261'de yapıldığı sanılan), "deisis" ('Δέησις') olarak adlandırılan, Yeşua’nın Kıyamet Günü insanlık için Tanrı’dan niyaz dilemesini simgeleyen bir mozaik bulunur. Alt kısmı yok olmuş bu büyük mozaikte ortada Yeşua, sağda Vaftizci Yuhanna (Yahya), solda ise Meryem görülür. Yeşua’nın sağ eli, alt kattaki iç nartekste yer alan mozaikte de görüldüğü gibi, "vaftiz işareti" denilen bir halde tasvir edilmiştir (başparmağın ucu "kalbe giden yol"la ilişkilendirilen yüzük parmağına temas eder haldedir). Bu mozaiğin muhtemelen diğer çeşitli Doğu Ortodoks kiliselerinde taklit edilmeye çalışılan bir özelliği, Yeşua’nın yüzünün sağ ve sol yarılarının birbirlerinden farklı olarak tasvir edilmiş olmasıdır. Bu fark, sağ ve sol gözlerde de görülür. Bir yapım hatası olmayan bu özellik, Leonardo da Vinci’nin ünlü eserinde de görülmekle birlikte, Ayasofya’daki bu mozaik 12. yüzyılda yapılmış olduğundan Vinci’nin eserinden daha eskidir. Mozaiği yapan sanatçı Yeşua’nın yüz kısmına öyle bir özellik kazandırmıştır ki, mozaikten Kudüs yönüne doğru 10-15 metre kadar yürünerek geri dönüp bakıldığında hem Yeşua’nın yüzünün iki yarısı simetrik hale gelir, hem de Yeşua’nın gözleri o konumdaki kişiye bakar bir vaziyet alır. Bu mozaik Bizans resim sanatında rönesansın başlangıcı olarak ele alınır. Üst katın bu kısmında sağda, zeminde Venedik Cumhuriyeti’nin kör hükümdarı Dandolos’un mezarı yer alır.
Güney üst nefinin doğu ucunda, sağda binanın eğrilmeye maruz kalışının açık bir göstergesi olan, Piza kulesi gibi eğrilmiş bir sütun bulunur. Solda ise yine alt kısımları tahrip edilmiş iki mozaik yer alır. 1122’de yapılmış olan ilk mozaikte ortada çocuğuyla Meryam Ana, solda, elinde bir para kesesi tutan Bizans imparatoru II. Ioannes (Johannes) Komnenos, sağda eşi İren görülür. Mozaiğin 90 derece açı yaparak yan duvarda (payede) devam eden kısmında imparatorun veremden ölen oğlu Aleksios tasvir edilmektedir. İmparator ve eşi oğullarının genç yaşta ölmesinden sonra çocuklar için ücretsiz bir hastanenin açılmasını finanse etmişlerdir.
11. yüzyıldan kalma diğer mozaikte ortada Yeşua yer alır. Bizans mozaik sanatında genellikle, Yeşua baştaki haleye bir haç iliştirilerek tasvir edilir ve ayrıca mozaiklere kimlikleri açıklayıcı yazılar eklenir. Bu bakımdan Bizans mozaiklerinde kimliklerin teşhis edilmesinde zorluk çekilmez. Mozaikte sağda imparatoriçe Zoi yer alır. Zoi, kocalarının ölümünden dolayı üç kez evlenmiş ve üç imparatora eşlik etmiştir. Her evlendiğinde mozaikteki imparatoru ve adını değiştirmek gerektiğinden, sanatçı mozaikteki imparatorun vücudunu tümüyle değiştirmek yerine yerine yalnızca kafayı ve kim olduğunu açıklayan yazıyı değiştirmek yoluna gitmiştir. Bu yüzden mozaikte imparatorun kafasının ve adının çevresinde kazınma izleri görülmektedir. Mozaikteki son kocası imparator IX. Konstantinos’tur. O da elinde bir para kesesi tutar halde tasvir edilmiştir.
Bu mozaiğin solundaki girintide yer alan, süslemeli tarzda boşluklar açılarak oyulmuş mermer blokun üzerinden bakıldığında, tam karşıda, absidin üst kısmı ile yarım kubbe arasındaki kemerde görülen, bir kanadın alt ucunu ve ayak kısmını gösteren mozaik parçaları vaktiyle burada bir melek mozaiğinin bulunduğu izlenimini vermektedir. Muhtemelen bir deprem sırasında düşmüş olmalıdır. Mermer bloktan hafifçe sağa doğru bakıldığında ise absidin üst kısmında yer alan, kucağında çocuğunu taşıyan Meryem mozaiği alt kattan görülme derecesine kıyasla daha iyi ve daha yakından görülebilmektedir. 9. yüzyıla tarihlenen, Meryem’i taht üzerinde tasvir eden bu mozaikte, tahtın üzerindeki minderlerde pik (maça) sembolleri bulunur. Yeşua’nın giysisinin sarı renkte parlayan mozaik taşlarının yapımında altın, beyaz renkte parlayan kısımlarının yapımında gümüş kullanılmıştır.
Kuzey üst nefi
Kuzey üst nefinde günümüzde Ayasofya’nın mozaiklerinin ve çeşitli kısımlarının büyük boy fotoğrafları sergilenmektedir. Bu nefin sağ tarafında kuytuda kalan bir duvarda imparator Aleksandros’un (912-913) mozaiği bulunur. Mozaik Ernest J. W. Underwood gözetiminde Bizans Enstitüsü tarafından temizlenmiştir. İmparator Aleksandros’un eşcinsel olduğu ve özel yaşamına önem verebilmesi için imparatorluğun yönetimini kardeşi VI. Leon’a bıraktığı belirtilir.
Nefin doğu ucundaki bitiminde, solda aşağı kata iniş rampası bulunur, sağda ise, güney nefinin ucundaki girintinin simetriği tarzında bir girinti yer alır. Buradan bakıldığında tam karşıda, absidin üst kısmı ile yarım kubbe arasındaki kemerde Cebrâil’i tasvir eden mozaik görülür. Mozaik buradan, alt kattan görülme derecesine kıyasla daha iyi ve daha yakından görülebilmektedir. 9. yüzyıla tarihlenen bu mozaikte kanatlarıyla tasvir edilmiş başmeleklerden Cebrâil, sol elinde bir küre tutar halde tasvir edilmiştir. Bu kürenin dünyayı temsil ettiği sanılmaktadır. Fakat mozaiğin dünyanın yuvarlak olduğunun bilinmediği 9. yüzyılda yapılmış olduğu göz önüne alınırsa, sanatçının hangi bilgiye dayanarak dünyayı yuvarlak temsil etmiş olması düşündürücü, ilginç bir konu oluşturmaktadır.
Absiddeki Meryem mozaiği buradan da görülmektedir. Bu mozaiğin öteki nefin bitimindeki girintiden görülmesine kıyasla buradan görülmesinin tek farkı, buradan Meryem ve Yeşua’nın bakışlarının düşmüş olduğu sanılan melek mozaiğine yönelmiş olduklarının fark edilebilmesidir.
Mozaikler
Tonlarca altının kullanıldığı Ayasofya mozaiklerinin yapımında altının yanı sıra, gümüş, renkli cam, pişmiş toprak ve renkli mermer gibi taş parçaları kullanılmıştır. 726’da III. Leo’nun tüm ikonaların yok edilmesi emriyle, tüm ikona ve heykeller Ayasofya’dan kaldırılmıştır. Dolayısıyla Ayasofya’da günümüzde görülen, surat tasvirleri içeren mozaiklerin hepsi ikonoklazm dönemi sonrasında yapılan mozaiklerdir. Bununla birlikte Ayasofya’da surat tasviri içermeyen mozaiklerden az bir kısmı 6. yüzyılda yapılan ilk mozaiklerdir.
1453’te kilise camiye dönüştürüldükten sonra insan figürleri içerenlerin bir kısmı ile ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiştir. İstanbul’u ziyaret eden 17. yüzyıl gezginlerinin raporlarından Ayasofya’nın camiye çevrilmesini izleyen ilk yüzyıllarda insan figürü içermeyenler ile içerenlerden bir kısmının sıvayla kaplanmadan bırakılmış oldukları anlaşılmaktadır. Ayasofya mozaiklerinin tamamen kapatılması 842’de ya da 18. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşmiştir. 1755’te İstanbul’a gelen Baron De Tott artık tüm mozaiklerin badana altında kalmış olduğunu belirtmiştir.
Sultan Abdülmecid’in isteği üzerine 1847 ile 1849 yılları arasında Ayasofya’da çeşitli restorasyon çalışmaları yapan ve sultandan restorasyon sırasında keşfedilebilecek mozaikleri belgeleme iznini alan Fossati kardeşler, mozaiklerin sıvalarını kaldırıp desenlerini belgelerine kopyaladıktan sonra mozaikleri tekrar kapatmışlardır. Bu belgeler günümüzde kayıptır. Buna karşılık, o yıllarda Alman hükûmetince onarım için gönderilen mimar W. Salzenberg bazı mozaiklerin desenlerini de çizmiş ve yayımlamıştır.
Sıvayla kaplı mozaiklerin büyük bir kısmı 1930’larda Byzantine Institute of America adlı kurumun bir ekibi tarafından açılmış ve temizlenmiştir. Ayasofya’nın mozaiklerinin açılması ilk kez 1932’de Byzantine Institute of America kurumunun başındaki Thomas Whittemore tarafından gerçekleştirilmiş olup ilk gün ışığına çıkarılan mozaik "imparator kapısı" üzerindeki mozaik olmuştur.
Doğudaki yarım kubbe üzerindeki sıvanın bir kısmının bir süre önce düşmesi sayesinde bu yarım kubbeyi örten sıvanın altında mozaiklerin bulunduğu anlaşılmıştır.
Avlu
Alt kattaki çıkış kapısından avluya çıkıldığında görünen, erkeklerin abdest gereksinimini karşılamak üzere inşa edilmiş şadırvan, I. Mahmud döneminde eklenmiştir. Sol taraftaki kapı türbelere açılır. Ayasofya Müzesi’ne ait türbeler, II. Selim’in, III. Murad’ın, III. Mehmed’in, Sultan Mustafa’nın, Sultan İbrahim’in ve şehzadelerin türbeleridir. Türbeler artık ziyarete açılmıştır. Bu türbelerden birinde yürütülen restorasyon çalışmaları sonucu bilinen en büyük boyutlu, Bizans döneminin 6. yüzyıl öncesi erken Hristiyanlık dönemine ait vaftiz havuzu ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca, genellikle konserlerde açılan Aya İrini Müzesi de Ayasofya Müdürlüğüne bağlıdır. Avludaki hem taş hem tuğla kullanılarak inşa edilmiş yapı ise Osmanlı döneminde eklenmiş, çocukların Kur'an eğitimi için kullanılmış sıbyan mektebidir. Avluyu çevreleyen diğer binalar müze müdürlüğünün personelince çalışma amaçlı kullanılmaktadır.
Görseller
Ayrıca bakınız
Gli
Küçük Ayasofya Camii
Kariye Camii
Camiye çevrilen kiliseler listesi
Notlar
Dipnotlar
Kaynak notları
Kaynakça
Konuyla ilgili yayınlar
Mainstone, Rowland J. (1997). Hagia Sophia: Architecture, Structure, and Liturgy of Justinian's Great Church (reprint edition). W W Norton & Co Inc.. ISBN 0-500-27945-4
Hagia Sophia Church, also known as Church of Holy Wisdom.
Akṣit, Ilhan. Hagia Sophia. Akṣit Kültür ve Turizm Yayincilik. ISBN 975-7039-07-1
Turner, J., Grove Dictionary of Art, Oxford University Press, USA; New Ed edition (January 2, 1996); ISBN 0-19-517068-7
H. Veli Yenisoğancı, L. Suat Kongaz,Ali Kılıçkaya, Saadet Barutçu, Süleyman Eskalen, Müjgan Harmankaya, Nilay Yılmaz, Tahsin Aydoğmuş, Ozan Sağdıç. Ayasofya-Müzeler Rehberi, Ankara, ISBN 975-387-042-6
Estambul, REVAK, İstanbul, ISBN 975-6671-04-1
Bordewich, Fergus M., "A Monumental Struggle to Preserve Hagia Sophia" , Smithsonian magazine, December 2008
AKTUEL-Temmuz-Eylül / July-September 2008/No.26
Critique (revue), Byzance - Istanbul. Seuil, 1992
A Vision for Empires (Ayasofya: İmparatorluklara Yaraşır Bir Görü) Cyril Mango ve Ahmet Ertuğ Ertuğ&Kocabıyık Yayınları
Dış bağlantılar
Müzeler Genel Müdürlüğü'nin sitesinde Ayasofya
T.C. İstanbul Valiliği (Harika İstanbul) | Ayasofya Müzesi ve tanıtımı
Ayasofya'nın uydudan görünüşü, Google Haritalar
Kültür ve Turizm Bakanlığı | Ayasofya Sanal Turu
Ayasofya'nın tarihi ve yapısı hakkında .
İnteraktif zemin planı.
Ecumenical Patriarchate | Ayasofya fotoğrafları
Ayasofya'nın tarihi ve fotoğrafları
Ayasofya-Tarihi Bilgiler ve fotoğraflar
Suha Arın'ın Ayasofya belgeseli
Ayasofya Barış Müzesi
Deesis Mosaic of Christ | Güney galerisi .
İstanbul'daki camiye çevrilen kiliseler
Kubbeler
İstanbul'un Tarihî Alanları
Fatih'teki camiler
Konstantinopolis kilise ve manastırları
İstanbul'daki Bizans kiliseleri
I. Justinianus döneminde yapılar
6. yüzyılda tamamlanan kiliseler
537'de kurulan oluşumlar
530'larda mimarlık
1934'te kurulan müzeler
Türkiye'deki eski müzeler
Türkiye'deki taş camiler
Türkiye'deki taş kiliseler |
1417 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Uzunluk%20birimi | Uzunluk birimi | Uluslararası Ölçüm Sisteminin uzunluk birimi metredir ve kısaca "m" ile gösterilir. Günümüzde "1 metre", ışığın boşlukta 1/299.792.458 saniyede aldığı yol olarak tanımlanmıştır. Bu çağdaş tanım günümüzde dünyanın çeşitli laboratuvarlarında yapılabilen hassas ölçümlerin birbirleriyle karşılaştırılabilmesi amacıyla kabul edilmiştir.
Standart birimler
<table align="right" cellpadding="3" cellspacing="3" border="1">
''adı
Kısaltma
Büyüklük
yotta (yotta)
Ym
1 000 000 000 000 000 000 000 000 m
</tr>
zetta (zetta)
Zm
1 000 000 000 000 000 000 000 m
eksa (exa)
Em
1 000 000 000 000 000 000 m
peta (peta)
Pm
1 000 000 000 000 000 m
tera (tera)
Tm
1 000 000 000 000 m
giga (giga)
Gm
1 000 000 000 m
mega (mega)
Mm
1 000 000 m
kilo (kilo)
km
1 000 m
hekto (hecto)
hm
100 m
deka (deca)
Dam
10 m
metre (meter)
m
1 m
desi (deci)
dm
1/10 m
santi (centi)
cm
1/100 m
mili (milli)
mm
1/1 000 m
mikro (micro)
μm
1/1 000 000 m
nano (nano)
nm
1/1 000 000 000 m
piko (pico)
pm
1/1 000 000 000 000 m
femto (femto)
fm
1/1 000 000 000 000 000 m
atto (atto)
am
1/1 000 000 000 000 000 000 m
zepto (zepto)
zm
1/1 000 000 000 000 000 000 000 m
<tr>
yokto (yocto)
ym
<td bgcolor="#ffffff">1/1 000 000 000 000 000 000 000 000 m
</table>
Diğer birimler
Gerek bir metrenin çeşitli uzaklık ve büyüklükleri ölçmekte çok büyük ya da çok küçük gelmesi, gerekse tarihsel ve geleneksel nedenlerle kullanılan birçok başka uzunluk birimi de vardır. Bu birimlerin bazıları ve metre olarak karşılıkları aşağıda verilmiştir.
Kimya ve atom fiziğinde kullanılan birimler
(Parantez içinde birimlerin sıkça kullanılan kısaltmaları verilmiştir)
Gökbilim ve gökfiziğinde kullanılan birimler
(Parantez içinde birimlerin sıkça kullanılan kısaltmaları verilmiştir)br />
Osmanlı dönemi birimleri
Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri'nde kullanılan birimler
(Parantez içinde birimlerin İngilizce isimleri ve sıkça kullanılan kısaltmaları verilmiştir)<table border="0" cellspacing="2" cellpadding="2">1 parmak (inch; in)= 0,025 4 m= 2.54 cm<tr>1 ayak (foot; ft)= 12 in = 30.48 cm</td></tr>1 yarda (yard; yd)= 3 ft= 0.9144 m1 mil (mile; mi)= 1 760 yd= 1 609.344 m1 deniz mili (nautical mile; nm)= 1 852 m</table>
Basım işlerinde kullanılan birimler
(TeX programının ölçüleri esas alınmıştır. Parantez içinde birimlerin İngilizce isimleri ve kısaltmaları verilmiştir)
Diğer kullanılan temel birimler
1 m³ (metreküp) = 1000 l (litre)
1 ha (hektar) = 10000 m² (metrekare)
1 da (dekar) = 1000 m² (metrekare)
1 km² (kilometrekare) = 100 ha (hektar)
Dış bağlantılar
Birim çevirme sayfası (İngilizce)
A Dictionary of Units of Measurement |
1419 | https://tr.wikipedia.org/wiki/7%20May%C4%B1s | 7 Mayıs |
Olaylar
558 - Ayasofya'nın kubbesi çöktü. I. Justinianus, kubbenin onarılma emrini verdi.
1429 - Jeanne d'Arc İngilizler’den Orléans’ı alır; bu, Yüz Yıl Savaşları’nın seyrinde bir dönüş işaretidir.
1682 - Deli Petro, Rus Çarı oldu.
1824 - İşitme duyusunu yitiren Beethoven, Viyana'da 9. senfoniyi ilk kez sundu.
1830 - Osmanlı-Amerikan Ticaret ve Dostluk Antlaşması imzalandı.
1832 - Yunanistan Krallığı kuruldu.
1867 - Alfred Nobel, dinamitin patentini aldı.
1901 - Sankt-Peterburg'da işçiler ile Çarlık Polisi ve askeri birlikleri arasında çatışma başladı. Bu olay Obukhov Savunması olarak anılmaktadır.
1915 - İngiliz transatlantiği Lusitania, I. Dünya Savaşı sürerken Atlas Okyanusu'nda bir Alman denizaltısı tarafından batırıldı. 20 dakikada batan gemideki, 1959 yolcudan 1198'i öldü. Bu olay, ABD'yi Almanya aleyhine çevirdi.
1921 - Türkiye Muallimler ve Muallim Cemiyetleri Birliği kuruldu.
1924 - İstanbul'da Cumhuriyet gazetesi yayımlanmaya başladı.
1925 - Hüseyin Cahit Yalçın, Ankara İstiklal Mahkemesince Çorum'da müebbet sürgüne mahkûm edildi.
1945 - II. Dünya Savaşı: Alman General Alfred Jodl, Reims’de Almanya'nın Müttefik Devletler'e kayıtsız teslim olma şartlarını imzaladı. Belge ertesi gün yürürlüğe girdi.
1954 - Vietnam'da, Viet Minh kuvvetleri, Dien Bien Phu'da Fransızları yenilgiye uğrattı.
1958 - Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker, 8 ay yatmak üzere cezaevine girdi.
1973 - Muş Milletvekili Nermin Çiftçi, ilk kadın Meclis Başkanvekili seçildi.
1978 - Çevreciler, İskoçya'da bir nükleer santral inşaat alanını işgal ettiler.
1979 - İran'ın yeni lideri Humeyni, evlenme yaşını kızlarda 13'e, erkeklerde ise 15'e indirdi.
1981 - 1980 yılında müteahhit Nuri Yapıcı'yı ve MHP İzmir il sekreteri eczacı Turan İbrahim'i öldüren sol görüşlü militanlar Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun ve Necati Vardar, ölüm cezasına çarptırıldı.
1983 - İstanbul Laleli'deki Washington Oteli'nin çay ocağında, tüpgaz patlaması sonucu yangın çıktı. Çoğu, Yunan ve Avustralyalı 37 kişi öldü.
1988 - Abdi İpekçi cinayeti ile Papa Suikastında adı geçen Oral Çelik, Fransa'da yakalandı.
1990 - İlk özel televizyon kanalı olan Magic Box şirketinin Star 1 televizyonu, test yayına başladı.
1995 - Fransa'da sağın adayı Jacques Chirac, Cumhurbaşkanı seçildi.
1997 - İstanbul'da Yenikapı Mevlevihanesi yandı.
1998 - Apple, IMac'i piyasaya sundu.
1998 - Mercedes-Benz, 40 milyar dolara Chrysler'ı satın aldı ve DaimlerChrysler ortaya çıktı.
Doğumlar
165 - Julia Maesa, Roma eyaleti Suriye'deki Emesa kentinin (günümüzde Humus) baş tanrısı ve güneş tanrısı Heliogabalus'un rahibi Julius Bassianus'un kızı ve Roma İmparatoru Elagabalus'un büyük annesi (ö. 224)
1553 - Albrecht Friedrich, 1568'den ölümüne kadar Prusya Dükü (ö. 1618)
1711 - David Hume, İskoç filozof, ekonomist ve tarihçi (ö. 1776)
1745 - Carl Stamitz, Alman besteci (ö. 1801)
1748 - Olympe de Gouges, Fransız feminist yazar (ö. 1793)
1833 - Johannes Brahms, Alman besteci (ö. 1897)
1840 - Pyotr İlyiç Çaykovski, Rus müzisyen (ö. 1893)
1861 - Rabindranath Tagore, Hint yazar ve Nobel Edebiyat Ödülü sahibi (ö. 1941)
1892 - Josip Broz Tito, Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti Devlet Başkanı ve Mareşal (ö. 1980)
1901 - Gary Cooper, Amerikalı sinema oyuncusu ve En İyi Erkek Oyuncu Akademi Ödülü sahibi (ö. 1961)
1911 - Rıfat Ilgaz, Türk yazar (Hababam Sınıfı eserinin yazarı) (ö. 1993)
1919 - Eva Perón, Arjantinli siyasetçi ve Arjantin Devlet Başkanı Juan Domingo Perón'un eşi (ö. 1952)
1923 - Abdurrahman Palay, Türk tiyatro ve sinema oyuncusu, seslendirme sanatçısı, yönetmen ve senarist (ö. 2002)
1923 - Anne Baxter, Amerikalı aktris ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Akademi Ödülü sahibi (ö. 1985)
1927 - Ruth Prawer Jhabvala, Alman senarist ve roman yazarı (ö. 2013)
1939 - Sidney Altman, Kanadalı-Amerikalı biyokimyacı ve Nobel Kimya Ödülü sahibi (ö. 2022)
1939 - Ruggero Deodato, İtalyan film yönetmeni, senarist ve aktör (ö. 2022)
1939 - Ruud Lubbers, Hollandalı siyasetçi (ö. 2018)
1943 - Peter Carey, 2001 Man Booker Ödülü'nü kazanan Avustralyalı yazar
1946 - Michael Rosen, İngiliz çocuk romancısı, şair ve 140 kitabın yazarı
1951 - Sevim Çizer, Türk seramik sanatçısı
1953 - Müslüm Gürses, Türk şarkıcı ve oyuncu (ö. 2013)
1956 - Jan Peter Balkenende, Hollandalı politikacı
1956 - Parla Şenol, Türk sinema ve tiyatro sanatçısı
1965 - Owen Hart, Kanadalı profesyonel Amerikan güreşçisi (ö. 1999)
1965 - Norman Whiteside, Kuzey İrlandalı eski futbolcu
1966 - Jes Høgh, Danimarkalı futbolcu
1967 - Martin Bryant, Avustralyalı katil
1968 - Traci Lords, Amerikalı oyuncu, yapımcı, porno yıldızı, yazar, yönetmen ve müzisyen
1971 - Cemil Demirbakan, Türk müzisyen ve Yüksek Sadakat grubunun eski solisti
1971 - Thomas Piketty, Fransız ekonomist
1972 - Peter Dubovský, Slovak eski futbolcu (ö. 2000)
1973 - Paolo Savoldelli, İtalyan eski yol bisikleti yarışçısı
1974 - Ian Pearce, İngiliz eski millî futbolcu
1974 - Dave Steele, Amerikalı yarışçı (ö. 2017)
1976 - Berke Hatipoğlu, Türk müzisyen, besteci, söz yazarı ve mimar (Redd grubunun gitaristi)
1976 - Dave van den Bergh, Hollandalı futbolcu
1976 - Ayelet Şaked, İsrailli bilgisayar mühendisi, siyasetçi ve bakan
1977 - Marko Miliç, Sloven basketbolcu
1978 - Shawn Marion, Amerikalı basketbolcu
1981 - Musa el-Ömer, Suriyeli gazeteci
1984 - Kevin Steen, Kanadalı profesyonel güreşçi
1987 - Jeremy Menez, Fransız futbolcu
1995 - Seko Fofana, Fransız futbolcu
1998 - MrBeast, Amerikalı YouTuber, iş insanı ve hayırsever
1999 - Simay Barlas, Türk oyuncu
Ölümler
833 - İbn-i Hişam, Arap tarihçi, dil ve neseb bilgini
973 - I. Otto, Kutsal Roma imparatoru (d. 912)
1014 - III. Bagrat, Bagrationi hanedanınından Gürcü kral (d. 960)
1166 - I. Guglielmo, Sicilya kralı (d. 1120)
1539 - Guru Nanak Dev, Sihlerin ilk gurusu (d. 1469)
1617 - David Fabricius, Friz Amatör astronom, kartograf ve teolog (d. 1564)
1682 - III. Fyodor Rusya Çarı (d. 1661)
1718 - Mary, II ve VII. James’in (1633-1701) ikinci eşi olarak İngiltere, İskoçya ve İrlanda kraliçesi (d. 1658)
1800 - Niccolo Piccinni, İtalyan besteci (d. 1728)
1804 - Cezzar Ahmed Paşa, Osmanlı Beylerbeyi (d. 1708)
1825 - Antonio Salieri, İtalyan besteci (d. 1750)
1840 - Caspar David Friedrich, Alman ressam (d. 1774)
1851 - Johann Benckiser, Alman iş insanı (d. 1782)
1899 - Esma Sultan, Abdülaziz'in kızı (d. 1873)
1925 - William Lever, İngiliz sanayici, hayırsever ve politikacı (d. 1851)
1940 - Louis Allyn, Amerikalı kimyager (d. 1874)
1940 - George Lansbury, İngiliz İşçi Partisi lideri (1931-1935) (d. 1859)
1941 - James George Frazer, İskoç insan bilimci, yazar ve halk bilimci (d. 1854)
1943 - Ali Fethi Okyar, Türk asker ve siyaset adamı (d. 1880)
1951 - Warner Baxter, Amerikalı oyuncu (d. 1889)
1975 - Johannes Krüger, Alman mimar (d. 1890)
1978 - Mort Weisinger, Amerikalı dergi ve çizgi roman editörü (d. 1915)
1986 - Gaston Defferre, Fransız siyasetçi (d. 1910)
1986 - Haldun Taner, Türk yazar (d. 1915)
1990 - Mustafa Hazım Dağlı, Türk siyasetçi (d. 1906)
1998 - Allan MacLeod Cormack, Güney Afrika Cumhuriyeti doğumlu Amerikalı fizikçi (d. 1924)
2000 - Douglas Fairbanks, Jr., Amerikalı aktör (d. 1909)
2010 - Adele Mara, Amerikalı oyuncu, şarkıcı ve dansçı (d. 1923)
2011 - Seve Ballesteros, İspanyol golfçü (d. 1957)
2011 - Willard Boyle, Kanadalı Fizikçi (d. 1924)
2011 - Gunter Sachs, Alman fotoğrafçı ve yazar (d. 1932)
2012 - Jules Bocandé, Senegalli eski millî futbolcu ve teknik direktör (d. 1958)
2012 - Eva Louise Rausing, Amerikalı fizyoterapist ve iş insanı (d. 1964)
2013 - Ray Harryhausen, Amerikalı özel efekt sanatçısı ve film yapımcısı (d. 1920)
2013 - Yalçın Kayışçı, Türk ressam ve iş insanı (d. 1932)
2013 - Teri Moïse, Amerikalı kadın şarkıcı (d. 1970)
2013 - Peter Rauhofer, Avusturya asıllı Amerikalı DJ, rapçi ve müzisyen (d. 1965)
2013 - Gül Yalaz, Türk sinema ve dizi oyuncusu (d. 1939)
2013 - İbrahim Yazıcı, Türk siyasetçi ve Bursaspor Kulübü'nün 13. Başkanı (d. 1948)
2014 - Anthony Genaro, Amerikalı dizi, sinema ve karakter oyuncusu (d. 1942)
2014 - Nazım Kıbrısî, Türk mutasavvıf ve Nakşibendi Tarikatı şeyhi (d. 1922)
2017 - Levon Panos Dabağyan, Ermeni asıllı Türk araştırmacı-yazar (d. 1933)
2017 - Gulam Rıza Pehlevi, İran'da hüküm süren Pehlevî Hanedanı'nın bir üyesidir. Rıza Şah'ın oğlu ve Muhammed Rıza Şah'ın kardeşidir (d. 1923)
2017 - Hugh Thomas, İngiliz tarihçi ve akademisyen (d. 1931)
2017 - Hubertus Antonius van der Aa, Hollandalı mikolog ve botanikçi (d. 1935)
2018 - Cevat Ayhan, Türk makine mühendisi ve siyasetçi (d. 1938)
2018 - Ermanno Olmi, İtalyan yönetmen (d. 1931)
2018 - Maurane (doğum adı: Claudine Luypaerts), Frankofon Belçikalı şarkıcı ve oyuncu (d. 1960)
2018 - Salih Mirzabeyoğlu, Kürt asıllı Türk şair ve yazar (İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi (İBDA/C) örgütü lideri) (d. 1950)
2018 - Jesús Kumate Rodríguez, Meksikalı hekim ve siyasetçi (d. 1924)
2019 - Vicente Yap Emano, Filipinli siyasetçi (d. 1943)
2019 - Te Wharehuia Milroy, Yeni Zelandalı akademisyen ve eğitimci (d. 1937)
2019 - Adam Svoboda, Çek buz hokeyi oyuncusu ve antrenör (d. 1978)
2019 - Jean Vanier, Kanadalı Katolik düşünür (d. 1928)
2019 - Michael Wessing, Alman cirit atma sporcusu (d. 1952)
2020 - Bourbon-Parma Prensesi Diana Margherita, Fransız-İspanyol Kraliyet Ailesi üyesi olan prenses ve aristokrat (d. 1932)
2020 - Daniel Cauchy, Fransız sinema oyuncusu ve yapımcı (d. 1930)
2020 - Joyce Davidson, Kanada ve ABD'de TV sunucusu ve yapımcı (d. 1931)
2020 - İbrahim Gökçek, Türk müzisyen (d. 1980)
2020 - Daisy Lúcidi, Brezilyalı aktris, dublaj sanatçısı ve siyasetçi (d. 1929)
2020 - Richard Sala, Amerikalı çizgi roman sanatçısı, yazar ve animatör (d. 1955)
2021 - Tawny Kitaen, Amerikalı aktris, model, komedyen ve sosyal medya fenomeni (d. 1961)
2022 - Canan Arıtman, Türk doktor ve siyasetçi (d. 1950)
Tatiller ve özel günler
Dünya Şifre Günü
0507
07 |
1420 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Egon%20Schiele | Egon Schiele | Egon Leo Adolf Ludwig Schiele (12 Haziran 1890 – 31 Ekim 1918), Avusturyalı dışavurumcu ressam.
Grafit, kurşun kalem ve suluboyayı kâğıt üzerine kullandığı çalışmalarında, genelde portreler üzerine çalışır. Figürler kırılgan, çoğu zaman hastalıklı, çoğu zaman fakir ve hüzünlüdürler. Buna rağmen çizgilerinde yüzen güçlü bir enerji, yer yer erotizme dönüşerek, yer yer yaşama sevgisi olarak karşımıza çıkar. Figürlerini gerek teknik sebeplerle, gerek sembolik olarak fondan, beyaz, suluboya bir çizgiyle ayırır. Gustav Klimt'ten yoğun olarak etkilenmiştir. 31 Ekim 1918 tarihinde Viyana'da İspanyol gribinden hayatını kaybetmiştir.
Hayatı
12 Haziran 1890'da Viyana, Avusturya'da doğdu. Annesi zengin bir banker ailenin kızı, babası ise bir demiryolu istasyonunun yöneticisiydi. Çizime olan ilgisi demiryolu istasyonunda lokomotifleri çizmesiyle başladı. Yaşadıkları küçük kasabada (Tulin) ilkokul bulunmadığı için, ilkokulu dayısının ve teyzelerinin yanında; önce Krems, sonra Klosterneuburg kentlerinde okudu. Yazları ziyaret ettiği ailesi arasında kız kardeşi Gertrude Schiele ile, çıplak resmetmesinden dolayı bazı biyografilerde ensest ilişki olarak yorumlanan, büyük bir yakınlık bulunmaktaydı. Egon 14 yaşındayken babası akli dengesini kaybetti ve ertesi yıl öldü. Ekonomik bir kriz yaşayan annesi, oğlunu Viyana'da yaşayan ağabeyinin yanına, bankerlik öğrenmesi için gönderdi. Yeni velisi olan amcası sanat kariyerini desteklemiyordu.
Yıllardır annesinin desteği ile resim yapmaya alışmış ve bunu seven Egon, dayısının tüm itirazlarına rağmen Gustav Klimt'in devam etmiş olduğu Vienna Güzel Sanatlar ve Zanaat Okuluna başvurdu. Buradan reddedilerek, daha geleneksel bir sanat eğitimi veren Güzel Sanatlar Akademisine refere edildi. Akademinin giriş sınavlarını başarıyla kazandı ve 1906 yılında, 16 yaşında, akademi öğrencisi oldu. Hemen ertesi yıl hayranı olduğu Klimt'i ziyaret ederek yaptığı eserleri gösterdi. Klimt, genç sanatçıdaki yeteneği görerek onu desteklemeye başladı. Desenlerini satın aldı, sponsorlarla tanıştırdı, evindeki toplantılara davet etti ve Sezession grubuna bağlı sanat atölyesi olan Wiener Werkstätte ile tanıştırdı. Schiele, kıyafet ve ayakkabı tasarımından kartpostala kadar çok çeşitte ürün çıkardıktan sonra 1908 yılında; Klosterneuberg'de ilk grup sergisini açtı.
1909 yılında 3. sınıfı bitirdikten sonra Akademi'yi bıraktı ve kendi stüdyosunu açtı. Bazı biyografilere göre bu dönemde pornografi kolleksiyoncuları için ürünler yaratarak geçimini sağladı. Atölyesine sık sık gelen küçük çocukların erotik olan ve olmayan resimlerini yaptı. Aile baskısı nedeniyle atölyesine sığınan bir genç kızı kaçırdığı iddiasıyla mahkemeye çıkarıldı.1912 yılında tutuklandı ve 24 gün hapis yattı. Çizdiği resimler mahkeme tarafından "saldırgan" bulundu. Resimleri mahkemede yakılarak yok edildikten sonra serbest bırakıldı.
1915 yılında Viyana'nın Galerie Arnot galerisinde açtığı ilk kişisel sergisi için hazırladığı posterde kendini Aziz Sebastian olarak resmetmiş olması ve resmediş şekli, narsizm, teşhircilik ve kınanma duygularıyla savaştığının, bu savaşı kaybetmeye başladığının işareti olarak gösterilir. 1915 yılında stüdyosunun karşısındaki evde oturan Edith ve Adele isimli iki kardeşle tanıştı. İkisi ile de yaşanan bir flört döneminden sonra, Edith ile, ailelerinin itirazına rağmen, evlendi. Evlendikten 4 gün sonra askere çağrıldı. Askerde iken esir düşen düşman askerlerini resmetti.
[[Dosya:Egon Schiele 061.jpg|küçükresim|sağ|200px|Eduard Kosmack'''ın portresi, Egon Schiele]]
Savaş alanından ve savaşın yarattığı yokluklardan uzak geçen bir askerlik dönemi yaşayan sanatçı, savaşa rağmen, Avusturya'nın önemli ressamlarından biri olarak ün yapmaya devam etti. Avusturya'nın, savaştaki tarafsızlıklarını koruyan İskandinav ülkeleri önündeki imajını geliştirmek için devlet tarafından düzenlenen resim sergisinde eserlerini sergilemesi istendi. 1918 yılında gerçekleşen Sezession'un 49. sergisinde baş ressam olması önerildi. Duyuru posterinde kendisini son akşam yemeğini yiyen İsa olarak resmettiği sergi, savaşa rağmen büyük başarı kazandı. Schiele'nin desenlerinin fiyatı kat kat arttı ve sayısız portre komisyonu aldı. Edith ile birlikte daha lüks bir atölyeye taşındılar, ancak mutluluk kısa sürdü. 1918 sonbaharında İspanyol grip salgını Viyana'ya ulaştı. Altı aylık hamile olan karısı Edith, 28 Ekim 1918'de hastalığa yenik düştü. Egon Schiele de karısından sadece üç gün sonra öldü. Ölümleri arasındaki üç gün boyunca Egon karısı Edith'in birkaç çizimini yaptı. Birçok eleştirmene göre kendi özgün stilini tam olarak geliştiremeden, henüz 28 yaşındayken öldü.
Resimler galerisi
Otoportreler
Figuratif eserler
Manzaralar
Kaynakça
Kallir, Jane (1990) Egon Schiele: The Complete Works New York, Harry N. Abrams, ISBN 0-8109-3802-2. Tüm eskiz, çizgi ve resim eserlerinin açıklamalı katalogu
Gaillemin, Jean-Louis (Fransizca'dan çeviri: Liz Nash) (2006) Egon Schiele: The Egoist (Egon Schiele: Narcisse échorché)'' ISBN 978-0-500-30121-0 ve ISBN 0-500-30121-2.
Dış bağlantılar
"Live Flesh" thenation.com
neuegalerie.org
http://perso.orange.fr/chabrieres/paintings/schiele_hermits.jpg
gemaelde-archiv
Sanatçının işleri
1890 doğumlular
Aşağı Avusturya doğumlular
1918 yılında ölenler
19. yüzyıl Avusturyalı ressamları
Modern ressamlar
Avusturyalı dışavurumcu ressamlar
Edward devri
Viyana'da ölenler
Viyana Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenim görenler
Art Nouveau ressamları
I. Dünya Savaşı'nda Avusturya-Macaristan askerleri
Çek asıllı Avusturyalılar
İspanyol gribinden ölenler
Avusturya'da enfeksiyon hastalıklarından ölenler |
1422 | https://tr.wikipedia.org/wiki/GNU | GNU | GNU; çekirdeği, sistem araçlarını, açıcılarını, kütüphanelerini ve son kullanıcı yazılımlarını içeren, GNU Tasarısı kapsamında geliştirilen bir işletim sistemidir. İsminin açılımı "GNU's Not Unix" (GNU Unix değildir) dir. Bu ismi almasındaki sebep de tasarımının Unix'e benzerken kendisinin özgür yazılım olması ve herhangi bir UNIX kodunu içermemesidir.
GNU işletim sistemi planı 1983 Eylül'ünde Richard Stallman tarafından duyurulmuş, 1984 Ocak ayında işleyişe başlamıştır. 2021 itibarıyla GNU hâlâ etkin olarak gelişmektedir. GNU'nun geliştirilmesi GNU Tasarısı tarafından gerçekleştirilmektedir ve bu tasarı altında birçok GNU belgeleri ve yazılımları bulunur.
Günümüzde Linux dağıtımı olarak bilinen işletim sistemlerinin neredeyse hepsi aslında GNU İşletim Sistemidir. Resmî çekirdeği GNU Hurd'dür ancak Hurd henüz bitmemiştir zira geliştirilmesi aşamasında bazı lisans sorunları yaşanmış ve yapısal değişikliğe gidilmiştir. Linux'un da devreye girmesiyle birçok GNU kullanıcısı Linux çekirdeğine geçiş yapmış böylece Linux, Hurd'ün yerini doldurmuştur. GNU resmî olarak başka yazılımları da desteklemektedir (Xorg ve TeX gibi).
Sistemin başlıca içeriği GNU Compiler Collection (GCC), GNU Binary Utilities (binutils), bash kabuğu, GNU C kütüphanesi (glibc) ve coreutils'den oluşur. Görsellik açısından X.Org'u; belgelendirme yazılımı olarak da TeX yazılımlarını kullanır. Tüm GNU yazılımları hâlen GNU Hurd çekirdeğiyle uyumlu değildir.
Linux çekirdeğini kullanan kullanıcılar sistemlerine genel olarak "Linux" demektedir ancak GNU Projesi "Linux" yerine "GNU/Linux" denmesini önerir. Çünkü Linux, bünyeside GNU araçlarını barındırmaktadır. Bu konudaki tartışma uzun süredir devam etmektedir.
Birçok GNU yazılımları diğer işletim sistemlerinde de kullanılmıştır (Windows, BSD, Solaris ve Mac OS gibi).
GNU Genel kamu lisansı (GPL), GNU Lesser General Public License (LPGL) ve GNU Free Documentation License (GFDL) GNU tarafından yazılmıştır ancak bambaşka birçok diğer konuda da kullanılmaktadır. GNU kamu malı olarak görülmektedir ve başarısının arkasında, herkese olan açıklığı vardır. Her kullanıcı GNU'yu geliştirebilir.
Ayrıca bakınız
GNU Tasarısı (GNU Projesi)
GNU Özgür Belgeleme Lisansı
Richard Stallman
Free Software Foundation
GNU/Linux
GNU/Hurd
Dış bağlantılar
Resmî Türkçe GNU web sitesi
GNU Projesi'nin felsefesi
GNU Manifestosu'nun Orijinali (1983)
Mikro çekirdek tabanlı işletim sistemleri
Mach (çekirdek) |
1431 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Batlamyus | Batlamyus | Klaudyos Batlamyus (, Klaudios Ptolemaios), İskenderiyeli Yunan matematikçi, coğrafyacı, astronom ve müzik teorisyeniydi ve üçü daha sonra Bizans, İslam ve Batı Avrupa bilimi için önemli olan yaklaşık bir düzine bilimsel tez yazmıştır. MS 100–170 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir.
Geç İskenderiye Dönemi'nde yaşamış (MS 2. yüzyılın ilk yarısı) ünlü bilim adamlarındandır. Hayatı hakkında hemen hemen hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Müslüman astronomlar 78 yaşına kadar yaşadığını söylemektedir. Yunan asıllı bir Mısırlı veya Mısır asıllı bir Yunan olduğu iddia edilmektedir.
Kitapları
Batlamyus, iki önemli yapıtın yazarıdır: Büyük Bileşim ve Coğrafya. Bu yapıtlar Avrupa'daki Orta Çağ'ın bitişinde önemli yere sahiptir. Kitapların Latinceye çevrilişi ancak 12. yüzyılda yapılmıştır.
Büyük Bileşim (Arapça: Kitab el Macisti, Latince: Almagest, Yunanca: Mathematike Syntatksis), Yunan ve Babil uygarlıklarının gökbilim bilgilerinin bir derlemesidir. Derlemenin çoğu kendisinden üç yüzyıl önce yaşamış olan Hiparkus'a dayanır. Yapıtta Dünya merkezli bir Güneş Sistemi modeli önerilir. Bu model, Kopernik'in güneş merkezli modeline dek Batı ve İslam dünyalarında geçerli model olarak kabul edilmiştir. Kitapta ayrıca düzlem ve küresel trigonometri hakkında bir inceleme bulunmaktadır.
Batlamyus'un diğer önemli yapıtı Coğrafya da bir derlemedir. Çağının Roma İmparatorluğu'nda bilinen coğrafya bilgileri bu kitapta toplanmıştır.
Batlamyus astronomi, matematik, coğrafya ve optik alanlarına katkılar yapmıştır; ancak en çok astronomi çalışmalarıyla tanınır. Zamanına kadar ulaşan astronomi bilgisinin sentezini yapmış ve bunları Mathematike Syntaxis (Matematik Sentezi) adlı yapıtında toplamıştır. Bu eser daha sonra Megale Syntaxis (Büyük Derleme) olarak anılmış ve Arapçaya çevrilirken başına harf-i tarif takısı olan el- getirildiği için, ismi el-Mecistî biçimine dönüşmüştür; daha sonra Arapçadan Latinceye çevrilirken Almagest olarak adlandırıldığından, bugün Batı dünyasında bu eser Almagest adıyla tanınmaktadır.
Almagest, on üç kitaptan oluşur;
Birinci Kitap, kanıtlarıyla birlikte yermerkezli dizge'''nin ana çizgilerini verir;
İkinci Kitap, Menelaus'un teoremiyle, küresel trigonometri bilgilerini ve bir kirişler tablosunu içerir; burada örnek problemler de çözülmüştür;
Üçüncü Kitap, Güneş'in hareketini ve yıllık süreyi anlatır;
Dördüncü Kitap, Ay'ın hareketini ve aylık süreyi konu edinir;
Beşinci Kitap, aynı konularla ilgilidir. Ay'ın ve Güneş'in mesafelerini tartıştığı gibi, bir usturlabın yapılışı ve kullanılışı hakkında da ayrıntılı bilgiler sunar;
Altıncı Kitap, gezegenlerin kavuşumları ve karşılaşımlarını, Güneş ve Ay tutulmalarını inceler;
Yedinci ve Sekizinci Kitap, durağan yıldızlarla ilgilidir; meşhur devinme tartışmasını, Batlamyus'un durağan yıldızlar kataloğunu ve gök küresi aleti yapabilmek için gerekli yöntem bilgisini içerir;
Geriye kalan beş kitap ise devingen yıldızların, yani gezegenlerin hareketlerine ayrılmıştır ve yapıtın en özgün kısmıdır.
Batlamyus bu eserde, ana çizgileriyle göksel olguları anlamlandırmak üzere kurmuş olduğu geometrik kuramı tanıtmaktadır; Aristoteles fiziğini temel alan bu kuramda, evren küreseldir ve Yer bu evrenin merkezinde hareketsiz olarak durmaktadır. Şayet günlük veya yıllık görünümler Yer'in hareketleri sonucunda meydana gelseydi, her şey uzaya saçılır ve Yer parçalanırdı. Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn ve sabit yıldızlar Yer'in çevresinde, muntazam hızlarla, dairesel hareketler yaparlar. Sabit yıldızlar küresi evrenin sonudur.
Ancak, Yer'in merkezde olduğu ve gök cisimlerinin de onun çevresinde düzenli olarak dolandıkları kabul edildiğinde, bazı gözlemleri, örneğin Ay ve Güneş'in Yer'e yaklaşıp uzaklaşmalarını, bazen hızlı ve en kapsamlı bilgiler vermiştir; çünkü küresel astronominin sınırları içinde kalan klasik astronomiye ait hesaplamalar, küresel geometriye dayanmaktadır. Batlamyus'tan yaklaşık üç asır önce yaşamış olan Hipparkhos (MÖ 150) açıların kirişlerle ölçülebileceğini bildirmiş ve bir kirişler cetveli hazırlamıştı; ancak konuya ilişkin yapıtı kaybolduğundan, bu cetveli nasıl düzenlediği bilinmemektedir. Bazı yayların kirişlerinin bulunması çok kolaydı ve bu kirişlere ana kirişler adı verilmişti; ama bunların dışındaki yayların kirişlerinin bulunması uzun işlemleri gerektiriyordu. Bu nedenle Batlamyus kirişler cetvelini hazırlarken bir dairenin içine çizilmiş dörtgenlere ilişkin Batlamyus Teoremi'ni (AB. CD + AD. BC = AC. BD) kullanmak suretiyle, açılar toplamı ve farkının kirişlerini (kiriş (A-B), kiriş (A+B), kiriş A/2, kiriş 2A gibi) bulma yoluna gitmişti.
Coğrafya araştırmaları
Batlamyus, coğrafya araştırmalarına da öncülük etmiş ve Coğrafya adlı yapıtıyla matematiksel coğrafya alanını kurmuştur. Bu kitap Kristof Kolomb'a kadar bütün coğrafyacılar tarafından başvuru kitabı olarak kullanılmıştır.
Almagest'ten sonra yazılan Coğrafya, sekiz kitaba bölünmüştür ve matematiksel coğrafya ile haritaların çizilebilmesi için gerekli bilgilere tahsis edilmiştir; Almagest gibi Coğrafya da derleme bir eserdir; Batlamyus bu kitabı hazırlarken Eratosthenes, Hipparkhos, Strabon ve özellikle de Surlu Marinos'tan büyük ölçüde yararlanmıştır.
Coğrafya'nın Birinci Kitabı, Dünya'nın -ya da doğrusunu söylemek gerekirse Yunanlar tarafından bilinen Dünya'nın- büyüklüğü ve kartografik izdüşüm yöntemleri hakkında ayrıntılı bilgiler verir.
İkinci Kitap'la Yedinci Kitap arasında, tanınmış memleketlerdeki önemli yerlerin, yani önemli kentlerin, dağların ve nehirlerin enlem ve boylamları verilerek Dünya'nın düzenli bir tasviri yapılır. Enlem ve boylamlardan, yani bir başlangıç dairesine olan uzaklıklardan söz eden ilk bilgin olan Batlamyus'un enlem ve boylam tablolarıyla betimlemeye çalıştığı Dünya, kabaca 20° güneyden, 65° kuzeye; batıdaki Kanarya Adaları'ndan, bunların yaklaşık olarak 180° doğusundaki bölgelere kadar uzanmaktadır. Bunun dışında kalan bölgeler ise Yunanlar ve dolayısıyla Batlamyus tarafından tanınmamaktadır.
Batlamyus'un tahminlerinin başarısının şaşırtıcı bir başka nedeni daha vardı. Haritalı Coğrafya'nın hayatta kalan en eski el yazmaları, 12. yüzyılın sonlarında Bizans'tan gelmektedir. Batlamyus'un kendi haritalarını çizdiğine dair somut bir kanıt yoktur. Bunun yerine, coğrafi verileri daha sonraki harita yapımcılarının uyarlamasına izin veren bir dizi sayı ve diyagram kullanarak dijital biçimde iletti. Belki de bu nedenle Batlamyus'u ilk dijital coğrafyacı olarak kabul etmeliyiz. Söz konusu tablolar, haritaların çizilmesini olanaklı kılmaktadır ve belki? de bu haritalar eserin eski nüshalarında mevcuttur. Astronomi bilgilerini kapsayan Sekizinci Kitap'ta bunlara atıflar yapılmıştır.
Ancak Batlamyus'un coğrafya anlayışı yeterince geniş değildir. İklim, doğal ürünler ve fiziki coğrafyaya giren konularla hiç ilgilenmemiştir. Başlangıç meridyenini sağlam bir şekilde belirleyemediği için, vermiş olduğu koordinatlar hatalıdır. Ayrıca, Yer'in büyüklüğü hakkındaki tahmini de doğru değildir. Ancak Kristof Kolomb bu yanlış tahminden cesaret alarak Batı'ya doğru gitmiş ve Kuzey Amerika'ya ulaşmıştır.
Optik araştırmaları
Aynı zamanda döneminin önde gelen optik araştırmacılarından olan Batlamyus, daha önceki optikçilerin çoğu gibi, görmenin gözden çıkan görsel ışınlar yoluyla oluştuğu görüşünü benimsemiştir. Ancak, görsel yayılımın fiziksel yorumunu da vermiş ve bu yayılımın, kesikli ve aralıklı koni biçiminde değil de, kesiksiz ve sürekliliği olan piramit biçiminde olduğunu belirtmiştir. Şayet böyle olmasaydı, yani ışınlar gözden sürekli olarak çıkmasaydı, nesneler bütün olarak görülemezlerdi. Buna rağmen, Batlamyus'un görsel piramit fikri, optikçiler arasında rağbet görmemiş ve görme söz konusu olduğunda daha çok koni biçimi göz önüne alınmıştır. Daha sonra da İslam dünyasında bilginlerin görsel koni fikrine dayandıkları ve görme geometrisini bunun üzerine kurdukları görülmektedir.
Batlamyus, katoptrik (yansıma) konusuyla da ilgilenmiş ve ayrıntılı deneyler sonucunda üç prensip ileri sürmüştür:
Aynada görünen nesne, gözün konumuna bağlı olarak aynadan nesneye yansıyan görsel ışın yönünde görünür.
Aynadaki görüntü, nesneden ayna yüzeyine çizilen dikme yönünde ortaya çıkar.
Geliş ve yansıma açıları eşittir.
Bu üç prensipten ilk ikisini kuramsal, üçüncüsünü ise deneysel olarak kanıtlayan Batlamyus, ayna yüzeyine gelen ışının eşit açıyla yansıdığını gösterebilmek için, derecelenmiş ve tabanına ayna yerleştirilmiş olan bakır bir levha kullanmıştır. Bir ışın hüzmesini levhaya teğet biçimde ayna yüzeyine gönderip, gelme ve yansıma açılarının büyüklüklerini belirlemiş ve bunların eşit olduğunu görmüştür. Batlamyus bu deneyini küresel ve parabolik bütün aynalar için tekrarlayarak, sonucun doğruluğunu kanıtlamıştır.
Batlamyus, dioptrik (kırılma) konusuyla da ilgilenmiş ve ışığın bir ortamdan diğerine geçerken yoğunluk farkından dolayı yön değiştirmesinin nedenini araştırmıştır. Bu araştırmanın sonucunda, az yoğun ortamdan çok yoğun ortama geçen ışının, normale yaklaşarak ve çok yoğun ortamdan az yoğun ortama geçen ışının ise normalden uzaklaşarak kırıldığını ve kırılma miktarının yoğunluk farkına bağlı olduğunu ileri sürmüştür.
Konuyu ele alırken benimsediği bazı prensiplerde bunu açıkça görmek olanaklıdır:
Görsel ışın az yoğundan çok yoğuna veya çok yoğundan az yoğuna geçtiğinde kırılır.
Görsel ışın doğrusal olarak yayılır ve farklı yoğunluktaki iki ortamı birbirinden ayıran sınırda yön değiştirir.
Gelme ve kırılma açıları eşit değildir, fakat aralarında niceliksel bir ilişki vardır.
Görüntü, gözden çıkan ışının devamında ortaya çıkar.
Batlamyus ortam farklılıklarından dolayı ışığın uğradığı değişimleri, aynı zamanda kırılma kanununu da içerecek şekilde deneysel olarak göstermeye çalışmış ve çeşitli ortamlardaki (havadan cama, havadan suya ve sudan cama) kırılma derecelerini gösteren cetveller hazırlamıştır. Ancak verdiği değerler küçük açılar dışında tutarlı olmadığı için kırılma kanununu elde edememiştir.
Astrolojik çalışmaları
Batlamyus, daha önce Babil ve Yunan astronomları ve astrologları tarafından derlenmiş bilgi birikiminden yararlanarak astrolojiyi de sistematize etmiştir. Dört bölümden oluştuğu için Tetrabiblos'' (Dört Kitap) olarak adlandırdığı yapıtında, gezegenlerin nitelik ve etkileri, burçların özellikleri, uğurlu ve uğursuz günlerin belirlenmesi gibi astroloji kapsamındaki konular hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Orta Çağ ve Yeni Çağ astrolojisi bu kitabın sunmuş olduğu birikime dayanacaktır.
Astroloji bir bilim değildir, ama astronomi ile birlikte doğmuş ve yaklaşık olarak 18. yüzyıl'a kadar bu bilimin gelişimini, kısmen olumlu kısmen de olumsuz yönde etkilemiştir; bu nedenle astronomi tarihi araştırmalarında astrolojiye ilişkin gelişmelerden de bahsetmek gerekir.
Ayrıca bakınız
Makoraba
Kaynakça
100 doğumlular
170 yılında ölenler
2. yüzyılda Antik Yunanlar
2. yüzyıl filozofları
Antik Yunan matematikçiler
Antik Yunan coğrafyacılar
Antik Yunan astronomlar
Müzik teorisi
Antik astrologlar
Jeodezi |
1433 | https://tr.wikipedia.org/wiki/21%20Nisan | 21 Nisan |
Olaylar
MÖ 753 - Romulus ve Remus, Roma'yı kurdular.
1821 - Sadrazam Benderli Ali Paşa görevinden ayrıldı ve 30 Nisan'da idam edildi. Benderli Ali Paşa, Padişah emri ile idam edildiği bilinen son Sadrazamdı.
1920 - Mustafa Kemal Paşa, Meclis'in 23 Nisan 1920 günü açılacağını bildiren bir genelge yayımladı.
1930 - Columbus, Ohio'daki bir hapishanede çıkan yangında 320 kişi öldü.
1939 - Hatay, Türk Gümrük Tarifesi'ne dahil oldu.
1939 - Amerika Birleşik Devletleri'nin Teksas eyaletinde dünyanın en uzun beton anıtsal sütunu olan San Jacinto Anıtı'nın açılışı yapıldı.
1944 - Fransa'da kadınlar oy kullanma hakkını elde etti.
1952 - Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan anlaşmayla vize formaliteleri kaldırıldı.
1956 - Elvis Presley'nin Heartbreak Hotel isimli şarkısı, Billboard dergisinde 1 numaraya ulaşan ilk eseri oldu.
1957 - Muhsin Ertuğrul, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın başına getirildi.
1960 - Brasília resmen Brezilya'nın başkenti oldu. Eski başkent Rio de Janeiro'ydu.
1964 - Rum Patriği Vekili Emilyanos ile Metropolit Canavaris, Türkiye aleyhine faaliyet gösterdikleri gerekçesiyle sınır dışı edildi.
1964 - Yunanistan, Kıbrıs'taki askeri birliğini, Birleşmiş Milletler Barış Gücü emrine vermeyi kabul etti.
1967 - Yunanistan'da darbe yapıldı. Yorgo Papadopulos liderliğindeki "Albaylar Cuntası" yönetime el koydu, yedi yıl sürecek olan askeri rejim başladı.
1968 - Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık ve Rusya, zor durumda kalan astronotları kurtarmak için bir antlaşma imzaladı.
1970 - Hutt River Vilayeti Prensliği, Avustralya'dan bağımsızlığını ilan etti.
1975 - Vietnam Savaşı: Güney Vietnam Devlet Başkanı Nguyen Van Thieu, Saygon'u terk etti.
1979 - İstanbul Boğazı'nda Rumen bandıralı Karpati şilebi ile demir yüklü Kemal Kefeli kosteri çarpıştı. Türk gemisi 17 mürettebatı ile battı, iki denizcinin cesedi bulundu, beş kişi kayboldu. Rumen şilebi kaçarken polis motoru tarafından yakalandı.
1987 - Sri Lanka'nın başkenti Colombo'da bomba yüklü bir araç infilak etti. 113 kişi öldü.
1994 - İlk Güneş dışı gezegenler, Polonyalı gökbilimci Alexander Wolszczan tarafından keşfedildi.
2003 - Irak'taki Saddam Hüseyin iktidarının yıkılmasından sonra Geçici Koalisyon Yönetimi 28 Haziran 2004'e kadar ülkeyi yönetti.
2004 - İsrail'de Mordehay Vanunu, 18 yıl sonra hapisten çıktı. 20 Kasım 2005'te yasa dışı olarak Filistin topraklarına girdiği ve tahliye koşullarını ihlal ettiği iddiasıyla yeniden tutuklandı. Fas kökenli fizikçi Vanunu, 1986'da İsrail'in gizli nükleer çalışmalarını belge ve fotoğraflarla ifşa etmişti.
2005 - TBMM Başkanlık Divanı, TBMM 85. Yıl Milli Egemenlik Onur Ödülü'nün Prof. Dr. Gazi Yaşargil'e verilmesini kararlaştırdı.
2008 - Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri, "Gece Şahini" olarak da anılan ve radara yakalanmayan uçak F-117 Nighthawk'ları hizmetten çıkardı.
2011 - Belarus'un başkenti Minsk'te, metro sistemindeki Oktyabrskaya istasyonunda gerçekleştirilen saldırıda 15 kişi yaşamını yitirdi.
2014 - Amerika Birleşik Devletleri'nin Michigan eyaletine bağlı Flint kenti içme suyu kaynağını Flint Nehri olarak değiştirdi ve suda bulunan yüksek seviyedeki kurşun nedeniyle Flint su krizi başladı.
Doğumlar
1488 - Ulrich von Hutten, Alman düşünür ve şair (ö. 1523)
1555 - Ludovico Carracci, İtalyan ressam ve matbaacı (ö. 1619)
1652 - Michel Rolle, Fransız matematikçidir (ö. 1719)
1671 - John Law, İskoç ekonomist ve yazar (ö. 1729)
1774 - Jean-Baptiste Biot, Fransız fizikçi (ö. 1862)
1790 - Manuel Blanco Encalada, Şili'nin ilk Devlet Başkanı (ö. 1876)
1816 - Charlotte Brontë, İngiliz edebiyatçı (Jane Eyre adlı yapıtıyla ünlü) (ö. 1855)
1828 - Hippolyte Taine, Fransız tarihçi (ö. 1893)
1837 - Fredrik Bajer, Danimarkalı yazar, öğretmen, pasifist siyasetçi ve Nobel Barış Ödülü sahibi (ö. 1922)
1838 - John Muir, Etkili bir İskoç-Amerikalı, doğa bilimci, yazar, çevre filozofu, botanikçi, zoolog, buzulbilimci (ö. 1914)
1864 - Max Weber, Alman toplum bilimci (ö. 1920)
1870 - Edwin S. Porter, Amerikan bir senarist ve film yapımcısıydı (ö. 1941)
1882 - Percy Williams Bridgman, Amerikalı fizikçi ve Nobel Fizik Ödülü sahibi (ö. 1961)
1889 - Paul Karrer, İsviçreli organik kimyacı (ö. 1971)
1889 - Efrem Zimbalist, Rus keman virtüözü, besteci ve orkestra yönetmeni (ö. 1985)
1903 - Luis Saslavsky, Arjantinli film yönetmeni ve senarist (ö. 1995)
1904 - Odilo Globocnik, Avusturyalı bir Nazi ve sonrasında bir SS lideri (ö. 1945)
1911 - Kemal Satır, Türk hekim ve siyasetçi (CHP'nin eski Genel Sekreterlerinden) (ö. 1991)
1912 - Marcel Camus, Fransız bir senarist ve film yapımcısıydı (ö. 1982)
1913 - Sami Ayanoğlu, Türk tiyatro, sinema oyuncusu, yönetmen, senarist ve yapımcı (ö. 1971)
1913 - Şevket Rado, Türk gazeteci ve yazar (ö. 1988)
1915 - Anthony Quinn, Amerikalı sinema oyuncusu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Akademi Ödülü sahibi (ö. 2001)
1919 - Licio Gelli, İtalyan finansçı, mason ve suç örgütü lideri (ö. 2015)
1922 - Nazım Kıbrısî, Türk mutasavvıf ve Nakşibendi Tarikatı şeyhi (ö. 2014)
1923 - Bahaeddin Ögel, Türk tarih profesörü (ö. 1989)
1926 - II. Elizabeth, İngiliz Milletler Topluluğu Başkanı ve İngiltere Kraliçesi (ö. 2022)
1928 - Andrew Walls, Britanyalı misyolog (ö. 2021)
1930 - Silvana Mangano, İtalyan kadın film oyuncusu ve mankendir (ö. 1989)
1930 - Jack Taylor, İngiliz futbol hakemi (ö. 2012)
1932 - Elaine May, Amerikalı komedyen, film yönetmeni, senarist, oyun yazarı ve oyuncudur
1932 - Angela Mortimer, İngiliz tenisçi
1935 - Charles Grodin, Amerikalı aktör, komedyen, yazar ve eski televizyon sunucusu (ö. 2021)
1941 - Ryan O'Neal, Amerikalı sinema oyuncusu
1943 - Philippe Séguin, Fransız siyasetçi (ö. 2010)
1947 - Barbara Park, Amerikalı yazar (ö. 2013)
1947 - Iggy Pop, Amerikalı müzisyen, şarkıcı, söz yazarı, baterist ve aktör
1949 - Patti LuPone, Amerikalı oyuncu ve şarkıcı
1951 - Tony Danza, Amerikalı sinema oyuncusu
1952 - Cheryl Gillan, Britanyalı siyasetçi (ö. 2021)
1954 - James Morrison, Amerikalı oyuncu
1955 - Murathan Mungan, Türk oyun yazarı ve şair
1955 - Kris Kelmi, Sovyet-Rus müzisyen ve besteci (ö. 2019)
1957 - Hervé Le Tellier, Fransız yazar
1958 - Andie MacDowell, Amerikalı oyuncudur
1959 - Robert Smith, İngiliz gitarist ve vokalisttir
1959 - Ayşe Sucu, Türk gazeteci ve yazar
1961 - Ulvi Arı, Türk pantomim (mim) sanatçısı, oyuncu ve yazar
1963 - Behzat Uygur, Türk tiyatro, dizi ve sinema oyuncusu
1969 - Toby Stephens, İngiliz tiyatro, sinema ve televizyon oyuncusudur
1971 - Nebil Sayın, Türk oyuncu
1979 - James McAvoy, İskoç aktör
1979 - Tobias Linderoth, İsveçli futbolcu
1983 - Marco Donadel, İtalyan futbolcu
1988 - Robert Patrick "Robbie" Amell, Kanadalı aktör
1989 - Nikki Cross, İskoç profesyonel güreşçi
1990 - Tunay Torun, Alman-Türk futbolcu
1992 - Botond Baráth, Macar futbolcu
1992 - Deng Linlin, Çinli jimnastikçi
1992 - Francisco Román Alarcón Suárez ya da kısaca Isco, İspanyol millî futbolcu
1994 - Erten Ersu, Türk futbolcu
Ölümler
MÖ 43 - Aulus Hirtius, Jül Sezar'ın hemen ardından Roma konsülü olmuştu (MÖ 90)
599 - Antakyalı I. Anastasius, Antakya Patriği (d. ?)
866 - Bardas, Bizans soylusu ve yüksek dereceli bakan
1073 - Papa II. Aleksander, Katolik Kilisesi'nin Papası (d. 1010 veya 1015)
1109 - Canterbury'li Anselmus, Tanrı'nın varlığına ilişkin ontolojik kanıtıyla tanınan Benedikten keşişi, filozof ve ilahiyatçı (d. 1033)
1142 - Pierre Abélard, Fransız yazar ve filozof (d. 1079)
1509 - VII. Henry, İngiltere Kralı (d. 1457)
1574 - I. Cosimo, Medici Hanedanının Floransa Dükalığın II. Dükü ve Toskana Büyük Dükalığının ise I. Büyük Düküdür (d. 1519)
1591 - Sen no Rikyū, bir Japon çay ustasıydı (d. 1522)
1699 - Jean Racine, Fransız şair ve oyun yazarı (d. 1639)
1714 - Vasily Golitsyn, Rus devlet adamı (d. 1643)
1736 - Savoy Prensi Eugen, Avusturyalı general (d. 1663)
1793 - John Michell, İngiliz doğa filozofu ve papaz (d. 1724)
1825 - Johann Friedrich Pfaff, Alman matematikçiydi (d. 1765)
1866 - Jane Welsh Carlyle, İskoç yazar (d. 1801)
1910 - Mark Twain, Amerikalı roman ve mizah yazarı (d. 1835)
1918 - Manfred von Richthofen (Kızıl Baron), Alman pilot (d. 1892)
1938 - Muhammed İkbal, Pakistanlı şair (d. 1877)
1945 - Walter Model, Alman mareşal (d. 1891)
1946 - John Maynard Keynes, İngiliz ekonomist (d. 1883)
1952 - Stafford Cripps, İngiliz İşçi Partisi politikacısı, avukatı ve diplomatıydı (d. 1889)
1965 - Edward Victor Appleton, İngiliz fizikçi ve Nobel Fizik Ödülü sahibi (d. 1892)
1966 - Josef Dietrich, Alman Waffen-SS generali (d. 1892)
1971 - François Duvalier, Haiti Devlet Başkanı (d. 1907)
1973 - Kemal Tahir, Türk yazar (d. 1910)
1980 - Aleksandr Oparin, Sovyet biyokimyacı (d. 1894)
1980 - Sohrab Sepehri, İranlı modern şair ve ressam (d. 1928)
1985 - Tancredo de Almeida Neves, Brezilyalı siyasetçi (d. 1910)
1996 - Cahar Dudayev, Çeçen komutan (d. 1944)
1998 - Jean-François Lyotard, Fransız filozof (d. 1924)
2003 - Nina Simone, Amerikalı şarkıcı, piyanist ve insan hakları savunucusu (d. 1933)
2006 - Telê Santana, Brezilyalı futbolcu ve teknik direktör (d. 1931)
2010 - Juan Antonio Samaranch, İspanyol spor adamı (d. 1920)
2011 - Harold Garfinkel, Amerikalı sosyolog ve filozof (d. 1917)
2011 - Sofía Silva Inserri, Venezuelalı manken (d. 1929)
2013 - Chrissy Amphlett, Avustralyalı şarkıcı (d. 1959)
2015 - John Moshoeu, Güney Afrikalı futbolcu (d. 1965)
2016 - Prince, Amerikalı müzisyen (d. 1958)
2017 - Enrico Medioli, İtalyan senarist (d. 1925)
2018 - Verne Troyer, Amerikalı oyuncu, komedyen ve dublör sanatçısı (d. 1969)
2019 - Hannelore Elsner, Alman oyuncu ve moda tasarımcısı (d. 1942)
2019 - Steven Golin, Amerikalı film ve televizyon yapımcısı (d. 1955)
2019 - Ken Kercheval, Amerikalı oyuncu (d. 1935)
2020 - Abdürrahim El-Keib, Libyalı politikacı (d. 1950)
2020 - Donald Kennedy, Amerikalı bilim insanı, gazeteci, bürokrat ve akademisyen (d. 1931)
2020 - Teruyuki Okazaki, Japon karateci (d. 1931)
2020 - Jacques Pellen, Fransız caz gitaristi (d. 1957)
2020 - Laisenia Qarase, Fijili siyasetçi (d. 1941)
2020 - Florian Schneider-Esleben, Alman elektronik dans müziği sanatçısı ve pop şarkıcısı (d. 1947)
2021 - Mercedes Colás de Meroño, Arjantinli isnan hakları aktivisti (d. 1925)
2021 - Myriam Colombi, Fransız tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu (d. 1940)
2021 - Thomas Fritsch, Almana aktör ve seslendirme sanatçısı (d. 1944)
2021 - Marian Kosiński, Polonyalı profesyonel futbolcu ve teknik direktör (d. 1945)
2021 - Lea Dali Lion, Eston şarkıcı, müzisyen ve söz yazarı (d. 1974)
2021 - Joe Long, Amerikalı müzisyen (d. 1932)
2021 - Annie Steiner, Cezayirli kadın aktivist (d. 1928)
2022 - Renate Holm, Alman-Avusturyalı aktris ve opera sanatçısı (d. 1931)
2022 - Aydın İlter, Türk asker (d. 1930)
2022 - Mwai Kibaki, Kenya Cumhuriyeti'nin üçüncü devlet başkanıdır (d. 1931)
2022 - Jacques Perrin, Fransız aktör, film yapımcısı ve yönetmeni (d. 1941)
2022 - Cynthia Plaster Caster, Amerikalı heykeltıraştır (d. 1947)
2023 - Trilochan Kanungo, Hint siyasetçi (d. 1940)
Tatiller ve özel günler
Bahailik - Rıdvan festivalinin ilk günü
Ebeler Haftası (21 - 28 Nisan)
Fırtına : Sitte-i Sevr'in Başlangıcı
0421
21 |
1435 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Lamborghini | Lamborghini | Lamborghini, bir İtalyan süperspor otomobil, spor otomobil, SUV ve traktör markasıdır. Ferruccio Lamborghini (1916-1993) tarafından kurulmuştur. Bologna ile Modena arasındaki küçük bir köy olan Sant'Agata Bolognese'da firmanın merkezi ve fabrikası bulunmaktadır. Şirket Audi aracılığıyla Volkswagen AG'ye aittir.
Feruccio Lamborghini dönemi
Giotto Bizzarrini, Gian Paolo Dallara, Franco Scaglione ve Bob Wallace gibi yeteneklerle çalışarak ilk prototipini üretirler. GTV'den hemen sonra Lamborghini 350 GT'yi satışa sunulur. 350 GT'yi 400 GT takip eder. 400 GT ve ondan önceki modelden elde edilen gelir şirkete ilk spor otomobili üretir. Lamborghini Miura Konsept Kasım 1965'te Ferruccio tarafından Torino Otomobil Fuarı'nda tanıtılır. Motoru ortada ve enine olarak yerleştirilmiştir. Konsept bir yıldan kısa bir sürede Marcello Gandini tarafından üretim aşamasına getirilir. Otomobil adını ünlü boğa yetiştiricisi Don Eduardo Miura almıştır. Toplam 761 adet Miura üretilmiştir. Miura Lamborghini markasını dünyanın sayılı spor araba üreticisi arasına dahil etmiştir.
Miura'yı Espada takip eder. Espada tasarımını 4 koltuklu Marzal konseptinden almıştır ve Miura ile beraber geliştirilmiştir. Espada İspanyolca matadorların boğa güreşlerinde kullandığı kılıç adıdır. Motoru 4 litre V12 olup önden geleneksel yerleştirilmiştir. Üretimde olduğu 10 yıl boyunca 3 farklı seri halinde satılmıştır. 1217 adet üretilen Espada Lamborghini'nin başarılı modellerinden biridir.
1971 yılında Lamborghini LP500 Countach konseptini üretir. Countach kelimesinin tam anlamı yoktur. Piyemontece'de güzel bir bayan görüldüğünde söylenir. İlk konseptin çıkışından 3 yıl sonra 1974'te LP400 Countach'ın üretimine başlanmıştır. Countach bir Lamborghini geleneği olan yukarı açılan kapılara sahip olan ilk otomobildir. Miura'da bulunan 4 litre V12'yi ve bu V12'nin hacmi artırılarak 5 litrelik bir versiyonunu (LP500S Countach 1982) kullanmıştır. Aracın geri görüşünün olmayışı onu geri viteste iken sürücüsünün kapı eşiğine oturup kullanmasını gerektiriyordu.
Şirket 1972 yılında Güney Amerika'ya yapacağı büyük çaplı bir traktör satışının iptali ile büyük bir sıkıntıya girmiştir. Traktör siparişlerin hazırlanması için yapılan geliştirmeler sonucu giderler arttırmış ve bunun sonucu olarak Ferruccio beraber üretim yaptıkları traktör fabrikasındaki hisselerini Fiat'a satmıştır. Günümüzde Same Deutz-Fahr grup bünyesinde Lamborghini marka traktörlerin üretimi devam etmektedir.
Sonunda otomobil departmanı kendi kendine yetebilen ve kar edebilen bir kuruluş olmuştur. Fakat Lamborghini şirketini İsviçreli yatırımcılara satarak otomotiv sektöründen çekilmiştir.
İflas, Mimran ve Chrysler Dönemi
1970'lerdeki petrol krizi spor otomobil satışlarını etkilemiştir. 1978'de Lamborghini şirket olarak iflası açıklar. İtalya icra mahkemesi şirketin satışını ister. Bunun üzerine İsviçre merkezli Mimran kardeşler şirketi satın alırlar. Bu dönemde şirket Countach, Jalpa ve LM002 modellerini satmaya devam eder.
Şirket sürpriz bir şekilde 1987 yılında Lee Iacocca yönetimindeki Chrysler tarafından satın alınır. Sonrasında Lamborghini Countach'ın selefi olacak Diablo modeli için çalışmalara başlar. Diablo'nun tasarımını daha önce Miura ve Countach'ın tasarımını yapmış olan Marcello Gandini yapar. Tasarım Chrysler tarafından geliştirilerek satışa sunulur.
Chrysler sonrası: Megatech
Ocak 1994'te kötü ekonomik koşullar ve politik şartlar Chrysler'in Lamborghini'yi Megatech'e satmaya zorladı. Megatech Endonezya Başkanı Suharto'nun oğlu Tommy Suharto yönetimindeki Endonezyalı yatırım grubudur.
Yeni yönetim altında pazarlama uygulamalarındaki değişim ve yeniden yapılandırılan satış bayileri ile Lamborghini'de rönesans başlamıştır. Satışlar 1993'te 101,1994'te 301 ve 1995'te 414'e yükselmiştir.
Lamborghini Miura SV'den ilham alınarak yapılan Diablo SV (Sport Veloce) 1995'te satışa sunuldu. Lamborghini tarafından geliştirilen en güçlü V12'ye (525 bg) sahiptir. Diğer Diablo modelleri arasında Diablo SV en çok satılan model olacaktır.
Megatech 1997 yılında Endonezya'daki değişen koşullar sebebiyle şirketi Audi'ye satmıştır.
Audi dönemi
Audi'nin Lamborghini'yi almasıyla beraber Diablo'nun yerine gelecek modelin çalışmalarına devam edilmiştir. Luc Donckerwolke tarafından tasarlanan Lamborghini Murcielago belki de son geleneksel Lamborghini modeli olacaktır. Yukarı açılan kapıları ve V12 motor kullanan güncel son modeldir. 6.2 litre hacmindeki motor 575 bg üretirken, 2006 yılında Murcielgo'nun geliştirilmiş versiyonu LP640'ta ise 6.5 lt hacminde 640 bg güç üreten bir V12 bulunmaktadır.
Murcielago'nun anlamı İspanyolca yarasa demektir. 1879'da Cordoba arenasında 24 kılıç darbesi almasına rağmen sağ kalan boğanın adı Murcielago'dur. Daha sonra Murcielago bir başka Lamborghini modelini adını veren Don Antonio Miura'ya hediye edilmiştir. Luc Donckerwolke'a Red Dot tasarım ödülünü kazandırmıştır.
2007 yılında ise Lamborghini 1 milyon Euro değeri ile en pahalı, en hızlı (360 km/h)ve en güçlü (670 bg) Murcielago modelini satışa sundu. Reventón 6.5 litre V12 motorunun ürettiği 670 bg güç ile 0–100 km/h hızlanması sadece 3.4 saniyede gerçekleştirir. Araçtan sadece 20 tane üretilmiştir.
2009 yılında ise Murcielago LP670/4 SV (Super Veloce) tanıtılmıştır. 6.5 litrelik V12'si 670 bg güç üretmektedir. Ayrıca kullanılan karbonfiber malzemeler ve şaside kullanılan çelik güncel LP640 modelinden 102 kg daha hafif olmasını sağlamıştır. 335 km/h maksimum hıza çıkabilen araçtan sadece 350 adet üretilecektir. LP 670/4 Murcielago'nun son versiyonu olacaktır. LP670/4 modeliyle beraber Murcielago modeli üretimden kalkacaktır. 102 kilogramlık diyeti için Murcielago'nun müzik sisteminden dahi feragat edilmiştir. SV sadece beyaz, gri, sarı, turuncu ya da siyah renklerle sunulacak olsa da Lamborghini mat siyah ve mat beyaz renkleri opsiyonel olarak alınabilecek.
2003 yılında Audi çatısı altında yapılan ilk model olan Gallardo üretime geçmiştir. Otomobil ismini ünlü bir boğadan almaktadır. Gallardo İspanyolca bir sözcük olup cesur anlamına gelmektedir. Lamborghini'nin en çok satan modelidir. Luc Donckerwolke tarafından tasarlanmış ve 2003 senesine Red Dot Tasarım Ödülünü 2. defa kazanmıştır. Üretime başlandığı 3 yıl içerisinde 5000 üzerinde satılmıştır. 5 litre V10 ortadan motorlu araç Gallardo 550-2 Valentino Balboni modeli hariç 4 tekerden çekişlidir. İlk modelleri 500 bg iken 2006 yılında Gallardo Spyder modeli ile birlikte güç 520 bg çıkmıştır.
2007 yılında ise Cenevre otomotiv fuarında Superleggera modeli tanıtılmıştır. Güncel versiyonundan 70 kg daha hafif ve 10 bg daha güçlü olan model, Ferrari 430 Scuderia'nın rakibi olmuştur.
2008 senesinde ise Gallardo versiyonları arasında en güçlüsü LP560/4 satışa sunulmuştur. V10 motoru 560 bg üretecek şekilde geliştirilmiştir. Ayrıca genel kapsamlı yapılan değişiklikler arasında aracın önünde yenilen hava girişleri Reventon'dan alınmıştır. Ayrıca farlar eski versiyona göre biraz daha aşağı çekilerek aracın ön görünüşü daha agresif hale getirilmiştir. Arka tarafta yapılan değişiklikler ise tamamıyla yeniden şekillendirilen stop lambaları ve çift olan egzoz çıkışlarının 4'e çıkarılmasıdır. Stop lambalarının değişimi şirket tarafından, aracı daha yüksek gösteriyordu şeklinde açıklanmıştır
Yarış modelleri
Ferruccio Lamborghini şirketinin yarışlara girmesini istemedi. O bunun çok pahalı ve şirketi maddi yönden zorlayacağını düşünmüştür. Bu sebeple onun yönetiminde şirket hiç yarış arabası üretmedi. Şirket sadece ama sadece test pilotu Bob Wallace için var olan modellerin yüksek performanslı prototiplerini üretmiştir. Bunlardan göze çarpanlar Miura SV baz alınarak yapılan Jota ve Jarama S'ten yapılan Bob Wallace Special'dir.
Rosetti yönetiminde, Lamborghini BMW ile bir anlaşma dahilinde homologe edilmesi için yeterli sayıda yarış arabası üretimi yapmıştır. Bununla beraber Lamborghini anlaşmadaki şartları yerine getirememiştir. Araç neticede BMW motorsporları bölümü tarafından geliştirilmiş ve BMW M1 olarak üretilerek satılmıştır.
Yine Lamborghini C klasmanında yarışmak için QVX'yi geliştirmiştir. Bir araç yapılmıştır fakat sponsor bulunamayışından sezonu bitirememiştir. Sadece bir yarışa katılmıştır. 1986 yılında şampiyona dışında Southern Suns 500 km yarışında Güney Afrika'da bulunan Kyalami pistinde Tiff Needell tarafından sürülmüştür. Aracın yarışı başlangıca göre iyi bir yerde bitirmesine rağmen sponsor bulunamadı ve yarış programı iptal edildi.
Lamborghini 1989 ve 1993 yılları arasında Formula 1 yarışlarına motor tedarikçisi olmuştur. Müşterileri arasında Larrousse, Ligier, Lotus ve kendi takımıdır. Her ne kadar takımın ismi Lamborghini olsa da fabrika takımı olarak görülmemiştir. 1992'de Larrousse/Lamborghini takımı rekabetçi olmasa da dikkate değer biçimde egzozlarından yağ fışkırtıyordu. Larrousse takımının yarış arabalarını yakından takip eden öteki arabalar çoğunlukla yarışın bitiminde sarımsı-kahverengi renklere bürünüyorlardı.
1991'in ilerleyen günlerinde Lamborghini'nin Formula 1 için ürettiği motorlar Konrad KM-011 Grup C araçlarında kullanılmıştır. Fakat birkaç yarış kalmışken proje iptal edildi. Aynı motor kardeş firma Chrysler markası ile 1993 sezonunun sonuna yaklaşırken McLaren tarafından 1994 sezonunda kullanılması için test edilmiştir. Her ne kadar takımın sürücüsü Ayrton Senna tarafından motorun performansı olumlu not almışsa da, McLaren görüşmeleri askıya almış ve Peugeot motorunu tercih etmiştir. Böylece Chrysler bu projeyide bitirmiştir.
Diablo Supertrophy için iki Diablo modeli üretilmiştir. Tek model yarış serisi 1996 ile 1999 yılları arasında yapılarak devam etmiştir. İlk yıl kullanılan araçlar Diablo SVR iken, kalan üç yılda ise Diablo GTR kullanılmıştır.
Lamborghini 2004 yılında FIA GT Şampiyonası'nda, Super GT ve Amerika Le Mans Seri'sinde yarıştırmak için Murcielago R-GT modelini geliştirmiştir. Ulaşılan en yüksek derece FIA GT Şampiyonası'nın Valensiya'daki açılış yarışında elde ettiği üçüncülüktür. Yarışa Reiter Mühendislik adına katılan araç beşinci sıradan başladığı aracı podyumda bitirmiştir. Super Gt Şampiyonası'nın açılış yarışı olan Suzuka'da Japon Lamborghini sahipleri tarafından kullanılan araç ilk zaferini kazanmıştır (kendi sınıfında) R-GT ile.
Gallardo'nun GT3 versiyonu Reiter Mühendislik tarafından geliştirilmiştir.
All-Inkl.com yarış takımı tarafından FIA GT Şampiyonası'na katılan Murcielago R-GT, Christophe Bouchut ve Stefan Mücke tarafından kullanılarak sezonun açılış yarışı olan Zhuhai Uluslararası Pisti'nde kazanarak Lamborghini'ye uluslararası yarış alanında ilk büyük başarısını getirmiştir.
Lamborghini 2009 yılında yeni bir yarış serisine başlayacaktır. Blacpain Super Trofeo adındaki yarış serisinde Lamborghini Gallardo LP 560/4 araçların yarış versiyonları kullanılacaktır. Araç standart Gallardo LP560/4'e göre daha hafif ve biraz daha güçlüdür (570 bg). İlk yarış 2 Mayıs'ta İngiltere'nin Silverstone pistinde yapılacaktır.
Daha sonraki etaplar ise sırası ile İtalya'da Adria Raceway, Almanya'da Norisring,Belçika'da ünlü Spa pisti, İspanya'da Barcelona ve Fransa'da Paul Ricard pistinde koşulacaktır. Toplam 30 araç takımlar için üretilmiş olup bir tanesi Lamborghini adına seride yarışacaktır. Şimdi yarış arabası olarak Lamborghini Gallardo kullanılmaktadır.
Tekne Motorları
Lamborghini Dünya Offshore Serisi yarışlarının Class 1 kategorisinde kullanılması için bazı yıllar büyük V12 motorları üretmiştir. Bu motor 8.2 litre olup gücü 940 bg'dir.
Modelleri
Lamborghini'nin şu ana kadar sunduğu modeller sırasıyla; Ve en yeni modelleri olarak da Veneno LP 750-4 ve Asterion LP 910-4 sıralamada yerini almıştır.
Ayrıca bakınız
Lamborghini Trattori
Kaynakça
Dış bağlantılar
Lamborghini Blog
Lambo Cars fan kulübü
Volkswagen grubu
Formula 1 motor üreticileri
Lüks markalar
İtalya merkezli otomotiv şirketleri
Otomobil markaları
İtalyan markaları
1963'te kurulan şirketler
İtalya merkezli motor üreticileri
Deniz motoru üreticileri |
1441 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Dans | Dans | Dans (Fransızca: Danse) ya da Raks (Arapça: رقص), tüm vücudun bir müzik ritmi eşliğinde estetikle birlikte çalıştırılabildiği bir gelenek, sanat, bir tedavi şekli veya sadece bir ifade şekli olabilir.
Dünya dans günü 29 nisandır.
Dans türleri
Solo dans
Partner dansı
Rock
Broadway
Bale
Ça-ça
Disko
Foxtrot
Salsa
Breakdance
Türk halk oyunları
Hip hop dansı
Jazz
Jive
Halk dansı
Erotik dans
Direk dansı
Kucak dansı
Sokak dansı
Kalipso
Lirik
Mambo
Modern Dans
Postmodern dans
Pasodoble
Pop
Punk
Rumba
Salsa
Samba
Swing
Tango
Vals
Zeybek
Zumba
Tap dansı
Oryantal dans
Sirtaki
Roman
Kaynakça
Ayrıca bakınız
Ulusal danslar listesi
Dans çılgınlığı
Koreografi
Müzikalite
Dansöz
Eğlence meslekleri
Tiyatro meslekleri
Fransızcadan Türkçeye geçen sözcükler
Gösteri sanatları |
1442 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Isaac%20Asimov | Isaac Asimov | Isaac Asimov (2 Ocak 1920 – 6 Nisan 1992), Boston Üniversitesi'nde biyokimya profesörlüğü yapmış Amerikalı yazar ve biyokimyager.
Daha çok bilimkurgu ve popüler bilim yazarlığı yapması ile tanındı. Hayatı boyunca 500'den fazla kitap 90.000 kartpostal yazdı ve üretkenliği ile bilinirdi.
Pek çok konuda yapıtları olmasına karşın, bilimkurgu eserleri ve popüler bilim kitapları ile tanınmıştır. Kurgu olmayan çok sayıda eserinin yanı sıra fantezi dalında da yazmıştır. Dewey Onlu Sınıflama Sistemi'ndeki felsefe hariç tüm ana dallarda eserleri vardır. Asimov, ortak görüşle bilimkurgu dalının ustasıdır. Robert A. Heinlein ve Arthur C. Clarke ile birlikte yaşadığı dönemde "üç büyük" bilimkurgu yazarından biri olarak kabul edilmiştir.
Çocukluğu ve ailesi
Kesin doğum tarihi bilinmeyen Asimov'un doğum tarihi resmi kayıtlarda 2 Ocak 1920'dir. Rusya'da Smolensk yakınlarındaki bir kasabada Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Asimov, ailesi ile birlikte üç yaşındayken Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etti. New York kentinde büyüdü. 20 yaşından önce bilimkurgu öyküleri yazmaya başladı.
Columbia Üniversitesi'nden 1939'da mezun oldu ve kimya dalında doktorasını aynı üniversiteden aldı. Daha sonra Boston Üniversitesi'ne geçti. Burada 1979'da profesör oldu.
26 Temmuz 1942'de Gertrude Blugerman ile evlendi. Bu evliliğinden iki çocuğu oldu. 1973'te ilk eşinden boşanan Asimov, aynı yıl Janet Jeppson ile evlendi.
1983'te olduğu by-pass ameliyatındaki kan naklinde kendisine verilen enfekte kan nedeniyle AIDS'e yakalandı ve 6 Nisan 1992'de bu hastalık yüzünden öldü. AIDS'ten öldüğü gerçeği ölümünden 10 yıl sonra kamuoyuna açıklandı.
Yazarlık kariyeri
Yazarlık kariyerine bilimkurgu ile başlayan Asimov, popüler bilim kitapları ve şiir kitapları da yayımladı.
1941'de yayımlanan Galaksi Şeytanları (Nightfall) adlı kısa bilimkurgu öyküsü, en ünlü bilimkurgu öykülerden biri oldu. Bu öykü 1968'de Amerikan Bilimkurgu Yazarları adlı kuruluş tarafından o zamana dek yazılmış en iyi kısa bilimkurgu öyküsü seçildi.
Asimov, Vakıf, Robot ve Galaktik İmparatorluk serileri ile büyük ün kazanmıştır.
Kazandığı Ödüller
Nebula Best Short story (aday) (1965): Founding Father
Nebula Best Short story (aday) (1965): Eyes Do More Than See
Nebula Best Novel (kazandı) (1972): The Gods Themselves
Hugo Best Novel (kazandı) (1973): The Gods Themselves
Hugo Best Novellette (aday) (1975): That Thou Art Mindful of Him
Nebula Best Novellette (aday) (1976): The Bicentennial Man
Hugo Best Novellette (kazandı) (1977): The Bicentennial Man
Nebula Best Novel (aday) (1982): Vakıf'ın Sınırı
Hugo Best Novel (kazandı) (1983): Vakıf'ın Sınırı
Hugo Best Novel (aday) (1984): The Robots of Dawn
Nebula Best Short story (aday) (1986): Robot Dreams
Hugo Best Short story (aday) (1987): Robot Dreams
Hugo Best Novellette (kazandı) (1992): Gold
Yapıtları
Not: Asimov kitaplarının Türkçe çevirilerinde, (özellikle eski basım kitaplarda) orijinal isimlere sadık kalınmamış olduğu için, bazı baskılar bilgilendirme amaçlı olarak parantez içinde verilmiştir.
Bilimkurgu Kitapları
Robot Serisi:
Çelik Mağaralar (Ölü Gezegen) - The Caves of Steel
Güneşin Tanrıları - The Naked Sun
Şafağın Robotları - The Robots of Dawn
Kurtarıcı - Robots and Empire
Galaktik İmparatorluk Hikâyeleri:
Tanrılar ve İmparatorlar - The Currents of Space
Sonsuzun Tohumları (Asi Gezegen Tyrran) - The Stars, Like Dust
Zamandan Kaçış (Uğursuz Gezegen Galactica) - Pebble in the Sky
Vakıf Öncesi:
Vakıf Kurulurken (İmparatorluk Kurulurken) - Prelude to Foundation
Vakıf İleri (Erişilmez İmparatorluk) - Forward the Foundation
Vakıf Üçlemesi:
Vakıf (İmparatorluk) - Foundation
Vakıf ve İmparatorluk (Altın Galaksi) - Foundation and Empire
İkinci Vakıf (Gizli Tanrılar) - Second Foundation
Vakıf Sonrası:
Vakıf'ın Sınırı (Galaksi Çöküyor) - Foundation's Edge
Vakıf ve Dünya - Foundation and Earth
Seri Harici Hikâyeleri
Asterisk * işaretli hikâyeler Vakıf ve Robot serileri ile küçük bağlantılar taşır.
Sonsuzluğun Sonu* (Evrenin Çanları) - The End of Eternity
Kan Damarlarında Yolculuk - Fantastic Voyage
Hedef Beyin* - Fantastic Voyage II: Destination Brain
İntikam Tanrıçası* - Nemesis
Galaksi Şeytanları - Nightfall
İşte Tanrılar - The Gods Themselves
Kısa Hikâye Kitapları
Üç Robot Yasası
Robot Öyküleri Antolojisi
Ben Robot - I, Robot
Dünya Hepimize Yeter - Earth Is Room Enough
Marslılar (Uzayın Bekçileri) - The Martian Way and Other Stories
Karadul Bulmacaları - (Puzzles of the Black Widowers)
Melezler Venüste
Güle Güle Dünya Son Öyküler - Gold
Popüler Bilim Kitapları
Dolu Dolu Yaşadım
Bilim ve Buluşlar Tarihi
Dün Bugün Yarın
Patlayan Güneşler Üstnovaların Taşıdığı Gizler
Yeryüzü ve Uzay
Uzayın Sınırları
Bilinmeyen Tehlike
İnsanlığın Geleceği Dünyamızı Tehdit Eden Felaketler
Dünya Dışı Uygarlıklar
Dış bağlantılar
Asimov, Vakıf Serisi Robot Yasaları ve Röportajlar
1965'te Horizon ile Robotlar üzerine bir söyleşisi
1920 doğumlular
Smolensk Oblastı doğumlular
1992 yılında ölenler
Rusya Yahudileri
Amerikalı bilimkurgu yazarları
Kurgusal olmayan eserler veren Amerikalı yazarlar
Amerikalı ateistler
Rusya Yahudisi asıllı Amerikalılar
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Sovyet göçmenler
Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığına kabul edilenler
Columbia Üniversitesinde öğrenim görenler
Hugo Ödülü alan yazarlar
Nebula Ödülü alan yazarlar
Mizah yazarları
Bilim tarihçileri
HIV/AIDS'li kişiler
New York eyaletinde enfeksiyon hastalıklarından ölenler
New York'ta ölenler
AIDS'e bağlı hastalıklardan ölenler
Cenazesi yakılarak icra olunan kişiler
Ateist yazarlar
Yahudi ateistler
Rus ateistler
Amerika Birleşik Devletleri'nde AIDS'e bağlı hastalıklardan ölenler
20. yüzyıl Amerikalı erkek yazarları |
1446 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Muazzez%20%C4%B0lmiye%20%C3%87%C4%B1%C4%9F | Muazzez İlmiye Çığ | Muazzez İlmiye Çığ (20 Haziran 1914, Bursa), Türk sümerolog.
Biyografi
Ailesi köken olarak Kırımlı göçmenlerden olup babası Kırım'dan Amasya, Merzifon'a, annesi ise Kırım'dan Bursa'ya göçmüştür. Ailesi İzmir'de yaşamaktayken, 15 Mayıs 1919 tarihinde meydana gelen İzmir'in işgali ardından daha güvenli bir yer olan Çorum'a yerleşti.
Eğitim ve kariyer
İlkokula Çorum'da başladı. Daha sonra ailece Bursa'ya taşındılar. Bursa'da özel bir okul olan Bizim Mektep'te Fransızca ve keman dersleri aldı. 1926'da sınavla Bursa Kız Muallim Mektebine (Bursa Kız Öğretmen Okulu) girdi. 1931 yılında mezun oldu ve babasının da öğretmenlik yapmakta olduğu Eskişehir'e tayin oldu. Eskişehir'de öğretmenlik mesleğini 4.5 yıl yaptı. Bu sırada kardeşi Turan İtil (1924-2014) beyin cerrahı olmak için Amerika'ya gitti.
15 Şubat 1936 tarihinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Hititoloji bölümüne kaydoldu. Nazi Almanyası'ndan Türkiye'ye iltica etmiş olan ve Ankara Üniversitesinde dersler veren Prof. Dr. Hans Gustav Guterbock'dan Hitit Dili ve Kültürü derslerini, Prof. Dr. Benno Landsberger'den Sümer ve Akad Dilleri ve Mezopotamya Kültürü derslerini aldı. 1940 yılında Ankara Üniversitesinden mezun olduktan sonra İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi Çiviyazılı Belgeler Arşivine uzman olarak atandı. Aynı yıl Kemal Çığ ile evlenmişti. Müzede çalıştığı 31 yıl boyunca meslektaşı Hatice Kızılyay ve Dr. F. R. Kraus ile birlikte müzenin deposunda bulunan Sümer, Akad ve Hitit dillerinde yazılmış on binlerce tableti temizleyip, sınıflandırıp numaralandırdı, 74 bin tabletten oluşan çivi yazılı belgeler arşivini oluşturdu, 3 bin tabletin kopyasını yapıp katalog halinde yayımladı.
1957'de Münih'teki Oryantalistler Kongresi'ne katıldı. 1960'ta Heidelberg Üniversitesinde 6 aylık bir çalışma yaptı. 1965'te Roma'da sergilenen Hitit sergisini bu şehirden alarak Londra'ya götürdü. 1972'de emekliye ayrıldı.
Emeklilikten sonra bir süre yurtdışında yaşayan Muazzez İlmiye Çığ, 1988'de Philadelphia'daki Asuroloji kongresine katıldı. Prof. Kramer'in History Begins at Sumer adlı kitabını Türkçeye çevirdi ve kitap 1990'da “Tarih Sümerle Başlar” adıyla Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlandı. Kitabın çok ilgi görmesi üzerine 1993'te çocuklara yönelik Zaman Tüneliyle Sümerlere Yolculuk da dahil Sümer ve Hitit kültürlerini tanıtan 13 kitap yazdı.
Muazzez İlmiye Çığ'ın özel arşivi Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı'ndadır.
Ödüller
Adana Tepebağ Rotary Kulübü, Meslek Hizmet Ödülü
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından Fahri Doktora unvanı, 4 Mayıs 2000
Osmaniye'nin Çardak köyü'ndeki Anadolu Halk Bilimleri ve Kültür Derneği tarafından "Özgür İnsan Ödülü", 2005
Vatandaşlık Tepkilerim isimli kitabı, Galatasaray Rotary Kulübü tarafından İngilizceye çevrilerek Avrupa ve Amerika'daki üniversite kütüphanelerine dağıtılmıştır.
Uluslararası Lions Kulüpleri Derneği tarafından "Melvin Jones Dostluk Ödülü", 2014
Dava
Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği ve Vatandaşlık Tepkilerim isimli kitaplarında kadınlarda başörtüsünün köklerinin Akadlara dayandığını yazmıştı. Bu kitapları 2007 yılında kamuoyunda yankı uyandırdı. 2007 yılında "Vatandaşlık Tepkilerim" adlı kitabında "halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek" suçuyla yargılandı ve ilk celsede beraat etti.
Kitapları
"Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni", 1995, Kaynak Yayınları
"Sümerli Ludingirra - "Zaman Tüneliyle Yolculuk", 1996, Kaynak Yayınları
"İbrahim Peygamber - Sümer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre", 1997, Kaynak Yayınları
"İnanna'nın Aşkı - Sümer'de İnanç ve Kutsal Evlenme", 1998, Kaynak Yayınları
"Zaman Tüneliyle Sümer'e Yolculuk", 1998, Kaynak Yayınları (Genişletilmiş ikinci basım; ilk basım 1993, Kültür Bakanlığı Yayınları)
"Hititler ve Hattuşa - İştar'ın Kaleminden", 2000, Kaynak Yayınları
"Gilgameş - Tarihte İlk Kral Kahraman", 2000, Kaynak Yayınları
"Ortadoğu Uygarlık Mirası", 2002, Kaynak Yayınları
"Ortadoğu Uygarlık Mirası 2", 2003, Kaynak Yayınları
"Sümer Hayvan Masalları", 2003, Kaynak Yayınları
"Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği", 2004, Kaynak Yayınları
"Vatandaşlık Tepkilerim", 2004, Kaynak Yayınları
"Atatürk Düşünüyor", 2005, Kaynak Yayınları
"Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği", 2005, Kaynak Yayınları
"Çivi Çiviyi Söker - Muazzez İlmiye Çığ Kitabı", Serhat Öztürk, 2002, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
"Sümerlilerde Tufan - Tufan'da Türkler", 2008, "Kaynak Yayınları"
Kaynakça
1914 doğumlular
Bursa doğumlu bilim insanları
Bursa doğumlu yazarlar
Kırım Tatarı asıllı Türkler
Sümerologlar
Türk arkeologlar
Türk sekülaristler
20. yüzyıl Türk tarihçileri
21. yüzyıl Türk tarihçileri
100 yaş üstü Türkler
Kurgusal olmayan eserler veren Türk yazarlar
Yaşayan insanlar
Türk eski Müslümanlar
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde öğrenim görenler
100 yaş üstü kadınlar
İngilizceden Türkçeye çeviri yapanlar |
1461 | https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nsomnia | İnsomnia | İnsomnia ya da uyuyamama hastalığı, bir uyku sorunudur. Uykuya dalamama ya da gece boyunca sürekli uyuyamama sorunlarını barındırır. Hastalar genel olarak, gözlerini birkaç dakikadan fazla kapalı tutamamaktan ya da yatakta bir o yana bir bu yana dönerek uyuyamamaktan yakınırlar.
İnsomnia birkaç gece sürerse geçici, 1 hafta ile 3 hafta arasında sürerse kısa süreli, 3 haftadan fazla sürerse kronik insomnia olur. Kronik bir hastalığa dönüşerek uyuma eksikliği doğrultusunda oldukça zararlı olabilir.
İnsomnia doğal uyuma dengesini bozar ve tedavisi oldukça zor olabilir. İnsomnia hastaları genel olarak öğleden sonra ya da akşama doğru kısa süreli uyudukları için, geceleri de uyumakta zorluk çekerler. Bazıları da vücutlarını sınırlarında kullanmaya çalışırlar. Bu da çok mühim fiziksel ve zihinsel sorunlara yol açar.
İnsomnia ayrıca birçok ilacın yan etkisi olarak, stres sebebiyle ya da duygusal, fiziksel ve zihinsel sorunlar doğrultusunda da oluşabilir.
Önleme ve tedavi
Hayat stilinin değiştirilmesi uykusuzluk tedavisinde ve önlenmesinde önemlidir. Uyarıcı kullanımından kaçınmak, uykusuzluğa karşı alınabilecek bir önlemdir. Kahve, çay, guarana, kakao, kola, enerji içecekleri, çikolata gibi kafein içeren gıda maddeleri ile ritalin ve adderall gibi uyarıcı ilaçların kullanımından kaçınmak bu yönteme örneklerdir. Düzenli uyuma, gün içi uyumaktan kaçınma ve yatak odasında uykuya elverişli düzenlemeler yapma (sessiz, karanlık) da hayat stilinin değiştirilmesi çerçevesinde yöntemlerdir.
Bilişsel davranışçı terapi de uyku bozukluğu tedavisinde kullanılabilir. Bu metotlar arasında uyarıcı kontrol terapisi, rahatlama teknikleri, uyku kısıtlama ve ışık terapisi yer alır. İlaç tedavisinde, reçeteye tabi Eszopiclone (Lunesta), Ramelteon (Rozerem), Zaleplon (Sonata) ve Zolpidem (Ambien, Edluar, Intermezzo, Zolpimist) kullanılabilir. İlaç tedavisinin birkaç haftadan uzun süreli kullanımı önerilmemektedir.
Alternatif tıp
Geleneksel yöntemlerin başında, uyumadan önce sıcak süt içmek; uyanır uyanmaz sıcak bir duş almak, öğlen egzersiz yapmak, öğlen yemeğinde bol yemek yemek ve akşam yemeğinde az yemek yemek ve erken yatmaya çalışmak gelir.
Geleneksel Çin tıbbında genelde akupunktur, diyet ve yaşam analizi ile şifalı bitkiler ana önlemleri oluşturur.
Kaynakça
Dış bağlantılar
Psikolojik durumlar
Uyku bozuklukları |
1470 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Leopold%20Kronecker | Leopold Kronecker | Leopold Kronecker (; 7 Aralık 1823 - 29 Aralık 1891) sayı teorisi, cebir ve mantık üzerine çalışan bir Alman matematikçiydi. Georg Cantor'un küme teorisi üzerine çalışmalarını eleştirdi ve tarafından " (Tam sayıları Tanrı yarattı, diğer her şey insanın işidir)" söylemiyle alıntılandı. Kronecker, Ernst Kummer'in öğrencisi ve ömür boyu arkadaşıydı.
1841 yılında Berlin Üniversitesine girerek Dirichlet ve Steiner gibi matematikçilerden öğrenim almıştır. Doktorasını 1845 yılında yine Berlin Üniversitesi'nde sayılar teorisinde kompleks birimler üzerinde yapmıştır.
Geliştirdiği finitizm anlayışı Kroneker'i, matematiğin temelleri arasında yer alan sezgicilik akımının öncülerinden biri yapmıştır.
Hayatı
Leopold Kronecker 7 Aralık 1823'te Liegnitz, Prusya'da (şimdi Legnica, Polonya) varlıklı bir Yahudi ailede doğdu. Ebeveynleri Isidor ve Johanna (evlilik öncesi soyadı Prausnitzep) çocuklarının eğitimiyle ilgilendi ve onlara evde özel ders sağladı -Leopold'un küçük erkek kardeşi Hugo Kronecker da bilimsel bir yol izleyerek daha sonra önemli bir fizyolog olacaktı. Kronecker daha sonra bilim, tarih ve felsefe gibi çok çeşitli konularla ilgilenirken aynı zamanda jimnastik ve yüzmeyle ilgilendiği Liegnitz Spor Salonu'na gitti. Spor salonunda, çocuğun matematiğe olan ilgisini fark eden ve teşvik eden Ernst Kummer tarafından eğitildi.
1841'de Kronecker, ilgisinin hemen matematiğe odaklanmak yerine astronomi ve felsefe dahil olmak üzere birçok konuya yayıldığı Berlin Üniversitesi'nde öğrenci oldu. 1843 yazını Bonn Üniversitesi'nde astronomi okuyarak ve 1843-44'ü Breslau Üniversitesi'nde eski öğretmeni Kummer'in ardından geçirdi. Kronecker Berlin'e döndüğünde Peter Gustav Lejeune Dirichlet ile matematik okudu ve 1845'te Dirichlet'in gözetiminde yazdığı cebirsel sayı teorisindeki tezini savundu.
Derecesini aldıktan sonra, Kronecker, akademik kariyer yolunda araştırmaya olan ilgisini takip etmedi. Annesinin eski bir bankacı olan amcası tarafından inşa edilen büyük bir tarım arazisini yönetmek için memleketine geri döndü. 1848'de kuzeni Fanny Prausnitzer ile evlendi ve çiftin altı çocuğu oldu. Kronecker birkaç yıl iş dünyasına odaklandı ve bir hobi olarak matematiği okumaya devam etmesine ve Kummer ile yazışmasına rağmen hiçbir matematiksel sonuç yayınlamadı. 1853'te denklemlerin cebirsel çözülebilirliği üzerine, Évariste Galois'nın denklem teorisi üzerine çalışmasını genişleten bir anı yazdı.
İş faaliyetlerinden dolayı Kronecker finansal olarak rahattı ve bu nedenle 1855'te özel bir bilim adamı olarak matematik yapmak için Berlin'e dönebilirdi. Eşi Rebecka'nın zengin Mendelssohn ailesinden gelen Dirichlet, Kronecker'i Berlin elitiyle tanıştırmıştı. Üniversiteye yeni katılan Karl Weierstrass ile Dirichlet'in matematik kürsüsünü yeni devralan eski öğretmeni Kummer'in yakın arkadaşı oldu. Sonraki yıllarda Kronecker, önceki yıllardaki bağımsız araştırmalarından kaynaklanan çok sayıda makale yayınladı. Yayınlanan bu araştırma sonucunda 1861'de Berlin Akademisi üyeliğine seçildi.
Resmi bir üniversite pozisyonu olmamasına rağmen, Kronecker Akademi'nin bir üyesi olarak Berlin Üniversitesi'nde ders alma hakkına sahipti ve 1862'den başlayarak bunu yapmaya karar verdi. 1866'da Riemann öldüğünde, Kronecker'e Göttingen Üniversitesi'nde matematik kürsüsü teklif edildi (daha önce Carl Friedrich Gauss ve Dirichlet tarafından tutuldu), ancak Akademi'deki pozisyonunu korumayı tercih ederek reddetti. Ancak 1883'te, Kummer üniversiteden emekli olduğunda, Kronecker onun yerine davet edildi ve sıradan bir profesör oldu. Kronecker, diğerleri arasında Kurt Hensel, Adolf Kneser, Mathias Lerch ve Franz Mertens'in süpervizörüydü.
Matematiğe ilişkin felsefi görüşü, onu yıllar boyunca birkaç matematikçiyle çatışmaya soktu, özellikle 1888'de neredeyse üniversiteden ayrılmaya karar veren Weierstrass ile ilişkisini zorladı. Kronecker, 29 Aralık 1891'de karısının ölümünden birkaç ay sonra Berlin'de öldü. Hayatının son yılında Hristiyan oldu. Gustav Kirchhoff yakınlarındaki Berlin-Schöneberg'deki Alter St. Matthäus Kirchhof mezarlığına gömüldü.
Bilimsel aktiviteleri
Matematik araştırmaları
Kronecker'in araştırmasının önemli bir kısmı sayı teorisi ve cebire odaklandı. Denklemler teorisi ve Galois teorisi üzerine 1853 tarihli bir makalede, Kronecker-Weber teoremini formüle etti, ancak kesin bir kanıt sunmadı (teorem çok daha sonra David Hilbert tarafından tamamen kanıtlandı). Ayrıca, sonlu üretilmiş değişmeli gruplar için yapı teoremini tanıttı. Kronecker eliptik fonksiyonlar üzerinde çalıştı ve daha sonra Hilbert tarafından on ikinci problemi olarak değiştirilmiş bir biçimde öne sürülen bir genelleme olan "liebster Jugendtraum"u ("gençliğin en değerli hayali") varsaydı. 1850 tarihli bir makalede, Beşinci Derecenin Genel Denkleminin Çözümü Üzerine (On the Solution of the General Equation of the Fifth Degree), Kronecker grup teorisini uygulayarak beşinci dereceden denklemi çözdü (çözümü radikaller açısından olmasa da: Abel-Ruffini teoremi tarafından imkansız olduğu kanıtlandı).
Cebirsel sayı teorisinde Kronecker, Dedekind'in felsefi nedenlerle kabul edilebilir bulmadığı idealler teorisine alternatif olarak bölenler teorisini tanıttı. Dedekind'in yaklaşımının genel olarak benimsenmesi, Kronecker'in teorisinin uzun süre göz ardı edilmesine yol açsa da, onun bölenleri yararlı bulundu ve 20. yüzyılda birkaç matematikçi tarafından yeniden canlandırıldı.
Kronecker ayrıca gerçel sayılarda irrasyonel sayıların biçimini yeniden yapılandırarak süreklilik kavramına katkıda bulundu. Analizde Kronecker, meslektaşı Karl Weierstrass tarafından bir sürekli, hiçbir yerde türevlenemeyen fonksiyon formülasyonunu reddetti.
Kronecker için ayrıca Kronecker limit formülü, Kronecker eşleşmesi, Kronecker deltası, Kronecker tarağı, Kronecker sembolü, Kronecker çarpımı, polinomları çarpanlara ayırmada Kronecker yöntemi, Kronecker ikamesi, sayı teorisinde Kronecker teoremi, Kronecker lemması ve Eisenstein-Kronecker sayıları da adlandırılmıştır .
Matematik felsefesi
Kronecker'in sonluluğu onu matematiğin temellerinde sezgiselliğin öncüsü yaptı.
Onurlandırılması
Kronecker birkaç akademinin üyesi olarak seçildi:
Prusya Bilimler Akademisi (1861)
Fransız Bilimler Akademisi (1868)
Kraliyet Cemiyeti (1884).
25624 Kronecker asteroidi onun adını almıştır.
Yayınları
Kaynakça
Konuyla ilgili yayınlar
Dış bağlantılar
1823 doğumlular
1891 yılında ölenler
Alman matematikçiler
Almanya Yahudileri
Berlin Humboldt Üniversitesi öğretim üyeleri
Berlin Humboldt Üniversitesinde öğrenim görenler
Hristiyan olanlar
Royal Society'nin yabancı üyeleri
Sayı teorisyenleri
St Petersburg Bilimler Akademisi'nin muhabir üyeleri
Yahudi asıllı Almanlar |
1474 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Grup%20Yorum | Grup Yorum | Grup Yorum, Türkiye çıkışlı protest, özgün müzik ve Anadolu rock gibi müziğin çeşitli dallarında eserler üreten politik, devrimci müzik grubudur 1985'ten günümüze siyasi görüşlerini müzikleriyle topluma duyurmaya çalışmıştır. Bu yönüyle gruba günümüze (2013) kadar 400'ün üzerinde dava açılmıştır. 15 üyesi tutuklanıp hapis yatmış ve çıkardığı 21 albüm ile 2 milyondan fazla albüm satışı yapmıştır.
1987'den başlayarak günümüze kadar 21 albüm çıkaran, Türkiye'de ve Avrupa'da her yıl konser veren grup, bunun dışında yüzlerce kitle eylemine, sokak gösterisine, greve, fabrika ve üniversite işgaline katılmıştır. Uzun yıllar konserleri yasaklanıp, üyeleri gözaltına alınıp, tutuklanmış ve birçok kentte kasetlerinin satılması engellenmiştir. Albümleri, şarkıları suç unsuru taşıdığı iddiasıyla resmî olarak toplatılmıştır. Grup Yorum albümlerindeki kimi şarkıların yasa dışı DHKP-C örgütü militanlarına adanmış olmasından dolayı grup üyelerinin bu örgüt ile organik bağı bulunduğu iddia edilmektedir. Fakat bu iddia grup tarafından "Organik bir bağımız yok" denilerek yalanlanmıştır.
Geçmiş
Türkiye'de 1980 yılında gerçekleşen askerî darbeye ve sonrasındaki politikalara tepki amacıyla Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Yıldız Üniversitesi Şehir Planlama öğrencisi dört arkadaşın (Ayşegül Yordam,Metin Kahraman,Tuncay Akdoğan ve Kemal Sahir Gürel) bir araya gelmesiyle 1985 yılında kurulan grup, müzik grubu olmanın dışında, muhalif duyarlılığın, haklar ve özgürlükler mücadelesinin de önemli bir ismi olmuştur. Anadolu'nun ve üzerinde yaşayan halkların sesini, devrimci-sosyalist bir müzik anlayışıyla duyurmayı amaçlamıştır.
Kuruluş aşamasında ilk olarak Aziz Nesin'in öykülerinden uyarlanan bir oyunun müziklerini yaparak başlamış ardından "Bana Bir Türkü Söyleyin Yarınlara Uzansın" adlı konseri vermişlerdir.
Müzikal tarz
Yorum, Türkçe dışında, Anadolu'da konuşulan Kürtçe, Zazaca, Lazca, Arapça, Çerkezce dillerinde de şarkılar seslendirmektedir. Müziğinde mey, bağlama, kaval gibi yerel çalgıların yanı sıra, başta gitar olmak üzere keman, trompet, viyolonsel ve obua gibi yerel olmayan pek çok çalgıları da kullanmaktadır. Solo ve koro vokallerin baskın olduğu müziğinde, ritim kompozisyonlarına ve ezgilere yaslanıyor. Folk-Rock olarak değerlendirilebilecek bu müzik; ülkenin yerel folk şarkılarından Akdeniz ezgilerine, Latin Amerikalı marşlarından rock müziğe kadar birçok tınıyı bir arada dinleyicisine sunuyor.
Grup ise kendi tarzını çağdaş halk müziği olarak tanımlıyor.
Grubun şarkı sözlerini, anti-emperyalist mücadele, hapishane katliamları, doğal afetlerin yarattığı yıkımlar, emperyalist savaşlar, ölümler, aşk, erdem ve özgür bir dünyaya duyulan özlem gibi konular şekillendiriyor.
Grup Yorum 25. yılını 12 Haziran 2010 tarihinde BJK İnönü Stadyumu'nda verdiği bir konserle kutladı. Konserde Suavi, Ali Primera, Yasemin Göksu, Tuncel Kurtiz, Nejat Yavaşoğulları ve daha birçok sanatçı Yorum'a eşlik etti.
Politik duruş
Grup Yorum'un, sol yelpaze içerisinde belli bir görüşü temsil etmesine rağmen Türkiye'de farklı görüşlere sahip birçok insanın Grup Yorum'u dinliyor olmasını üyeleri "şarkılarındaki güncellik"e bağlıyor.
Sivas (Gün Tutuşur) şarkısı Sivas Katliamı'nda yaşamını yitirenlere ithaf edilmiştir.
DHKP-C ile ilişkisi
Çeşitli çevrelerce Grup Yorum ile yasa dışı DHKP-C örgütü arasında organik bağ bulunduğu iddia edilmektedir. Buna sebep olarak da, Grup Yorum albümlerindeki çok sayıda şarkının ölmüş DHKP-C militanları ile ilgili olması gösterilmektedir. Ancak bu iddia grup tarafından yalanlanmıştır. Geliyoruz albümündeki Sibel Yalçın Destanı isimli şarkı, 1995 yılında polisle girdiği çatışmada öldürülmüş Sibel Yalçın isimli DHKP-C militanına adanmıştır. Yıldızlar Kuşandık isimli albümde bulunan aynı adlı şarkının sözleri, 2005 yılında Adalet Bakanlığı binasına intihar saldırısı düzenlemek isterken öldürülen Eyüp Beyaz isimli DHKP-C militanı tarafından yazılmıştır. Boran Fırtınası albümündeki şarkı isimlerinde belirtilen isimler ise 1996 ölüm oruçları sırasında ölen DHKP-C militanlarıdır.
Bazı Grup Yorum üyeleri, 2012 yılında Sultangazi'deki bir polis karakoluna intihar saldırısı düzenleyen İbrahim Çuhadar'ın cenazesinin alınmasında hazır bulunmuşlardır. Bu esnada gözaltına alınan Grup Yorum üyeleri işkence gördüklerini iddia etmişlerdir. Grup üyeleri çeşitli zamanlarda DHKP-C üyesi oldukları iddiasıyla gözaltına alınmışlardır.
Grup üyelerinden Ali Aracı, Selma Altın, İnan Altın, İbrahim Gökçek ve Emel Yeşilırmak, DHKP-C üyesi oldukları iddiası ile 14 Şubat 2018'de, Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan "en çok aranan teröristler listesi"nin gri kategorisine eklenmişlerdir.
Davalar
Grup Yorum'un şarkı sözlerini bulunduran ve dinleyen Berivan Doğan hakkında 'terör örgütü propagandası' yaptığı gerekçesiyle 2006 yılında 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nce 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Ölüm orucu
Grup Yorum üyeleri, 17 Mayıs 2019 tarihinde konser yasaklarının kaldırılması, grup üyelerinin serbest bırakılması, hakkındaki davaların düşürülmesi gibi bir dizi taleple açlık grevine girdi. 20 Ocak 2020'de Grup Yorum üyeleri İbrahim Gökçek ve Helin Bölek, açlık grevlerini ölüm orucuna dönüştürme kararı aldı. 3 Nisan 2020 tarihinde 288 gündür ölüm orucunda olan Helin Bölek ve 7 Mayıs 2020 tarihinde de 325 gündür ölüm orucunda olan İbrahim Gökçek yaşamını yitirdi.
Grup hakkındaki eserler
Hakkında birçok araştırma yazıları ve kitaplar yayımlanan Grup Yorum, basın tarafından "Hapishane Şarkıcıları", dinleyiciler tarafından "Kar Makinesi" sıfatlarıyla anılıyor. Grup hakkında iki kitap bulunmaktadır:
Bir Kar Makinesi I-II
Sıyrılıp Gelen Grup Yorum
Konserleri
Grup Yorum, 30 yıllık sanat geçmişinde çok sayıda konserler vermiştir. Bu konserlerden en kitlesel olanı 15 Nisan 2012 yılında Bakırköy Halk Pazarı alanında gerçekleştirdikleri "4. Bağımsız Türkiye" konseridir. Grup Yorum Korosu ve 20 kişilik orkestranın yanı sıra Beşik Halk Dansları Topluluğu danslarıyla, Nihat Behram şiirleriyle, Zülfü Livaneli, Aylin Aslım, Aynur Doğan ve Hüseyin Turan şarkılarıyla eşlik etti. Konserin sonunda TAYAD'lı ailelerden Anadolu müzik gruplarına kadar değişik yerlerden gelenlerden ve yediden yetmişe her yaştan kurulan 150 kişilik halk korosu da sahneye gelerek Yorum' a eşlik etti. 3. Bağımsız Türkiye Konseri ise yine Bakırköy Halk Pazarı alanında 14 Nisan 2013'te gerçekleşti. Grup Yorum 30. Yıl Ege Konseri ise 2015'te Adana, Ankara, Tunceli, İzmir Ve İstanbul'da gerçekleşti.
Diskografi
1986: Sıyrılıp Gelen
1988: Haziranda Ölmek Zor / Berivan
1989: Türkülerle
1989: Cemo / Gün Gelir
1990: Gel ki Şafaklar Tutuşsun
1991: Yürek Çağrısı
1991: Dünden Yarına Türküler Susmaz Halaylar Sürer
1992: Cesaret
1993: Hiç Durmadan
1995: İleri
1996: Geliyoruz
1997: Marşlarımız
1998: Boran Fırtınası
1999: Kucaklaşma
2000: 15. Yıl Seçmeler
2001: Eylül
2001: Feda
2003: Biz Varız
2003: Yürüyüş
2006: Yıldızlar Kuşandık
2008: Başeğmeden
2013: Halkın Elleri
2015: Dünden Yarına Ustalarımız/Ruhi Su
2017: İlle Kavga
Grup üyeleri
35 yıllık müzik kariyeri boyunca grup çok farklı sanatçılarla çalışmıştır. Grup "isimlerini değil müziklerini" bir marka olarak yaratmıştır.
Güncel üyeler
Solo Vokal:Selma Altın, Sultan Gökçek, Umut Gültekin, Betül Varan, Sena Erkoç, Dilan Poyraz
Bağlama: İhsan Cibelik, Emel Yeşilırmak
Klasik/Akustik Gitar: Muharrem Cengiz, Ekimcan Yıldırım, Fırat Kıl
Tuşlu Çalgılar: İnan Altın
Nefesli Çalgılar: Ali Aracı, Selma Altın, İhsan Cibelik, Bahar Kurt, Dilan Poyraz, Betül Varan, Sena Erkoç
Bas Gitar: Seher Adıgüzel
Vurmalı Çalgılar: İnan Altın, Bergün Varan, Barış Yüksel
Geçmiş üyeler
Vokal: Helin Bölek, Ayşegül Yordam(*), Efkan Şeşen, Hilmi Yarayıcı, İlkay Akkaya, Fikriye Kılınç, Özcan Şenver, Gülbahar Uluer, Selma Çiçek, Nuray Erdem, Mesut Eröksüz, Beril Güzel, Aylin Şeşen, Taner Tanrıverdi, Özgür Tekin, Öznur Turan, Ezgi Dilan Balcı, Eren Olcay,
Bağlama: Tuncay Akdoğan(*), Metin Kahraman(*), İrşad Aydın, Suat Kaya, Ufuk Lüker, Taner Tanrıverdi, Seçkin Taygun Aydoğan,Cihan Keşkek, Özgür Zafer Gültekin, Özgürcan Elbiz,Ayfer Rüzgar, İbrahim Gökçek
Klasik/Akustik Gitar: Kemal Sahir Gürel(*), Elif Sumru Göker, Hakan Alak, Serdar Güven, Serdar Keskin, Ufuk Lüker, Vefa Saygın Öğütle, Erkan Sevil, Caner Bozkurt,İbrahim Gökçek
Tuşlu Çalgılar: Kemal Sahir Gürel, Ufuk Lüker, Taci Uslu, Ali Papur
Nefesli Çalgılar: Kemal Sahir Gürel
Bas Gitar: Ejder Akdeniz, Hakan Alak, Ufuk Lüker, İbrahim Gökçek
Vurmalı Çalgılar: Kemal Sahir Gürel, Ejder Akdeniz
(*) Kurucu üyeleri belirtmektedir.
Kaynakça
Konuyla ilgili yayınlar
Dış bağlantılar
Halk müziği
Yorum
Yorum
Kalan Müzik sanatçıları
1985'te kurulan müzik grupları
Barış Müzik sanatçıları
Taç Plak sanatçıları |
1479 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Ayasofya%20%28Trabzon%29 | Ayasofya (Trabzon) | Ayasofya ya da resmî adıyla Ayasofya Camii (eskiden Ayasofya Kilisesi, ), Trabzon'un Fatih Mahallesi'nde bulunan bir cami, eski kilise ve müze. 1250 senesinde Ortodoks kilisesi olarak inşa edilen Bizans yapısı, 28 Haziran 2013 Cuma günü vakit namazının kılınmasıyla, 49 yıl sonra yeniden Müslümanların ibadetine açılmıştır.
Tarih
İstanbul'un Latinler tarafından işgal edilmesinden sonra kaçan ve Trabzon'da 1204 yılında Trabzon İmparatorluğu'nu kuran Komninos Hanedanı'ndan İmparator I. Manuil (1238-1263) tarafından 1250-1260 yılları arasında yaptırılan ve bir manastır kilisesi olan Ayasofya adı "Kutsal Bilgelik" anlamına gelir. Fatih Sultan Mehmed'in 1461 yılında Trabzon'u fethinden sonra da kilise olarak kullanılan yapı 1584 yılında sultanın emriyle Kürd Ali Bey adlı bir ayân tarafından bir minber ve müezzin mahfili eklenerek camiye dönüştürülmüştür. 1610’da kente gelen Julian Bordier camiye dönüştürülen yapının onarılmadığı için boş tutulduğunu ve ibadet için kullanıldığını bildirmiştir. Uzun süre ibadete kapalı olan yapı 1865’de Müslüman cemaatin topladığı 95.000 kuruş ile Rum ustalar tarafından onarıldıktan sonra yeniden camiye dönüştürülse de I. Dünya Savaşı sırasında Trabzon’u işgal eden Rus ordusu tarafından depo ve askeri hastane olarak kullanılmıştır. Savaş sonrasında 1960 yılında dek cami olarak kullanılan yapının freskleri 1957-62 yılları arasında Edinburgh Üniversitesi’nden Russell Trust tarafından temizlendikten sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek 1964 yılında müze hâline getirilmiştir.. Her yıl on binlerce turist tarafından ziyaret edilen yapı Vakıflar Trabzon Bölge Müdürlüğü tarafından camiye dönüştürülmekte, imam atanması beklenmektedir . Müzenin camiye dönüştürülmesi kimi muhafazakâr siyasetçi ve medya kurumlarınca desteklenir, hatta İstanbul Ayasofya'nın da ibadete açılması beklenirken, çeşitli aydın ve aktivistlerce freskler ve yapının zarar göreceği gerekçesiyle müze statüsünü yitirmesine karşı çıkılmış ve "Trabzon Ayasofya Müzesi müze olarak kalmalı" adlı bir de imza kampanyası başlatılmıştır . 3 Haziran 2013 tarihinde Kültür Bakanlığı tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğüne teslim edildi. Ardından mahkeme kararları ve vakıf kaydı dolayısıyla Ayasofya, 28 Haziran 2013 Cuma günü 49 yıl sonra yeniden müslümanların ibadetine açıldı.
Mimari
Geç Bizans Kiliselerinin en güzel örneklerinden biri olan yapı, kapalı kollu haç planlı olup, yüksek kasnaklı bir kubbeye sahiptir. Kuzey, batı ve güneyinde revaklı üç kirişi bulunmaktadır. Yapı ana kubbenin üzerine değişik tonozlarla örtülmüş ve çatıya farklı yükseltiler verilerek kiremitle örtülmüştür. Üstün bir işçiliğin görüldüğü taş plastiklerde Hristiyan sanatının yanı sıra Selçuklu Dönemi İslam sanatının da etkileri görülmektedir. Kuzey ve batıdaki revak cephelerinde görülen geometrik geçmeli bezemeleri içeren madalyonlarla, batı cephesinde görülen mukarnaslı nişler Selçuklu taş işlemelerindeki özellikleri taşımaktadır.
Sanat
Binanın en görkemli cephesi güneyidir. Burada Adem'le Havva'nın yaratılışı kabartma olarak bir friz hâlinde anlatılmıştır. Güney cephesindeki kemerin kilittaşı üzerinde Trabzon'da 257 yıl hüküm süren Komninos Hanedanı'nın sembolü olan tekbaşlı kartal motifi bulunmaktadır. Kubbede ana tasvir İsa, onun tanrısal yönünü aksettiren Hristos Pantokrator (Herşeye kâdir İsa) tarzıdır. Bunun altında bir kitabe kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunur. Pencere aralarında on iki havari tasvir edilmiştir. Pandantiflerde değişik kompozisyonlar yer almaktadır. İsa'nın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi, kıyamet günü gibi sahneler betimlenmiştir.
Galeri
Ayrıca bakınız
Camiye çevrilen kiliseler
Fethiye Camii (Kars)
Kaynakça
Türkiye'deki camiye çevrilen kiliseler
Türkiye'deki eski kiliseler
Trabzon'daki camiler
Bizans sanatı
1964'te kurulan müzeler
Türkiye'deki eski müzeler
1964'te Türkiye'de kurulan oluşumlar
Trabzon'daki kiliseler
1260'larda tamamlanan dinî yapılar
Ortahisar'daki yapılar |
1482 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet%20Hamdi%20Tanp%C4%B1nar | Ahmet Hamdi Tanpınar | Ahmet Hamdi Tanpınar (23 Haziran 1901, İstanbul - 24 Ocak 1962, İstanbul), Türk şair, romancı, deneme yazarı, edebiyat tarihçisi, siyasetçi ve akademisyendir.
Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Ahmet Hamdi Tanpınar; "Bursa'da Zaman" şiiri ile geniş bir okuyucu kitlesi tarafından tanınmış bir şairdir. Şiir, hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi birçok türe yönelen Tanpınar, "Yirmi Beş Senenin Mısraları" adı altında beş yazılık bir deneme serisi de yayımlamıştır.
TBMM VII. dönem Maraş milletvekilidir.
Hayatı
23 Haziran 1901'de Şehzadebaşı'nda doğdu. Babası Gürcü asıllı Hüseyin Fikri Efendi, annesi Nesime Bahriye Hanım'dır. Tanpınar, ailenin üç çocuğundan en küçüğüdür. Çocukluğu, kadı olan babasının görev yaptığı Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya'da geçti. Annesini Kerkük'ten yaptıkları bir yolculuk sırasında 1915'te tifüsten kaybetti. Lise öğrenimini Antalya'da tamamladıktan sonra yükseköğrenim için 1918'de İstanbul'a gitti.
Halkalı Ziraat Mektebinde bir yıl yatılı olarak okuduktan sonra lise öğrencisiyken şiirlerinden tanıdığı Yahya Kemal Beyatlı'nın etkisiyle 1919 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine girdi. Burada başta Yahya Kemal olmak üzere Mehmed Fuad Köprülü, Cenab Şahabeddin, Ömer Ferit Kam, Babanzâde Ahmed Naim gibi hocaların derslerine devam etti. 1923 yılında Şeyhî'nin "Hüsrev ü Şirin" başlıklı mesnevîsi üzerine yazdığı lisans teziyle edebiyat fakültesinden mezun oldu.
1923'te Erzurum Lisesinde edebiyat öğretmenliğine başlayan Tanpınar 1926'da Konya Lisesinde, 1927'de Ankara Lisesinde, 1930'da Ankara Gazi Terbiye Enstitüsünde ve 1932'de İstanbul'daki Kadıköy Lisesinde öğretmenlik yaptı. Gazi Orta Muallim Mektebine bağlı Mûsiki Muallim Mektebinin diskoteğinde yer alan plaklar ve okulda görevli Alman hocalar sayesinde klasik batı müziği ile tanıştı. Güzel Sanatlar Akademisindeki dersleri de batı plastik sanatlarına karşı ilgisini uyandırdı.
Bu dönemde yeniden şiir yayımlamaya başladı. 1926'da Millî Mecmua'da yayımlanan “Ölü” şiirinden sonra 1927 ve 1928 yıllarında (“Leylâ” şiiri hariç) hepsi Hayat dergisinde olmak üzere toplam yedi şiir yayımladı. İlk yazısı ise 20 Aralık 1928'de yine Hayat dergisinde çıktı.
Şiir dışında ikinci bir çalışma alanı olarak çeviriye başlayan Ahmet Hamdi'nin 1929 yılında biri E.T.A. Hoffmann'dan (“Kremon Kemanı”), diğeri ise Anatole France'tan (“Kaz Ayaklı Kraliçe Kebapçısı”) olmak üzere iki çevirisi yine aynı dergide yayımlandı.
1930 yılında Ankara'da toplanan Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresinde, Osmanlı edebiyatının tedrisattan kaldırılması ve okullarda edebiyat tarihinin, Tanzimat'ı başlangıç kabul ederek okutulması gerektiğini söyleyen Tanpınar, kongrede önemli tartışmaların doğmasına sebep oldu. Aynı yıl Ahmet Kutsi Tecer ile beraber Ankara'da Görüş dergisini çıkarmaya başladı.
1932 yılında Kadıköy Lisesine atanması üzerine İstanbul'a döndü. Ahmed Hâşim'in vefâtıyla boşalan "estetik mitoloji" derslerini vermek üzere 1933'te Sanayi-i Nefise'ye tâyin edildi. Tanzimat'ın 100. yıldönümü dolayısıyla 1939'da eğitim bakanı Hasan Âli Yücel'in emriyle edebiyat fakültesi bünyesinde kurulan "19'uncu asır Türk edebiyatı" kürsüsüne, doktorası olmadığı hâlde, "yeni Türk edebiyatı profesörü" olarak atandı ve Tanzimat'tan sonraki Türk edebiyatının tarihini yazmakla görevlendirildi. Hazırladığı edebiyat tarihinin de etkisiyle 1940'lı yıllarda yazı faaliyetlerini yeni Türk edebiyatı etrafında şekillendirdi. Kitap tanıtım yazıları ve İslam Ansiklopedisi'ne maddeler yazdı. 1940 yılında 39 yaşındayken Kırklareli'nde topçu teğmeni olarak askerliğini yaptı.
1943-1946 yılları arasında Maraş milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bulundu. 1946 seçimlerinde parti tarafından aday gösterilmeyince bir süre Millî Eğitim Bakanlığı'nda müfettişlik yaptı. 1948'de akademideki estetik hocalığına ve 1949'da Edebiyat Fakültesindeki kürsüsüne döndü.
1953'te edebiyat fakültesi, Tanpınar'ı altı aylığına Avrupa'ya gönderdi. 1955'te Paris Filmoloji Kongresi'ne katılmak üzere üç haftalığına, 1955'te Venedik Sanat Tarihi Kongresi'ne katılmak üzere bir aylığına, 1957'de Münih Müsteşrikler Kongresi'ne katılmak üzere yine bir haftalığına, 1958'de Venedik'te gerçekleşen felsefe kongresine katılmak üzere bir haftalığına yurt dışına çıktı. 1959'da edebiyat tarihinin ikinci cildi için kaynak toplamak üzere Rockefeller bursuyla bir yıllığına yeniden Avrupa'ya gitti. Yurtdışı seyahatlerinde İngiltere, Belçika, Hollanda, İspanya, İtalya, Almanya ve Avusturya'yı gezerek görme imkânı buldu.
Sağlığı gittikçe bozulan Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Ocak 1962 tarihinde geçirdiği kalp krizi neticesinde İstanbul'da 60 yaşında vefât etti. Cenaze namazı Süleymaniye Camii'nde kılındı ve Rumelihisarı Âşiyân Mezarlığı'nda Yahya Kemal'in mezarının yanı başına defnedildi. Mezartaşına meşhur "Ne İçindeyim Zamanın" şiirinin ilk iki mısrası yazılmıştır:"Ne içindeyim zamanınNe de büsbütün dışında..."Ahmet Hamdi Tanpınar Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, Yahya Kemal'i Sevenler Derneği ve Fransa'daki Marcel Proust Dostları Derneği üyesiydi.
Edebî hayatı
Yahya Kemal, onun şiir zevkinin, millet ve tarih hakkında görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynadı. Celâl Sahir Erozan'ın bir şiir ve hikâye toplamı şeklinde yayımladığı seriden “Altın Kitap”'taki “Musul Akşamları”, yayımladığı ilk şiir oldu (Temmuz 1920). Daha sonraki şiirleri Dergâh, Millî Mecmua, Anadolu Mecmuası, Hayat, Görüş, Yeni Türk Mecmuası, Varlık, Kültür Haftası, Ağaç, Oluş, Ülkü, İstanbul, Aile, Yeditepe gibi kültür ve edebiyat dergilerinde yayımlandı. Yahya Kemal'in çıkardığı Dergâh'ta 1921-1923 arasında 11 şiiri yayımlandı. En tanınmış şiiri olan “Bursa'da Zaman”ın ilk hâli “Bursa'da Hülya Saatleri” başlığıyla 1941'de Ülkü mecmuasında yayımlandı. Vefâtına yakın zamanda yaptığı bir seçimle "Şiirler" adıyla basılan kitabına otuz yedi şiirini aldı. Bu eser, Tanpınar'ın ilk ve tek şiir kitabıdır. Bu esere alınmasını uygun bulduğu şiirlerin hepsi hece vezniyledir. Vefâtından sonra İnci Enginün tarafından bir araya getirilen ve "Bütün Şiirleri" başlıklı antolojide 74 şiir bulunmaktadır.
1930'da ilk makalesi "Şiir hakkında" yayımlandı.
Bir bilim insanı olarak “XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseriyle edebiyat tarihçiliğine yeni bir görüş ve bakış açısı getirmiştir. Hem bu eserde, hem de diğer edebiyat yazılarında ayrıntılara büyük önem vermiş, edebî şahsiyetler ile metinler hakkındaki şâirâne üslubunu belgelere dayanan bilimsel bir tarih anlayışıyla harmanlamıştır. Bu eser iki cilt hâlinde düşünülmüş, fakat tamamlanamamıştır. Yayımlanan birinci cilt, Tanzimat'tan başlayıp 1885'e kadar olan dönemi ele almaktadır.
İkinci kitabı olan “Namık Kemal Antolojisi”ni 1942 yılında yayımladı. 1943'te öykülerini içeren “Abdullah Efendinin Rüyaları”'nı yayımladı. Bu, onun basılı ilk edebiyat yapıtıdır. Aynı yıl “Yağmur”, “Güller ve Kadehler” ve “Raks” gibi ünlü şiirleri yayımlandı; “Bursa'da Hülya Saatleri” şiiri, “Bursa'da Zaman” adıyla tekrar basıldı.
İlk romanı Mahur Beste 1944'te Ülkü dergisinde tefrika edildi. Tanpınar'ın önemli çalışması Beş Şehir, 1946'da kitaplaştı. Huzur romanı 1948'de Cumhuriyet'te tefrika edildikten sonra büyük değişikliklerle kitap haline getirilip 1949'da yayımlandı. Aynı yıl Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in ısmarladığı XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinin 600 sayfalık ilk cildini yayımladı. İki cilt olarak tasarladığı bu eserin ikinci cildi yarım kalmıştır. Sahnenin Dışındakiler adlı romanı 1950'de Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edildi.
1954 yılında Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının Yeni İstanbul gazetesinde tefrikası yapıldı; 1955 yılında ise ikinci hikâye kitabı olan Yaz Yağmuru yayımlandı. 1957 ve 1958 yıllarında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazılarına ağırlık verdi.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Euripides'ten "Alkestis" (Ankara 1943), "Elektra" (Ankara 1943) ve "Medeia" (Ankara 1943), Henry Lechat'tan da "Yunan Heykeli" (İstanbul 1945) tercümeleri de bulunmaktadır.
Ölümünden sonra
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın sağlığında yayımlatamadığı birçok çalışması ölümünü takip eden yıllarda teker teker yayımlanmıştır.
1970'li yıllardan sonra Tanpınar'a artan ilgiyle onun hayatı, hâtıraları, şahsiyeti ve eserlerindeki başlıca tema ve fikirleri üzerine çok sayıda eser ve makale yazılmış, tezler hazırlanmıştır. Abdullah Uçman ile Handan İnci'nin hazırladığı "Bir Gül Bu Karanlıklarda: Tanpınar Üzerine Yazılar" başlıklı derleme, Ahmet Hamdi Tanpınar hakkında 2007'ye kadar yayımlanmış 855 yazı ile 27 kitabın ayrıntılı bibliyografyasını ve aralarından seçilmiş 110 yazının metnini bir araya getirmektedir.
Enis Batur 1992 yılında "Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Seçmeler" adlı bir kitap hazırladı. 1998 yılında da Canan Yücel Eronat tarafından hazırlanan “Tanpınar'dan Hasan Âli Yücel'e Mektuplar” kitaplaştı.
Tanpınar'ın önceki kitaplara girmemiş yazıları ve söyleşileri ise "Mücevherlerin Sırrı" adı altında toplanarak yayımlandı. 1953 yılında yazmaya başladığı ve 1962 yılında vefatına kadar tuttuğu notlar, 2007'de "Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Baş başa" başlığıyla neşredildi.
Bunların dışında Zeynep Kerman tarafından derlenen 111 mektup "Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Mektupları" başlığıyla yayımlandı. Canan Yücel Eronat, "Tanpınar’dan Hasan Âli Yücel'e Mektuplar"ı hazırladı. Alpay Kabacalı, "Bedrettin Tuncel'e Mektuplar" başlığıyla 7 mektubu derledi. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın günlükleri de İnci Enginün ile Zeynep Kerman tarafından gerekli notlar ve açıklamalarla birlikte "Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Baş başa" adı altında toplandı. Öğrencilerinin tuttuğu ders notları "Edebiyat Dersleri" ve "Tanpınar'dan Yeni Ders Notları" ismiyle basıldı.
Eleştiriler
Tanpınar, özellikle roman alanında çok sayıda eser vermemesine rağmen, ölümünden sonra yapıtlarının yayımlanmasının yanı sıra, hakkında kırka yakın inceleme kitabı çıkmış ve yeni Türk edebiyatının başlıca inceleme alanlarından biri haline gelmiştir.
Tanpınar, çağdaşlaşma sürecinde bireyin, geleneksel kültürle modern kültür arasında sıkışması, yaşadığı çatışma, bunun toplum hayatına yansıması, bireyin iç dünyasındaki yansımalarını romanlarında işlemiştir.
Eserleri
Roman
Huzur (1949)
Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962)
Sahnenin Dışındakiler (1973)
Mahur Beste (1975)
Aydaki Kadın (1987)
Suat'ın Mektubu (2018, haz. Handan İnci)
Şiir
Şiirler (1961)
İnceleme
XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (1949, 1966, 1967)
Tevfik Fikret (1937)
Deneme
Beş Şehir (1946)
Yahya Kemal (1962)
Edebiyat Üzerine Makaleler (1969) (ölümünden sonra derlenmiştir)
Yaşadığım Gibi (1970) (ölümünden sonra derlenmiştir)
Hikâye
Abdullah Efendinin Rüyaları (1943)
Yaz Yağmuru (1955)
Hikâyeler (yazarın ölümünden sonra derlenmiş olan bu kitap, iki kitabındaki hiikâyelerin yanı sıra daha önce kitaplaşmamış hikâyeleri de içermektedir)
Hakkında yayımlanmış eserlerden bazıları
Tanpınar'ın Şiir Dünyası, Mehmet Kaplan (İÜ Edebiyat Fak. Yay.,1964; ikinci basım, Dergâh Yay.,1983)
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Mektupları, Zeynep Kerman (1974; genişletilmiş ikinci basım, 1992)
Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Seçmeler, Enis Batur (YKY, 1992)
Boşluğa Açılan Kapı, Haluk Sunat (Bağlam, 2004)
"Bir Gül Bu Karanlıklarda" Tanpınar Üzerine Yazılar. Hazırlayanlar: Abdullah Uçman, Handan İnci. Kitabevi, 2002.
Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa Hazırlayanlar: Zeynep Kerman, İnci Enginün. Dergâh Yay., 2007.
Ahmet Hamdi Tanpınar Hazırlayan: Ümit Meriç. Ufuk Kitapları, 2002.
Bir Hülya Adamının Romanı - Ahmet Hamdi Tanpınar Hazırlayan: Orhan Okay. Dergâh Yay., 2010.
Kutup Noktası: Ahmet Hamdi Tanpınar Üzerine Eleştirel Deneme, Oğuz Demiralp, İstanbul: YKY,1993
Yer Değiştiren Gölge, Nurdan Gürbilek, İstanbul: Metis, 1995
Zamana Vuran Dalgalar: Virginia Woolf ve Ahmet Hamdi Tanpınar, Elmas Şahin, İstanbul: Yitik Ülke, 2015
Talih, Tesadüf ve İrade Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Romancılığı Üzerine Düşünceler, Seval Şahin, İletişim Yayınları, 2019.
Tanpınar'ın Saklı Dünyası, Hazırlayanlar: Julian Rentzsch - İbrahim Şahin, Doğu Batı Yayınları, 2018.
Haz ve Günah Bir Tanpınar Yorumu, Hazırlayan: İbrahim Şahin, Kapı Yayınları, 2012.
Bir Güneş Avcısı: Ahmet Hamdi Tanpınar, Hazırlayanlar: İbrahim Şahin-Deniz Depe-Nurcan Ankay, Doğu Kütüphanesi Yayınları, 2018.
Ayrıca bakınız
Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi
Kaynakça
Dış bağlantılar
İTEF - İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın hayatı, eserleri, hakkında yazılanlar ve İ.Ü. Türkiyat Enstitüsü’nde bulunan arşivi
1901 doğumlular
İstanbul doğumlu şairler
1962 yılında ölenler
İstanbul'da kalp krizinden ölenler
Aşiyan Mezarlığı'na defnedilenler
20. yüzyıl Türk roman yazarları
20. yüzyıl Türk şairleri
20. yüzyıl Türk hikâye yazarları
20. yüzyıl erkek yazarları
Türk deneme yazarları
Antalya Lisesinde öğrenim görenler
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde öğrenim görenler
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyeleri
TBMM 7. dönem Kahramanmaraş milletvekilleri
Anadolucular
Kültür Haftası kişileri
Gürcü asıllı Türkler |
1484 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Sinop%20%28il%29 | Sinop (il) | Sinop, Türkiye'nin Karadeniz Bölgesi'nde bir ildir.
İl nüfusu 2021 TÜİK verilerine göre 218.408'dir. İlin yüzölçümü 5.718 km2'dir. İlde km2'ye 38 kişi düşmektedir. 2021 verilerine göre 9 İlçe, 9 belediye, bu belediyelerde 50 mahalle, ayrıca 464 köy bulunmaktadır.
Köken bilimi
Antik Çağ'da, Paflagonya bölgesi içinde kalan Sinop'un saptanabilen en eski adı, Sinope'dir. Bir söylenceye göre kent adının kurucusu olarak kabul edilen aynı isimli bir Amazon kraliçesinden almıştır. Bir başka söylenceye göreyse, kenti eski Yunan'da Irmak Tanrısı Asopos'un su perisi kızlarından Sinope kurmuştur. Bahsi geçen Yunan efsaneleri İÖ V. - IV. ve III. Y.Yıllarda tarihlenmektedir ve aynı dönem kent sikkeleri üstünde, Sinope'nin başı görülmektedir.
Hangi söylence benimsenirse benimsensin, kentin kurucusunun Sinope olduğu kesindir. Ancak, Sinope bir su perisi ise, kentin Yunan kolonicilerce; Amazon ise; Anadolu'nun yerli halklarınca kurulmuş olması gerekir. Bu ikilem, dilbilim çalışmalarıyla bir ölçüde çözülmemiştir: Gerek etimolojisine yabancı olan Sin ya da Sind sözcüklerine Yunanistan'ın dışında daha çok Pontos,Doğu Anadolu Bölgesi,İran ve Hindistan'da rastlanmaktadır. Bu da, Sinope adının yerli Anadolu dillerinde gelmiş olabileceğini göstermektedir.
Strabon ise, kentin kurucusu olarak, Argonotlardan Teselyalı Otolikos'u göstermekte ve onun kenti ele geçirerek bir Yunan kolonisi kurduğu yazmaktadır. "Kentin ele geçirilmesi" kavramı, kolonileştirmeden önce, kent'te yerli bir halkın yaşandığını ortaya koymaktadır. Strabon'un sözünü ettiği gelişmeden sonra, Sinope Kenti İÖ VII. yıllarında bir kez Miletuslular'ca kolonileştirilmistir. Kent'te, sırasıyla Miletuslu Habrindas, Koos ve Krenitas dönemlerinde yerleşilmiştir. Tüm bü söylence ve tarihsel olaylar Sinop'un ilk çağlarda yerli halkça kurulduğunu, bu yerleşimi, söylencesel Argonot seferiyle ilgili olarak bir Yunan kolonisi'nin izlediğini, son olarak da Miletuslular'ın burada bir koloni kurduğunu ortaya koymaktadır. Sinop'u da içeren Karadeniz Bölgesi'nin en eski halkı Hitit kaynakalrında bahsi geçen Kaşkalar olup bu kaynağa göre "Arauanna Ülkesi adlı bir bölge de, Sinop yöresinde bulunuyordu.
Tarihçe
Sinop tarihi açıdan önemli bir yerdir. Antik çağdan beri parlak ve yoğun bir ticari ve kültürel yaşantıya sahip olan Sinop, bu niteliğini Bizans, Selçuklu, Candaroğlu ve Osmanlı yönetimlerinde de sürdürmüş, ayrıca kale ve tersanesi ile bölgenin en önemli askeri üslerinden biri olmuştur. Bu durumunu Sinop Baskını'ndan sonra kaybetmeye başlayan kent, sur dışına güneydoğu yönde azınlık yerleşmeleri ile batıya doğru ise yönetim ve eğitim gibi kamu hizmetleri yerleşmesiyle çıkmıştır.
Pontus dönemi
183 MÖ Pharnakes I Sinop'u ele geçirdi ve Pontus Krallığı'nın başkenti yaptı. O dönemlerde, Sinop tarihinde en parlak dönemini yaşadı. Tüm tarihi yapıtlar ve Sinop Kalesi Pontus dönemine dayaniyor. Pontus Kralı Mithridates VI MÖ 64 yılında yapılan savaşı Pompeius Magnus'a kaybedince Romalılar Pontus'u Roma İmparatorluğu'nun egemenliği altına aldılar. Sinop'un önemi Roma döneminde azalmıştır.
Bizans dönemi
Sinop doğal korunaklı bir liman kenti olduğu için, Bizans Dönemi'nde de önemini korudu. Rusya steplerinden ya da Orta Anadolu'dan gelen ürünlerin boşaltma yükleme merkezi burasıydı. Sinop, Bizans egemenliği dönemlerinde Paflagonya Theması içinde yer alıyordu.
Osmanlı dönemi
Osmanlı yönetimi altında Sinop, bir süre barış içinde yaşadı. Ancak patlak veren Celali ve Suhte ayaklanmaları sırasında büyük sıkıntılar çekti. 1558'de Kanuni'nin oğulları Selim ve Beyazıd arasında çıkan saltanat kavgasından sonra Anadolu'da karışıklar giderek arttı. İran'a sığınan Beyazid geri dönmesi kaygısıyla Rumeli askerinin Amasya-Tokat arasında bekletilmesine karşın, yöredeki olaylar azalmadı. Sinop, Bafra ve Ladik'te suhteler halkın can, mal ve namusuna saldırıyorlardı. Devlet görevlilerinden ve halktan bazı kişiler de, suhtelere yardımcı oluyorlardı. Kastamonu Sancakbeyi Süleyman Bey'de İstanbul'a gönderdiği mektupta Boyabat, Sinop, Durağan kadılıklarına zekat, sadaka ve benzer adlarla zorla para toplayan suhtelerden ve rüşvet karşılığı bunlara yardım eden hazine tahsildarlarından yakınıyordu. 1567-1568'de olayların daha da artmış olduğu; Sinop Kadısı'nın İstanbul'a gönderdiği mektupta anlaşılmaktadır. Bolu'da soygunlar düzenleyen iki suhte topluluğu, devlet giriştiği hareket sırasında Sinop'a çekildiler. Sinop'taki eylemleri yakınma konusu olunca devlet, Bursa Sancakbeyine suhteri cezalandırma görevi verdi. 200 kadar sipahi seferden alıkonularak suhteler üzerine gönderildi. Ancak sipahiler suhtelerle çarpışmaya yanaşmadılar. Boyabatlı Söyleme ve Kara Hüseyin adındaki suhtelerin başkanlığında hareket eden gruplar, yöredeki tüm kasabaları haraca bağladığı gibi, Sinop Kadısı'nın yolunu kesip bir adamı öldürdüler.
II. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde Dr. Rıza Nur Sinop Mebusu olarak meclise girdi.
Yönetim
2021 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 9 İlçe, 9 belediye, bu belediyelerde 50 mahalle ve ayrıca 464 köy vardır.
İllerde protokolde ilk sırada yer alan Vali, merkezi yönetimi temsil eder ve Cumhurbaşkanı tarafından atanır. Büyükşehir dışındaki illerde yerel yönetim, şehirler düzeyindedir. Belediye Başkanı, belediye sınırları içinde kalan seçmenin oy çokluğu ile seçilir. Ayni seçmen İlçe Belediye Meclisi için de oy kullanarak ilçelerin belediye meclislerini oluşturur. İldeki bütün seçmenler ayrıca il genel meclisi için de oy kullanarak, İl Genel Meclisinin oluşumunu sağlarlar.
İl genel meclisi ve belediye meclisi üyelikleri için yapılan seçimlerde, onda birlik baraj uygulamalı nispi temsil sistemi, belediye başkanlığı seçiminde ise çoğunluk sistemi uygulanır İl genel meclisi ve belediye meclisi üye sayıları ilçe nüfusuna göre, kontenjandan kalan sayıların partilere dağılımı ise D'Hondt Sistemine göre belirlenir (Kanun:2972-Madde:23)
İl Genel Meclisi, İl Özel İdaresinin karar organıdır, başkanını üyeleri arasından gizli oyla seçer. Ayrıca, İl Genel Meclisi kendi içinden gizli oyla bir yıl görev yapacak 5 kişilik İl Encümenini seçer.
Merkezi yönetim, Vali ve İl Müdürlerinden oluşur. İl Özel İdaresi (İl Genel Meclisi ve İl Encümeni) seçilmişlerden oluşur, ancak Vali başkanlığında görev yapar. Yerel yönetim ise belediye başkanları ve belediye meclislerinden oluşur.
Sinop Valisi, 1970-Rize doğumlu Erol KARAÖMEROĞLU’dur. 18 Haziran 2020 tarihinde Altındağ Kaymakamı iken atanmıştır.
Sinop Belediye Başkanı, 1974 doğumlu Barış Ayhan (CHP), 31 Mart 2019 seçimlerinde %56,63 oy oranıyla seçilmiştir.
2019 Türkiye yerel seçimleri sonuçlarına göre Sinop İl Genel Meclisi üye sayısı, 18 AK PARTİ ve 3 CHP olmak üzere 21’dir. Sinop Belediye Meclisi ise 9 AK Parti ve 16 CHP olmak üzere 25 üyeden oluşur.
2018 Genel seçimleri sonucu, Sinop'u temsilen TBMM'e AKP'den 1 milletvekili (Nazım Maviş), CHP'den 1 milletvekili (Barış Karadeniz) seçilmiştir.
Coğrafya
Anadolu 'nun kuzey yönde uç noktası olan İnceburun'a doğu yönün'de bağlanan Boztepe Burnu berzahında bir kale-şehir olarak kurulmuş ve tarih boyunca doğu yönde gelişmiştir. Tarih boyunca kale dışına pek taşmayan şehir bir liman kenti özelliği taşır. Berzahın kuzey doğusundaki dış liman fırtınalara açık olduğu ve denizcilik bakımından kullanışlı sayılmadığı halde, Antikçağ 'da daha çok bu limanın kullanıldığı bilinir. Zamanla kum dolan ve kullanılamaz hale gelen bu limanı berzanın güney-doğusundaki iç limana aynı dönemde bir kanal bağlardı. Bu kanal, Selçuklular döneminde kapatılmıştır.
Yarımadanın güney yönündeki iç liman ise rüzgarlara kapalı konumuyla ve sakin deniziyle güney Karadeniz'in en önemli limanıydı. Bu özellikleri yüzünden "Akdeniz" ismini almıştır. Tarih boyunca işlek bir liman yaşantısı ve tersane faaliyeti bu limanda gerçekleşmiştir. 19. yüzyıl'a kadar tamamen ayakta duran surlardan ise günümüze büyük bir kısmı kalmıştır ve yıkıntılarından rekonstrüksiyonu yapılabilir. Şehrin gelişimi sürekli olarak doğu yönde, Boztepe Burnuna doğru olurken, kuzeydeki Akliman ve Anadolu yönünde birkaç azınlık yerleşmesinden başka bir yerleşim olmamıştır. Doğudaki yarımada ise gittikçe sarplaşmakta, Hıdırlık tepesinde 187 metre yüksekliğe ulaşmakta ve nihayet deniz yönünde dik yarlar ile kuşatılmaktadır. Bu durumda şehrin deniz yönünden ve berzahtan zaptedilmesi imkânsız olmaktadır.
Konum bilgileri tablosu
Nüfus
Güncel Nüfus Değerleri (TÜİK 6 Şubat 2023 verileri )
Sinop ili nüfusu: 220.799'dür. Bu nüfusun % 63,19'u şehirlerde yaşamaktadır (2021 sonu). İlin yüzölçümü 5.718 km2'dir. İlde km2'ye 39 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 156’dır.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 1,09 olmuştur. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Gerze (% 3,85)- Saraydüzü (% -7,04)
06 Şubat 2023 TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 9 İlçe, 9 belediye, bu belediyelerde 50 mahalle ve ayrıca 464 köy vardır.
İlin yıllara göre nüfusları
Spor
2018-2019 Sezonu sonunda, Futbol takımı Sinopspor, BAL (Bölgesel Amatör Lig)’de grubunu 9.sırada tamamlamıştır. Hentbol 2.lig kadın ve erkek liglerindeki 2 takımı küme düşmüştür. Voleybol bölgesel liginde 1 takımı liglere katılmıştır.
Futbol Türkiye Kupası 'nda Sinopspor, 2.turda elenmiştir.
Önemli spor tesisleri: Sinop Dokuzoğlu Stadı (2.500), Atatürk Kapalı Spor Salonu (1.080), Sinop Olimpik Yüzme Havuzu (500)dur.
Kaynakça
Dış bağlantılar
Sinop Valiliği
Sinop Belediyesi
Sinop Üniversitesi
Sinop YerelNET
Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
SİNOP - TDV İslâm Ansiklopedisi
Sinop Emniyet Müdürlüğü
Sinop İl Tarım ve Orman Müdürlüğü
Sinop Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi
Sinop - Afad
Sinop Kadastro Müdürlüğü
Sinop İl Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlüğü |
1487 | https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk%20Dil%20Kurumu | Türk Dil Kurumu | Türk Dil Kurumu (TDK), Türkçeyi incelemek ve Türkçenin gelişmesi için çalışmak amacıyla 12 Temmuz 1932'de Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan kurumdur. Türkiye'nin başkenti Ankara'da yer alan kurum, Türk dili üzerine çalışmaların yapılıp yayımlandığı bir merkezdir. Türk Dil Kurumu 1955'ten başlayarak çeşitli dallarda ödüller verdi. Ödüller her yıl 26 Eylül Dil Bayramı'nda Ankara'da yapılan törenle sahiplerine verilirdi. Ödül verilen dallar farklı yönetmeliklere göre zaman zaman değişirdi. 1983'te Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesine alındıktan sonra Türk Dil Kurumu ödülleri kaldırıldı.
Tarihçe
Kurum "Türk Dili Tetkik Cemiyeti" adı ile 12 Temmuz 1932'de Mustafa Kemal Atatürk'ün talimatıyla, devletten ayrı bir dernek olarak kurulmuştur. Kurumun kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları olan Samih Rifat Bey, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri'dir. Kurumun ilk başkanı Samih Rifat Bey, ilk genel sekreteri Ruşen Eşref Ünaydın'dır. Kurumun 1934-1955 yılları arası başuzmanı Abdülkadir İnan, 1938-1979 yılları arası garp dilleri başuzmanı Agop Dilâçar olmuştur.
Türk Dili Tetkik Cemiyetinin gereği, "Türk dilinin öz güzelliğini ve varsıllığını ortaya çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" olarak belirlenmiştir. Atatürk'ün sağlığında 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem Kurumun yönetim organları seçilmiş, hem dil siyaseti belirlenmiş, hem de bilimsel bildiriler sunulup tartışılmıştır. 26 Eylül-5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda yapılan Birinci Türk Dili Kurultayı için yayımlanan bildiride Kurultay'a yalnız uzmanların, Türkçe edebiyat öğretmenleri ile yazarların değil, halktan da dileyenlerin katılması öngörüldüğü için, yayımlanan bildiride "Kadın erkek her Türk yurttaş Türk Dili Tetkik Cemiyeti üyesidir. Kendini Kurultay'a çağrılmış saymalıdır" denilmişti. Kurultay'ın sonunda Kurumun "Lügat-Istılah, Gramer-Sentaks, Derleme, Lenguistik-Filoloji, Etimoloji, Yayın" adları ile altı kol hâlinde çalışmalarını sürdürmesi kabul edilmişti.
Atatürk'ün kendisi de Türk dili üzerindeki yerli ve yabancı araştırmaları inceleyerek, dönemindeki bilginleri Türk dili üzerinde araştırmalar yapmaya yönlendirmiştir. Nitekim Türk dilinin en eski anıtları olan Göktürk yazılı metinlerin ilk iki cildi onun sağlığında yayımlanmış; 1940'larda yayın yaşamına çıkabilen Divânu Lügati't-Türk ve Kutadgu Bilig gibi yapıtlar üzerinde yine onun sağlığında çalışılmaya başlanmıştır. Daha sonra birçok cilt hâlinde ortaya çıkacak olan Tarama ve Derleme Sözlüğü'yle ilgili çalışmalar da Atatürk'ün sağlığında başlamıştır. Tarama Sözlüğü, 13. yüzyılda başlayan Batı Türkçesinin eski eserlerinin taranmasıyla; Derleme Sözlüğü, Anadolu ağızlarında kullanılan kelimelerin derlenmesiyle oluşturulmuş büyük sözlüklerdir. Çağdaş Türkçenin dilbilgisi, sözlüğü, yazımı ve terimleriyle ilgili çalışmalar da Atatürk tarafından ilgiyle izlenmiştir.
Türk Dil Kurumunun kuruluşuyla birlikte çağdaş Türkçede Atatürk'ün öncülüğünde özleştirme akımı başlamıştır. Atatürk'ün ölümünden sonra Öz Türkçe akımı Türk aydınları arasında sürekli tartışılan bir konu olmuştur. Türk Dil Kurumu bu akımın öncülüğünü yapmayı 1983'e dek sürdürmüştür.
Atatürk, ölümünden kısa bir süre önce yazdığı vasiyetname ile mal varlığının bir bölümünü Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumuna bırakmıştır. Fakat Atatürk'ün vasiyetnamesi 1983'te bu kurumlar devletleştirilerek çiğnenmiştir.
Türk Dil Kurumu, 1940'ta Bakanlar Kurulu kararıyla "kamu yararına çalışan dernekler" statüsü kazandı. 1951'de Demokrat Parti iktidarının bütçe görüşmeleri sırasında kurumun ödeneğinin kesilmesine karar verildi. Bir başka önemli yapı değişikliği 1982-1983 yıllarında gerçekleştirilmiştir. 1982'de kabul edilen ve şu anda da yürürlükte olan Anayasa ile Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, bir Anayasa kuruluşu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altına alınarak devletleştirilmiş ve dernek tüzel kişiliklerine son verilmiştir.
Atatürk, 1 Kasım 1936'da Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5. dönem 2. yasama yılının açılış konuşmasında Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun geleceği ile ilgili dileklerini şu sözlerle dile getirmişti:
Başlarında değerli Eğitim Bakanımız bulunan Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunun her gün yeni gerçek ufuklar açan, ciddi ve aralıksız çalışmalarını övgü ile anmak isterim. Bu iki ulusal kurumun, tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründe başlangıcı temsil ettiklerini, kabul edilebilir bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk ulusunun değil, bütün bilim dünyasının ilgisini ve uyanmasını sağlayan, kutsal bir görev yapmakta olduklarını güvenle söyleyebilirim. (Alkışlar) Tarih Kurumunun Alacahöyük'te yaptığı kazılar sonucunda, ortaya çıkardığı beş bin beş yüz yıllık maddi Türk tarih belgeleri, dünya kültür kahraman tarihinin yeni baştan incelenmesini ve derinleştirilmesini gerektirecektir. Birçok Avrupalı bilim adamının katılması ile toplanan son Dil Kurultayının aydınlık sonuçlarını görmekle çok mutluyum. Bu ulusal kurumların az zaman içinde ulusal akademilere dönüşmesini dilerim. Bunun için, çalışkan tarih, dil ve bilim adamlarımızın, bilim dünyasınca tanınacak orijinal eserlerini görmekle mutlu olmanızı dilerim.
2018 yılının Haziran ayında Mustafa Sinan Kaçalin görevinden alınarak Gürer Gülsevin başkanlık görevine getirildi.
Amaçları
TDK'nin 2003-2007 Stratejik Plan Raporu'na göre amaçları şunlardır:
Türkçeyi bilim, kültür, edebiyat ve öğretim dili olarak geliştirmek ve yaygınlaştırmak.
Türkçenin her alanda doğru, güzel ve etkili kullanılmasına katkıda bulunmak.
Türk dilinin zenginliklerinin korunup işlenerek gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak.
Akademik altyapıyı ve kurumsal donanımı güçlendirerek Kurumun Türk dili alanındaki bilimsel yetkinliğini ortaya koymak.
Tartışmalı başlıklar
Kurum, Suriye İç Savaşı sırasında bazı basın kuruluşlarında Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad'ın adının Beşşar Esed şeklinde yazılmasıyla başlayan tartışmada Beşşar Esed adının tercih edilmesini önermiştir.
2013 Taksim Gezi Parkı protestoları sırasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından eylemcilere çapulcu denmesinin ardından bu yorum büyük tepki çekmiş tepkilerden sonra ise Türk Dil Kurumunun, çapulcu kelimesinin tanımını "Başkasının malını alan, yağma, talan eden kimse, talancı, yağmacı, plaçkacı" tanımından "Düzene aykırı davranışlarda bulunan, düzeni bozan, plaçkacı" olarak değiştirdiği iddia edilmiştir. Ancak, Türk Dil Kurumu Başkanlığı (TDK), sözlüklerindeki "çapulcu" sözcüğünün anlamında herhangi değişiklik yapılmadığını bildirdi. Kurumun hazırladığı ve şu anda satışta olan 11. baskı Türkçe Sözlük'ün 2010'da yayımlandığına işaret edilen açıklamada, "Bu sözlükte 'çapulcu' sözcüğünün tarifi neyse internet sayfamızdaki sözlüğümüzde yer alan tarif de aynıdır. Herhangi bir değişiklik söz konusu değildir" ifadelerinden herhangi bir değişikliğin gerçekleşmediği ortaya konmuştur.
Kurumun, 2012-13 Mısır protestoları sonrasında görevden alınan Muhammed Mursi'nin durumu kamuoyu tarafından irdelenirken sözlükteki darbe tanımının değiştirildiğinin sav edilmesi üzerine tepki almış, karar Türkiye P.E.N. Yazarlar Derneği tarafından eleştirilerek TDK Yönetimi istifaya davet edilmiştir. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin'in 20 Haziran Perşembe günü Anadolu Ajansına yaptığı açıklamada "Son günlerde günlük hadiseler dolayısıyla halkımızda bazı kelimelere karşı merak ve hassasiyet uyanmıştır. Önce “çapulcu” ardından “darbe” kelimesinin, ülke gündeminin etkisinde kalınarak verilen ani kararlarla değiştirildiği yönündeki asılsız haberler, doğru ile yanlışın birbirine karışmasına sebebiyet vermiş ve Kurumumuz sözlü ve yazılı olarak zaman zaman hakarete varan haksız ithamlarla karşı karşıya kalmıştır. Bütün bu gelişmeler Kurumumuzca bir açıklama yapılmasını zaruri kılmıştır." ifadelerine yer vererek değişiklik yapılmadığını kanıtlarıyla ortaya koymuştur.
10 Mart 2015 tarihinde, "müsait" sözcüğünün karşılığını "flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın)" olarak vermesi tepki görmüştür. TDK tarafından yapılan açıklama şu şekildedir: TDK’nin üç gün süren toplantısında bir yandan Türkçenin Etimoloji Sözlüğü’nün düzenlenişi üzerine konuşmalar yapılmış, öte yandan da Türkçe Sözlük’ün mevcut maddelerinin tanımı görüşülmüş, Sözlük’teki tanımların baştan sona dikkatle yeniden okunmasına, düzenlenmesine karar verilmiştir. Sözlükçünün görevi bir kelimeye kendi başına, masa başında yeni bir anlam katmak değil, yazı dilinde ve günlük dilde kullanılışlarına bakıp var olanı tespit ederek sözlüğe yansıtmaktır.
Kelime ilk defa 1918’de tespit edilmiştir. Teklz. Flörte temayülü olan: Ne müsait kız. Bana tuhaf tuhaf gülüyor. Eliyle manasını anlamadığım işaretler yapıyor. Ömer Seyfeddin. “Nakarat”, Yeni Mecmua, C. 3, S. 63, 3 Teşrinievvel 1918, s. 218.
Kelimenin bu anlamı ilk defa Meydan Larousse Ansiklopedisi’nde (1972, 1981, C. 9, s. 155, sol sütun) aşağıdaki şekilde yer almıştır. Belli ki müsait sözünün bugünlerde söz konusu edilen anlamı 1983’te yayımlanan 7. baskıya bu yolla girmiş olmalıdır. Söz konusu anlam tam da bu hâliyle ilk kez 1983’te Türkçe Sözlük’e girmiştir (682. sayfa, sol sütun).
O dönem sözlüğü hazırlayanların hangi düşünce ile bu anlamı müsait kelimesine ilave ettiklerini bilemiyoruz. Ancak kesin olan, bu anlam, 1983’ten beri Sözlük’ün her baskısında aynı şekilde devam etmiştir. Yani bir iki günlük bir konu veya iş değildir, 32 yıldan beri bu anlam sözlükte aşağıdaki şekliyle mevcuttur. müsait s. (müsa:it) Ar. musā‘id 1. Uygun, elverişli: Müsait bir gün geleceğim. 2. tkz. Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın).
Aşağıdaki sözlüklerde ise TDK Sözlük’ünde verilen anlam aynı şekilde yer almıştır. Karacan Büyük Sözlük ve Genel Kültür Ansiklopedisi, [1982], C. 5 (L-R), s. 1521, sol sütun. Milliyet Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedi, 1986, C. 16, 8466, sol sütun. Dil Derneği, Türkçe Sözlük, 2. baskı, 2005, s. 1394, sağ sütun. Ali Püsküllüoğlu, Türkçe Sözlük, Genişletilmiş 5. baskı, 2004, s. 1276, sol sütun. Türkçenin derlemi (corpus) üzerine hazırlanmış en geniş çalışmaya baktığımızda müsait’in 560 kez geçtiğini görürüz. Ancak söz konusu edilen ikinci anlam bu 560 örnek arasında karşımıza çıkmaz. Türkçe Sözlük’te teklifsiz konuşmaya (tkz.) özgü bir kullanım olarak kaydedilen bu anlam belli ki bir tür argo kullanımdır. Büyük bir ihtimalle de 1980'li yıllarda bu anlam, belirli bir çevrede kullanılmış olabilir. Bugün bu anlam herkesçe bilinen bir anlam değildir. Belki de bir döneme özgü, moda sözlerdendir. Bir yönden cinsiyet ayrımcılığı güden, bir yönden de bu anlamıyla kullanılışı neredeyse hiç bilinmeyen bu kelime, Türkçe Sözlük’ün yeni baskısında ve Genel Ağ ortamındaki kullanımlarında gerekli taramalar yapıldıktan sonra yeniden düzenlenecektir. Kamuoyunda tartışmalara sebep olan bu ve benzeri konularla ilgili TDK olarak çalışma yapılacak ve kamuoyuyla paylaşılacaktır.
Çalışmaları
Bugün Türk Dil Kurumu, 20'si Yükseköğretim Kurulu; 20'si Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından seçilen 40 asil üyeye sahiptir. Üyelerin büyük çoğunluğu Türk üniversitelerinde çalışan Türkologlardır. Başbakan'ın önerisi doğrultusunda Cumhurbaşkanı tarafından atanılan TDK Kurum Başkanı ve 40 asîl üye Bilim Kurulunu oluşturur. Kurumun bilimsel çalışmaları bu kurul tarafından planlandığı gibi yönetim işlerini üstlenen Yürütme Kurulu ile bilimsel çalışmaları yürüten Kol ve Komisyonların üyeleri de bu kurul tarafından seçilmiştir. Bilimsel çalışmaları yürüten kollar şunlardır:
Sözlük Bilim ve Uygulama Kolu
Gramer Bilim ve Uygulama Kolu
Dil Bilimi Bilim ve Uygulama Kolu
Terim Bilim ve Uygulama Kolu
Ağız Araştırmaları Bilim ve Uygulama Kolu
Kaynak Eserler Bilim ve Uygulama Kolu
Türkiye Türkçesinin çağdaş sözlüğünü sürekli geliştirerek yayımlayan Türk Dil Kurumu, Yazım Kılavuzu 'na da son şeklini vererek 2000 yılında yeniden yayımlamıştır. 1998 yılı içinde 9. baskısı çıkmış olan Türkçe Sözlük'''te 75.000 civarında sözcük yer almıştır.
Son dönemde, yılda 30-40 bilimsel eseri yayın dünyasına kazandıran Türk Dil Kurumunun üç süreli yayını da bulunmaktadır. Güncel dil konularını ve geniş kitlenin anlayacağı dilde yazılmış araştırmaları içine alan Türk Dili dergisi ayda bir yayımlanmaktadır. Altı ayda bir yayımlanan Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi; Kazak, Kırgız, Tatar vb. Türk topluluklarının dil ve edebiyatlarıyla ilgili araştırmalara yer verir. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten ise tamamen bilimsel araştırmaları içine alır ve yılda bir sayı yayımlanır.
Türk Dil Kurumunun yürütmekte olduğu projeler şunlardır:
Karşılaştırmalı Türk Lehçe ve Şiveleri Sözlüğü ve Grameri Saha Araştırması Projesi,
Türkiye Türkçesi Sözlükleri Projesi,
Göktürk (Runik) Yazılı Belge, Yazıt ve Anıtların Albümü Projesi,
Türkiye Türkçesi ve Tarihî Devirler Yazı Dilleri Gramerleri Projesi,
Türk Dünyası Destanlarının Tespiti, Türkiye Türkçesine Aktarılması ve Yayımlanması Projesi.
Yayınlar
Türk Dil Kurumu 800'e ulaşan yayını, 40 Bilim Kurulu üyesi, 17 uzmanı, 56 çalışanı ve varsıl bir araştırma kütüphanesiyle çalışmalarını sürdürmektedir.
Süreli yayınlar
Türk Dili - İlk sayısı Ekim 1951'de yayımlanmış aylık dil ve edebiyat dergisidir.
Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi - Uluslararası hakemli bir dergidir. Altı ayda bir yayımlanır.
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten - Tamamen bilimsel araştırmaları içine alır. Yılda iki sayı yayımlanır.
Kurucular
Mustafa Kemal Atatürk
Samih Rıfat Horozcu
Ruşen Eşref Ünaydın
Celâl Sahir Erozan
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Başkanlar
Başkan Yardımcıları
Genel Sekreterler
2 Kasım 2011 tarih ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 664 sayılı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile genel sekreterlik kadrosu sonlandırıldı.
Kaynakça
Ayrıca bakınız
Dil Derneği
TDK Çocuk Yazını Ödülü
TDK Yazım Kılavuzu
Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü
Türk Dili'' dergisi
Türk Tarih Kurumu
Türkiye Türkçesi
Dış bağlantılar
sozluk.gov.tr
TDK Kütüphanesi, Ana sayfa
TDK Güncel Türkçe Sözlük
Sesli Türkçe Sözlük
TDK Kişi Adları Sözlüğü
TDK Batı Kökenli Sözcükler Sözlüğü
Kitaplar Listesi
Süreli Yayınlar Listesi
Türk Dil Kurumu
Türk kamu kurumları
Türkçe
Atatürk'ün kurduğu kurum ve kuruluşlar
1932'de Türkiye'de kurulan oluşumlar
1932'de kurulan kuruluşlar |
1489 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Finitizm | Finitizm | Matematik felsefesinde finitizm (İngilizce finite = sonlu) matematiksel oluşturmacılığın aşırı bir şekli olup matematiksel bir nesnenin yalnızca sonlu sayıda adımla ve doğal sayılar kullanılarak oluşturulabilmesi durumunda, var olabileceğini savunmaktadır.
(Buna karşın çoğu oluşturmacı sayılabilir sonsuz sayıda adımların kullanılmasına izin verir.)
Finitizmin en ünlü savunucusu Leopold Kronecker ve bu konudaki deyişidir: "Tanrı doğal sayıları yarattı, gerisi insanların eseri."
Çoğu modern oluşturmacı daha yumuşak bir görüş savunmakla birlikte köklerini Kronecker'in çalışmalarına dayandırabilmektedirler.
Finitizmden daha katı bir yaklaşım Alexander Esenin-Volpin'in ultra sezgicilik (ya da yaygın olarak bilinen adıyla ultra finitizm) akımıdır.
Sonsuzluk
Finitizm |
1491 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Yahya%20Kemal%20Beyatl%C4%B1 | Yahya Kemal Beyatlı | Yahya Kemal Beyatlı, doğum adıyla Ahmed Agâh, (2 Aralık 1884, Üsküp - 1 Kasım 1958, İstanbul), Türk şair, mütefekkir, yazar, siyasetçi ve diplomattır.
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden biridir. Şiirleri Divan edebiyatı ile modern şiir arasında köprülük görevi üstlenmiştir. Türk edebiyat tarihi içinde Dört Aruzcu'dan biri olarak kabul edilir (Diğerleri Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy ve Ahmet Haşim'dir.). Sağlığında Türk edebiyatının başaktörleri arasında kabul edilmiş ancak hiç kitap yayımlamamış bir şairdir.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde milletvekilliği ve bürokratlık gibi siyasi ve idari görevler üstlenmiştir.
Hayatı
İlk yılları
2 Aralık 1884 tarihinde Üsküp'te dünyaya geldi. Annesi, ünlü divan şairi Leskofçalı Galip’in yeğeni Nakiye Hanım; babası eski icra memuru dönemin belediye başkanı İbrahim Naci Bey'dir.
İlköğrenimine, 1889 yılında Üsküp'te Sultan Murat Külliyesi'nin bir parçası olan Yeni Mektep'te başladı. Daha sonra yine Üsküp'te bulunan Mektebi Edeb'e devam etti. 1892'de Üsküp İdadîsi'ne girdi.
1897 yılında ailesiyle Selânik'e taşındı. Çok sevdiği ve etkilendiği annesinin veremden ölümü onu çok etkiledi. Babasının tekrar evlenmesi üzerine ailesinin yanından ayrılıp Üsküp’e döndüyse de, kısa süre sonra Selanik'e geri geldi. Esrar takma adı ile şiirler yazdı.
Ortaöğrenimine devam etmek üzere 1902 yılında İstanbul’a gönderildi. Servet-i Fünûncu İrtika ve Malumat adlı dergilerde, Agâh Kemal mahlasıyla şiirler yazmaya başladı.
Okuduğu Fransızca romanların ve Jön Türkler 'e duyduğu ilginin etkisiyle 1903 yılında II. Abdülhamit baskısı altındaki İstanbul’dan kaçarak Paris’e gitti.
Paris yılları
Paris yıllarında Ahmet Rıza, Sami Paşazade Sezai, Mustafa Fazıl Paşa, Prens Sabahattin, Abdullah Cevdet, Abdülhak Şinasi Hisar gibi Jön Türkler'le tanıştı. Hiç dil bilmeden gittiği kentte hızlı bir şekilde Fransızca öğrendi.
1904 yılında Sorbonne Üniversitesi'nde siyaset bilimi bölümüne kaydoldu. Okulda ders veren tarihçi Albert Sorel’den etkilendi. Okul hayatı boyunca derslerinin yanı sıra tiyatro ile ilgilendi. Kütüphanelerde tarih hakkında araştırmalar yaptı. Fransız şairlerin kitaplarını inceledi. Tarih alanındaki incelemeleri sonucu 1071 yılındaki Malazgirt Meydan Muharebesi'nin Türk tarihinin başlangıcı sayılması gerektiği görüşüne vardı. Araştırmaları ve sosyal etkinlikleri derslere zaman ayırmasını ve sınavlarda başarılı olmasını engelleyince bölüm değiştirerek edebiyat fakültesine geçti, ancak bu bölümden de mezun olamadı. Paris’te geçirdiği dokuz yılda tarih bakışı, şairliği, kişiliği gelişti.
İstanbul'a dönüşü
1913 yılında İstanbul'a döndü. Darüşşafaka İdadisi'nde tarih ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Bir süre Medresetü'l-Vaizin'de uygarlık tarihi dersi verdi. Bu yıllarda Üsküp ve Rumeli’nin Osmanlı devletinin elinden çıkması onu derinden üzdü.
Ziya Gökalp, Tevfik Fikret, Yakup Kadri gibi şahsiyetlerle tanıştı. 1916’da Ziya Gökalp’in tavsiyesi ile Darülfünûn'a medeniyet tarihi müderrisi olarak girdi. Sonraki yıllarda garp edebiyatı tarihi, Türk edebiyatı tarihi derslerini de okuttu. Hayatının sonuna kadar çok yakın dostu olarak kalan Ahmet Hamdi Tanpınar, onun Darülfünûn'da öğrencisi oldu.
Bir yandan da edebî faaliyetlerini sürdüren Yahya Kemal, Türk dili, Türk tarihi konularında gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Peyam gazetesinde Süleyman Nadi mahlasıyla, Çamlar Altında Muhasebe başlığı altında yazılar kaleme aldı. 1910’dan beri yazmakta olduğu şiirlerini ilk defa 1918 yılında Yeni Mecmua adlı dergide yayınladı. Türk edebiyatının baş aktörleri arasında yer aldı.
Dergâh dergisi
Mondros Mütarekesi’nin ardından gençleri etrafında toplayarak Dergâh adlı bir dergi kurdu. Dergi kadrosunda Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Ahmet Kutsi Tecer, Abdülhak Şinasi Hisar gibi isimler yer aldı. Yahya Kemal’in yakından ilgilendiği bu dergide yayınlanan tek şiiri Ses Manzumesi'''dir. Ancak dergi için pek çok düzyazı kaleme alan yazar, bu yazılarla Anadolu’da devam eden Milli Mücadele’ye destek verdi ve İstanbul’da Kuvâ-yî Millîye ruhunu canlı tutmaya çalıştı. Benzer yazıları İleri ve Tevhid-i Efkar gazetelerinde de sürekli yayınlandı.
Mustafa Kemal ile tanışma
Yahya Kemal, Türk Kurtuluş Savaşı’nın Türkler'in zaferi ile sonuçlanmasının ardından İzmir’den Bursa’ya gelen Mustafa Kemal’i tebrik için Darülfünun tarafından gönderilen heyette yer aldı. Bursa’dan Ankara’ya giderken Mustafa Kemal’e eşlik etti ve ondan Ankara’ya gelmesi için davet aldı.
19 Eylül 1922’de Darülfünûn Edebiyat Medresesi'nin müderrisler toplantısında Mustafa Kemal’e fahrî doktorluk unvanı verilmesini teklif eden Yahya Kemal’in bu teklifi, oybirliği ile kabul edildi.
Ankara yılları
1922’de Ankara’ya giden Yahya Kemal, Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde başyazarlık yaptı. O yıl, Lozan görüşmelerinde Türk heyetine danışman atandı. 1923'te Lozan’dan döndükten sonra II. Dönem TBMM’ye Urfa milletvekili olarak seçildi. Milletvekilliği 1926’ya kadar devam etti.
Diplomatik görevleri
1926’da İbrahim Tali Öngören’in yerine Varşova’ya elçi olarak atandı. 1930’da Lizbon büyükelçisi olarak Portekiz’e gitti. İspanya orta elçiliği görevi de kendisine verildi. Madrid’de görev yapan ikinci edebiyatçı sefir oldu. (İlki Samipaşazade Sezai’dir) İspanya Kralı XIII. Alfonso ile yakın dostluk kurdu. 1932’de Madrid elçiliğindeki görevine son verildi.
Yeniden TBMM’ye girişi
İlk defa 1923-1926 arasında Urfa milletvekili olarak görev yapan Yahya Kemal, 1933 yılında Madrid’deki diplomatik görevinden döndükten sonra milletvekili seçimlerine girdi. 1934 yılında Yozgat milletvekili oldu. O yıl çıkan soyadı kanunundan sonra Beyatlı soyadını aldı. Ertesi seçim döneminde Tekirdağ milletvekili olarak meclise girdi. 1943’te İstanbul’dan milletvekili seçildi. Milletvekilliği döneminde Ankara Palas'ta yaşadı.
Pakistan elçiliği
Yahya Kemal, 1946 seçimlerinde meclise giremedi ve bağımsızlığını yeni ilan etmiş Pakistan'a 1947’de büyükelçi olarak atandı. Yaş haddinden emekli oluncaya kadar Karaçi'de elçilik görevini sürdürdü. 1949’da yurda döndü.
Emeklilik yılları
Emekli olduktan sonra İzmir, Bursa, Kayseri, Malatya, Adana, Mersin ve civarını ziyaret etti. Atina, Kahire, Beyrut, Şam, Trablusşam gezilerine çıktı. İstanbul’da Park Otel’e yerleşti; ömrünün son yıllarını bu otelde geçirdi. Taha Toros, burada Yahya Kemal’in 1930’lu yıllardan itibaren değişik aralıklarla, 19 yıl oturduğunu yazmıştır.
1949’da İnönü Armağanı'nı aldı. 1956 yılında Hürriyet gazetesi her hafta bir şiirine yer vererek tüm şiirlerini yayınlamaya başladı.
Ölümü ve sonrası
Yakalandığı bir çeşit bağırsak iltihabı nedeniyle tedavi için 1957’de Paris'e gitti. Bir yıl sonra 1 Kasım 1958 Cumartesi günü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde vefât etti. Cenazesi Aşiyan Mezarlığı'na defnedildi.
Şiirlerini mükemmel hâle getirmediği gerekçesiyle sağlığında kitaplaştırmak istememiştir. 1 Kasım 1958 tarihinde vefatı üzerine, İstanbul Fetih Cemiyeti'nin 7 Kasım 1959 günkü toplantısında Nihad Sami Banarlı'nın teklifiyle Yahya Kemal Enstitüsü kurulmasına karar verilir ve eserleri yayınlanır.
1961 yılında Divanyolu, Çarşıkapı’da yer alan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi'nde Yahya Kemal Müzesi açıldı.
1968 yılında Hüseyin Gezer tarafından yapılan bir heykeli İstanbul'daki Maçka Parkına yerleştirildi.
Edebî anlayışı
Yahya Kemal, nesir alanında da eser vermiş olmakla birlikte şair olarak isim yapmış bir edebiyatçıdır. Şekil açısından Divan şiir geleneğini ve aruz veznini kullanmıştır. Üslup açısından iki ayrı anlayışta şiirleri vardır: bunlardan birisi devrine göre genellikle sade, doğal ve yaşayan bir Türkçe ile şiir yazmaktır (bu tür şiirleri özellikle ilk baskısı 1961 yılında yapılan Kendi Gök Kubbemiz başlıklı şiir kitabında toplanmıştır); diğeri ise tarihin eski devirlerine ait olayları devrinin diliyle ifade etme düşüncesidir (ilk baskısı 1962'de yapılan Eski Şiirin Rüzgârıyle başlıklı şiir kitabındaki manzumelerde bu anlayışı sergilemiştir).
Fransa'da bulunduğu yıllarda karşılaştığı Mallarmé'nin şu cümlesinin Yahya Kemal'in aradığı şiir dilini bulmasında etkili olduğu düşünülür: "En iyi Fransızcayı Louvre Sarayı'nın kapıcısı konuşur." Yahya Kemal, bu cümle üzerinde uzun uzun düşündükten sonra, şiirlerinde kullanacağı dili yakalar; Louvre Sarayı'nın kapıcısının okumuş yazmış bir aydın olmadığı gibi okuyup yazması olmayan bir cahil de olmadığını; bu durumda en iyi Fransızca'yı orta tabakanın, yani "halk"ın konuşabileceğini anlayarak orta tabakanın konuşmasına dikkat eder. Şair, bu düşüncelerin etkisiyle henüz dil inkılabından yirmi beş- otuz yıl önce sade Türkçe şiirler yazmaya yönelmiştir.
Türkiye Türkçesi ile söylediği şiirlerinin yanında Osmanlı Türkçesi ile şiirler yazan Yahya Kemal'in eski dil ve nazım şekilleriyle söylemesinin arkasında, Türk edebiyatını bir bütün olarak algılaması ve tarihin eski devirlerine ait olayları devrinin diliyle ifade etme düşüncesi vardır. Eskiyi reddetme yerine olduğu gibi kabullenme ve yeniden yorumlayarak günümüze taşıma çabası içinde olmuştur. Geçmiş devirlerde yaşanmış olayları ait oldukları devrin diliyle ifade etme düşüncesiyle yazdığı şiirlere örnek olarak Yavuz Sultan Selim'i ve döneminin olaylarını, tahta çıkışından ölümüne kadar kronolojik bir şekilde hikâye eden Selimnâme, bestelenmiş şiirleri arasında yer alan Çubuklu Gazeli, Ezân-ı Muhammedi, Vedâ Gazeli, İstanbul'u Fetheden Yeniçeriye Gazel verilebilir.
Şiirin vezin, kafiye ve iç ahenge dayandığına inanan şairin hemen hemen tüm şiirleri aruz vezni ile yazılmıştır. Hece ölçüsüyle yazdığı tek şiiri "Ok"'tur. Onun bütün şiirlerini aruzla yazması ve mısraya olan saygısı, şiirine şekil mükemmelliği getirmiştir. Ona göre şiir sıradan cümlelerden değil nağmeden oluşur, bu yüzden sesle okunmaya muhtaçtır. Kelimelerin kulakla seçilmesi ve mısradaki yerlerinin bulunması gerekir. Ona göre bir mısranın şiir olması, ahenkle ve titizlikle yazılmasıyla mümkündür. Onun için "şiir musikiden ayrı bir musiki"dir. bu anlayışının bir sonucu olarak, şiirlerinin üzerinde yıllarca çalışmış ve henüz nağmeye dönüşmediğine inandığı mısralar için en uygun kelimeleri ve istifi buluncaya kadar şiirlerini tamamlanmış saymamıştır.
Yahya Kemal'in şiir dilinin en belirgin yönlerinden biri "sentezciliği"dir. Paris'te kaldığı dokuz yıl boyunca okuduğu şairlerin (Mallarmé, Paul Verlaine, Paul Valery, Charles Baudelaire, Gerard de Nerval, Victor Hugo, Malherbe, Leconte de Lisle, Rimbaud, Jose Maria de Heredia, Jean Moreas, Theophile Gautier, De Banville, Lamartine, Henry de Regnier, Edgar Poe, Maeterlinck, Verhaeren) etkilerini özgün bir sentez yaparak yeni bir şiir yapısı kurmuştur. Kimi şiirleri klasik, kimileri romantik, bazısı sembolist, pek çoğu parnasyen olarak kabul edilir. Fransız şiirini taklit etmemiş, oradan öğrendiklerini kendi şiir anlayışı ile yoğurarak yeni yorumlara ulaşmıştır. Bu sentezciliği sonucu yorumlardan birisi de yapmacıksız olmasına özen gösterilmiş, doğal ve samimi anlamlar içeren kelimelerle şiir yazılması görüşü olan "Beyaz Lisan" anlayışıdır.
Yahya Kemal'in şiirinde geniş bir Osmanlı coğrafyası yer bulmuştur. Onun şiirlerinde hatırlanan mekanlar, Çaldıran, Mohaç, Kosova, Niğbolu, Varna, Belgrad'' gibi yeni Türk devletinin sınırları dışında kalmış, bir zamanlar Osmanlı mülkü olan ya da Osmanlı'nın temas ettiği topraklardır. Türk tarihiyle ilgili olmamakla beraber Yahya Kemal'in görüp yaşadığı Endülüs, Madrid, Altor, Paris ve Nis de şiirlerinde yer almıştır. Türkiye sınırları içinde Bursa, Konya, İzmir, Van, Çanakkale, Maraş, Kayseri, Malazgirt, Amid (Diyarbakır), Tekirdağ adı şiirlerinde geçer ama diğer şehirler üzerinde değil, onların da temsilcisi olan İstanbul üzerinde yoğunlukla durulmuştur. Üsküdar gibi, Atik Valide gibi, Kocamustafapaşa gibi eski İstanbul'un semtlerini şiirleştirmiştir. İstanbul algısının merkezindeki mekan ise Süleymaniye Camisi olmuştur.
Eserleri
Ayrıca bakınız
“Akıncı” şiiri
“Mohaç Türküsü” şiiri
MEB 100 Türk Edebiyatçısı
Kaynakça
Özel
Genel
Dış bağlantılar
Şiirleri
1884 doğumlular
Üsküp doğumlu yazarlar
1958 yılında ölenler
Fatih'te ölenler
İstanbul'da hastalıktan ölenler
Aşiyan Mezarlığı'na defnedilenler
Makedonya Türkleri
Kültür Haftası kişileri
Vefa Lisesinde öğrenim görenler
20. yüzyıl Türk şairleri
Cumhuriyet Halk Partisi mensubu siyasetçiler
TBMM 2. dönem Şanlıurfa milletvekilleri
TBMM 4. dönem Yozgat milletvekilleri
TBMM 5. dönem Tekirdağ milletvekilleri
TBMM 6. dönem Tekirdağ milletvekilleri
TBMM 7. dönem İstanbul milletvekilleri
Türkiye'nin Pakistan büyükelçileri
Türkiye'nin İspanya büyükelçileri
Türkiye'nin Polonya büyükelçileri |
1493 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Enis%20Batur | Enis Batur | Ahmet Enis Batur (d. 28 Haziran 1952, Eskişehir), Türk şair, yazar ve yayımcıdır.
Aralık 2017'den beri Kırmızı Kedi Yayınevi'nin, Aralık 2020'den beri de Simurg Art Yayınevi tarafından çıkarılan Kirpi şiir dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır.
Hayatı
28 Haziran 1952'de dünyaya geldi. Dedesi Şirket-i Hayriye'nin kurucusu Hüseyin Hâki Bey'dir. Babası eski Türk Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'dur. Çocukluğu Eskişehir ve Napoli; ilk gençlik yılları İstanbul ve Ankara'da geçti. İlkokulu Dumlupınar İlkokulu'nda, ortaokul ve liseyi Saint Joseph ve Ankara Lisesi'nde okudu. İlk yazısı 1970'te, ilk kitapları 1973'te yayınlandı. Öğrenciliği sırasında Ulus gazetesinin sinema sayfasını yönetti. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde başladığı yükseköğrenimini 1976 yılında Paris'te tamamladı. Ülkeye döndükten sonra Yazı, Oluşum, Meb ve Tan dergilerini çıkardı. 1982'de Çağdaş Kent dergisini çıkardı, ilk sayıyla birlikte dergi, sıkıyönetim tarafından yasaklandı.1983'te Avrupa Ülkeler Ansiklopedisi'ni, 1984'te İslam Ülkeleri'ni yayına hazırladı. 1987-88 arası Şehir dergisini çıkaran ekibin başında yer aldı. Askerliğini Çankırı'da yaptı. 1983'te İstanbul'a yerleşti. Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Dairesi Başkanlığını (1979-1980), Milliyet'in kültür servisi ve yan yayınlar yöneticiliğini (1983-1984), Milliyet Büyük Ansiklopedi'nin (1986) ve Dönemli Yayıncılık'ın genel yayın yönetmenliğini (1987-1988) yaptı; 1988-2004 arası Yapı Kredi Yayınları'nı yönetti. Birçok klasiğin ve önemli yabancı eserin Türkçeye çevrilmesinde başrol oynadı. Yapı Kredi Yayınları'nı sektörde öncü hale getirdi.
Gergedan, Sanat Dünyamız, Kitap-lık, Cogito, Arredemento Dekorasyon, Fol gibi dergilerin hazırlanışında sorumluluklar üstlendi; Remzi Kitabevi'nin (1990-1993), TRT'deki "Okudukça" programının (1994-1999) yayın danışmanlığını yaptı; Açık Radyo'nun kuruluşuna katkıda bulundu ve "Şifa, Şifre, Deşifre" programını gerçekleştirdi; Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)'nun "Göreme'den İstanbul'a kültür mirasımız" kampanyasını (1984) yönetti, Cumhuriyet, Milliyet, Dünya, Aydınlık gazetelerinde, Yeni Gündem, P-Eki, Express, 2000'e Doğru dergilerinde haftalık, Cumhuriyet Bilim-Teknik dergisinde aylık yazılar yazdı. Yurt dışındaki çeşitli dergilerde ürünleri yayımlandı: Poesia, Il Ebbro Quaterno, Letters Internationales, Quarterly West, Tabaccaria, Podium, Kelk, Connaissance des Arts, Talismen, Didale.
Şiirleriyle Cemal Süreya, Altın Portakal, Sibilla Aleramo, Necatigil ödüllerini, denemeleriyle TDK ödülünü kazandı.
Kitaplarından Opera üzerine Ahmet Oktay'ın kitabı İsrafil'in Sûru ve bir sempozyumun bildirilerini bir araya getiren "Opera Odağında Enis Batur Şiiri", yapıtları üzerine yazılmış yazılardan bir seçmeyi derleyen "Otuz Kuş Bakışı", Hatice Aynur'un hazırladığı "Enis Batur Bibliyografyası 1970-1995", Esra Ermert'in yazdığı "Gen Haritası:Enis Batur Şiiri'nde Kullanım Sıklığı ve Köken Temelinde Sözcük Taraması" ve Cem Akaş'ın "Belkienisbatur" adlı eserleri ve 2018 yılında yayınlanan, Cavit Mukaddes'in "Sessizliğin Sesi: Enis Batur ve Poetikası" (Sub Press, 2018) kitabı, hakkındaki başlıca kaynaklardır.
Batur, 1998-1999 akademik yılından 2002-2003 eğitim ve öğretim yılına dek Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.
2008 yılında Epsilon Beta edebiyat topluluğunu kurdu, topluluğun ilk ürünü olan "Centuria %45-Epsilon Beta" başlıklı kitap 2009 yılında yayınlandı.
Eserleri
Şiir
Lirik Şiirler
Tuğralar: Lirik Şiirler 1973-1984 (Tan,1985; Remzi Kitabevi, 1993; Kırmızı, 2006)
Perişey (Remzi, 1992; Altıkırkbeş,1998; Kırmızı 2006) Cemal Süreya ödülü
Ağlayan Kadınlar Lahdi (Harf, 1993; Kült Neşriyat, 2016)
Darb ve Mesel - Arka Şiirler (Altıkırkbeş, 1995)
Kanat Hareketleri: Lirik Şiirler 1993-1999 (Altıkırkbeş, 2000; Kırmızı, 2007) Zirvedekiler ödülü
Neyin Nesisin Sen (Kırmızı, 2007) Behçet Necatigil ödülü
Saga (Norgunk, 2010)
A Capella (Kırmızı Kedi, 2015)
Tuğralar – Perişey (Kırmızı Kedi, 2015)
Kanat Hareketleri – Neyin Nesisin Sen (Kırmızı Kedi, 2015)
Karanlık Oda Şarkıları (Simurg Art, 2020)
Gece Korkunç Sünger, blues (Simurg Art, 2022)
Dramatik Şiirler
Doğu - Batı Divanı (YKY, 1997, 2. Baskı 2002; Kırmızı 2008)
Ağırlaştırıcı Sebepler Dîvanı (Altıkırkbeş, 2003)
Doğu - Batı Divanı 2 (Kırmızı, 2007)
Doğu - Batı Divanı 3 (Kırmızı, 2010)
Yanık Divan (Kırmızı Kedi, 2016)
Yazı Şiirler
Nil (Yapıt 1975; 4. Baskı Altıkırkbeş, 1998)
İblise Göre İncil (Yeni Ankara, 1979; 4. Baskı Altıkırkbeş, 2001)
Kandil (Ada, 1981; 4. Baskı Altıkırkbeş, 2001)
Sarnıç (Nisan, 1985; 4. Baskı Altıkırkbeş, 1996)
Koma Provaları (Altıkırkbeş, 1990)
Sütte Ne Çok Kan (Altıkırkbeş, 1998)
Abdal Düşü: Düzyazı Şiirler 1998-2002 (Altıkırkbeş, 2003)
Koma Provaları, Sütte Ne Çok Kan, Abdal Düşü (Kırmızı, 2007)
Nil, İblise Göre İncil, Kandil, Sarnıç (Kırmızı, 2007)
Deneysel Metinler
Ondört+X+4 deneysel metin [Tipografik yorum: Savaş Çekiç] (C Yayınları, 1994)
Şiir Alıştırmaları
Eros ve Hgades (Shakespeare and Co, 1973)
Bir Ortaçağ Yalnızlığı (ABC, 1973)
Ara-Kitab (1976)
Yazılar ve Tuğralar Şiirler 1973-1987 (BFS, 1987)
Gri Divan (Remzi, 1990)
Taşrada Ölüm Dirim Hazırlıkları (Oğlak, 1995)
Opera 1 - 4004 (Altıkırkbeş, 1996) Altın Portakal ödülü
Papirüs, Mürekkep, Tüy—Seçme Şiirler (YKY, 2002)
Uç Şiirler (Kırmızı, 2011)
Düzyazı
Yazınsal / Eleştirel Denemeler
Şiir ve İdeoloji (Derinlik, 1979; İkinci basım: Mitos, 1993) Türk Dil Kurumu ödülü
Babil Yazıları (Afa, 1986)
Estetik Ütopya (BFS,1987)
Yazının Ucu Yazınsal Denemeler 1976-1993 (YKY, 1993)
E/Babil Yazıları (YKY, 1995)
Seyrûsefer Defteri (YKY, 1997)
Aciz Çağ, Faltaşları (YKY, 1998)
Cüz (Sel, 2000)
Smokinli Berduş: Şiir Yazıları 1974-2000 (YKY, 2001; Granada, 2013)
İmgeleri Kim Dinler? (YKY, 2004)
Okuma Lambası (Alkım, 2004)
Sinema Yazıları - Hurufi Gözüyle Büyü Kutusu (ES, 2007)
Pervasız Pertavsız (Kırmızı, 2009)
Ölesiye Sanat - Yeni Faltaşları (Alakarga, 2013)
Son Modernler [Edebiyat üzerine denemeler] (Sel, Şubat 2014)
Yazının Sınır Boyuna Yolculuklar [Edebiyat üzerine denemeler] (Sel, Eylül 2014)
Karanlıktan Işık Yontanlar [Sanat üzerine denemeler, 1976-2008] (Sel, 2015)
Öteki Pusula [Sanat ve edebiyat üzerine denemeler] (Sel, 2016)
Rabia Hatun, Tuhaf Bir Kıyamet (YKY, 2000)
İlhan Berk: Mağara Ressamı, Sapkın Nakkaş, Namahrem Kalem (YKY, 2000)
Patates (Sel, 2003)
Centuria %45 (Epsilon Beta) (Çekirdek Sanat, 2009)
Kulak (Sel, 2009)
Tilki (Notos, 2011)
Dalgınlık Kursları (Kırmızı Kedi, 2014)
Gülmekten Ölmek - Çekmeceler Kitabı I (Sel, 2016)
Nigredro – Durayazmak (Kırmızı Kedi, 2016)
Heptameron (Kırmızı Kedi, 2017)
Memnu Mıntıka (Kırmızı Kedi, 2018)
Endişe Yengeçleri (Levent Şentürk ile) (Kırmızı Kedi, 2018)
Lisan-ı Münasip (Kült Neşriyat, 2018)
Karganame (Sel, 2018)
Sekizinci Günahın Sonrası (Sel, 2018)
Yapıştırmalar (Sub, 2018)
Yumurtalarını Kollamak (Kırmızı Kedi, 2019)
Düş Kırpıntıları (Sel, 2019)
Simsiyah Soulages ile Konuşmak (Kırmızı Kedi, 2020)
Kısa Kısas Kıssası (Alakarga, 2020)
Denemek Sapmak - Çekmeceler Kitabı II (Sel, 2021)
Serseri Mayın (Simurg Art, 2022)
Önkudöde - Acayip Bir Şiir (Epona, 2022)
Özel Ansiklopedi
Kediler Krallara akabilir (Remzi, 1990; 3.Baskı Sel, 2002)
Gönderen: Enis Batur (Remzi, 1991; 2. Baskı Sel, 2000)
Kırkpare (Remzi, 1993; 2. Baskı Sel, 2001)
Su, Tüyün Üzerinde Bekler (Sel, 1999; Fevkalâde genişletilmiş 2. Baskı Sel, 2003)
Kurşunkalem Portreler (Sel, 1999; 2. Baskı Sel, 2000)
Yazboz (Sel, 2001)
Gövde'm (Sel, Ocak 2007)
Haneberduş (Sel, Kasım 2010)
Zoo’m Harflerden Hayvanat Bahçesi (Kırmızı Kedi, 2017)
Günebakan Yazılar / Söyleşiler
Günebakan I: Alternatif: Aydın (Hil Yayın, 1985; Ark, 1995; Kırmızı, 2013 (Genişletilmiş Basım)
Küçük Kıpırtı Tarihi (Boyut,1992)
Günebakan II: Saatsız Maarif Takvimi (Ark, 1995; Kırmızı, 2014)
Günebakan III: Türkiye'nin Üçlemi (Papirüs, 1998; Kırmızı, 2015 (Genişletilmiş Basım)
Başkalaşımlar
Ayna (Ada,1977)
Tahta Troya (Yazko,1981)
Viyana için Vals (BFS,1987)
Eşittir Sonsuz (BFS,1988)
İki/z (BFS,1988)
Sıçrayan Fasulye (Sanat Dünyamız Eki, 1991)
Yüzyüze (Sanat Dünyamız Eki, 1991)
Almanak (Sanat Dünyamız Eki, 1991)
Ses, Harf, İmge (Sanat Dünyamız Eki, 1991, 2. Baskı Factory, 2022)
Bi-Linç (Sanat Dünyamız Eki, 1991)
Başkalaşımlar I-X (YKY: 1992; İkinci basım: 2000; Üçüncü basım: 2004 / Kırmızı Kedi, Dördüncü basım: Mart 2016)
Sıçrayan Fasulye/Yüzyüze/Almanak/İskeletler Dansı/Ses,Harf,İmge/Bi-Linç/Paris (YKY,1992)
Hatay’da Bir Rolls Royce (Altıkırkbeş, 1992)
Gesualdo (YKY,1993)
Perec Kullanım Kılavuzu (Mitos,1993)
Akabe (Mitos,1994)
Modernlerin Gecesi (Altıkırkbeş, 1995)
Ya/Zar (C Yay,1996)
Franhoferolmak (Sel,1997)
Başkalaşımlar XI-XX (YKY: 2000 / Kırmızı Kedi, İkinci Basım: 2016)
Bir Varmış Bir Okmuş: Sözümona Düzmece bir Wilhelm Tell Hikâyesi (Sel Yayıncılık, 2002)
Kütüphane: (Sel, 2005)
Plati—Bir Ada Denemesi (Sel, Şubat 2006)
Başkalaşımlar XXI-XXX (Kırmızı: 2009)
Mekik (Norgunk, 2009)
Mumya Köpek (Norgunk, 2011)
Geronimo'nun Ölümü (Sel, Haziran 2012)
İnziva Burçları (Sel, Aralık 2019)
Herakleitos Okumaları (Kült Neşriyat, 2021)
İçbükeyler
Otuz Kuş Birden Olmak (B/F/S, 1987; Norgunk, 2007)
Söz'lük (Düzlem, Mart 1992)
Yolcu (İyi Şeyler Yayıncılık, 1996; Kırmızı, 2011)
Seyrüsefer Defteri (YKY, 1997)
Issız Dönme Dolap (YKY, 1998)
Kum Saatından Harfler: Sokulgan Okur İçin İçbükeyler (YKY, 2001)
Bekçi (Oğlak Yayınları, 2003; Kırmızı Kedi 2017)
Mazruf (Okuyanus, 2004)
Öteki Prova (Norgunk, 2007)
Suya Seng, içbükeyler 2002-2007 (Sel, Haziran 2008)
Noksan (Sel, Haziran 2010)
Şehir Meydanında Fıçı Yuvarlamak, içbükeyler 2008-2010 (Kırmızı, Kasım 2012)
Merak Cemiyeti Tutanakları, içbükeyler 2010-2011 (Alakarga, Ocak 2013)
Işık (Noktürn, 2013)
Hepsi (Sel, Eylül 2013)
Fetret Notları (Kırmızı Kedi, 2017)
Alacakaranlıkta Elyordamı (Kırmızı Kedi, 2021)
Foto-Grafiti 114 Gözdikme (Kırmızı Kedi, 2022)
"Yapılmış Kitaplar"
Bu Kalem Bukalemun (Hil: 1988 / İkinci basım: YKY, 1997; Genişletilmiş 5. Baskı Sel, 2017)
Bu Kalem Melûn (YKY: 1997; Genişletilmiş 4. Baskı Sel 2017)
Bu Kalem Un (ufak) (Okuyanus: 2004; Sel 2017)
Cep Meşkleri (Can: 2005)
60 mm Dizüstü Meşkler ve İçcep Meşkleri (Sel: 2011)
Bu Kalem Unkudî (Palto: 2014)
Sayfa (Kült Neşriyat, 2021)
Karakuşi Hükümler (Simurg Art, 2022)
"Roman Denemeleri ve Anlatılar"
Acı Bilgi: Fugue Sanatı Üzerine Bir Roman Denemesi (YKY, 2000; Kırmızı Kedi, 2015)
Elma: Örgü Teknikleri Üzerine Bir Roman Denemesi (Sel Yayıncılık, 2001)
Başka Yollar (YKY, 2002; Kırmızı Kedi, Mayıs 2013)
Kravat (Sel Yayıncılık: 2003)
Mürekkep Zaman (YKY, 2004; Kırmızı Kedi, Temmuz 2014; Kırmızı Kedi 2017)
Sır, Bir Oynaşı (Sel: 2009)
Rakım Sıfır, imgelem alıştırmaları 2008-2012 (Kırmızı Kedi, Ekim 2012)
Kitap Evi (Sel: 2014)
Basit Bir Es (Kırmızı Kedi, 2015)
Göl Yazı (Sel, 2017)
Gezi, Yol Günlüğü, Seyahatname
Kesif (Mitos, 1996)
İki Deniz Arası Siyah Topraklar (YKY, 1997; Remzi, 2014)
Amerika Büyük Bir Şaka Sevgili Frank, Ama Ona Ne Kadar Gülebiliriz? (YKY, 1999; Remzi, 2014)
Şehr'enis (Literatür, Nisan 2002)
İki Deniz Arası Siyah Topraklar ve Kesif ve ¿ (YKY, 2002)
Paris, ecekent (YKY, 2003; Remzi, 2012)
Bulutlardan Yontma Kayalar, bir bretagne gezisi (Alkım, Eylül 2005)
Pasaport Damgaları (Kırmızı, 2008; Kırmızı Kedi 2019)
Ada Defterleri (Kırmızı, Ağustos 2008; Kırmızı Kedi 2017)
Siyah Sert Berlin (Remzi, 2013)
Ziyaretler Kitabı (Kırmızı Kedi, 2014)
Diğer
Gergedanname (Argos,1988)
Oktay Rifat Kitabı (YKY,1991)
Zühtü Müridoğlu Kitabı (YKY, 1992)
20. Yüzyıl Fransız Resim Sergisi (YKB 50.Yıl Özel): (YKY,1994)
Aloşname (Ali Teoman Germaner ile) (YKY, 1999)
Fatma Tülin / Bir (İki) Sergi Öncesinden Tablolar (Sel, 1999)
Defter (Selçuk Demirel ile) (YKY, 2001)
Son Kare (Kaan Çaydamlı) (Altıkırkbeş, 2002)
Arazi-Marazi (Armağan Ekici vd. ile) (Sel, 2002)
Negatif İmge (Cem İleri vd. ile) (Sel, 2002)
İstanbul Des Djinns (2003; Türkçesi (Cinlerin İstanbulu): Remzi, 2016)
Mazruf (Okuyan Us, Eylül 2003)
Vüsat O. Bener – Bir Tuhaf Yalvaç (Orhan Koçak vd. ile) (Norgunk, 2004)
İstanbul’un Son Şairi Ara Güler (Sunuş EB) (YKB Özel, 2005)
Ottomanes (2006)
Eyfel—Modern Zamanların Simgesi (Alkım, Ocak 2006)
Ziyaret (Çekirdek Sanat, 2007)
Ara Güler – İstanbul’da Alınteri (Metin Enis Batur) (Kırmızı, 2008)
Mitos Diyarında Çağdaş Bir Kültür Odağı (Mas, 2008)
Hayalet (Norgunk, 2011)
Bir Balık Bir Başka Balığa Onu Sevdiğini Söyler Mi? (Selçuk Demirel ile) (Gelengi, 2011) (2. Baskı: Çınar, 2018)
Metinde Fransızca (Sunuş Enis Batur) (Norgunk, 2012)
Lamba – Bir Mum Daha (Norgunk, 2013)
Davalı (Norgunk, Mayıs 2014)
Oktay Rifat’a Doğru (Sel, 2014)
Simültane Cinnet (Yiğit Bener ile) (Sel, 2015)
Odalar (Kült Neşriyat, 2015)
Labirentini Ören Şair : Enis Batur (Bursa Nilüfer Belediyesi, 2015)
Raffi Portakal (Doğan Kitap, 2015)
Gerçeküstücülük Özel Sayı : Gergedan 1987 (Kült Neşriyat, 2016)
Kelle (Simurg Art, 2020)
444 (Oğuz Demiralp vb. ile) (Sel, 2020)
Müstakil Eylem (Editör: Tarhan Gürhan) (Karakarga, 2020)
Antoloji
Kara Mizah Antolojisi (Hil Yayın, 1987; Sel, 2005)
Modern Dünya Edebiyatı Antolojisi (Dönemli Yayıncılık, 1988)
Ahmet Hamdi Tanpınar / Seçmeler (YKY, 1992)
Gütenberg Gökadasına Gezi (YKY, 1992)
Modernizmin Serüveni: Bir "Temel Metinler" Seçkisi 1840-1990 (YKY, 1997; Sel, 2015)
Avrupa Güneşinin Doğduğu Yere Yolculuk (Turkcell, 2001)
Beş Kıtada Türk Seyyahları (Turkcell, 2002)
Sahici Trenler İçin Oyuncak Kitap (YKY: 2003)
Rönesansın Serüveni (YKY, 2005; Sel, 2016)
Şehrengiz
İstanbul İçin Şehrengiz (YKY, 1994)
Üç İzmir (YKY, 1994)
Ankara Ankara (YKY, 1994)
Müstear İsimle
Dış Kanama (Fakir İdris) (1982), (2.Baskı Kült Neşriyat, 2017; 3.Baskı Sel, 2022)
Kuvve’den Fiil’e (Reşit İmrahor) (Mitos,1989)
Unutulmuş Şiirler Antolojisi (Reşit İmrahor) (YKY, 1993)
Hakkında Yayınlanan Kitaplar
belkienisbatur (Cem Akaş, Altıkırkbeş, 1993)
İsrafil'in Suru (Ahmet Oktay, YKY, 1997)
Enis Batur İçin Otuz Kuş Bakışı (Muhtelif, Altıkırkbeş, 1997)
Enis Batur Bibliyografyası (Hatice Aynur, Altıkırkbeş, 1997)
Gen Haritası (Esra Ermert, Altıkırkbeş, 2002)
Elma Romanı Nasıl Bir Roman (Mustafa Durak, Sel, 2004)
Enis Batur’a Mektuplar (İlhan Berk, Nokturn, 2004)
Sessizliğin Sesi: Enis Batur ve Poetikası (Cavit Mukaddes, Sub Press, 2018)
Yabancı dillerde
Yabancı dillerdeki kitapları:
Fransızca
La Sarcophage des Pleureuses, (Çev. N. Cingöz) Montpellier: Fata Morgana, 2000
Amer Savoir (Çev. Ferda Fidan), Paris, Actes Sud, 2002
Dense (Çev. Timour Muhidine), Meet - Maison Ecrivains, 2002
Route Serpentine (Çev. Catherina Erikan), Paris, Actes Sud, 2004
La Pomme (Çev. Ferda Fidan), Paris, Actes Sud, 2005
D'autres Chemins (Çev. Ferda Fidan), Paris, Actes Sud, 2008
Encyclopédie Privée (Çev. Ferda Fidan), Paris, Actes Sud, 2011
Le Facteur d'Uskudar (Çev. Jean Descat), Paris, Bleu Autour, 2012
La Mort de Geronimo (Çev. Catherina Erikan), Paris, Galaade, 2014
İtalyanca
Scritti e sigilli: 1973-1990, (Çev. I. Saatçıoğlu) Roma: Fondazione Piazzola, 1992
Imago Mundi, (Çev. I. Saatçıoğlu) Milano: Garzanti, 1994
Farsça
Neğmey-i Butimar, (Çev. Cavit Mukaddes) Tahran: Peyzeh, 1996
Sefer be ayne-i digeri, (Çev. Hamid Farazande), Isfahan: Nakş-ı Horşid, 2000.
Hollandaca
Passpoort, (Çev. D. Koopman) Rotterdam: Rotterdam Poetry, 1998
İngilizce
Ash Divan (İngilizceye çev. S. Paker, C.Endres, S.S.Endres, M.Kenne), ABD, Talisman House, 2006
İspanyolca
Las Bibliotecas de Dédalo (Önsöz Alberto Manguel), Errate Naturae, 2009
Ödülleri
1980 TDK Ödülü (Şiir ve İdeoloji; Derinlik Yay. 1979)
1993 Cemal Süreya Şiir Ödülü (Perişey kitabıyla; Remzi, 1992)
1997 Altın Portakal Şiir Ödülü (Opera 1-4004 kitabıyla; Altıkırkbeş Yay,1996)
1998 Sibilla Aleramo Ödülü
2000 Zirvedekiler Ödülü (Kanat Hareketleri kitabıyla; Altıkırkbeş Yay, 2000)
2002 Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü
2008 Behçet Necatigil Şiir Ödülü (Neyin Nesisin Sen kitabıyla; Kırmızı, 2007)
2018 Yunus Nadi Roman Ödülü (Göl Yazı kitabıyla; Sel, 2017)
Kaynakça
Dış bağlantılar
Sözünü Sakınmadan
A.Hamdi Tanpınar Hk - 27.01.2018
1952 doğumlular
Eskişehir doğumlular
Saint Joseph Fransız Lisesinde öğrenim görenler
Paris Üniversitesinde öğrenim görenler
Cemal Süreya Şiir Ödülü sahipleri
Necatigil Şiir Ödülü sahipleri
Resim aranan yazarlar
Yaşayan insanlar
20. yüzyıl Türk şairleri
21. yüzyıl Türk şairleri |
1494 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Olu%C5%9Fturmac%C4%B1%20matematik | Oluşturmacı matematik | Matematik felsefesinin oluşturmacılık akımına göre matematiksel bir nesnenin varlığını kanıtlayabilmek için, nesnenin bulunması (ya da "oluşturulması") gerekir. Oluşturmacılara göre bir nesnenin var olmadığını varsayıp bu varsayımdan bir çelişki türetildiğinde -nesnenin kendisini bulmadıkça ("oluşturmadıkça")- nesnenin varlığı da kanıtlanmış olmaz.
Oluşturmacılık çoklukla matematiksel sezgicilik ile karıştırılır; fakat gerçekte sezgicilik oluşturmacılığın bir türüdür. Sezgiciliğe göre matematiğin temelleri kaynağını bireysel matematikçinin sezgisinden almaktadır dolayısıyla matematik özünde öznel bir etkinliktir. Oluşturmacılık bu görüşe katılmayıp matematiğe nesnel yaklaşımla tamamıyla uyuşmaktadır.
Oluşturmacılığa katkıda bulunan matematikçiler
Leopold Kronecker
L.E.J. Brouwer
Errett Bishop
Oluşturmacı matematiğin dalları
Oluşturmacı mantık
Oluşturmacı tip teorisi
Oluşturmacı analiz
Hesaplanabilirlik mantığı
İlgili konular
Sezgici Matematik
Finitizm
Oyun anlam bilgisi
Dış bağlantılar
Hesaplanabilirlik Mantığı Ana Sayfası
Matematik felsefesi
Epistemoloji |
1495 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Roman | Roman | Roman, genellikle düzyazı biçiminde yazılan, kurgusal, görece uzun, insanın (ya da insan özellikleri atfedilen varlıkların) deneyimlerini bir olay örgüsü içinde aktaran ve genellikle kitap halinde basılan bir edebî tür. Uluslararası ve akademik platformlarda beşinci sanat olarak kabul gören edebiyatın bir alt türüdür.
Genel özellikleri
Uzunluğu ile doğru orantılı olarak, olay örgüsü içinde birçok öyküyü barındırma potansiyeli taşır. Tarihsel süreçte manzum roman ya da manzum hikâye gibi şiirsel türleri mevcut olsa da, modern çağın romanı genellikle düzyazı şeklindedir.
Romandaki olay örgüsü ağırlıklı olarak kronolojik sırayla ve mantıksal bir biçimde anlatılır; ancak yazarın tercihine bağlı olarak geçmiş ve gelecekte gezinme şeklinde kurgulanan ya da absürt bir içeriğe sahip eserlere de sıkça rastlanır. Bir romanın duygusal ağırlıkta olup olmadığı eserin türüne ve zamanına göre değişebilir. Örneğin romantizm döneminde yazılan eserler duygulara ağırlık verirken, naturalizm dönemindekiler doğayı ve insanı olduğu gibi anlatmayı amaçlamıştır. Ancak insan, doğası gereği duygusal bir varlık olduğundan, yazarın metne döktüğü her şey kaçınılmaz olarak yazarın geçmişinden ve duygu dünyasından izler taşır. Tarihî roman, politik roman, toplumsal gerçekçi roman gibi bazı roman türleri, toplumsal ve politik gelişmeler ile yakın ilişki içinde olabilir ve sıradan insanın yaşantısına odaklanabilir. Ancak; bilimkurgu, fantazya, gotik kurgu gibi bazı türler ise günümüz gerçekliğinin dışına çıkarlar. Bazı roman türleri ise kahramanlık unsurlarını sıkça kullanır. Olay örgüsünün geçtiği zamana bağlı olarak bazen saraylar ve savaş alanları, bazen sokaklar, evler ve meyhaneler gibi sıradan mekanlar, bazen de uzay, yeraltı, kurgusal dünya ya da kurgusal evren gibi günümüz gerçekliğinin dışındaki mekanlar kullanılır. Türüne ya da zamanına bağlı olarak bazı romanlar ağdalı, bazı romanlar ise sade bir dil kullanır.
Modern roman, felsefe ve sanattan boş inançları uzaklaştırmak ve bunların yerine akıl ve gerçeği getirmek isteyen bir kültür olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Ancak zaman içinde bu misyonundan özgürleşir. Bir yazar yaşadığı toplumdan ayrı düşünülemeyeceği için, roman da tarihe ve toplumların gelişimine sıkı sıkıya bağlıdır. İnsanı, toplumsal ve tarihsel bir varlık olarak konu alan ilk sanat türüdür. 11. yüzyılın başlarından günümüze ulaşan ve kurgusal bir biçimde ilerleyen Murasaki Shikibu'nun Japonca eseri Genji'nin Hikâyesi, kendisinden önce de uzun kurgusal metinler bulunmakla birlikte, zaman zaman tarihin ilk romanı olarak değerlendirilir. Basılı kitapların Çin'de yayılması, Ming Hanedanlığı (1368-1644) tarafından klasik Çin romanlarının doğmasına sebep oldu. Avrupa'daki en erken örnek ise Endülüslü İbn Tüfeyl tarafından yazılan Hayy bin Yakzan eseri kabul edilir. Daha sonraki gelişmeler matbaanın yaygınlaşması ile gerçekleşti. İlk bölümü 1605 yılında yayınlanan Don Quijote'nin yazarı Miguel de Cervantes Saavedra, modern çağın ilk Avrupalı romancısı olarak sık sık anılır.
Teknolojik gelişmeler, romanın basılı olmayan alanlarda da yayınlanmasına zemin hazırlamıştır. Buna sesli kitaplar, e-kitaplar, web romanları örnek gösterilebilir. Geleneksel olmayan başka bir kurgu biçimi de grafik romanlardır. Kurgu eserlerinin bu çizgi roman versiyonları, kökenleri 19. yüzyıla uzansa da ancak yakın zamanda yaygınlaşabildiler.
Roman ve öykünün farkları
Roman, hikâyeye ya da diğer adıyla öyküye kıyasla biçimsel olarak daha uzun olmakla birlikte, kurgusal bazı farklılıkları mevcuttur. Örneğin roman, kelime sayısının çokluğu sebebiyle olay örgüsü ve karakter çeşitliliği bakımından sınırları zorlayabilir. Roman birçok öyküyü, olay örgüsü içinde kullanabilir. Bu çerçeveden bakıldığında romanın çok boyutlu, öykünün ise görece az boyutlu olduğu söylenebilir. "Çehov'un Öykücülüğü Üzerine" adlı yazısında Erdal Öz şu cümleleri sarf etmiştir: “Romanda, anlatılan ailenin içine gireriz. Onlarla birlikte yaşarız, onlardan biri oluruz. Ama öyküde, o ailenin yaşadığı evin önünden geçerken, pencereden onları masa başında topluca görüp geçeriz.”
Uluslararası platformda uzun öyküleri adlandırmak için novella ismi kullanılır. Roman ve novella'yı birbirinden ayıran kelime sayısı hakkında kesin bir kural yoktur. Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Amerika Bilimkurgu ve Fantezi Yazarları Derneği, Nebula Ödülleri için başvurulan eserleri sınıflandırırken 40.000 kelime ve üzerini roman, 17.500-39.999 kelime arasındaki eserleri ise novella olarak belirlemiştir.
Roman türleri
Romanlar: konu, üslup, yazıldığı dönem bakımından çeşitli türlere ayrılabilir.
Üslup bakımından "romantik roman", "gerçekçi roman", "doğalcı roman", "estetik roman", "izlenimci roman", "dışavurumcu roman", "yeni roman" türleri sayılabilir.
Üslup bakımından
Romantik
Kişilerin duygularını, arzularını,hislerini, düşüncelerini yalnızca kendilerine ait, içten gelen doğal ve gerçek olgular gibi görür.Yani aşk, duygu, hayal gibi düşünceler yer alır. Aynı zamanda acı, keder ve hüzün de bu roman türünün konularındandır. Örneğin Sir Walter Scott’un tarihsel romanları, Jean-Jacques Rousseau’nun eserleri, Goethe’nin Genç Werther’in Acıları, Victor Hugo'nun Notre Dame'ın Kamburu gibi.
Realistik
Romantik romandan ayrı olarak kuru ve kuşkucu bir anlatım ve düşünce yapısı taşır. Balzac ve Stendhal’in romanları bu üsluptadır.
Estetik
Belli bir biçim ve anlatım kaygıları ile yazılmış romanlardır. Gustave Flaubert estetik romanın en önemli yazarıdır.
İzlenimci
Diğer üsluplardan ayrı olarak eşyanın ve dış olayların kendi nesnel gerçeklikleriyle insanların bunları algılama biçimleri arasındaki farkları ortaya çıkarmaya yönelir. Yani dış gerçeklerden çok, duyu ve duygulara, iç yaşantının betimlenmesine öncelik verir.
Dışavurumcu
20. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Dışavurumculuk toplumsal kimliklerin reddedilmesi ve insan yaşamını belirleyen toplum karşıtı ya da uygarlık karşıtı güçlerin öne çıkarılmasıyla belirlenir. Dostoyevski, Franz Kafka, Samuel Beckett ve Bertold Brecht’in romanları bu türün örneklerindendir.
Yeni
Aslında dışavurumculuğun izlerini taşır. Özellikle 1930 yılından sonra ilk örnekleri görülmeye başlandı. Kendisinden önceki akımlardan hiçbirine benzemeyen, yazma deneyini, hatta romanın olanaksızlığını romanın asıl konusu hâline getiren romanlardır. Yeni roman, yazma eyleminin kendisini sorgulamaya yönelir. Alain Robbe-Grillet, Michel Butor, Claude Simon, Philippe Soller, Julio Cortazar gibi yazarlar bunları denemişlerdir.
Tarihî
Konusu bakımından roman "tarihsel roman pikaresk roman duygusal roman, gotik roman, ruhbilimsel roman, töre romanı, oluşum romanı" türlerine ayrılır. Tarihsel romanlar, tarihin değişik dönemindeki olayları işler. Kahramanlar gerçek veya düşsel olabilir. Ancak anlatılanlar tarih gerçeklerine çoğu kez uygundur.
Bu roman türü aslında, Romantizmin bir ürünüdür. Dünya edebiyatında bu türün ilk örneğini İngiliz yazar Walter Scott vermiştir. Türk edebiyatında ise tarihi romanın ilk denemesi Ahmet Mithat’ın Yeniçeriler adlı romanı sayılabilir. Batılı anlamda ilk tarihsel Türkçe roman, Namık Kemal’in Cezmi’sidir.
Duygusal roman
İnsanın duygusal yaşamını yüksek ve özenli bir üslupla betimleyen romanlardır. Bazen bu türde yazarın kendi duygularıyla, okurun duygularını sömürmesi ön plana çıkar. Laurence Sterne’in Fransa ve İtalya’da Hissi Seyahat adlı eseri, Rousseau’nun romanları, Madame de La Fayette’in Prenses de Cleves adlı romanı da bu türe örnek gösterilebilir.
Psikolojik roman
Kişilerin ruhsal durumlarını ayrıntılarıyla çözümlemeye çalışan romanlardır. Daha serinkanlı ve denetimli oluşuyla duygusal romandan ayrılır. Abbe Prevost’un Manon Lescaut adlı eseriyle Fransız edebiyatında açılan psikolojik roman çığırı diğer ülke romancılarını da etkilemiştir. Paul Bourget’in romanları da bu türe örnektir.Türkiye'deki ilk ruhbilimsel roman Mehmet Rauf'un Eylül adlı kitabıdır. Türkiye'den Peyami Safa'nın 9. Hariciye Koğuşu buna örnektir.
Polisiye roman
Cinayet, gizem, katil, suç, ceset gibi konuları işleyen bir roman türüdür. Agatha Christie bu anlamda ün yapmıştır. 86 romanıyla 'Polisiye Romanlarını Kraliçesi' seçilmiştir. Bu romanlarda öne çıkan konular 'Kim kimi öldürdü?', 'Nasıl öldü?', 'Neden öldü?" gibidir.
Fantastik roman
Hayal gücüne dayanan romanlardır. 19. yüzyılda ilimlerin gelişmesiyle yaygınlık kazanmıştır. Bu türde örnek verilebilecek en önemli eserler J.R.R Tolkien'in Yüzüklerin Efendisi veyahut Lewis Carroll'ın Alice Harikalar Diyarında romanları başı çeker.
Çizgi Roman
Çizgi roman veya resimli roman, çizgi ile hikâye anlatmak için birbirini takip eden panellerin (çerçevelenmiş resim) kullanıldığı bir sanat türüdür.
Ayrıca bakınız
Türk edebiyatında roman
Kaynakça |
1496 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Deneme%20%28anlam%20ayr%C4%B1m%C4%B1%29 | Deneme (anlam ayrımı) | Deneme şu anlamlara gelebilir:
Edebiyat
Deneme (edebiyat), edebiyat alanında herhangi bir konuda yeni ve kişisel görüşlerle bezenmiş bir anlatım içinde sunulan düz yazı türü.
Denemeler, Montaigne'in özgün adı Essais olan, Türkçeye ilk kez 1947'de Sabahattin Eyüboğlu tarafından çevrilen deneme türündeki 1580 tarihli eseri.
Diğer anlamlar
Son biçimini bulmamış, taslak durumunda olan eser. |
1497 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Cemal%20S%C3%BCreya | Cemal Süreya | Cemal Süreya, kimlik adıyla Cemalettin Seber (1931, Erzincan - 9 Ocak 1990, İstanbul), Kürt asıllı Türk şair, yazar ve çevirmen. Türk şiirinde modernist bir hareket olan İkinci Yeni şiirinin öncü şairlerinden biridir. İlk şiir denemelerini ortaokulda eskizlerle, lisede aruzla yapsa da asıl şiir çalışmaları üniversite yıllarında başlamıştır. Üvercinka (1958), Göçebe (1965), Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973), Uçurumda Açan (1984), Sıcak Nal (1988), Güz Bitigi (1988) ve Sevda Sözleri (1990) adlarındaki şiir kitaplarının yanı sıra deneme, eleştiri, günlük ve antoloji türlerinde de yazmıştır. Eserlerinde en sık işlediği temalar aşk, kadın, yalnızlık, sosyal ve siyasal eleştiriler, ölüm, tanrı düşüncesi, portreler ve manzum poetikadır. Ayrıca Fransızcadan kırka yakın kitabı Türkçeye çevirmiştir. Onüç Günün Mektupları (1990) dışında hiçbir yazısı veya şiiri, dergi ve gazetede yayımlanmadan kitaba dönüşmemiştir. Sosyalist bir dünya görüşüne sahip olan Süreya, Papirüs dergisini çıkarmış ve bu dergide edebî görüşlerini açıklamasının yanı sıra dergiyi bir aydın olarak fikirlerini ortaya koymak için araç olarak kullanmıştır.
Dersim İsyanı sebebiyle Erzincan'dan Bilecik'e göç etmek zorunda kalan Alevi Kürt-Zaza bir ailede dünyaya gelen Süreya, devlet memurluğu da yapmıştır. Dört defa evlenen Süreya, bunların dışında "Üvercinka" ve Tomris Uyar dâhil birçok kişiyle ilişkisi olmuştur. Sanat hayatı boyunca çeşitli mahlaslar kullanmış, çocukken kendisine verdiği "Cemal Süreyya" adını kullanırken girdiği bir iddia sonucu adındaki "y" harflerinden birini atmıştır. 9 Ocak 1990'da girdiği şeker koması sonucu vefat etmiş, cenazesi 11 Ocak'ta Şişli Camii'nde kılınan öğle namazından sonra Kulaksız Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir.
Yazdığı kitaplarla 1959'da Yeditepe Şiir Armağanı (Üvercinka), 1966'da Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü (Göçebe) ve 1988'de Necatigil Şiir Ödülü (Sıcak Nal ile Güz Bitigi) kazanmıştır. Kitap-lık dergisinin Türkiye'nin kuruluşunun 75. yıldönümü sebebiyle 1998'de hazırladığı "75 Yılda 75 Kitap listesi"nde iki kitabıyla (Üvercinka ve Sevda Sözleri) yer almıştır. Ayrıca çocuklar için ele aldığı yazılardan oluşan ve daha sonra kitaplaştırılan Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan 100 temel eser listesinde 30. sırada yer almıştır. 1991'den itibaren Cemal Süreya Kültür ve Sanat Derneği tarafından Cemal Süreya Şiir Ödülü verilmektedir.
Hayatı
Ailesi ve çocukluğu
Asıl adı Cemalettin Seber olan Cemal Süreya, 1931 yılında Erzincan'da dünyaya geldi. Pülümür'den Erzincan'a göç eden Kürt ve Alevi bir ailede doğan Süreya'nın babası Hüseyin Bey, annesi Güllü Hanım'dır. 1905'te Erzincan'da doğan ve nakliyecilikle uğraşan babası Hüseyin Seber Kürt'tür. 1915'te Karatuş'ta doğan ve "Gülbeyaz" olarak bilinen annesi Güllü Hanım Zaza'dır. Karatuş'tan gidip gelirken Güllü Hanım ile karşılaşan Hüseyin Bey, ağabeyi Memo'nun yardımıyla Güllü Hanım'ı kaçırmış ve evlenmiştir. Bu evlilikten Cemalettin, Perihan, Ayten ve Kemal adlarında dört çocuk dünyaya gelmiş, çocuklardan Kemal bir yaşındayken ölmüştür. Ailesi, 1938 yılında Dersim harekâtı sırasında amcası Memo'nun valiyle takışması sebebiyle Dersim İsyanı sonrası bölgeden sürülünce Bilecik'e yerleşmiştir.
"Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler."
Güllü Hanım, Bilecik'e yerleştikten altı ay sonra yaptığı düşük sonucu meydana gelen kanamadan dolayı yirmi üç yaşında ölmüştür. Ailenin maddi durumu bu dönemde gittikçe kötüleşmiştir. İlkokula başlamak için halasının yaşadığı İstanbul'a giden Süreya, buradayken ailesinden gelen bir etkiyle cenk kitapları okumanın yanı sıra sık sık sinemaya gitmiştir. Daha sonradan babasıyla kız kardeşleri de İstanbul'a gitmiş; fakat sürgün edilen kişilerin bulundukları muhiti yirmi yıl boyunca terk etmeleri yasak olduğu için bir gece bütün aile Sanasaryan Han'a götürülmüş, ardından Bilecik'e yollanmıştır. Babası makinist olarak karayollarına çalışmaya başlamış ve işi gereği ayın on beş günü dışarıda olduğu için annelik görevini de babaannesi üstlenmiş, babasının boşluğunu ise amcası doldurmuştur.
Annesi öldükten sonra babası iki evlilik daha yapmıştır. Babasının ikinci eşi Esma Hanım'dır; Süreya, Esma Hanım'dan kaçmak için gizlice parasız yatılı sınavına girmiştir. Babasının üçüncü evliliği ise Refika Hanım'ladır.
"Sonunda babam iki kez evlendi, önce Esma, sonra Refika'yla. Esma çok kötü çıktı. Kardeşlerime işkenceli bir çocukluk yaşattı, örneğin saçlarından tutup kuyuya sarkıtırdı. Bu yüzden kız kardeşlerimin saçları gür değildir. (...) Esma deliydi. Bir fırıncıyla kavga edip adama vurup, adamın yerinden kalkamayınca öldü sanıp ve Bilecik'ten kaçtı. Esma kaçınca, babam Refika'yı aldı. O iyi çıktı. Kardeşlerim onu anne bildiler."
Babası Hüseyin Bey 1957 yılında bir trafik kazasında ölmüştür.
Eğitimi
Süreya, ilkokula başlamadan önce okumayı, yazmayı, matematiği ve resim yapmayı büyük amcası Memo'dan öğrenmiştir. Hastalığı sebebiyle okula bir yıl geç başlayarak 1939'da 37. Beyoğlu İlkokuluna kaydolmuştur. Alevi çevrede din kitapları, Ali üzerine kitaplar çoğunlukla olmak üzere "eline ne geçerse" okumuş, ilkokul 2. sınıftayken yazdığı bir kompozisyonla öğretmeninden Yavrutürk dergisini ödül olarak almıştır. 1941'de, 3. sınıfın ilk dönemini bitirdikten sonra sürgün edildikleri Bilecik'e dönmek zorunda kalınca, Bilecik Birinci İlkokuluna kaydolmuştur. Burada "Kürt damarı tuttu", "Sümüklü Kürt", "Kürt Cemo" şeklinde etiketlenmiştir. Üvey annesi Esma Hanım'dan "kaçmak" için parasız yatılı sınavına girmiş ve sınavı kazanarak 1944-45 eğitim-öğretim döneminde Bilecik Ortaokulunda okumaya başlamıştır. Ortaokulda okuduğu dönemde tatildeyken gece bekçiliği yapmıştır.
"Ben, evden kaçmak için, gizlice parasız yatılı sınavına girdim. Bilecik Ortaokulu için. Gizlice, çünkü babam yoksuldu ama belli etmek istemezdi. Sınavı kazandım. Zaten ömrümce parasız yatılı okudum. Ben oradan, o evden kaçtım ama, kardeşlerimin derdi hep içimdeydi."
1947'de ortaokulu bitirdikten sonra 1947-48 döneminde İstanbul'daki Haydarpaşa Lisesinde parasız yatılı öğrenci olarak öğrenim hayatına devam etmiş ve bu dönemde aruz ölçüsüyle birkaç şiir yazma girişiminde bulunmuştur. Lise son sınıftayken edebiyat ile ilgilenen Süreya, kendini bu dönemde "aruzcu, eski edebiyatçı" olarak görmüştür. 1950'de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinin maliye ve iktisat bölümünde okumaya ve bu dönemde şiirlerini yayımlamaya başlamıştır. Yine bu dönemde eski şiiri bırakarak yeni şiire geçiş yapmıştır. 1954'te mezun olduktan sonra teğmen olarak askerliğini yaparken fark derslerini de vererek hukuk diplomasını da almıştır.
Memuriyeti
Süreya, 25 Kasım 1954'te Eskişehir Vergi Dairesinde stajyer olarak göreve başlamıştır. 8 Ağustos 1955'te yapılan teftiş kurulu sınavını kazanarak 11 Ağustos 1955'te maliye müfettiş yardımcısı olarak İstanbul'a gitmiştir. Bu dönemde art arda hem şiirleri hem yazıları yayımlanmış ve dergi çıkarma düşüncesi içine girmiştir. 7 Ekim 1958'de girdiği yeterlilik sınavı sonucunda beşinci sınıf maliye müfettişi olmuştur. Bu tarihten itibaren teftiş amaçlı ülkenin çeşitli bölgelerine gitmiştir. Teftiş için gittiği ilk yerler Nazilli ve Söke'dir. Askerlik yaptığı Temmuz 1959-31 Aralık 1960 tarihlerinde memuriyetine ara vermiş ve bu dönemde, beşinci ayın beşinde saat beşte Kızılay'da Demokrat Parti hükûmetini protesto etmek amaçlı toplanan grubun şifresi olan 555K'ye tanık olmuştur. Olay anında Adnan Menderes'in bir protestocu tarafından tartaklanması, yirmi iki gün sonra da 27 Mayıs Darbesi ile görevinden uzaklaştırılıp sonrasında idam edilmesinin sebeplerini Süreya, daha sonraları yazdığı "555K" adlı şiirinde dile getirmiştir.
Askerliğini bitirdikten sonra maliye müfettişi göreviyle Ankara'ya atanmış ve 1961'de Maliye Denetim Usulleri ve İktisadi Devlet Teşekkülleri'ni incelemek üzere Paris'e gönderilmiştir. Paris'teyken hem Fransızcasını geliştirmiş hem de "Göçebe" adlı şiirini tamamlamıştır. Burada bir yıl kaldıktan sonra Türkiye'ye dönerek Kars, Ağrı, Çanakkale ve Tekirdağ gibi yerlere teftiş turnesine çıkmıştır. Müfettişlik yaptığı dönemde Çanakkale Muharebelerinin yapıldığı bölgenin korunmasını ve anıt halinde günümüze gelmesinde olağanüstü gayretleri olmuştur. 1964'te İstanbul'a atandıktan sonra hem edebiyata hem de dergi çıkarma işlemine ağırlık vermek için 31 Temmuz 1965 tarihinde Maliye Teftiş Kurulundan arkadaşları Sezai Karakoç ve Doğan Yel'le beraber istifa etmiştir. Memuriyetten ayrıldıktan sonra dergi çıkarıp dergi yönetimlerinde bulunan Süreya, 12 Mart Muhtırası'nın meydana gelmesiyle memurluğa geri dönmek zorunda kalmıştır. 7 Şubat 1975'te darphane ve damga matbaası müdürü olmuş fakat dönemin Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon ile "takışması"yla görevinden ayrılarak Ankara'ya, Tetkik Kurulu üyeliğine dönmüştür.
"Bakan, Darphaneye gazap içinde girdi. Boyuna bağırıyordu: 'Kapalı yerleri görmek istiyorum! Kapalı yerleri gösterin bana!' Maliye Bakanı için kapalı yer mi olur! Her yer gösterildi. (...) Ertesi gün arşiv de gezildi. Bu kez yüzü gülüyordu Yılmaz Ergenekon'un. Şaka bile yaptı. Görevden alınacağımı sezince rahatlamıştım ya, Bakan tam arabaya binerken parmağımı kaldırarak herkesin duyabileceği bir sesle şöyle dedim: 'Beyefendi bir kapalı yer daha vardı, ama onu size gösteremeyiz...' Ergenekon şaşırdı, bir an ne yapması gerektiğine karar veremedi. Hemen ekledim: 'O da bizim gönlümüz...' İki gün sonra bakanlıktan bir yazı geldi. Şöyle başlıyordu: 'Darphaneyi gezdim, pis buldum.' Aynen böyle. Sekiz on maddelik bu yazıya verdiğim yanıtın ilk maddesini bugünmüş gibi anımsıyorum: Evet o gün darphane gerçekten pisti, ama tarihinde ilk kez olarak ve bir iki saat..."
Süreya, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı çıkaracağı kitapların basımında yer alan dokuz kişilik Kültür Kurulu üyeliğine de seçilmiş ve 2 Şubat 1982 tarihinde yüksek bir bürokrat olarak emekli olmuştur. Emeklilikten sonra batmak üzere olan Odibank'ı (Ortadoğu İktisat Bankası) kurtarmak için yönetim kurulu üyeliğine getirilmiş fakat bankanın batmasıyla mahkemeye sevk edilmiş, ardından aklanmıştır. Devlet işi dışında Yurt, Meydan Larousse ve ANSA Omnis ansiklopedilerine redaktörlük yaparak emekli olduktan sonra daha çok zaman ayırmayı düşündüğü yayın dünyasının içine dâhil olmuştur.
Evlilikleri ve ilişkileri
Toplam dört kez evlenen Süreya'nın, bu evlilikler dışında çeşitli ilişkileri olmuştur. Bilecik'te ortaokul ikinci sınıf öğrencisiyken tanıştığı ve "âşık olduğu" Seniha Nemli ile ilk evliliğini yapmıştır. Süreya'nın babası bu evliliğe razı olmamasına rağmen Süreya, Seniha Hanım ile 1952'te nişanlanmış, ertesi yıl nikâhlanmış ve 7 Kasım 1954'te de evlenmiştir. Nikâh döneminde Süreya'nın gelgitli karakteri, beklentileri, öfkesini kontrol edemeyişi; gereksiz yere çıkan ilk kavga sonrasında kendi bileklerini jiletle kesmesi ile sonuçlanmıştır. İlk evliliğinden Ayçe (d. 1955) adında bir kızı olmuştur. Eşiyle arası problemli olan Süreya, stajyer olarak çalıştığı Eskişehir Vergi Dairesinde tanışıp bir süre beraber olduğu kadın için "Üvercinka" adını kullanmıştır. 11 Ağustos 1955'te Maliye Müfettiş Muavini olarak İstanbul'a atanan şairin "Üvercinka"yla ilişkisi bitmiştir. Süreya'nın babası Hüseyin Bey'in ölümü sonrasında Süreya'yla Seniha Hanım yeniden birleşmiş fakat bu ikinci beraberlik de uzun sürmemiştir. 1958'de evi terk ederek boşanmak için yedi yıl uğraşmıştır. Seniha Hanım ise zaman zaman şiddet gördüğü eşine daha fazla dayanamayıp kızını da alarak baba evine dönmüştür.
1961'de Hilmi Ziya Ülken'in yeğeni Suna Lokman ile nişanlanmış ancak Süreya'nın Paris'e gitmesiyle evlilikleri ertelenmiştir. Paris'ten dönen Süreya, nişanlısından ayrılmıştır. 1964'te İstanbul'a atandığında R. Tomris (Tomris Uyar) ile tanışmış ve birlikte yaşamaya başlamış fakat 1966'da ilişkileri bitmiştir. Süreya'nın Papirüsü ikinci defa çıkardığı 1966'da Zühal Tekkanat ile tanışmış ve ikili, Ağustos 1967'te evlenmiştir. Bu evlilikten Memo Emrah (d. 23 Kasım 1969) adından bir oğulları olur. Maddi sıkıntılar nedeniyle memuriyete dönen Süreya'ya Ankara'ya gidince eşiyle mektuplaşmış, Beni Öp Sonra Doğur Beni kitabını eşine ithaf etmiş ve aile şairin yanına, Ankara'ya, taşınmıştır. Aynı evi paylaşmalarına rağmen geçinememişler, sürekli aldatıldıklarını düşünmüşlerdir. Süreya'nın tepkisi zaman zaman şiddete dönüşmüştür. Evliliği sırasında Gazi Eğitim Enstitüsünde Fransızca hocalığı yapan Güngör Demiray ile tanışan Süreya, Tekkanat'tan 1975'te boşanarak aynı yılın şubat ayında Demiray ile evlenmiş fakat on ay sonra boşanmıştır. 1976'da Tekkanat ile tekrar nişanlanmış ve 1977'de bu beraberliği bitirmiştir. Darphane Genel Müdürlüğünde çalışırken 1980'de tanışıp evlendiği ve kitabevi sahibi dört çocuklu dul bir olan ve Süreya'nın "Bayan Nihayet" dediği Birsen Sağnak, şairin son eşidir ve ölene kadar bu evliliğini devam ettirmiştir.
Görünüşü ve kişiliği
Süreya; çocukluğunda zayıf, sıska ve hastalıklı (sıtma) olduğu için kafasının bedenine göre oldukça büyük göründüğünü belirtmiştir. Utangaç bir yapıda olduğunu "utangaç bir adamım ben; bir şeyin fiyatını bile soramam; ayrıca, sorarsam, almak zorundayımdır sanki" sözleriyle dile getirmiştir. Baki Süha Ediboğlu tarafından "tıknaz, orta boylu, esmer, kara kaşlı kara gözlü, hareketli bir insan" olarak betimlenmiştir. "Kişiliğine hâkim olan durgunluk ve itidal, düşünmeden, bir fikri kafasında yoğurup pişirmeden sere serpe konuşan bir his adamı olmadığı kanısını yaratıyor insanda. (...) Konuşmalarında iyiden iyiye hissedilen bu diyalekt, şiir okurken kayboluyor, sanki bir başka tatlı, yumuşak, zaman zaman da tonlu bir İstanbul ağzı ile inşat yapıyor." diye eklemiştir. Tekin Gönenç ise Süreya'yı "ağır başlı, yumuşak, söylediklerini çok iyi tartan, öte yandan oldukça çekingen bir insan" olarak tanımlamıştır. Ali Püsküllüoğlu, şairle ilk tanıştıklarında şairin çekingen olduğunu belirtirken Mehmet Kemal ise şairin yalnız, kimsesiz, durağan ve çekingen kimliğini bir türlü atamadığını dile getirmiştir. Osman Numan Baranus ile Zeynep Oral da şairin utangaç bir kişi olduğunu belirtmiştir.
Kalabalıkta küçük düşme fobisi ve kusursuz olma endişesi taşıyan Süreya, kalabalık toplantılarda konuşmaktan pek hoşlanmamıştır. Dost ve içki ortamlarında "şairane konuşma", kendi kendine konuşma, mektup yazma, alınganlık gibi huylara sahipttir. Halasının oğluyla yazma eskizlerine başlayan şair, küçük düşmekten ve beğenilmemekten korktuğu için yazdıklarını kimseyle paylaşmamıştır. Sezai Karakoç, Süreya'nın yazdıklarını en yakın arkadaşı olan kendisine bile göstermemesini "kıskançlık" olarak yorumlarken eşi Zühal Tekkanat ise Süreya'nın çalışmalarını sürekli gizli yaptığını açıklamıştır. Süreya, beraber olduğu kadınları kıskanırken kendisi evliyken kaçamak yapmıştır. Süreya, bohem bir hayat sürerken bu yaşantısından oğlu Memo etkilenmiştir. Oğluna karşı "dengesiz" davranmış ve hem kızıp döverken hem sevgi gösterisinde bulunmuştur. Alkol ve sigaraya düşkün olan Süreya, mesleğinde oldukça ciddi ve titiz bir şekilde çalışmıştır. Özel hayatında ise sade ve "yoksul denilebilecek" bir hayat sürmüştür. Maliye bakanına verdiği cevap ya da 12 Eylül Darbesi'nin mimarı olduğunu, sanata karşı tavır aldığını ve Türk Dil Kurumunu kapattırdığı için Kenan Evren'in Çankaya Köşkü davetini reddederek ya da Turgut Özal'ın kapitalist sermayeyi desteklediğini düşünmesiyle Süreya iktidar yanlısı olmamıştır.
Süreya'nın anne tarafı Zaza baba tarafı da Kürt olmasına rağmen evde Türkçe konuşulduğundan ötürü Kürtçe bilmeyen şair, ilerleyen dönemlerde bu durumdan ötürü "üzüldüğünü" belirtmiş ve son eşi Birsen Hanım'ın desteğiyle Kürtçe öğrenmeye karar vermiştir. Kürtçe öğrenmek için alfabe bularak derslere başlamak üzereyken 12 Eylül Darbesi'yle ortadan kaldırılan kitaplarla birlikte bulduğu alfabe de ortadan yok olmuştur. Cemal Süreya bunun üzerine "Kısa Türkiye Tarihi IV" şiirini yazmıştır.
Dünya görüşü
Süreya, kendini "sol sempatizanı demokrat aydın" olarak nitelerken düşünce olarak da "formalist" olarak tanımlamıştır. Herhangi bir siyasi partiye dâhil olmayan veya herhangi bir eylemde bulunmayan Süreya, düşüncesini daima koruduğunu ve Türkiye'nin sosyalizmle kurtulup gelişeceğini dile getirmiştir. Kendini feministlerden yana hissetmiş ve feminizm sorununun dünyada ancak sosyalizmle ve kendiliğinden çözüme kavuşacağı kanısında olduğunu fakat "dünyanın hiçbir yerinde gerçek anlamda bir sosyalist toplum kurulamadığı için kendi payına bu umudumu yitirdiğini" açıklamıştır. Devlet, aydın, halk, politika, sanat, sanatçı gibi konuları sosyalist bir perspektifle ele almış ve iktidar sahibi olarak itham ettiği devlet, sağ görüşlü, gerici, demokrasiyi "burjuvanın estrümanı" olarak sunan, kültürü ve sanatı baltalayan kişilerden oluşmuştur. Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisi eleştirdiği hükûmetlerin başında gelmiştir. Eski eşi Zühal Tekkanat, Süreya'yı Ecevitçi ve Atatürkçü olarak tanımlamıştır.
Annesi öldüğü zaman mevlid okumuş ve müezzin ödülü olarak Cihangir Camii'nin minaresinde iki defa ezan okumuştur.
Ölümü
Süreya, 1982'de kalp spazmı olduğunu belirtmiştir. Sağlık problemi, oğlu Memo'nun annesini alarak Birsen Hanım'la yaşadığı eve taşınmasıyla başlamış ve oğlunun fiziksel şiddetine maruz kalarak bunalımın eşiğini gelmiştir. Kendini içkiye vermeye başlayan Süreya, 6 Ocak 1990'da kalp krizi geçirmiştir. 8 Ocak 1990'daki Gazeteciler Cemiyeti'ndeki son hâli, Muzaffer Buyrukçu tarafından "bitkin, zayıflamış ve tam bir moral çöküntüsü içinde" şeklinde aktarılmıştır. Gece evinde rahatsızlanan Süreya, önce Haydarpaşa Göğüs Hastanesine, ardından Numune Hastanesi Acil Servisine götürülmüş fakat 9 Ocak 1990 Salı günü şeker komasından ölmüştür. Cenazesi, 11 Ocak 1990 günü Şişli Camii'nde kılınan öğle namazından sonra, amcası Memo'nun yattığı Kulaksız Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir.
Sanatı
Cemal Süreya, İkinci Yeni hareketinin şairlerinden biridir. İlkokul sıralarında Ali cenkleri ile birtakım dinî içerikli eserleri okumuş ve dergi çalışmaları yapmıştır. Şairliğe ilk adımını, ortaokul arkadaşı ve sonradan eşi olan Seniha Hanım'a yazdığı şiirler oluşturmaktadır. Lisedeyken divan edebiyatıyla ilgilenen şair, Osmanlı Türkçesini kendi kendine öğrenmiş ve şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır. İlk şiiri "Şarkısı-Beyaz"ı, 8 Ocak 1953 tarihli Mülkiye dergisinde yayımlamıştır. Derginin Nisan 1953 sayısında "Di Gel", Mayıs 1953 sayısında "Çıkmaz Sinir" yer almıştır. Ayrıca Asır, Yeditepe, Yenilik dergilerine de şiirler göndermeye başlamıştır. Şairlik duygusunu yaratan ilk etken, annesinin ona anlattığı Kerem ile Aslı hikâyesi, ikinci etken de Ali cenkleri ve Köroğlu kitaplarıdır. Başlarda Garip hareketine ilgi duymayan Süreya'nın yeni şiire ilgisi Ahmet Muhip Dıranas'ın "Kar" şiiriyle başlamıştır. Yeni şiire yönelmesi Dıranas ve Özdemir Asaf'a olan ilgisiyle gelişmiştir. Süreya'yı şöhrete kavuşturan şiir Yeditepe dergisinde Haziran 1954'te yayımlanan
"Gül" şiiridir. Eserlerini Yeditepe'nin yanı sıra Şiir Sanatı, Evrim, Yenilik, Şimdilik, Pazar Postası gibi yerlerde yayımlamaya devam etmiştir. Şairin en sık işlediği temalar, aşk, kadın, yalnızlık, sosyal ve siyasal eleştiriler, ölüm, Tanrı düşüncesi, portreler ve manzum poetikadır. Onun şiirlerinin içeriğinde bireyselden sosyal olana doğru bir genişleme mevcuttur. Şiirlerinin çoğunda serbest nazım biçimlerini kullanmıştır. Bunlarla birlikte, divan şiirinden geliştirilen nazım biçimlerini de kullanan şair, halk şiirinden alınan nazım biçimlerine ise fazla rağbet etmemiştir. Şiirlerin büyük bir kısmında da, farklı nazım biçimlerini bir arada kullanmıştır.
Takma adları
Süreya, birden fazla takma ad kullanmıştır. Fakülte dergisi Kazganın yayın kurulu başkanı olmuş ve dergide Cemasef takma adını kullanmıştır. Pazar Postası ve Vatan gazetesindeki yazılarında Osman Mazlum, Ali Fakir, Dr. Suat Hüseyin; Papirüs dergisindeki şiir çevirilerinde Hasan Basri; Mülkiye dergisindeki karikatür ve desenlerinde Charles Suares; Çağrı gazetesinde Suna Gün; Su dergisinde Ali Hakir, Hüseyin Karayazı, Adil Fırat takma adlarını kullanmıştır.
"Cemal Süreya"
Ortaokul ikinci sınıftayken karayollarında çadır bekçiliği yaptığı sıralarda boş vakitlerini hep hayal kurarak geçiren Süreya, o günlerde kendine Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay gibi yazarların adına benzeyecek ve üç isimden oluşacak bir isim arayışına girmiştir. "Cemalettin"i kısaltarak ve yanına sevdiği bir sözcüğü, Süreyya'yı, ekleyerek yeni ismini, Cemal Süreyya Seber'i, oluşturmuştur fakat zaman içinde "Seber"den de vazgeçip "Cemal Süreyya"yı kullanmaya başlamıştır. 1956'da yayımlanan "Elma" şiirinin son dizesinde adının bir harfini attığını duyurarak bunun sebebini o tarihlerde belleğine çok güvendiğini, telefon numaralarını bile ezberinde tuttuğunu, bir telefon numarası yüzünden arkadaşıyla bahse tutuştuğu ve kaybettiği şeklinde belirtmiştir. Kaybederse adından bir harf atacağına söz vermiş, iki tane olduğu için de "y"lerin birini feda etmeyi uygun görmüştür. Ece Ayhan'la 1987'de Şehir dergisinde yaptıkları "Kıyı Bucak" başlıklı konuşmalarda Beyoğlu 37. İlkokulu'nun ikinci sınıfındayken adından, soyadından, okulundan, mahallesinin adından, sokağının adından utandığını söylemiştir:
"Biliyor musun, ilkokulda ben adımdan, soyadımdan, okulumdan, mahallemizin adından, sokağımızın adından utanırdım. Düşün: Adım Cemalettin, soyadım Seber (ki anlamı yok, herkes yanlış anlıyor); Pürtelaş Mahallesi'nde oturuyoruz, sokağımızın adı da: Tavukuçmaz ... Okulum da ahşap bir yapı; A, B, C, diye şubeleri olmayan çok küçük bir okul. Pürtelaş'ın anlamını da bilmiyordum. Yıllar sonra anladım gerçeği: O adlar (benim kendi adım dışında) ne güzel adlarmış."
Dergi
Cemal Süreya, ilk dergilerini ilkokuldayken sınıfta arkadaşıyla birlikte Yumurcak, Kahkaha, Çocuk Duygusu adlarıyla çıkarmıştır. Ağustos 1960'ta maliye müfettişliği yaptığı dönemde Papirüs dergisinin ilk sayısını yayımlamış fakat devlet memurluğu yaptığı için Suna Lokman derginin sahibi olarak görünmüştür. İlk sayının baskısında, araya çizgi kanmadığı için sayfalar birbirine yapışmıştır ve böylece yayına ara verilmiştir fakat teftiş için çıktığı turneden dönen Süreya; Mayıs, Haziran ve Temmuz-Ağustos olmak üzere derginin üç sayısını art arda 1961'de piyasaya sunmuştur. Papirüs, bu dönemde toplam dört sayı olarak yayımlanırken Haziran 1966'da ikinci kez yayımlanmaya başlamış ve Mayıs 1970'e kadar toplam 47 sayı olarak basılmıştır. 12 Mart Muhtırası'nın yayın hayatını durdurması sonrası "aç kalan" Süreya, yeniden memuriyete dönmüştür. Dergi üçüncü ve son dönemini Nisan 1980'de basılmasıyla yaşamış fakat tek sayı olarak çıktıktan sonra, 12 Eylül Darbesi gerekçesiyle yayınına son verilip tekrar Mart 1981'de bir seçki olarak yayımlanmıştır. Süreya ayrıca Türkiye Yazıları ve Maliye Yazılarının yazı kurulunda, Saçak ve Oluşumun sanat ve kültür yönetmenliğinde bulunmuştur.
Şiir
Çocukluğunda halasının oğluyla yazma eskizlerine başlayan Süreya, bunları kimseyle paylaşmamıştır. Üniversite yıllarından itibaren hem şiirlerini, hem de yazılarını çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlatmıştır. Onüç Günün Mektupları (1990) dışında hiçbir yazısı veya şiiri, dergi ve gazetede yayımlanmadan kitaba dönüşmemiştir. 1953-1957 yılları arasında yayımladığı şiirlerden sadece yirmi dokuzuna yer verdiği Üvercinka (1958), Süreya'nın yayımlanan ilk şiir kitabıdır. Yeditepe Yayınları tarafından yayımlanan kitabın sonraki basımlarında "Şiir", "Sürek Avı" ve "Gazel" başlıklı şiirleri de eklenerek kitapta otuz iki şiir yer edinmiştir. Bu dönemde yazılan "Şarkısı-Beyaz", "Hafta Sekiz", "Di Gel", "Çıkmaz Sinir", "Ölmüştük", "Şiir", "Yüzükoyun", "Aşktan İndim İncire","Eski Kadınlar", "Piyale, "Gölge Oyunu" ve "Kesik" kitapta yer almamıştır. Kitabın adı, eşiyle arası problemli olan Süreya'nın Eskişehir Vergi Dairesi'nde tanışıp bir süre beraber olduğu kadından gelmektedir. Asım Bezirci'ye verdiği bir röportajda "üvercinka"nın anlamı için şunları söylemiştir:
"Üvercinka anılması güvercinle karışık bir ad. Bir kadın adı. Barışa, aşka, dayatmaya dönük bir kavram: Kitaba ad olarak seçmeme gelince bunun iki nedeni var: Birisi belli: günümüz şiiri ve bu arada benim şiirim kelimeyi zorlayan bir şiir. O adla şiirimi özetlemiş ya da bir parça belirtmiş oluyorum galiba. İşin ikinci nedeni son derece özel, salt günlük yaşamama ilişkin bir şey."
1959'da Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazanan kitabın ilk baskısı altı ay içinde tükenmiştir. Kitap-lık dergisinin Türkiye'nin kuruluşunun 75. yıldönümü sebebiyle 1998'de hazırladığı "75 Yılda 75 Kitap listesi"nde 36. sırada yer almıştır. Nisan 1965'te Göçebe, de Yayınları tarafından on yedi şiirlik bir kitap olarak piyasaya sürülmüştür. Göçebedeki şiirler, 27 Mayıs Darbesi sonrasında yazılmıştır. Kitaba adını veren şiiri Paris'teyken yazan Süreya, bu kitabında kendini "daha bilinçli" olarak görmüştür. Yayımlandıktan bir yıl sonra Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü'nü almıştır.
Ekim 1973'te E Yayınları tarafından Beni Öp Sonra Doğur Beni, Cevat Çapan yönetmenliğindeki "Türk ve Dünya Şiir Dizisi"nin ikinci kitabı olarak yayımlanmıştır. Otuz şiirden oluşan kitaptaki çoğu şiir, 1966-1970 yıllarında Papirüste çıkmıştır ve Süreya'nın memuriyetten ayrıldığı 1965 ile 12 Mart Olayı (1971) tarihleri arasında yazdığı şiirlerden oluşmaktadır. Beni Öp Sonra Doğur Beni, "Bir Kentin Dışardan Görünüşü", "Sevda Sözleri", "Ortadoğu" ve "Üçbin Yaprak Yüzbin İpekböceği" olmak üzere dört bölümden oluşmakta ve ilk bölümü oluşturan tek şiir, 1965'te Yeni Dergide; diğerleri ise 1972-1973 yıllarında Soyut ve Yeni A dergilerinde yayımlanmıştır. Gösteri dergisine verdiği röportajında Süreya, Beni Öp Sonra Doğur Beni hakkında şunları söylemiştir:
"Beni Öp Sonra Doğur Benide elbet daha ustayım. Ayrıca şiirimi daha bir yayıyorum. Tarihsel bir çizgi yakalıyorum. Anadolu'yu divanece dolanıyorum. Göçebedeki soyut yalınlıktan daha "gayrisafi", ama daha ağırlıklı bir aşamaya geçiyorum. Bir yerde Şeyh Galip'i, bir yerde Yunus Emre ve Pir Sultan'ı yoklayışım da bu kitaptadır. Her kitabımda çok sevdiğim şiirler vardır. Ama en çoğu Beni Öp Sonra Doğur Benide. En çok öykünülmüş şiirler de oradadır."
Sevda Sözleri adıyla diğer şiir kitaplarını da içine alan ve ilk baskısı 1984 yılında Can Yayınları tarafından yapılan Uçurumda Açan; "Üzerinden Sevişmek", "Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir" ve "Taşıran Damla" adlı üç bölüm ve otuz beş şiirden oluşmaktadır. "Üzerinden Sevişmek" bölümünde aşk şiirleri varken "Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir" bölümündeyse roma rakamlarıyla altı şiir yer almaktadır. Süreya bu bölümdeki seriyi yirmi ila otuz ay sürdürmeyi planlarken eşi Zühal Tekkanat'a yazdığı mektupta bu seriyle yazmadığı şiirleri telafi edeceğini söylemiştir ve bu serideki şiirler Süreya'nın Ankara anılarını ve izlenimlerini taşımaktadır. "Taşıran Damla" bölümündeyse portre şiirler ağırlıktadır. Yayımlandığı zaman ses getiren bir kitap olmamıştır.
Sıcak Nal (1988) ile Güz Bitigi (1988), bir gün arayla yayımlanmıştır. Sıcak Nal, 31 Mart'ta; Güz Bitigi ise 1 Nisan'da Dönemli Yayıncılık tarafından piyasaya sürülmüştür. Süreya, ilk kitap için "şimdiye dek yazdığım şiirlerin doğal uzantısı" derken ikinci kitap için ise "yeni bir deney" demiştir. Sıcak Nalda yer alan şiirler şairin son dört yılda Milliyet Sanat, Gergedan ve Gösteri dergilerinde yazıp yayımladığı şiirlerden oluşmaktadır. Kitap, "Sıcak Nal", "Kısa Türkiye Tarihi" ve "Söz Yitimi" olmak üzere üç bölümü ve toplam yirmi dört şiiri içinde bulundurmaktadır. Güz Bitiginin adı Doğu Perinçek'e göre Dîvânü Lugati't-Türk'teki "Ay Bitigi"nden alınmıştır. "Ay Bitigi", Karahanlılar devletinde askerlerin adlarının ve azıklarının yazıldığı defterdir. Kitap; 1 düzyazı, 20 şiir, 1 şarkı, 11 beyit, 16 dize başlıklı yirmi dört şiirden oluşmaktadır. Süreya, Güz Bitigini "tek bir şiir" olarak nitelendirmiştir. Her iki kitap, aynı yıl Necatigil Şiir Ödülü'nü almıştır.
Deneme ve eleştiri
Şapkam Dolu Çiçekle (1976), Süreya'nın şiir ve şairler üzerine düşüncelerini ortaya koyduğu eleştirel deneme türünde bir kitaptır. Şairlerin hayatının, dünya görüşünün, edebî anlayışının şiirlere nasıl yansıdığını, şairin ilk şiirlerinden başlayarak son şiir kitabına kadar nasıl bir süreçten geçtiğini, etkilendikleri yerli ve yabancı şairleri de referans göstererek benzerlik ve farklılıkları göstermeye çalışmaktadır. Birinci baskısı Ada Yayınları tarafından yapılan kitabın 2000 yılında Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından basılan edisyonu, Şapkam Dolu Çiçekle ve Şiir Üzerine Yazılar adıyla yayımlanmıştır. "Şiir Üzerine Yazılar" bölümünde Süreya'nın 1956-1989 yılları arasında çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı yazılar kronolojik olarak yer almaktadır. 1982'de Adam Yayınları tarafından eleştirel deneme kitabı olan Günübirlikler yayımlanmıştır. Günübirliklerde Süreya'nın 1975-1976 yılında Politika gazetesinde yazdığı yazılar yer almaktadır. Kitap 1992'de Uzat Saçlarını Frigya adıyla Yön Yayıncılık tarafından basılmıştır. Kitapta; roman, hikâye, deneme ve eleştiri kuramları ve kitapları üzerine, Türk ve dünya şairleri, edebiyat dergileri, dil, sanat, cinsellik konularına yer verdiği doksan beş yazı mevcuttur. 2005 yılındaki YKY basımında kitap iki bölüme ayrılmış ve ilk bölümde doksan beş, ikinci bölümdeyse seksen üç yazıya yer verilmiştir. 1982 yılındaki ilk baskısı Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yasaklanmıştır. Süreya'nın ölümünden iki yıl sonra Can Yayınları, Folklor Şiire Düşman (1992) adıyla Süreya'nın eleştiri ve denemelerini yayımlamıştır. "Türkçe Bilenin İşi Rast Gider" ve "Edebiyatımızda On İnsan Bin Yaşam" adıyla iki bölümden oluşan kitapta ayrıca Enver Ercan'ın Süreya ile yaptığı bir röportaj yer almaktadır. Aynı yıl Cem Yayınevi tarafından Papirüs'ten Başyazılar (1992) adıyla bir kitap piyasaya sunulmuştur. Kitapta Süreya'nın Papirüsün birinci (2 yazı), ikinci (34 yazı) ve üçüncü (1 yazı) döneminde yazdığı yazıların seçkisi yer almaktadır. Kitabın girişinde Papirüsün nasıl çıktığına, dergiciliğin Cemal Süreya için ne ifade ettiğine dair Atilla Özkırımlı'nın, Tomris Uyar'ın ve Muzaffer Buyrukçu'nun yazıları bulunmaktadır. Yine 1992'de Süreya'nın 1974'ten 1987'e kadar Oluşum dergisinde çıkan yazıları Oluşum Yayınları tarafından Oluşum'da Cemal Süreya adıyla kitaplaştırılmıştır. Aynı yıl bir başka kitap Kaynak Yayınları tarafından Aydınlık Yazıları/Paçal adıyla basılmış ve bu kitapta Süreya'nın 12 Mart 1979'dan 11 Eylül 1980'e kadar Aydınlık gazetesinde "Paçal" başlığı altında yazdığı yazılar yer almıştır. Bu köşe yazılarında Süreya, şiir başta olmak üzere dergi, roman, öykü, portre, resim, müzik, piyango, ödül ve reklam gibi konuları ele almaktadır.
Diğer türler
Süreya, 1984'te Milliyet Sanatta numaralandırdığı günlüklerini yazmaya başlamıştır. 650. günden sonra 651'den Mayıs 1989 tarihli 993. güne kadar Hürriyet Gösteride yazmıştır. Bu yazıların birçoğu otobiyografik özellik taşımaktadır. Bu yazılar Günler adıyla 1991'de Broy Yayınları tarafından 999. Gün/Üstü Kalsın adıyla yayımlanırken YKY tarafından Günler (1996) adıyla basılmıştır. Nisan 1984'ten Mart 1985'e kadar Çocukça dergisinde çocuklar için Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi köşesinde on iki yazı yazmıştır. Süreya'nın ölümünden sonra bu on iki yazı 1993'te Broy Yayınları'nca, YKY tarafından da 1996 yılında kitap olarak basılmıştır. Kitap, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan 100 temel eser listesinde 30. sırada yer almıştır. Süreya, Çocukça dergisinde yazdığı bu yazılarda "başlangıçta zorlansa da sonradan büyük bir keyif aldığını ancak işine son verilmesiyle yazıları noktaladığını" belirtmiştir.
Süreya, 1980'den sonra portre yazmaya başlamış ve Doğu Perinçek'le çıkarmaya başladığı 2000'e Doğru dergisinde yazacağı portreleri politikacılardan seçeceğini duyurmuştur. Başlangıçta "99 Yüz" olarak yazmayı tasarlasa da bu yazımdan "büyük keyif almasıyla" bu sayıyı 126'ya çıkarmıştır. 4-11 Ocak 1987 tarihli ilk portre Turgut Özal hakkındadır. Semih Poroy, metne uygun karikatürleri çizmiştir. Ayrıca Poroy dışında Tan Oral, Levent Kuruca, Hasan Seçkin Turgay Karadağ ve kimi kez de kendisi Charles Suarez takma adıyla metni resme dökmüştür. Portreler, ölümünden sonra Kaynak Yayınları tarafından Ocak 1991'de 99 Yüz İzdüşümler/Söz Senaryosu adıyla kitap olarak yayımlanmıştır.
1972 yılında Ankara'da Maliye Tetkik Kurulu'nda görev yapan Süreya, İstanbul'da memur olarak çalışan ve eşi Zühal Tekkanat'ın ameliyat olacağı haberiyle İstanbul'a gitmiş ve eşinin hastanede kaldığı 12-24 Temmuz 1972 tarihlerini kapsayan on üç gün boyunca Onüç Günün Mektuplarını kaleme almıştır. Bu mektuplarda eşi ve oğlu Memo Emrah'a olan sevgisi, geleceğe yönelik kız çocuğu (isminin Elif Zeyno olmasını istemiştir) özlemi, günlük hayata ait küçük detayları, anıları, şiirlerinin yazılışı ve dergiciliği gibi konulardan bahsetmiştir. Mektuplar Türk Dil Kurumunun 40. yıl dönümü dolayısıyla bastırdığı ve üyelerine dağıttığı bloknot sayfalarına yazılmıştır. Kitap, Zühal Tekkanat'ın mektupları Erdal Öz'e vermesiyle yayımlanır. İlk kez Can Yayınları tarafından 1990'da basılmıştır. YKY tarafından yapılan 2000 yılı baskısında ise, bu mektuplara ilaveten 1994 yılında Varlık dergisinin ocak, şubat ve mart sayılarında üç bölüm hâlinde yayımladığı yirmi dört mektubu da yer almaktadır.
Süreya ayrıca antolojiler de yazmıştır. 1966'da Mülkiyeli Şairler ve 1967'de 100 Aşk Şiiri adlarında iki antoloji yayımlamıştır. Bunların dışında Fransızcadan roman ve fikir kitapları olmak üzere yaklaşık kırk kitap çevirmiştir. Bu çeviriler arasında Küçük Prens (Tomris Uyar ile birlikte; 1965), Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması (1969), Vadideki Zambak (1971), Goriot Baba (1974) gibi eserler yer almaktadır. Ayrıca Pierre Reverdy'ye ait bir şiir olan "Yürek Ki Paramparça", Süreya'nın Fransızcadan çevirdiği şiirlerin bir seçkisini oluşturan kitaba adını vermiştir. İlk baskısı YKY tarafından 1995'te yapılmıştır. Kitapta toplam 44 şairden 77 şiir bulunmaktadır. Bunlardan 41'i Fransız, diğer 3 şair ise Belçikalı, İspanyol ve Çektir.
Süreya'nın ölümünden sonra 1997'de YKY tarafından Süreya'nın çeşitli dergi, gazete ve radyolarda yaptığı konuşmalarının ve soruşturmalarının Nursel Duruel tarafından hazırlanıp bir araya getirildiği bir kitap olan Güvercin Curnatası yayımlanmıştır. Kronolojik olarak yazıların tertip edildiği kitap, konuşmalar ve soruşturmalar olarak iki bölüme ayrılmaktadır.
Eserleri
Şiir
1958: Üvercinka
1965: Göçebe
1973: Beni Öp Sonra Doğur Beni
1984: Uçurumda Açan (Sevda Sözleri içinde)
1988: Sıcak Nal
1988: Güz Bitigi
1990: Sevda Sözleri (bütün şiirleri)
Düzyazı
1976: Şapkam Dolu Çiçekle
1982: Günübirlikler
1990: Onüç Günün Mektupları
1991: Günler
1991: 99 Yüz İzdüşümler/Söz Senaryosu
1992: Aydınlık Yazıları/Paçal
1992: Oluşum'da Cemal Süreya
1992: Folklor Şiire Düşman
1992: Papirüs'ten Başyazılar
1993: Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi
Antoloji
1966: Mülkiyeli Şairler
1967: 100 Aşk Şiiri
Söyleşi
1997: Güvercin Curnatası
Dergi
xxxx: Papirüs
Ayrıca bakınız
MEB 100 Türk Edebiyatçısı
Notlar
Kaynakça
Özel
Genel
Konuyla ilgili yayınlar
Dış bağlantılar
1931 doğumlular
Erzincan doğumlu yazarlar
1990 yılında ölenler
İstanbul'da hastalıktan ölenler
Türkiye'de diyabetten ölenler
Kulaksız Mezarlığı'na defnedilenler
20. yüzyıl Türk şairleri
20. yüzyıl Türk çevirmenleri
20. yüzyıl deneme yazarları
Türk köşe yazarları
Türk edebiyat eleştirmenleri
Türk dergi kurucuları
Türk marksistler
Türk feministler
Erkek feministler
İkinci Yeni şairleri
Mektup yazarları
Günlük yazarları
Türkçe eser veren şairler
Sürgüne gönderilmiş Türkler
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenim görenler
Necatigil Şiir Ödülü sahipleri
Yeditepe Şiir Armağanı
Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü sahipleri
Kürt asıllı Türkler
Zaza asıllı Türkler
Fransızcadan Türkçeye çeviri yapanlar |
1498 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Monografi | Monografi | Monografi ya da monograf Türkçeye Fransızca monographie sözcüğünden geçmiş olup, bilimsel alanlarda özel bir konu, sorun ya da kişi üzerine yazılmış, kendi başına bir bütün oluşturan kitaplara verilen isimdir.
Ünlü bir kimsenin hayatını, kişiliğini, eserlerini, başarılarını ayrıntılarıyla ele alan veya bilimsel bir alanda özel bir konu ya da sorun üzerine yazılan inceleme yazısına monografi (tek yazı) denir.
Herhangi bir kimsenin yaşamının başkaları tarafından benimsenmesinde bir sakınca görülmeyen özel taraflarını, bir sanat anlayışını, bir eserin veya şeyin yalnızca bir yönünü anlatan yazılara "monografi" denir.
Monografide herhangi bir yer, bir eser, bir yazar, tarihî bir olay, bilimsel bir alana ait sorun özel bir görüşle veya bakış açısıyla değerlendirilebileceği gibi, bir konu üzerinde derinlemesine bir inceleme de yapılabilir.
Monografilerde kişi veya eser her yönüyle incelenir; araştırılır. Ancak bu şekilde ele alınan konunun o ana kadar gizli kalmış yönleri, tarafları belirlenir ve ortaya konur. Ayrıca sanatçı inceleniyorsa o sanatçıyı diğer sanatçılardan ayıran özel bilgilere ulaşılmış olur.
Kaynakça
Edebiyat terimleri |
1501 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Do%C4%9Fal%20say%C4%B1lar | Doğal sayılar | Doğal sayılar, şeklinde sıralanan tam sayılardır. Sayma sayılarına 0'ı ekleyerek elde edilir. Negatif değer almazlar. Bazı kaynaklarda "0" doğal sayı olarak alınmaz. Matematikte hâlâ sıfırın bir doğal sayı olarak alınıp alınmayacağı tartışma konusu olup cebirsel inşalar yapılmak isteniyorsa "0" sayısının doğal sayı olarak alınması avantaj sağlayabilir. Matematiğin diğer dallarında da problem hangi durumda daha kolay ifade edilebilecekse doğal sayılar kümesi de o şekilde alınır.
Sayı değeri
Bir doğal sayının rakamlarının belirttiği değere rakamların sayı değeri denir. Doğal sayının rakamlarının toplamına rakamların sayı değerleri toplamı denir.
Basamak değeri
9 basamaklı bir doğal sayının basamaklarının
Birler basamağının basamak değeri :1
Onlar basamağının basamak değeri :10
Yüzler basamağının basamak değeri :100
Binler basamağının basamak değeri :1.000
On binler basamağının basamak değeri :10.000
Yüz binler basamağının basamak değeri :100.000
Milyonlar basamağının basamak değeri :1.000.000
On milyonlar basamağının basamak değeri :10.000.000
Yüz milyonlar basamağının basamak değeri :100.000.000
Onlu sayma düzeninde bir basamağın değeri sağındaki basamağın 10 katıdır.
Bir rakamın basamak değeri o rakam ile rakamın yazıldığı basamağın çarpımıyla bulunur..
12345 sayısındaki 2 nin basamak değeri 2 (sayı değeri) ve 1000 (basamak değeri) çarpılarak 2 × 1000 = 2000 şeklinde bulunur.
Peano Belitleri tanımı
Peano belitleri tarihsel olarak doğal sayıların en genel (ve sezgisel) tanımıdır. Modern tanımlar bu tanımı sağlar.
Sıfır bir doğal sayıdır.
Her doğal sayının, yine bir doğal sayı olan bir ardılı vardır.
Ardılı sıfır olan hiçbir doğal sayı yoktur.
Ardılları eşit olan doğal sayılar da birbirine eşittir.
Doğal sayılardan oluşan bir küme, sıfırı ve her doğal sayının ardılını içeriyorsa o küme doğal sayılar kümesine eşittir.
Sıfırı doğal sayı olarak kabul etmeyen grup, buradaki belitlerin "Bir, bir doğal sayıdır." olarak kabul eder.
ZFC tanımı
Zermelo-Freankel küme kuramı doğal sayılar, von Neumann sıral sayılarıyla inşa edilebilir. Buna göre her sayı temelde bir kümedir. Eğer sıfır boşküme olarak tanımlanırsa ve her n sayının ardılı, , n{n} olarak verilirse, doğal sayılar inşa edilmiş olur.
Bu tanım doğal sayıların yinelgen bir yapıda olduğunu da belirtmiş olur. Bu yinelgen tanımla sayılar,
0={}
1={0}
2={0,1}
3={0,1,2}
...
n+1={0,1,...,n}
Bu tanımda iki doğal sayının eşitliği sayıların öğe sayısına dayanır.
Russell'ın farklı bir tanımı daha genel görünebilir: 0 DOĞAL SAYIDIR
(sıfır, hiç öğesi olmayan tüm kümelerin kümesi)
(n'nin ardılı, öğe sayısı n olan tüm kümelerin kümesi)
Ne var ki bu tanım belitsel küme kuramlarında geçerli değildir, çünkü bir sayı, küme olamayacak kadar büyük topluluklar olmak zorunda kalıyor. Ancak tipler kuramı gibi kuramlarda geçerlidir.
Büyüklük ve küçüklük ilişkileri
Doğal sayıların sıralanmasına en büyük basamaktan başlanır. Aynı basamakta büyük rakam bulunan sayı diğerinden büyüktür.
İki sayının yüz milyonlar basamaklarında eşit rakamlar bulunuyor. Bu nedenle karşılaştırma bir sonraki basamak olan on milyonlar basamaklarında yapılır. Bu basamaklarda 9 > 8 olduğundan 894.125.067 > 887.954.700 yazılır. “ 894.125.067 büyüktür 887.954.700 şeklinde okunur.”
Doğal Sayılar Kümesinde; iki doğal sayının toplamı yine bir doğal sayı olur.
Doğal sayılarda işlemler
Doğal sayılar toplama ve çarpma işlemine göre kapalıdırlar. İki doğal sayının çarpımı veya toplamı
yine bir doğal sayıdır. Örneğin: 3.5=15, 7.9=63
İki doğal sayının farkı veya bölümü bir doğal sayı olmayabilir bu nedenle doğal sayılar
çıkarma ve bölme işlemine göre kapalı değildir. Örn: 9-12 = -3, 2/4 = 1/2 gibi.
Toplama işlemi
Toplama işlemi ileri doğru sayma işlemidir. Toplama işlemine katılan sayılara terim, işlemin sonucuna toplam denir. Toplama işlemi sayıların aynı basamakları arasında yapılır. Bu nedenle toplama işleminde sayılar aynı basamaklar alt alta gelecek şekilde yapılır.
Doğal sayılarda toplama aşağıdaki cebirsel kurallara uyar:
Toplamsal birim öğe:a + 0 = a Toplamanın değişme özelliği:a + b = b + a Toplamanın birleşme özelliği:(a + b) + c = a + (b + c) Toplamanın çarpma üzerine dağılma özelliği (sağdan dağılma):(a + b)c = ac + bcBir a sayısını bir b sayısıyla toplamak, a sayısının b kere ardılını almak olarak tanımlanır. Daha matematiksel bir tanım verilmek istenirse gösterimi n sayısının ardılını ifâde etmek üzere, toplama aşağıdaki belitlerle tanımlanır:
Bu belitlerden yola çıkarak ardıllık işlemini toplama cinsinden göstermek mümkündür:
2. belitte b=0 seçilirse
sıfırın ardılı birdir, o halde,
olduğu kolaylıkla görülür.
Çarpma işlemi
Çarpma işlemi art arda toplama işlemidir. Çarpma işlemine katılan sayılara çarpan, işlemin sonucuna çarpım denir.
Doğal sayılarda çarpma aşağıdaki cebirsel kurallara uyar:
Çarpımsal birim öge:a1 = a Çarpmanın değişme özelliği:ab = ba Çarpmanın birleşme özelliği(ab)c = a(bc) Çarpmanın toplama üzerine dağılma özelliği (soldan dağılma):c(a + b) = ca + cbBir a sayısını bir b sayısıyla çarpmak, a sayısının b kere toplamını almak olarak tanımlanır. Daha matematiksel bir tanım verilmek istenirse gösterimi n'' sayısının ardılını ifade etmek üzere, çarpma aşağıdaki belitlerle tanımlanır:
Kaynakça
Oranlı sayılar |
1502 | https://tr.wikipedia.org/wiki/28%20Mart | 28 Mart |
Olaylar
1854 - Kırım Savaşı: Fransa, Rusya'ya savaş açtı.
1918 - Olur'un düşman işgalinden kurtuluşu.
1930 - Türkiye Hükûmeti, yabancı ülkelerden Türkiye'deki şehirleri için Türkçe adlarını kullanmalarını resmen talep etti. Bu tarihten sonra Posta İdaresi, Angora veya Constatinople olarak adreslenmiş mektupları, Ankara ve İstanbul'a ulaştırmadı. (bkz. Ankara (isim))
1933 - Hitler, Yahudileri ve Yahudilere ait mağazaları boykot için emir verdi.
1939 - Madrid, General Francisco Franco'nun güçleri tarafından ele geçirildi. İspanya İç Savaşı sona erdi.
1944 - Adapazarı ve civarında 2831 kişinin öldüğü bir deprem oldu. Mısır Kralı Faruk, deprem felaketzedelerine 1000 Mısır Lirası yardımda bulundu.
1947 - Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu kuruldu.
1950 - Türkiye, İsrail'i resmen tanıdı.
1961 - Türkiye'de Anayasa'nın halkoyuna sunulması hakkındaki kanun kabul edildi.
1962 - Türkiye'de Ekim 1960'ta Askeri Yönetimce görevlerinden uzaklaştırılan 147 öğretim üyesinin görevlerine dönmelerine olanak sağlayan kanun, TBMM'de kabul edildi.
1963 - 22 Mart'ta sağlık nedenleriyle tahliye edilen eski Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'ın serbest bırakılması tepkilere yol açınca, cezasının ertelenmesine ilişkin karar kaldırıldı.
1965 - Amerika Birleşik Devletleri'nin Alabama Eyaletinde, Martin Luther King'in önderliğinde 25 bin kişi sivil haklar için yürüdü.
1966 - Cemal Gürsel'in Cumhurbaşkanlığı süresi bitti, yerine Cevdet Sunay Cumhurbaşkanı seçildi.
1970 - Gediz depremi: Ege Bölgesi'nde şiddetli bir deprem oldu. Kütahya'nın Gediz ilçesinde evlerin yüzde 80'i yıkıldı ve 1086 kişi öldü.
1973 - Cevdet Sunay'ın Cumhurbaşkanlığı süresi bitti.
1980 - Türkiye'de 12 Eylül 1980 Darbesi'ne Giden Süreç (1979- 12 Eylül 1980): Mardin'in Derik ilçesinde çıkan çatışmada bir yüzbaşı, bir astsubay ve bir er öldü. İstanbul'da bir MİT görevlisi öldürüldü.
1981 - Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Manisa'da halka seslendi: "Atatürk daha o devirde kadınlarımızın bütün haklarını vermiş ve onları ikinci sınıf insan durumundan çıkartmıştır. Bugün yine kadınları ikinci sınıf insan durumuna geçirmeye çalışanlar var. Bunlarla amansız şekilde mücadele edeceğiz."
1980 - Kayseri'nin Develi ilçesine bağlı Ayvazhacı köyünde, sel nedeniyle meydana gelen toprak kayması sonucunda 60 kişi öldü.
2004 - Yerel seçimler yapıldı. Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 41,67 oy oranıyla birinci parti oldu. Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 18,23, Milliyetçi Hareket Partisi ise yüzde 10,45 oranında oy aldı.
2006 - Mart 2006 Diyarbakır olayları: Diyarbakır'da gerçekleştirilen HPG mensuplarının cenaze törenine, Polis'in müdahalesi sonucu başlayan ve 4 gün süren olaylar sonucunda 14 kişi yaşamını yitirdi.
2015 - İdlib Muharebesi sona erdi. Fetih Ordusu, 2012 yılından beri Suriye Ordusu denetimindeki İdlib şehir merkezini ele geçirdi.
Doğumlar
1515 - Avilalı Teresa, İspanyol Katolik rahibe ve mistik (ö. 1582)
1592 - Jan Amos Comenius, Çek yazar (ö. 1670)
1818 - Wade Hampton III, Amerikan İç Savaşı askeri subayı ve Güney Karolina'dan bir politikacı (ö. 1902)
1819 - Joseph Bazalgette, İngiliz başmühendis (ö. 1891)
1840 - Mehmed Emin Paşa, Alman Yahudisi Osmanlı Devleti hizmetine girmiş olan fizikçi, doğabilimci ve Afrika kâşifi (ö. 1892)
1851 - Bernardino Machado, 1915-16 ve 1925-26 dönemlerinde Portekiz cumhurbaşkanı (ö. 1944)
1862 - Aristide Briand, Fransız politikacı ve Nobel Barış Ödülü sahibi (ö. 1932)
1868 - Maksim Gorki, Rus sosyalist yazar (ö. 1936)
1884 - Angelos Sikelianos, Yunan lirik şair ve oyun yazarıdır (ö. 1951)
1887 - Dimcho Debelyanov, Bulgar şair (ö. 1916)
1892 - Corneille Heymans, Belçikalı fizyolog. 1938 yılı Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü sahibi (ö. 1968)
1894 - Ernst Lindemann, Alman albay (ö. 1941)
1897 - Sepp Herberger, Alman futbolcu ve antrenör (ö. 1977)
1899 - Harold B. Lee, İsa Mesih'in Son Zaman Azizler Kilisesi'nin 11. başkanı (ö. 1973)
1907 - Lucia dos Santos, Portekizli karmelit rahibe (ö. 2005)
1914 - Bohumil Hrabal, Çek yazar (ö. 1997)
1921 - Dirk Bogarde, İngiliz oyuncu (ö. 1999)
1928 - Zbigniew Brzezinski, Amerikalı politikacı (ö. 2017)
1930 - Mustafa Eremektar, Türk karikatürist (ö. 2000)
1934 - Sixto Valencia Burgos, Meksikalı karikatürist (ö. 2015)
1936 - Amancio Ortega Gaona, İspanyol iş insanı
1936 - Belkıs Özener, Türk şarkıcı
1936 - Mario Vargas Llosa, Perulu yazar ve Nobel Edebiyat Ödülü sahibi
1936 - Veronika Fitz, Alman oyuncu (ö. 2020)
1938 - Genco Erkal, Türk tiyatrocu
1941 - Alf Clausen, Amerikalı orkestra şefi
1942 - Daniel Dennett, Amerikalı felsefeci
1942 - Mike Newell, İngiliz yönetmen ve yapımcı
1943 - Conchata Ferrell, Amerikalı aktris (ö. 2020)
1944 - Rick Barry, Amerikalı basketbolcu
1944 - Ken Howard, Amerikalı eski basketbolcu ve oyuncu (ö. 2016)
1945 - Rodrigo Duterte, Filipinli avukat ve Filipinler'in 16. Devlet başkanı
1948 - Dianne Wiest, Amerikalı oyuncu
1953 - Melchior Ndadaye, Burundili entelektüel ve siyasetçi (ö. 1993)
1955 - Reba McEntire, Amerikalı country müzik şarkıcısı ve oyuncu
1958 - Elisabeth Andreassen, İsveçli-Norveçli şarkıcı
1958 - Curt Hennig, Amerikalı profesyonel güreşçi (ö. 2003)
1959 - Laura Chinchilla, Kosta Rikalı politikacı
1960 - José Maria Neves, Yeşil Burunlu siyasetçi
1960 - Éric-Emmanuel Schmitt, Fransız asıllı Belçikalı yazar
1962 - Ayşe Tunaboylu, Türk tiyatro, dizi ve sinema oyuncusu
1968 - Yekta Kopan, Türk yazar, seslendirme sanatçısı ve televizyon sunucusu
1969 - Nazan Kesal, Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu
1969 - Raşit Çelikezer, Türk yönetmen, oyuncu, senarist, yapımcı ve yazar
1969 - Brett Ratner, Amerikalı film yapımcısı, yönetmen ve iş insanı
1970 - Laura Badea-Cârlescu, Rumen eskrimci
1970 - Vince Vaughn, Amerikalı oyuncu
1972 - Nick Frost, İngiliz oyuncu, komedyen ve senarist
1973 - Eddie Fatu, Samoa asıllı Amerikalı profesyonel güreşçi (ö. 2009)
1975 - Alper Yılmaz, Türk basketbolcu
1975 - Katie Gosselin, Amerikalı televizyon yıldızı
1975 - Iván Helguera, İspanyol futbolcu
1977 - Annie Wersching, Amerikalı oyuncu (ö. 2023)
1977 - Devin Stiker, Amerikalı porno yıldızı
1981 - Julia Stiles, Amerikalı oyuncu
1984 - Christopher Samba, Fransa doğumlu Kongolu futbolcu
1985 - Steve Mandanda, Kongo asıllı Fransız futbolcu
1985 - Stan Wawrinka, İsviçreli profesyonel tenis oyuncusu
1986 - Barbora Strýcová, Çek tenis oyuncusu
1986 - Lady Gaga, Amerikalı söz yazarı, şarkıcı ve müzisyen
1987 - Yohan Benalouane, Fransız asıllı Tunuslu millî futbolcu
1989 - Uğur Uğur, Türk futbolcu
1990 - Ekaterina Bobrova, Rus buz patenci
1991 - Amy Bruckner, Amerikalı oyuncu
1992 - Sergi Gómez, İspanyol futbolcu
1996 - Benjamin Pavard, Fransız futbolcu
1997 - Yaw Yeboah, Ganalı futbolcu
2000 - Aleyna Tilki, Türk şarkıcı
2004 - Anna Şerbakova, Rus buz patenci
Ölümler
193 - Pertinax, Roma İmparatoru (d. 126)
1239 - Go-Toba, Japonya'nın geleneksel veraset düzenine göre 82. imparatoru (d. 1180)
1285 - IV. Martinus, 22 Şubat 1281 tarihinden ölümüne kadar Roma Katolik Kilisesi'nde papalık yapmıştır (d. 1210)
1584 - IV. İvan, son Moskova Knezi ve ilk Rusya çarı (d. 1530)
1757 - Robert-François Damiens, Fransız suikastçı (Fransa Kralı XV. Louis'ye başarısız suikast girişiminde bulunan) (d. 1715)
1794 - Marquis de Condorcet, Fransız matematikçi ve filozof (d. 1743)
1850 - Bernt Michael Holmboe, Norveçli matematikçi (d. 1795)
1881 - Modest Mussorgsky, Rus besteci (d. 1839)
1920 - Şahin Bey, Türk Kuvayı Milliyeci (d. 1877)
1936 - Archibal Garrod, İngiliz hekim (d. 1857)
1938 - Mehmed Džemaludin Čaušević, Bosnalı din adamı (d. 1870)
1941 - Virginia Woolf, İngiliz yazar (d. 1882)
1942 - Miguel Hernández, İspanyol şair ve drama yazarı (d. 1910)
1943 - Sergey Rahmaninov, Tatar-Türk asıllı Rus besteci (d. 1873)
1953 - Jim Thorpe, Amerikalı sporcu (d. 1888)
1967 - Ethem İzzet Benice, Türk gazeteci ve yazar (d. 1903)
1969 - Dwight D. Eisenhower, Amerikalı asker ve politikacı (d. 1890)
1969 - Ömer Faruk Efendi, son Osmanlı İmparatorluğu Halifesi Abdülmecid Efendi'nin oğlu ve bir dönem Fenerbahçe Başkanı (d. 1898)
1985 - Marc Chagall, Rus asıllı Fransız ressam (d. 1887)
1994 - Eugène Ionesco, Rumen asıllı Fransız oyun yazarı (d. 1909)
2004 - Peter Ustinov, İngiliz oyuncu, yönetmen, yazar ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Akademi Ödülü sahibi (d. 1921)
2005 - Fritz Moen, Norveçli mahkum (d. 1941)
2006 - Caspar Weinberger, ABD'nin 15. Savunma Bakanı (d. 1917)
2009 - Janet Jagan, Guyanalı yazar ve siyasetçi (d. 1920)
2010 - June Havoc, Kanada doğumlu Amerikalı oyuncu, dansçı, tiyatro yönetmeni ve yazar (d. 1912)
2011 - Cüneyt Çalışkur, Türk sanatçı ve oyun yazarı (d. 1954)
2012 - Aleksandr Harutyunyan, Sovyet ve Ermeni besteci ve piyanist (d. 1920)
2013 - Richard Griffiths, İngiliz sinema, televizyon ve sahne oyuncusu (d. 1947)
2016 - Daan Myngheer, Belçikalı bisikletçi (d. 1993)
2016 - James Noble, Amerikalı oyuncu (d. 1922)
2017 - Alicia, Avusturya doğumlu İspanyol soylu ve prenses (d. 1917)
2017 - Ahmed Kathrada, Güney Afrikalı politikacı (d. 1929)
2017 - Christine Kaufmann, Alman-Avusturyalı oyuncu, yazar ve iş insanı (d. 1945)
2017 - Janine Sutto, Kanada-Québecli oyuncu ve komedyen (d. 1921)
2018 - Oleg Anofriev, Sovyet-Rus oyuncu, şarkıcı, söz yazarı, film yönetmeni ve şair (d. 1930)
2018 - Peter Munk, Kanadalı iş insanı, yatırımcı ve hayırsever (d. 1927)
2019 - Domenico Giannace, İtalyan siyasetçi ve sendikacı (d. 1924)
2019 - Damir Salimov, Özbek film yönetmeni (d. 1937)
2020 - Fevzi Aksoy, Türk spor yazarı, tıp profesörü, nörolog ve akademisyen (d. 1930)
2020 - Kerstin Behrendtz, İsveçli radyo sunucusu ve genel yayın yönetmeni (d. 1950)
2020 - John Callahan, Amerikalı aktör (d. 1953)
2020 - Matthew Faber, Amerikalı aktör (d. 1973)
2020 - Chato Galante, İspanyol siyasi hükümlü, politik aktivist ve siyasetçi (d. 1948)
2020 - Rodolfo González Rissotto, Uruguaylı profesör, tarihçi ve politikacı (d. 1949)
2020 - William B. Helmreich, Amerikalı sosyoloji profesörü ve yazar (d. 1945)
2020 - Jan Howard, Amerikalı country şarkıcısı, söz yazarı ve müzisyen (d. 1929)
2020 - Pearson Jordan, Barbadoslu sporcu (d. 1950)
2020 - Azam Khan, Pakistanlı squash oyuncusu (d. 1924)
2020 - Barbara Rütting, Alman aktris, siyasetçi ve yazar (d. 1927)
2020 - David Schramm, Amerikalı aktör (d. 1946)
2020 - Michel Tibon-Cornillot, Fransız filozof ve antropolog (d. 1936)
2020 - Salvador Vives, İspanyol oyuncu ve seslendirme sanatçısı (d. 1943)
2020 - William Wolf, Amerikalı film ve tiyatro eleştirmeni, yazar (d. 1925)
2021 - Halyna Hai, Ukraynalı şair ve yazar (d. 1956)
2021 - Didier Ratsiraka, Madagaskarlı siyasetçi (d. 1936)
2022 - Naci Erdem, Türk eski milli futbolcudur (d. 1931)
Tatiller ve özel günler
Erzurum'un Olur ilçesinden Rus ve Ermeni birliklerinin geri çekilişi (1918)
0328
28 |
1507 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Pierre%20van%20Hooijdonk | Pierre van Hooijdonk | Petrus Ferdinandus Johannes (Pierre) van Hooijdonk (d. 29 Kasım 1969), Fas asıllı Hollandalı futbolcudur. 2007 yılında Hollanda'nın Feyenoord takımında aktif futbola veda etmiştir.
Profesyonel futbol yaşamına Roosendaal'da başladı. NAC Breda'da oynadıktan sonra Celtic'e transfer oldu. İskoç liginde 69 maçta 44 gol attı. Sezon sonunda Vitesse'ye transfer oldu.
2003 yılında Hollanda'nın Feyenoord takımından ayrılarak Fenerbahçe'ye gelen oyuncu, ilk şampiyonluğunu 2003-2004 futbol sezonu sonunda bu takımda yaşadı. Pierre Paulus Wielaartus van Hooijdonk aynı sezon 24 gol atarken, 10 gol pasına da imzasını koydu ve 5 topu çizgiden çıkardı. Fenerbahçe'nin en sevilen oyuncusu olmuştur.
Fenerbahçe'den ayrılarak NAC Breda takımına transfer olmuş ve burada da teknik heyet ile yaşadığı problemler nedeniyle devre arasında takımdan ayrılıp eski takımı Feyenoord'a dönmüştür. 2007'de futbolu bıraktı. Futboldan kopamamış ve 2009 yılında doğduğu yerin amatör takımı olan Steenbergen 4 takımında forma giymeye başlamıştır.Muhteşem bir dönüş yaptığı söylentiler arasındadır.Antrenörü Jean-Paul De Groot kendisinin takıma çok büyük katkıları olduğunu ve seyircilerin Hooijdonk için geldiğini belirtmiş bu yüzden de onu asla yedek bırakamayacağını söylemiştir. Ayrıca bu futbolcu Hollanda millî futbol takımında oynadığı 46 maçta 14 gol attı.
2008 yılında van Hooijdonk, dolandırıcıların kurbanı oldu ve kendisinin var olmayan bir Çin tekstil şirketine yatırım yaptığı için 2.000.000 £ kaybettiğini bildirdi. Hollanda polisi, daha sonra aldatmacanın 'milyonlarca avro' değerinde olduğunu açıkladı.
Başarıları
2003-2004 Türkiye - Süper Lig Şampiyonluğu
2003-2004 Türkiye - Süper Lig Gol Krallığı ikincisi
2004-2005 Türkiye - Süper Lig Şampiyonluğu
2004 Avrupa Futbol Şampiyonası, Hollanda
2002 Avrupa UEFA Şampiyonu, Feyenoord
2000 Avrupa Kupası Hollanda Yarı Final
1998 FIFA Dünya Kupası Dördüncüsü - Hollanda
Kaynakça
1969 doğumlular
Hollandalı futbolcular
Hollanda millî futbol takımı futbolcuları
RBC Roosendaal futbolcuları
NAC Breda futbolcuları
Celtic FC futbolcuları
Nottingham Forest FC futbolcuları
SBV Vitesse futbolcuları
SL Benfica futbolcuları
Feyenoord futbolcuları
Fenerbahçe SK yabancı futbolcuları
İngiltere'deki gurbetçi futbolcular
Türkiye'deki gurbetçi futbolcular
1998 FIFA Dünya Kupası futbolcuları
2000 Avrupa Futbol Şampiyonası futbolcuları
2004 Avrupa Futbol Şampiyonası futbolcuları
Fas asıllı Hollandalılar
Yaşayan insanlar
Forvet futbolcular
Hollandalı gurbetçi futbolcular
İskoçya'daki gurbetçi futbolcular
Portekiz'deki gurbetçi futbolcular
İskoçya'daki Hollandalı gurbetçiler
İngiltere'deki Hollandalı gurbetçiler
Portekiz'deki Hollandalı gurbetçiler
Türkiye'deki Hollandalı gurbetçiler
Eerste Divisie futbolcuları
English Football League futbolcuları
Eredivisie futbolcuları
Premier League futbolcuları
Primeira Liga futbolcuları
Scottish Football League futbolcuları
Süper Lig futbolcuları |
1508 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Elektronik%20ticaret | Elektronik ticaret | Elektronik ticaret ya da kısaca e-ticaret, 1995 yılından sonra İnternet kullanımının artmasıyla ortaya çıkan, ticaretin elektronik ortamda yapılması kavramıdır.
Mal ve hizmetlerin üretim, tanıtım, satış, sigorta, dağıtım ve ödeme işlemlerinin bilgisayar ağları üzerinden yapılmasıdır. Elektronik ticaret, ticari işlemlerden biri veya tamamının elektronik ortamda gerçekleştirilmesi yoluyla reklam ve pazar araştırması, sipariş ve ödeme, teslimat olmak üzere üç aşamadan oluşmaktadır.
Elektronik ticaret, tüm dünyada ticaretin serbestleştirilmesi eğilimi ile birlikte, 2000'li yıllardan sonra yaşanan ve bilgi iletişimini kolaylaştıran teknolojik gelişmelerin bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Geleneksel pazarlama yöntemlerine, İnternet olanaklarını da ekleyen kuruluşlar, sadece belirli bir kitleye satış yapabilmenin ötesine geçip, üretkenliği ve yaratıcılığı arttıran küresel e-ticaret bağlantıları kurma şansını elde edebilmeye başlamıştır. Eskiden birçok şirket televizyon, gazete, radyo gibi araçları kullanarak potansiyel müşterilerine ulaşmaya uğraşırken, bugün bunlara İnternet üzerinden reklamcılık da eklenmiştir.
Elektronik ticaretin araçları, birbirleriyle ticaret yapanların ticari işlemlerini kolaylaştıran telefon, faks, bilgisayar, elektronik ödeme ve para transfer sistemleri, elektronik veri değişimi sistemleri (Electronic Data Interchange-EDI), İnternet gibi her türlü teknolojik ürünlerdir. EDI, ticaret yapan iki kuruluş arasında, insan faktörü olmaksızın bilgisayar ağları aracılığı ile belge ve bilgi değişimini sağlayan bir sistem olarak elektronik ticaretin önemli bir aracıdır. Elektronik ticaret açısından en etkin araç olarak kabul edilen yeni İnternet teknolojileri ise ses, görüntü ve yazılı metni aynı anda, daha hızlı ve güvenli bir şekilde ilettiğinden, İnternet üzerinden yapılan bu işlemlerin maliyeti diğer araçlara oranla hayli düşüktür.
Geçmişte bir ölçüye kadar kapalı bilgisayar ağları üzerinden gerçekleştirilen elektronik ticaret uygulamaları, güvenli olmakla birlikte maliyeti yüksek sistemlerdir. Günümüzde, açık bilgisayar ağı olan internet, elektronik ticaret için çok daha uygun bir altyapıdır. İnternet aracılığıyla, artık kapalı yapıdan açık yapıya geçerek küreselleşen ağların getireceği avantajlardan yararlanılmaktadır. Bu da özellikle KOBİ'lerin (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerin) dünya ticaretinde daha fazla yer almalarına olanak sağlamaktadır. Elektronik ticaret, özellikle KOBİ'ler için çok uygun bir ticaret şeklidir. Elektronik ticaret, ürün seçeneklerinin artmasını, ürünlerin kalitesinin yükselmesini ve daha hızlı bir şekilde ödenerek teslim alınmasını sağlamaktadır. Potansiyel tüketicilerin dünyanın her yanında pazara arz edilen ürünler hakkında bilgi sahibi olmalarına ve yeni üreticilerin dünya pazarlarına girmelerine imkân vermektedir. Daha düşük fiyatlı ve kaliteli ürünlerin pazara girmesi üreticiler arasında rekabetin artmasına ve tüm ticari işlemlerin maliyetinin düşmesine neden olmaktadır.
Elektronik ticaret, üretici ve tüketicileri, özellikle KOBİ'leri geleneksel ticaret engelleri olan pazara uzaklık, bilgi eksikliği ve talebe uygun üretim yapılamayışı gibi dezavantajlardan kurtarabildiği ölçüde yararlı olacaktır. Ancak, elektronik ticaret ülkelerin tüm ticari sorunlarını (örneğin ulusal tedarik zincirindeki halkaları) çözemez. Elektronik ticaret konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip olmayan ülkeler ilk aşamada interneti sadece reklam veya pazar araştırması amacıyla kullanabilirler.
E-ticareti bu kadar gözde kılan unsurlar arasında; e-ticaretin, şirket ile hedef kitlesi arasındaki doğrudan ilişki sağlaması, pazarlamacılara istedikleri bilgileri sunması, hızlı ve düşük maliyetli olması ve tüm bunların elektronik ortamda yapılıyor olması sayılabilir. Diğer olumlu unsurlar arasında ise dağıtımda kolaylık ve ucuzluk, tüketici ile daha rahat etkileşim, anında geri dönüş, dikkat çekicilik, küresel pazarla tanışma, 24 saat hizmet ve anında satış yer alır.
Normal koşullarda ortalama 10 yıl alan markalaşma süreci, elektronik ticaret sayesinde 2 yıla inmiş durumdadır. Bugün "Dünyanın en büyük 500" şirketi listesinde bundan birkaç yıl önce kurulmuş olan onlarca e-şirket yer alıyor.
Etkisi küresel olan İnternet ekonomisi, hem ticaret hem de siyaseti etkiler. Tüm dünya çapında, iş dünyasının önderleri, kendi şirketlerinin ayakta kalma ve rekabet edebilme yetilerinde internetin oynadığı rolü kabul etmektedir. Şirketlerin, bu yeni ekonomide rekabet edebilmek için internetin gücünden yararlanma gereksinimi ortaya çıkmıştır.
2017 yılında, iki milyar insan mobil bir e-ticaret işlemi gerçekleştirdi.
E-ticaret hacmi ve Türkiye'deki durum
Dünyada 2001 yılında yapılan e-ticaretin hacmi 65 milyar dolar iken, 2007 yıl sonu beklentisi bu rakamın 233 milyar dolara ulaşması yönünde. Türkiye'deki altyapı yetersizlikleri, bilgisayar ve internet kullanımındaki düşük düzey, internete olan güvensizlik ve yüksek fiyatlardan dolayı e-ticaret beklenildiği kadar gelişmiş değil. 2007 yılı BKM verilerine bakıldığında Türkiye'de e-ticaret cirosu 5.537,17 YTL'dir. Bu rakam 2008 yılı Ağustos ayı ile birlikte 6.208,5; 2009 yılı Ağustos ayı itibarıyla 10.541,6 seviyesine ulaşmıştır.
BKM tarafından açıklanan verilere göre, 2009 yılında Türkiye’deki e-ticaret hacmi 10 milyar TL seviyesini geçti. Başka herhangi bir kurum resmi olarak sektör verilerini açıklamadığı için bu rakam baz alınarak Türkiye’deki Online perakende sektörü hakkında bir değerlendirme yapılması yanlış olacaktır çünkü BKM'nin açıkladığı veriler sanal POS cihazları üzerinden geçen toplam ticareti ölçüyor. Türkiye genelinde satış veya bayilik ağı bulunan birçok firma, merkeze geçilen siparişleri sanal POS'lar üzerinden işleme alıyor. Örneğin mağazada kontör satışı yapan bir mobil operatör bayisinin talebi veya bir seyahat acentesından alınan uçak biletleri veya tatil paketleri sanal POS üzerinden sisteme giriliyor. Bu nedenle online ticarete ait olmasa da ciddi bir ticaret hacmi, BKM rakamları içerisinde yer alıyor. Kısaca Türkiye'de resmi olarak açıklanan tek e-ticaret verisi kabul edilen BKM sanal POS işlem ve hacimleri aslında büyük oranda elektronik olmayan ticareti içeriyor.
Bankalararası Kart Merkezi'nin (BKM) resmi verilerine göre 2012 yılı Temmuz ayında Türkiye e-ticaret sektöründe yaratılan hacim 3 milyar 186 milyon TL'ye ulaştı. Söz konusu dönemde gerçekleşen işlem adediyse 14 milyon 393 bin olarak kayıtlardaki yerini aldı. 2016 yılında Türk e-ticaret sektörünün aylık hacmi 5 milyon TL'nin üzerindedir.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de e-ticaret sektörünün gelişimini destekleyen başlıca unsurlar genç ve dinamik nüfus ile artan internet, mobil cihaz ve kredi kartı kullanımıdır. İnternetten alışverişin demografik yapısı incelendiğinde, çoğunlukta genç nüfus ve kadın kullanıcı sayısının kayda değer ölçüde arttığı görülmektedir. Türkiye’de internet kullanıcı sayısı ve buna bağlı olarak e-ticarete olan ilgi giderek artmaktadır. BKM verilerine göre Türkiye’de e-ticaret hacmi 2015 yılında %35 büyüyerek 54 milyar TL seviyesine ulaşmıştır ve tahminlere göre 2016 yılını 72 milyar TL seviyesinde kapatması beklenmektedir. Ayrıca e-ticaretin büyümesinde bir gösterge olarak kabul edilen internetten yapılan kartlı ödemelerde, Avrupa ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ülke Türkiye olmuştur. [13]. Çok kanallı uygulamalar ile de online perakendenin, toplam perakende pazarı içerisinde %2’lik bir dilimi elde edeceği hesaplanıyor. Ayrıca Positive firmasının “Digital Approach” raporunda Türkiye’deki süpermarketlerin 4’te 3’ünün henüz e-ticarete geçmediği tespiti yapılmıştır.
B2C,B2B ve B2E
B2B: Business to Business kelimesinden türemiş olan bu yöntemde Türkçe karşılığı firmadan firmaya anlamına denk gelmektedir. Diğer bir deyişle 2 firma arasında gerçekleşen alışveriş türüdür.
B2C:
Business to Customer kelimesinin kısaltılmış halidir. Türkçe karşılığı firmadan perakende müşterisine ya da firmadan tüketiciye şeklinde çevrilebilir. En popüler e-ticaret yöntemi olmasından dolayı örnek olarak neredeyse tüm e-ticaret şirketleri verilebilir.
B2E:
Business to Employee kelimesinin kısaltılmış halidir. Türkçede bilinen tabiri ile, firmadan firma çalışanlarına özel sunulan indirimli yahut kampanyalı ürünlerin satıldığı şirket içi bir e-ticaret modelidir. Türkiye'de çok fazla kullanılmasa da bir takım örnekleri mevcuttur.
C2C:
Customer to Customer kelimesinin kısaltılmış hali olan C2C ticaret modeli tüketicilerin tüketicilere satış yapabildiği e-ticaret modelidir. GittiGidiyor gibi e-ticaret siteleri bu modele örnekler gösterilebilir.
Perakende sektöründe E-Ticaret
Perakende sektörü değişen tüketici taleplerine zamanında ve doğru bir şekilde cevap verebilmek için hızlı olmak ve farklı satış kanallarını koordineli bir şekilde yürütmek zorundadır. Bu nedenle bilgi teknolojileri ve gerekli alt yapı yatırımları hayati önem taşımaktadır. Elektronik ortamda yapılan alışverişlerin artması ilk bakışta fiziksel mağaza satışlarına bir tehdit olarak görülse de fiziksel mağazaların tamamen ortadan kalkması gibi bir sonuç doğurmayacaktır. Aksine yaşatılacak benzersiz müşteri deneyimi ile markaya olan sadakati güçlendirecek ve fiziksel mağazalardan yapılan alışverişlere de olumlu katkı yapacaktır.
İnternetten yapılan ticaret işlemleri arasında özellikle perakende e-ticaret, dünyada sahip olduğu potansiyel ile önemli bir büyüme hızı yakalamıştır [Şekil-2]. E-ticaret'in hızlı gelişmesinin yanı sıra dezavantajları mevcuttur. Dezavantajların başında iade oranları ve müşterinin ürünü fiziksel inceleme yapmadan satın alması gelir.
Müşteri temelli elektronik ortamda alışveriş modelleri
Kredi kartı ile alışveriş modeli; bu iş için mal ve hizmet verenlerin ticari kuruluş olma şartları aranmaktadır.
EFT ticari boyutta işletme olmayan daha çok bireysel alış veriş karşılıklı değiş tokuş maksadıyla işlemlerde kullanılmaktadır.
Kapıda ödeme ile taşıma firmasına ürün teslimat adresinde ödeme yapılabilir.
EFT uygulamasında hukuki açıdan elektronik ticaret olarak tam dikkate alınmaz çünkü tek taraflı para gönderimi sonrası karşı taraf bana olan borcunu yolladı diyerekten kendini savunabilir. Bu durumun alternatifi olarak EFT'yi aracı bir hesaba aktarılması yani havuzda onay bekletme modeli bazı sitelerde kullanılır. Aracı tarafsız bir ticari kuruluş tarafından bu yöntem sıkça kullanılmaktadır.
Kaynakça
Dış bağlantılar
T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı e-Ticaret Genel Koordinatörlüğü
Elektronik Ticaretin İşletme Avantajları
E Ticaret İncelemesi
E Girişimci Devlet Programı
Dönüşürken büyüyen Türkiye perakende sektörü raporu
Bilişim teknolojileri yönetimi
Pazarlama
Web uygulamaları |
1516 | https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk%20alfabesi | Türk alfabesi | Türk alfabesi, Türkçenin yazımında kullanılan Latin alfabesi temelli alfabedir. 1 Kasım 1928 tarihli ve 1353 sayılı yasayla tespit ve kabul edilmiştir.
Tarihi
Türk alfabesi, Latin harfleri temel alınarak, 1 Kasım 1928 tarihli ve 1353 sayılı yasayla tespit ve kabul edildi. Bu kanuna göre, Türk alfabesinde 29 harf bulunur. 8 ünlü, 21 ünsüz harf vardır. Alfabeyi oluşturan büyük ve küçük harfler, sırasıyla aşağıdaki biçimde yazılır. Ayrıca ünlü “a, u, ı” harflerinin üzerinde yabancı kökenli sözlerde, ince okunuşu ve (bazı durumlarda) uzunluğu göstermek için im (^) kullanılmaktadır. “E” ve “O” harflerinde bu im kullanılmaz. (Bakınız: Düzeltme işareti kısmı)
Erken reform teklifleri ve alternatif senaryolar
Bilinen en eski Türk alfabesi, eski Türk alfabesi olarak da bilinen Orhun alfabesidir ve tarihi 7. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Türk dilleri tarih boyunca Uygur, Kiril, Arap, Yunan, Latin ve diğer bazı Asya yazı sistemleri de dahil olmak üzere pek çok alfabe kullanmışlardır.
Türkçe, 1000 yılı aşkın bir süre Arap alfabesinin Türkçe formu kullanılarak yazılmıştır. Arapça ve Farsça kelimeler içeren Osmanlı Türkçesi için en uygun alfabedir. Ancak, kelime dağarcığının Türkçe kısmı için uygun değildi. Arapça ünsüzler bakımından zengin, ünlüler bakımından ise zayıfken, Türkçe tam tersidir. Dolayısıyla Arap alfabesi, Türk sesbirimlerini temsil etmekte yetersiz kalmıştır. 19. yüzyılda telgraf ve matbaanın tanıtılması ile Arap alfabesi kullanılan Osmanlı Türkçesinde çeşitli zorluklar ortaya çıkardı. Ayrıca, Osmanlı döneminde okuryazarlığın zayıf kalmasının nedeni Arap alfabesinin zor ve yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır şeklinde eleştiriler bulunmaktadır.
Kıpçaklar tarafından yazılmış Codex Cumanicus da Latin alfabesi ile yazılmıştır.
Bazı Türk reformcular, Atatürk'ün reformlarından daha önce Latin alfabesine geçilmesi konusunda çeşitli çalışmalar yaptılar. 1862'de, devlet adamı Mehmed Tahir Münif Paşa alfabe reformunu savundu. 20. yüzyılın başında, Hüseyin Cahit Yalçın, Abdullah Cevdet ve Celal Nuri İleri de dahil olmak üzere Jön Türk Devrimi ile ilişkili birçok yazar tarafından benzer önerilerde bulunuldu. Enver Paşa ise Osmanlıca harflerin ıslah edilmiş halini ordu içinde denemişti. Konu, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Ekonomik Kongresi sırasında 1923 yılında tekrar gündeme geldi ve birkaç yıl sürecek olan bir kamuoyu tartışmasına yol açtı. Arap alfabesinin kaldırılmasına muhafazakâr ve dini kesimler şiddetle karşıydı. Bu değişikliğin Türkiye'yi, İslam dünyasından ayıracağı ileri sürüldü. Diğerleri ise pratik gerekçelerle bu değişikliğe karşı çıktılar; o zaman Latin alfabesinin Türk fonemleri için kullanılabilecek uygun bir uyarlaması bulunmuyordu. Ancak 1926'da Sovyetler Birliği'ne bağlı olan Türk cumhuriyetleri Latin alfabesini benimseyerek Türkiye'deki reformculara büyük bir destek verdi.
Türkçe konuşan Ermeniler, Mesrobian alfabesini yüzyıllarca Türkçe kutsal kitaplar ve diğer kitapları yazmak için kullandılar. Karamanlıca da benzer şekilde Yunan alfabesi ile yazılmıştır.
Modern Türk alfabesinin tanıtımı
Günümüzdeki 29 harfli Türk alfabesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından tanıtılmıştır. Ayrıca Atatürk devrimlerinin önemli bir adımıdır. Planlarını Temmuz 1928'de açıkladı ve aşağıdaki üyelerden oluşan bir Dil Komisyonu (Dil Encümeni) kurdu:
Ragıp Hulusi Özden
İbrahim Grantay
Ahmet Cevat Emre
Mehmet Emin Erişirgil
İhsan Sungu
Hüseyin Avni Başman
Falih Rıfkı Atay
Ruşen Eşref Ünaydın
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Komisyon, Latin alfabesini Türk dilinin fonetik gereksinimlerini karşılayacak şekilde uyarlamaktan sorumluydu. Ortaya çıkan Latin alfabesi, eski Osmanlı alfabesini yeni bir forma dönüştürmek yerine, konuşulan Türkçenin gerçek seslerini yansıtacak şekilde tasarlanmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk bizzat komisyonla ilgilendi ve değişiklikleri tanıtmak için bir "alfabe seferberliği" ilan etti. Yeni yazı sistemini açıklayan ve yeni alfabenin hızlı bir şekilde benimsenmesini teşvik etmek amacıyla tüm ülkeyi gezdi. Dil Komisyonu beş yıllık bir geçiş dönemi önerdi; Atatürk bunu çok uzun gördü ve üç aya indirdi. Ardından 1 Kasım 1928 tarihli ve 1353 sayılı kanunla birlikte yeni alfabe kanunlaştı. 1 Aralık 1928'den itibaren gazete, dergi, filmlerde alt yazı, reklam ve işaretler yeni alfabenin harfleri ile yazılmak zorundaydı. 1 Ocak 1929'dan itibaren, yeni alfabenin kullanımı tüm kamu iletişiminde olduğu kadar bankaların ve siyasi veya sosyal kuruluşların iç iletişiminde de zorunluydu. Kitapların da 1 Ocak 1929'dan itibaren yeni alfabe ile basılması gerekiyordu. Halkın ise 1 Haziran 1929'a kadar kurumlarla olan işlemlerinde eski alfabeyi kullanmalarına izin verildi.
O zamanlar Fransız kontrolü altında olan ve daha sonra Türkiye'ye katılacak olan Hatay Devleti de, yerel Türkçe gazetelerin Latin alfabesi ile yayınlanmasını 1934'te kabul etti.
Reformlar ayrıca, 1934 yılında çıkarılan ve özel yayıncılık sektörünü teşvik eden ve güçlendiren Telif Hakları Yasası ile desteklenmiştir. 1939 yılında, 186 milletvekilinin katılımıyla, telif hakkı, basım, okuryazarlık oranının iyileştirilmesine ilişkin ilerleme ve bilimsel yayınlar gibi konuları tartışmak üzere Ankara'da Birinci Türk Yayınları Kongresi düzenlendi.
Politik ve kültürel yönleri
Reformcuların belirttiği gibi, eski Arap alfabesini öğrenmek yeni Latin alfabesinden çok daha zordu. Ancak 1932'de Türk Dil Kurumu'nun kurulması, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen kampanyalar, ülke çapında Halk eğitim merkezlerinin açılması ve Atatürk'ün okuma yazma kampanyalarına kişisel katılımı gibi pek çok başka etken de bu sürece katkıda bulundu.
Alfabe
Türk alfabesinde 29 adet harf bulunmaktadır. Bunlardan sekizi ünlü, (A, E, I, İ, O, Ö, U, Ü), geri kalanı ise ünsüzdür.
Kanun'da önce "i" sonra "ı" belirtilmişse de yaygın ve yerleşmiş olan sıraya göre önce "ı" sonra "i" gelmektedir.
Vurgu, genellikle son hecededir: gelmek (ɡæɫˈmec) gibi. Bu, emirlerde ilk hecede olup ve özel isimlerde farklı olabilir.
Türk Kodlama Sistemi, ilgili kurum ve kuruluşlarla bilim adamlarının görüşleri alınarak TDK İmla Kılavuzu Çalışma Grubu tarafından 8 Ocak 2004 günü belirlenmiş ve TSE tarafından Nisan 2005/TS 13148 numaralı belge ile ölçünlü (standart) hâle getirilmiştir.
Düzeltme işareti (^)
Düzeltme işareti, ünlü “a, u, i” harflerinin üzerinde yabancı kökenli sözlerde, ince okunuşu ve (bazı durumlarda) uzunluğu göstermek için (şapka) (^) biçimiyle kullanılmaktadır. İ harfi şapkayla beraber kullanıldığında üst kısmında bulunan nokta gösterilmez (nispet i'si). “E” ve “O” harflerinde bu im kullanılmaz. Türkiye Türkçesinde bazı kaynaklarda yanlış olarak belirtildiği gibi, (^) işareti kaldırılmamıştır.
Eş yazılılık
Yazılışları bir, anlamları ve okunuşları ayrı olan kelimeleri ayırt etmek için, okunuşları uzun olan ünlülerin üzerine konur: adem (yokluk), âdem (insan); adet (sayı), âdet (gelenek, alışkanlık); alem (bayrak), âlem (dünya, evren); alim (her şeyi bilen), âlim (bilgin); aşık (eklem kemiği), âşık (vurgun, tutkun); hakim (hikmet sahibi), hâkim (yargıç); hal (pazar yeri), hâl (durum, vaziyet); hala (babanın kız kardeşi), hâlâ (henüz); şura (şu yer), şûra (danışma kurulu).
Katil (< katl = öldürme) ve kadir (< kadr = değer) kelimeleriyle karışma olasılığı olduğu hâlde katil (ka:til = öldüren) ve kadir (< ka:dir = güçlü) kelimelerinin düzeltme işareti konmadan yazılması yaygınlaşmıştır.
Bu imin kullanım sebebi temelde farklı anlamı belirten ve kökeni farklı olan sözlerdeki eş yazılılığı önlemektir: Kar “Havada beyaz ve hafif billurlar biçiminde donarak yağan su buharı”/Kâr “Alışveriş işlerinin sağladığı para kazancı”; Hal “Sebze, meyve, bakliyat vb.nin satıldığı yer.”/Hâl “a. (ha:li) 1. Bir şeyin içinde bulunduğu şartların veya taşıdığı niteliklerin bütünü, durum, vaziyet: “Herkes hâline göre bir hediye verdi.” -H. R. Gürpınar. 2. Davranış, tutum, tavır: “Bambaşka bir hâliniz vardır sizin. Merhametli bir insan olduğunuz bellidir.” -O. Rifat. 3. Şimdiki zaman, içinde yaşanılan zaman: “Bugün yazılan her kitap hâlden istikbale bir habercidir. Hâl dediğimiz şey yarından sonra mazi olacaktır.” -Y. K. Beyatlı. 4. Güç, kuvvet, takat: Şimdi gezmeye çıkacak hâlim yok. 5. mec. Kötü durum, sıkıntı, dert: Zavallının başına ne hâller geldi. 6. db. Durum.” gibi...
İnceltme
Arapça ve Farsçadan Türkçeye geçmiş olan birtakım kelime ve ekler ile özel adlarda bulunan ince “g, k” ünsüzlerinden sonra gelen “a” ve “u” ünlüleri üzerine konur: dergâh, gâvur, ordugâh, tezgâh, yadigâr, Nigâr; dükkân, hikâye, kâfir, kâğıt, Hakkâri, Kâzım, mahkûm, mekân, mezkûr, sükûn, sükût. Kişi ve yer adlarında “ince l” ünsüzünden sonra gelen “a” ve “u” ünlüleri de düzeltme işareti ile yazılır: Hâlûk, Lâle, Nâlan; Balâ, Elâzığ, İslâhiye, Lâdik, Lâpseki.
Türk alfabesinde k, g ve l harflerinin her biri, biri ince diğeri kalın iki farklı sese sahiptir. Bizim kalın ve ince diye adlandırdığımız bu seslerden k harfininkiler Uluslararası Fonetik Alfabede sırasıyla // ve //, g harfininkiler // ve // ve l harfininkiler de // ve // şeklinde yazılır. Eskiden kullanılan Arap alfabesi esaslı Osmanlı Türkçesi alfabesinde bu seslerden ince ve kalın olanlar ayrı ayrı harflerle gösterilmekteydi. Örneğin kalın olan // sesi ق harfiyle ve ince olan // sesi de ك harfiyle gösteriliyordu. Bu durum Arapça kelimelerin okunması gerektiği gibi yazılmasına olanak sağlasa da Türkçe kökenli kelimelerin yazımı için gereksiz bir ayrımdı. Çünkü Türkçe kökenli sözcüklerde bu harfler kalın ünlülerden önce kalın olan sesle, ince ünlülerden önce de ince olan sesle okunduğundan tek harfle gösterilmeleri Türkçe söyleyiş kuralları açısından sorun çıkarmamaktadır. Ancak bazı yabancı kökenli kelimelerde bu kurala uymayarak bu ünsüzlerin kalın ünlülerden önce ince okunduğu (kâğıt, kâr) veya ince ünlülerden önce kalın okunduğu (mevki, tatbik) görülmektedir. Türk alfabesi belirlenirken Dil Encümeni'nin beklentisi bu kelimelerin söylenişlerinin zamanla Türkçenin söyleniş kurallarına uyacak şekilde değişmesi yönündeydi. Ancak elbette bu uzun vadede gerçekleşebilecek bir durum olduğundan Dil Encümeni bu kelimelerin doğru okunabilmesi için gerekli görüldüğünde düzeltme işaretinin kullanımını önermiştir. Günümüzde kalın ünlülerden önce ince okunan k, g ve l ünsüzlerinin hala korunduğunu ancak ince ünlülerden önce kalın okunan bu ünsüzlerin söylenişlerinin Türkçe kurallarına uyarak inceleştiği gözlenmektedir (örneğin mevki ve tatbik kelimeleri günümüzde ince k harfiyle okunmaktadır).
Nispet-iyelik karışıklığı
Nispet i'sinin belirtme durumu ve iyelik ekiyle karışmasını önlemek için kullanılır. Böylece (Türk) askeri ve askerî (okul), (İslam) dini ve dinî (bilgiler), (fizik) ilmi ve ilmî (tartışmalar), (Atatürk'ün) resmi ve resmî (kuruluşlar) gibi anlamları farklı kelimelerin karıştırılması da önlenmiş olur.
Nispet i'si alan kelimelere Türkçe ekler getirildiğinde düzeltme işareti olduğu gibi kalır: millîleştirmek, millîlik, resmîleştirmek, resmîlik.
Ê (şapkalı E) ve Ô (şapkalı O) harfleri
Türkçede resmî olarak kullanılmayan harflerdir.
Ê: Uzatılarak okunan ince bir e sesidir. Kürtçe ve Zazaca kelimeler de yine yoğun olarak rastlanır. Türkçede sadece birkaç kelimede mevcut olduğu için kullanımı öngörülmemiştir. Ancak yine de Türkçedeki bir iki kelimenin okunuşu ile bir fikir edinmemiz mümkündür. Örneğin: Mêmur, Poêtika, Nêyzen, Têlif...
Ô: Uzatılarak okunan ince bir o sesidir. Normal O sesinden farklıdır. Türkçede sadece birkaç kelimede mevcut olduğu için kullanımı öngörülmemiştir. Örneğin: Bôlero, Lôkman, Âlô, Rôl, Gôl...
İnceltme işareti, sesli harfleri incelttiği gibi aslında kalın sessiz harfleri de gizli olarak inceltir. Özellikle L harflerinde bu durum çok belirgindir. Örneğin: Ļânet, Ļâℓe, Hâℓ̗â, Hâℓ̗ ... İnceltme İmi ile yazılan bazı sözcüklerin okunuşunda aslında K harfinin de incelmesi söz konusudur. Örneğin: Ⱪar ve Kâr.
Harflerin kullanım sıklığı
Harflerin sınıflandırılması
a, e, ı, i, o, ö, u ve ü harfleri ünlü harfler, diğer Türk harfleri ise ünsüz harfler olarak adlandırılır.
Yanlış kullanım
Dil bilgisi eğitiminde ünlü harfler için “sesli harfler” tabiri de kullanıma sahip olmakla beraber bu kullanım yanlıştır. Bu kullanım sadece Türkiye Türkçesi için değil, bütün diller için yanlışlık belirten bir kullanımdır. Çünkü dillerde bulunan ve harf karşılığı olan (veya olmayan) en küçük dil bilgisi birliği sestir. Yani “u” da bir sestir, “g” de bir sestir. Oysa “u” sesi ünlü; “g” sesi ünsüzdür. En küçük gramer birliklerinden en büyük birlik olan cümleye kadar dili meydana getiren bütün şekillerin bünyesinde ses adını verdiğimiz en küçük ve en basit dil unsurları bulunur. Sesten daha küçük bir gramer birliği yoktur. Ses parçalanamayan en küçük gramer birliğidir. O hâlde ses dilin en küçük parçasıdır. a, d, l, y gibi. Ses, bir kelimenin en küçük dil ögesidir.
Ünlü harflerin sınıflandırılması
Ünlü harfler, çıkış yeri ve dilin durumuna, dudakların durumuna, ağzın açıklığına göre şu şekilde sınıflandırılır:
Çıkış yeri ve dilin durumuna göre
Kalın ünlüler: a, ı, o, u
İnce ünlüler: e, i, ö, ü
Dudakların durumuna göre
Düz ünlüler: a, e, ı, i
Yuvarlak ünlüler: o, ö, u, ü
Ağzın açıklığına göre
Geniş ünlüler: a, e, o, ö Dar ünlüler: ı, i, u, üünlülerin nitelikleri aşağıdaki çizelgede toplu olarak gösterilmiştir:Bu konuyla ilgili olarak, ayrıca bakınız: büyük ünlü uyumu, küçük ünlü uyumu.
Ünsüz harflerin sınıflandırılması
B, c, ç, d, f, g, ğ, h, j, k, l, m, n, p, r, s, ş, t, v, y, z harfleri ünsüz harflerdir.
Ünsüz harfler seda bakımından, teşekkül noktası bakımından ve temas derecesi bakımından sınıflandırılırlar.
Seda bakımından:
Sedalı ünsüzler: b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z.
Sedasız ünsüzler: ç, f, h, k, p, s, ş, t.
Teşekkül noktası bakımından:
Dudak ünsüzleri: b, p, m.
Diş-dudak ünsüzleri: f, v.
Diş ünsüzleri: d, t, n, s, z.
Damak-diş ünsüzleri: c, ç, j, ş.
Ön damak ünsüzleri: g, k, l, r, y.
Arka damak ünsüzü: ğ
Gırtlak ünsüzü: h
Temas derecesi bakımından:
Temas derecesi tam olanlar: b, c, ç, d, g, k, p, t.
Teşekkülünde hava için dar bir geçit bulunan ünsüzler: f, ğ, h, j, s, ş, v, z.
Teşekkülünde hava için geniş bir geçit bulunan ünsüzler: l, m, n, r, y.
Bu konuyla ilgili olarak, ayrıca bakınız: sert ünsüzlerin yumuşaması
Latin kaynaklı diğer alfabelerle farklar
Türk alfabesi, Latin harflerini kullanmasına rağmen, bu harfleri kullanan diğer batı dillerinin alfabelerindeki birtakım harfleri içermemekte, bunun yanı sıra bu alfabelerde kullanılmayan başka harfler içermektedir. Bunlar: Ş/ş, ğ, ı, İ
Türk alfabesinde bulunmayan harfler
Q/q, W/w ve X/x harfleri pek çok batı dilinde vardır. Azerice gibi Latin harflerine geçilen Türk şivesinde Q/q (Kalın k; g için) ve X/x (Hırıltılı h için) kullanılmasına rağmen mevcut Türkiye Türkçesi alfabesinde yer almamaktadır. Örneğin Azerice ve Tatarcada bu harflere karşılık gelen sesler sırasıyla g, v, h ile ifade edilir. Buna karşın batı dillerinde X (iks) harfi taxi, fix gibi sözlerin yazımında kullanılır ve Türkiye Türkçesindeki imlası taksi ve fiks olur. Sözcüğün yapısına göre iks ya da ksi olarak da söylenir.
Bu harflere Türk Cumhuriyetleri Alfabeleri içerisinde sıklıkla rastlanır.
W: Tatarcada ve Türkmencede kullanılır. Açık bir V harfidir. Klasik V sesinden kesinlikle farklıdır. V harfinde dudaklar birbirine değerken, bu seste (W harfinde) tıpkı U sesinde olduğu gibi dudakların birbirine değmesi söz konusu değildir. Arapçadaki Vav (و) ve batı dillerindeki w sesi başlıca örneklerdir. Örneğin: Dawul (Davul), Hawlu (Havlu),Yawaş (Yavaş). W harfi çift ve olarak okunur. Batı dillerinde, daha doğrusu Hint-Avrupa dillerinin çoğunda vardır. Çift dudak v’si de denir. Bu ses Türkçenin bazı şive ve lehçelerinde de bu ses eskiden beri kullanılagelmiştir. Eskiden Arap kaynaklı Türk alfabesi metinlerinde, mesela Kıpçak Türkçesi metinlerinde bu ses “üç noktalı vav veya fe” (ۋ) harfiyle belirtilmiştir.
Q: Tatarcada ve Azericede kullanılır. Anadolu Türkçesindeki gırtlağa yakın olarak çıkarılan kalın K harfini gösterir. Örneğin: Qonşu (Komşu)... Bazı Türkî dillerde ise yine kalın K sesine yakın olarak gırtlaktan çıkarılan kalın bir G sesini karşılar. İç Anadolu ve Doğu Anadolu ağızlarında yaygın olarak kullanılır. Azericenin resmî harflerinden birisidir. Arapçadaki Kaf (ق) harfini karşılar. Örneğin: Qadın (Kadın) sözcüğünün okunuşu "Gadın" şeklindedir. Baştaki G sesi gırtlaktan ve kalın bir tonla söylenir. (Kimi lehçelerde ise ve bu sese oldukça yakın olan kalın gırtlaksı bir K sesi olarak okunur ve söylenir.) Başkurtçadaki Ҡалын (Kalın) sözcüğünün çevirisi Qalın olarak yapılır ve okunuşu (Kalın/Galın) biçimindedir. Baştaki K sesi gırtlaktan ve kalın bir tonla söylenir.
X: Tatarcada ve Azericede kullanılır. Boğazdan gelen gırtlaksı, hafif boğumlu bir H sesidir. Türkçedeki Xalı (Halı), Xala (Hala), Xoroz (Horoz) sözcüklerinin bu harfle yazılması doğru ses değerlerine örnek teşkil eder. Bazı dillerde normal H sesinden biraz daha sert ve hırıltılıdır. H sesi hiçbir engele takılmadan çıkarken, bu ses boğazın üst kısmında titreşir. Arapçadaki Hı (خ) harfidir. Azericenin resmî harflerinden birisidir. İç ve Doğu Anadolu ağızlarında sıklıkla rastlanır. Örneğin: Baxmax (Bakmak) fiilinin okunuşu Baḥmaḥ şeklindedir ancak kelimenin içindeki h harfleri gırtlaktan ve hırıltılı olarak çıkartılır. Çaxmax (Çaḥmaḥ; Çakmak), Yanmax (Yanmaḥ; Yanmak)… Bu sesin Türkçedeki kullanımında çoğu zaman birbirlerine çok yakın kaynaklardan çıkan Arapçadaki Ha (ح) harfi ile olan farkı ortadan kalkmıştır (Ⱨ, Ḩ). Azeri alfabesinde X/x (hı) “yox” “burax-” gibi isim ve fiillerde kullanılır. Bu sözler Türkiye Türkçesinde yok ve bırak- şekillerindedir. Türkiye Türkçesi yazı dilinin kaynaklandığı İstanbul ağzında hırıltılı h sesi yoktur. K’dan gelişen bu ses Türkiye Türkçesinde k’lı şekilleriyle aynen korunmuştur: Yok, çok, bırak-… Ancak Türkiye Türkçesi ağızlarında hırıltılı h sesi vardır.
Ä veya Ə: Azericede, Tatarcada, Gagavuzcada ve Türkmencede kullanılır. Kısa, açık, gırtlaktan gelen ve sert bir E harfidir. Normal E harfine göre daha kısa ve serttir. Ayrıca A ve E arası bir ses olarak öngörülür (Æ). Ses ve harf karşılığı olarak Arapçada ve Almancada da bulunur. Türkçede normal e sesinden tam olarak ayırt edilebilmesi günümüzde çok zordur. Azericede yoğun olarak kullanılır. İnce bir harf olduğu halde kalın uyumludur. Bu harfi içeren sözcüklerin aslında Büyük Ünlü Uyumuna uymadığı hâlde kulağı tırmalamıyor olması bu nedenledir. Örneğin: İncä/İncə. Türkçede Selçuk ismi diğer Türk dillerinde “Sälçuk / Səlcuk” olarak, Akçe sözcüğü ise “Akçä / Akçə” olarak yazılır. Türkçede her ikisi de "Ben" olarak yazılan Bän (Azerice: Mən, 1. Tekil Şahıs Zamiri) ve Ben (Azerice: Ben, Deri Kabartısı) sözcükleri birbirinden farklı anlamlar içerir ve ses değerleri de farklıdır. Ə harfi kimi latin alfabelerinde, özellikle el yazılarında Эə biçiminde de kullanılır.
Genizsel N harfi
Bu “ŋ” harfi Türkiye Türkçesi alfabesinde bulunmaz. Dilin arka tarafının yumuşak damağa teması ile ve genizden söylenen bu ses genizsel n, genizcil n, nazal n, nazal g şekillerinde adlandırılan ses olup “ŋ” sesi verir. Eskiden beri bütün Türkçede bulunan bu ses de İstanbul Türkçesinde atılmış ve yerini n’ye bırakmıştır. Ağızlarda ise bugün de yaşamaktadır. Bu sesi gösteren Ň veya Ñ harfleri Tatarcada ve Türkmencede kullanılır. Genizden çıkarılan N ve G karışımı bir sestir. Bazen de NĞ/NY olarak öngörülür (Ņ). Pek çok ağızda N veya Ğ sesine dönüşmüştür. Osmanlı Türkçesindeki üç noktalı Kaf-ı Nûni (ڭ) harfinin karşılığıdır. Örneğin: İç Anadolu’da, özellikle Sivas yöresinde Saňa, Baňa, Deňiz sözcükleri. Pek çok kaynakta Tengri veya Tengiz olarak yazılan sözcükler aslında Teñri ve Teñiz şeklinde okunur.
Benzer biçimde İspanyol alfabesinde yer alan Ñ/ñ (Bu ses İtalyanca ve Fransızcada gn, Portekizcede nh harf bileşimleri ile elde edilir) harfine karşılık gelen ses ny ile ifade edilir. Örneğin, İspanyolcada İspanya anlamına gelen España sözcüğü Türkçe harflerle Espanya olarak yazılır.
İnce L harfi
Bu harfin yer aldığı kelimelerin tamamındaki L harfleri dilin ucunun damağa doğru çekilmesiyle çıkarılan ve normal L sesine göre biraz daha ince olan bir sesi gösterir: Ḽâℓ̗ , Rôℓ̗ ... Örneğin bu ses Kiril Latinizasyonunda Ḽ harfi ile gösterilir (Küçük harf: ḽ veya ℓ̗). Türkçede a, ı, o ve u kalın ünlülerinden önce kalın l sesi olan // ve e, i, ö, ü ince ünlülerinden önce de ince l sesi olan // sesi gelmektedir. Dolayısıyla Türkçe kökenli kelimelerin söyleniş kurallarına göre hazırlanan Türk alfabesinde bu iki sesin aynı harfle temsil edilmesi olanaklıdır. Ancak Türkçeye Arapça, Farsça veya Fransızca gibi dillerden geçen kelimelerde bu kurala uymayarak kalın ünlülerden önce ince olarak okunan l sesi bulunabilmektedir (lale, latin veya hal kelimelerinde olduğu gibi). Bu kelimelerin okunuşundaki farklılık da l harfinden sonra veya l harfi kelimenin sonundaysa önce gelen ünlünün üzerine düzeltme işareti koyularak çözülmüştür. Ancak günümüzde bu kelimeler genelde düzeltme işareti kullanılmadan yazılmakta ve okunurken düzeltme işareti varmış gibi okunmaktadır. Diğer bazı dillerde bu iki l sesi için iki farklı harf kullanılmıştır. Üzerinde işaret bulunan ڵ veya noktalı ڶ harfi Arap kaynaklı Boşnak alfabesinde ve Sorani-Kürt alfabesinde ince L sesini göstermek için kullanılır. Ayrıca Ļ (Küçük harf: ļ veya ℓ̗) şeklindeki bir harf Leton alfabesinde Љ sesini karşılamak için üretilmiştir.
Batı dillerinde bulunmayan Türk harfleri
Türkçedeki Ç/ç, Ü/ü ve Ö/ö harfleri İngiliz alfabesinde bulunmamaları nedeniyle ASCII standardına dâhil değildir. Ancak bu harfler diğer batı dillerinde yaygın olarak kullanılmakta ve ISO-8859-1 (Latin-1) standardının içinde yer almaktadır. Küçük ı, büyük İ, Ğ/ğ, Ş/ş harfleri ise ISO-8859-9 (Latin-5) standardının içinde yer almaktadır.
Türkçede noktalı i harfi büyük harfle yazılıyorken de noktası koyulur: İ. Benzer biçimde noktasız büyük I harfi, küçük harfle yazılıyorken noktası koyulmaz: ı. Ancak yabancı dildeki sözcükler büyük harfle yazılıyorken I harfi noktasız yazılır. Türkiye Türkçesinin dışında Azerice ve Tatarcada da ı ve i harflerinin kullanımı, Türkiye Türkçesindeki gibidir.
Ş/ş harfinin sesi, İtalyancada sc(i), Fransızcada ch, İngilizcede sh, Almancada sch ve Galiçyacada x harfleriyle elde edilir. Bu harf kimi zaman Rumencedeki Ș/ș (virgüllü s) harfinin yerine kullanılmasına rağmen farklı bir harftir. Türkiye Türkçesinin dışında Türk şive ve lehçelerinde (Azerice, Tatarca, Türkmence vb.) ve Kürtçe, Zazaca, Lazca dillerinde kullanılmaktadır. Balkanlar’da kullanılan Boşnakça, Sırpça, Hırvatça, Slovence dillerinde de “ş” sesi vardır ancak ilgili dillerin Latin kaynaklı alfabelerinde bu ses için kullanılan harf “š”dir.
Ğ/ğ (yumuşak ge) harfi Türkçede g sesinden kaynaklanmıştır. Eskiden g’li olan bazı sözler Türkçenin uzun tarihi sonucunda bazı Türk şive ve lehçelerinde “ğ”li olmuşlardır: aga > ağa, bag > bağ, yogurt > yoğurt; yag- > yağ-, bagır- > bağır-… Ğ harfi ile de bugün iki ünsüz işaret edilmektedir. Bunlardan biri bağ, doğum, yığın, ağlamak gibi kelimelerde bulunan arka damak ünsüzü ğ, diğeri de geldiği, görmeğe, direğin gibi kelimelerde bulunan ve g ile k’nin iki vokal arasında yumuşamasından meydana gelip y sesi veren ğ harfi ile gösterilen ünsüzdür.
ASCII standardında yer almayan Türkçe harfler ve evrensel kod değerleri yandaki çizelgede verilmiştir.
Yazılımlarda yerelleştirme
Yazılım geliştirmede, Türk alfabesi, özellikle içerdiği küçük ve büyük harf versiyonları nedeniyle özel mantık gerektirdiği bilinmektedir. Buna Türk-I sorunu denir.
Kaynakça
Ayrıca bakınız
Türk Cumhuriyetleri Alfabeleri
Dış bağlantılar
Türk Dil Kurumu Sözlüğü
Altun, Mustafa (2004), "Alfabe Değişiminin Tarihsel Gelişimi Üzerine Bir Değerlendirme", Cumhuriyetin 81. Yılına Armağan, Sakarya Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Adapazarı, s.57-63
TDK Yazım Kılavuzu
Latin kaynaklı alfabeler
Latin alfabesinden türeyen alfabeler |
1518 | https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk%C3%A7e | Türkçe | Türkçe ya da Türk dili, Güneydoğu Avrupa ve Batı Asya'da konuşulan, Türk dilleri dil ailesine ait sondan eklemeli bir dil. Türk dilleri ailesinin Oğuz dilleri grubundan bir Batı Oğuz dili olan Osmanlı Türkçesinin devamını oluşturur. Dil, başta Türkiye olmak üzere Balkanlar, Ege Adaları, Kıbrıs ve Orta Doğu'yu kapsayan eski Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasında konuşulur. Ethnologue'a göre Türkçe, yaklaşık 83 milyon konuşuru ile dünyada en çok konuşulan 16. dildir. Türkçe Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs'ta ulusal resmî dil statüsüne sahiptir.
Türkçe, diğer pek çok Türk dili ile de paylaştığı sondan eklemeli olması ve ünlü uyumu gibi dil bilgisi özellikleri ile karakterize edilir. Dil, tümce yapısı açısından genellikle özne-nesne-yüklem sırasına sahiptir. Almanca, Arapça gibi dillerin aksine gramatik cinsiyetin (erillik, dişilik, cinsiyet ayrımı) bulunmadığı Türkçede sözcüklerin bir kısmı Arapça, Farsça ve Fransızca gibi yabancı dillerden geçmedir. Ayrıca Azerice, Gagavuzca ve Türkmence gibi diğer Oğuz dilleri ile Türkçe yüksek oranda karşılıklı anlaşılabilirlik gösterir.
Türkçe 1928'de Atatürk önderliğinde gerçekleştirilmiş Harf Devrimi'nden beri Latin alfabesini temel alan Türk alfabesi ile yazılır. Standart Türkçedeki Yazım kuralları Türk Dil Kurumu tarafından denetlenir. İstanbul Türkçesi olarak da adlandırılan İstanbul ağzı, Türkçenin standart formudur ve Türkçe yazı dili bu ağzı temel alır. Bununla birlikte Güneydoğu Avrupa ve Orta Doğu'da çeşitli Türkçe şiveleri bulunur ve bu şiveler İstanbul Türkçesi ile çeşitli ses ve dilbilgisi farklılıklarına sahiptir.
Sınıflandırma
Türkçe, dil ailesi sınıflandırmasında, Doğu Avrupa, Orta Asya ve Sibirya’da konuşulan 30 kadar yaşayan dili kapsayan Türk dilleri ailesine mensuptur ve bu dil ailesinin Şaz Türkçesi koluna bağlı Oğuz dil grubunda yer alır. Oğuz grubu içinde ise Rumeli Türkçesi ve Gagavuzca ile birlikte grubun Batı kolunu oluşturur.
Türk dillerini konuşanların yaklaşık %40'lı kadar bir kesimi Türkçe konuşmaktadır. Türkçe dışında Azerice, Başkurtça, Çuvaşça, Kazan Tatarcası, Kazakça, Kırgızca, Nogayca, Özbekçe, Türkmence ve Yakutça Türk dilleri ailesinin en çok konuşulan diğer üyeleridir. Azerice, Gagavuzca, Kaşkayca ve Türkmence gibi diğer Oğuz dilleri ile Türkçenin yüksek oranda karşılıklı anlaşılabilirlik gösterdiği bulunmuştur. Her ne kadar Kıpçak grubuna üye diller olsa da Kırım Tatarcası ve Urumca da tarih boyunca Osmanlı Türkçesi gibi Oğuz dilleri ile etkileşimlerinden ötürü Türkçe ile benzerlikler gösterir.
Eskiden Ural-Altay dil ailesinin ve daha sonra Altay dillerinin bir üyesi olarak sınıflandırılmış Türk dillerinin günümüzde bu dil ailelerinden bağımsız olduğu kanısı dil bilimciler tarafından kabul görmektedir.
Coğrafi dağılım
Türkçe, Güneydoğu Avrupa ve Orta Doğu'da yer alan çeşitli ülke ve bölgelerde ana dil veya ikinci dil olarak konuşulur. Dil, Anadolu'nun büyük çoğunluğunda, Doğu Trakya'da ve Kıbrıs Adası'nın kuzeyinde çoğunluk tarafından ana dil olarak konuşulmaktadır. Eski Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasının kapsadığı Kuzey Suriye ve Irak, bazı Ege Adaları ve Balkanların güneyi ve doğusunda yaşayan Türk azınlıklar da Türkçeyi ana dilleri olarak kullanır.
2006 yılında yürütülmüş bir araştırmaya göre Türkçe, Türkiye'de yaşayan nüfusun %84'ünün ana dilidir. Geriye kalan nüfus ise, çoğunluğu Kürtçe olacak şekilde Türkiye'deki azınlık dillerinden birini ana dilleri olarak benimsemiştir ve Türkçeyi ikinci dilleri olarak kullanırlar.
Bu yayılıma ek olarak Türk diasporasının göç etmiş olduğu bölgelerde de Türkçe konuşurları bulunur. 2 milyondan fazla Türkçe konuşura sahip olduğu tahmin edilen Almanya'da nüfusun yaklaşık %3'ü Türkçe bilmektedir. Almanya'nın yanı sıra ABD, Fransa, Hollanda, Avusturya, Belçika, İsviçre ve Birleşik Krallık da Türkçe konuşabilen nüfusun yaşadığı önemli bölgelerdir. Göç edilen ülkelerde gerçekleşen kültürel asimilasyon sonucunda etnik Türk göçmenlerin yalnızca bir kısmı Türkçeyi akıcı ve ana dil seviyesinde konuşabilmektedir. Almanya'da 1980'li yıllardan itibaren Türkçe yayın yapan TD1, TFD, ATT, BTT gibi televizyon kanalları kurulmaya başlamıştır ve ZDF, WDR, DW gibi kanallarda Türkçe yayınlara yer verilmektedir.
Resmî kullanım
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bu dil ülkenin resmî dilidir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde (diğer adıyla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) anayasal olarak Türkçe, Yunanca ile beraber resmî dil olarak geçer. 1982 T.C. Anayasasına göre Türkçe, Türkiye Devleti'nin dilidir. Bu yasa anayasanın Birinci Kısmının, Genel Esaslar Bölümünde, 3. Maddede geçer. Aynı zamanda, ilgili bölümde bulunan 4. Maddeye göre bu madde asla değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.
Türkçe, diğer Türk devletlerinin de üyesi olduğu Türk Konseyi ve Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı gibi kuruluşlarda resmiyete sahiptir. Kıbrıs Cumhuriyeti ise Avrupa Birliği'nin Türkçeyi 25. resmî dili olarak kabul etmesi için başvuruda bulunmuştur.
Türkçe aynı zamanda çeşitli ülkelerde resmî açıdan bölgesel veya azınlık dili statüsüne sahiptir. Irak’ın Kerkük ilinde Türkçe, Kürtçe ve Arapça ile birlikte resmî dildir. Kuzey Makedonya’nın batısında yer alan Gostivar, Merkez Jupa, Plasniça ve Mavrova ve Rostuşa Belediyesi sınırları içinde Türkçe, Makedonca ve Arnavutça ile beraber resmî kullanımdadır. Kosova’da Prizren, Mamuşa, Gilan, Mitroviça, Priştine ve Vıçıtırın Belediyesi kapsamında Arnavutça, Sırpça ve Türkçe resmî dil statüsüne sahiptir. Prizren Belediyesi sınırları içinde Türkçenin resmiyeti ise ayrıca herhangi bir ölçütün dışında, Kosova Cumhuriyeti “Dillerin Kullanımı İçin Yasa” kapsamında yasa koruması altındadır. Romanya’da Türkçe, devletin ilgili bölge veya bölgeler için resmî olarak kabul ettiği 14 azınlık dilinden biridir. Ayrıca Romanya'da Kanal D Romania, Happy Channel, Acasă ve Timeless Dizi Channel gibi televizyon kanallarında Türkiye'de çekilen diziler alt yazılı olarak Türkçe yayımlanmaktadır.
Türkçenin önemli konuşur sayısına sahip olduğu ancak devletin ya da bölgenin resmî dili olmadığı yerler de bulunmaktadır. Nüfusunun %10 kadarının anadili Türkçe olan Bulgaristan ile kuzeydoğusunda Türk azınlıkların yaşadığı Yunanistan bu bölgelere örnektir. Buna rağmen Türkçe bu bölgelerde medyada, eğitimde ve çeşitli kurumlarda kullanılır. Bulgaristan devlet televizyonunun Türkçe programları vardır. Kırcaali Belediyesi ise iki dilde hizmet verir. Deliorman ve Doğu Rumeli'de okullarda seçmeli anadili dersi yer alır. Yunanistan'ın İskeçe ve Gümülcine'yi de kapsayan Batı Trakya bölgesinde yer alan 200'ü aşkın azınlık okulunda ise Yunanca ve Türkçe eğitim verilmektedir. Türkçe, bölgedeki Müslüman halkın dinî eğitiminde de kullanılmaktadır.
Kurumsal yapı ve kullanım
Türkçe, Türkiye'nin ve Türkiye Türklerinin kurumsal dilidir. Türkiye'de Türk Dil Kurumu, Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla 12 Temmuz 1932'de Atatürk'ün talimatıyla kurulmuştur. Cemiyetin kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları olan Sâmih Rifat, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri'dir. Kurumun ilk başkanı Sâmih Rifat'tır. Türk Dili Tetkik Cemiyetinin amacı, "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" olarak tespit edilmiştir. Atatürk'ün sağlığında, 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem Kurumun yönetim organları seçilmiş, hem dil politikası belirlenmiş, hem de bilimsel bildiriler sunulup tartışılmıştır. 26 Eylül-5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda yapılan Birinci Türk Dili Kurultayı sonunda Kurumun "Lügat-Istılah, Gramer-Sentaks, Derleme, Lengüistik-Filoloji, Etimoloji, Yayın" adları ile altı kol hâlinde çalışmalarını sürdürmesi kabul edilmiştir. Sonraki kurultaylarda bu kollardan bazıları ayrılmış, bazıları tekrar birleştirilmiş; fakat ana çatı değiştirilmemiştir. 1934'te yapılan kurultayda Cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936'daki kurultayda ise Türk Dil Kurumu olmuştur.
Türk Dil Kurumu, Türkçenin imlasının standartlarını belirleme, dil hakkında çeşitli düzeyde çalışmalar yapma gibi konularda faaliyetler yürütür. Günümüzde bu kurum, yalnızca Türkiye değil, dünya çapında Türkçe ve Türkoloji ile ilgili çeşitli çalışmalarda kurumsal yüzü veya akademik mensuplarıyla yer almaktadır.
Türk Dil Kurumunun yapısıyla ilgili ilk önemli değişiklik 1951 yılındaki olağanüstü kurultayda yapılmıştır. Atatürk'ün sağlığında Millî Eğitim Bakanının Kurum başkanı olmasını sağlayan tüzük maddesi 1951'de değiştirilmiş; böylece Kurumun devletle bağlantısı koparılmıştır. İkinci önemli yapı değişikliği 1982-1983 yıllarında gerçekleştirilmiştir. 1982'de kabul edilen ve şu anda da yürürlükte olan Anayasa ile Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, bir Anayasa kuruluşu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altına alınmış; böylece devletle olan bağlar yeniden ve daha güçlü olarak kurulmuştur.
Tarih
Türkçe, Eski Türkçe yazılmış ve Türk dillerinin bilinen ilk yazılı kaynağı olan Orhun Yazıtları ele alındığında yaklaşık 1.300 yıllık bir tarihe sahiptir. Eski Türkçenin de üyesi olduğu Doğu grubu ile Ogur grubuna ait tüm Türk dillerinin ortak atası olan varsayımsal bir Ön Türkçenin var olduğu da düşünülmektedir.
Türkçe, Türkmence, Salarca ve Azerice'nin, Ana Oğuzca denilen bir dilden evrilerek oluştuğu varsayılır. Bu ön dilin Türkçeyi oluşturacak batı kolu, 11. ve 15. yüzyıllar arasında Anadolu Selçuklu Devleti ile Anadolu Beylikleri etrafında gelişerek Eski Anadolu Türkçesine evrilmiştir. Bu dil dönemi ise yerini, 15. yüzyıldan 19. yüzyıla değin devam edecek Klasik Osmanlıcaya bırakır. Yeni Osmanlıca, 19. ve 20. yüzyıllar arasında gelişir. Cumhuriyet Dönemi'nde yapılan reformlar sonucunda ise 20. yüzyıl itibarıyla dilde çeşitli değişiklikler yaşanmıştır.
Ön Türkçe
Ön veya Ana Türk dili, Türk dilleri ailesinin Şaz (Doğu) ve Oğur (Batı) branşlarına ayrılmadan önceki dönemlerine ait varsayımsal bir proto-dildir. Türk dillerinde yazılmış tarihi kaynakların büyük bir kısmı, bu ailenin Doğu koluna ait Karluk, Kıpçak ve Oğuz dilleri ile yazılmıştır. Bilinen en eski Türk dili olan Eski Türkçe de bu gruba aittir. Ancak bu gruba ait olmayan Hazarca, Bulgarca ve Çuvaşça gibi Ogur grubu dilleri de vardır. Bu iki grubun ortak bir atadan türediği göz önünde bulundurularak, Ogur dilleri ile Türkiye Türkçesi ve Eski Türkçe dahil tüm Türk dillerinin kökeni Ön Türkçeye dayandırılabilir. Bu dil dönemine ait yazılı kaynakların olmamasından ötürü Ana Türkçe varsayımsal bir 'yeniden oluşturulmuş' dildir ve diğer proto diller gibi belirli bir dönemdeki konuşma dili ile birebir aynı değildir.
Türk dillerinde görülen *ŕ ve *z ile *ĺ ve *š ayrımları bu dönemde gerçekleşmiştir. Ogur grubu dilleri *ĺ ve *ŕ seslerini benimserken Türkiye Türkçesi gibi geriye kalan tüm Türk dillerin atası olacak Şaz Türkçesi *z ve *š seslerini benimsemiştir. Aynı anlama gelen "ogur" ve "oğuz" sözcükleri bu ayrıma örnek teşkil etmektedir. Doğu grubu sözcüğün sonunda "z" sesini kullanırken, Batı grubu "r" sesini kullanmaktadır.
Eski Türkçe
Bilinen en eski Türkçe yazıt olan Orhun Yazıtları Eski Türkçe ile yazılmıştır. Bu yazıttan yola çıkılarak Türk dillerin tarihi 1300 yıl önceye kaynaklandırılmış ancak yazıtlarda kullanılan abecenin gelişmişliği bu dilin daha eski tarihlerde de var olmuş olabileceğine delil oluşturmuştur. Bugünkü Moğolistan'da Orhun (öz adında Orkun) ırmağı yakınlarında bulunan Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarından başka, dönemin tanınmış veziri Tonyukuk'un da kendisi için diktirdiği Ulan Bator kenti yakınlarındaki iki taş, Orhun Yazıtları'nın başlıca örnekleridir.
Eski Türkçe ile ilgili bilgilere Yenisey Yazıtları'ndan da ulaşılabilir. Eski Türkçe hakkında en kapsamlı bilgiler 9. yüzyılda kağıda yazılmış Irk Bitig adlı eserin keşfi ile sağlanmıştır.
Eski Anadolu Türkçesi
Türkçe, onu kullanan göçer evli ve yerleşik kavimlerin Orta Asya, Doğu Avrupa, Sibirya ve Orta Doğu'ya doğru göçleriyle yayılmıştır.
Divânu Lügati't-Türk, Türk dilini anlatan ve bu dilin yetisini göstermek için yazılan ilk sözlük yapıtıdır ve Kaşgarlı Mahmud tarafından 25 Ocak 1072'de yazılmaya başlanmış ve 10 Şubat 1074'te bitirilmiştir. Bu kitap içinde şu tümce bulunuyor: "Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur". Yapıt, Türkçenin varsıl dil bilgisi özelliklerini en çarpıcı biçimde yansıtan bir özelliktedir.
Türkçenin kullanım alanını genişleten bir başka kişi, Karahanlı Devleti'nin üyesi, ikinci bir Türk ve Türkçe kültür abidesi olan Yusuf Has Hacib'dir. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı yapıtı ile Türk dil birliğinin diğer önemli yazılı temelini attı. 1069-1070 yıllarında bu Türkçe yapıtı tamamladı.
Ahmed Yesevi 12 yüzyılda Türk dilinde yazdığı "hikmet" adlı şiirleri bir araya getiren Türk tasavvuf edebiyatının bilinen en eski örneklerini içeren kitap ile Türkçenin kullanımını etkiledi.
13. ve 14. yüzyılda yaşamını süren Yunus Emre Türkçenin, özellikle "Türkçe şiir dilinin" temel ustası ve abidesi olmuştur. Yunus Emre'nin edebiyat tarihi bakımından, önemli bir yanı da Anadolu'da, Türkçe şiir dilinin öncüsü olması ve tasavvuf sorunlarını yalın ve kolay anlaşılır bir dille söyleyişi nedeniyledir. Şiirlerinin ölçüsü, Türkçenin ses yapısına uygun aruz olmakla birlikte söyleyişi akıcı, sürükleyici bir nitelik taşır. Tasavvufun en güç anlaşılır kavramlarını, Türkçenin ses yapısına uygun biçimde dile getirir; şiirinde, duygu ve düşünce birliğinden oluşan bir derinlik görülür.
Hacı Bayram Veli 14/15. yüzyılda Anadolu'da yaşamını süren Türk mutasavvıf ve şair olarak eserlerini Türkçe olarak yazdı ve Türkçenin kullanımını Anadolu’da önemli biçimde etkiledi. Hacı Bayram Veli, Anadolu'da dil ve kültür birliğinin sağlanması için Türkçe eserler yazılmasında Leme’at ve Gülşen-i Raz gibi eserlerin Türkçeleştirilmesinde etkili olmuş, kendisi de halkın anlayacağı dilden Ahmed Yesevi geleneğine uygun olarak şiirler yazmıştır. Devrinde Arapça ve Farsça eser vermek revaçta iken, Hacı Bayram Veli’nin halk ile ilişki kurabileceği Türkçeyi tercih etmesi belli bir olgunluğa işaret eder. Bu olgunluk Anadolu’da dil birliğinin sağlanması ve Türk kültürünün egemen olmasıdır. Türkçecilik akımı yandaşlarını da etkilemiş, bu sufiler özellikle Türkçe yapıtlar vermişlerdir.
Yazıcıoğlu Muhammed, Eşrefoğlu Rumi gibi öğrencilerinin Envaru’l-Aşıkin, Muhammediye, Müzekkinü’n-Nüfus gibi eserleri Anadolu'da yıllarca kolaylıkla okunmuş, halkın elinden düşmemiştir. Ayrıca Akşemsettin, (1389/1390 - 1460), 15. yüzyılın en büyük sufilerinden biridir ve Türkçe ile, (örnek olarak Hayatın Maddesi ve Tıp adında) çeşitli eserler ortaya koymuştur.
Osmanlı Türkçesi
Osmanlı Türkçesi, Osmanlı İmparatorluğu'nda konuşulmuş, Eski Anadolu Türkçesinin ardılı olan bir dildir. Arapça ve Farsçadan etkilenmiş bu dönemin Türkçesinde söz varlığının %88'i bu iki dil kaynaklı olmaktadır. Buna rağmen dilde kullanılmakta olan Arapça kökenli sözcüklerin kaynağı bu iki dilin birbirleriyle direkt etkileşimi yerine, Farsçaya girmiş ve Farsçalaşmış Arapça kökenli sözcüklerin Osmanlı Türkçesine girmesi ile gerçekleşmiştir. Türkçe ve Farsçanın etkileşiminin Osmanlı Dönemi öncesinde modern Türklerin atası halkların Kuzeybatı İran bölgesinde bulunduğu dönemde gerçekleştiği düşünülmektedir. Arapça ve Farsçanın etkileri yalnızca alıntı sözcükleri değil, dilin dil bilgisini de önemli ölçüde etkilemiştir. Alfabe olarak Arap alfabesinin Farsça ve Türkçe için uyarlanmış bir biçimi kullanılmıştır. Bu dile Osmanlıca denilmesi Tanzimat döneminde gerçekleşmiştir.
Ancak modern Türkçenin temeli olan, daha az alıntı sözcüğe sahip ve daha az eğitimli, alt sınıf ve kırsal kesimde yaşayan halkın konuştuğu kaba Türkçe ile edebiyat ve devlet işlerinde kullanılmış Osmanlı Türkçesi, tıpkı Latince ve Halk Latincesinde olduğu gibi düşük bir karşılıklı anlaşılabilirlik göstermektedir.
Dil Devrimi
Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslaşma sürecini tamamlayan Türk Devrimi'nin ya da Atatürk devrimlerinin en önemli basamaklarından ilki, Cumhuriyet'in kuruluşundan 5 yıl sonra yapılan Harf Devrimi, ikincisi de Cumhuriyet'in kuruluşundan 9 yıl sonra yapılan Dil Devrimi'dir.
Dil Devrimi kısaca, Türkçe ile düşünmeyi, Türkçenin bütün bilim, sanat ve teknik kavramları karşılayacak yolda gelişmesini sağlayan eylemdir.
Dil bilimci Kâmile İmer "Dil Devrimi nedir?" sorusunu şöyle yanıtlıyor:
Dili daha çok yerli öğelerin egemen olduğu bir kültür dili durumuna getirmek amacıyla yapılan ve devletin desteğini kazanmış olan ulus çapındaki dili geliştirme eylemine 'dil devrimi' adı verilmektedir.
Her insan düşüncesini sözcükler arasında bağ kurarak oluşturduğu tümcelerle aktarır, bu açıdan bakınca Dil Devrimi aynı zamanda düşüncenin yenileşmesidir. "Dil Devrimi'nin gerçekleşmesini sağlayan etkenler, aynı zamanda onun amaçlarını ortaya koymaktadır. Uluslaşma etkeni dili yabancı öğelerden arındırma amacını, diğeri de kültür dili durumuna getirmeyi amaçlamaktadır. Bu amaçların olumlu sonuçlar vermesi, ortaya çıkan ürünlerin toplumun malı olmasına bağlıdır. Devletin desteği olmaksızın dilde yapılan devrim, bireysel bir eylem olarak kalır; topluma mal olmaz. Dil Devrimi'nin hazırlık evresindeki çabalar, bunun en güzel örnekleridir. Türk Dil Devrimi'nin hazırlık evresi olarak nitelendirebileceğimiz ve Tanzimat Fermanı ile başlayan dönemdeki dili yalınlaştırma istemi toplumu kapsayamamıştır. Ancak, Cumhuriyet'ten sonra, 1932 yılında devletin öncülüğünde Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin kuruluşuyla dilde yapılan yenilikler, ulus çapında bir eylem olarak topluma mal olmaya başlayagelmiştir.."
Türkçe, yapı bakımından çok varsıl bir dil olmakla birlikte, dünya üzerinde de hâlâ çok konuşulan bir dildir. Bu varsıllık her ne kadar içinde yabancı sözcükler bulundursa da, bu durum dilde hiçbir bozukluğa yol açmamıştır. Bunun nedeni de, Osmanlı'nın, zamanında barındırdığı azınlıkların olmasıdır. Çünkü bu nedenle dilde çok fazla yabancı "sözcük alış-verişleri" olmuştur.
Yazı sistemleri
Türkçe, dili kullanan halkların dünyanın çeşitli bölgelerine yayılması ve buradaki kültürler ile etkileşimleri nedeniyle tarih boyunca pek çok yazı sistemi kullanılarak yazılmıştır. Bilinen en eski Türk alfabesi olan ve 8. yüzyılın başlarına tarihlenen Orhun alfabesi, yerini bölgedeki yerel alfabelerden etkilenmiş Eski Uygur alfabesine 10. yüzyıl civarında bırakmıştır. Daha sonra farklı bölgelere yayılan Türk boyları Kiril, Yunan, İbrani ve Latin alfabeleri gibi farklı yazı sistemleri benimsemiştir. Türkiye Türkçesinin de üyesi olduğu Oğuz dilleri konuşurları ise İslam ile temasları sonucunda Fars-Arap alfabesi asıllı yazı sistemleri geliştirmiştir. Bu alfabe, Türkiye Türkçesi için 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilen Latin esaslı yeni Türk alfabesine geçilinceye dek, dilin konuşurlarının temel yazı sistemi olmuştur.
Buna ek olarak, Türkçe konuşulan devletlerde yaşayan, Ermeni, Rum, Süryani, Musevi ve Gürcüler gibi azınlıklar da kendi milletlerinin alfabelerini kullanarak Türkçe eserler üretmişlerdir.
Orhun ve Eski Uygur alfabeleri
Türkçenin bilinen ilk alfabesi, Orhun Yazıtları'nda da kullanılan ve yaygın adıyla Göktürk alfabesi olarak bilinen Orhun alfabesidir. Avrasya'da çeşitli örnekleri bulunan Runik yazıya benzerliğinden ötürü bazen bu şekilde adlandırıldığı da olmuştur. 8. yüzyılın başlarına tarihlenen yazı sisteminin Çin veya Soğut yazı sistemlerinden etkilenerek oluşturulduğu düşünülmektedir. Sağdan sola yazılmış alfabe, Göktürk ve Uygur Kağanlıkları tarafından kullanılmış, Karahoca Uygur Krallığı devrinde ise kullanımı ortadan kalkmıştır.
Eski Uygur alfabesi ise Türk dillerinin bütün yazı çeşitleri içinde en uzun süre kullanılmış olan yazı sistemlerinden biridir. Soğut alfabesinin yakın akrabası olan ve Eski Uygurlar'ın 840 yılında Turfan bölgesine göçmeleri sonucunda Eski Uygurcaya uyarlanmış alfabe, 16. yüzyılda Arap asıllı bir alfabe ile değiştirilene kadar Orta Asya ve İran'ın bazı kısımlarında yüzyıllarca kullanılmıştır. Alfabe yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve bir ebcedin özelliklerini göstermiştir.
Alfabe kullanılarak pek çok Budist ve Maniheist eser yazılmış, Eski Uygurcaya ilk İncil çevirileri gerçekleştirilmiştir. Dunhuang el yazmaları da bu alfabede yazılmış metinler içermektedir. Divanü Lügati’t-Türk’te Kaşgarlı Mahmud, Eski Uygur alfabesini, “Türk alfabesi” adıyla anmaktadır.
Arap asıllı Türk alfabesi
9. yüzyıl civarlarından 20. yüzyılın başlarına dek, yaklaşık 1000 yıl boyunca Türkçe, Arap asıllı alfabeler kullanılarak yazılmıştır. Müslümanlığı benimsemeye başlayan Türk boyları, bu yüzyıllar içinde bu alfabeyi kullanmaya başlamış ve 13. yüzyıl dolaylarında artık bu alfabe, Müslüman Türk boyları arasında ortak bir alfabe özelliği kazanmıştır. Türkçeyi yazmak için kullanılmış bu yazı sistemi her ne kadar Arap alfabesi asıllı olsa da, Arapçada bulunmayan “j, ç, ŋ, p” gibi sesleri içermesinden ötürü Arap alfabesi ile aynı değildir. Uygurlar ve İran Azeriler gibi bazı Türki halklar hâlen Arap alfabesi kökenli yazı sistemleri kullanmaktadır.
Arap asıllı bir alfabe kullanmış olan Osmanlı İmparatorluğu'nda alfabenin üzerinde birtakım düzenleme ve eklemeler yapılarak Osmanlı alfabesi denilen bir alfabe kullanılmıştır. Bu yazı sistemi, Osmanlıcanın Farsça ve Arapça dillerinden alınma söz varlığını yazmak için uygun olmak ile birlikte, dildeki Türkçe kökenli sözcükleri yazarken pek çok zorluk getirmekteydi. Arapça sessiz harfler bakımından zengin, sesli harflerin kullanımı bakımından ise fakir bir dil iken, Türkçe bunun tam tersi özellikler göstermektedir. Bunun sonucunda Arap asıllı Türk alfabesi Türkçede yer alan pek çok fonemi (ses birimi) uygun bir şekilde temsil etmemektedir. Türkçede yer alan bir ses için Arap asıllı alfabede 4 farklı harf bulunurken, kimi sesler için ise sesi temsil edecek uygun bir harf bulunmamaktadır. Özellikle telgraf ve matbaanın 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda yaygınlaşması ile Arap asıllı Türk alfabesinin Türkçede yer alan sesleri temsil edememesi daha da büyük bir sorun hâline geldi.
Diğer Türk alfabeleri
Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan ve ifade dili olarak Türkçeyi kullanan Ermenilerin bir kısmı günlük hayatlarında ve edebiyatta Ermeni alfabesi kökenli bir yazı biçimi kullanmıştır. Bu alfabe Anadolu Ermenicesi de denilen Batı Ermenicesi'nin alfabesini baz alır; ancak Ermeni diline özgü olan Ծ Ձ Ց harfleri Türkçe yazarken kullanılmaz. Bu şekilde yazılmış oldukça fazla eser bulunmaktadır ve alfabe Tanzimat sonrası Osmanlı Devleti'nin en önemli azınlık yazı sistemi olarak nitelendirilmiştir. Özellikle Katolik ve daha az bir şekilde Protestan Ermeniler tarafından kullanılmış bu alfabe, Vartan Paşa tarafından yazılmış ve ilk Türkçe roman olan Akabi Hikâyesi'nin yazıldığı alfabe de olmuştur. 1841 yılında yazılmış Türkçe İncil'de Ermeni harfli Türkçe eserlerden biridir. Bu eserlere Türkiye'nin çeşitli kütüphanelerinde ulaşmak mümkündür. Bunun yanında Paris ve Venedik'in yanında bulunan St. Lazar adasında da bu eserlere ait kütüphaneler bulunmaktadır.
Osmanlı döneminde Karamanlıca ismi verilen bir Anadolu Türkçesi benimsemiş; ancak dinen Rum Ortodoks Kilisesi'ne bağlı bir halk olan Karamanlılar, Türkçeyi Yunan alfabesi kullanarak yazmışlardır. Halk, kullandıkları Helen alfabesi ile gazete, dini metin ve edebi eserler gibi çeşitli Türkçe metinler ortaya koymuştur. Türkçe ve Azerice dillerinde yazılmış; ancak Gürcü alfabeleri kullanılmış 18. yüzyıla tarihlenen tıbbi ve dini pek çok metin ile Türkçe-Gürcüce sözlükler de bulunmaktadır. İbrani alfabesi ile yazılmış Yahudi Türkçesinin ise ilk örnekleri 16. yüzyıla uzanmaktadır; ancak diğer azınlık alfabeleri ile yazılmış Türkçe metinlerin aksine bu yazıtların ana amacı, o dönemde Yahudi İspanyolcası konuşmuş Osmanlı Musevilerine Türkçe öğretmektir. Süryani alfabesi ile yazılmış Türkçe dua, şiir ve gazeteler de bulunmaktadır.
Latin asıllı Türk alfabesi
1 Kasım 1928 tarihinde, eski Arap asıllı Türk alfabesinin yerine, Latin yazısından Türkçe için uyarlanan bu 29 harfli alfabe kabul edilmiştir. Harf Devrimi, Türkiye'de bu kanunun kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi sürecine genel olarak verilen isimdir. Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Balkanlar’da Türkçe için bu alfabe kullanılır.
Türk alfabesinin içeriği, Latin harflerini yazı sistemlerinde kullanan diğer ülkelerin alfabeleriyle birebir aynı olmayıp Türk dilinin seslerini karşılamaları amacıyla türetilmiş harfleri bulundurmaktadır (Ç, Ş, Ğ, I, İ, Ö, Ü). Ayrıca ISO temel Latin alfabesinde yer alan Q, W ve X harfleri Latin asıllı Türk alfabesinde yer almaz.
Alfabede genellikle her bir harf bir foneme eş değerdir; ancak bazı harfler birden fazla sesi teşkil edebilir. Buna örnek olarak 'e' harfinin "gelmek" sözcüğünün ilk hecesinde /æ/ sesini, son hecesinde ise /e/ sesini teşkil etmesi verilebilir. Türk alfabesindeki harflerin okunuşları bazı Batı dillerindeki harflerin okunuşlarından da farklıdır. Örneğin C harfinin okunuşu Türkçede iken İngilizcede olarak okunabilir.
Türkçe ağızları
Günümüzdeki standart Türkçe, İstanbul'da konuşulan Türkçe ağzı örnek alınarak oluşturulmuştur. Bu "İstanbul Türkçesi", Türkçeyi yazarken ve konuşurken model teşkil etmektedir ve kullanımı 1910'larda Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin gibi Türk yazarlar tarafından önerilmiştir. Buna rağmen günümüzde modern Türkiye Cumhuriyeti'ni de kapsayan tarihî Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasında hâlâ konuşulmaya devam eden Türkçe ağız ve lehçeleri bulunmakta ve bu ağızlar özellikleri bakımından çeşitli gruplara ayrılmaktadır. Bu gruplara, kendi içlerinde de alt gruplara ayrılan Anadolu, Rumeli, Kıbrıs, Suriye ve Irak diyalekt bölgeleri dahildir. Ağızlar arasında bulunan bazı farklılıkların nedeni, bölgeye göre Lazca, Azerice, Arapça, Kürtçe veya Yunanca'nın bölgede konuşulan Türkçeye olan etkileridir. Türkçenin bu alt dil grupları Türk araştırmacılar tarafından şive veya ağız olarak adlandırılıyor.
Anadolu ağızları
Anadolu ağız bölgesi, Türkiye’nin Anadolu topraklarını içerir. Türkçe konuşan en büyük ve nüfusça en yoğun bölge olan Anadolu, içinde yer alan ana ağız grupları bakımından Doğu Grubu, Kuzeydoğu Grubu ve Batı Grubu olarak üçe ayrılır. Prof. Dr. Leylâ Karahan'ın Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması adlı çalışması Anadolu ağızları üzerine yapılmış en geniş akademik çalışmadır. Anadolu'da özellikle Karadeniz Bölgesi, Güneydoğu Bölgesi ve Ege Bölgesi'nde ağız farklılıkları belirgindir; ancak bu ağızlar, küçük yaşlardan itibaren eğitimde yazı dilinin kullanımı, basın-yayın gibi bazı nedenlerle yavaş yavaş kaybolmaktadır.
Ağızlar arasında pek çok ses değişimi vardır. Anadolu ağızlarında"açık e" (/ǝ/), "hırıltılı h" (/ḫ/) ve "öndamaksıl n" (/ŋ/) sesleri, İstanbul ağzında bulunmamaktadır. Ege ağızlarında /r/ sesi kaybolmuştur: var-vā gibi. Orta Anadolu ağızlarında /k/ sesi, /g/ olmuş (Konya-Gonya, keçi-geçi), p-b ses değişimi de yaşanmıştır (piliç-biliç). Kayseri yöresinde ö-ü sesleri değişmiştir: öküz-oküz gibi. Doğu ve güneydoğu ağzında ise Arapçaya özgü, alem-a'lem gibi gırtlak sesleri bulunmaktadır. Karadeniz ağızlarında b-p değişimi görülür: bunu-puni.
Rumeli ağızları
Türkçenin ağızlarından Rumeli kolu ana ağız grupları bakımından Doğu Rumeli ve Batı Rumeli olarak ikiye ayrılır. Ayrıca bu ağız yörelere göre Gagavuzca ile benzer veya aynı özellikler taşımaktadır.
Batı Rumeli kolunun özellikleri Gyula Németh’in “Bulgaristan Türk Ağızlarının Sınıflandırılması Üzerine” adlı makalesinde, 8 maddede gösterilmiştir. Sonrasında birçok çalışmada da bu madde açıklaması benimsenmiş, uygulanmıştır. Batı Rumeli sahasının coğrafi sınırları Bulgaristan’da Tuna’nın hemen güneyindeki Lom’dan doğuya doğru Vraça, Sofya, Samokov’dan doğuya doğru ilerleyip Köstendil’e uzanır. Ayrıca Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Sırbistan'da Adakale'yi uç olarak kapsar. Kosova da Batı Rumeli Türkçesinin içinde yer alır.
Doğu Rumeli ağız bölgesi ise Batı Rumeli’nin doğusunda kalan bütün alanı kapsar. Bulgaristan’da Lom, Vraça, Sofya, Samokov ve Köstendil şehirlerinin doğusundan itibaren ülkenin tamamı, Yunanistan, Makedonya’nın güney kesimleri ve Türkiye’nin Trakya’sı (Doğu Trakya) bu sahanın içindedir.
Kıbrıs ağızları
Kıbrıs ağızları, Kıbrıs'ta, daha ziyade yerli Kıbrıs Türklerinin konuştuğu, Türkçe ağzıdır. Türkiye'nin Taşeli yöresi ağzıyla (Alanya - Anamur - Aydıncık) benzerlik gösterir.
Kıbrıs ağızlarıyla ilgili ilk bilimsel çalışma Hasan Eren’in 1963 yılındaki bildirisidir. Eren 1959 yılında adada yapmış olduğu üç aylık bir araştırma gezisi sırasında bazı köylerden derlediği malzeme yardımıyla Kıbrıs ağzının kökeni meselesini ele almıştır. Eren’in görüşüne göre Kıbrıs ağzının oluşumunda önce Konya ve yöresi, sonra da Antalya, İçel, Alanya gibi yerlerden yapılan göçler rol oynamıştır. Bu durum, adanın Osmanlı egemenliğine geçmesinden sonra Kıbrıs’a gönderilen Türk nüfus hakkındaki tarihi belgelerle de örtüşür.
Diğer ağızlar
Suriye sahası, Türkçenin Batı Grubu ve çoklukla Doğu Grubu ağızlarına benzeyen bir ağız bölgesidir. Bu bölge, Suriye Türklerinin ağızlarının konuşulduğu alt ağız bölgesidir. Standart dil olarak Türkiye Türkçesi yazı dili kullanımdadır. Suriye bölgesi konusunda ağız çalışmaları beklenen düzeyin altındadır.
Irak sahası, Türkçe ile Azericenin sınırdaş oldukları bir sahadır. Kerkük, Musul, Telafer gibi yerleşim yerlerinde konuşulur. Standart dil olarak Türkçenin yazı dili kullanımdadır. Kafkaslar’ın batı sahası için de benzer durum söz konusu edilmiştir. Gürcistan ve Ermenistan’ın yer aldığı bu saha da iki büyük Oğuz grubunun kesişim alanındadır.
Dil bilgisi
Dil bilgisi ya da gramer, bir dilin ses, biçim ve cümle yapısını inceleyip, kurallarını saptayan bir bilim dalıdır. Türkçe bu hususta sondan eklemeli bir dildir ve dilde pek çok son ek kullanılmaktadır. Bir sözcükte birden fazla ek yer alabilir ve bu ekler yapım ekleri ve çekim ekleri olmak üzere iki kategoriye ayrılır. Yapım ekleri, isimlerden ve sıfatlardan fiil, fiillerden de isim ve sıfat üretmek için kullanılır. Çekim ekleri ise sözcüğün anlamında değişikliğe yol açmadan sözcüğün hali, sayısı, kişisi gibi özelliklerini belirtir. Dilin eklemeli olma özelliği, Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdanmışsınızcasına gibi pek çok uzun sözcüğün yaratılmasına olanak sağlamaktadır. Bu kadar uzun sözcükler bir istisna olsa da, günlük hayatta ve medyada uzun sözcüklere sıklıkla rastlanılmaktadır. Dilde bulunan tek yerli ön ek ise, aliterasyon ile oluşturulan, sımsıcak ve masmavi gibi bir özelliği kuvvetlendirici eklerden oluşur.
Türkçede doğru tümce yapısı, özne, tümleç, yüklem biçimindedir; ancak Türkçe esnek bir dildir. Bu yüzden günlük yaşamda devrik tümceler sıklıkla kullanılır. Örneğin, "Bugün yazılı sınav olacağız." tümcesine eşdeğer "Yazılı sınav olacağız, bugün." tümcesi kurulabilir. Bu tür tümceler daha şiirsel anlatıma sahiptir. Türkçede kısa yoldan anlatım da ön plandadır. Örneğin, "sobayı yak" derken "sobanın içindeki odun ve kömürleri yak" anlamındadır. Bunun dilbilgisindeki adı "ad aktarması"dır.
Türkçede kişi adılları altı tanedir. Örneğin Türkçede, ben, sen, o, biz, siz, onlar biçimindedir. Türkçedeki önemli bir başka özellik, "siz" adılının kibar olarak 2. tekil kişiyi (sen) belirtmesidir.
Tarihçe
Bir Türk dilin dilbilgisi hakkında tarihteki ilk kaynağın Kaşgarlı Mahmud'un 11. yüzyılda yazdığı düşünülen “Kitâbu Cevâhirü’n-nahv” adlı kitabı olduğu varsayılmaktadır; ancak günümüzde yapıt hâlâ bulunmamıştır.
Türkçe yazılmış ilk dilbilgisi kitabı Bergamalı Kadri'nin “Müyessiretü’l-Ulûm” (1559) adlı yapıtıdır. Yapıtta örnekler Türkçedir, fakat dil kuralları Arapçanın kurallarına uydurulmuştur. Tanzimat döneminde başta Ahmet Cevdet (1851) ve Fuat Paşa'nın (1865) kitaplarında Osmanlıcanın yapısı göz önünde tutulmuştur. 1908'de ilan edilen Meşrutiyet'ten sonra, Hüseyin Cahit’in “Sarf ve Nahiv” adlı eserinin dilbilgisi konusunda önemli bir yeri vardır. Bu kitapta Fransızca dilbilgisinin etkisi görülür. Cumhuriyet Döneminin ilk esaslı dilbilgisi kitabı, İbrahim Necmi Dilmen’in 1939 tarihli “Türkçe Gramer” adlı yapıtıdır. 1940′tan sonra pek çok Türkçe dilbilgisi kitabı yazılmıştır. Bunlardan önemli olanları: Tahsin Banguoğlu’nun “Ana Hatlarıyla Türk Grameri” (1940), Tahir Nejat Gencan’ın “Dilbilgisi” (1950-1954) ve Muharrem Ergin’in “Türkçe Dil Bilgisi”dir (1958)
Sözcük türeme farkı
Özelliği gereği sona eklemeli bir dil olduğundan Türkçede basit bir kökten çok sayıda sözcük türetmek mümkündür. Bu özelliğin bulunmadığı Hint-Avrupa dilleri kolundan gelen İngilizce, Almanca ve İspanyolca aşağıda Türkçe ile karşılaştırılmıştır.
Ve eylemden türeme:
Yeni sözcükler ayrıca var olan iki eski sözcüğün birleşmesi ile de yaratılır. Bu, Türkçe ve Almanca ile İngilizcenin paylaştığı bir ayrıklık benzerliği oluşturur. Altta bazı örnekler:
Eklerle tümce oluşturma
Diğer yaygın olarak konuşulan dillerle karşılaştırıldığında, daha az sayıda sözcük ve harf ile daha çok bilgi aktarmak olanaklıdır. Diğer pek çok dilde olmayan bir özelliğe göre, bir sözcük köküne ekler ekleyerek, tek sözcüklü tümce oluşturulabilir.
Büyük ve küçük ünlü uyumu
Türkçede büyük ünlü uyumu ve küçük ünlü uyumu olarak bilinen iki ünlü uyumu vardır. En yaygın ve kapsamlı olan, büyük ünlü uyumudur. Küçük ünlü uyumu, Türkçede genelde geçerli iken, diğer Türk dillerde bu uyum pek aranmaz zira küçük ünlü uyumu, ileri ve keyfî bir uyum düzeyidir.
Büyük ünlü uyumu konusunda kural dışı kalan çok az sözcük mevcuttur ki, bunların büyük bir kısmı yabancı kökenli sözcüklerdir. İstisna oluşturan birkaç sözcük de, köken bakımıyla Türkçe olup uyum dışına çıkan sözlerdir: elma (<< alma); ücra (<< uçra) gibi. Bu kurala göre Türkçede bir sözcüğün ilk hecesinde kalın bir ünlü (a, ı, o, u) varsa, izleyen hecelerde de kalın heceler; ince bir ünlü (e, i, ö, ü) varsa, izleyen hecelerde de ince ünlüler yer alır. Küçük ünlü uyumunda sözcüğün ilk hecesi düz ünlüyle başlamışsa (a, e, ı, i) diğer hecelerde düz ünlüyle devam eder.
Örnek:
büyük ünlü uyumu: balta - baltalar; arı - arılar; top - toplar; uçak - uçaklar
küçük ünlü uyumu: ev - evler; istek - istekler; örtü - örtüler; ünlü - ünlüler
Ses bilimi (fonoloji)
Türkçede iki adet ses ya da fonem grubu vardır. Bunlardan ilki ağızdan sürekli ve engelsiz çıkan ünlü seslerdir. Türkçede dokuz adet ünlü ses bulunur. Bunlar
/ä/,
/e/,
/ɛ/,
/i/,
/ɯ/,
/o/,
/ø/,
/u/,
/y/ sesleridir. Bunlardan beşi ince, dördü kalındır. Bunlardan,
/ɛ/,
/e/,
/i/,
/ø/ ve
/y/ sesleri, ince seslerdir. Diğer
/ä/,
/ɯ/,
/o/ ve
/u/ sesleri ise kalın seslerdir. Türkçede bulunan diğer bir ses grubu ise ünsüz seslerdir.
Ünsüz sesler
Türk dilleri arasında bazı ses farklılıkları vardır. Örneğin arka damaksıl genizcil n sesi olan [ŋ] sesi Türkiye Türkçesinde, Azerbaycancada ve bâzı diğer Türk dillerinde yoktur. Buna rağmen [ŋ] Öz Türkçe bir sestir. İlk Türkçede bu ses /nk/ olarak geçer. Bazı örnekleri şunlardır: menke (baŋa), bunk (buŋ), tenkri (taŋrı), -nink (-niŋ)... Zaman içinde düşen [g] sesi [ŋ] sesinin de yok olmasını sağlamıştır. Bir başka farklılık ise [ʒ] sesidir. Diğer Türk dillerinde bu ses bulunmaz; ancak Kazakçada bu durum farklıdır. Öz Türkçe /j/ sesleri, yani "y" sesleri [ʒ] yani "j" seslerine dönüşür. Örneğin: yok → joq, yıl → jıl, yay → jay... Aynı durum Kırgızca için de geçerlidir. Türkçede [d͡ʒ] yani "c" sesi olmamasına rağmen Kırgızcada baştaki [j] yani "y" sesleri bu sese dönüşmüştür. Örneğin: yol → col, yıldız → cıldız... Bunun dışında bâzı sesler ise yalnızca Türkiye Türkçesi ve Azerbaycanca, Türkmence gibi daha batıda ve Oğuz öbeği içerisindeki dillere özgü sesler vardır. Örneğin ince ünlülerle kullanılan "ğ" sesi /ʝ/ ve kalın ünlülerle kullanılan "ğ" sesi /ɣ/ Öz Türkçede bulunmaz. Buna rağmen Oğuz grubu dillerde bulunur. Bu seslerin tümü "g" yani /ɟ/ sesinden gelir.
Ünlü sesler
Eski Türkçede uzun ünlü bulunduğuna dair ortaya konan çalışmalar bulunmakla birlikte bugünkü Türkçede Arapça ve Farsça gibi dillerden alınan sözler ve hakan, hatun, yarın, niçin gibi bazı istisnalar dışında uzun ünlülü sözcük bulunmaz.
Türkçede ses evrimi
Türk dillerinde zaman içinde değişen belli başlı sesler vardır. İlk Türkçeden bu yana değişimi olağan olan evrimler olduğu gibi değişimi olağan olmayanları da vardır.
Eski Türkçede ilk ve son sesteki -b- ve -b sesleri -w- ve -w seslerine dönüşür. Buna bir örnek: eb (Göktürkçe) → ew (Uygurca → ev (Oğuzca) Ayrıca burada görüldüğü gibi, -b sesinden gelen -w sesleri zamanla -v seslerine dönüşebilir. Baştaki b- sesleri w- sesine dönüşmez.
Türkçedeki en büyük ses değişimlerinden biri d>y değişimidir. Eski Türkçede bulunan neredeyse bütün -d- ve -d sesleri, -y- ve -y seslerine dönüşmüştür, buna rağmen d- sesleri kalmıştır. Bu değişme birçok Türk diyalektinde gerçekleşmiştir. Buna örnek: édgü (Eski Türkçe) → éyü → iyi, adrı (Eski Türkçe) → ayrı (Oğuzca)
Türkçede ŋ>n dönüşümü vardır. Ancak bu dönüşüm yalnızca Batı Türkçeleri içindir. Azerbaycan Türkçesi, Balkan Türkçesi, Türkiye Türkçesi ve diğer batı lehçeler dışında /ŋ/ sesleri korunmuştur ve hâlâ kullanılmaktadır. (örneğin: geliniz (Türkiye Türkçesi), geliŋiz Türkmence) Bu evrime örnekler: biŋ- → bin-, soŋ → son, beŋiz → beniz... Aynı zamanda, yine batı lehçeleri için olan ŋ>m dönüşümü vardır; ancak bu evrim asla kökte olmaz. her zaman türemiş veya birleşik sözcüklerde olur. Örneğin: koŋşu → komşu, toŋuz → domuz, köŋlek → gömlek
Türkçede é>i, i>é, é>e, e>i sesleri birbirine dönüşür. Bu üç ses arasında en açık olanı /é/ (/ɛ/), en kapalı olanı ise /i/ (/i/) Bu dönüşümlerden e>i dönüşümü direkt değildir. Yani ses direkt e>i biçiminde olmaz. Buradaki /e/ sesi önce /é/ daha sonra /i/ sesine dönüşür. Ancak bu evrim çok hızlı olduğundan yazılı kaynaklarda belirtilmez. Bu yüzden böyle geçer. Bu evrime örnekler: éyi → iyi; bir- → ver-; béş → beş; eşit- → işit-
Türkçede k- sesleri g- seslerine dönüşür. Örneğin: kel- → gel-, kit- → git-, kök → gök
Türkçede t- sesleri d- seslerine dönüşür. Örneğin: tag → dağ, til → dil, tök- → dök-
Türkçede b- sesleri v- seslerine dönüşür. Örneğin: bar- → var, bir- → vir- → ver-, bar → var
Türkçede b- sesleri p- seslerine dönüşür. Örneğin: barmak → parmak, büre → pire, buŋar → pınar
Türkçede -g sesleri -ğ seslerine, sonra -v seslerine dönüşür. Örneğin: kog- → koğ- → kov-, tög- → döğ- → döv-
Türkçede ü sesleri i seslerine dönüşür. Örneğin: düz- → diz-, büre → pire
Türkçede o sesleri u seslerine dönüşür. Örneğin: oyan- → uyan-, yokaru → yukarı, bodun → budun → buyun
Türkçede ö sesleri ü seslerine dönüşür. Örneğin: közel → güzel, kökerçin → güvercin
Türkçede ü sesleri e seslerine dönüşür. Örneğin: törü → töre, töpü → tepe
Türkçede u sesleri a seslerine dönüşür. Örneğin: boguz → boğaz
Türkçede basit zamanlar
Geçmiş zaman
Türkçedeki geçmiş zaman işlevi iki ayrı ek ile yapılır. Bunlardan ilki, görülen geçmiş zaman olarak, bir eylemin artık sona ermiş olduğunu anlatmak için, şu an itibarıyla anlamındaki "Di" sözcüğünün bir sonek haline gelmesiyle -dı, -di, -du, -dü; -tı, -ti, -tu, -tü şekilleriyle yapılır. ve ikincisi öğrenilen geçmiş zaman olarak haberdar etmek anlamındaki "Muş-mak" fiilinin bir sonek haline gelmesiyle -mış, -miş, -muş, -müş şekilleriyle yapılır. Bu şekil çokluğunun nedeni Türkiye Türkçesinde ileri düzeydeki ünlü ve ünsüz uyumudur. (Örneğin, gel- eylemine -di eklenip geldi oluşturulurken, git- eylemine -ti eklenip gitti kurulur. Bu örneklerin ilkindeki “l” ünsüzü “d”yi kabul ederken, “e” ünlüsü de “i”yi kabul etmiştir. İkinci örnekteki “t” ünsüzü ise d yerine “t”yi kabul etmekte ve “i” ünlüsü de “i”yi kabul ederek eklenmektedir.)
Öğrenilen geçmiş zaman (-mış, -miş, -muş, -müş) tümceye öğrenilmişlik, duyulmuşluk, haberdar edilmişlik anlamı katmaktadır. Görülen geçmiş zamanda (-dı, -di, -du, -dü; -tı, -ti, -tu, -tü) ise tümceye görülen bir sonuç bilgisi vermektedir. Zaman ekinden sonra kişi eki gelir: de-di-m, yetiş-ti-k, sor-du-lar vb.
Şimdiki zaman
Türkiye Türkçesinde şimdiki zamanlı bir tümce kurabilmek için eylem kökünün sonuna “-yor” eki getirilir. Geniş Türkçe coğrafyası içinde yalnızca Türkiye Türkçesinde bulunan bu ek, tarihî nedenlerden ötürü tek şekillidir (sadece -yor): geliyor, bakıyor, düşüyor, soruyor vb.
Bu ek aslında bir ek değildir. İlk Türkçe bu ek "yor-mak" fiilinden gelen ve o an için hangi eylemle uğraşıldığını anlatmak için kullanılan bir ektir. Örneğin "geliyorum" demek için "kel-i yorur-u-men" derlerdi. Burada "kel-", "gel-" anlamında, "i" "hakkında" anlamında, "u" "işaret zamiri" olarak ve "men" ise "ben" anlamındadır. Zaman için çok kullanılan bu yapı Türkçenin sondan eklemeli olması nedeniyle ekleşmiştir. Ancak her zaman "-yor" biçiminde kalır.
“-yor” eki, eylemlerden sonra gelirken, ekle eylem arasına, kalın-ince durumuna göre "hakkında" anlamında bir yardımcı ses alır: gel-i-yor, dur-u-yor vb. Ünlü ile biten eylemlerde, bu ünlü harf yardımcı sese dönüşür. Bu tür durumda yalnızca ek okunur: de-i-yor > diyor, başla-ı-yor > başlıyor, susa-ı-yor > susuyor vb.
Bu şimdiki zaman eki, hem şekli hem kullanım tarzı açısından, Türkiye Türkçesinde ayrıklı bir özelliğe sahiptir. Zaman ekinden sonra kişi eki gelir: seslen-i-yor-uz, dur-u-yor-um vb.
-mekte -makta ekleri de tümceye şimdiki zaman anlamını kazandırır.
Ders çalışmaktayım.
Seni düşünmekteyim.
Türkçede Şimdiki Zaman Tablosu (-yor):
Türkçede Şimdiki Zaman Tablosu (-makta):
Gelecek zaman
İlk Türkçe bu zaman ekleri "Çak-mak" ve "Çek-mek" fiillerinden gelen eklerdir.
"-A-cak" ve "-e-cek," şekilleri ile yapılır. Ünsüzden sonra ek doğrudan gelirken, ünlü ile biten eylemlere eklenmeden önce, yardımcı ünsüz olarak y harfiyle başlar.
Türkçede Gelecek Zaman Tablosu (-acak):
Geniş zaman
Eski Türkçe bu zaman ekleri "Var-mak" ve "Er-mek" fiillerinden gelen eklerdir.
Öznenin bir eylemi yapma ihtimalinin var olduğunu veya bu imkana ermiş olduğunu yani bu fiili işleme imkanına sahip olunduğunu ifade eder.
(Yap-a-Var-sen) >Yaparsın = yapma şansın var veya (Git-e-Er-ler) > Giderler = gitme imkanına erdiler, gitme fırsatı elde ettiler anlamındadır.
Türkiye Türkçesinde geniş zaman eylem sonuna -r, -er, -ar ek şekillerinden biri getirilerek oluşturulur.
Türkçede Geniş Zaman Tablosu (-r):
Türkçede birleşik zamanlar
Türkçede zamanlar çok çeşitlidir ve varlıklıdır. Yalnızca bir zaman belirtmek zorunda olmazsınız. Türkçede bunun için ek eylem yapısı vardır. Türkçede ek eylem dört ayrı çekimlidir. Bunlardan biri ek olarak kullanılan "'-dir'" diğerleri ise "'idi'", "'imiş'", "'ise'" olmaktadır. Bunların dördü de olmak (İlk Türkçede bolmak) anlamına gelen i- eyleminden gelir. Bu eylemin İlk Türkçede durumu "er-" biçimindedir, zamanla "i-" biçiminde kalmıştır. Türkçede ek eylem için "olmak" eylemi kullanılmaz. Çünkü bu eylem, yardımcı eylem olarak kullanılır, bunun yerine "er-" eylemi ek eylem olarak kullanılır. Bu yüzden kullanılmaz ancak kullanılması anlamsız kalmaz.
Görece Geniş Zaman
İlk Türkçe bu ek "Dur-mak" fiilnden gelen bir ektir.
Resmi dilde sadece üçüncü tekil ve üçüncü çoğul şahıs eki olarak sürecin böyle devam ettiğini anlatır ve bir kesinlik ifade eder.
Günlük dilde ise sürecin böyle göründüğünü anlatır ve sadece bir tahmin ifade eder
Türkçede herhangi bir zamanın genişini (-dir) eki yapar.
Türkçede Görece Geniş Zaman Tablosu (yaz-):
Görülen geçmiş zaman
Türkçede herhangi bir zamanın görülen geçmişini "idi" yapar. Ancak bu ekleşebilir de. Örneğin "yazmış idi" yerine "yazmıştı" kullanılabilir. Böyle ekli kullanım günlük yaşamda daha çok kullanılır; ancak yazı dilinde "idi" biçiminde geçebilir.
Türkçede Görülen Geçmiş Zaman Tablosu (yaz-):
Duyulan geçmiş zaman
Türkçede herhangi bir zamanın görülen geçmişini "imiş" yapar. Ancak bu ekleşebilir de. Örneğin "yazmış imiş" yerine "yazmışmış" kullanılabilir. Böyle ekli kullanım günlük yaşamda daha çok kullanılır; ancak yazı dilinde "imiş" biçiminde geçebilir.
Türkçede Duyulan Geçmiş Zaman Tablosu (yaz-):
Şart
Türkçede herhangi bir zamanın görülen geçmişini "ise" yapar. Ancak bu ekleşebilir de. Örneğin "yazmış ise" yerine "yazmışsa" kullanılabilir. Böyle ekli kullanım günlük yaşamda daha çok kullanılır; ancak yazı dilinde "ise" biçiminde geçebilir.
Türkçede Şart Tablosu (yaz-):
Diğer birleşik zamanlar
Türkçede birleşik zamanlı yapan yapan "i-" eyleminin yanında aynı anlamda "ol-" eylemi de görev yapar. Hiçbir zaman "-yor" ve "-acak" eklerini almayan "i-" eyleminin bu eksikliğini "ol-" eylemi doldurur. Örneğin "gitmiş iyorlar" yerine "gitmiş oluyorlar" kullanılır.
-mış olacak
Türkçede birleşik zaman yapan "ol-" eyleminin görevlerinden biri "-mış olmak" yapmaktır. Buna göre eylem duyulan geçmiş zamana göre çekimlenir, daha sonra olacak eylemini alır, ki bu yüklem olur, sonra kişi eki koyulur.
Türkçede -mış olacak Tablosu (yaz-):
-yor olacak
Türkçede birleşik zaman yapan "ol-" eyleminin görevlerinden bir diğeri "-yor olmak" yapmaktır. Buna göre eylem şimdiki geçmiş zamana göre çekimlenir, daha sonra olacak eylemini alır, ki bu yüklem olur, sonra kişi eki koyulur. Bu biçimde çekimlenen eylemler "gelecek zaman" anlamı vermezler; ancak gelecek zaman içerisinde yapılıyor olacağını belirtir. Bu da bir iş kılışın, oluşun veya durumun gelecekte yapılıyor olacağını gösterir.
Türkçede -mış olacak Tablosu (yaz-):
Söz varlığı
1998 yılında TDK tarafından yayınlanmış ve yalnızca günlük kullanımı yaygın sözcüklerin dahil edildiği, Türkçe Sözlük'e göre Türkçede yer alan sözcüklerin %35'i Arapça, %34'ü Batı dilleri, %24'ü Türki ve %7'si Farsça kökenlidir. Yaklaşık 46.000 sözcük içeren Misalli Büyük Türkçe Sözlük'''teki mevcut sözcüklerin kökenleri %39 Arapça, %32 Türki, %17 Batı dilleri ve %12 Farsça olarak belirlenmiştir. Ardından, 52997 sözcük içeren 1996 basımı Büyük Türkçe Sözlük'te veriler %51 Türki, %28 Arapça, %14 Batı dilleri, %7 Farsça olarak verilmiştir. Ötüken Neşriyat'ın hazırladığı Türkçe Sözlük'te 246.000 sözcük bulunmaktadır.
Şu an için, Türkçenin en gelişmiş sözlüğü Büyük Türkçe Sözlük’te söz, deyim, terim ve ad olmak üzere toplam 616.767 söz varlığı bulunmaktadır. Türkçenin bütün söz varlığını bir araya getiren ve ortak bir veri tabanında kullanıma sunulan Büyük Türkçe Sözlük (TDK), yazı dilinin söz varlığının yanı sıra bütün bilim, sanat ve spor terimlerini, yer adlarını, kişi adlarını, Türkiye bölge ağızlarındaki ve kaynaklardaki sözcükleri, deyimleri içermektedir.
Türkçedeki yabancı kökenli sözcükler
Her ne kadar Atatürk'ün dil devrimi ile Türkçe, kökeni Arapça ve Farsça olan sözcüklerden arındırılmaya çalışıldıysa da, dil devriminin politik etkenlerle aksamasından ötürü bu iki dilden sözcükler, Fransızca sözcüklerle birlikte Türkçe sözlüğün önemli bir bölümünü oluşturmayı sürdürmektedir. Ancak Arapça ve Farsçadan gelmiş sözcüklerin bir bölümü o denli Türkçeleşmiştir ki Arap veya Fars dilindeki durumundan oldukça farklıdır ve kimi sözcüklerin anlamı da farklılaşmıştır.
Yabancı kökenli sözcüklerden bazı örnekler:
Arapçadan: insan, asker, hain
Farsçadan: ateş, rüzgâr, düşman
Fransızcadan: kuzen, kuaför, hoparlör, detay, anten, tuvalet, polis
İtalyancadan: politika, fanila, kundura
İngilizceden: pikap, video, çita, medya, sandviç
Yunancadan: liman, kiraz
Almancadan: şalter, general, panzer
Türkçeden diğer dillere geçmiş sözcükler
Geçmiş sözcüklerin hepsi Türki kökenli olmamakla birlikte Osmanlı'nın etkisiyle Osmanlı Türkçesi Balkan, Kafkas ve Orta Doğu coğrafyasında yaşamış Yunan, Ermeni, Slav ve Arnavut halklarının dilleri üzerinde önemli etkiler bırakmıştır.
Türkçe kökenli ya da alıntı sözcüklerden bazı örnekler:
bıçak: Macarca "bicska"
cacık: Yunanca "tzatziki"
çaprak: Almanca "Schabracke"
dilmaç (çevirmen): Almanca "Dolmetscher"
dolma: İngilizce "dolma", Yunanca "dolmadaki"
köşk: Slavca, Almanca "Kiosk"
ordu: Almanca, İngilizce ve Fransızca "Horde"
yelek: İngilizce ve Fransızca "gilet", İspanyolca "gileco, jaleco, chaleco", Arapça "jalikah"
yoğurt: İngilizce "yoghurt", Fransızca "yaourt", Almanca "Joghurt", İspanyolca "yogur", Yunanca "yiaorti"
Türkçe sanılan yabancı kökenli sözcükler
Bazı Türkçe kökenli kabul edilen sözcükler, Sevan Nişanyan gibi çeşitli kişiler tarafından yabancı kökenli oldukları iddia ediliyor. Özellikle Soğdcadan birtakım alıntı gerçekleştiği sanılıyor ya da tersine Türkçeden Soğdcaya. Bu durumda kimin kimden alıntı yaptığı kesinlik kazanmamıştır, başka bir olasılık ise karşılıklı etkilenme de söz konusu olduğudur. Bu durum, Eski Türkler ve Soğdların iç içe yaşadıklarından kaynaklanabilir. Bunun yanında Toharca, Orta Farsça ve Türkçe karşılıklı etkilenme olduğu öngörülüyor. Çin’de Uygur Türklerin yaşadığı ve özerkliğe sahip olan Sincan (Doğu Türkistan) bölgesinde İranî olan Partça, Orta Farsça, Soğdca ve Sakaça dillerinden yazı buluntular tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra Hint-Avrupa dil ailesinin içinde ayrı gruba ait olan Toharca'dan da yazılar bulunmuştur.
Türkçe olmadığı sanılan sözcüklerin kökleri hakkında yaklaşımlar:
Bu sözcüklerin kökenleri hakkında farklı değerlendirmeler için Hasan Eren'in köken bilimi çalışmalarına da bakılabilir.
Unutulmuş sözcükler
Türkçede çok sayıda unutulan ve daha günlük hayatta kullanılmayan ya da yalnızca özel terimlerde kullanılan saf Türkçe sözcükler vardır. Bu sözcükler TDK tarafından sonradan türetilmiş sözcüklerle karıştırılmamalı. Bunlar Orta Çağ'da da kullanılmaktaydı ve bugünkü yabancı uyruklu sözcükler için karşılık olarak alınabilir. TDK bu sözcüklerin çoğunu eskimiş'' olarak tanımlar. Bazı örnekler:
1 Özge (T.) sözcük anlamı 'başka'dır. Burada kullanımı 'yabancı'dır.
Kaynakça
Ayrıca bakınız
Türkçenin ses özellikleri
Türk dilleri
Türkçedeki yabancı kökenli sözcüklerin Türkçe karşılıkları
Uluslararası Türkçe Olimpiyatları
En uzun Türkçe kelime
Dış bağlantılar
Türk Dil Kurumu
Türk Dil Kurumu - Büyük Türkçe Sözlük
Türk Dil Kurumu - Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü
Türk Dil Kurumu - Kişi Adları Sözlüğü
Türk Dil Kurumu - Türk Lehçeleri Sözlüğü
Türk Dil Kurumu - Türkçede Batı Kökenli Sözcükler Sözlüğü
Doğal diller
Eklemeli diller
Azerbaycan'daki diller
Bulgaristan'daki diller
Kıbrıs'taki diller
Almanya'daki diller
Kosova'daki diller
Kuzey Makedonya'daki diller
Rusya'daki diller
Türkiye'deki diller
Özne-nesne-fiil dilleri
Ünlü uyumlu diller |
1519 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Kategori%20teorisi | Kategori teorisi | Kategori teorisi ya da Ulam kuramı, matematiksel yapılar ve bunlar arasındaki ilişkilerle soyut olarak ilgilenen bir matematik kuramıdır. Yarı mizahi "soyut anlamsızlık" olarak da bilinir.
Tarihi
Bir kategori birbirileriyle ilişkili matematiksel nesneler sınıfının (örneğin grupların) özünü yakalamaya çalışır. Geleneksel olarak yapıldığı gibi tekil nesneler (gruplar) üzerine yoğunlaşmak yerine, bu nesneler arasındaki yapı muhafaza edici gönderimler (yani morfizimler) üzerine yoğunlaşır. Gruplar örneğinde bu gönderimler grup homomorfizmleridir. Bu şekilde farklı kategorileri funktorlar aracılığıyla ilişkilendirmek mümkündür. Funktorlar, bir kategorinin her nesnesini diğer kategorinin bir nesnesiyle ve bir kategorideki morfizmi diğerindeki bir morfizme ilişkilendiren fonksiyonların bir genelleştirmesidir. Sıkça topolojik uzayın temel grubu gibi "doğal yapılar" funktorlar şeklinde ifade edilebilir. Bunun ötesinde, bu tip yapılar "doğal bir bağıntıya" sahiptir ve bir funktoru diğerine ilişkilendirme yolu olan doğal transformasyon konseptine olanak tanır.
Kategoriler, funktorlar ve doğal transformasyonlar Samuel Eilenberg ve Saunders MacLane tarafından 1945 yılında ortaya atılmıştır. Başlangıçta bu nosyonlar, topolojide, özellikle cebirsel topolojide, geometrik ve sezgisel bir kavram olan homolojiden aksiyomatik bir yaklaşım olan homoloji teorisine geçişte önemli bir bölümdür.
Başkalarının yanı sıra Ulam tarafından (ya da kendisine atfen), benzer düşüncelerin 1930'ların sonunda Polonya okulunda ortaya çıktığı iddia edilmiştir.
Eilenberg/MacLane, kendi ifadelerine göre, bu kuramı geliştirirken doğal transformasyonları anlama çabasındaydılar. Bunu yapabilmek için funktorlar tanımlamak, funktorları tanımlamak için ise kategoriler tanımlamak gerekiyordu.
Günümüzde bu kuram, matematiğin tüm alanlarında uygulanmaktadır.
Kategoriler, nesneler, ve morfizmler
Kategoriler
Bir kategori C aşağıdaki üç matematiksel durumu oluşturur:
Bir sınıf ob(C), böyle ögelere nesneler denir;
Bir sınıf hom(C), böyle ögelere biçimler veya göndermeler veya oklar denir. Her biçim f bir kaynak nesne a ve hedef nesne b var. ifadesi, sözlü olarak ifadesi "f a'dan b'ye bir biçimdir". ifadesi — alternatif ifade olarak , , veya — a dan bye tüm biçimlerin hom-sınıf ifadesidir.
Bir ikili işlem ∘, biçimlerin kompozisyonu denir, böylece a, b ve c herhangi üç nesne için, elimizde var. nin kompozisyonu ve veya gf olarak yazılır, aksiyom ile yönetilir:
Birleşimlilik: Eğer , ve ise , ve
Özdeşlik: x nesnesi için, burada bir morfizm var. x için özdeş morfizm denir, böylece her morfizm için, elimizde var.
aksiyomlardan,buna burada her nesne için tam bir özdeş morfizm sağlanabilir. Bazı yazarlar sadece kendi özdeş morfizmalarını tanımlayarak verilen tanımından sapabilir.
Morfizmler
morfizmler boyunca ilişkiler ( gibi) değişmeli diyagramlar, ile "noktalar" (köşeler) gösterimsel nesneler ve "oklar" gösterimsel biçimler sık sık kullanılarak gösterilmiştir.
Morfizmler için aşağıdaki özelliklerin herhangisi olabilir. Bir morfizm bir:
monomorfizm (veya monik) eğer vurgusu tüm morfizmler için.
epimorfizm (veya epik) eğer vurgusu tüm morfizmler için.
bimorfizm eğer f hem epik ve hem de moniktir.
izomorfizm eğer burada bir morfizm var böylece .
endomorfizm eğer . ise end(a) anın endomorfizminin sınıfını ifade eder.
otomorfizm eğer f hem bir endomorfizm ve hem de bir izomorfizmdir. aut(a) anın otomorfizmlerinin sınıfını ifade eder.
çekilme eğer fnin bir sağ tersi var, yani eğer burada bir morfizm ile varsa.
kesit eğer f in bir sol tersi var, yani eğer burada bir morfizm ile varsa .
Her çekilme bir epimorfizmdir ve her kesit bir monomorfizmdir.Dahası, aşağıdaki üç durumun eşdeğeridir:
f bir monomorfizm ve bir çekilmedir;
f bir epimorfizm ve bir kesittir;
f bir izomorfizmdir.
Kaynakça
William Lawvere and Steve Schanuel: Conceptual Mathematics: A First Introduction to Categories, Cambridge University Press, Cambridge, 1997.
Saunders Mac Lane: Categories for the Working Mathematician, 2nd edition. Graduate Texts in Mathematics 5, Springer 1998
Francis Borceux: Handbook of Categorical Algebra, volumes 50-52 of Encyclopedia of Mathematics and its Applications. Cambridge University Press, 1994.
Dış bağlantılar
Alexandre Stefanov'un serbest çevrimiçi matematik kaynakları listesinin Kategori Teorisi bölümü.
Kaynakça |
1520 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Tersine%20matematik | Tersine matematik | Tersine matematik, belirli bir teoremi ispatlamak için gerekli olan en az sayıdaki aksiyomların belirlenmesiyle ilgili matematik dalıdır. Çoğunlukla taban (kurucu) aksiyomları zayıf olan matematiksel kuramlarda ortaya atılan birçok teoremin teoremi kanıtlamak için gerekli olan (ve taban aksiyomlara eklenen) ek aksiyoma denk olduğu ortaya çıkmaktadır.
Tersine matematik teoremleri, modern matematiğin mantıksal yapısının dayandığı ikinci dereceden aritmetiğin (Z2) alt dallarına göre sınıflandırarak hangi teoremin hangi Z2 alt dalında tanıtlanabileceğini inceler.
Konusu nedeniyle tersine matematik matematiğin temelleri ve matematiğin felsefesi dallarıyla yakından ilgilidir.
Bu dalın başlıca kurucuları arasında Harvey Friedman ve Stephen G. Simpson sayılır.
Dış bağlantılar
Tersine matematiğe ilişkin ayrıntılı bilgi (İngilizce)
Matematiksel mantık
Hesaplanabilirlik teorisi |
1521 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Sezgici%20matematik | Sezgici matematik | Matematik felsefesinde, sezgicilik ya da (eski sezgiciliğinin karşıtı olarak) yeni sezgicilik akımı, matematiğe insanların oluşturucu etkinliği olarak bakan bir yaklaşımdır.
Sezgici matematikte her türlü matematiksel nesne bir aklın ürünüdür dolayısıyla nesnenin var olma olanağı da nesnenin oluşturulabilme olanağına denktir. Bu görüş, bir nesnenin varlığının, nesnenin var olmamasının bir çelişki teşkil etmesine dayanarak ıspatlanabileceğini savunan klasik yaklaşıma karşıttır ve sezgicilere göre bu klasik yaklaşım geçersizdir. Nesnenin var olmamasının bir çelişki yaratması nesnenin var olduğuna ilişkin oluşturmacı bir kanıtın var olabileceği anlamına gelmez. Bu yaklaşımıyla sezgicilik oluşturmacı matematiğin bir türüdür.
Sezgici matematik, matematiksel önermelerin geçerliliğini, önerme için bir ispatın var olmasına bağlar. Sezgici matematikçiye göre matematiksel nesneler salt ussal yapılar ise geçerli olabilmeleri için ıspatlanabilir olmalarından başka herhangi bir ölçüt olamaz. Bunun sonucu olarak sezgici matematikçi bir matematiksel önermeyi klasik bir matematikçinin aldığı anlamda kabul etmez. Örneğin bir sezgici matematikçiye A ya da B demek ya A ya da B önermesinin ıspatlanabileceğini savunmaktır. Özel olarak Üçüncü olanağın dışlanması kanunu, A ya da değil A, geçersizdir çünkü her zaman için A ya da değil A önermesini ıspatlamanın mümkün olduğunu varsaymak mümkün değildir. (Ayrıca bkz. Sezgici Mantık.)
Sezgicilik soyut sonsuzluk kavramını da reddeder. Örneğin tüm doğal sayıların kümesi ya da rasyonel sayıların herhangi bir dizisi gibi sonsuz nesneleri meşru olarak kabul etmez. Bu yaklaşım kümeler kuramı ve kalkülüsün büyük bir bölümünün yeniden oluşturulmasını gerekli kılar ve klasik kuramlardan çok farklı olan kuramlara yol açar.
Sezgici matematiğe katkıda bulunan matematikçiler
L. E. J. Brouwer
Arend Heyting
Stephen Kleene
Sezgici matematiğin dalları
Sezgici mantık
Sezgici aritmetik
Sezgici tip teorisi
Sezgici küme teorisi
Sezgici kalkülüs
İlgili konular
Sezgicilik
Ultra sezgicilik
Anti gerçekçilik
Oyun anlam bilgisi
Hesaplanabilirlik mantığı
Sezgici Matematik |
1523 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Jean-Jacques%20Annaud | Jean-Jacques Annaud | Jean-Jacques Annaud (d. 1 Ekim 1943, Essonne, Île-de-France), Fransız sinemacı ve film yapımcısı.
Biyografisi
Paris Vaugirard School okulunda edebiyat eğitimi aldı. Sinemaya başlamadan önce reklam yönetmenliği yapan ve yüzden fazla reklam filmini yöneten Jean-Jacques Annaud, 1976 yılında Noirs et Blancs en Couleur (Black and White in Colour - 1976) filmini çekerek sinemaya geçmiş oldu. Kamerun'da askeri görevini yaparken yaşadığı olaylardan yola çıkarak yazdığı ve yönettiği bu filmi, Fransa seyircisi tarafından fazla ilgi görmedi ancak o yıl En İyi Yabancı Film dalında Oscar ödülüne aday gösterildi ve ödülü kazandı.
Bir sonraki filmi Coup de Tête (Hothead - 1979) ile ülkesinde sesini duyuran Annaud, 1981 yılında sinema tarihinin en ilginç yapıtlarından birine imza atarak daha geniş kitlelere ulaşma imkânı buldu. La Guerre du Feu (Ateşi arayış - 1981) adlı filminde ateşi bulan ilk insanların, ateşin sönmesi üzerine yeni bir ateş kaynağı bulmak için aralarından birkaç kişiyi uzaklara yollaması anlatılıyor. Bu ağır görevi üstlenen insanları başka kabileler ve doğa ile yaşadıkları mücadele içinde perdeye aktaran Annaud, bu filmi ile Fransız Cesar Ödülleride, En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerini aldı.
1986 yılında Sean Connery ile çalıştığı ve Umberto Eco'nun aynı adlı romanından uyarlanan Der Name der Rose (Gülün adı - 1986) filmini çekti. Uyarlama yapımlar arasında önemli bir yere sahip olan bu filmi, 1989 yılında çektiği L'Ours (Ayı - 1989) takip etti. La Guerre du Feu ile elde ettiği Sınıflandırılamayan Filmlerin Yönetmeni unvanını bu filmi ile perçinleyen Annaud, iki ayı arasındaki sevgi bağını ve insanlara karşı bu bağı korumalarını anlatan filminde belgesel doğallığındaki tarzının zirvesine çıktı.
1920'li yıllarda Fransız Hindiçini'nde geçen, Fransız bir kadın ile Çinli bir erkeğin arasındaki sıra dışı ilişkiyi perdeye taşıyan L'Amant (The Lover - 1992) filmini, 1995 yılında çektiği Guillaumet, les ailes du courage (Wings of Courage) izledi. And dağlarına düşen posta uçağının pilotu medeniyete geri dönüşü sırasında yaşadıklarını anlatan bu filmin ardından Seven Years in Tibet (Tibet'te Yedi Yıl - 1997) çekildi. Filmi sebebiyle Çin'de büyük tepki toplayan Annaud'u Çin'e girmesi yasaklandı ancak bu filmi hem sadık izleyicilerinin beğenisini topladı hem de yeni kitlelere ulaşabilmesini sağladı.
2001 yılında Avrupa'da yapılan en büyük bütçeli bağımsız film olan Enemy At The Gates (Kapıdaki Düşman - 2001) çekildi. Stalingrad kuşatması sırasında yaşanan gerçek bir olaydan esinlenilerek yazılan hikâye, çok büyük boyutlarda hazırlanan setlerde çekildi ve bilgisayarlı çekim, kurgu ve efekt tekniklerinin kullanımı nedeniyle Annaud'un sinemasında bir yenilik olarak görüldü.
2004 yılında tekrar hayvanlarla çalışan Annaud, bu kez küçükken birbirlerinden ayrılan iki kaplan yavrusunun yıllar sonra birbirleriyle dövüştürülmek için bir araya getirilişini anlatmaktadır.
Filmografi
Noirs et blancs en couleur (1976)
Coup de tête (1979)
Guerre du feu, La (Ateşi arayış) (1981)
Gülün Adı (1986)
Ours, L' (Ayı) (1988)
Amant, L' (1992)
Wings of Courage (1995)
Tibet'te Yedi Yıl (film, 1997) - Seven Years in Tibet (1997)
Enemy at the Gates (Kapıdaki Düşman) (2001)
Two Brothers (2004)
Kara Altın (2011)
Kaynakça
Dış bağlantılar
IMDb Sayfası
1943 doğumlular
Fransız film yönetmenleri
Académie des Beaux-Arts üyeleri
Fransız senaristler
Personae non gratae
Yaşayan insanlar
En İyi Yönetmen César Ödülü sahipleri
Kanadalı film yönetmenleri
Fransız film yapımcıları |
1525 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Turgut%20%C3%96zal | Turgut Özal | Turgut Özal (13 Ekim 1927, Malatya - 17 Nisan 1993, Ankara), Türk mühendis, bürokrat, siyasetçi ve devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. cumhurbaşkanı. Bundan önce, 1983-1989 yılları arasında 5 yıl 10 ay boyunca başbakanlık ve aynı zamanda Anavatan Partisi genel başkanlığı görevlerinde bulunan Özal cumhurbaşkanlığı görevi sürerken ölen Mustafa Kemal Atatürk'ün ardından, görevi başında ölen ikinci cumhurbaşkanıdır.
43. Türkiye Hükûmeti döneminde başbakanlık müsteşarlığı ile DPT müsteşar vekilliği görevlerinde bulunmuştur. 12 Eylül Darbesi'nden sonra Bülend Ulusu tarafından kurulan hükûmette ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığı görevini üstlenmiştir. 1982 yılında bu görevinden istifa etmiştir ve dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in onayı ve bilgisi dâhilinde 1983 yılında Anavatan Partisini kurmuştur. Partisi 1983 Türkiye genel seçimlerinde %45,14 oy almıştır ve 45. Türkiye Hükûmeti'ni kurarak başbakan olmuştur. 1985 yılında yapılan kongrede tekrar ANAP genel başkanı seçilmiştir. Partisinin oy oranı 1987 Türkiye genel seçimlerinde %8,83 düşerek %36,31'e gerilemiştir. 46. Türkiye Hükûmeti'ni kurarak tekrar başbakan olmuştur.
Özal, 1989 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçiminde cumhurbaşkanı seçilmiştir. Başbakanlıktan ayrılmasına rağmen, siyasi olayların gelişmesinde belirleyici rolünü sürdürmüştür. Saddam Hüseyin'in Türkiye için büyük bir tehlike teşkil ettiğini ve Saddam'ın bölgeyi hakimiyeti altında tutmasına izin verilemeyeceğini savunmuştur. Özal, 17 Nisan 1993 tarihinde 5 ülkeyi kapsayan 12 günlük Türkistan gezisinden sonra cumhurbaşkanlığı döneminde ölmüştür.
İlk yılları
Babası Malatya'nın Çırmıktılı yani şimdiki adıyla Yeşilyurt ilçesinin Ünlüoğulları ailesinden banka memuru Mehmet Sıddık Özal, annesi ise Tunceli Çemişgezekli, ilkokul öğretmeni, Kürt kökenli Hafize Hanım'dır (d. 1906 - ö. 1988). Çocukluğunun bir döneminde pilot olmak isteyen Özal, Silifke'ye taşındıktan sonra, eşeğin üzerinden düşerek kolundan sakatlandı ve kollarından biri diğerine göre daha kısa kaldı. Bu durum pilot olma isteğinden zorunlu olarak vazgeçmesine neden oldu.
4 yaşındayken ailesi Bilecik'in Söğüt ilçesine taşındı ve ilköğrenim hayatına burada başladı. Babasının görevi nedeniyle sık sık il değiştirdi. Ortaokulu Mardin'de bitirdi. Mardin'de lise olmaması nedeniyle, Konya Lisesi'nde eğitimine devam etti. Bu dönem içerisinde kardeşi Korkut Özal da eşlik etti. Son olarak Kayseri Lisesi'nde lise eğitimini bitirdi. İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi'nde Elektrik Mühendisliği bölümünü burslu olarak okudu ve 1950 yılında mezun oldu. Mühendislik yapmaya başladı ve kısa bir süre sonra ailesinin isteğiyle evlendiği Ayhan İnal ile 1952 yılında kısa süreli bir birliktelik yaşadı. Bu evlilikten sonra çalıştığı kurum Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğünde sekreter olarak görev yapan Semra Yeğinmen ile evlendi. Evlendikten sonra Amerika'da Teksas Teknoloji Üniversitesi'ne ihtisas yapmaya giderek burada ekonomi branşında eğitim aldı. Yine bu evlilikten sonra Ahmet (d. 1955), Zeynep (d. 1956) ve Efe (d. 1967) adında üç çocuk sahibi oldu.
Bürokratlık dönemi
Geri döndüğünde EİEİ Genel Müdür Yardımcısı (ya da Genel Direktör Teknik Müşaviri; kayıtlar arasında ikilem mevcut) oldu ve Türkiye'de elektrifikasyon üzerine projelerde çalıştı. 1958 yılında Planlama Komisyonu'nda sekretarya görevini yaptıktan sonra 1959 yılında Ankara Ordonat Okulunda yedek subay oldu. Dönemin Devlet Su İşleri Genel Müdürü (ve 33 sene sonra 9. Cumhurbaşkanı seçilecek olan) Süleyman Demirel de, 27 Mayıs Darbesi'nden hemen sonra askere alındı.
Askerliği sonrasında Devlet Planlama Teşkilatının kuruluşunda çalıştı. 1965 seçimlerinden sonra Süleyman Demirel'in danışmanı olarak görev yaptı. 1967 yılında DPT Müsteşarı oldu. 1971 yılından 1973 yılında kadar Dünya Bankası Sanayi Dairesinde danışman olarak çalıştı. Yurda döndükten sonra başta Sabancı Holding olmak üzere birçok sektördeki, birçok şirket için yönetici olarak çalıştı. Sabancı Holding'deki görevinin Genel Koordinatörlük olduğu belirtilmektedir.
Siyasi yaşamı
1977 genel seçimlerinde Millî Selamet Partisinden İzmir milletvekili adayı oldu; ancak seçilemedi. 43. Hükûmet döneminde Başbakanlık Müsteşarlığı ile DPT Müsteşar Vekilliği görevlerine getirildi. 24 Ocak Kararları'nı hazırladı. 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra, bu politikaları devam ettirmek amacıyla Bülend Ulusu Hükûmeti'nde ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevine getirildi. Bu göreve getirildikten 22 ay sonra, 14 Temmuz 1982 yılında istifa etti.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hem DPT Müsteşarlığı hem de Başbakanlık Müsteşarlığı yapmış tek Başbakanı ve Cumhurbaşkanıdır.
Başbakanlığı (1983-1989)
20 Mayıs 1983 tarihinde Anavatan Partisini kurdu. 1983 Türkiye genel seçimlerinde tarihindeki seçimlerde 400 kişiden oluşan parlamentoda 211 milletvekili çıkararak tek başına iktidar ve 45. Hükûmet'in Başbakanı oldu. 1984 yerel seçimlerinden de başarıyla çıktı. 13 Nisan 1985 tarihinde yapılan ilk kongrede tekrar genel başkanlığa seçildi.
1987 yılında yapılan genel seçimlerde de 292 milletvekili çıkartarak tekrar çoğunluğu sağladı ve 46. Hükûmet'in Başbakanı oldu. İktidarda bulunduğu 1983-1991 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yıllık yüzde 5,2 oranında büyüdü. Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu'nu değiştirerek Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığını kurdu.
Suikast girişimi
18 Haziran 1988 Cumartesi günü Ankara Atatürk Spor Salonu'nda Anavatan Partisinin 2. Olağan Kongresi'nin düzenlendiği sırada Kartal Demirağ isimli saldırgan tarafından düzenlenen suikasttan yaralı olarak kurtuldu. Foto muhabirleri ve televizyon kameraları için hazırlanmış olan platformun önünden ve Özal'a 12 metre öteden saat 12.15'te iki el ateş eden Demirağ, Turgut Özal'ı sağ elinden yaraladı. Saldırı sonrası etrafa rastgele ateş açan korumalar ise 18 kişinin yaralanmasına sebep oldu. Yaralananlar arasında Bakan İmren Aykut da vardır. Önce ölüm cezasına çarptırılan, ardından cezası 20 yıla indirilen Kartal Demirağ'ı Cumhurbaşkanlığı döneminde affetti.
Ekonomi
Ekonomide serbest piyasa düzenini esas alan yapısal değişim programı Turgut Özal hükûmeti döneminde uygulamaya kondu. 1983-1987 yılları arasındaki Başbakanlığı dönemini de içine alan, Türkiye'de kişi başına düşen millî gelir 1980 yılında 1.539 dolar iken 1987 yılında 1.636 dolara yükseldi. Türkiye'yi ithal ikamesi modelinden ihracat önderliğinde büyüme modeline dönüştürmeyi başarmış ve Türk ekonomisi rekabete açılmıştır. Döneminde pek çok Anadolu il ve ilçesinde organize sanayi bölgesi kurulmuş, Anadolu üretim yapıp doğrudan ihracata yönelmiştir.
İnsan hakları
Türkiye'de yaşayan Kürt toplumunun hakları için çözüm sürecinin ilk aşaması katedildi. Kuzey Irak lideri Mesud Barzani'ye uluslararası alanda rahat seyahat edebilmesi amacıyla kırmızı Türk Pasaportu verdi. Ancak Barzani bu pasaportu 2003 yılında Türkiye'ye iade etti.
Cumhurbaşkanlığı (1989-1993)
Seçimi
1989'daki Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday oldu. Sosyaldemokrat Halkçı Parti ve Doğru Yol Partisi meclise girmeyerek seçimi boykot etti. İlk turda Turgut Özal 247, ANAP Burdur Milletvekili Fethi Çelikbaş 18 oy aldı. 17 oy boş çıkarken 3 oy geçersiz sayıldı. İkinci turunda 284 milletvekilinin katıldığı oylamada adaylardan Başbakan Turgut Özal 256 oy alırken, Çelikbaş 17 oy aldı. 2 oy geçersiz sayılırken 9 oy boş çıktı. 31 Ekim 1989 tarihinde yine muhalefetin katılmadığı 3. tur oylamasında Turgut Özal 263 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. Cumhurbaşkanı oldu. 9 Kasım 1989 tarihinde resmi olarak görevine başladı. Bu seçimden akılda kalan ise alışamadık diyenlere, alışırsınız, alışırsınız demesidir.
Körfez Savaşı ve Özal
Cumhurbaşkanlığı döneminin en önemli olayı I. Körfez Savaşı'dır. Bu olayda çok aktif rol aldı. Petrol kaynaklarının kontrolünü elinde tutan Saddam Hüseyin'in Türkiye için büyük bir tehlike teşkil ettiğini ve Saddam'ın bölgeyi hakimiyeti altında tutmasına izin verilemeyeceğini savundu. Saddam'ın uzaklaştırılması için mümkün olan her şeyin yapılması konusunda fikren ve siyasi açıdan son derece istekliydi. Bu nedenle ABD'ye bu konuda açık destek verdi. Harekâta Türk Ordusu'nun da katılıp, Misak-ı Milli sınırları içinde olan Musul ve Kerkük'e girilmesini isteyince, zamanın Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay görev süresi sona ermeden 3 Aralık 1990 tarihinde kendi isteği ile Genelkurmay Başkanlığı görevinden emekliye ayrıldı; görevden ayrılmasına sebep olarak da I. Körfez Savaşı'nda hükûmetin tutumuna tepki olduğu öne sürüldü.
Dönemin Irak Başbakanı Taha Yasin Ramazan Türkiye ziyareti sırasında dönemin Cumhurbaşkanı Özal'ı makamında ziyareti sırasında Saddam Hüseyin hükûmetine karşı Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık uçaklarına İncirlik Hava Üssü'nü açarsanız "sizi düşman biliriz" sözlerine karşı Turgut Özal "O Saddam'a selam söyle. Eğer Türkiye topraklarına bir top mermisi düşerse, seni de Saddam'ı da Bağdat'ın ortasında asarım." demiştir.
Sivil cumhurbaşkanı
Özal, her zaman sivil yönetimi savunmuş olup genellikle de resmi kıyafetler yerine sivil kıyafetler giymekten hoşlanmıştır. Kamu kurum ve kuruluşlarını resmi kıyafetiyle ziyaret eden diğer cumhurbaşkanlarından farklı olarak çoğu defa kravatsız, keten pantolon, keten ayakkabı ve tişörtle resmi programlara katıldı. Üst rütbeli askerlerin devir teslim törenine katılmazken, küçük bir ilçede kaymakamın göreve başlama törenine katıldı. Askeri birlikleri şortla denetlemesi medya tarafından şiddetle eleştirildi. Özal diğer cumhurbaşkanları gibi konuklarını köşkte ağırlamak yerine, Marmaris Okluk koyundaki resmi yazlıkta ağırladı. Ölümünde sivil cumhurbaşkanı, demokrat cumhurbaşkanı, dindar cumhurbaşkanı pankartlarıyla da bu tutumu desteklendi.
Ölümü
Turgut Özal, 17 Nisan 1993 tarihinde 5 ülkeyi kapsayan 12 günlük Türkistan gezisinden sonra öldü. Cenazesine Türkiye'nin dört bir yanından yüzbinlerce kişi akın etti. Tören televizyonlardan canlı yayınlanırken, Türkiye'nin yanı sıra Mısır ve Pakistan'da üç günlük ulusal yas ilan edildi. Dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, Turgut Özal ile de yakın dost olan George H. W. Bush beklentilerin aksine cenaze törenine katılmadı. "Öldükten sonra beni İstanbul’a defnedin, kıyamete kadar Fatih Sultan Mehmed'in manevi ruhaniyeti altında bulunmak istiyorum." şeklindeki vasiyetine uyularak kendisi tarafından yaptırılan eski Başbakan Adnan Menderes Anıt Mezarı'nın bulunduğu Topkapı Mezarlığı'nda, Vatan Caddesi üzerinde kendi adına hazırlanan anıt mezara defnedildi.
Bir suikasta kurban gitmiş olabileceği de yıllardır tartışılmaktadır. Turgut Özal'ın limonatasına katılan arsenikle zehirlendiği iddiasını ortaya atan eşi Semra Özal, delil olarak da saç örneğini ABD'de tahlil ettirdiğini belirtmektedir. 2 Ekim 2012 tarihinde mezarı 19 yıl aradan sonra açılmış; Adli Tıp Kurumu, Özal'ın ölümünün bir suikast olup olmadığının belirlenmesi için yapılan otopsi sonucunda zehir bulunduğunu ancak zehirden mi yoksa başka sebepten mi öldüğünü tespit edemediklerini açıklamıştır.
Özel hayatı
Korkut Özal ve Yusuf Bozkurt Özal'ın ağabeyi olan Turgut Özal elektrik mühendisi olarak çalıştığı 1950 yılında Ayhan İnal ile evlenmiş ancak aynı yıl ikili boşanmıştır. Elektrik işleri Etüd İdaresi'nde çalışırken daire çalışanlarından Semra Özal ile tanışmış, 31 Mayıs 1954 tarihinde evlenmiştir. Bu evliliğinden Zeynep, Efe ve Ahmet Özal olmuştur.
Popüler kültürde Turgut Özal
2007: Zincirbozan filminde İsmail İncekara tarafından canlandırıldı
2009: Kurtlar Vadisi Gladio filminde Sezai Aydın tarafından canlandırıldı
2013: Seksenler dizisinde Deniz Oral tarafından canlandırıldı
2015: Ertuğrul 1890 filminde Deniz Oral tarafından canlandırıldı
2019: Cep Herkülü filminde Barış Kıralioğlu tarafından canlandırıldı
Ayrıca bakınız
Özalizm
Kaynakça
Dış bağlantılar
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı-Turgut Özal
Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği
Turgut Özal Üniversitesi
Özal ailesi
1927 doğumlular
Malatya doğumlu siyasetçiler
1993 yılında ölenler
Ankara'da kalp krizinden ölenler
Topkapı Mezarlığı'na defnedilenler
Kürt asıllı Türk siyasetçiler
Türk elektrik mühendisleri
Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarları
Türk muhafazakârlar
Anavatan Partisi genel başkanları
TBMM 17. dönem İstanbul milletvekilleri
TBMM 18. dönem İstanbul milletvekilleri
Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcıları
Kayseri Lisesinde öğrenim görenler
İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Fakültesinde öğrenim görenler
Türk Müslümanlar
Türkiye'de merkez sağ
Süleyman Demirel |
1529 | https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk%20bayra%C4%9F%C4%B1 | Türk bayrağı | Türk bayrağı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal ve resmî bayrağı. Al renkli zemin üzerinde beyaz hilâl ve yıldız ile oluşmuş bayrak ilk olarak 1844 yılında Abdülmecit dönemindeki Tanzimat sürecinde kabul edilmiş, Cumhuriyet döneminde 29 Mayıs 1936'da 2994 Sayılı Türk Bayrağı Kanunu ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal bayrağı olarak kanunlaşmıştır. 22 Eylül 1983'te 2893 Sayılı Türk Bayrağı Kanunu ile bayrak ölçütleri belirlenmiş ve bayrak son hâlini almıştır.
Efsaneye göre bayraktaki al, kan kırmızısıdır ve şehitlerin dökülen kanlarını temsil eder. Gece yarısı bu kanların üzerine yansıyan hilâl biçimindeki ay ve bir yıldızla beraber Türk bayrağının görüntüsü oluşur. Bu efsanenin 1389 yılında meydana gelen I. Kosova Muharebesi'nde gerçekleştiği söylenmektedir.
Ayrıca İstiklâl Marşı'nın birinci, ikinci ve onuncu kıtalarında Türk bayrağından bahsedilir.
Tarihçe
Osmanlı İmparatorluğu'ndan önceki Anadolu Türk devletlerinde kullanılan bayrak renk ve sembolleri hakkında yeterli bir bilgi yoktur. Türk bayrağı ilk olarak Anadolu Selçuklu hükümdarı II. Mesud tarafından Osman Bey'e gönderilen beyaz renkli sancak olarak görülür.
15. yüzyıldan sonra al bayrak I. Selim dönemindeki Çaldıran Muharebesi'nde ise yeşil bayrak kullanılmaya başlanmıştır. Türk bayrağına en yakın şekle ise III. Selim döneminde rastlanır. Bu bayrakta hilal ile birlikte sekiz köşeli yıldız kullanılmıştır. Sekiz köşeli yıldız şekil bilimine göre zafer anlamı taşımaktadır. 1844 yılında Abdülmecid dönemindeki Tanzimat sürecinde bayraktaki yıldız beş köşeli şeklini almıştır. Beş köşeli yıldız insanı sembolize etmektedir.
Saltanatın kaldırılması üzerine 29 Mayıs 1936 tarihinde bayrağın şekli kesin bir şekilde tayin edilmiştir. 28 Temmuz 1937 tarihli, 27175 sayılı "Türk Bayrağı Nizamnamesi Kararnamesi" ile de Türk bayrağının kullanılışı düzenlenmiştir.
Yapısı
Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulunun, 25 Ocak 1985 tarih ve 85/9034 numaralı "Türk Bayrağı Tüzüğü" kararının 4. maddesinde, bayrağın boyutları belirlenmiştir.
Kanuna göre, Türk Bayrağı, yırtık, sökük, yamalı, delik, kirli, soluk, buruşuk veya layık olduğu manevi değeri zedeleyecek herhangi bir şekilde kullanılamaz. Resmî yemin törenleri dışında her ne maksatla olursa olsun, masalara, kürsülere örtü olarak serilemez. Oturulan veya ayakla basılan yerlere konulamaz. Bu yerlere ve benzeri eşyaya Bayrağın şekli yapılamaz. Elbise veya üniforma şeklinde giyilemez. Hiçbir siyasi parti, teşekkül, dernek, vakıf ve tüzükte belirlenecek kamu kurum ve kuruluşları dışında kalan kurum ve kuruluşun amblem, flama, sembol ve benzerlerinin ön veya arka yüzünde esas veya fon teşkil edecek şekilde kullanılamaz. Türk Bayrağına sözle, yazı veya hareketle veya herhangi bir şekilde hakaret edilemez, saygısızlıkta bulunulamaz. Bayrak yırtılamaz, yakılamaz, yere atılamaz, gerekli özen gösterilmeden kullanılamaz.
Renk kodları
Kullanımı
Kamu kurumları
Türk bayrağı, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında sürekli göklerde ve makamların masalarında yer almaktadır.
Üniformalar
Askeri üniformalarda bayrak ya sağ omuzda ya da üniformanın önünde yama şeklinde bulunur. Aynı şekilde kasklarda da önde veya arkada Türk bayrağı bulunmaktadır.
Sosyal hayatta kullanımı
Millî bayramlar, anma günleri vb. etkinliklerde bayrak halk tarafından bayrakçılar tarafından temin edip kullanılmaktadır. Millî bayramlarda evlere, işletmelere, gökdelenlere vb. yerlere Türk bayrağı asılır. Ayrıca millî bayramlarda Türkiye'deki televizyon kanalları da ekranın sağ veya sol üst köşesine Türk bayrağı ve Mustafa Kemal Atatürk portresi koyarlar.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını kaybettiği 10 Kasım günü ulusal yas sebebiyle ülke genelinde bayraklar yarıya çekilir. Yas ilan edilmesi sebebiyle bayrakların yarıya çekileceği diğer günler Cumhurbaşkanlığı tarafından belirlenir.
Ayrıca Türk bayrağının milli ve manevî değerini korumak için çeşitli yasalar uygulamaya koyulmuştur.
Cenazeler
Bayrak devlet ve askerî cenaze törenlerinde hayatını kaybeden kişinin tabutunun üzerine konur.
Galeri
Benzer ve ilişkili bayraklar
Benzer ay-yıldız içeren bayrak ve forslar;
Ayrıca bakınız
Türkiye arması
Türk bayrakları listesi
Türkiye'nin ulusal sembolleri
Kaynakça
Dış bağlantılar
22 Eylül 1983 tarih, 2893 sayılı Türk bayrağı Kanunu
Bayrak
Ulusal bayraklar
Ay ve yıldızlı bayraklar
Avrupa bayrakları
Asya bayrakları
Türk bayrakları |
1533 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Matemati%C4%9Fin%20temelleri | Matematiğin temelleri | Matematiğin temelleri olarak bilinen matematik dalı matematiğin tümü için geçerli olan en temel kavramları ve mantıksal yapıları inceler. Sayı, küme, fonksiyon, matematiksel tanıt, matematiksel tanım, matematiksel aksiyom, algoritma gibi kavramlar Matematiksel mantık, Aksiyomatik Küme Teorisi, Tanıtlama Teorisi, Model Teorisi, Hesaplama teorisi, Kategori Teorisi gibi yine matematiğim temelleri olarak anılan alanlarda incelenir. Bununla birlikte matematiğin temellerinin araştırılması matematik felsefesinin ana konularından biridir. Bu daldaki can alıcı soru matematiksel önermelerin hangi nihai esaslara göre "doğru" ya da "gerçek" kabul edilebileceğidir.
Geçerli baskın matematiksel paradigma aksiyomatik küme kuramı ve formel mantık üzerine kurulmuştur. Günümüzde neredeyse bütün matematik teoremleri küme kuramının teoremleri şeklinde ifade edilebilmektedir. Bu bakış açısına göre matematiksel bir önermenin doğruluğu (gerçekliği) önermenin formel mantık yoluyla küme kuramının aksiyomlarından türetilebildiği iddiasından başka bir şey değildir.
Bununla birlikte bu formel yaklaşım bazı konuları aydınlatmakta yeterisz kalır: Neden kullandığımız aksiyomlar yerine başka aksiyomlar kullanmayalım? Neden kullandığımız mantık kuralları yerine başka mantık kuralları kullanmayalım? Neden "doğru" matematiksel önermeler (örneğin aritmetik yasaları) fiziksel dünyada doğruymuş gibi görünür? Bu sorunsal Eugene Wigner tarafından (1960) ":en:The unreasonable effectiveness of mathematics in the physical sciences" (Matematiğin doğa bilimlerindeki anlaşılmaz etkililiği) adlı çalışmasında ayrıntılı olarak işlenmiştir.
Yukarıda belirtilen formel gerçeklik nosyonunun hiçbir manası da olmayabilir. Başka bir deyişle tüm önermelerin, hatta paradoksların, küme kuramı aksiyomlarından türetilmesi olanaklı olabilir. Bunun ötesinde Gödel'in ikinci teoreminin sonucu olarak bunun böyle olmadığından hiçbir zaman emin olamayız.
Matematiksel gerçekçilikte (Platonizm olarak da bilinir), insanlardan bağımsız olan bir matematiksel nesneler dünyasının var olduğu öne sürülür. Matematiksel nesnelere ilişkin doğrular insanlar tarafından keşfedilir. Bu görüşe göre doğanın yasaları ve matematiğin yasaları benzer bir statüdedir ve matematik yasaların doğadaki etkililiğinin mantıksız olduğu savı geçerliliğini yitirir. Aksiyomlarımız değil, matematiksel nesnelerin elle tutulabilir gerçek dünyası matematiğin temellerini oluşturur. Bu noktada doğal olarak beliren soru, (Bu matematiksel dünyaya nasıl erişlebilir?) sorusudur.
Matematik felsefesinde bazı modern kuramlar, özgün anlamıyla, temellerin var olduğunu reddeder. Bazıları matematiksel uygulama üzerinde yoğunlaşır ve matematikçilerin bir sosyal grup olarak somut çalışmalarını betimlemeyi ve çözümlemeyi amaçlar. Yine başkaları, matematiğin 'gerçek dünyaya' uygulandığında güvenilirliği konusunda insanın bilişseliğine yoğunlaşarak matematiği bilişsel bilim olarak oluşturmaya çalışır. Bu kuramlarda temeller yalnızca insan düşüncesinde bulunur ve 'nesnel' dış yapıda yoktur. Bu konu hala çözüme kavuşturulamamıştır.
İlgili konular
Matematik Felsefesi
Tersine Matematik
Kaynakça
":en:The Unreasonable Effectiveness of Mathematics in the Natural Sciences", Eugene Wigner, 1960
":en:What is mathematical truth?" (Matematiksel gerçek nedir?) , Hilary Putnam, 1975
":en:Mathematics as an objective science" (Nesnel bilim olarak matematik) , Nicholas D. Goodman, 1979
":en:Some proposals for reviving the philosophy of mathematics" (Matematik felsefesini yeniden canlandırmak için bazı öneriler), Reuben Hersh, 1979
":en:Challenging foundations", Thomas Tymoczko, 1986, preface to first section of "New Directions in the Philosophy of Mathematics", 1986 ve (değişikliklerle) 1998; ayrıca Putnam, Goodman, Hersh çalışmalarını da içerir.33
Dış bağlantılar
Prof. Benno Kuryel'in konuyla ilgili makalesi
Stephen G. Simpson'in konuyla ilgili sitesi (İngilizce)
FOM -- Foundations of Mathematics mailing list (Matematiğin temelleri e-posta listesi - İngilizce)
Chaitin'in "Matematiğin Temelleri Üzerine Uyuşmazlık Yüzyılı" adlı yazısı
Matematiksel mantık
Matematik tarihi
Matematik felsefesi |
1536 | https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCmeler%20teorisi%20%28anlam%20ayr%C4%B1m%C4%B1%29 | Kümeler teorisi (anlam ayrımı) | Kümeler teorisi ile şunlar kastedilmiş olabilir:
Kümeler kuramı; Alman matematikçi Georg Cantor'un 1874-1895 yılları arasında geliştirdiği, 20. yüzyıl matematiğinin temelini oluşturan teori.
Zermelo-Freankel küme kuramı (ZFC); basit kümeler kuramındaki Russel paradoksu gibi zaafiyetlere yanıt olarak geliştirilen, aksiyoma (belit) dayalı bir kuram. |
1538 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Ba%C5%9Fkent | Başkent | Başkent, bir devletin yönetim merkezi olan şehir. Bir ülkedeki hükûmet merkezidir. Bazı monarşilerde, başkent hükümdarın sürekli ikamet ettiği şehri temsil eder. Demokrasilerde genellikle meclis ve diğer hükûmet organları başkentte bulunur. Diplomatik ilişki içerisinde bulunulan ülkelerin büyükelçilikleri de genellikle başkentte yer alır.
Bir ülke, politik nedenlerden dolayı birden fazla başkent tayin edebilir. Örnek olarak, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin idari başkenti Pretoria, yasama başkenti Cape Town, yargı başkenti Bloemfontein'dir.
Tarihçe
Başkentlerin ortaya çıkabilmesi için kentlerin ortaya çıkması yeterli değildi. Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki Mezopotamya'da ilk kentler MÖ 6000 yıllarına kadar geri gitse de başkentin ortaya çıkması ancak bir devlet örgütlenmesi gerekiyordu. MÖ 2350 dolaylarında Agade kralı Büyük Sargon'un Sümer kent devletlerini zor kullanarak ele geçirip bölgesel bir devlet kurması ile ilk başkent ortaya çıktı. Sargon ve sonraki Akad kralları fethettikleri yerlerden elde ettikleri büyük ganimetleri başkentte topladılar, burayı tapınaklar ve benzeri kamusal binalarla süslediler. Mezopotamya'da daha önce var olan kent devletleri ile karşılaştırıldığında başkent hem kralın oturduğu yer hem de zenginliklerin yığıldığı yer olarak diğer kentlerden ayrışır.
MÖ 1750 dolaylarında Babil kralı Hammurabi Sümer ve Akad kentlerini tek bir yönetim altında birleştirerek bölgesel devletten imparatorluğa geçişi sağladı. Bu sefer tüm kaynaklar başkent Babil'de toplandı. Antik dönem imparatorluklarında başkent değiştirmeler de sık olarak görülüyordu. Örneğin Antik dönem Mısır'da bir düzineden fazla başkent değiştirme oldu. İlke olarak her firavun kendi başkentini seçip anıt mezarını oraya yakın bir yere yaptırıyordu. Dolayısıyla ardından gelen firavun yeni bir yeri başkent olarak seçebilirdi. Aşağı ve Yukarı Mısır'ı birleştiren Menes MÖ 3100'de Memfis'i başkent yapmıştı. Ancak MÖ 2000'lerde Teb kenti gerçek anlamda bir başkent niteliğini kazandı. Başkent değiştirme Mezopotamya'da da sık görülen bir olaydı. Sümer'ler döneminden beri kralların kendi adlarına bir kent kurmaları çok onurlu bir iş sayılmaktaydı. Örneğin Asur kralı I.Tukulti Ninurta başkent Asur'dan 3 kilometre uzakta kendi adını taşıyan yeni bir başkent yaptırmaya girişti. Kralı temel amacı bu kentin Susa kralı Untaş Napirişa'nın eski başkent Susa'dan 60 km. ileride kendi adına kurduğu başkentten daha görkemli olması idi. Görüldüğü gibi bu kentlerin kurulmalarının nedeni ekonomik veya stratejik değildi. Nitekim kralın ölümünden bir süre sonra ihtişamlı görünümü olan kent terkedildi.
Tarihsel olarak Mezopotamya, Mısır ve Anadolu'da kurulmuş olan büyük kentler ve başkentler hükümdarın oturduğu karargahlar görünümündeydi. Burada yaşayan yönetici seçkinler ve çevreleri için zanaatkarlar, köleler ve kentin savunmasını yapan askerler bu merkezlere toplanmıştı. Elde edilen zenginlikler de bu kentteki saraylara, anıt mezarlara ya da büyük kamu binalarına yatırılmaktaydı. Gerçekleştirilen bayındırlık işlerinden dolayı başkent çok görkemli görülse de, bu kentin dışında başka büyük kentin bulunmaması, toplumsal yaşamın kentsel bir dizgeye dayanmadığını gösteriyordu.
Avrupa tarihinde başkentler
Avrupa tarihinde ilk devletler Yunan kent devletleri idi ve dolayısıyla başkent henüz oluşmamıştı. Yunan kent devletlerinin ardından İskender'in kurduğu imparatorluğun bir başkenti oldu. İskender Mısır'ı ele geçirdikten sonra MÖ 332'de başkent Memfis'in doğusundaki küçük bir balıkçı köyüne bir kent kurdurttu ve burayı başkent ilan etti. Doğu toplumlarındakine benzer şekilde başkent kurmanın burada da devam ettiğini görüyoruz. İskender'in adını taşıyacak pek çok kentten biri olan İskenderiye antik dünyanın en büyük iki kütüphanesinden birine sahip idi. Roma devleti ise önce bölgesel bir devlet, sonra imparatorluk haline geldi ve döneminin benzeri olmayan bir merkezine dönüştü. MÖ 390'da Roma'nın Galya'lılar tarafından yağmalanmasından sonra kısa bir süre kentten ayrı kalan Romalılar, tehlike geçip Galyalılar gittikten sonra yeniden başkenti imara giriştiler. Bu dönemde başkentin Roma'dan Veii'ye taşınması önerisi kabul edilmedi. Bu öneriye karşı çıkanlar kutsal yerlerinin çoğunun kentin içinde olduğunu gerekçe gösteriyorlardı.
Batı Roma imparatorluğunun çöktüğü 5. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar olan sürede Avrupa tarihinde kentler de neredeyse tarihten silindi. İtalya ve Güney Fransa'da bazı kentler ayakta kalsalar da kente dayalı ekonomik düzen çöktü. Bir zamanlar bir milyon insanı barındıran Roma'nın nüfusu Karolenjler döneminde 20 bin kişiye kadar düştü, Viyana gibi bazı kentler tamamen tarih kayıtlarından silindi. Charlemagne'nın ne bir başkenti ne de bir oturma yeri vardı. 11. yüzyıldan itibaren kentler oluşmaya başlasa da ulus devletlerin ortaya çıkışına kadar yarı özerk derebeylikler ya da erk alanları şeklindeki kent devletleri varlıklarını sürdürdü. Kent devletleri farklı özellikler gösterse de ortak özelliği iktidarın bir kişide değil senato, konsey, meclis vb. bir kolektif siyasal kurumda toplanmış olması idi. Güçlü bir kişinin iktidarı tek başına ele geçirdiği de görülürdü ama kısa süreli olurdu. Bu kent devletçikleri fetihe dayalı askeri bir siyaset izler, bazen diğer kentleri kendi iktidarları altına alırlardır. Bu şekilde Kuzey ve Orta İtalya'da, İsviçre'de, Flanders'de ve Kuzey Almanya'daki Hansa kentlerinden bahsedilebilir. Bu kent örgütlenmelerin hiçbirinde gerçek anlamda bir başkentten söz edilemez.
15. ve 16. yüzyıllarda Batı ve Kuzey Avrupa'da feodalizmin çöküşüyle birlikte kent devletleri güçlerini kaybetti, merkantilizm düşüncesi ve monarşiler güçlerini artırmaya başladı.1648'de yapılan Westfalya barışı ulus devletlerin ortaya çıkmasına doğru önemli bir adım oldu. Ancek merkezi monarşiler ile kent devletleri arasındaki ekonomik ve siyasi erk savaşı birdenbire son bulmadı, 19. yüzyıla kadar devam etti. Hansa kentlerinin birçoğu Polonya ve Danimarka krallarının egemenliği altına girdi, Flanders'deki kentler Burgund dükünün dolayısıyla Habsburg'ların kontrolüne girdi. Krallar kimi kent devletlerine ayrıcalıklar vermek zorunda kaldılar. Lizbon, Sevilla, Frankfurt, Hamburg gibi kentler merkantilist krallık yönetimleri altında zenginleştiler. 17. yüzyılın sonlarında nüfusu hızla artan en önemli başkent Londra oldu. Ticari kapitalizmden endüstri kapitalizmine geçiş Manchester, Liverpool gibi endüstri kentlerinin nüfus ve üretim güçleriyle Londra seviyesine ulaşmasını sağladı. Zenginliğin toplandığı haraççı ekonomilerdekinden farklı şekilde sermaye ve emek piyasalarının sistemli bir biçimde ilişki içinde olduğu günümüz başkentlerin ortaya çıkmasının ilk örneği Londra olmuştur.
Ulus devletlerde başkent
Endüstri devrimi tek tek kentlere ya da kentsel birliğe dayalı kent devletleri düzenini çökertti. Avrupa'daki son kent devletleri de ya ulus devlet haline geldiler ya da ulus devletlerin egemenliğine girdiler. Ulus devletlerin yönetim merkezi olarak başkentlerin planlanması, mimarisi, klasik mimari ve planlamanın ötesinde simgesel bir işlev ve değer taşımaya başladı. Buralar ulusal kimliğin simgelendiği ve diğer kentlere örnek gösterildiği mekanlar haline geldi. Kısaca çağdaş başkentin ortaya çıkması büyük ölçüde ulusal devletlerin gelişmesine denk düşer. Bu simgesel içeriklerinin yanı sıra mal üretimi ve hizmet sunumunun da merkezidir. Amos Rapoport başkentlerin özelliklerini şöyle sıralar
güçlü bir merkezcilik
ulusal kimlik, statü ve iktidarın simgeleşmesi
diğer kentler üzerinde liderlik ve denetim
siyasal ve ekonomik karar alma süreçlerinde öncelikli olma
Siyasal toplum ve mekan ilişkisi başkentlerde daha çok önem kazanır. Başkentler iktidarın kendisini meşrulaştırdığı ve sağlamlaştırdığı kentler olmuştur. Avrupa'nın önde gelen başkentlerinde 1850-1880 yılları bu anlamda kökten dönüşümlerin olduğu yıllar oldu. Bu dönemde başkentler yeni değerlere ve ekonomik ilişkilere uygun olarak yeniden imar edildiler.
Başkent türleri
Lawrence J. Vale çağdaş başkentleri yaşadıkları evrime göre üç tipe ayırarak incelemiştir.
Evrimlerini kendi içsel dinamikleriyle gerçekleştiren başkentler: Bu başkentler uzun bir geçmişe sahiptir ve başkentlik niteliklerini kesintisiz sürdürmüşlerdir. Londra, Paris, Viyana gibi başkentler bu gruba girer. Roma İmparatorluğu döneminde Viyana ve Londra küçük bir garnizon, Paris de mütevazı bir kentti. Bato Roma'nın yıkılmasından sonra hepsi kent niteliğini yitirdi. Roma ve Paris sadece piskoposluk kenti olarak varlıklarını sürdürdüler. 10. ve 11. yüzyılda kentler yeniden canlanmaya başladı. Viyana 1200 yıllarında Roma'nun dört katı büyüklüğünde bir kent oldu. 13. yüzyıldan sonra ise Habsburg'ların merkezi oldu.
Evrimlerini kendi içsel dinamikleriyle gerçekleştirmiş ancak başkentlik niteliği kesintili olan başkentler: Bunlar tarihin bir döneminde başkent olmuş ancak bu niteliğini bir dönem kaybedip sonra yeniden kazanmıştır. Roma, Moskova, Atina gibi başkentler bu gruba girer.
Daha önce başkentlik niteliğine sahip olmayan ancak siyasal bir kararla yeni yönetim merkezi yapılan başkentler: Bu tip başkentlere daha çok kıta Avrupa'sı dışındaki bölgelerde rastlanır.
Wolman başkentleri sahip oldukları işlevler ve niteliklere göre sınıflandırmıştır.
Çok işlevli başkentler: Ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alanda her yönüyle işlevsel olan Londra, Paris, Tokyo, Moskova, Berlin örnek verilebilir.
Uluslararası başkentler: Diğer işlevlerinin yanı sıra uluslararası alandaki etkin rolleriyle önce çıkan Londra, Tokyo gibi başkentler
Politik başkentler: Diğer fonksiyonları daha zayıf olup politik yönleriyle öne çıkan başkentler: Örneğin Ankara, Canberra, Washington D.C.
Federal sistemdeki başkentler: Washinton D.C., Brasilia, Canberra, Berlin
Üniter devletlerdeki başkentler: Ankara, Atina
Kaynakça |
1539 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Cel%C3%A2l%20Bayar | Celâl Bayar | Mahmut Celalettin Bayar (16 Mayıs 1883; Umurbey, Gemlik, Bursa - 22 Ağustos 1986, İstanbul), Türk ekonomist ve siyasetçi. Çağdaş Türkiye'nin siyasi yaşamının çeşitli dönemlerinde önemli roller oynamış olan Bayar, Meclis-i Mebusan üyesi, cumhuriyet döneminde iktisat vekili, Mustafa Kemal Atatürk'ün son başbakanı ve 1950-1960 arasında Türkiye'nin üçüncü ve asker kökenli olmayan ilk cumhurbaşkanı olarak görev yaptı.
Yaşamı
Gençliği
16 Mayıs 1883 tarihinde Bursa'nın Gemlik ilçesinin Umurbey köyünde doğdu. İlmiye sınıfına mensup bir fıkıh bilgini olan babası Abdullah Fehmi Efendi, 93 Harbi'nden sonra, bugün Bulgaristan sınırları içindeki Plevne şehrinden, Gemlik yakınlarındaki Umurbey köyüne göç etmişti. Bu köydeki rüştiyede müdürlük ve bir ara da Gemlik'te müftülük yapmıştı. Bayar, Abdullah Fehmi Efendi'nin üçüncü oğludur (ağabeyleri Behzat ve Asım).
İlk ve ortaöğrenimini babasının yanında gören Bayar'ın çocukluğu ve ilk gençlik dönemi ailesinin yerleştiği Bursa'da geçti. Gemlik Mahkeme Kalemi ve Reji İdaresinde stajyer memur olarak çalıştı. Bursa'da açılan Ziraat Bankası veznedarlığı sınavını kazandı. Bankada veznedar olarak çalışırken Fransız papazlar yönetimindeki Collège Français de l'Assomption'da Fransızca okuluna devam etti. İpekböcekçiliği eğitimi veren Darüllâlim-i Harir (İpek Meslek Okulu)'de eğitim gördü. 1905 yılında Deutsche Orient Bank'ın imtihanını kazanarak burada kısa zamanda imza sahibi oldu. 1903'te, İnegöl'ün yerlilerinden ve eşrafından Refet Bey'in kızı Reşide Bayar ile evlendi, bu evlilikten Refii (1904-1940), Turgut (1911-1983), Nilüfer Gürsoy (1921-) adlarında üç çocuğu olmuştur.
Siyasi kariyeri
Bu yıllarda özellikle dayısının etkisiyle siyasetle ilgilenmeye başladı. 1907'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Bursa'daki gizli kolu olan Küme adlı örgüte girdi. II. Meşrutiyet'in ilanından (1908) sonra İttihat ve Terakki'yi Anadolu'da örgütlendirme politikası çerçevesinde Bursa’da bir şube açıldı. Bu cemiyetin Bursa şubesinin önce rehber muavini, sonra da rehberi oldu. 31 Mart Olayı (1909) başlayınca Hareket Ordusu'na katılmak üzere Bursalı İttihatçılardan bir gönüllü birliği oluşturdu. Mudanya'ya kadar gittiyse de ayaklanma bastırıldığından İstanbul'a gitmesine gerek kalmadı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin fırka (parti) konumunu alması üzerine Bursa sorumlu yazmanlığına (kâtib-i mesul) atandı. Ardından aynı görevle 1911'de İzmir'e gönderildi. Orada İttihat ve Terakki politikalarının başlıca uygulayıcılarından oldu. Partinin propaganda ve örgütlenme çalışmalarını yürüttü. Halka Doğru cemiyetini kuran ve parti görüşlerini yansıtan yine aynı adlı bir dergi çıkaran Bayar, bu dergide Turgut Alp takma adıyla yazılar yazdı. Millî İktisat politikasının uygulamaya geçirilmesi için çalıştı. Yörenin ekonomisine egemen olan gayrimüslim azınlıkların yanı sıra Türk halkının da ekonomik etkinliğinin artırılması çabalarına girişti. Partisinin öncülüğünde İzmir Kız Lisesinin açılmasına önayak oldu (1912). Basmahane'de Şimendifer Meslek Okulunun açılmasına yardım etti. Kooperatifçiliği yaygınlaştırmaya çalıştı. İzmir'de bir millî kütüphane kurdurdu.
Celal Bayar'ın, spor yapan Altaylı gençleri İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katmak için gösterdiği çabanın sonucunda 1914 yılının 16 Ocak tarihinde Altay fiilen kuruldu. O dönem Şark İdadisinde faaliyet gösteren Altay'ın kuruluşu için para yardımında da bulunarak Altay’ın güçlenmesini sağladı.
Kurtuluş Savaşı
I. Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisiyle son bulup İttihat ve Terakki iktidardan uzaklaştırılarak bu partinin yöneticilerine karşı soruşturma ve suçlamalar başlayınca savaş suçlusu olarak İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılandı ve aklandı.
Mütareke döneminde İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti ve İzmir Müdâfaa-i Hukuku Osmaniye Cemiyeti'nin kuruluşuna katıldı (1918). İstanbul'da İtilafçı hükûmetler iş başına geçtiğinde adı bir kez daha tutuklanacaklar listesine girince ve İzmir'in işgali tehlikesi belirince, arkadaşı Jandarma Yüzbaşısı Sarı Efe Edip ile birlikte İzmir'den kaçıp dağlara çekilerek Gökçen Efe'ye sığındı. Galip Hoca takma adıyla, zeybek ve köy hocası kılığında köy köy dolaşarak işgale karşı propaganda yaptı. İzmir'in işgalinden sonra Söke yöresindeki ulusal direnişçilerle iş birliği yaptı. Direnişçilerin safında Yunan işgaline karşı Aydın'ın geri alınması mücadelesine katıldı. Denizli cephesinde Demirci Mehmet Efe'ye danışman oldu. Balıkesir Kongresi kararıyla Akhisar cephesi alay komutanlığına getirildi.
Köylü kıyafetinde, eşeklerle odun kömürü satın almak için köy köy dolaşan Celal Bayar, Akhisarlılara önderlik yapabilecek kabiliyette olan kişilerle irtibat kurmuştur. Özellikle kendi bölgelerinde nüfuz sahibi olan Kömürcü köyünden Uşşaki Şeyhi Sadık (Erenbaş) Efendi, Arabacıbozköy’den Kadiri şeyhi İbrahim (Yılmaz) Efendi ve Beyoba köyünden Ziya Bey ile çok sıkı bir diyalog kurmuştur. Hemen hemen Akhisar’ın bütün köylerini dolaşan Celal Bayar, halkı örgütlemiş ve millî bilincin oluşmasında gereken her şeyi yapmıştır.
1920'de Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na Saruhan Sancağı (Manisa) mebusu seçildi. Meclis'te Kuvâ-yi Milliye'yi öven ve Saray'ın Kurtuluş Savaşı konusundaki ilgisizliğini yeren konuşmalar yaptı. İstanbul işgal edilince (16 Mart 1920) gizlice Bursa'ya geçti. Ankara'ya geçmeyi planlarken isyancı Anzavur kuvvetleri Bursa'ya doğru harekete geçince, Mustafa Kemal Paşa Celal Bayar'dan bir süre Bursa'da kalarak buradaki Kuvâ-yi Milliye örgütüyle iş birliği yapmasını istedi. Bu görevi nedeniyle, Ankara'da 23 Nisan 1920'de toplanan TBMM'nin açılış toplantısında hazır bulunamadı. 8 Mayıs 1920'de Ankara'ya geçerek I. dönem TBMM'ye Bursa mebusu olarak katıldı. Meclis'te eski İttihatçılarla iş birliği yapmayarak Mustafa Kemal Paşa'nın yakın çevresine girdi. İktisat encümeni raportörlüğü yaptı. 1920'de bir ara iktisat vekilliğine vekâlet etti. Çerkez Ethem ile TBMM arasında arabuluculuk yapmakla görevlendirilen kurula üye seçildi, Ethem ile görüşmeler yaptı. Mustafa Kemal Paşa'nın direktifleriyle Yeşil Ordu Cemiyeti ve resmî Türkiye Komünist Fırkası'nın yöneticileri arasında yer aldı.
1921-1922 yılları arasında iktisat vekili olarak görev yaptı. 1922'de Lozan Konferansı'na gönderilen ilk kurula danışman olarak katıldı. Aynı yıl bir süre hariciye vekilliğine vekâlet etti. 1923 seçimlerinde, Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Grubu adayı olarak 2. TBMM'ye İzmir Milletvekili olarak girdi. Türk Kurtuluş Savaşı'nda göstermiş olduğu üstün hizmetler dolayısıyla Kırmızı-Yeşil şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edildi.
Tek parti dönemi
Cumhuriyet'in ilanından sonra, Mart 1924'te Mübadele, İmar ve İskân vekilliğine atandı. Temmuz 1924'te bu görevden istifa etti. Aynı yıl Mustafa Kemal tarafından yeni bir ulusal banka kurmakla görevlendirildi. 26 Ağustos 1924'te ulusal ekonomi politikasının temel taşlarından olan ve Türkiye'nin ekonomik yaşamında belirleyici bir rol oynayan Türkiye İş Bankası'nı kurdu ve 1932'ye değin genel müdürlüğüne yaptı.
Hükûmetin etkin desteğinden yararlanan İş Bankası hızlı bir gelişme gösterdi. Bayar bu dönemde Mustafa Kemal'in yakın çevresinde bulunmasının sonucu olarak rejimin ekonomi politikasının belirlenmesinde etkili oldu. Aşarın kaldırıldığı, toprak dağıtımına gidildiği, Teşvik-i Sanayi Kanunu'nun çıkarıldığı, demiryolu yapımının hızlandırıldığı ve T.C. Merkez Bankası'nın kurulduğu bu dönemde, ekonomi politikasının temel özelliği devlet desteğiyle bir tür kapitalizm yaratma kaygısıydı. 1929 Büyük Bunalımı'nın etkileri, "liberal" denen bu politikanın yerini devletçiliğe bırakmasına yol açtı.
1932'de iktisat vekilliğine getirilen ve 1937'ye değin bu görevde kalan Bayar, devletçiliğin de önde gelen uygulayıcılarından oldu. Ama "İş Bankası Çevresi"nin baş temsilcisi olarak, daha katı bir devletçilikten yana olan İsmet Paşa çevresiyle tam olarak anlaşamadı. Bayar'ın devletçilik anlayışı, devletçiliği bir sistem olarak değil, ulusal kapitalist bir ekonominin yaratılmasında etkin bir yöntem olarak görmede odaklaşıyordu. Bayar'ın iktisat vekilliği döneminin ayırıcı özelliği, devletin ekonomiye düzenleyici müdahalelerinin artmasının yanı sıra, bizzat devlet eliyle sanayileşme girişiminin büyük boyutlara ulaşmasıydı. Bu amaçla 1. Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı. Sanayileşmenin yürütülmesi ve finansmanıyla görevli Sümerbank, Etibank gibi kuruluşlar oluşturuldu. Birçok alanda devlet tekeli getirildi. Sanayileşmeyi desteklemek amacıyla dış ilişkilerde korumacı bir siyaset izlendi, iç ticaret hadleri tarım aleyhine bozuldu. Birçok alanda millileştirmeye gidildi.
İsmet İnönü, bazı konularda Atatürk'le anlaşmazlığa düşerek başbakanlıktan istifa edince, 1 Kasım 1937'de Bayar bu göreve getirildi. Ama yeni hükûmet genel politikada köklü bir dönüşüm gerçekleştiremedi. Hükûmetin bileşiminde de önemli bir değişiklik yapılmadı, ekonomi politikası değiştirilmedi. Bayar hükûmeti döneminde devletçi yaklaşımı sürdüren Denizbank Kanunu çıkarıldı, birkaç devletleştirme yapıldıysa da bu alanda önemli bir girişim olmadı. Atatürk'ün ölümünden (10 Kasım 1938) sonra cumhurbaşkanı seçilen İnönü'nün yeniden başbakanlığa atadığı Bayar'ın bu görevi kısa sürdü, Ocak 1939'da istifa ederek başbakanlıktan ayrıldı.
Demokrat Parti
II. Dünya Savaşı yıllarında Bayar'ın siyasal etkinliği sınırlı kaldı, yeniden milletvekili seçildiyse de önemli bir göreve getirilmedi. 1943'ten sonra hükûmete karşı ılımlı muhalif bir tutum takındı. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yönetimine karşı muhalefet, 1945 yılı Bütçe Kanunu'nun oylanması sırasında su yüzüne çıktı; 29 Mayıs 1945 günü, Şükrü Saraçoğlu Hükümetinin 1945 yılının yedi aylık bütçesi için yapılan oylamada Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Emin Sazak'la birlikte bütçeye red oyu verdi, ardından, aynı gün içinde yapılan güven oylamasında hükûmete güvensizlik oyu verenler arasında yer aldı. Parti içi muhalefet 7 Haziran 1945'te Bayar, Menderes, Koraltan ve Köprülü'nün CHP Meclis Grubu başkanlığına "Dörtlü Takrir" diye bilinen "Parti tüzüğü ve bazı kanunlarda tadilat" isteyen bir önerge vermesiyle iyice belirginleşti. Ülkede ve partide siyasal liberalleşme isteyen bu önerge, CHP grubunda, imza sahiplerinin dışındaki üyelerce oybirliğiyle reddedildi. Ardından, önce 21 Eylül 1945 günü CHP Divanı oybirliğiyle Dörtlü Takrir'i verenlerden Köprülü ve Menderes'i, kısa süre sonra da Koraltan'ı partiden ihraç etti. Bayar, Eylül 1945'te milletvekilliğinden, Aralık 1945'te de CHP'den istifa etti. 7 Ocak 1946'da bu üç arkadaşıyla birlikte Demokrat Parti'yi (DP) kurdu ve partinin genel başkanlığına seçildi.
Tek parti dönemindeki, özellikle II. Dünya Savaşı yıllarındaki sıkıntıların halkta yarattığı hoşnutsuzluk ve savaş ertesinde dünya çapındaki demokratik gelişme bağlamında kurulan, aynı zamanda tek parti üst kademesindeki (özellikle İnönü-Bayar çekişmesinde odaklaşan) iktidar mücadelesini ve (İnönü'nün saf devletçiliği ile Bayar'ın özel girişime yönelik devletçiliği gibi) farklı ekonomi politikası yaklaşımlarını yansıtan Demokrat Parti'nin programında siyasal demokratikleşme, bürokrasinin gücünün kırılması, devletçilik ilkesi korunmakla birlikte, özel girişimin özendirilmesi gibi temalar işleniyordu. Bayar partiyi tanıtmak için çıktığı gezilerde artık halkın iktidara gelmesi gerektiğinden, halk iradesinden söz ediyordu.
DP 1946 seçimlerinde CHP'ye karşı görece bir başarı elde ederek 62 milletvekili çıkardı. Bayar da İstanbul'dan milletvekili seçildi. 1946-1950 yılları arasında, ana muhalefet partisi lideri olarak eski partisi CHP'ye karşı zaman zaman sertleşen bir muhalefet yürüttü. DP'nin Ocak 1947'deki ilk kongresinde Bayar, Seçim Kanunu'nun değiştirilmesini, aynı kişinin hem cumhurbaşkanı hem parti başkanı olamamasını, antidemokratik yasaların kaldırılmasını istedi. Ama CHP'ye karşı muhalefetin dozu konusunda, DP içindeki ılımlılar arasında yer aldı. "Aşırılar" daha sonra partiden ayrılarak, Millet Partisi'ni kurdular. DP tek parti döneminin etkin laiklik politikasından hoşnutsuzluk duyan dinci çevrelerce desteklenmekle birlikte, Bayar'ın "Atatürkçü" kişiliği bu partinin laikliğe bağlılığı konusunda güvence olarak görülüyordu.
Cumhurbaşkanlığı (1950-1960)
1950 seçimlerinde oyların yüzde 53'ünü alan DP büyük bir seçim başarısı elde ederek tek başına iktidara geldi ve Cumhuriyet döneminde iktidar ilk kez el değiştirdi. Muhalefet günlerinde Celal Bayar cumhurbaşkanı olmak yerine, kabine başında olmayı tercih ettiğini kesin surette söylemişti. Parti liderinin cumhurbaşkanı olmaması ve bu makamın politika dışında kalması hakkında muhalefet devrinde yapılan ısrarlarında samimi olduğu, Bayar'ın cumhurbaşkanlığını reddetmesi suretiyle belirtilmiş olacaktı. Fakat seçimlerin ardından kararı değişince, Celal Bayar, 22 Mayıs 1950'de cumhurbaşkanı seçildi ve DP genel başkanlığından çekildi.
1954 ve 1957 seçimleri sonunda da yeniden cumhurbaşkanı oldu ve 27 Mayıs Darbesi'ne (1960) kadar bu görevde kaldı. Türkiye'nin üçüncü cumhurbaşkanı olan Bayar, Cumhuriyet'in asker kökenli olmayan ilk cumhurbaşkanıdır (Bayar görevden uzaklaştırıldıktan sonra da 29 yıl boyunca cumhurbaşkanlığı makamında asker kökenliler yer aldı.). DP genel başkanlığından ayrılmasına karşın, DP iktidarı döneminde DP politikalarının belirlenmesinde Adnan Menderes'le birlikte birinci derecede söz sahibi oldu. Partilerüstü bir görev anlayışı izlemedi, taşıdığı DP amblemli bastonda simgeleşen davranışlarıyla sürekli olarak DP'nin önderi olduğu görünümünü verdi. Seçimlerde etkin biçimde propaganda gezilerine katıldı. Bu nedenle muhalefet tarafından sık sık eleştirildi.
DP döneminde Batı blokuyla ilişkiler sıklaştırıldı, Türkiye Kore Savaşı'na ve NATO'ya katıldı. Bu temelde birçok dış gezi de yapan Bayar, 1954'te, ABD'ye resmî bir ziyarette bulunan ilk Türkiye Cumhurbaşkanı oldu. 1957 seçimleri öncesi, 20 Ekim 1957'de DP'nin İstanbul'daki mitingindeki konuşmasında "Türkiye'nin 30 yıl içinde bir "Küçük Amerika" olacağını" açıkladı.
On yıllık DP iktidarı döneminde Türk toplumu derin dönüşümler yaşadı. Özel girişimi özendiren enflasyonist bir ekonomi poltikası izlendi, ama devletin ekonomik ağırlığı azaltılmadı. Halkın siyasal katılımı arttı, siyasal üst kademenin yapısı değişti. Laiklik yönelimi terk edilmemekle birlikte, tek bir partinin etkin laiklik politikasından vazgeçildi. Ama 1950'lerin ikinci yarısında, ekonomik bunalımın da etkisiyle, DP gittikçe artan otoriter bir politika izledi, muhalefete karşı baskı uyguladı. Bu otoriter yönetimde Bayar'ın da belirleyici bir etkisi oldu. Etem Menderes, 14 Kasım 1957 günü not defterine, Bayar'ın, "İcap ederse İsmet Paşa'yı da sehpaya götürmekte tereddüt etmem!" dediğini yazdı ve bunu "korkunç ihtiras" olarak tanımladı.
27 Mayıs Darbesi
DP'nin artan baskısına karşı artan hoşnutsuzluktan yararlanan 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesi DP iktidarını devirdi. Bayar, darbe sabahı Çankaya Köşkü'nde kendisini teslim almaya gelen subaylara karşı önce direnmeye çalıştı, sonra da ceketinin cebindeki tabancayı şakağına dayayarak intihar girişiminde bulundu. Ancak 77 yaşındaki Bayar'dan daha atik davranan askerler tabancayı elinden almayı başardılar. Bayar öbür DP yöneticileriyle birlikte tutuklandı, "vatana ihanet" ve "anayasayı ihlal" suçlamasıyla Yassıada'da, Yüksek Adalet Divanı'nda yargılandı. Yassıada'da tutuklu olduğu sırada, 25 Eylül 1960'ta, Düşükler Yassıada'da filmine tepki göstererek bel kemeriyle intihara teşebbüs etti ancak kurtarıldı. 15 Eylül 1961'de idama mahkûm edildi. Hüküm verildiği zaman 78 yaşında olan Bayar'ın cezası Millî Birlik Komitesi tarafından yaşam boyu hapse çevrildi ve Yassıada'dan Kayseri Cezaevi'ne nakledildi.
Hastalığının ilerlemesi üzerine, 14 Şubat 1962'de tedavi için Ankara'ya getirildi ve 5 gün sonra yeniden Kayseri'ye götürüldü. 1963 yılının ilk aylarında Celal Bayar’ın sağlık nedenleriyle Cumhurbaşkanı tarafından affı gündeme geldi. Bayar'ın cezası, sağlık nedenleriyle hükûmet tarafından 6 aylık bir süre için ertelendi ve 22 Mart 1963'te tahliye edildi. 23 Mart’ta Kayseri’den Ankara’ya gelen Bayar’ı, büyük bir konvoy ve kalabalık karşıladı. Bu coşkulu karşılama tepkilere neden oldu, aleyhte gösteriler Adalet Partisi (AP) Binasının, Bayar’ın yerleştiği evin ve Yeni İstanbul gazetesinin taşlanmasına kadar gitti. AP’nin kapatılacağı endişesi ortaya çıktı. Bu gelişmelerden sonra 28 Mart’ta Bayar’ın cezasının ertelenmesi ile ilgili karar kaldırıldı. Bu tarihten itibaren 6 ay Ankara Hastanesinde gözetim altında kaldıktan sonra, sağlık durumunda herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen tekrar Kayseri Cezaevi’ne gönderildi (5 Ekim 1963).
Sağlık nedeniyle serbest bırakıldığı 8 Kasım 1964'e değin Kayseri Cezaevi'nde kaldı. 8 Temmuz 1966'da da hakkında verilen adli tıp raporuyla dönemin cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından, Anayasa'nın 97. maddesinde yazılı sebeplere dayanılarak affedildi. Adalet Partisi hükûmetinin 8 Ağustos 1966'da çıkardığı yeni bir af yasasıyla, ömür boyu hapis cezasına çarptırılanlar da dahil olmak üzere eski DP'lilerin tümü özgürlüklerine kavuştular.
Sonraki yıllar ve ölümü
Bundan sonra, eski DP'lilerin siyasal haklarının geri verilmesi için çalıştı. 1968'de, kendisi gibi siyasal haklarını yitirmiş eski DP'lileri haklarını geri alabilmeleri için bir araya getirmeyi amaçlayan "Bizim Ev" adlı bir kulüp kurdu. 14 Mayıs 1969'da siyasal hasmı İsmet İnönü ile tarihi buluşma gerçekleştirerek eski DP'lilerin siyasi haklarının geri almaları için gereken anayasa değişikliği konusunda CHP'nin desteğini sağladı. İnönü'nün yardımlarıyla Anayasa değişikliği TBMM'de onaylandı.
Ancak değişikliğin Cumhuriyet Senatosu'nda oylanmasından önce Türk Silahlı Kuvvetleri ve Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın tavır alması nedeniyle, iktidardaki Adalet Partisi'nin lideri Süleyman Demirel yaklaşan 1969 seçimleri öncesinde TSK ile gerginlik çıkmaması için Senato'daki oylamanın seçimlerden sonraya bırakılmasını istedi. AP’nin af konusundaki tutumu ile parlamentonun itibarını zedelediğini ileri süren Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy ve eski DP’li bakanlardan Samet Ağaoğlu’nun eşi AP Manisa Milletvekili Neriman Ağaoğlu, 31 Temmuz 1969 günü partilerinden ve milletvekilliklerinden istifa ettiler. Bu gelişme eski DP’lilerin AP’lilerle ihtilaflarının su yüzüne çıkması şeklinde yorumlandı.
Bununla birlikte seçimlerin ardından anayasa değişikliği Cumhuriyet Senatosu’nda görüşüldü ve 6 Kasım 1969’da kabul edildi. Ancak 14 Kasım 1969 günü Türkiye İşçi Partisi, kanun değişikliğinin usul yönünden iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Mahkeme başvuruyu haklı bularak, 16 Haziran 1970'te anayasa değişikliğini iptal etti. Bu iptal, kanunun Millet Meclisi’nde kabulü sırasında AP'li Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli’nin yaptığı hatanın sonucu olarak nitelendirildi, Bozbeyli’nin itirazına rağmen, bilerek usul hatası yaptığına dair iddialar sürdü. Siyasi affın bu şekilde Anayasa Mahkemesi’nce iptali, AP’nde parti içi bölünmelerin artmasına neden oldu. Bu süreçte AP'den istifa ve ihraç edilenler Aralık 1970'te Demokratik Parti'yi kurdular. Bayar, kurucuları arasında kızının da yer aldığı Demokratik Parti'yi destekledi. Bu partinin seçim kampanyalarına katıldı.
1973 seçimleriden sonra oluşan CHP-MSP Koalisyonu zamanında 2 Nisan 1974’te Meclis, eski DP’lilerin siyasi haklarının iadesini öngören kanun teklifini kabul etti. Ancak eski DP'lilerin siyasi partilere üye olabilmesi ve milletvekili seçilebilmeleri için siyasi partiler ve seçim kanunlarında da yapılması gereken değişiklikler vardı, bu değişiklikler aynı yılın aralık ayında gerçekleştirilebildi.
Cezaları bağışlanan Bayar, 1961 Anayasası'na göre, eski cumhurbaşkanı olarak, Cumhuriyet Senatosu'nun doğal üyesi sayılıyordu. AP'li senato başkanı Tekin Arıburun'un, Senato'ya katılması yolundaki çağrısını, doğal üyeliğe karşı olduğu savıyla geri çevirdi (28 Nisan 1974).
Affın gerçekleşmesinden sonra Demokratik Partililerden büyükçe bir grubun AP'ye dönmesi üzerine, Bayar da 1975 Senato kısmi seçimlerinde yeniden Adalet Partisi'ni destekledi; Bursa'da yapılan AP mitinginde, Süleyman Demirel ile birlikte kürsüye çıkarak konuştu. Bu dönemde sağ siyasal güçler açısından birleştirici bir simge sayıldı. 12 Eylül Darbe yönetimini ve 1982 Anayasası'nı destekledi.
Ölümü
Uzunca süre yaşadığı konjestif kalp yetmezliği nedeniyle kaldırıldığı İstanbul Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezinde (günümüzde Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi) 22 Ağustos 1986'da 103 yaşında hayatını kaybetti. Öldüğünde, dünyanın en yaşlı politikacısıydı.
Ölümünün ardından Anıtkabir'e defnedilmesi gündeme geldi. Bazı basın organları ve siyasi partiler konuyu gündeme getirdi. Başbakan Turgut Özal ve SHP lideri Erdal İnönü de Anıtkabir'e gömülmesine destek verdiler. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ise buna karşı çıktı, teklifi reddetti.
Cenazesi, 28 Ağustos 1986'da Ankara'da Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in de katılımıyla gerçekleşen devlet töreninin ertesi günü doğum yeri olan Umurbey'de toprağa verildi.
Anısı
1965 ile 1972 arasında Ben de Yazdım başlığıyla 8 cilt halinde anılarını yayımladı. 1969'da Başvekilim Adnan Menderes (derleyen İsmet Bozdağ) adlı bir kitabı yayımlandı. 1961 ile 1964 arasında yaklaşık üç yıl kaldığı Kayseri Cezaevi'ndeki anıları Kayseri Cezaevi Günlüğü (hazırlayan Yücel A. Demirel) adıyla 1999 yılında kitaplaştırıldı.
Doğduğu ev, Yapı Kredi Bankası'nın sahibi Kazım Taşkent'in katkılarıyla restore edilmiştir. 1992 yılında kurulan Manisa'daki Celal Bayar Üniversitesi'ne adı verildi.
Kaynakça
Dış bağlantılar
Celal Bayar , T.C. Cumhurbaşkanlığı
BBC Türkçe ile 1982 yılında yapılan röportaj
100 yaş üstü Türkler
1883 doğumlular
1948 Türkiye İktisat Kongresi'ne katılanlar
1986 yılında ölenler
27 Mayıs Darbesi
Askerî darbe ile devrilen liderler
Bursa'da defnedilenler
Cumhuriyet Halk Partisi mensubu siyasetçiler
Demokrat Parti (1946) genel başkanları
Dersim İsyanı'nda kişiler
Gemlik doğumlular
İstanbul'da ölenler
İttihat ve Terakki üyeleri
Kırmızı-yeşil şeritli İstiklâl Madalyası sahipleri
Kurtuluş Savaşı'na katılan siviller
Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı sahipleri
Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı (1920) Manisa üyeleri
TBMM 1. dönem Manisa milletvekilleri
TBMM 10. dönem İstanbul milletvekilleri
TBMM 11. dönem İstanbul milletvekilleri
TBMM 2. dönem İzmir milletvekilleri
TBMM 3. dönem İzmir milletvekilleri
TBMM 4. dönem İzmir milletvekilleri
TBMM 5. dönem İzmir milletvekilleri
TBMM 6. dönem İzmir milletvekilleri
TBMM 7. dönem İzmir milletvekilleri
TBMM 8. dönem İstanbul milletvekilleri
TBMM 9. dönem İstanbul milletvekilleri
Teşkilât-ı Mahsusa
Türk Müslümanlar
Türk tutuklular ve hükümlüler
Türkiye başbakanları
Türkiye'deki ana muhalefet partisi genel başkanları
Türkiye'deki siyasi parti genel başkanları
Bursa doğumlu siyasetçiler
Bulgaristan Türkleri
İmar ve İskan Bakanları
Türkiye tarafından tutuklanan kişiler
Celâl Bayar |
1547 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Model%20teorisi | Model teorisi | Modeller kuramı, matematiksel konseptleri küme kuramı temelinde inceleyen ya da başka bir deyişle matematiksel sistemlerin dayandığı modelleri araştıran matematik dalıdır. Modeller kuramı, 'dış dünyada' matematiksel nesnelerin var olduğunu varsayar ve nesneler, nesneler arasında bazı işlemler ya da bağıntılar ve bir aksiyomlar kümesi verildiğinde, nelerin nasıl tanıtlanabileceğine ilişkin sorular sorar.
Seçim aksiyomu ve süreklilik hipotezinin küme kuramının diğer aksiyomlarından bağımsız olduğu tespiti modeller kuramından doğan en ünlü sonuçlardır (Paul Cohen ve Kurt Gödel tarafından tanıtlanmıştır). Hem seçim aksiyomunun hem de seçim aksiyomu negasyonunun küme kuramının Zermelo-Fraenkel aksiyomlarıyla uyumlu olduğu tanıtlanmıştır. Bu sonuçlar model teorisinin özel bir uygulaması olan Aksiyomatik küme kuramı dalının bölümleridir.
Modeller kuramının pratik bir uygulama örneği reel sayılar kuramıyla verilebilir. Her nesnenin bir reel sayı olduğu bir nesneler kümesi ve {×,+,-,.,0,1} gibi bir bağıntılar ve/ya da fonksiyonlar kümesini ele alalım. Bu dilde kuracağımız örneğin "∃ x (x × x = 1 + 1)" önermesinin reel sayılar için doğru olduğu yani belirtilen koşulu sağlan bir x olduğu bellidir; fakat aynı önerme rasyonel sayılar için yanlıştır. Buna karşın "∃ x (x × x = 0 - 1)" önermesi reel sayılar için yanlıştır. Önermeyi doğru yapmak için sabit bir simge i ve yeni bir aksiyom "i × i = 0 - 1" ekleyerek kompleks sayıları tanımlayabiliriz.
Buna göre modeller kuramı matematiksel sistemler içinde nelerin tanıtlanabilir olduğu ve bu sistemlerin kendi aralarındaki ilişkilerle ilgilenir. Özel olarak modeller kuramı bir sisteme yeni aksiyomlar ya da yeni dil yapıları eklendiğinde ne gibi sonuçlar ortaya çıktığını araştırır.
İlgili konular
Tersine Matematik
Tanıtlama kuramı |
1549 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Soyut%20yap%C4%B1 | Soyut yapı | Soyut yapı, fiziksel nesnelerden bağımsız olarak tanımlanan kurallar, özellikler ve ilişkiler kümesidir. Soyut yapılar felsefe, bilişim bilimi ve matematikte incelenir. Hatta modern matematik çok genel anlamıyla soyut yapıları inceleyen bilim olarak tanımlanmıştır.
Soyut bir yapı (belirli bir yaklaşıklık derecesinde) bir ya da birden çok fiziksel nesneyle temsil edilebilir ve buna soyut yapının uygulaması denir. Bununla birlikte soyut yapının kendisi herhangi özel bir uygulamaya bağlı olmayacak şekilde tanımlıdır.
Örnek olarak satranç kuralları
Satranç kuralları, kuralların tanımı herhangi bir satranç takımı, tahtası ya da notasyonundan bağımsız olduğu için, soyut bir yapıdır. Bu soyut yapı içerisinde örneğin şah, Rakip taşların tehdidi altında bulunmayan bitişik bir kareye ilerleyebilen bir taştır şeklinde tanımlanır. Şah burada "tepesinde kavuk bulanan uzun bir taş" olarak tanımlanmamıştır; çünkü Ş harfiyle, bir bilgisayar simgesiyle ya da Büyük İskender şeklinde bir heykelcikle temsil edilebilir. Satranç soyut bir yapı olduğundan bir satranç oyununu tamamıyla akılda oynamak olanaklıdır.
Dama ve go gibi oyunlar da soyut yapılar arasında sayılır. Diğer yandan çoğu spor dalı soyut yapı değildir çünkü kuralları sahanın, topun ya da spor aletlerinin fiziksel özelliğine bağlıdır.
Soyut bir yapı bir kavram ya da fikirden daha zengin bir yapıya sahiptir. Soyut bir yapı belirli bir uygulama adayının söz konusu soyut yapıya tam olarak uyup uymadığını belirlemek için kullanılabilen kesin kurallar içermelidir. Örneğin belirli bir hükûmet şeklinin demokrasi kavramına uyup uymadığı tartışılabilir ancak belirli bir hamleler dizisinin geçerli bir satranç oyununu temsil edip etmediği tartışmaya açık olamaz.
Başka örnekler
Bir sıralama algoritması soyut bir yapıdır fakat bir yemek tarifi soyut bir yapı değildir, çünkü malzemelerin özelliklerine ve niceliklerine bağlıdır.
Basit bir melodi soyut bir yapıdır, fakat bir orkestrasyon soyut bir yapı değildir, çünkü tekil çalgıların özelliklerine bağlıdır.
Öklid geometrisi soyut bir yapıdır, fakat kıtasal hareket kuramı soyut bir yapı değildir, çünkü dünyanın fiziksel özelliklerini esas alır.
Bir formel dil soyut bir yapıdır, fakat bir doğal dil soyut bir yapı değildir, çünkü dilbilgisi kuralları ve sözdizimi tartışmaya ve yoruma açıktır.
Ayrıca bakınız
Matematikte soyutlama
Felsefede soyutlama
Matematik terimleri
Soyut yapı |
1552 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Matematiksel%20ispat | Matematiksel ispat | Matematiksel ispat, matematiksel bir ifade için türerilmiş varsayımların mantıksal olarak doğru olduğu sonucunu garantileyen, çıkarımsal bir argümandır. Argüman, teoremler gibi önceden oluşturulmuş diğer ifadeleri kullanabilir; lakin prensipte her delil, kabul edilen çıkarım kurallarıyla birlikte yalnızca aksiyom olarak bilinen belirli temel veya orijinal varsayımlar kullanılarak oluşturulabilir.
Matematiksel tanıtta mantık kullanılır ancak genellikle bir ölçüde doğal dilden de yararlanılır ve dolayısıyla bir parça belirsizlik içerir. Gerçekten de matematikte yazılan tanıtların büyük çoğunluğu informel mantığın uygulaması olarak kabul edilebilir. Tamamıyla formel tanıtların ele alındığı tanıtlama teorisi bağlamında, bu tip tamamıyle formel olmayan tanıtlamalara "sosyal tanıtlama" denir. Bu ayrım, günümüz ve geçmiş matematiksel uygulamaların, matematikte yarı görgücülüğün ve matematik folklorünün yoğun olarak incelenmesine yol açmıştır. Matematik felsefesi ise dilin ve mantığın tanıtlardaki rolü ve "dil olarak matematik" ile ilgilidir.
Kişinin formalizme olan yaklaşımından bağımsız olarak, doğru olduğu tanıtlanan sonuca teorem denir. Bu teorem, tamamıyla formel olan bir tanıtta son satırda yer alır ve tanıtın tümü, bu teoremin aksiyomlardan nasıl türetildiğini gösterir. Bir teorem tanıtlandıktan sonra başka önermeleri tanıtlamada kullanılabilir. Matematiğin temelleri adı verilen önermeler tanıtlanamayan ya da tanıtlanması gerekmeyen önermelerdir. Bunlar bir zamanlar matematik felsefecilerinin başlıca uğraşı alanıydı. Günümüzde ilgi odağı daha çok matematiksel uygulamalara, yani kabul edilebilir matematiksel tekniklere kaymıştır.
Bazı kabul görmüş tanıtlama teknikleri:
Doğrudan tanıtlama: Sonucun, aksiyomlar, tanımlar ve daha önceki savların mantıksal olarak birleştirilmesiyle elde edildiği yöntem.
Tümevarımla tanıtlama: Temel bir durumun tanıtlandığı ve bir tümevarım kuralı kulanılarak çok sayıda (sıkça sonsuz olan) başka durumların tanıtlandığı yöntem.
Olmayana ergi tanıtı (Reductio ad absurdum olarak da bilinir): Bir özelliğin doğru olması durumunda mantıksal bir çelişkinin doğacağı dolayısıyla özelliğin yanlış olduğunun gösterildiği yöntem.
Oluşturarak tanıtlama: İstenen özelliğe sahip somut bir örnek oluşturularak istenen özellikte bir nesnenin var olduğunun gösterildiği yöntem.
Tüketerek tanıtlama: Tanıtlanacak önermenin sonlu sayıda duruma bölünerek her birinin ayrı ayrı tanıtlandığı yöntem.
Köşegen yöntemiyle tanıtlama: Köşegen yöntemiyle tanıtlama Georg Cantor tarafından özel önermeleri tanıtlamak için geliştirilmiştir. İlk olarak, rasyonel sayıların sayılabilir ve gerçel sayıların sayılamaz olduğunu göstermek için kullanmıştır.
Çekmece ilkesi: İlk olarak Alman matematikçi Peter Gustav Lejeune Dirichlet tarafından ortaya konulan genel bir eşleştirme ilkesidir. Sayısı belli olan bir nesneler topluluğu nesne sayısından daha az sayıda çekmeceye yerleştirildiğinde, çekmecelerden en az birinde birden fazla nesnenin var olmak zorunda olduğunu ifade eder.
Olasılıkçı tanıtlama, olasılık teorisi yardımıyla istenen özellikte bir örneğin var olduğunun gösterildiği bir tanıtlama olarak anlaşılmalıdır, yani bir teoremin doğru "olabileceği" şeklinde değil. Bu ikinci türdeki uslamlamalara 'usayatkınlık tanıtı' denebilir; Collatz sanısı örneğinde bunun gerçek bir tanıtlamadan ne kadar uzak olduğu aşikardır. Olasılıkçı tanıtlama -oluşturarak tanıtlama dışında- varlık teoremlerini tanıtlamanın birçok yönteminden biridir.
Örneğin "f(X)'i sağlayan en az bir X var" önermesini tanıtlamaya çalışıyorsanız, bir varlık ya da oluşturmacı olmayan tanıt f(X)'i sağlayan bir X olduğunu tanıtlar fakat bu X'in nasıl elde edileceğini göstermez. Buna karşın oluşturmacı bir kanıt X'in nasıl elde edildiğini de gösterir.
Doğru olduğu düşünülen fakat henüz tanıtlanmayan bir önerme sanı (konjektür) olarak bilinir.
Bazı durumlarda, belirli bir önermenin verili bir aksiyomlar kümesinden tanıtlanamayacağı tanıtlanabilir; bkz. örneğin süreklilik hipotezi. Aksiyom sistemlerinin çoğunda, ne tanıtlanabilen ne de tanıtlanamayan önermeler bulunur (bkz. Gödel'in eksiklik kuramı).
Tanıtlama teorisi
Modeller kuramı
Otomatik teorem tanıtlama
Geçersiz tanıt
Oluşturmacı olmayan tanıt
Matematiksel tanıtlar listesi
Mantık |
1554 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Noam%20Chomsky | Noam Chomsky | Avram Noam Chomsky (, ; ; 7 Aralık 1928), Amerikalı dilbilimci, filozof, bilişsel bilimci, tarihçi, sosyal eleştirmen ve politik aktivist.
Philadelphia'da Aşkenazi Yahudi göçmenlerin çocuğu olarak dünyaya gelen Chomsky, New York City'deki alternatif kitapçılardan anarşizme erken bir ilgi duydu. Pennsylvania Üniversitesi'nde okudu ve 1955'te Harvard Society of Fellows'taki yüksek lisans çalışması sırasında, doktorasını kazandığı dönüşümsel gramer teorisini geliştirdi. Kendi ismiyle adlandırdığı Chomsky Hiyerarşisi’ni geliştirmiştir. Dilbilimine olan katkısı Davranışçılık kuramının eleştirisinde çok etkili olmuştur. Ayrıca bilişsel biliminin popülaritesini artırmıştır. Dilbilimsel çalışmalarının yanı sıra Kuzey Amerika’nın en önemli sol politikacı entelektüellerinden biri sayılır. Vietnam Savaşı’ndan itibaren ABD’nin dış ve ekonomik politikalarında Dünya'ca tanınan katı bir eleştirmendir. 1992 yılında gerçekleşen Sanat ve İnsan Hakları Takdirnamesi’nde, 1980 ve 1992 yılları arasında Dünya'nın en çok alıntı yapılan yaşayan insanı seçilmiştir. Noam Chomsky Anarko-sendikalizm ile liberter sosyalizm ile aynı hizada görmektedir. Ve Dünya Endüstri İşçileri Vakfının bir üyesidir.
Babası İbranice öğretmeniydi, ve Ortaçağ İbranice dil bilgisi üzerine hazırlanan bilimsel bir dergiyi çıkarmaktaydı. İlk eğitimini Philadephia'daki Oak Lane Country Day Okulu'nda ve Central Lisesi'nde aldı. 1940 ile 1945 yılları arasında New York şehrinin anarşist-sosyalist Yahudi entelektüel cemaatinin çalışmalarıyla haşır neşir oldu ve Arap-Yahudi işbirliği için çalışmak üzere İsrail'e göç etmeyi planladı.
Eğitimine dil bilimi, matematik ve felsefe çalışacağı Pensilvanya Üniversitesi'nde devam etti. 1945-50 yılları arasında Pensilvanya Üniversitesi öğrencisiydi ve dil bilimi öğrenimine başladı. Bu süre zarfında, Zellig Harris'in "Yapısal Dil Biliminin Yöntemi" adlı kitabının düzeltmeleri üzerine çalıştı ve Harris'in siyaset üzerine görüşlerine karşı sempati duymaya başladı. Radikal-empirist bir felsefeci olan Nelson Goodman'ın öğrenciliğini de yaptı. 1951 yılında Goodman'ın Genç Araştırmacı Bursu önerisini kabul ederek Harvard Üniversitesi'ne gitti.
1953 yılında Chomsky, Avrupa'ya seyahat etti. Bu gezi sırasında, yapısal dil bilimini şekillendirme girişiminin işe yaramayacağına karar verdi; çünkü dil oldukça soyut, doğuştan edinilen (İngilizce: generative) bir olguydu. Bundan sonraki çalışmalarının bu olgunun modellenmesi ile ilgili olması gerektiğine karar vermişti. 1955 yılında Pensilvanya Üniversitesi'nden doktora derecesini aldı; ancak bu dereceyi elde etmesini sağlayan araştırmaların çoğunu 1951-55 yılları arasında Harvard Üniversitesi'nde gerçekleştirdi. Doktora derecesini almasından bu yana Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde çalışmaktadır; şu anda Modern Diller ve Dil bilimi bölümündeki Ferrari P. Ward Başkanlığı görevinde bulunmaktadır. Noam, 24 Aralık 1949'da (şu anda Harvard Üniversitesi'nde profesör olan) Carol Schatz ile evlendi. Çiftin iki kız ve bir erkek çocukları vardır.
Noam ününü dil bilimi alanında kazandı. Dilbilimin bâzı tarihsel ilkelerini İbranice uzmanı olan babası William'dan edinmiştir. Aslında, yüksek lisans derecesi için gerçekleştirdiği ilk araştırmaları konuşulmakta olan modern İbranice hakkındaydı. Pek çok başarısının arasında en ünlü olanı, modern mantığa ve matematiksel temellere olan ilgisinden kaynaklanan üretici dil bilgisi (ing. generative grammar) üzerine olan çalışmalarıdır. Bunun sonucunda, bunu üretici dil bilgisini doğal dillerin tanımlamasına uygulamıştır. Öğrenci olarak, Noam Pennslyvania Üniversitesi dil bilimi profesörü olan Zellig Harris'ten oldukça etkilenmiştir. Zellis'in siyasi görüşlerine olan sempatisi, onu dil bilimi alanında yüksek lisans eğitimi görmeye yönlendirmiştir.
Noam her zaman siyaset ile ilgilenmiştir ve onu dil bilimi alanına çeken şeyin siyaset olduğu söylenir. Sosyalizm ve anarşizme doğru olan siyasi eğilimi, kendi deyişiyle radikal New York Yahudi cemaati nden kaynaklanmaktadır. 1965'ten beri ABD dış politikasının önde gelen eleştirmenlerinden birisi olmuştur. Amerika'nın Vietnam'a karışmasına karşı öne sürülen en önemli argümanlardan kabul edilen Amerikan Gücü ve Yeni Mandarinler makalelerinden oluşan kitabını yayınlamıştır.
Chomsky, akademik alanda saygı görmüş ve pek çok defa onurlandırılmıştır. Londra Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi tarafından Onursal Doktorluk ile ödüllendirilen Chomsky, aynı zamanda Dünya'nın birçok yerinde konferanslara davet edilmiştir. 1967'de Berkeley'deki California Üniversitesi'nde Beckman Konferansı'nı vermiştir. 1969'da ise Oxford Üniversitesi'nde John Locke Konferansı'nı ve Londra Üniversitesi'nde de Sherman Anma Konferası'nı vermiştir.
Kasım 2005 ve Haziran 2008 tarihlerinde ABD'den Foreign Policy ve İngiltere'den Prospect dergilerinin internet üzerinden okuyucu anketleri ile oluşturduğu Dünya'nın ilk 100 entelektüeli listelerinde, 2005 yılında 1., 2008 yılında 11. sırada yer almıştır.
Yaşamı
Chomsky 7 Aralık 1928’de William Chomsky ve Elsie Simonofsky’nin oğlu olarak Dünya'ya gelmiştir. 1945 yılında Pensilvanya Üniversitesi’nde felsefe ve dil bilimi alanında eğitim almaya başlamıştır. Hocaları arasında önde gelen dil bilimciler Zellig S. Haris ve felsefeci Nelson Goodman’dır. Chomsky’nin anarşist çalışmaları 1940'lı yıllardan sonra şekillenmeye başlamıştır. En önemlilerinden birisi İspanya İç Savaşı sırasındaki karşıt anarşist beyanlarıdır.
1950'li yılların başında birkaç yıl Harvard Üniversitesi’nde eğitim almıştır. 1955 yılında ise Pensilvanya Üniversitesi’nde dil bilimi alanında doktora unvanı elde etmiştir. ‘The Logical Structure of Linguistic Theory’ (Dilbilim Teorisinin Mantıksal Yapısı) isimli doktora çalışmasında düşünceleri geliştirmeye yönelik araştırmalar yapmıştır. Bunu 1957 yılında Linguistik alanında en çok tanınan kitabı ‘Syntactic Structures’da (Sentaktik Yapılar) belirtmiştir.
Doktorasından sonra asistan profesörlüğüne atanmıştır. 1961’den sonra Massachusetts Teknoloji Enstitüsü, Dilbilimi ve Felsefe alanında ordinaryüs olmuştur. 1960'tan bu yana dil bilimi alanındaki çalışmaları Dünya'ca tanınmaktadır. Bununla birlikte bu alanda en önemli kuramcılardan birisi olarak kabul edilmektedir. Noam Chomsky 1949 yılından beri Dilbilimci Carol Chomsky ile evlidir.
Noam Chomsky’nin dil bilimine akademik etkileri
Noam Chomsky doğal dilleri anlamlarına göre kategorize etmiştir. Kategorize etme eylemini, özel dil ifadelerini meta dil yardımı ile adlandırarak yapmıştır. Meta dilden ayrılarak gelişen gramer sınıfları bir hiyerarşide bölümlere ayrılabilir; bu, günümüzde Chomsky Hiyerarşisi olarak adlandırılır. Chomsky’nin bu çalışmaları dil biliminin temel yapı taşlarını oluşturur. Resmî diller ve Chomsky Hiyerarşisi bilişim evresinde, özellikle karmaşa teorisi ve derleyici yapıların oluşumunda, önemli bir rol oynamıştır. Steven Pinker gibi modern araştırmacılar Chomsky’nin yöntemleri üzerine kendi çalışmalarını yürütmüşlerdir.
Alan Turing’in çalışmalarıyla beraber doğal dillerin matematiksel bir bakış açısıyla ulaşılabilir olduğu yapısal bir alan ve biçimlendirme yöntemi meydana getirilirken makine çevirisi esas itibarıyla mümkün kılınmıştır.
Doğal dillerin matematiksel olarak formüllendirilmesi işlemi, Bilgisayar Dilbilimi adı altında oluşan yeni araştırma alanının ortaya çıkmasını sağlayan Chomsky, doğal dillerin matematiksel yollarla tanımlandığı teorileri ile Turing’in üretici dönüşümlü gramer teorisinin eksiksiz oluşunun kanıtlanmasından sonra dil bilimciler tarafından eleştirilere maruz kalmış ve bilişsel olarak benimsenmiştir. Eleştirilere maruz kalan Chomsky, sözde engellerle kendi dil bilgisi özelliklerini sınırlandırmıştır. Bu ve Goverment, Binding ve Minimalist Program gibi sonraki gramer teorileri, gerçi kusursuz olarak formüllendirilmemiştir ve birleşmeye dayalı LFG (Lexical Functional Gramer) ve HPSG (Head-Driven Phrase Structure Gramer) kuramlarının yanında Bilgisayar Dilbilimi için hâlâ ikinci derece rol oynar.
Noam Chomsky 1965 yılından bu yana Amerika’nın dış politikasını ağır bir şekilde eleştiren sol eğilimli muhaliflerin başında gelir. Amerika’nın dış politikası üzerine yaptığı konuşma kayıtları hem kitap hem CD olarak çoğaltılmıştır. Bunlardan birisi ‘Label Alternative Tentacles von Jello Biafra’dır.
Chomsky, Edward S. Herman ile birlikte kitle iletişim araçları vasıtasıyla kapitalist ortamı haberlerle biçimlendirerek, yönetim ve üst tabakanın onları önemsemesinde rol oynayan propaganda modeli üzerine çalışmıştır.
Dilbilimine olan katkıları
Chomsky’nin ilk kitabı ‘Syntactic Structures’, onun doktora çalışması olan ‘Logical Structure of Linguistic Theory’nin kısaltılmış, yeniden düzenlenmiş bir özetidir. Bu kitapta Chomsky dönüşümsel gramer teorisini okuyucusuna takdim etmiştir. Bu teoride anlam ifadelerini (kelime, cümle grubu ve cümlelerin) kullanmıştır ve bu ifadelerin yüzeysel metinlerde kurduğu bağlantının, metinlerde soyutsal anlam derinliği yarattığını belirtmiştir. (Yüzeysel ve anlamsal derinlik yapıları arasındaki açık olarak görünen fark bugün şimdiki benzer teorilerde artık kullanılmamaktadır). Kuralları yapılandırırken, ifadelerin oluşumu ve yorumlanması, deyim yapılarının oluşumunda etki sağlar. Dolayısıyla sonu belli dilbilgisel kurallarla ve sözcüklerle sınırsız sayıda, önceden hiç söylenmemiş cümlecikler oluşturulabilinir. Cümleleri bu şekilde oluşturma yeteneği insanoğlunun doğuştan gelen bir yeteneğidir ve insanoğlunun genetik yapısının belli bir kısmıdır. Bunu da Chomsky ‘Evrensel Dilbilgisi’ olarak adlandırmıştır. Bu bizim biyolojik ve bilişsel bir özelliğimizdir ve bu özelliğimizden tam olarak haberdar değilizdir ve çok azımız bu özelliği bilir.
Chomsky’nin teorileri farklı alanlarda köklü bir şekilde kullanılmıştır. Bâzı yayınları:
1981 Goverment & Bindung (GB)
1992 Minimalistisches Program (MP)
1994 Bare Phrase Structure (BPS)
2001 Derivation By Phase (DBP)
Chomsky’nin 1990'lı yılların başından bu yana yaptığı güncel teorilerden en fazla kullanılan, talep edilen teori ‘Evrensel Dilbilgisi’dir. Dilbilgisel esaslar dillerde belirlenir ve doğuştan gelen bir yetenekle parametreler vasıtasıyla beyinde kategorize edilir. Bu parametrelere bağlı olarak diller dilbilgisel niteliklerini gösterir ki bunlar artık ek olarak öğrenilmez.
Chomsky’nin çocukların dil öğrenimi ile ilgili araştırmaları da vardır. Bir dil öğrenmeye başlayan bir çocuk, öncelikle dilin sözcüksel yapılarını ve morfemlerini edinir.
Chomsky’nin yaklaşımları birden çok gözlemlerle beslenmiştir. Ona hayret verici gelen, çocukların dil öğrenme hızıdır. Devamında, Dünya'nın her yerinde çocukların benzer bir şekilde dil öğrendiğini fark etmiştir. Buna bağlı olarak da yine Dünya'nın her yerinde çocukların dil öğrenirken benzer hatalar yaptığını tespit etmiştir.
Chomsky’nin düşünceleri çocuk dilleri üzerine araştırma yapan alanlarda çok büyük bir etkiye sahiptir. Yine bu alanda araştırma yapan bilim insanalarını her ne kadar bazen zıt düşünceler olsa da etkilemiştir.
Üretici gramer
Chomsky’nin genellikle üretici gramer olarak adlandırılan sözdizimi teorisi, özellikle Amerika Birleşik Devletleri dışında yer alan bilim insanları tarafından tartışılmıştır Chomsky’nin sözdizimsel analizleri son derece soyut ifadelerdir. Bu analizler somut dillerdeki dilbilgisel olan ve olmayan modellerin sınırlarının özenli bir şekilde incelenmesine dayanır. Bunun gibi dilbilgisel hükümler anadil konuşucusunda bulunur. Dolayısıyla dil bilimciler anadil üzerine yoğunlaşır veya Dünya'da akıcı bir şekilde hüküm süren İngilizce, Fransızca, Almanca, Hollandaca, İtalyanca, Japonca veya Çince gibi dillere odaklanırlar. Bazen üretici dil analizleri bir dil üzerine uygulandığında ve önceden üzerinde çalışılmamışsa, beklenildiğinin tam tersine başarısızlıkla sonuçlanabilir. Yeni bir dil araştırılırken, Üretici Gramer’in taslağı üzerinde sayısız düzeltmeler yapılabilinir.
Evrensel dile yönelik (bütün dillerde olan ifadeler) talepler zamanla artmaktadır. Örneğin 1990'lı yıllarda Kayne’nin büyün dillerde ortak özne, fiil, nesne düzeninin olması önerisi, 1960'lı yıllarda akla uygun olmayan bir öneriydi. İşlevsel – tipolojik anlayış veya dil tipolojilerine yönelik görüşler, dillerin çeşitliliğine yönelik araştırmaların odak noktası olmuştur.
Chomsky’nin başlangıcını sağladığı bu teori zamanla yeni araştırmalarla genişletilerek bu metodu takip etmek için ana dilde araştırmalar yapılmış ve zamanla kullanılan dillerde imgeler bulunmuştur.
Chomsky Hiyerarşisi
Chomsky her ne kadar insan dillerini anlamada anahtar kişi olarak görünse de, aslında biçimsel diller üzerindeki çalışmalarıyla tanınmıştır. Onun hiyerarşisi, biçimsel dil bilgisinde oluşan ifade güçlüklerini kategorize eder. Her sınıf, biçimsel dillerde söz öbekleriyle başka cümlecikler oluşturabilir.
Chomsky, hiyerarşisinde dilin bâzı yönlerinin sınıflandırılması için daha zorlayıcı ve karmaşık dil bilgisi yapılarının olması gerektiğini savunmuştur. Örneğin; düzenli bir dil, İngilizce morfolojisini (biçimbilim) tanımlayabiliyor iken, İngilizce söz dizimini tanımlamakta yetersiz kalmıştır. Chomsky Hiyerarşisi dil biliminde teorik bilgiler sağlaması yönünden ön plana çıkması ile beraber şekil benzerliği ve dil bilimindeki bu tür konularla ilgili bilgisayar teorilerinde de büyük önem taşır.
Chomsky’nin dil bilimi teorilerine karşı oluşan görüşler
Chomsky dil bilimi alanında görüşleriyle en gözde kuramcı olmasına rağmen, bu alanda yaptığı araştırmalar ve görüşleri ile sürekli eleştiri almıştır. Chomsky’nin görüşlerine alternatif olarak önde gelen dil bilimciler George Lakoff ve Mark Johnson’dur.
Bu iki dil bilimcinin bilişsel dilbilimsel çalışmaları, Chomsky’nin öncülüğünü yaptığı teorilerin ilerlemesinde önemli rol oynamıştır, ancak bâzı çizgilerde belirgin bir şekilde Chomsky’nin görüşlerinden uzak kalmıştır. Lakoff ve Johnson özellikle Chomsky’nin teorilerindeki yeni kartezyenci eklemeleri reddetmişlerdir ve teorilerde ne kadar algı sunulmuşsa da Chomsky’nin tarafında bulunmamayı tercih etmişlerdir.
Konnektivistler, psikoloji alanında Chomsky’nin teorilerine karşılık olarak yeni fikir hareketleri başlatmışlardır. Ludwig Wittgenstein, Saul Kripke gibi filozoflar Chomsky’nin Hümanist algılara yönelik görüşlerini yalanlamışlar ve bâzı kesimleri olumsuz yönde etkilemişlerdir.
Buna benzer olarak filozoflar Chomsky’nin soyut, akılcı görüşlerini görüngüsel, varoluşçu ve yapısal terimlerle kabul etmemişlerdir. Chomsky’e karşı oluşturulan zıt kutupların başında Hubert Dreyfus’dur. Dreyfus yapay zekâ kavramına karşı bitmez tükenmez eleştirileri ile tanınır.
Chomsky’nin psikolojiye katkıları
Chomsky’nin dilbilimsel eserleri 20. yüzyılda psikoloji alanındaki gelişmeleri de etkilemiştir. Onun Evrensel Dilbilgisi teorisi, yaşadığı dönemdeki davranışçı teorilere karşı meydan okuma olarak ve çocukların dili öğrenme evresi, dile karşı olan dil yetisini anlamaya yönelik bir teori olarak kabul edilmiştir.
1959 yılında B. F. Skinner’in kitabı olan Verbal Behaviour’a karşılık bir kitap yazmış ve görüşlerini ortaya koymuştur. Bu kitapta önde gelen davranış bilimcilerden ve dilsel davranışlardan bahsedilmektedir.
Chomsky’nin Skinner’in çalışmalarına yönelik eleştirileri psikolojide bilişsel olarak bir dönüm noktası olmuştur. Kitabı ‘Cartesianische Linguistik’te (Kartezyenci Linguistik) ve sonraki çalışmalarında Chomsky insanların dil yetisini anlamaya ve geliştirmeye yönelik çalışmalar yaptı ve bu çalışmalar psikolojinin diğer alanlarında model olarak kullanılmış, geliştirilmiştir. Günümüzde kullanılan çoğu kavram Chomsky’nin öncülüğü sayesinde elde edilmiştir.
Öncelikle burada üç ayrı çekirdek düşünce vardır:
Birincisinde Chomsky aklın bilişsel olduğunu ileri sürmektedir. Bu demek oluyor ki zihinsel durumlar, örneğin kanı ve şüphe gibi duygular içermektedir. Chomsky’nin görüşünden önce ortaya konulan teorilerde bu tür düşünceler tartışmalarla reddedilmişti. Sebep, etki ve ilişki bağlamında bu tür düşüncelerin boşuna olduğu belirtildi. Örneğin ‘sen bana X isteyip istemediğimi sorarsan, ben sana Y söyleyeceğim’ diyerek bunu somutlaştırmıştır. Burada Chomsky eylemlerin inanç ve bilinçsizlikle yapılmasından çok aklı anlamanın önemine dikkat çekmiştir.
İkincisinde ise Chomsky zamanla gelişen aklın büyük bir kısmının doğuştan gelen bir yetiyle donanımlı olduğunu savunmaktadır. Hiçbir bebek dil bilerek Dünya'ya gelmemiştir, ancak doğuştan gelen bir dil öğrenme yetisiyle doğar ve zamanla bu yeti birkaç dil öğrenme seviyesine yükselir. Dilbiliminde Chomsky’nin bu tezleri dilbilimsel zekâ olarak da tanımlanır. Psikologlar sonradan bu tezleri dilin farklı alanlarında uygulamaya koymuşlar ve geliştirmişlerdir.
Harvard Üniversitesi’nde psikolog olan Marc Hauser, Chomsky’nin görüşlerini temel alarak insanın dil güdüsüyle beraber benzer olarak ruh güdüsünü de doğuştan kazandığını iddia etmiştir. Yeni doğan birinin aklı bugün tanımlanamaz bir yapraktan başka bir şey değildir.
Chomsky ve onun görüşlerini benimseyen, takip eden bilim insanları uzun bir süre deneye dayalı tezler aracılığıyla ortaya konulan görüşleri reddetmişlerdir. ‘Önceden anlam da olmayan şeyin akılda da olmadığını’ ileri süren tezler insanların doğumdan sonra işlenmemiş bir beyne sahip olduklarını ileri sürmektedir.
Son olarak Chomsky birimsellik kavramından aklın bilişsel mimarisi üzerine bâzı kesin şemalar geliştirmiştir. Aklın özel yanılgı sistemleri yığıntılarından bir araya geldiğini savunmuştur. Bu tanımla Chomsky beyindeki her bilginin farklı bilişsel işlemlerle geri geldiğini savunan eski görüşlerden farkını ortaya koymuştur.
Chomsky’nin siyasî profili
1960'lı yıllardan itibaren Chomsky Dünya politikalarındaki görüşlerini açıkça ifade etmeye ve yazıya dökmeye başladı. 1964 yılında ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam’daki müdahalesine karşı çıkarak politik görüşlerini belirtti. 1969 yılında Vietnam Savaşı’na karşı oluşumların yapılanmasında etkili olan bir yazı dizisi olan derleme şeklindeki kitabı ‘Amerika und die neuen Mandarine’yi (Amerika ve Yeni Mandarin) yayımladı. Bununla beraber Chomsky’nin savaşlara ve Amerika’nın dış politikasına olan karşıt tutumu Küba’da, Haiti’de, Nikaragua’da, Arap – İsrail çatışmalarında ve Körfez ve Kosova Savaşları’nda yapılan kıyımı, insan haksızlığı durumunu gözler önüne serdi. Bu tutum ayrıca küreselleşmeye ve yeni oluşan liberalleşme akımlarına da karşı çıkmıştır.
Chomsky bugün dil bilimindeki yadsınamaz katkılarıyla beraber Amerika’nın dış politikalarında zamanın en önemli muhaliflerinden birisidir ve haksız politik düzenlemelere ve medyanın, yönetimi destekleyen tutumuna her daim karşı çıkmıştır. Chomsky'ye göre medyayı anlamak için önce medyanın toplumsal yapı içerisindeki yerine bakmak gerekir. Chomsky, kendisinin kişisel görevini aydınlanma ve klasik liberalizmden kökenini alan geleneksel anarşist olarak tanımlar. Anarşist sendikalarına ve işçi haklarını önemseyen ‘Dünya'nın Endüstri İşçileri’ sendikalarına eğilim göstermiştir ve bu işçi sendikasının bir üyesidir.
Saygın kişilere verdiği ödülleriyle adını duyuran New York Times Book Review’de Chomsky bir kez ‘Günümüzün önemli entelektüeli’ seçildi. Noam Chomsky bununla ilgili bir konuşma yaptı: ‘Alıntı bir yayınevi tarafından yayınlandı, tabiî ki insan çok iyi bir şekilde okumalı’ der ve sözlerine şöyle devam eder: ‘Eğer bu çöküntü durumu olmasaydı, insan Amerika’nın dış politikaları ile ilgili saçmalıklar hakkında nasıl yazabilirdi?’ Bu eklemeleri kimse asla alıntı yapmaz, ama dürüst olmak gerekirse: ‘O olmasaydı inanıyorum ki yanlış bir şeyler yapardım.’
Chomsky politik yazılarından dolayı ‘Dünya'nın en fazla alıntı yapılan bireyi’ olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Dünya üzerindeki kutuplaşma ve küreselleşmelere yönelik eleştirileri ile öncü bir düşünür sayılmaktadır.
Diğer eleştirmenler siyah ve beyaz renklerin oluşturduğu ve baskıların olduğu bir Dünya resmî çizdiği için Chomsky’i acımasız bir şekilde suçlamışlardır. Onlar Amerika ve İsrail’in haksız yere barışı sağladığını öne sürmüşlerdir. Ancak Chomsky her zaman Amerika ve İsrail’in Dünya'ya adalet ve barışı tam olarak sağlamadığını savunmuştur.
2001 yılında Chomsky Dünya'ca bilinen grup olan Rage Against the Machine ile politika konusunda Meksika’da bir röportaj yaptı. Bu röportajın kayıtları Konzert The Battle of Mexico’da DVD ve VHS formatında yayınlandı.
2008 yılında ise Chomsky seçimlerde bağımsız başkan adayı Ralph Nader’i destekledi. Ayrıca Barack Obama’yı desteklemeyen kesimlerdeki insanları John McCain’e karşı Barack Obama’ya oy vermeleri için yöneltme çalışmaları yaptı. Tabii ki Chomsky bu davranışları ile anarşist kesimden büyük bir tepki aldı.
Ayrıca Chomsky İran ve Türkiye'de Kürt ayrılıkçılığını destekliyor ve üzerinde duruyor.
Chomsky, Türkiye'nin güneydoğu illerinde süregelen sokağa çıkma yasaklarının ve şiddetin bir an önce son bulmasını talep eden akademisyen ve araştırmacılardan oluşan bir inisiyatif olan Barış İçin Akademisyenler inisiyatifinin bildirisine imza atan 1128 akademisyen arasındadır.
Faurisson tartışması
1980'li yılların başında Fransa’da bir tartışma ortamı doğdu. Sebep olarak Chomsky’nin 1978 yılında gerçekleşen Yahudi soykırımı ve Fransız edebiyat profesörü Robert Faurisson’nun konuşma özgürlüğünün savunmasını talep etmesi ile ilgili 1979 sonbaharında Serge Thion’dan gerekçe istemesi görülmektedir. Faurisson 1978 ve 1979 yılında Le Monde’de soykırımda kullanılan gaz ocaklarının varlığını inkâr eden makaleller yayınlamıştı. Sonrasında iftira ve yabancı ırklara duyulan nefrete çağrı niteliğindeki yazılarından dolayı üç aylık bir cezaya çarptırıldı ve 21.000 frank değerinde para cezasına mahkûm edildi.
Yahudi soyundan gelen Chomsky, soykırım ile ilgili görüşleri Faurisson’un görüşleri ile zıt olmasına ve Faurisson’un Yahudi düşmanı ve Neonazi olduğunu bilmesine rağmen onun, konuşma özgürlüğü için çaba sarf ettiğini biliyordu. Sonradan Chomsky şunu fark etti ki insan özgür demeçler için bazen ‘en çirkin düşünceler’ için çaba sarf edebilir ve bu yüzyıllık eski bir prensiptir. Aşağıda da kitabından bu düşünce ile ilgili küçük bir kesit verilmiştir.
"Yıllardır, hatta yüzyıllardır, özellikle de söz konusu olan, korkunç fikirler ise, düşüncenin özgürce ifade hakkının hiç şaşmadan sürekli savunulması bir zorunluluktur; özgür ifade hakkını, bunu hiç aramayanlar adına savunmak oldukça kolaydır".
Chomsky bu cümleleri konuşma özgürlüğü ile ilgili metinlerinde kullanmıştır. Kitabı için önsöz olarak kullanacak herkese serbest kullanım iznini vermiştir. Bu tutumu yeni sansasyonlar yaratmıştır ve Faurisson tarafından kınamalar almıştır. Ayrıca tarihçi Pierre Vidal- Naquet ek olarak Chomsky’i suçlamıştır. Beraberinde Faurisson’u da Chomsky’nin iddialarına saygısız bir şekilde cevap verdiği için suçlamıştır.
Chomsky'nin Almanya'da Kabul Görmesi
Chomsky’nin devletlerarasında olup biten çekişmeler üzerine yazdığı politik yazıları Almanya’da ilk olarak Suhrkamp Yayınları’nda yayınlanmıştır; ancak Chomsky’nin yazıları 1980'li yıllardan itibaren orada bir daha yayınlanmamıştır. Chomsky, 1990'lı yılların sonlarına doğru tekrar ortaya çıkmak için Almanya’da politika eleştirmeni olarak baskın kültürün ufkundan tamamen ortadan kaybolmuştur. Chomsky, Amerika’da da Avrupa ile kıyaslanabilinir şekilde kabul görmüştür. Küreselleşmeye karşıt hareketleriyle tekrar medyada ilgi çekene ve kitapları bütün Avrupa’da yayımlanana kadar Schwarzer Faden, Dinge Der Zeit gibi bâzı küçük sol gazetelerde yazılar yazmıştır.
Chomsky’nin Dilbilimsel Çalışmaları, özellikle Cartesian dilindeki Wilhelm von Humboldt’a Çağrısı, yayımlanmasının hemen ardından felsefi ve tarihi otoritelerden yoğun eleştiri almıştır.
Chomsky, Dilbilimi çalışmaları ve Amerika’nın dış politikaları üzerine sergilediği muhalif görüşlerin yanı sıra Türkiye’de yayınlanan ve toplatılan “Amerikan Müdahaleciliği” isimli kitabından dolayı Türkiye ile yakın temaslarda bulunarak seminerler vermiştir.
Bibliyografya
Dil bilimi
(Daha fazla bibliyografya için Chomsky'nin MIT'teki sayfasına bakınız.)
Chomsky (1951). Morphophonemics of Modern Hebrew. Master's thesis, University of Pennsylvania.
Chomsky (1955). Logical Structure of Linguistic Theory.
Chomsky (1955). Transformational Analysis. Ph. D. dissertation, University of Pennsylvania.
Chomsky, Noam, Morris Halle, and Fred Lukoff (1956). "On accent and juncture in English." In For Roman Jakobson. The Hague: Mouton
Chomsky (1957). Syntactic Structures. The Hague: Mouton. Reprint. Berlin and New York (1985).
Chomsky (1964). Current Issues in Linguistic Theory.
Chomsky (1965). Aspects of the Theory of Syntax. Cambridge: The MIT Press.
Chomsky (1965). Cartesian Linguistics. New York: Harper and Row. Reprint. Cartesian Linguistics. A Chapter in the History of Rationalist Thought. Lanham, Maryland: University Press of America, 1986.
Chomsky (1966). Topics in the Theory of Generative Grammar.
Chomsky, Noam, and Morris Halle (1968). The Sound Pattern of English. New York: Harper & Row.
Chomsky (1968). Language and Mind.
Chomsky (1972). Studies on Semantics in Generative Grammar.
Chomsky (1975). The Logical Structure of Linguistic Theory.
Chomsky (1975). Reflections on Language.
Chomsky (1977). Essays on Form and Interpretation.
Chomsky (1979). Morphophonemics of Modern Hebrew.
Chomsky (1980). Rules and Representations.
Chomsky (1981). Lectures on Government and Binding: The Pisa Lectures. Holland: Foris Publications. Reprint. 7th Edition. Berlin and New York: Mouton de Gruyter, 1993.
Chomsky (1982). Some Concepts and Consequences of the Theory of Government and Binding.
Chomsky (1982). Language and the Study of Mind.
Chomsky (1982). Noam Chomsky on The Generative Enterprise, A discussion with Riny Hyybregts and Henk van Riemsdijk.
Chomsky (1984). Modular Approaches to the Study of the Mind.
Chomsky (1986). Knowledge of Language: Its Nature, Origin, and Use.
Chomsky (1986). Barriers. Linguistic Inquiry Monograph Thirteen. Cambridge, MA and London: The MIT Press.
Chomsky (1993). Language and Thought.
Chomsky (1995). The Minimalist Program. Cambridge, MA: The MIT Press.
Chomsky (1998). On Language.
Chomsky (2000). New Horizons in the Study of Language and Mind.
Chomsky (2000). The Architecture of Language (Mukherji, et al, eds.).
Chomsky (2001). On Nature and Language (Adriana Belletti and Luigi Rizzi, ed.).
Chomsky, N. & Place, U. T. (2000). "The Chomsky-Place correspondence 1993-1994". Edited, with an introduction and suggested readings, by T. Schoneberger. The Analysis of Verbal Behavior, 17, 7-38.
Bilgisayar bilimleri
Chomsky (1956). Three models for the description of language. I. R. E. Transactions on Information Theory, vol. IT-2, no. 3: 113-24.
Siyaset
(1967). The Responsibility of Intellectuals
(1969). American Power and the New Mandarins
(1970). "Notes on Anarchism", New York Review of Books
(1970). At war with Asia
(1970). Two Essays on Cambodia
(1971). Chomsky: selected readings
(1971). Problems of Knowledge and Freedom
(1973). For Reasons of State
1973). Censored full text Counter-Revolutionary Violence: Bloodbaths in Fact and Propaganda (with Edward S. Herman)
(1974). Peace in the Middle East? Reflections on Justice and Nationhood
(1976). Intellectuals and the State
(1978). Human Rights and American Foreign Policy
(1979). Language and Responsibility
1979). The Political Economy of Human Rights, Volume I: The Washington Connection and Third World Fascism (with Edward Herman)
(1979). The Political Economy of Human Rights, Volume II: After the Cataclysm: Postwar Indochina and the Reconstruction of Imperial Ideology (with Edward Herman)
(1981). Radical Priorities
(1982). Superpowers in collision: the cold war now
(1982). Towards a New Cold War: Essays on the Current Crisis and How We Got There
(1983). The Fateful Triangle: The United States, Israel, and the Palestinians
(1985). Turning the Tide: U. S. intervention in Central America and the Struggle for Peace
(1986). Pirates and Emperors: International Terrorism in the Real World
(1986). The Race to Destruction: Its Rational Basis
(1987). The Chomsky Reader
(1987). On Power and Ideology
(1987). Turning the Tide: the U. S. and Latin America
(1988). The Culture of Terrorism
(1988). Language and Politics
(1988). Manufacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media (with Edward Herman)
(1989). Necessary Illusions
(1991). Terrorizing the Neighborhood
(1992). What Uncle Sam Really Wants
(1992). Chronicles of Dissent
(1992). Deterring Democracy
(1993). Letters from Lexington: Reflections on Propaganda
(1993). The Prosperous Few and the Restless Many
(1993). Rethinking Camelot: JFK, the Vietnam War, and U. S. Political Culture
(1993). World Order and Its Rules: Variations on Some Themes
(1993). Year 501: The Conquest Continues
(1994). Keeping the rabble in Line
(1994). Secrets, Lies, and Democracy
(1994). World Orders, Old and New
(1996). Powers and Prospects: Reflections on Human Nature and the Social Order
(1996). Class Warfare
(1997). One Chapter, The Cold War and the University
(1997). Media Control: The Spectacular Achievements of Propaganda
(1998). The Common Good
(1999). The Umbrella of US Power
(1999). Latin America: From Colonization to Globalization
(1999). Acts of Aggression: Policing "Rogue" States (with Edward W. Said)
(1999). The New Military Humanism: Lessons from Kosovo
(1999). Profit over People: Neoliberalism and Global Order
(1999). The Fateful Triangle (updated edition)
(2000). Chomsky on Mis-Education (edited by Donaldo Macedo)
(2000). A New Generation Draws the Line: Kosovo, East Timor and the Standards of the West
(2000). Rogue States: The Rule of Force in World Affairs
(2001). Propaganda and the Public Mind
(2001). 9-11
(2002). Understanding Power: The Indispensable Chomsky
(2002). Chomsky on Democracy and Education (edited by C. P. Otero)
(2002). Media Control (Second Edition)
(2002). Pirates and Emperors, Old and New: International Terrorism in the Real World
(2003). Power and Terror: Post-9/11 Talks and Interviews
(2003). Middle East Illusions: Including Peace in the Middle East? Reflections on Justice and Nationhood
2003). Hegemony or Survival: America's Quest for Global Dominance
2003). Znet article, Deep Concerns https://web.archive.org/web/20080430095854/http://www.zmag.org/content/showarticle.cfm?ItemID=3293
2004). Getting Haiti Right This Time: The U. S. and the Coup (with Paul Farmer and Amy Goodman)
(2005). Chomsky on Anarchism (edited by Barry Pateman)
(2005) Government in the future. Seven Stories Press. ISBN 1-58322-685-0. Text of the lecture given at the Poetry Center, New York, February 16, 1970.
(2005). Imperial Ambitions: Conversations on the Post-9/11 World
(2005). The Impetious Imperialist
(2006). Failed States: The Abuse of Power and the Assault on Democracy
(2006). Perilous Power. The Middle East and U. S. Foreign Policy. Dialogues on Terror, Democracy, War, and Justice (with Gilbert Achcar)
(2007). Interventions
(2007). What We Say Goes: Conversations on U. S. Power in a Changing World
Biyografiler
Barsky, Robert (1997). Noam Chomsky: A Life of Dissent. Cambridge: MIT Press. ISBN 0-262-52255-1. Retrieved on 2006-09-05.
Sperlich, Wolfgang B. (2006). Noam Chomsky. London: Reaktion Books. ISBN 1-86189-269-1. Retrieved on 2006-09-05.
Türkçe Çeviriler
Noam Chomsky (2011), (Wolfgang B. Sperlich), Yapı Kredi Yayıncılık.
Noam Chomsky Bir Muhalifin Yaşamı (2001), (Robert F. Barsky), Doğan Kitapçılık.
Noam Chomsky ile İki Saat (2003), (Denis Robert, Weronika Zarachowicz), Plan B Yayınları
Filmler
Manufacturing Consent: Noam Chomsky and the Media, Director: Mark Achbar and Peter Wintonick (1992)
Last Party 2000, Director: Rebecca Chaiklin and Donovan Leitch (2001)
Power and Terror: Noam Chomsky in Our Times, Director: John Junkerman (2002)
Distorted Morality — America's War On Terror?, Director: John Junkerman (2003)
Noam Chomsky: Rebel Without a Pause (TV), Director: Will Pascoe (2003)
The Corporation, Director: Jennifer Abbott and Mark Achbar (2003)
Peace, Propaganda & the Promised Land, Directors: Sut Jhally and Bathsheba Ratzkoff (2004)
Türkçeye çevrilmiş eserleri
Dille İlgili Kitapları
Bilgi Sorunları ve Dil-Managua Dersleri (2009), (Çeviren: Veysi Kılıç), BGST Yayınları, 234 s.
Dil ve Zihin (2001), Ankara, Ayraç Yayınevi. (Language and Mind kitabının çevirisi), (2011) Bilgesu Yayıncılık.
Dil ve Sorumluluk (2002), Ekin Yayınları. (Language and Responsibility kitabının çevirisi)
Doğa ve Dil Üzerine (2010) Sözcükler Yayınevi.
Diğer Yayınları
Korsanlar ve İmparatorlar Gerçek Dünya'da Uluslararası Terörizm (1991), Akademi Yayınları.
Kader Üçgeni (1993), İletişim Yayınevi.
Modern Çağda Entelektüellerin Rolü (1994), Pınar Yayınları.
Medya Denetimi Immediast Bildirgesi (1995), Tümzamanlar Yayınları.
Düşük Yoğunluklu Demokrasi Yeni Dünya Düzeni ve Yeni Politik Güçler (1995), (Samir Amin, Andre Gunder Frank ile birlikte), Alan Yayıncılık
Demokratik İdeallerin Çöküşü (1997), Pınar Yayınları.
Medya Gerçeği (1999), Tümzamanlar Yayınları.
Terörizm Efsanesi (1999), (Edward S. Herman, Gerry O'Sullivan, Alexander George ile birlikte) Ayraç Yayınevi.
Yeni Dünya Düzeninde Yalanlar ve Gerçekler (2000), Mavi Ada.
Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi (2000), Metis Yayınları.
Halkın Sırtından Kazanç (2000), Om Yayınevi.
Sam Amca Ne İstiyor İkinci Dünya Savaşı'ndan Günümüze Amerikan Politikaları (2000), Minerva Yayınları.
Demokrasi Gerçek ve Hayal (2001), Pınar Yayınları.
Amerikan Müdahaleciliği (2001), Aram Yayınları.
11 Eylül (2002), Om Yayınevi.
11 Eylül ve Sonrası Dünya Nereye Gidiyor? (2002), Aram Yayınları.
Batı'nın Yeni Standartları Kosova, Doğu Timor ve Dünya'ya Hükmeden Yeni Kuşak (2002), Everest Yayınları
Medya Gerçeği (2002), Everest Yayınları.
Terörizm Kültürü (2002), Pınar Yayınları.
İktidarı Anlamak(2007), Aram Yayınları, (2010) Bgts Yayınları
Hayaller ve Umutlar (2011) Yarın Yayıncılık.
Yaşam ve Ölüm Arasında Gazze (2011), Bgts Yayınları.
Demokrasi ve Eğitim, (editör: C. P. Otero), Bgst Yayınları.
Sömürgecilikten Küreselleşmeye Ütopya Yayınevi
Yeni Dünya Düzeninde Yalanlar ve Gerçekler Sarmal Yayınevi
Ödüllerinden seçmeler
1984 Amerikan psikoloji örgütüne bilimsel katkı ödülü
1988 Kyoto ödülü
1996 Berlin- Brandenburg Bilim ödülü
2004 Carl- von – Ossietzky çağdaş tarih ve Oldenburg politika ödülü
2005 Dünya çapında entelektüel ödülü
2006 Uppsala üniversitesi doktora ödülü
Alıntılar (çeviri)
“Entelektüel olmak herkese bir çağrıdır: Bu şu anlama geliyor, insanlık için önemli olan sorunları çözmede herkesin kendi aklını kullanması. Bâzı insanlar yöneldikleri doğrultuda yol almak için yeterince konformisttir, güçlüdür ve ayrıcalıklıdır. Bu durumda kimse, hiçbir şekilde bir taksi şoföründen daha entelektüel olamaz. Bu taksi şoförü tesadüf eseri aynı şeyleri düşünen ve muhtemelen daha akıllı, ama daha az yüzeysel olan birisidir, çünkü bu gücün bir sorunudur." — NOAM CHOMSKY, 2002 (İng.) (14)
“…Demokratik toplumların halkı, manipülasyon ve dıştan kontrol edilmeyi önlemek amacıyla aklî öz savunma için kurlar aramalı…” — NOAM CHOMSKY, IN MEDIACONTROL.
Kaynakça
Dış bağlantılar
bilimi.net/chomsky.htm Noam Chomsky Biyografisi (Dil Bilimi Sitesinden)
Z Dergisi'nde yayımlanan yazılarından Türkçeye çevrilenler
Altınörs, Atakan (2012), "Davranışçı Yaklaşıma Chomsky'nin İtirazı", Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, Haziran 2012, s. 65-90
Sezer, Ayhan, "Chomsky: Dev Küçük Adam (Chomsky'ye Eleştirel Bir Bakış, Bilim ve Ütopya Dergisi]
Sezer, Ayhan (2009), "Chomsky Sonrası Çağdaş Dilbilim: Yol Ayrımına Doğru", International Journal of Central Asian Studies.
Chomsky: ‘ABD haydut devlet, Avrupa aşırı ırkçı’, Nisan 2015
1928 doğumlular
Philadelphia doğumlular
Amerikalı akademisyenler
Amerikalı anarşistler
Amerikalı ateistler
Amerikalı dilbilimciler
Amerikalı filozoflar
Amerikalı siyaset bilimciler
Amerikalı siyaset felsefecileri
Antisiyonistler
Ateist filozoflar
Belarus Yahudisi asıllı Amerikalılar
Bilinç araştırmacıları ve teorisyenleri
Çağdaş filozoflar
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü öğretim üyeleri
Personae non gratae
Ukrayna Yahudisi asıllı Amerikalılar
Yahudi anarşistler
Yahudi barış aktivistleri
Yaşayan insanlar |
1558 | https://tr.wikipedia.org/wiki/David%20Cronenberg | David Cronenberg | David Paul Cronenberg (d. 15 Mart 1943), Kanadalı sinemacı.
Hayatı
David Cronenberg 1943 yılında Toronto, Ontario, Kanada'da gazeteci bir baba ve piyanist bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Küçük yaşlarda edebiyat ve müzik alanlarındaki yeteneğiyle dikkat çekti. Üniversite eğitimine başlamadan önce yazdığı pek çok karanlık hikâye çeşitli yerlerde yayınlandı. Toronto Üniversitesi Fen bilimleri bölümünde yüksek tahsiline başladı. Daha sonra bu bölümden ayrılıp aynı okulun edebiyat bölümüne geçti.
Bu yıllarda yaptığı Transfer (1966), From the Drain (1967), Stereo (1969) ve Crimes of the Future (1970) adlı kısa filmler ile sinemaya başladı. Televizyon dizileri için teklifler aldı.
İlk uzun metrajlı filmi olan They Came From Within (1975) kurbanlarının cinsel arzularını kontrol edemez hale getiren bir parazit türünün anlatıldığı, dönem için normal sayılamayacak bir filmdi. Bu sebeple Cronenberg film için ödenek sıkıntısı çekti. Masrafların yarısını ödemesi için bazı yapımcıları ikna etti. Benzer bir konuyu ele aldığı filmi Rabid (Kuduz - 1977) ve değişime uğramış çocukları temel alan, ancak değişimin esas sebebinin nefret olduğunun anlatıldığı The Brood (1979) filmleri ile adını duyurdu.
1983 yılında çektiği Videodrome ile televizyon izleyicilerinin aslında televizyon dalgaları aracılığıyla yayılan elektrik sinyalleriyle, kurgusal ve yapay bir dünyaya çekildiği tezini aktarırken, önemli toplumsal sorunlara ve histerilere de değindi. Bu başarılı bağımsız yapımları ile Hollywood yapımcılarının dikkatini çekti ve daha popüler görünen The Dead Zone (Kör Nokta - 1983, Stephen King'in romanından uyarlama) ve The Fly (Sinek - 1986, 1956 yapımı aynı adlı filmin yeniden çekimi) filmleri ile adını duyurmaya ve sıradan bir yönetmenden daha fazlası olduğunu göstermeye başladı.
Daha geniş bir kitleye hitap etme fırsatını bulduğu bu dönemde, kendi tarzının en başarılı filmlerinden biri olan Dead Ringers (Ölü İkizler - 1988) adlı yapıma imza attı. 1991 yılında ise filme çekilemez denilen, William Burroughs romanı Naked Lunch'ı (Muhteşem Yemek - 1991) kendi özgün tarzında perdeye aktardı. Bunu diğer filmlerine göre daha az ilgi çeken ve ünlü bir Broadway müzikalinden uyarlanan M. Butterfly takip etti. 1996 yılında Crash (Çarpışma) ve 1999 yılında eXistenZ (vAroluŞ) filmleri ile Videodrome ile değindiği konulara benzer hikâyeleri perdeye taşıdı. Crash ile trafik kazaları ile cinsel hazlarının doruğa çıktığına inanan bir grup insanı, eXistenZ ile de hayatımıza bir daha çıkmamak üzere giren bilgisayarlar ve sanal dünyalarda geçen bilgisayar oyunlarının geleceğini anlatan Cronenberg, her filminde olduğu gibi bu filmlerinde de üzerinde düşünülmesi gereken sahneler ile mesajlar taşıyan öyküleri ile tarzının doruğuna çıktı. 2002 yılında kendi imkânlarıyla, düşük bir bütçe ile çektiği Spider (Örümcek) filminde daha kişisel ve karanlık bir öyküyü, etkileyici bir biçimde izleyicisine sundu.
David Cronenberg, filmlerinde sürekli anlatmaya çalıştığı, her zaman savunduğu ve çok da ütopik olmayan fikirleri, karanlık ve ürkütücü mizansenleriyle ve kostüm, müzik gibi öğeleri ustaca kullanmasıyla çoğu bilimkurgu, korku yönetmeninden farklı bir yerdedir. Bedensel Korku diyebileceğimiz bir türün öncüsü olarak, makineler, yapay biyolojik etkenler, değişime uğratılmış parazitler gibi insan kaynaklı tehlikelerin, yine insanı zihinsel ve en önemlisi bedensel olarak bambaşka bir varlığa dönüştürmesini anlatırken, yarattığı her sahnenin arkasına bir anlam gizleyerek filmlerinin üzerinde düşünülmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda her zaman sözünü ettiği ve savunduğu New Flesh (Yeni Beden) kavramını geniş kitlelere ulaştırmaktadır.
Bilimin insan tarafından doğal işleyişi saptırmak için bir araç olarak kullanımını ne kadar büyük sorunlara yol açabileceğini Cronenberg filmlerinde görebiliriz. Sonraki dönemlerinde ise bu kavramların beden, kan gibi organik yapılarla gösteriminden çok felsefi ve psikolojik anlatımlar ile sunulduğunu ve her iki yöntem ile de başarılı olduğu söylenebilir.
Filmografisi
Transfer (1966)
From the Drain (1967)
Stereo (1969)
Crimes of the Future (1970)
The Victim (1974)
Shivers (1975)
Rabid (Kuduz) (1977)
Fast Company (1979)
The Brood (1979)
Scanners (1981)
The Dead Zone (Kör Nokta) (1983)
Videodrome (1983)
The Fly (Sinek) (1986)
Dead Ringers (Ölü İkizler) (1988)
Naked Lunch (Çıplak Şölen) (1991)
M.Butterfly (film) (1993)
Crash (Çarpışma) (1996)
eXistenZ (VaroluŞ) (1999)
Spider (Örümcek) (2002)
A History Of Violence (2005)
To Each His Own Cinema (2007)
Eastern Promises (2007)
William S. Burroughs: A Man Within (2010)
A Dangerous Method (2011)
Cosmopolis (2012)
Maps to the Stars (2014)
Kaynakça
Yeres, Artun (derleyen) (2004). "Göstermenin Sorumluluğu". İstanbul: Donkişot Yayınları. s. 111. ISBN 975-6511-25-7
Dış bağlantılar
IMDb Sayfası
Resmi olmayan web sayfası
Cronenberg, David
1943 doğumlular
Yaşayan insanlar
Kanadalı ateistler
Litvanya Yahudisi asıllı Kanadalılar
Kanadalı erkek sinema oyuncuları
Yahudi oyuncular
Çevrimiçi Sinema Eleştirmenleri Topluluğu En İyi Yönetmen Ödülü sahipleri
Toronto Sinema Eleştirmenleri Derneği En İyi Yönetmen Ödülü sahipleri
En İyi Yönetmen Los Angeles Sinema Eleştirmenleri Derneği Ödülü sahipleri
En İyi Yönetmen Chicago Sinema Eleştirmenleri Derneği Ödülü sahipleri
New York Film Eleştirmenleri Birliği Ödülü sahipleri
New York Film Eleştirmenleri Birliği En İyi Senaryo Ödülü sahipleri |
1560 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Bili%C5%9Fsel%20bilim | Bilişsel bilim | Bilişsel bilim, zihin ve zekânın işleyişini ele alan, zeki sistemlerin dinamiklerini ve yapılarını araştıran disiplinler arası bir yaklaşımdır. Çok geniş bir alanı kapsamasından ötürü bilişsel bilim alanında çalışan araştırmacıların bilişsel psikoloji, dil bilimi, sinir bilimi, yapay zekâ, antropoloji ve felsefe gibi alanlarda temel bilgilere sahip olması beklenir.
Bilişin (geniş anlamda) doğasını, görevlerini ve işlevlerini inceler. Bilişsel bilimciler, sinir sisteminin bilgiyi (information) nasıl temsil ettikleri (represent), işledikleri(process) ve dönüştürdükleri (transform) üzerinde durarak zekayı ve davranışı araştırır. Bilişsel bilimcilerin ilgilendikleri zihinsel fakülteler (mental faculties) dil, algı, hafıza, dikkat, akıl yürütme ve duyguyu içerir. Bu fakülteleri anlamak için bilişsel bilimciler dilbilim, psikoloji, yapay zeka, felsefe, nörobilim ve antropoloji gibi alanlardan yararlanır. Bilişsel bilimin tipik bir analizi öğrenmeden karar vermeye ve mantığa; nöral ağlardan modüler beyin organizasyonuna kadar, pek çok organizasyon seviyesini kapsar. Bilişsel bilimin en temel mefhumlarından biri “düşünme, en iyi şekilde, zihindeki temsili yapılar (representational structures) ve onlar üzerinde gerçekleşen işlemsel (computational) süreçler açısından anlaşılabilir.”dir.
Bilişsel bilim insanlarda, hayvanlarda ve makinelerdeki bilişin disiplinlerarası çalışılmasıdır. Psikoloji, bilgisayar bilimi, nörobilim, antropoloji, dilbilim ve felsefenin geleneksel disiplinlerini bir araya getirir. Bilişsel bilimin amacı, zihnin ve öğrenmenin daha iyi anlaşılmasının zeki araçlar geliştirmemize yol açacağı umuduyla zekanın temel prensiplerini anlamaktır. Bilişsel bilim 1950’lerde bilişsel devrim olarak isimlendirilen entelektüel bir hareket olarak başlamıştır.
Bilişselci yaklaşımın savunucuları, davranışçı yaklaşımın görüşlerini eleştirirler. Davranışçılığın bilimsel düşünceye hakim olduğu bir dönemde, 1950'lerin sonunda Noam Chomsky'nin dilin doğuştanlığını vurgulaması, zihin ve beyin araştırmalarında önemli bir dönüm noktasıdır. Davranışçılar, dili bir alışkanlık kazanma süreci olarak tanımlarken, Chomsky, dilin biyolojik bir temeli olduğunu, doğuştan gelen bir yetinin, sosyal ortamda süreç içinde edinime dönüştüğünü ileri sürmüştür.
İlkeler
Analiz Seviyeleri
Bilişsel bilimin temel ilkelerinden biri “zihnin/beynin tam olarak kavranması tek bir seviyenin çalışılması ile mümkün olamaz”dır. Bir telefon numarasını ezberlemek ve daha sonra onu hatırlamak bir misal olabilir. Zihinsel bir süreci anlamak için kullanılabilecek yaklaşımlardan biri doğrudan veya natüralistik gözlem ile davranışı incelemek olabilir. Örneğin, birisine bir telefon numarası sunulur ve bir süre sonra bu kişiden sunulan telefon numarasını hatırlaması istenilebilir; daha sonrasında cevabının doğruluğu ölçülebilir. Bilişsel beceriyi ölçmek için kullanılabilecek bir diğer yaklaşım ise kişinin telefon numarasını hatırlamaya çalışıyorken ateşlenen nöronlarını incelemek olabilir. Bu iki deneyden hiçbiri, kendi başlarına, bir telefon numarasını hatırlama sürecinin nasıl gerçekleştiğini tam olarak açıklayamaz. Beyindeki her bir nöronu anbean eşleştirmek gibi bir teknoloji elimizde olsaydı ve her nöronun ne zaman ateşlendiği bilinebiliyor olsadı dahi nöronların ateşlenmelerinin gözlemlenmiş davranışa nasıl evrildiğini bilmek imkansız olurdu. Dolayısıyla bu iki seviyenin birbiriyle nasıl etkileştiğini anlamak bilişsel bilim için bir zorunluluk. The Embodied Mind: Cognitive Science and Human Experience ‘ta da bahsedildiği üzere “zihnin yeni bilimleri ufuklarını, hem yaşanmış insani tecrübeleri hem de insani tecrübeye içkin dönüşüm ihtimallerini kapsayacak şekilde genişletmelidir.” Bu ancak söz konusu sürecin işlevsel bir açıklaması ile sağlanabilir. Spesifik bir fenomeni pek çok seviyeden çalışmak, spesifik bir davranışa yol açan beyindeki süreçleri daha iyi anlamamıza yol açar. Marr üç seviyeli bir analiz şemasını şöyle betimlemiştir:
İşlemlemesel teori, işlemlemenin amaçlarını belirtir.
Temsil ve algoritmalar, girdi ve çıktıların temsillerini ve birini öbürüne dönüştüren algoritmaları barındırır.
Donanım emplementasyonu, algoritma ve temsillerin nasıl fiziksel olarak gerçekleştirilebilecekleridir.
Disiplinlerarası Doğası
Bilişsel bilim, psikoloji, nörobilim, dilbilim, zihin felsefesi, bilgisayar bilimi, antropoloji ve biyoloji de dahil, pek çok alanın katkılarıyla beraber disiplinlerarası bir alandır. Bilişsel bilimciler kolektif olarak zihni ve onu çevreleyen dünya ile etkileşimini anlama umuduyla çalışır. Alan fiziksel bilimlerle tutarlı bilimsel metodunun yanı sıra simülasyon ve modelleme de kullanır, sıklıkla da modellerin çıktılarını insan bilişi ile kıyaslar. Psikoloji alanına benzer olarak, birleşik bir bilişsel bilim olduğuna dair biraz şüphe vardır ki bu kimi araştırmacıları “bilişsel bilimler” çoğul kelime öbeğini tercih etmeye itmiştir.
Kendini bilişsel bilimci olarak görenlerin çoğu, ama hepsi değil, zihne dair işlevselci (functionalist) bir görüşe – zihinsel durumlar (mental states) ve süreçler işlevleriyle açıklanmalıdır görüşü – sahiptir. İşlevselciliğin çoklu gerçekleştirilebilirlik (multiple realizability) görüşüne göre, robotlar ve bilgisayarlar gibi gayrı-insan sistemlerin bile bilişe sahip olduğu söylenebilir.
Bilişsel Terimi
“Bilişsel bilim”deki “bilişsel (cognitive)” terimi “net olarak incelenebilen herhangi bir zihinsel süreç ya da yapı” anlamında kullanılıyor (Lakoff ve Johnson, 1999). Bu kavramsallaştırma oldukça geniştir ve “bilişsel” kelimesinin analitik felsefedeki kullanımıyla karıştırılmamalıdır. Analitik felsefede “bilişsel” yalnızca formel kurallarla ve doğruluk koşullu semantik (truth conditional semantics) ile ilgilidir.
Oxford İngilizce Sözlüğü’ndeki “bilişsel” kelimesi için ilk girdi, kabaca, “bilme eylemi ya da sürecine ilişkin” anlamına sahip olduğunu söylüyor. 1586’dan olan bu ilk girdi, Platonik bilgi teorileri tartışmaları bağlamında bu kelimenin kullanıldığını gösteriyor.
Kapsamı
Bilişsel bilim bilişe dair geniş bir yelpazedeki konuları kapsıyor. Fakat, bilişsel bilimin, zihnin doğası ve süreçleriyle ilgili olabilecek her şeyle eşit düzeyde ilgilenmediğini ayrımsamak gerekir. Filozoflar arasında, klasik kognitivistler (classical cognitivists) sosyal ve kültürel faktörleri, duyguyu, bilinci, hayvan bilişini, karşılaştırmalı ve evrimsel psikoloji çalışmalarını nispeten önemsiz görürler. Ancak davranışçılığın yavaş yavaş popülerliğini yitirmesiyle beraber, duygulanım (affect) ve duygular (emotions) gibi içsel durumları da, farkındalık ve örtük dikkat (covert attention) gibi konular kadar çalışmak mümkün olmuştur. Örneğin, durumsal ve bedenleşmiş biliş (situated and embodied cognition) teorileri çevrenin etkilerini ve bedenin bilişteki rolünü de dikkate alır.Bilgi işleme (information processing) süreçleri üzerinde durulmaya başlanmasıyla beraber, psikolojinin en temel öğesi gözlemlenebilen davranıştan ziyade modelleme veya zihinsel durumlara dair alınan kayıtlar oldu.
Yapay Zeka
Yapay zeka (YZ) makinelerdeki bilişsel olguları inceler. YZ’nin pratik amaçlarından bir tanesi insan zekasının çeşitli yönlerini bilgisayarlarla gerçekleştirebilmektir. Bilgisayarlar, bilişsel olguların araştırılmasında sıklıkla kullanılan araçlardır. İşlemsel modelleme insan zekasının nasıl yapılandığını araştırmak için simülasyonları kullanır. (Bkz. İşlemsel modelleme)
Zihnin, küçük fakat tek başlarına işlevsiz yapıtaşlarının (mesela, nöronlar vb.) devasa bir ürünü olarak mı, yoksa semboller, yapılar, şemalar, planlar ve kurallar gibi daha yüksek seviye yapıların açısından mı daha iyi anlaşılabileceğine dair yapay zeka alanında bir tartışma olagelmiştir. Bahsettiğimiz ilk görüş, zihni araştırmak için bağlantıcılığı (connectionism) kullanırken, ikinci görüş ise sembolik işlemlemeler (symbolic computations) üzerinde durur. Konuya dair bir bakış açısı da, insan beynini tam olarak simüle etmenin, nöronları simüle etmeksizin mümkün olup olmadığıdır.
Dikkat
Dikkat, önemli bilginin (information) diğerleri arasından seçilmesidir. İnsan zihni milyonlarca uyaranın bombardımanı altındadır ve bu bombardıman arasından hangi bilgileri (information) işleyeceğine (process) karar vermesini sağlayan bir mekanizma olmalıdır. Dikkat, kimi zaman bir spot lambası gibi görülebilir, yani bir kimse spot lambasını ancak belirli bir bilgi kümesi üzerine tutabilir. Bu metaforu destekleyen deneylerden bazıları dikotik dinleme (Cherry, 1957) ve istemdışı körlük (Mack ve Rock, 1998) çalışmalarıdır. Çift kulaklı dinlemede, katılımcılar her biri bir kulağa olmak üzere iki farklı mesajın “bombardımanına” tutulur ve mesajlardan yalnızca birine dikkat kesilmeleri istenir. Deneyin sonunda dikkat kesilmedikleri mesajın içeriğine dair bilgi vermeleri istendiğinde katılımcılar bunu yapamazlar.
Problem Çözme
“Problem çözme” bir noktadan bir başka noktaya ulaşmanın hedef olduğu ve bunu yapmanın optimumum yolunun seçilmesi gerektiği durumları ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Günlük ve pratik süreçlerle ilgili olabilir, örneğin aritmetik, satranç oynamak veya bir seyahati planlamak gibi. Önceleri, yapay zeka çalışmalarının en çok odaklandıkları noktalardan biri makinelere problem çözme becerisi kazandırabilmekti.
Bir başlangıç ve bir de hedef durum belirtilir. Makine için görev, hedefe giden yolu bulmaktır. Burada temelde iki yaklaşım vardır: Birincisinde program tüm farklı yolları deneyerek hedefe giden yolu bulmaya çalışır. Buna kaba kuvvet metodu denir (Brute Force Method). Bununla beraber NP-tam sorunlarda olası yolların sayısı o kadar yüksektir ki, bu yaklaşımın sınırlarına erişilir. Çünkü tüm yolları denemek ve sonuca ulaşıp ulaşmadığını görmek makinenin hesaplama kapasitesini aşar. Bu tarz durumlarda A* arama algoritması gibi höristik tarama kullanan algoritmalar gereklidir. Höristik tarama, denemeksizin en olası yolları taramak için bir yöntemdir. Böylece “denenmesi gereken” olası yolların sayısı makinenin hesaplama kapasitesi içinde tutulur.
Höristik kullanarak çalışan ilk program Allen Newell ve Herbet A. Simon tarafından geliştirilen Genel Problem Çözücü’dür (General Problem Solver). GPS, Hanoi Kuleleri oyununu çözmeyi başarmış bir algoritmadır. Bu oyunda farklı boyutlarda üç disk ve bu disklerin takılı olduğu üç “kule” vardır. Oyunun en başında tüm bu diskler sol taraftaki kulededir ve oyun tüm diskler boyutlarına göre ve başka belli bir hedef kulede sıralandığında biter.
Hanoi Kuleleri gibi oyunları çözmek yapay zekanın erken dönemlerinde popüler bir işti. Bunun neden burada yalnızca sınırlı sayıda eylemin mümkün olması ve öngörülemeyen olayların yaşanmamasıdır. Bu tarz kısıtlı bir çalışma sahası, bilişsel stratejilerin deneysel olarak da test edilebilmesini kolaylaştırdı. Bugünse çalışmalar bir restorana gidip sipariş vermek gibi karmaşık ve çeşitli açılardan öngörülemez süreçlerin gerçekleştirilmesine odaklanıyor.
Bilişsel Mimariler
Bir bilişsel mimarinin amacı, bilişsel psikolojinin çeşitli alanlarından toplanan verileri bir bilgisayar modelinde bir araya getirmektir. Bunun için toplanan veriler bir bilgisayar modeline temel sağlayacak şekilde formalize edilmelidir. Oldukça ünlü üç bilişsel mimari ACT-R, SOAR ve EPIC’tir.
Ayrıca bkz. Nöroinformatik
Bilgi ve Dil İşleme
Bir dili öğrenmek ve anlamak aşırı derecede karmaşık bir süreçtir. Dil yaşamın ilk birkaç senesi içinde edinilir ve normal şartlarda tüm insanlar dili en iyi şekilde edinebilirler. Teorik dilbilimin majör temellerinden bir tanesi, dilin bu şekilde edinilebilmesi için soyut bir yapıya sahip olması gerekliliğinin keşfidir. Beynin dili nasıl işlediği sorusuna dair yapılan çalışmalardaki temel bazı araştırma soruları: (1) Dilsel bilginin (knowledge) ne kadarı doğuştan gelir, ne kadarı öğrenilir? (2) Neden yetişkinlerin ikinci bir dil edinmesi çocukların ana dillerini edinmelerinden daha zordur? (3) İnsanlar hiç görüp duymadıkları cümlelerle karşılaştıklarında bunları nasıl anlayabiliyorlar?
Bilişsel bilimdeki dil işleme çalışmaları dilbilim alanını yakından ilgilendirmektedir. Dilbilim, geleneksel olarak, tarih, sanat ve edebiyatı da içerecek şekilde beşeri bilimlerin bir alt dalı olarak çalışılıyordu. Ancak Son 50-60 yıl içerisinde araştırmacılar dili, dil bilgisinin (knowledge) nasıl edinildiği, nasıl kullanıldığı ve tam olarak nelerden müteşekkil olduğu gibi soruları merkeze alarak bilişsel bir fenomen olarak inceliyorlar. Dilbilimciler, insanların oldukça karmaşık sistemler vasıtasıyla cümleler üretseler de, kendi konuşmalarını yönlendiren bu kuralların büyük oranda farkında olmadıklarını buldular. Dolayısıyla dilbilimciler, eğer böylesi kurallar gerçekten varsa, bu kuralların neler olduklarına dair dolaylı metotlar benimsemek zorunda kaldılar. Her halükarda, eğer konuşma kurallar tarafından yönlendiriliyorsa, bu kurallar bilinçli bir değerlendirmeye kapalılar.
Öğrenme ve Gelişim
Öğrenme ve gelişim, bilgiyi (knowledge and information) zamanla edindiğimiz süreçlerdir. Bebekler ya çok az bilgiyle ya da bilgisiz doğarlar (bilginin nasıl tanımlandığına bağlı olarak değişebilir), ancak yine de hızlıca dili kullanma, yürüme, insanları ve objeleri tanıma gibi beceriler edinirler. Öğrenme ve gelişim alanındaki araştırmalar bu süreçlerin nasıl gerçekleştiğini açıklamayı hedefler.
Bilişsel gelişim alanındaki majör sorulardan biri, becerilerin ne kadarının doğuştan olduğu ya da ne kadarının öğrenildiği sorusudur. Bu soru sıklıkla “doğa ve çevre tartışması” ismiyle adlandırılır. Nativist (doğuştancı) görüş, bir organizmanın belirli özelliklerinin doğuştan olduğunu ve genetik aktarımı dolayısıyla belirlendiğini vurgular. Emprist görüş isebelirli becerilerin çevreden öğrenildiğini belirtir. Her ne kadar bir çocuğun normal olarak gelişmesi için hem genetik hem de çevresel girdiler gerekse de, genetik bilginin bilişsel gelişime nasıl yol açtığına dair ciddi tartışmalar vardır. Dil edinimi alanında, örneğin, kimileri (örneğin Steven Pinker) evrensel gramer kurallarını içeren bilginin genetikte bulunması gerektiğini savunmuşken, diğerleri (mesela Jeffrey Elman ve Rethinking Innateness’taki meslektaşları) Pinker’ın iddialarının biyolojik olarak gerçekçi olmadığını iddia etmişlerdir ve genlerin, bir öğrenme sisteminin mimarisini belirleyebileceğini ama gramerin nasıl çalıştığına dair spesifik “gerçeklerin (facts)” ancak tecrübe ile öğrenilebileceğini savundular.
Hafıza
Hafıza, daha sonradan “çağırıp” kullanabilmemiz için bilgi depolamamızı sağlar. Hafızanın genelde uzun süreli (long-term) ve kısa süreli (short-term) olmak üzere iki öğeden oluştuğu düşünülür. Uzun süreli hafıza, bizim esnek zaman zarflarında (günler, haftalar, yıllar) bilgi depolayabilmemizi sağlar. Henüz uzun süreli hafızanın sınırlarını tam olarak bilmiyoruz. Kısa süreli hafıza ise kısa vadeli durumlarda (saniyeler veya dakikalar) bilgi depolamamızı sağlar.
Ayrıca hafıza, sıklıkla bildirimsel (declarative) ve prosedürel (procedural) şeklinde de kategorize edilmiştir. Bildirimsel hafıza, (semantik (semantic) ve epizodik (episodic) hafıza alt kümelerine sahiptir) gerçekler ve spesifik bilgiler, spesifik anlamlar ve spesifik anıların depolandığı hafıza sistemidir (örneğin, “Elmalar yiyecek midir?” veya “Dört gün önce kahvaltıda ne yedim?”) Prosedürel hafıza ise bisiklet sürmek veya yüzmek gibi eylemlerimizi ve motor süreçlerimizi hatırlamamızı sağlar ve genellikle örtük bilgi veya örtük hafıza olarak da anılır.
Bilişsel bilimciler hafızayı psikologların inceledikleri gibi inceleseler de odakları hafızanın bilişsel süreçlerle ilgisi üzerindedir. Bunun bir örneği, uzun süredir kullanılmamış, unutulmuş bir anıyı hatırlamak için ne gibi mental süreçlerin gerektiği veya bilişsel bir süreç olan tanıma (recognition) ile çağırma (recall) arasında ne gibi farklar olduğu olabilir.
Algı ve eylem
Algı (perception), duyular (sense) aracılığı ile bir bilgiyi edinme ve o bilgiyi bir şekilde işleme (process) becerisidir. Görme ve duyma çevremizi algılamamızı mümkün kılan iki baskın duyudur. Görsel algı alanındaki bazı çalışmalar: (1) Nesneleri nasıl tanıyabiliyoruz? (2) Herhangi bir birim zamanda çevrenin yalnızca bir kısmını görsek de onu nasıl süreğen (continuous) olarak algılayabiliyoruz? gibi soruları içerebilir örneğin. Görsel algıyı çalışmak için gerekli bir yol, insanların optik ilüzyonları nasıl işlediğine bakmaktır. Bir Necker kübü bistabilalgıya örnektir (percept), yani küp iki farklı yönden “algılanabilir”.
Dokunsal, kokusal ve tatsal uyaranlar da algının alanındadır.
Eylem (action) ise bir sistemin çıktısına göndermede bulunur. Eylem insanlarda motor tepkiler aracılığı ile sağlanır. Uzamsal planlama ve hareket, konuşma üretimi ve karmaşık motor hareketler eylemin (action) uzantılarıdır.
Bilinç
Bilinç bir şeyin dışsal bir nesne mi yoksa kişinin kendisinden mi kaynaklandığının farkında olmaktır. Bilinç zihnin bir benlik hissine sahip olmasını veya bunu tecrübe edebilmesini sağlar.
Araştırma Metotları
Bilişsel bilimde pek çok farklı metodoloji kullanılagelmiştir. Bilişsel bilim oldukça interdisipliner olduğundan bu alandaki araştırmalar sıklıkla psikoloji, nörobilim, bilgisayar bilimi ve sistemler teorisinden araştırma metotlarını bir araya getirir.
Davranışsal Deneyler
Zeki bir davranışı neyin oluşturduğunu bilmek için davranışın kendisini incelemek zorundayız. Bu tür bir araştırma sahası bilişsel psikoloji ve psikofizik ile yakından ilişkilidir. Farklı uyaranlara verilen davraışlar tepkileri ölçerek o uyaranların nasıl işlendiğine dair bilgi edinebiliriz. Lewandowski ve Strohmetz (2009), davranışlar izler (behavioral traces), davranışsal gözlemler (behavioral observtions) ve davranışsal seçim (behavioral choice) dahil olmak üzere psikolojideki inovatif davranışsal ölçümlerin bir incelemesini yaptılar. Davranışsal izler, davranışın nasıl oluştuğuna dair bir parça delil olsa da davranışı gerçekleştiren özneye dair herhangi bir şey söylemezler. Davranışsal gözlemler ise öznenin davranışı gerçekleştirmesinin doğrudan gözlemlenmesidir. Bunu yanı sıra, davranışsal seçimler bir kimse iki ya da daha fazla seçenek arasından seçim yaptığı durumları kapsar.
Tepki süresi. Bir uyaranın sunulmasıyla ona karşı verilen bir tepkinin arasındaki süre, iki bilişsel süreç arasındaki farklara ve o süreçlerin doğasına dair bize bilgi sağlayabilir. Örneğin, eğer ki bir “arama görevinde” (search task) tepki süreleri öğelerin sayısına oranlı şekilde artıyorsa, bu bilişsel arama sürecinde dizisel (serial) değil paralel /(parallel) işlemenin söz konusu olduğu aşikardır.
Psikofiziksel tepkiler. Psikofiziksel deneyler, bilişsel psikoloji tarafından kullanılan eski bir psikolojik tekniktir. Genellikle fiziksel bir niteliğe dair, örneğin bir sesin gürültüsü, yargıda bulunmayı kapsar, Bireyler arasında öznel değerlendirmelerdeki (subjective scales) olası bir korelasyon, fiziksel ölçümlere kıyasla bilişsel veya duyusal eğilimleri (bias) gösterebilir. Örneğin bir rengin, tonun veya dokunun aynılığına dair yargılar veya renk, ton ya da dokuda eşik farklılıkları vs.
Göz İzleme. Bu metot pek çok bilişsel süreci incelemek için kullanılmışsa da en çok görsel algı ve dil işleme araştırmalarında ön plandadır. Gözlerin fiksasyon (sabitlenme) noktası dikkatin odağı ile ilişkilidir. Dolayısıyla, göz hareketlerini izleyerek, hangi bilgi (information) kümesinin işlendiğini inceleyebiliriz. Göz izleme oldukça kısa zaman aralıklarındaki bilişsel süreçleri incelememizi mümkün kılar. Göz hareketleri bir görev sırasındaki süreçiçi (online) karar verme adımlarını yansıtır ve bu kararların nasıl işlendiğine dair bize içgörü sağlar.
Beyin Görüntüleme
Beyin görüntüleme, beyin, çeşitli işlemler (task) gerçekleştiriyorken analiz edilmesidir. Bu bir davranış ile beyin fonksiyonunu birbiriyle ilişkilendirmemizi ve bilginin nasıl işlendiğini anlamamıza yardımcı olur. Farklı tür görüntüleme teknikleri zamansal (time-based) veya uzamsal (location-based) çözünürlükleri açısından çeşitlilik gösterirler. Betin görünüleme bilişsel nörobilimde sıklıkla kullanılır.
Tek foton emisyon bilgisayarlı tomografi ve pozitron emisyon tomografi. TFEBT ve PET’de, katılımcının kanına enjekte edilen ve beyine ulaşan radyoaktif izotoplar kullanılır. Radyoaktif izotopların beyinde hangi bölgelerde konumlandığından, hangi bölgelerin daha aktif olduğu anlaşılabilir.. PET fMRI’a oldukça yakın uzamsal çözünürlülüğe sahip olsa da oldukça kötü bir zamansal çözünürlüğü vardır.
Elektroensefalografi. EEG, katılımcıların kafasına takılan bir kepe, bir grup elektrot yerleştirerek beyindeki nöron gruplarının oluşturduğu elektrik alanlarını ölçmeye yarar Bu tekniğin çok iyi bir zamansal çözünürlüğü olsa da, uzamsal çözünürlüğü oldukça kısıtlıdır.
Fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme. fMRI kandaki oksijen miktarını ölçerek, beynin farlı alanlarındaki oksijen miktarından hangi bölgelere daha fazla kan akışı olduğunu, dolayısıyla hangi bölgelerin daha fazla aktif olduğunu ölçmemizi sağlar.Bu şekilde farklı işlevlerin beyinde hangi alanlarda gerçekleştirildiğini belirleyebilme imkanımız olur. fMRI’ın uzamsal ve zamansal çözünülürlükleri orta düzeydedir.
Optik görüntüleme. Bu teknik kızılötesi transmiterleri ve alıcıları kullanarak beynin farklı bölgelerindeki kan tarafından yansıtılan ışık miktarını ölçer. Oksijenlenmiş ve oksijensiz kan, ışığı farklı miktarlarda yansıttığından, hangi bölgelerin daha aktif olduğunu inceleyebiliriz, ki bunlar daha fazla oksijenlenmiş kana sahip olan bölgeler demek oluyor. Optik görüntüleme orta seviyede bir zamansal çözünürlüğe ve zayıf uzamsal çözünürlüğe sahip olup, aynı zamanda oldukça güvenli olduğu için bebekler ile yapılan çalışmalarda da kullanılabilme avantajına sahiptir.
Manyetoensefalografi. MEG kortikal aktivite dolayısıyla açığa çıkan manyetik alanları ölçer. EEG’ye benzer olsa da, EEG’den daha fazla uzamsal çözünürlüğe sahiptir, çünkü yaptığı ölçümler EEG’de olduğu gibi kep tarafından filtrelenmemiş, buğulu hale getirilmemiştir. MEG ufak manyetik alanları tespit edebilmek için SQUID sensörleri kullanır.
İşlemsel Modelleme
İşlemsel modeller bir problemin matematiksel ve mantıksal olarak formalize edilmiş olmasını gerektirir. Bilgisayar modelleri zekanın farklı, genel ve spesifik niteliklerinin deneysel olarak doğrulanmasında ve simülasyonlarda kullanılır. İşlemsel modelleme spesifik bir bilişsel olgunun işlevsel organizasyonunu anlamamıza yardımcı olabilir. Bilişsel modellemeye yaklaşımlar aşağıdaki gibi kategorize edilebilir: (1) sembolik, zeki bir zihnin soyut zihinsel işlevlerinin semboller aracılığı ile ele alınması; (2) subsembolik, insan beyninin nöral ve ilişkisel nitelikleri açısından; ve (3) sembolik ve subsembolik kesişimindeki yaklaşımlar.
Sembolik modelleme bilgisayar bilimindeki bilgi-tabanlı sistemleri (knowledge-based systems) kullanan paradigmalardan türemiştir, örneğin Eski Moda Yapay Zeka (Good Old-Fashioned Artificial Intelligence). İlk bilişsel bilim araştırmacıları tarafından geliştirilip daha sonraları da bilgi mühendisliği (information engineering) alanında, uzman sistemler (expert systems) için kullanılmışlardır. 90’ların başından beri sistemik alanında insan benzeri zeka modellerinin incelenmesinde kullanılmış ve buna paralel olarak SOAR çevrelerinin geliştirilmesinde kullanılmıştır. Daha güncel olarak, özellikle de bilişsel karar alımı bağlamında, sembolik bilişsel modelleme sosyo-bilişsel yaklaşımlarla genişletilmiştir.
Subsembolik modelleme bağlantıcı (connectionist) / nöral ağ modellerini içerir. Bağlantıcılık zihnin/beynin basit nodlardan oluştuğunu ve onun problem çözme kapasitesinin de bu nodlar arasındaki bağlantılar ve ilişkilerden türediği fikri üzerine kuruludur. Nöral ağlar bu yaklaşımın en bariz uygulamasıdır. Bu yaklaşımı eleştiren bazıları, bu modellerin sistemin nasıl çalıştığının bir representasyonu olması açısından biyolojik tutarlılığa sahip olduklarını ama açıklayıcılıklarının olmadığını dile getirirler. Çünkü onlara göre, basit bağlantı kurallarına sahip bir sistemden bile türeyen yüksek seviye kompleksite o bağlantıları, bağlantı düzleminde yorumlanamaz kılar, aslolan, bu bağlantıların kendilerinden ziyade onların yol açtığı daha yüksek seviye temsillerdir.
Popüleritesi artmakta olan diğer yaklaşımlar ise (1) dinamik sistemler teorisi, (2) sembolik modelleri bağlantıcı modellere eşleme (nöral-sembolik entegrasyon veya hibrid zeki sistemler) ve (3) Bayesyen modellerdir.
Nörobiyolojik Metotlar
Doğrudan olarak nörobilimden veya nöropsikolojiden alınmış metotlar zekanın kimi yanlarını inceliyorken oldukça faydalı olabilirler. Bu metotlar zeki davranışın fiziksel sistemlerde nasıl “gerçekleştirildiğini” anlamamızı sağlar.
Tek üniteli kayıt
Doğrudan beyin uyarımı
Hayvan modelleri
Postmortem çalışmaları
Tarihi
Bilişsel bilim 1950’lerde bilişsel devrim olarak anılan entelektüel bir hareket olarak ortaya çıktı. Bilişsel bilim antik felsefe metinlerine değin izi sürülebilecek bir arkaplana sahiptir (bkz. Platon’un Meno’su ve Aristoteles’in De Anima’sı); ki Descares, David Hume, Immanuel Kant, Benedict de Spinoza, Nicholas Malebransche, Pierre Cabanis, Leibniz ve John Locke gibi isimleri de kapsar. Fakat, her ne kadar bu erken dönem yazarlar zihnin felsefi olarak keşfine çokça katkı sağlamış ve bu çalışmalar nihayetinde psikolojinin gelişimine yol açmışsa da, bilişsel bilimcilerinkinden çok daha farklı bir araç ve temel kavram seti ile çalışıyorlardı.
Modern bilişsel bilim kültürü, Warren McCulloch ve Walter Pitts gibi zihnin organizasyon prensiplerini anlamaya çalışan 1930’lardaki ve 1940’lardaki sibernetisistlere değin götürülebilir. McCulloch ve Pitts biyolojik nöral ağların yapısından esinlenilerek oluşturulmuş işlemleme modelleri olan şimdiki yapay nöral ağların ilk türünü geliştirmişlerdir.
1940’lar ve 1950’lerde işlemleme teorisinin (theory of computation) ve dijital bilgisayarların ortaya çıkması da oldukça önemli bir öncüldü. Kurt Gödel, Alonzo Church, Alan Turing ve John von Neumann bu gelişmelerde etkindiler. Modern bilgisayar, ya da Von Neumann makinesi, hem zihne dair bir metafor olarak hem de bir inceleme aracı olarak, bilişsel bilimde merkezi bir rol oynayacaktı.
Bilişsel bilim deneyleri akademik bir enstitüde ilk kez MIT Sloan İşletme Okulu’nda, psikoloji departmanında çalışan ve insan bilişini inceliyorken bilgisayar belleği modellerini kullanarak deneyler yapan J. C. R. Licklider önderliğinde gerçekleşmiştir.
1956 yılında MIT’de, Allen Newell, Herbert. A. Simon ve Marvin Minsky gibi yapay zekanın önderlerinin ve dilbilimci Noam Chomsky’nin katıldığı Symposium on Information Theory gerçekleşti. Chomsky davranışçılığa dair eleştirisini ve daha sonradan oldukça etkili olacak olan Dönüşümsel Gramer’ini (Transformational Grammar) sundu. Newell ve Simon ise ilk yapay zeka çalışmalarından sayılan Logic Theorist’i sundular.
1959 yılında, Noam Chomsky B. F. Skinner’ın Sözel Davranış (Verbal Behavior) kitabına dair çok sert bir inceleme yayınlandı. O dönemde, Skinner’ın davranışçı paradigması Amerika’daki psikoloji alanını domine etmişti. Çoğu psikolog, içsel temsiller hakkında hipotezler ortaya atmadan, uyaran ve tepki arasındaki işlevsel ilişkilere odaklanmıştı. Chomsky dili açıklayabilmek için, sadece içsel temsiller ileri sürmeyen ama aynı zamanda bu temsillerin altında yatan düzeni de izah eden üretici gramer gibi bir teoriye ihtiyacımız olduğunu iddia etti.
Bilişsel bilim terimi, 1973 yılında, yapay zeka araştırmalarının o dönemki durumunu ele alan Lighhill raporuna yazdığı eleştirisinde Christopher Longuet-Higgins tarafından ilk kez kullanılmıştı. Aynı dönemde, Cognitive Science dergisi ve Cognitive Science Society kuruldu. Cognitive Science Society’nin kuruluş toplantısı Kaliforniya Üniversitesi, San Diego’da, 1979 yılında yapıldı. Bu toplantı bilişsel bilimin uluslarası olarak görünür bir girişim olmasını sağladı. Yöneticiliğini Neil Stillings’in yaptığı Hampshire Koleji bilişsel bilim alanındaki ilk lisans düzeyinde eğitim programını 1972’de başlattı. 1982 yılında Profesör Stillings’in de desteği ile Vassar Koleji, bilişsel bilimde lisans diploması veren ilk enstitü oldu. 1986’da dünyanın ilk Bilişsel Bilim Departmanı Kaliforniya Üniversitesi, San Diego’da kuruldu.
1970’lerde ve 1980’lerin ilk yıllarında, bilgisayarlara erişim arttıkça yapay zeka araştırmaları çoğaldı. Marvin Minsky gibi araştırmacılar, insanların, örneğin karar alma ve problem çözme gibi süreçlerdeki adımlarını formel olarak betimlemek amacıyla, LISP gibi programlama dillerinde bilgisayar programları yazıyordu. Bu çalışmalarla insan düşünüşünü daha iyi anlamayı ve yapay zekayı yaratmayı amaçlıyorlardı. Bu yaklaşım “sembolik yapay zeka” olarak bilinir.
Nihayetinde sembolik yapay zeka yaklaşımın limitleri göründü. Örneğin, sembolik bilgisayarlar tarafından kullanılabilecek şekilde, insan bilgi birikiminin tümünü listelemek gerçek dışı görünür oldu. 80’lerin sonların ve 90’larda nöral ağlar ve bağlantıcılık bir araştırma paradigması olarak yükseldi. Sıklıkla James McClelland ve David Rumelhard’a atfedilen bu bakış açısı ile beraber zihin bir karmaşık ilişkiler kümesi olarak ele alınan ve birden çok katmana sahip bir ağ olarak betimlendi. Bunu eleştirenler sembolik modeller ile daha iyi açıklanan bazı olgular olduğunu ve bağlantıcı modellerin açıklayıcılık güçlerinin az olmasına yol açacak kadar karmaşık olduklarını iddia ettiler. Daha güncel çalışmalarda sembolik ve bağlantıcı modeller bir araya getirildi ve bu birleşim, iki tür açıklama yaklaşımının da avantajını kullanabilmeyi sağladı. Hem bağlantıcılık hem de sembolik yaklaşımlar farklı hipotezleri test etmede ve bilişin farklı yanlarını anlama konusunda kullanışlı yaklaşımlar olsalar da, hiçbiri biyolojik açıdan gerçekçi olmadığından ikisi de nörobilimsel tutarlılık açısından yetersiz bulunmaktadır. Bağlantıcılık, bilişin gelişim süreci boyunca nasıl oluştuğunu ve beyinle olan ilişkisini işlemsel olarak inceleme bağlamında çok faydalı olmuştur ve sıkı sıkıya alana spesifik (domain specific) ve alandan bağımsız (domain general) ayrımları yapan yaklaşımlara alternatif sağlamıştır. Örneğin, Jeff Elman, Liz Bates ve Annette Karmiloff-Smith gibi bilim insanları beyindeki ağların, bu ağlarla çevresel girdi arasındaki dinamik etkileşimden ortaya çıktığını ileri sürmüşlerdir.
Güncel Gelişmeler
Zihnin/beynin veya “zihnin entegre edildiği” herhangi bir fiziksel sistemin fiziksel özelliklerinden bağımsız, bir kurallar, temsiller dizisi, bir algoritma, soyut bir bilgi işlem süreci olarak ele alınabileceğini iddia eden bilgisyar metaforu geçtiğimiz yıllarda çok ciddi eleştirilere maruz kaldı. Bu eleştirilerin temelinde iki büyük perspektif yatıyor: Birincisi, bilişsel nörobilmin gelişmesiyle beraber nörobilimsel süreçleri de inceleyebiliyor olmamız ve beynin bu süreçlere dahlini eskisine nazaran çok daha net görebiliyor olmamız, onu görmezden gelerek yalnızca soyut süreçlere odaklanabilmeyi güçleştirmiştir. Bunun yanı sıra yapay nöral ağlar ve nöron gruplarının faaliyetlerini simüle etmek için kullanılan diğer yöntemler “donanım ve yazılım” gibi bir ayrıma gitmenin hakkaniyetine gölge düşürmüştür.
Bunun yanı sıra bilişsel bilimde çeşitli alternatif paradigmalar da doğmaya başlamıştır, örneğin dinamikçilik (dynamical systems) ve bedensel (embodied) ve durumsal (situated) bilişsel bilim. Dinamikçiliğe göre, bilişsel davranış her zaman zamansal bir bağlamda vuku bulduğundan ve zamansal koordinasyon gerektirdiğinden, dinamik sistemler teorisi uygun bir model sağlayabilir. Dinamikçilik bilgisayar metaforunda ihmal edilen zamansal düzenliliklerin esas olduğunu iddia eder. Ayrıca, bu yaklaşım içsel temsillerin ve sembollerin bilişsel bilimin merkezinde bulunmasına şüpheyle yaklaşır, çünkü bu kavramlar dinamik bir açıklamanın parçası değildirler.
Bunun yanı sıra, bedensel (embodied) ve durumsal (situated) bilişsel bilim bilişin spesifik bir bedene (embodied) ve spesifik bir çevreye (situated) referans verilmeksizin anlaşılamayacağını varsayar. Bu bilişin soyut sembolik temsillerin dünyasında gerçekleşen, duyusal, motor ve zamansal etmenlerden azade bir süreç olduğu iddiasından şüphe duyulmasını yol açar. Bu görüşün en ünlü savunucuları Alva Noe, Susan Hurley, Evan Thompson, Francisco Varela ve Kevin O’Regan’dır. Bedensel ve durumsal bilişsel bilim bağlamında, Maurice Merleau-Ponty’nin ve Edmund Husserl’in fenomonolojisi ile klasik analitik zihin felsefesi arasında bir bağlantı sıklıkla aranır.
Sunulan bu farklı akımlar (bağlantıcılık, dinamikçilik, durumsallık ve bedensellik), talepleri ve varsayımları benzer olduğu için sıklıkla Yeni Yapay Zeka tabiri altında anılır ve özetlenirler. Fakat bunların birbirleri ile uyumlu oldukları söylenemez çünkü öncülleri, sonuçları ve uygulamaları gibi pek çok açıdan birbirleri ile çelişirler.
Zihni bilgisayar ile özdeşleştiren metaforlara yöneltilen eleştiriler genel olarak bilişsel bilimin sorgulanmasına yol açmıştır. Fakat bu eleştiriler zaman içinde yumuşamıştır.
Bazı Önemli Araştırmacılar
Konu ile ilgili bazı önemli bilim adamları:
Alan Turing
Antonio Damasio
Daniel Dennett
Daniel Kahneman
David Chalmers
David Rumelhart
Douglas Hofstadter
George A. Miller
George Lakoff
Gerald Edelman
Herbert Simon
James McClelland
Jeffrey Elman
Jerry Fodor
John Searle
Karl Pribram
Leon Festinger
Marvin Minsky
Noam Chomsky
Seymour Papert
Steven Pinker
Dış bağlantılar
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Enformatik Enstitüsü Bilişsel Bilimler Programı
Boğaziçi Üniversitesi Bilişsel Bilim Yüksek Lisans Programı
Bilişsel Bilim derneği (Cognitive Science Society)
Stanford Felsefe Ansiklopedisi-Bilişsel Bilim maddesi
Bilişsel Bilim: İnsan Zihnine Yolculuk
Dil Bilimi Sitesi-Bilişsel Bilim
Books Google'da Bilişsel Bilim Kitapları
21. Yüzyıla Girerken Felsefe ve Bilişsel Bilim-Zekiye Kutlusoy
Dilbilgisi, Bilişim ve Bilişsel Bilim-Cem Bozşahin-Deniz Zeyrek
Kaynakça
Disiplinlerarası bilimler
Psikoloji dalları |
1562 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Mars | Mars | Mars (eski Türkçe'de Bakır Sokım, Merih), Güneş Sistemi'nin Güneş'ten itibaren dördüncü gezegeni. Roma mitolojisindeki savaş tanrısı Mars'a ithafen adlandırılmıştır. Yüzeyindeki yaygın demir oksitten dolayı kızılımsı bir görünüme sahip olduğu için "Kızıl Gezegen" de denir.
İnce bir atmosferi olan Mars gerek Ay'daki gibi meteor kraterlerini, gerekse Dünya'daki gibi volkan, vadi, çöl ve kutup bölgelerini içeren çehresiyle bir karasal gezegendir. Ayrıca dönme periyodu ve mevsim dönemleri Dünya’nınkine çok benzer. 2 adet uydusu bulunmaktadır.
Mars’taki Olimpos Dağı (Olympus Mons), Güneş Sistemi’nde bilinen en yüksek dağdır ve Marineris Vadisi (Valles Marineris) adı verilen kanyon en büyük kanyondur. Ayrıca Haziran 2008’de Nature dergisinde yayımlanan üç makalede açıklandığı gibi, Mars’ın kuzey yarımküresinde 10.600 km uzunluğunda ve 8.500 km genişliğindeki dev bir meteor kraterinin varlığı saptanmıştır. Bu krater, bugüne kadar keşfedilmiş en büyük meteor kraterinin (Ay'ın güney kutbu kısmındaki Atkien Havzası) dört misli büyüklüğündedir.
Mars, Dünya hariç tutulursa, hâlen Güneş Sistemi’ndeki gezegenler içinde sıvı su ve yaşam içermesi en muhtemel gezegen olarak görülmektedir. Mars Express ve Mars Reconnaissance Orbiter keşif projelerinin radar verileri gerek kutuplarda (Temmuz 2005) gerekse orta bölgelerde (Kasım 2008) geniş miktarlarda su buzlarının var olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır. 31 Temmuz 2008’de Phoenix Mars Lander adlı robotik uzay gemisi Mars toprağının sığ bölgelerindeki su buzlarından örnekler almayı başarmıştır.
Günümüzde, Mars, yörüngelerine oturmuş üç uzay gemisine evsahipliği yapmaktadır: Mars Odyssey, Mars Express ve Mars Reconnaissance Orbiter. Mars, Dünya hariç tutulursa, Güneş Sistemi’ndeki herhangi bir sıradan gezegenden ibaret değildir. Yüzeyi pek çok uzay aracına ev sahipliği yapmıştır. Bu uzay araçlarıyla elde edilen jeolojik veriler şunu ortaya koymuştur ki, Mars önceden su konusunda geniş bir çeşitliliğe sahipti; hatta geçen on yıllık süre sırasında gayzer (kaynaç) türü su fışkırma veya akıntıları meydana gelmişti. NASA’nın Mars Global Surveyor projesi kapsamında sürdürülen incelemeler Mars’ın güney kutbu buz bölgesinin geri çekilmiş olduğunu ortaya koymuştur. Bilim insanları, 2006'da Mars yörüngesine oturtulan "Mars Reconnaissance Orbiter" (Mars Yörünge Kaşifi) uydusundan alınan veriler sonucu, Mars'ta sıcak aylarda tuzlu su akıntılarının oluştuğunu bildirmişlerdir.
Mars’ın 1877 yılında astronom Asaph Hall tarafından keşfedilen Phobos ve Deimos adları verilmiş, düzensiz biçimli iki küçük uydusu vardır. Mars Dünya’dan çıplak gözle görülebilmektedir. "Görünür kadir"i −2,9’a ulaşır ki bu, çıplak gözle çoğu zaman Jüpiter Mars’tan daha parlak görünmesine karşın; ancak Venüs, Ay ve Güneş’çe aşılabilen bir parlaklıktır.
Etimoloji ve adlandırma
Mars adı, Roma mitolojisinde yer alan savaş tanrısı Mars kökenlidir ve Mart ayı ile eş kökenli olmaktadır. Bu isim gezegenin kırmızı renginin kan ile bağdaşlaştırılması dolayısıyla verilmiştir.
Dünyadaki pek çok dilde gezegeni tanımlamak için bu köke dayanan isimler kullanılmakla birlikte, bazı dillerde farklı isimlendirmeler mevcut olmaktadır. Yunanca'da yer alan Ἄρης (Arēs) kelimesi bu dilde gezegeni tanımlamak için kullanılmaktadır ve Mars'ın coğrafyası ile ilgili araştırmalar yürüten bir bilim dalı olan areoloji bu kökten türetilmiştir.
Gezegenin kırmızı rengine atfen Arapça'da Mars için ateş ile ilişkili مريخ (merrîh) kelimesi kullanılmaktadır. Bu kullanım Farsça, Urdu, Malayca ve Svahili dillerinde de kullanılmakta olup, Türkçede de eskimiş olan "Merih" şekliyle bulunmaktadır. Kâşgarlı Mahmud'un Türkçe-Arapça sözlüğü Dîvânu Lugâti't-Türk eserinde Mars için Bakır Sokım kelimesi kullanılmıştır. Arapça "düşen, düşük" anlamına gelen ساقط (sāḳiṭ) sözcüğünden alıntı olan Sakıt, eskimiş bir kelime olup Mars anlamına gelmektedir. Çincede yer alan ve ateş yıldızı anlamına gelen 火星 (Pinyin: Huǒxīng) sözcüğü ise kendine Korece, Japonca ve Vietnamcada kullanım edinmiştir.
Fiziksel özellikler
Mars’ın yarıçapı Dünya’nınkinin yaklaşık yarısı kadardır. Yoğunluğu Dünya’nınkinden daha az olup, hacmi Dünya’nın hacminin %15’i, kütlesi ise Dünya’nınkinin %11’i kadardır. Mars’ın Merkür’den daha büyük ve daha ağır olmasına karşılık, Merkür ondan daha yoğundur. Bu yüzden Merkürün yüzeyindeki yerçekimi Mars’ınkinden daha fazladır. Mars, boyutu, kütlesi ve yüzeyindeki yerçekimi bakımından Dünya ile Ay arasında yer alır. Mars yüzeyinin kızıl-turuncu görünümü hematit ya da pas adıyla tanınan demiroksitten (Fe2O3) kaynaklanır.
Jeoloji ("arkeoloji")
Uydu gözlemleri ile Mars meteorlarının incelenmesi Mars yüzeyinin esas olarak bazalttan oluştuğunu göstermektedir. Bazı kanıtlar Mars yüzeyinin bir kısmının tipik bazalttan ziyade, yeryüzündeki andezit kayalarının benzeri olabilecek zengin silisyum oluşumlarından meydana geldiğini göstermektedir; fakat gözlemlerdeki veriler bunların silisli cam olduğu şeklinde de yorumlanabilir. Her ne kadar Mars’ın asli manyetik alanı yoksa da, gözlemler gezegen kabuğunun parçalarının vaktiyle iki kutuplu bir manyetik alanın etkisinde bulunmuş olduğunu göstermektedir. Minerallerde gözlemlenen bu paleomanyetizm yeryüzünün okyanus diplerinde bulunan tabakalarındakilere çok benzer özelliklere sahiptir. 1999’da ortaya atılan ve 2005’te Mars Global Surveyor verileriyle yeniden gözden geçirilen bir teoriye göre bu tabakalar, Mars’ta 4 milyar yıl önce, manyetik kutuplaşmanın yani manyetik alanın henüz etkin olduğu dönemde mevcut olan tektonik plakaların kanıtıdır.
Gezegenin iç yapısına ilişkin güncel modellere göre, gezegen, esas olarak demir ve % 14-17 civarında sülfürden oluşan, yarıçapı yaklaşık 1480 km olan bir çekirdek bölgesi içerir. Bu demir sülfür (FeS) bileşiği kısmen akışkandır. Çekirdek, günümüzde etkin olmadığı görülen, gezegendeki birçok tektonik ve volkanik oluşumlardan oluşmuş bir silikat mantosuyla çevrilidir. Gezegenin kabuğunun ortalama kalınlığı 50 km olup, azami kalınlığı 120 km civarındadır. Dünya’nın ortalama kalınlığı 40 km olan kabuğu, her iki gezegenin boyutları gözönüne alındığında Mars’ınkine göre üç misli daha ince kalır.
Mars’ın temel jeolojik devirleri şunlardır:
Nuh Devri: Devre bu ad, Mars'ın güney yarımküresindeki bir bölgenin Nuh’un Toprağı (Noachis Terra) olarak adlandırılması nedeniyle verilmiştir. Mars’ın en eski yüzey oluşumuna ilişkin devirdir, 3,8 milyar yıl öncesi ile 3,5 milyar yıl öncesi arasındaki dönemi kapsar. Nuh Devri yüzeyleri birçok büyük çarpma kraterleriyle oyulmuş haldedir. Tharsis volkanik plato bölgesinin bu devirdeki büyük bir sıvı su baskınıyla oluştuğu sanılmaktadır.
Hesperian devri: 3,5 milyar yıl öncesi ile 1,8 milyar yıl öncesi arasındaki dönemi kapsar. Bu devir, geniş lav ovalarının oluşumu ile nitelenir.
Amazon Devri: 1,8 milyar yıl öncesi ile günümüze kadarki dönemi kapsar. Amazon Devri bölgeleri, meteor çarpmalarıyla açılmış kraterleri pek içermez ve tamamen değişiktir. Ünlü Olimpos Dağı bu dönemdeki lav akıntılarıyla oluşmuştur.
19 Şubat 2008’de Mars’ta muhteşem bir çığ meydana geldi. Mars Reconnaissance Orbiter uzay gemisinin kamerasınca filme kaydedilen görüntülerde 700 m. yükseklikteki bir uçurumun tepesinden kopan buz bloklarının ardında toz bulutları bırakarak yuvarlanışları görülüyordu.
Son incelemeler ilk kez 1980’lerde ortaya atılmış bir teoriyi desteklemektedir: Bu teoriye göre 4 milyar önce Mars’a Plüton gezegeni boyutlarındaki bir meteor çarpmıştır. Gezegenin kuzey kutup bölgesini kapsadığı gibi, yaklaşık % 40’ını kapsayan Borealis basin adı verilen garip havzanın bu çarpmayla oluştuğu sanılmaktadır.
Toprak
Haziran 2008’de Phoenix uzay gemisi tarafından gönderilen veriler Mars toprağının hafifçe alkalin olduğunu ve hepsi de organik maddenin gelişmesi için elzem olan magnezyum, sodyum, potasyum ve klorür içerdiğini ortaya koydu. Bilim insanları Mars’ın kuzey kutbuna yakın toprağın kuşkonmaz gibi bitkilerin yetiştirilebileceği bir bahçe oluşturulması için elverişli olduğu sonucuna vardı. Ağustos 2008’de Phoenix uzay gemisi Dünya suyu ile Mars toprağının karıştırılması gibi basit kimya deneylerine başladı ve önceden Mars toprağı konusunda ortaya atılmış birçok teoriyi doğrulayan bir keşifte bulundu: Mars toprağında perklorat tuzlarının izlerini keşfetti. Perklorat tuzlarının varlığı Mars toprağının daha da ilginç bulunmasını sağlamıştı Fakat perklorat tuzlarının varlığının Mars’a taşınan Dünya toprağından, çeşitli örneklerden veya aletlerden kaynaklanmış olma olasılığı da vardı; bu yüzden, kaynağın Mars toprağı olup olmadığından iyice emin olunması için bu konuda daha fazla deneyler yapılması gerekmektedir.
Hidroloji
1965’te Mariner-4’le gerçekleştirilen ilk Mars alçak uçuşuna kadar, gezegenin yüzeyinde sıvı su olup olmadığı çok tartışılmıştı. Bu tartışma özellikle kutup bölgelerindeki periyodik olarak değişim gösteren, deniz ve kıtaları andıran açık ve koyu renkli lekelerin gözlemlenmiş olmasından kaynaklanıyordu. Koyu renkli çizgiler bazı gözlemciler tarafından uzun zaman sıvı su içeren sulama kanalları olarak yorumlanmıştı. Bu düz çizgi oluşumları sonraki dönemlerde gözlemlenemediğinden optik illüzyonlar olarak yorumlandı. Kısa dönemlerde alçak irtifalarda olabilecek oluşumlar hariç tutulursa, günümüzdeki atmosferik basınç altında Mars yüzeyinde sıvı su mevcut olamaz; ancak geçici sıvı su akışları olabilir. Buna karşılık özellikle iki kutup bölgesinde geniş su buzları mevcuttur. Mart 2007’de NASA, güney kutbu bölgesindeki su buzlarının erimeleri halinde suların gezegenin tüm yüzeyini kaplayacağını ve oluşacak bu okyanusun derinliğinin 11 m. olacağının hesaplandığını açıkladı. Ayrıca gezegende kutuptan 60° enlemine kadar bir buz permafrost mantosu uzanır.
Mars’ta kalın kriyosfer tabakasının altında, büyük miktarlarda, sıkışık halde tutulmuş (yüzeye çıkamayan) su rezervlerinin bulunduğu sanılmaktadır. Mars Express ve Mars Reconnaissance Orbiter’dan gelen radar verileri her iki kutupta (Temmuz 2005) ve orta enlemlerde (Kasım 2008) büyük miktarlarda su buzlarının bulunduğunu ortaya koymuştur. Phoenix Mars Lander ise 31 Temmuz 2008’de Mars toprağındaki su buzlarından örnek parçalar almayı başarmıştır.
Mars tarihinin nispeten erken bir döneminde Valles Marineris Vadisi (4000 km) oluştuğunda su kanallarının oluşmasına neden olan, serbest kalmış yeraltı sularının yol açtığı büyük bir sıvı su baskınının meydana geldiği sanılmaktadır. Bu su baskının biraz daha küçüğü de daha sonra Cerberus Fossae denilen büyük yüzey yarıklarının açıldığı dönemde, yani yaklaşık 5 milyon yıl önce meydana gelmiştir ki, Cerberus Palus bölgesindeki Elysium Planitia’da hâlen görülebilen donmuş denizin bu olayın bir sonucu olduğu sanılmaktadır. Bununla birlikte bölgenin buz akıntılarını andıran lav akıntıları gölcüklerinin oluşabileceği bir morfolojiye de sahip olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Kısa zaman önce Mars Global Surveyor’daki Mars Orbiter’ın yüksek çözünürlüğe sahip kamerasıyla çekilen fotoğraflar Mars yüzeyindeki sıvı suyun tarihi hakkında daha ayrıntılı bilgiler sağlamıştır. İlginçtir ki, bu verilerde Mars’ta dev kanalların, ağacın dallanmasına benzeyen ağ biçimli geniş yolların bulunmasına karşın su akışlarını gösteren daha küçük ölçekli damar ve oluşumlara rastlanamamıştır. Bunun üzerine hava koşullarının bu küçük izleri zamanla yok etmiş olabilecekleri (erozyon) düşünüldü. Mars Global Surveyor uzay gemisiyle edinilen yüksek çözünürlüklü veriler, kraterlerde ve kanyonların duvarları boyunca yüzlerce yarık bulunduğunu ortaya koymuştur. Araştırmalar bu oluşumların genç yaşta olduğunu göstermektedir. Dikkat çeken bir yarığın altı yıl arayla çekilen iki fotoğrafı karşılaştırıldığında yarıkta yeni tortul çökeltilerinin biriktiği farkedilmiştir. NASA’nın Mars Keşif Programı yetkili uzmanlarından Michael Meyer bu tür renkli tortul çökelti oluşumlarına ancak güçlü bir sıvı su akışının yol açabileceği görüşündedir.
"Mars Reconnaissance Orbiter" (Mars Yörünge Kaşifi) uydusundan alınan veriler sonucu, Mars'ta sıcak aylarda tuzlu su akıntılarının oluştuğu belirlenmiştir.
İster yağıştan (yağmurdan), ister yeraltı su kaynaklarından, ister başka bir kaynaktan kaynaklansın, sonuç olarak Mars’ta su mevcuttur. Öte yandan söz konusu çökelti oluşumlarına donmuş karbondioksidin veya gezegen yüzeyindeki toz akımlarının neden olduğunu ileri süren senaryolar da ortaya atılmıştır. Mars yüzeyinde geçmişte sıvı suyun bulunduğunun bir başka kanıtı da yüzeyde saptanan minerallerden gelmektedir: Hematit, goetit gibi mineraller genellikle suyun varlığını işaret eden minerallerdir (goetit serin topraklardaki yegane demir oksittir).
Coğrafya
Ay’ın haritasının yapılmasında ilk çalışmalarda bulunanlardan biri olan Johann Heinrich Mädler on yıl süren gözlemlerinden sonra, 1840’ta da ilk Mars haritasını çizdi. İlk areografi uzmanları olan Mädler ve kendisiyle Ay haritasının yapımında da çalışmış arkadaşı Wilhelm Beer, Mars haritasındaki işaretlemelerde, isimler vererek belirlemek yerine, sade bir şekilde, harfler kullanmayı tercih ettiler.
Mars’taki coğrafi oluşumlara Dünya coğrafyasından veya tarihsel ve mitolojik isimler verilmiştir. Mars’ın ekvatoru doğal olarak kendi çevresinde dönmesiyle belirlenmiştir, başlangıç meridyeni ise Dünya’daki Greenwich meridyeni gibi keyfi olarak, 1830’da ilk Mars haritalarının yapımı çalışmasında Mädler and Beer tarafından belirlenmiştir. 1972’de Mariner 9 uzay aracının Mars’le ilgili yeterince veri toplamasından itibaren, Sinus Meridiani’deki (Meridian Bay), sonradan Airy-0 olarak adlandırılan küçük bir krater, eski belirlemeyle uyuşacak tarzda 0.0° boylamı olarak seçildi (Beer ve Mädler tarafından “a” harfi ile işaretlenen boylam).
Mars’ta deniz olmadığından Olimpos Dağı’nın yüksekliği “ortalama çekim yüzeyi” (İng. mean gravity surface) esas alınarak hesaplanmış ve yüksekliği 27 km olarak saptanmıştır. (Bir başka deyişle, Mars’ta irtifalar atmosfer basıncının 610,5 Pa (6.105 mbar) olduğu seviye esas alınarak hesaplanır. Bu da Dünya’daki deniz seviyesinde mevcut basıncın yaklaşık ‰ 6’sıdır.)
Mars topoğrafyası ilginç bir ikilem göstermesiyle dikkat çeker. Kuzey yarımkürenin lav akıntılarıyla düzleşmiş ovalar içermesine karşın, güney yarımküre eski çarpışmalarla çukurlar ve kraterlerle oyulmuş haldeki bir dağlık arazidir. 2008’de yapılan araştırma ve incelemeler 1980’de ortaya atılmış, Mars'ın kuzey yarımküresine dört milyar yıl önce Ay’ın boyutunun %6,6’sı büyüklükteki bir cismin çarpmış olduğunu ileri süren teoriyi kanıtlar görünmektedir. Bu görüş doğru olduğu takdirde Mars’ın kuzey yarımküresinde 10.600 km uzunluğunda ve 8.500 km genişliğinde bir krater alanının açılmış olması gerekirdi ki, bu, Avrupa, Asya ve Avustralya toprakları bütününe denk bir alandır.
Mars’ın yüzeyi Dünya’dan görünüşle, farklı albedo’su olan iki tür alana ayrılır. Kızılımsı demiroksit içeren tuz ve kumla kaplı soluk ovalar geçmişte Mars kıtaları olarak yorumlanmış ve bunlara Arabistan Ülkesi (Arabia Terra), Amazon Ovası (Amazonis Planitia) gibi adlar verilmiştir. Koyu renkli oluşumlar ise denizler olarak yorumlanmış ve bunlara Mare Erythraeum, Mare Sirenum ve Aurorae Sinus adları verilmiştir. Dünya’dan görünüşe göre en koyu renkli coğrafi oluşum Syrtis Major’dur.
Everest’in üç misli yüksekliğindeki Olimpos Dağı birçok büyük volkan içeren dağlık Tharsis bölgesindeki, yumuşak eğimli bir sönmüş volkandır. Mars aynı zamanda çarpma kraterlerinin gözlemlendiği bir gezegendir; yarıçapı 5 km ve daha büyük olabilen bu krater oluşumlarının toplam sayısı 43.000 olarak belirlenmiştir. En büyükleri hafif bir albedo oluşumuna sahip, Dünya’dan kolayca görülebilen Hellas çarpma havzasıdır (Hellas Planitia). Hacmi açısından, bir kozmik cismin Dünya’ya oranla daha küçük olan Mars’a çarpma olasılığı, Dünya’ya çarpma olasılığının yarısı kadardır. Bununla birlikte Mars’ın asteroit kuşağına daha yakın olması, bu kuşaktan gelen cisimlerle çarpışma olasılığını çok fazla arttırmaktadır. Mars aynı zamanda kısa periyotlu (yörüngeleri Jüpiter’e uzanan) kuyruklu yıldızların çarpmalarına (veya süpürmelerine) da maruz kalmaktadır. Bununla birlikte Ay’ın yüzeyi ile kıyaslandığında, atmosferi kendisine küçük meteorlara karşı koruma sağladığından Mars yüzeyinde daha az krater görülür. Bazı kraterler meteor düştüğünde yerin nemli olduğunu gösteren bir morfolojiye sahiptir.
Valles Marineris adlı ünlü büyük kanyon 4.000 km uzunluğunda ve 200 km genişliğinde olup, 7 km'ye varan bir derinliğe sahiptir. Yani uzunluğu Avrupa’nın uzunluğuna eş olup, gezegenin çevresinin beşte biridir. Büyüklüğünün devasa boyutlarının anlaşılması amacıyla Dünya’daki Büyük Kanyon'un boyutları göz önüne getirilebilir. (Büyük Kanyon 446 km uzunluğunda ve yaklaşık 2 km derinliğindedir.) Bir başka geniş kanyon olan Ma'adim Vallis 700 km uzunluğunda, 20 km genişliğinde ve yer yer 2 km derinliğindedir. Bu kanyonun geçmişte bir sıvı su baskınıyla oluştuğu sanılmaktadır. 2001 Mars Odyssey robotik uzay gemisindeki kısa adı THEMIS (Thermal Emission Imaging System) olan kamera sayesinde Arsia Mons volkanının yamaçlarında 7 muhtemel mağara girişi saptanmıştır. Bunlar günümüzde “yedi kızkardeşler” adıyla bilinmektedirler. Mağara girişlerinin genişliklerinin 100 m ile 252 m arasında değiştiği sanılmakta ve ışık genellikle mağaraların dibine kadar giremediğinden bu mağaraların yeraltında sanılandan daha derin ve geniş bir halde uzandıkları düşünülmektedir. Bunlar içinden tek istisna dibi görünen Dena adlı mağaradır. Mars’ın kuzey kutbu dairesine Planum Boreum ve güney kutbu dairesine Planum Australe adı verilmiştir.
Atmosfer
Mars manyetosferini 4 milyar yıl önce kaybetmiştir. Böylece Güneş rüzgârları Mars’ın iyonosfer tabakasıyla doğrudan etkileşime girerek atmosferi ince halde tutmaktadır. Mars Global Surveyor ve Mars Express’in her ikisi de, iyonize atmosfer parçacıklarının uzaya sürüklendiklerini saptamışlardır. Mars atmosferi günümüzde nispeten incedir. Yüzeydeki atmosfer basıncı gezegenin en yüksek kısmında saptanan 30 Pa (0.03 kPa) ile en derin kısmında saptanan 1,155 Pa (1.155 kPa) arasında değişmektedir. Yani ortalama yüzey basıncı 600 Pa’dır (0.6 kPa) ki, bu da Dünya yüzeyinden 35 km yükseklikte rastlanan basınca eştir. Bir başka deyişle Dünya yüzey basıncının %1’inden daha düşük bir değerdir. Mars’taki düşük yerçekiminden dolayı da atmosferinin "ölçek irtifa"sı (İng. scale height) Dünya’nınkinden (6 km) daha yüksek olup, 11 km’dir. Mars yüzeyinde yerçekimi Dünya yüzeyindeki yerçekiminin %38’i kadardır.
Mars atmosferi %95 karbondioksit, %3 nitrojen, %1,6 argondan oluşmakla birlikte, oksijen ve su izleri de taşımaktadır. 1,5 µm yarıçapındaki toz parçacıklarını içeren atmosferi tümüyle tozludur ki, bu, Mars yüzeyinden bakıldığında Mars gökyüzünün soluk bir turuncu-kahverengimsi renkte (İng. tawny) görülmesine neden olmaktadır.
Birçok araştırmacı Mars atmosferinde hacim itibarıyla 30 ppb oranında metanın varlığını saptamışlardır. Metan morötesi ışınlarla bozunan ve Mars’ınki gibi bir atmosferde yaklaşık 340 yılda bozunacak kararsız bir gaz olduğundan, bu, gezegende güncel veya kısa zaman öncesine dek mevcut bir gaz kaynağının varlığını göstermektedir. Buna da ancak volkanik etkinlik, kuyruklu yıldız çarpmaları ve metanojenik mikroorganizma türleri neden olabilir. Bununla birlikte kısa zaman önce metanın biyolojik olmayan bir süreçle de üretilebileceği görüşü ortaya atılmıştır.
Kutup bölgelerinde kışın sürekli bir karanlık ve yüzeyde dondurucu bir soğuk hakim olur, bu da atmosferin % 25–30 civarındaki kısmının yoğunlaşmasına ve karbondioksitin “kuru buz” (İng. dry ice) denilen halde katılaşmasına yol açar. Kutuplar kış mevsimi geçip yeniden Güneş ışıklarına maruz kalmaya başladığında, buzlaşmış karbondioksit, hızı saatte 400 km’ye ulaşan müthiş rüzgârlar yaratarak uçmaya başlar. Bu mevsimlik değişimler, büyük miktarlarda toz ve su buharı taşırlar ve Dünya’dakine benzer kırağı ve "sirüs bulutları"nın (saçakbulut) oluşmasına neden olurlar. Su-buzu bulutlarının fotoğrafı Opportunity tarafından 2004’te çekilmiştir.
İklim
Gezegenler içinde mevsimleri Dünya’nınkilere en çok benzeyen gezegen, kendi çevresinde dönme ekseninin yörüngeye eğikliğinin Dünya’nınkine benzer olması nedeniyle, Mars’tır. Bununla birlikte Mars mevsimlerinin süreleri gezegenin Güneş’e daha uzak olması nedeniyle Dünya’nınkilerin iki mislidir ve “Mars yılı”nın süresi de iki Dünya yılı süresi kadardır. Mars’ın yüzey sıcaklıkları kutup kışı sırasındaki −140 °C (133 K) ile yaz sırasındaki 20 °C (293 K) arasında değişir. Sıcaklık farklarının büyük olması, ince atmosferinin Güneş ısısını yeterince depolayamaması, atmosfer basıncının düşük olması ve toprağın ısı kapasitesinin (İng. thermal inertia) düşük olması gibi nedenlerden ileri gelir.
Mars Dünya’nınki gibi bir yörüngeye sahip olsaydı "eksen eğikliği"nin de benzeşmesi sayesinde, mevsimleri de Dünya'nınkilere daha benzer olacaktı. Bununla birlikte Mars yörüngesinin geniş eksantrikliği ilginç bir sonuç sağlamaktadır. Mars, güney yarımkürede yaz, kuzey yarımkürede kış olduğu zaman günberiye yakındır, güney yarımkürede kış, kuzey yarımkürede yaz olduğu zaman da günöteye yakındır. Bunun sonucunda da güney yarımkürede mevsimlerin daha aşırı farklar göstermesine karşın kuzey yarımkürede mevsimler olması gerekenden daha yumuşak geçerler. Böylece güneyde 30 °C ‘yi (303 K) bulan yaz sıcaklıkları kuzeydeki yaz sıcaklıklarına kıyasla biraz daha fazladır.
Mars aynı zamanda Güneş Sistemi’ndeki en büyük “toz fırtınaları”na sahne olan gezegendir. Bu toz fırtınaları mahalli bir bölgedeki küçük fırtınalar biçiminde olabildiği gibi, tüm gezegeni kaplar büyüklükteki dev fırtınalar biçiminde de olabilmektedir. Bunlar özellikle Mars Güneş’e en yakın konumuna geldiğinde ve küresel sıcaklığın arttığı hallerde oluşmaya eğilimlidirler.
Kutup dairelerinin her ikisi de esas olarak su buzundan oluşmaktadırlar. Ayrıca yüzeylerinde “kuru buz” da mevcuttur. Katılaşan karbondioksit olan “kuru buz” (İng. dry ice) kuzey kutup dairesinde yalnızca kışın yaklaşık bir metre kalınlıkta bir ince tabaka oluşturacak şekilde birikir; güney kutup dairesine ise bu tabaka kalıcıdır ve kalınlığı 8 m.’yi bulur. Kuzey kutup dairesinin yarıçapı kuzey yarımkürenin yazı sırasında 1000 km olup yaklaşık 1.6 milyon buz içerir. (Grönland buz kitlesinin hacmi 2,85 milyon ’tür.) Bu buz tabakasının kalınlığı 2 km’ye ulaşır. Güney kutbu dairesinin yarıçapı ise 350 km olup, buradaki buz kalınlığı 3 km’dir. Buradaki buz kitlesinin hacminin de kuzeydeki kadar olduğu sanılmaktadır. Her iki kutup dairesinde de diferansiyel güneş ısısından kaynaklandığı sanılan, buzların uçması ve su buharının yoğunlaşması olaylarıyla etkileşim içinde bulunan spiral oluşumlar gözlemlenmiştir. Her iki kutup dairesi de Mars mevsimlerinin ısı dalgalanmalarına bağlı olarak küçülüp büyürler.
Evrimi
Mars’la ilgili son keşifler gezegenin tarihi boyunca çeşitli belirleyici anlar yaşamış olduğunu ortaya koymuştur. Örneğin sıvı su izleri gezegenin atmosferinin vaktiyle bugünkünden daha kalın olduğunu, Kuzey Havzası izleri de çok büyük kütleli bir cisimle büyük bir çarpışma geçirmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Gezegenin evrimiyle ilgili muhtemel açıklamalar şunlardır:
Geçmişte büyük bir uydu iç kısmın üzerindeki gelgit etkisiyle kalıcı bir manyetik alanın oluşmasını sağlamış olabilir. Bu alan Mars atmosferini güneş rüzgârlarından korumuş ve yüzeyde sıvı su hareketlerinin meydana gelmesine olanak sağlamış olmalıdır.
Bu çarpışma bir yarımküresinin kabuğunun kalkmasına ve atmosfer tabakasının tahrip olmasına yol açmış olmalıdır. Mars’a geçmişte kuzey kutbu bölgesinden çarpan bu büyük cisim muhtemelen yörüngesi gelgit gücünün etkisiye bozulmuş bir uydusu olabilir. Düşen uydunun artık gelgit etkisi olmadığından manyetik alan zayıflamış ve yüzeye çarpan güneş rüzgârları atmosferin yeniden oluşmasını engellemiş olmalıdır.
Gezegende belirli bir kararlılığı sağlayan uydunun yokluğu beş milyon yıllık dengenin yalpalaması ya da bozulması demekti. Dengedeki bu bozulma, kutup bölgelerinin düzenli olarak ısınmasına, buzların bir parça erimesiyle sıvı suların oluşmasına ve dolayısıyla kutup dairesinde çizgilerin meydana gelmesine neden oldu.
Yörünge ve kendi çevresinde dönüş
Mars’ın Güneş’ten ortalama uzaklığı yaklaşık 230.000.000 km (1,5 AU), yörünge süresi ise 687 Dünya günüdür.
Mars günü Dünya gününden biraz daha uzun olup, tam olarak 24 saat, 39 dakika ve 35,244 saniyedir. Bir Mars yılı 1.8809 Dünya yılıdır, yani Dünya zaman birimiyle tam olarak 1 yıl, 320 gün ve 18,2 saattir.
Mars’ın eksen eğikliği Dünya’nın eksen eğikliğine çok yakın olup, 25,19 derecedir. Dolayısıyla Mars’ta da Dünya’dakini andıran mevsimler meydana gelir. Fakat Mars mevsimlerinin süreleri Mars’ın yörünge süresinin uzunluğundan dolayı, Dünya mevsimlerinin sürelerinin iki katıdır.
Mars Mayıs 2008’de günöteye Nisan 2009’de günberiye geçmiştir. Bir sonraki günöte tarihi Haziran 2010’dur.
Mars’ın nispi olarak söylenebilecek yörünge eksantrikliği (eksenel kaçıklık, dışmerkezlik) 0,09'dur; Güneş Sistemi’nde yalnızca Merkür bundan daha büyük bir eksantrikliğe sahiptir. Bununla birlikte Mars’ın geçmişte bugünkünden daha dairesel bir yörünge çizdiği bilinmektedir. 1,35 milyon Dünya yılı öncesinde Mars’ın eksantrikliği yaklaşık 0,002 idi, yani Dünya’nın bugünkü eksantrikliğinden de daha azdı.
Mars’ın eksantriklik devresi 96.000 Dünya yılıdır. Bununla birlikte Mars’ın 2,2 milyon yıllık bir eksantriklik devresi daha vardır. Son 35.000 yılda Mars’ın yörüngesinin eksantrikliği diğer gezegenlerin çekimsel etkileri dolayısıyla artmıştır. Mars ve Dünya’nın birbirlerine en yaklaştıkları zamanlarda aralarında bulunan mesafe gelecek 25.000 yılda biraz daha azalacaktır.
Doğal uyduları
Mars’ın düzensiz biçimli, iki küçük doğal uydusu vardır. Kendilerine eski Yunan mitolojisindeki savaş ilahı Ares’e (Romalılar’da Mars) yardım eden çocuklarının adlarından esinlenerek Phobos ve Deimos adları verilmiş, gezegene çok yakın yörüngeler izleyen bu uydular muhtemelen bir Mars truva asteroiti olan 5261 Eureka gibi, gezegenin çekim alanına kapılarak uydu haline gelmiş asteroitlerdir. Fakat hava tabakası olmayan Mars’ın bu iki uyduya nasıl ve ne zaman sahip olduğu tam olarak anlaşılmış değildir. Üstelik bu büyüklükteki asteroitler çok nadirdir, özellikle ikili olanları. Bu büyüklükteki asteroitlere asteroit kuşağının dışında rastlanması durumu daha da garip kılmaktadır.
Her iki uydu da 1877’de Asaph Hall tarafından keşfedilmiştir. Phobos ve Deimos’un hareketleri Mars yüzeyinden bizim ‘ay’ımızın Dünya’dan görünüşüne kıyasla çok farklı olarak görünür. Phobos 11 saatte bir, batıdan doğar. Deimos ise, dolanım süresi 30 saat olmakla birlikte, 2,7 günde bir doğar. Her iki uydu da ekvatora yakın dairesel yörüngeler izlerler. Phobos'un yörüngesi Mars'tan kaynaklanan gelgit etkileri nedeniyle giderek küçülmektedir, bu yüzden Phobos yaklaşık 50 milyon yıl içinde Mars'a çarpacaktır.
Yaşam
Evrende yaşamın Dünya’daki koşullara benzer koşullar altında ortaya çıkabileceği varsayımından hareketle, günümüzde bir gezegenin yaşanabilirlik (İng. planetary habitability) ölçüsü, yani bir gezegende yaşamın gelişebilme ve sürebilmesinin ölçüsü yüzeyinde su bulunup bulunmamasıyla yakından ilgili görülmektedir. Bu da bir güneş sistemindeki gezegenin güneşine uzaklığının gereken uygun uzaklıkta olup olmamasına bağlıdır. Mars’ın yörüngesinin Dünya’nın yer aldığı bu uygun kuşağın yarım astronomik birim kadar daha uzağında olması, ince bir atmosfere sahip bu gezegenin yüzeyinde suyun donmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte gezegenin geçmişindeki sıvı su akışları Mars’ın yaşanabilirlik potansiyeli taşıdığını ortaya koymaktadır. Verilere göre, Mars yüzeyindeki sular yaşam için gerekenden çok daha tuzlu ve çok daha asitlidir.
Gezegenin manyetosferinin olmayışı ve son derece ince bir atmosfere sahip oluşu büyük bir handikaptır. Yüzeyindeki ısı tranferi (İng. heat transfer) pek büyük değildir, meteorlara ve güneş rüzgârlarına karşı savunması hemen hemen yok gibidir ve suyu sıvı halde tutacak atmosfer basıncı yetersizdir (dolayısıyla su gaz haline geçer). Verilere göre gezegen geçmişte günümüzdeki haline kıyasla daha yaşanabilir haldeydi. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Mars’ta organizmaların olmadığı ya da hiç yaşamamış olduğu söylenemez. Nitekim 1970’lerdeki Viking Programı sırasında Mars toprağındaki mikroorganizmaların saptanması amacıyla Mars’tan getirilen örneklerde bazı pozitif görünen sonuçlar elde edildi. Fakat bu sonuçlar birçok bilim insanının katıldığı bir tartışmaya yol açtı ve kesin bir sonuca ulaşılamadı. Buna karşılık Viking Programı’yla edinilen verilerden yararlanan profesör Gilbert Levin, Rafaël Navarro-González ve Ronalds Paepe yeni bir taksonomik sistem hazırladılar ve bu sistemde Mars’taki yaşam türü Gillevinia straata adı altında ele alındı.
Sonraki yıllarda Phoenix Mars Lander tarafından yürütülen deneyler Mars toprağında sodyum, potasyum ve klorür içeren bir alkali bulunduğunu gösterdi. Bu besleyici toprak yaşamı taşımaya gayet elverişliydi, fakat unutulmaması gereken bir sorun daha vardı: Yaşamın yoğun morötesi ışınlardan korunabilmesi.
Nihayet Johnson Uzay Merkezi Laboratuvarı’nda Mars kökenli ALH84001 meteoru üzerinde organik bileşimler saptandı; varılan sonuca göre bunlar Mars üzerindeki ilk yaşam türleriydi. Öte yandan Mars yörüngesindeki uzay gemileri kısa zaman önce düşük miktarlarda metan ve formaldehit saptadılar ki, bunlar da yaşamın varlığını ima eden işaretler olarak yorumlandılar; zira bu kimyasal bileşimler Mars atmosferinde hızla çözünmektedirler.
Mars’ta biyolojik kökenli oldukları ileri sürülen oluşumlardan en tanınmışları “koyu kumul lekeleri” adıyla bilinen oluşumlardır. İlk kez Mars Global Surveyor tarafından 1998-1999 yıllarında gönderilen fotoğraflarla keşfedilen “koyu kumul lekeleri” Mars’ın özellikle güney kutup bölgesinde (60°-80°enlemleri arasında) görülebilen, buz tabakasının üzerinde veya altında beliren, mahiyeti henüz anlaşılamamış oluşumlardır. Mars ilkbaharının başlarında belirmekte ve kış başlarında yok olmaktadırlar. Bunların kış boyunca buz tabakasının altında kalan fotosentetik koloniler, yani fotosentez yapan ve yakın çevrelerini ısıtan mikroorganizmalar oldukları ileri sürülmektedir. Ayrıca bilim insanları, Mars'ta yaşam koşullarını sağlayabilecek bir ortam oluşturmak amacıyla yapay fotosentez ile ilgili çalışmalar yapmaktadırlar.
28 Eylül 2015'te Mars'ta sıvı halde tuzlu su bulunduğu açıklanmıştır. Tuzlu suyun bulunması ile birlikte, bilim insanları Mars'ta yaşam bulma olasılığının da arttığını ifade etmişlerdir.
Keşif
Mars’a günümüze dek, gezegenin yüzeyini, iklimini ve jeolojisini incelemek üzere, ABD, Avrupa ülkeleri, Japonya ve SSCB tarafından düzinelerce uzay gemisi (İng. spacecraft), uydu/yörünge aracı (İng. orbiter), iniş aracı/uzay gemisi (İng. lander) ve sonda/uzay keşif aracı (İng. rover) gibi çeşitli uzay araçları gönderilmiştir. Fakat bu uzay gemisi gönderme denemelerinin yaklaşık üçte ikisi araçlar ya görevlerini tamamlayamadan ya da görevlerine daha başlayamadan bilinen veya bilinmeyen nedenlerle başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Tamamlanmış keşif projeleri
Görevini tamamlama konusunda ilk başarı 1964’te NASA tarafından gönderilen Mariner-4’ten gelmiştir. Yüzeye ilk başarılı inişler ise SSCB’nin Mars Probe Projesi kapsamında 1971’de fırlattığı Mars-2 ve Mars-3 tarafından gerçekleştirilmiş, fakat her iki araçla irtibat, inişlerinden kısa bir süre sonra kesilmiştir. Sonraki yıllarda NASA Viking Projesi'ni başlattı ve 1975’te her biri birer "iniş aracı" taşıyan iki "uydu aracı" fırlatıldı. Her iki araç 1976’da başarıyla iniş yaptılar. Gezegende Viking-1 altı yıl, Viking-2 ise üç yıl kaldı. Bunlar Mars’ın ilk renkli fotoğraflarını gönderdiler; gezegenin yüzeyinin haritasının çıkarılması amacıyla gönderdikleri fotoğraflara günümüzde bile zaman zaman başvurulmaktadır.
Sovyetler 1988’de Mars’a gezegeni ve doğal uydularını incelemek üzere Phobos-1 ve Phobos-2 adlı sonda araçları gönderdiler. Phobos-1’le irtibat Mars yolundayken kesilmiş olmasına karşın, Phobos-2 fotoğraflar göndermede başarılı oldu. Fakat Phobos-2 de tam Phobos adlı doğal uydunun yüzeyine iki iniş aracını salmak üzereyken başarısızlığa uğradı.
Mars Observer uydusunun 1992’deki başarısızlığından sonra NASA tarafından 1996’da Mars Global Surveyor fırlatıldı. Görevinde tümüyle başarılı oldu. Harita çıkarma görevini 2001’de tamamladı. Kasım 2006’da üçüncü uzatılmış görevi sırasında sonda aracıyla irtibat kesildi, uzayda 10 yıl çalışır halde kalmayı başardı. NASA Surveyor’ın fırlatılmasından bir ay sonra da Mars Pathfinder’ı fırlattı. Bu, robotik bir keşif aracı olan Sojourner’ı taşıyordu. 1997 yazında Mars’taki Ares Vallis bölgesine iniş yaptı. Bu proje de başarıyla sonuçlandı.
Mars’la ilgili son tamamlanmış görevde 4 Ağustos 2007’de fırlatılan iniş yeteneğine sahip Phoenix uzay gemisi kullanılmıştır. Araç 25 Mayıs 2007’de Mars’ın kuzey kutbu bölgesine iniş yaptı. 2,5 m.’ye uzanan robot koluyla Mars toprağını bir metre kazabilecek kapasitede olup, mikroskobik bir kamerayla donatılmıştı. Bu mikroskobik kamera insan saçının binde biri kadar inceliği ayırt edebilecek bir hassasiyete sahipti. 15 Haziran 2008’de indiği yerde su buzlarını keşfetti. Görevini 10 Kasım 2008’de tamamladı.
Rusya ve Çin’in ortak projesi olan Phobos-Grunt projesiyle Mars'ın uydusu Phobos’tan örnekler toplanarak analiz için Dünya'ya geri getirilmesi planlanıyordu. Ancak bu sonda 9 Kasım 2011’de fırlatılmasının ardından bozulmuş, 15 Ocak 2012'de dünyaya düşerek imha olmuştur.
Sürdürülen keşif projeleri
2001’de NASA Eylül 2010’a kadar görevini sürdürmesi planlanan ve hâlen görevini başarıyla yerine getiren Mars Odyssey uydu aracını fırlattı. Aracın Gamma Işını Spektrometresi, regolit incelemesi sırasında ilginç miktarlarda hidrojen tespit etti.
2003’te Avrupa Uzay Ajansı (ESA), Mars Express Projesi kapsamında Mars Express Orbiter adlı uydu aracı ile Beagle-2 adlı iniş aracını fırlattı. Beagle-2 iniş sırasında başarısızlığa uğradı ve Şubat 2004’te kaybolduğuna dair bir açıklama yapıldı.
ESA’nın Beagle-2’yi fırlattığı yıl NASA Spirit ve Opportunity adlarında iki keşif sondasını fırlattı. Her ikisi de görevini başarıyla yerine getirdi. Bu çalışmalarla Mars’ta en azından geçmişte sıvı suyun bulunduğu kesinlik kazanmıştır. 2004 yılında Mars'ın kuzey kutbuna inen ve görev süresi 6 yıl olarak belirtilen Opportunity, bilim insanlarını şaşırtan bir performansla hâlen bütün fonksiyonlarını en üst düzeyde kullanarak Mars görevine devam etmektedir.
2004’te Planetary Fourier Spectrometer ekibi Mars atmosferinde metan saptadıklarını açıkladı.
NASA 12 Ağustos 2005’te Mars Reconnaissance Orbiter sonda aracını fırlattı, 10 Mart 2006’da yörüngeye oturan araç iki yıl boyunca bilimsel incelemelerde bulundu. Araç aynı zamanda gelecekteki projeler için en uygun iniş platformlarını bulmak üzere Mars toprağı ve iklimini incelemekle görevlidir.
ESA Haziran 2006’da Mars’ta “kutup ışıkları” olayını saptadıklarını açıkladı. Vesta ve Ceres’i incelemek üzere gönderilen Dawn uzay gemisinin Şubat 2009’da Mars’a ulaştı.
Mars Bilim Laboratuvarı adlı keşif sondası (curiosity) "merak" Kasım 2011'de fırlatıldı. Sonda 2012 Ağustos'unda Mars'ın Gale kraterine yumuşak iniş yaptı. Yapması planlanan deneyler arasında kayalar üzerinde kimyasal lazer yardımıyla uzaktan (azami 13 m.) çalışarak örnekler toplaması da bulunmaktadır.
09 Şubat 2021'de BAE, Orta Doğu'da gezegenler arası bir uzay görevine başlayan ilk ülke oldu.
NASA 17 Temmuz 2020'de Mars'a yanında Ingenuity adlı helikopteri taşıyan Perseverance adlı aracı gönderdi. Perseverance 18 Şubat 2021 tarihinde Mars'a iniş yaptı.
Ingenuity adlı helikopter 19 Nisan 2021 tarihinde Mars üzerinde uçtu. Dünya dışında uçan ilk helikopter oldu.
Gelecekte uygulanacak projeler
ESA 2013’te Mars toprağındaki organik molekülleri araştırmak üzere ExoMars adlı sonda aracını fırlatmayı planlamıştır. ESA, ExoMars gezici (rover) aracını ve yüzey platformunu, Ağustos ve Ekim 2022 arasında başlatacağını duyurdu. ESA, ExoMars projesini 17 Mart 2022 tarihinde kalıcı olarak askıya aldı.
15 Eylül 2008’de NASA Mars atmosferi hakkında bilgi edinilmesini sağlamak üzere 2013’te MAVEN adı verilen robot programını uygulamaya koyacağını açıklamıştır.
Fin-Rus ortak projesi olan MetNet projesinde, gezegenin atmosferik, fiziksel ve meteorolojik yapısını yeterince inceleyebilmek için yaygın bir gözlem ağı kurmak üzere on kadar küçük taşıtın Mars yüzeyine gönderilmesi planlanmıştır. Öncü görevinde bulunacak ilk iniş araçlarının 2009’da ya da 2011’de fırlatılması planlanmıştır.
NASA ve Lockheed Martin şirketi önce Ay’a (2020’de), ardından Mars’a insan taşıması planlanan Orion adı verilen uzay gemisi için çalışmalara başladılar. 28 Eylül 2007’de NASA başkanı Michael D. Griffin NASA tarafından Mars’a yollanacak ilk insanın 2037’de Mars’ta olacağını açıkladı.
Nasa, Marsa insan göndermek için ADEPT adında 1704 derece ısıya dayanıklı materyal geliştiriyor. Bu materyalin Mars atmosferine giriş için ve Mars'ta kurulacak seranın yapımında kullanılacağı açıklandı.
ESA Mars’a insan göndermelerinin 2030 ve 2035 yılları arasında yer alacağını umduklarını açıkladı.
Mars One adlı proje ile de insan bulunduran araçlarla koloni kurulması ön görülüyor.
Mars’ta astronomi gözlemleri
Çeşitli uydu araçlarının, iniş araçlarının ve sonda araçlarının Mars’taki varlıkları sayesinde günümüzde astronomi araştırmaları Mars gökyüzünden de yapılabilmektedir. Bunun pek çok yönden avantajları bulunmaktadır. Mars’ın doğal uydularından Phobos doğal olarak Mars’tan daha iyi gözlemlenebilmektedir (dolunayın üçte biri açısal çapta görülür). Diğer doğal uydu olan Deimos ise Mars yüzeyinden az çok bir yıldızı andırır tarzda görünür; Dünya’dan Venüs’ün görünüşüne kıyasla, Venüs’ten hafifçe daha parlaktır.
Öte yandan Dünya’da iyi bilinen, kutup ışıkları, meteorlar gibi birçok fenomen artık Mars yüzeyinde de gözlemlenebilmektedir. Dünya’nın Mars ile Güneş arasına girecek ve Güneş üzerinde bir leke oluşturacak şekilde Güneş önünden geçişi Mars’tan 10 Kasım 2084’te izlenebilecektir. Mars’tan aynı şekilde Merkür ve Venüs’ün transit geçişi (bir kütlenin başka bir kütlenin önünden geçmesinin gözlemlenebildiği geçiş) ve Deimos’un kısmi güneş tutulmaları izlenebilir.
Görünüş ve "karşı konum"lar
Çıplak gözle bakıldığında Mars genellikle, farklı olarak sarı, turuncu ya da kırmızımsı renklerde görünür. Parlaklığı da, yörüngesindeki yolculuğu sırasındaki konumlarına bağlı olarak, Dünya’dan görünen diğer gezegenlerden daha fazla değişiklik gösterir. Görünürdeki kadiri “kavuşum konumu”ndaki +1,8’den “günberi karşı konumu”ndaki −2,9 aralığında değişir. Kimi konumlarında güneşin güçlü ışığından dolayı görünmez hale gelir. 32 yılda iki kez – Temmuz ve Eylül sonunda – en uygun konuma gelir. Mars teleskopla bakıldığında bolca yüzey ayrıntısı sunan bir gezegendir, özellikle kutuplardaki buzul bölgeleri elverişsiz koşullarda bile belirgin olarak görülürler.
Mars’ın Dünya’ya en yakın olduğu konum karşı konum olarak bilinir. “Kavuşum dönümü” (İng. synodic period) olarak bilinen iki “karşı konum” arasındaki süre Mars için 780 gündür. Yörünge eksantriklikleri nedeniyle bu sürede 8,5 güne varan oynamalar olabilir.
Dünya’ya en yaklaştığı zamanlarda Dünya ile Mars arasındaki en kısa uzaklık, gezegenlerin eliptik yörüngelerine bağlı olarak 55.000.000 km ile 100.000.000 km arasında değişir. Önümüzdeki Mars “karşı konum”u 29 Ocak 2010’da meydana gelecektir. Mars “karşı konum” pozisyonuna yaklaştığında “geri devim “ (tersinir hareket, İng. retrograde motion) periyodu başlar.
27 Ağustos 2003 günü, saat 9:51:13’de (UT) Mars son 60.000 yıl boyunca Dünya’ya en yaklaştığı konuma geldi. Bu konumunda Dünya ile arasındaki uzaklık 55.758.006 km (0,372719 AU) idi. Bu olay Mars’ın karşı konumundan bir gün, günberisinden yaklaşık üç gün farkla meydana geldiğinden Mars Dünya’dan kolaylıkla izlenebildi.
Yapılan hesaplamalara göre, Mars’ın Dünya’ya bu denli yaklaşmasının söz konusu olduğu son tarih M.Ö. 57.617 yılıdır, bir sonraki tarih ise 2287 yılıdır. 24 Ağustos 2208’deki yakınlaşmada ise iki gezegen arasındaki uzaklığın yalnızca 0.372254 AU olacağı hesaplanmıştır.
Gözlem tarihi
Mars’ın eski uygarlıklarla başlayan gözlem tarihinin özellikle, her iki yılda bir meydana gelen, gezegenin Dünya’ya yaklaştığı ve dolayısıyla görünürlüğünün arttığı “karşı konum”larına dayandığı görülür. Ayrıca tarihsel kayıtlarda her 15-17 yılda bir meydana gelen, fark edilebilen günberi “karşı konum”larına da yer verildiği görülmektedir; çünkü Mars günberiye yaklaştığında Dünya’ya da yaklaşmaktadır.
Batı tarihinde Mars gözlemlerine ilişkin pek fazla kayıt olduğu söylenemez. Aristo Mars gözlemlerini tarif eden ilk yazarlardan biri olmuştur. Mars’ın 13 Ekim 1590’da Venüs tarafından “örtülme”sini (İng. Occultation) Heidelberg’te M. Möstlin kaydetmiştir. Nihayet 1609’da Mars Galile tarafından gözlemlendi. Bu aynı zamanda Mars’ın bir teleskop aracılığıyla yapılan ilk gözlemiydi.
Mars kanalları
19. yy.’da teleskobun yaygınlaşması gök cisimlerinin tanımlanmasında belirli bir düzeye gelinmesini sağladı. 5 Eylül 1877’de Mars’ın bir günberi karşı konumu meydana geldi. O yıl İtalyan astronom Giovanni Schiaparelli Milano’da ilk ayrıntılı Mars haritalarını çıkarmak üzere 22 cm.’lik bir teleskop kullandı. Gözlemlerinde Mars yüzeyinde kendisinin “kanallar” adını verdiği, günümüzde kimilerince “optik illüzyon” olarak açıklanan birtakım oluşumlar saptadı ve bunları hazırladığı Mars haritalarına işaretledi. Mars yüzeyinde gözlemlediği bu uzun doğrusal hatlara Dünya’daki ünlü nehirlerin adlarını verdi.
Bu gözlemlerden etkilenen şarkiyatçı Percival Lowell 300 mm. 450 mm.’lik teleskoplara sahip bir gözlemevi kurdu. Gözlemevi Mars’ın keşfine ağırlık verdi. Mars’ın pozisyonları bakımından 1894 yılı son uygun fırsattı. Lowell Mars ve Mars’ta yaşam üzerine kamuda büyük bir yankı uyandıran kitaplar yayımladı. “Kanallar” dönemin en büyük teleskoplarını kullanan Henri Joseph Perrotin ve Louis Thollon gibi başka astronomlarca da saptanmıştı. Sonraki yıllarda daha büyük teleskoplarla yapılan gözlemler sonucunda, boyları önceden belirtildiği kadar uzun olmamakla doğrusal kanalların bulunduğu doğrulandı.
Fakat daha sonra, 1909’da Flammarion, 840 mm.’lik bir teleskopla yaptığı gözlemler sonucunda, düzensiz bazı izler gözlemlemekle birlikte sözü edilen kanallara rastlamadığını açıkladı. 1960’lı yıllara gelindiğinde farklı yaşam biçimleri olan Marslılar hakkında çeşitli senaryolar içeren bir sürü makale ve kitap yayımlanmış bulunuyordu. NASA’nın Mariner Projesi kapsamında gönderdiği uzay gemisinin Mars’a ulaşmasından sonra bu tür senaryolar azalmış ve şekil değiştirmiştir. Örneğin bu kez, Marslılar’in bir başka boyutta ya da frekansta oldukları, gezegenlerine inilse de algılanamayacakları yönünde yeni senaryolar üretildi.
Kültürde
Mars’ın çeşitli adları
Bu gezegene Batı kültüründe Mars adının verilmesi, eski Yunan mitolojisinde savaş ilahı olan Ares’e Roma mitolojisinde tekabül eden ilahın adının Mars olmasından ileri gelir. Mars’a çeşitli dillerde verilmiş adlardan bazıları şunlardır:
Babil mitolojisinde Mars, gezegenin kızılımsı görünüşünden olsa gerek, ateş ve yıkım ilahı Nergal’in adıyla ifade edilirdi.
Eski Yunanlar Nergal’i Ares’e denk tuttukları zaman bu gezegene Areos aster (Ἄρεως ἀστἡρ), yani “Ares’in yıldızı” adını verdiler. Daha sonra Ares ile Mars ilahlarının özdeş kılınmasıyla gezegen Romalılar’da stella Martis, yani “Mars’ın yıldızı” ya da kısaca Mars adını aldı. Eski Yunanlarda Mars’ın bir başka adı “ateşli, ateşten ” anlamına gelen Pyroeis (Πυρόεις) idi.
Mars’a Hindu mitolojisinde Mangala (मंगल), Sanskrit dilinde ise, Koç Burcu ve Akrep Burcu işaretlerine sahip olan ve okült bilimleri öğreten savaş ilahından dolayı Angaraka denir.
Mars eski Mısırlılar’da “kızıl Horus” anlamında "Ḥr Dšr";;;; adını almıştır.
İbranicede Mars’a “kızaran” anlamında Ma'adim (מאדים) denir ki, Mars’taki en büyük kanyona da bu ad (Ma'adim Vallis) verilmiştir.
Gezegenin Arapça’daki adı El-Mirrih’tir, oradan da Türkçeye Merih olarak geçmiştir. Eski Türkler’de Mars’a Sakit adı verilirdi.
Urdu ve Acem dillerinde de Merih (مریخ) olarak telaffuz edilir. Merih teriminin etimolojik kökeni bilinmemektedir. Eski İranlılar’da ise gezegene "iman ilahı"yla ilgili olarak Bahram (بهرام.) adı verilirdi.
Çin, Japon, Kore ve Vietnam kültürlerinde Mars eski Çin mitolosindeki beş unsurdan ateşle ilişkilendirilerek “ateş yıldızı” (火星) adıyla geçer.
Mars’ın sembolü astrolojik sembolünden yararlanılarak hazırlanmış bir sembol olup, bir daire ve küçük bir oktan oluşur. Bu, aslında, savaş ilahı Mars’ın kalkan ve mızrağının stilize bir temsilidir. Biyolojide de eril cinsiyeti göstermede kullanılan bu sembol, simyada karakteristik rengi kırmızı olan Mars’ın hükmettiği demir elementini simgeler; Mars da kırmızımsı rengini demiroksite borçludur.
“Zeki Marslılar”
Mars’ta zeki bir yaşam olabileceği konusunda 19 ve 20. yüzyıllarda, özellikle Mars’ın modern uzay araçlarınca incelenmesinden önce çeşitli iddialarda bulunulmuştur. Bu iddialardan bazıları şöyle özetlenebilir:
19. yy. sonlarındaki popüler görüşe göre Mars zeki Marslılar’ca meskundu. Schiaparelli’nin gözlemlediği kanallar ile Percival Lowell’ın kitapları insanlarda şu kavramın doğmasına neden olmuştu: Mars soğuk, çorak bir gezegen olmakla birlikte burada sulama çalışmaları yapan eski uygarlıklar mevcuttu.
1899 Colorado Springs Laboratuvarı’nda alıcılarını kullanarak atmosferdeki radyo gürültülerini incelemeye çalışan mucit Nikola Tesla, sonradan bir başka gezegenden, muhtemelen Mars’tan gelmekte olduğunu iddia ettiği, tekrarlanan sinyaller saptadı. Bu düşüncesini 1901’deki bir konuşmasında açıkladı. Lord Kelvin, Tesla’nın Dünya-dışı yaşamla ilgili varsayımlarını önceleri desteklemişse de, sonradan reddetmiştir.
1901’de ise Harvard College Gözlemevi müdürü Edward Charles Pickering, New York Times’taki bir makalede Arizona’daki Lowell Gözlemevi’nden Mars’tan irtibat kurma girişimlerinin olduğunu doğrulayıcı bir telgraf almış bulunduğunu açıkladı.
20. yy.’ın son çeyreğinde Mars’a giden uzay araçları Mars’ta “zeki yaşam” ürünü olabilecek ikamet yapıları olmadığını ortaya koyduğunda, bu kez, Marslılar konusunda yeni görüşler ileri sürüldü. Bunlardan bazılarına göre, Marslılar farklı bir boyutta yaşamaktaydılar, kimilerine göre de Mars’ta saptanan insan suratı ve piramitler biçimindeki oluşumlar doğal oluşumlar değildiler.
Bilimkurgu
Bilimkurguda Mars kızıl renkte temsil edilmiş ve ilk zamanlardaki bilimsel spekülasyonlar doğrultusunda zeki canlılarca meskun olarak canlandırılmıştı. Marslılar’a ilişkin ilk bilimkurgu senaryoları içinde en tanınmışı H.G. Wells’in 1898’de yayımlanan, ölmekte olan gezegenlerinden kaçan Marslılar’ın Dünya’yı istila etmesini konu alan Dünyalar Savaşı'dır. Kitap, 1938’de radyoya, daha sonra sinemaya uyarlandı.
Mars ya da Marslılar’a ilişkin diğer bilimkurgu eserlerinin arasında şunlar sayılabilir:
The Martian Chronicles (hikâye), Ray Bradbury.
Barsoom (hikâyeler serisi), Edgar Rice Burroughs.
Marvin the Martian (çizgi film), Warner Brothers.
Gulliver'in Gezileri, Jonathan Swift.
Mars Trilogy (hikâyeler serisi), Kim Stanley Robinson.
We Can Remember It for You Wholesale (hikâye), Philip K. Dick. (Bu hikâyeden uyarlanan Total Recall isimli film de bulunmaktadır.)
Babylon 5 (televizyon dizisi).
Gerçeğe Çağrı (sinema filmi).
Marslı (bilimkurgu romanı), Andy Weir.
Harita bağlantıları
Mars Nomenclature
PDS Map-a-planet
Viking Photomap
MOLA (topographic) map
Notlar
Kaynakça
Karasal gezegenler |
1571 | https://tr.wikipedia.org/wiki/I%C5%9F%C4%B1n%20izleme | Işın izleme | Işın izleme (İngilizce: Ray tracing), gerçek dünyada ışığın ne şekilde hareket ettiğini göz önünde bulundurarak bir sahnenin görüntüsünü çizen bir grafik oluşturma yöntemidir. Ancak bu yöntemde işlemler gerçek yeryüzündeki yolun tersini izler. Gerçek dünyada ışık ışınları bir ışık kaynağından çıkar ve nesneleri aydınlatırlar. Işık, nesnelerden yansır ya da şeffaf nesnelerin içinden geçer. Yansıyan ışık gözümüze ya da kamera merceğine çarpar. Yansıyan ışık ışınlarının çoğu bir gözlemciye erişmediği için bir sahnedeki ışınları izlemek sonsuza dek sürebilir.
Giriş
Günümüzde pek çok alanda bilgisayar kullanımı oldukça yaygınlaşmıştır. İlk zamanlarda sadece bazı hesaplamalar yapmak için kullanılan bilgisayarlar, kullanım alanları genişledikçe insan hayatında daha çok yer edinmiş, iletişim yetenekleri geliştikçe de insanla daha çok ortamı paylaşır hale gelmişlerdir. Bu bağlamda görüntünün güzel olması pek çok uygulama için gerekli olmakla beraber, güncel uygulamaların büyük kısmında gerçekçilik de büyük önem taşır. Örneğin oyunlar ve animasyonlar bilgisayar dünyasında oldukça popülerdir. Görüntünün gerçekçi ve güzel arasında, uygulanabilir, yakın olması, metodun gerçek dünyada ışığın çevreyle olan etkileşimini modellemeye çalışmasıdır.
Elbette hiçbir algoritma mükemmel değildir. uygulanması da hızın artmasını sağlayabilir.
Phong aydınlatma modeline göre herhangi bir pikselin renk değeri belirlenirken üç bileşen kullanılır. Bunlar ortam (ambient), yaygın (diffuse) ve aynasal (specular) bileşenlerdir. Bu üç bileşen, toplamları 1’e eşit olan üç katsayı ile toplanarak, ilgili pikselin renk değeri hesaplanır. Klasik ışın izleme yöntemi, ambient değerini gerçekçi olarak modelleyememektedir. Örneğin tavanında bir lambanın bulunduğu bir odanın simülasyonu yapılmak istendiğinde, odanın tavanı neredeyse tamamen karanlık kalmaktadır.
Ayrıca aynı odada bir masa olduğunu farz edersek, masanın altının da tamamen siyah olduğu görülür. Gerçek dünyada bazı yüzeylerin tamamen karanlık olmamasına rağmen, ışın izlemenin sonucunda tamamen karanlık olmasının nedeni, ışık kaynağından çıkan ışınlar tarafından doğrudan aydınlatılmayan yüzeylerin gerçekte aydınlık olmasıdır. Yani sahnede aydınlık görünmesine rağmen, ışık kaynağından çıkan ışınların direkt olarak çarpmadıkları yüzeyler bulunmaktadır. Bu yüzeyler kırılmalar veya yansımalar neticesinde aydınlanmaktadır. Bu işleme Dolaylı aydınlatma (Indirect Illumination) denir. Doğrudan aydınlatılmayan bu yüzeylerin renk değerlerinin hesaplanması, derinliği önceden belirlenmiş özyinelemeli bir algoritmayı gerekli kılar. Aksi takdirde görüntünün tamamen gerçekçi olması beklenemez. Elbette ki bu algoritmanın koşması, görüntünün daha da geç hesaplanmasına neden olacaktır. Bu nedenle algoritmanın optimum olması çok önemlidir.
Işın İzleme Yöntemi
Işın İzleme Yöntemine Giriş
Işın izleme yöntemi, ışık kaynağından çıkan ışınların fiziksel davranışlarını modellemek üzere kurulmuştur. Gerçek yeryüzündeki cisimleri görebilmemiz için ışık kaynağından çıkan ışınların, cisimlere çarparak yansıması ya da cisimlerin içinden geçerek kırılması ve sonuçta da gözümüze ulaşması gerekir. Bilgisayar ortamında ise, gerçekçi 3B görüntüler üretebilmek için boyama ve görünmeyen yüzeylerin kaldırılması işlemleri gerçekleştirilmelidir.
Boyama, 3B nesnelerin herhangi bir noktasındaki renk değerinin belirlenmesine denir. Bu renk belirleme işlemi ışıklandırma, gölgelendirme, geçirgenlik, yansıma ve kırılmaya bağlı olarak belirlenir.
Görünmeyen yüzeylerin kaldırılması ise, gözlemci tarafından 3B nesnelere bakıldığında, manzaradaki cisimleri oluşturan yüzeylerden görünmeyenlerin kaldırılması, dolayısı ile görünenlerin belirlenmesi işlemine verilen addır.
Işın izleme yöntemi hem görünmeyen yüzeylerin kaldırılması, hem de renk değerlerinin belirlenmesine ilişkin çözümler sunar.
İleri Yönlü Işın İzleme (Forward Ray Tracing) Yöntemi
Işık kaynağından doğrusal olarak saçılan ışınların cisimlerden yansıması ya da kırılması sonucu göze ulaştığı kabul edilerek yapılan modellemeye İleri Yönde Işın İzleme (Forward Ray Tracing) yöntemi denir. Gerçek yeryüzündeki görme, bu modele uygun olarak gerçekleşmektedir.
Gerçek dünyada ışık kaynağından saçılan milyarlarca fotonun çok az bir kısmı göze ulaşır. Bu model bilgisayar ortamında gerçeklenirken, göze ulaşamayan fotonlar için çok sayıda gereksiz hesaplama yapılacaktır. Bu nedenle ileri yönde ışın izleme yönteminin bilgisayar ortamında gerçeklenmesi oldukça zordur.
Geri Yönlü Işın İzleme (Backward Ray Tracing) Yöntemi
Göze ulaşmayan ışınların sisteme getireceği yükten kurtulmak için, sadece göze ulaşan ışınlar için hesaplama yapılması istenir. Bu nedenle ışın izleme yönteminin bilgisayar ortamında gerçeklenmesi için Geri Yönde Işın İzleme (Backward Ray Tracing) modeli kullanılır. Bu modelde ileri yönde ışın izleme yönteminin tersine, ışınların gözden çıkarak cisimlere çarpıp yansıması ya da kırılması sonucu ışık kaynağına ulaştığı kabul edilir.
Bu yaklaşım sayesinde ileri yönde ışın izleme yöntemindeki gibi ışık kaynağından çıkan tüm ışınlar için değil, sadece göze ulaşabilen ışınlar için hesaplama yapılmış olur.
Geri yönde ışın izleme yönteminde, gözlemcinin belli bir noktadan, görüntü düzlemine dik olarak baktığı varsayılır. Bakış noktasından çıkıp görüntü düzleminden geçen ışınlar, cisimlere çarptıktan sonra kırılarak veya yansıyarak ışık kaynağına ulaşıyorsa, ilgili pikselin rengi ışık kaynağının konumuna, cisimlerin rengine, yansıtma ve geçirgenlik özelliklerine göre belirlenir.
Eğer tüm yansımalar ve kırılmalar sonucunda, gönderilen ışın ışık kaynağına ulaşmazsa, ilgili piksel siyaha boyanır. Burada yapılan yansıma ve kırılma işlemleri için bir derinlik değeri belirtilmelidir. Aksi takdirde işlemler çok uzun zaman alabilir.
Işının Tanımı
Işının matematiksel olarak ne ifade ettiğini belirtmek faydalı olacaktır. Işın, başlangıç noktası ve doğrultusu olan vektörel bir büyüklüktür. Başlangıç noktası R0 olan, Rd doğrultusu boyunca ilerleyen R vektörü aşağıdaki gibi tanımlanabilir:
''R = R0 + t Rd, t > 0 (2.1)
Burada t, Rd doğrultusu boyunca giden R ışınının R0 başlangıç noktasına uzaklığıdır. t değerinin R0 ile Rd arasındaki uzaklığa tam olarak eşit olması için Rd’nin boyu 1 olmalı, yani Rd normalize edilmelidir.
Birincil Işınların Üretilmesi
Bakış noktasından yollanan ve görüntü düzlemindeki her pikselin merkezinden geçen ışınlara, Birincil Işınlar (Primary Rays) denir. Işın izleme yönteminin ilk adımı birincil ışınların oluşturulmasıdır.
Birincil ışınlar cisimlere çarpıp yansıyarak ya da kırılarak ışık kaynağına ulaşırsa görüntü düzlemindeki ilgili pikselin rengi, bu birincil ışının çarpıp yansıdığı ya da kırıldığı cisimlerin fiziksel özelliklerine göre belirlenecektir.
Birincil ışınların üretilebilmesi için, ilk olarak doğrultunun hesaplanması gerekir. Bunun için 2.1 ifadesi yeniden düzenlenir :
Rd = (R - R0) / t (2.2)
Anlaşılacağı gibi, birincil ışının doğrultusunun hesaplanması için iki noktaya ve bir uzaklık bilgisine ihtiyaç vardır. İki noktadan birincisi genellikle R0 = [ 0 0 0 ] olarak seçilen bakış noktasıdır. İkinci nokta ise, renk değeri hesaplanmak istenen pikselin koordinatlarıdır. t değeri hipotenüs teoreminden hesaplanabileceği gibi iki nokta arası uzaklık formülünden de bulunabilir. Ancak biz t değerini, kesişim testi neticesinde bulacağız.
Bununla beraber, Rd’nin normalize edilmiş halini bulmak için X, Y ve Z koordinatlarını ayrı ayrı t’ye bölmek yeterlidir. Rd’nin bulunması ile birincil ışın üretimi bitmiş olur. Böylece başlangıç noktası ve doğrultusu bilinen bir vektör elde edilmiştir. Bu birincil ışın ile manzaradaki bir yüzeyin kesişip kesişmediğini tespit etmek için, başlangıç noktası R0’ın ve doğrultu vektörü olan Rd’nin bilinmesi yeterlidir.
Kesişim testlerinde, ışın ile yüzeyin kesişimi araştırılır. Eğer kesişim varsa 0’dan büyük bir t değeri geri döndürülür. Aksi takdirde t değeri 0 olur. Hesaplanan bu t değeri sayesinde yüzey üzerindeki kesişim noktasının koordinatları belirlenir. Eğer ışın bu kesişim noktasından kırılarak veya yansıyarak yoluna devam edecekse, kesişim noktası yeni başlangıç noktası yani R0 olur. Yansıma veya kırılma doğrultusu belirlenerek yeniden kesişim testleri yapılır. Bu ışınlara İkincil Işın (Secondary Rays) denir. İkincil ışınlar istenen derinlik değerindeki bir özyinelemeli bir algoritma ile ışık kaynağına ulaşıncaya kadar yeniden hesaplanır.
Gerçek Piksel Koordinatlarının Hesaplanması
Görüntü düzleminin her bir pikseline karşılık, manzarada birden çok piksel karşılık düşer. Örneğin 10 x 10 boyutunda ve bakış noktasından z doğrultusunda 5 birim uzakta bir görüntü düzleminin bulunduğunu varsayalım. Eğer manzaramızın çözünürlüğü 1024 x 768 olarak seçilirse, 10 x 10 birimlik görüntü düzleminin herhangi bir (X, Y, 5) noktasından geçen ışının gerçek piksel koordinatları :
(10 * X / 1024 – X0, Y0 – 10 * Y / 768, 5 ) olur. (2.3)
Bu ifadedeki (X0, Y0, 5 ) noktası, 10 x 10 birimlik görüntü düzleminin en üst sol köşesinin koordinatlarıdır.
Görünmeyen Yüzeylerin Kaldırılması
Görünmeyen yüzeylerin kaldırılmasının, gözlemci tarafından 3B nesnelere bakıldığında, manzaradaki cisimleri oluşturan yüzeylerden görünmeyenlerin kaldırılması, dolayısı ile görünenlerin belirlenmesi işlemine verilen ad olduğunu belirtmiştik.
Görünmeyen yüzeylerin kaldırılmasında kullanılan başlıca yöntemler Derinlik Tamponu (Z-Buffer) ve Işın İzleme (Ray Tracing) ’dir.
Derinlik tamponu yönteminde üç boyutlu cisimlerin iki boyutlu görüntü düzlemine izdüşümü alınırken, ilgili pikselin renk değerinin yanı sıra cisimle kesişim noktasının Z değeri de saklanır. Aynı piksel için yeni bir cisim kesişimi algılandığında Z değerleri karşılaştırılır. Yeni Z değeri eskisinden küçükse bu pikselin rengi yeni cismin rengi ile değiştirilir ve Z değeri yenisiyle güncellenir.
Işın izleme yöntemi ile görünmeyen yüzeyler kaldırılırken, bakış noktasına göre aynı doğrultuda bulunan yüzeylerden, t uzaklığı en küçük olanı seçilmelidir. İlgili pikselin renk değeri hesaplanırken, seçilen bu yüzey esas alınır, diğerleri göz ardı edilir.
Dikkat edilirse, Z Buffer yöntemi ve benzeri tüm diğer yöntemlerde kullanılan çokgen türü üçgen olmasına rağmen, ışın izlemede işlemler yönteminde piksel mertebesinde gerçekleştirilir. Bu sayede eğrisel yüzeylerde bile iyi sonuçlar elde edilir. Diğer yöntemlerde bu derece gerçekçi sonuçlar elde etmek için çokgenlerin son derece küçük seçilerek bir piksel boyutuna indirilmesi gerekir ki oldukça zor, hatta imkânsız denilebilir.
Arka Yüzeylerin Kaldırılması (Backface Culling)
Görünmeyen yüzeylerle ilgili diğer bir konu da arka yüzeylerin kaldırılmasıdır. Arka yüzeyler, bakış noktasından bakıldığında asla görülemeyecek olan yüzeylerdir. Örneğin dik olarak bakılan bir küpün arka yüzeyi asla görülemez. Bu yüzeylerin kaldırılması ışın izleme yönteminin hızlanmasını sağlar. Bununla birlikte arka yüzeylerin kaldırılması ışın izleme yöntemi ile çok kolay gerçekleştirilebilir.
Işın - Nesne Kesişim Testleri
Işın izleme yönteminin en temel özelliği, bakış noktasından gönderilen ışınların cisimlerle kesişip kesişmediğini anlamak üzere yapılan kesişim testleridir. Bu testlerde, kesişimi araştırılacak cismin matematiksel denklemi ile ışının başlangıç noktası ve doğrultusunun koordinatları kullanılır. Sonuçta, varsa, kesişim noktası ve bu nokta ile bakış noktası arasındaki t uzaklığı hesaplanır. Aynı doğrultuda birden fazla kesişim noktası bulunabilir. Bu durumda en küçük t değeri esas alınır. Böylece görünmeyen yüzeyler kaldırılmış olur.
Bu kısımda ışın izleme yönteminde kullanılacak temel matematiksel işlemler için gerekli vektörel ifadeler ve işlemler anlatılacaktır.
Işın İzlemede Kullanılan Temel Matematiksel İfadeler
Üç Boyutlu Uzayda Noktanın Tanımı
Üç boyutlu uzayda bir P noktası, kendine ait X, Y, Z koordinatları ile aşağıdaki gibi ifade edilebilir:
P = [ x y z ] (2.4)
Skaler Çarpım
İki vektörün skaler çarpım değeri karşılıklı olarak x, y ve z değerlerinin çarpımlarının toplamına eşittir. Skaler çarpımı * sembolü ile temsil edilirse V1 ve V2 vektörlerinin skaler çarpımı aşağıdaki gibi hesaplanır:
V1 * V2 = (V1X * V2X) + (V1Y * V2Y ) + (V1Z * V2Z) (2.5)
V1 ve V2 vektörlerinin boyunun 1 birim olduğu, yani her iki vektörün de normalize olduğu durumda, bu iki vektörün skaler çarpımı iki vektörün arasındaki açının kosinüs değerini verir. İki vektör arasındaki açının kosinüsü difüz aydınlatmada kullanılır.
Vektörel Çarpım
Vektörel çarpım işlemini x sembolüyle temsil edersek V1 ve V2 vektörlerinin vektörel çarpımı aşağıdaki gibi hesaplanır:
V1 x V2 = [ V1Y* V2Z - V1Z* V2Y V1Z* V2X - V1X* V2Z V1X* V2Y - V1Y* V2X ] (2.6)
Vektörel çarpım, ışın izleme yönteminde üçgenlerin normalini bulmak için kullanılır. Yansıyan veya kırılan ışınların yeni doğrultularının hesaplanması için yüzeye dik olan vektörün, yani yüzey normalinin, bilinmesi gerekir.
Difüz ve speküler aydınlatma yapılırken de yüzey normali kullanılır. Ayrıca arka yüzey kaldırmada da hangi yüzün arka yüzey olduğunu belirlerlerken yüzey normali esas alınır. Bakış noktası ile arasında 90°’den daha büyük açı bulunan yüzeyler, arka yüzey kabul edilir.
Tüm bu işlemlerde kullanılacak olan yüzey normalinin birim vektör olması, yeni normalize olması, gerekir.
Barisentrik Koordinatlar
Üçgenin bir köşesinden başlanıp, kenarları belli katsayılarla çarparak başlangıçta alınan köşeye eklenirse, üçgen içinde istenen bir noktaya ulaşmak mümkündür. Kenarların çarpıldığı katsayılara Barisentrik Koordinatlar denir. Üçgen içindeki herhangi bir noktanın barisentrik koordinatlar cinsinden gösterimi aşağıdaki gibidir :
t (u, v ) = V0 + u (V1 – V0 ) + v (V2 – V0) (2.7)
Bu ifadedeki u ve v değerleri barisentrik koordinatlardır ve aşağıdaki şartları sağlamalıdır:
u ≥ 0 ve v ≥ 0 için u + v ≤ 1
Barisentrik koordinatlar bu çalışmada hızlı kesişim testleri gerçekleştirilirken kullanılmıştır. Tomas – Möller kesişim testinde Barisentrik koordinatlardan faydalanılarak daha kısa sürede kesişim testi yapılabilmektedir.
Işın – Yüzey Kesişim Testi
Orijine olan uzaklığı D olan, Pn = [ A B C ] normaline sahip olan P yüzeyini denklemi aşağıdaki gibidir :
Ax + By + Cz + D = 0 (2.8)
Köşe koordinatları Vi (X, Y, Z ) olan üçgenin oturduğu yüzeyin denklemi aşağıdaki gibi hesaplanabilir :
A * Vo,x + B * Vo,y + C * Vo,z + D = 0 (2.9)
2.9 ifadesinden D değeri bulunur. Eğer P yüzeyi ile R ışını kesişiyorsa, R’nin o noktaya karşılık gelen t değeri için yüzey denklemi sağlanmalıdır.
A * (X0 + tXd) + B * (Y0 + tYd) + C * (Z0 + tZd) + D = 0 (2.10)
2.10 ifadesi t’ye göre yeniden düzenlenirse, başlangıç noktası ile yüzey arasındaki uzaklık belirlenmiş olur :
t = - (A * X0 + B * Y0 + C * Z0 ) / (A * Xd + B * Yd + C * Zd ) (2.11)
Eğer t < 0 ise kesişim yoktur. Eğer t > 0 ise kesişim vardır ve kesişim noktası I aşağıdaki gibi hesaplanabilir :
I (X, Y, Z) = (X0 + tXd, Y0 + tYd, Z0 + tZd ) (2.12)
Işın-Üçgen Kesişim Testleri
3B nesneler genellikle üçgenlerden oluşacak şekilde modellenir. Bu sebeple kesişim testi algoritmalarının çoğu üçgenler üzerine yoğunlaşmıştır.
Alan Hesabı İle Işın – Üçgen Kesişim Testi
Bu yöntem, ışın – üçgen kesişim testleri arasından en basit olanıdır. Öncelikle ışın – yüzey kesişim testi yapılmalıdır. Daha sonra ışın ve yüzeyi oluşturan üçgenin köşe noktaları görüntü düzlemine perspektif olarak izdüşürülür. Kesişim noktası ile üçgenin ikişer noktası sıra ile alınarak üç tane alt üçgen elde edilir. Bu üçgenlerin alanları hesaplanarak toplanır. Elde edilen toplam alan, kesişim testi yapılan üçgenin alanına bir ε kadar yakınsa ışın üçgenin içindedir yani ışın ile üçgen kesişmektedir denir.
Açı Hesabı ile Işın -Üçgen Kesişim Testi
Işın düzlem kesişim testinden elde edilen kesişim noktasının üçgenin içerisinde olup olmadığının kontrolü için kullanılan diğer bir yöntem de açı testidir. Yine ilk olarak ışın – yüzey kesişim testi yapılmalıdır. Daha sonra ışın ve yüzeyi oluşturan üçgenini köşe noktaları görüntü düzlemine perspektif olarak izdüşürülür. Kesişim noktası ile üçgenin ikişer noktası sıra ile alınarak üç tane üçgen elde edilir. Bu üçgenlerin I noktasını merkez nokta kabul eden açıları hesaplanarak toplanır. Elde edilen toplam açı 360° ise ışın üçgenin içindedir yani ışın ile üçgen kesişmektedir denir.
Tomas Möller Işın – Üçgen Kesişim Testi
Yukarıda anlatılan tekniklerin her ikisi de kesişim testi yapmadan önce ışın – yüzey kesişim testi yapılmakta, daha sonra perspektif izdüşümü yapılmaktadır. Böylece problem 3B’dan 2B’a indirgenmekte ve test esnasında 2B noktanın 2B üçgenin içinde olup olmadığı araştırılmaktadır. Ancak tüm bu işlemler için öncelikle yüzey denkleminin belirlenmesi, dolayısı ile normalin hesaplanması gerekmektedir. Elbette ki kesişim testine geçilmeden önce yapılan bu işlemler algoritmanın yavaş çalışmasına neden olmaktadır.
Bunun yerine kullanılan Tomas – Möller kesişim testinde yüzey normalinin hesaplanması gerekmemektedir.
Kesişim Testi Algoritması
Başlangıç noktası R0 olan ve Rd doğrultusu boyunca ilerleyen R vektörünü aşağıdaki gibi tanımlamıştık
R = R0 + t Rd, t > 0 (2.1)
Kesişim testi yapılacak olan üçgenin köşeleri Vi ise, üçgen üzerindeki herhangi bir t (u, v ) noktasının barisentrik koordinatlarını aşağıdaki gibi ifade etmiştik:
t (u, v ) = V0 + u (V1 – V0 ) + v (V2 – V0) (2.7)
R ışını, verilen üçgeni bir t (u, v ) noktasında kesiyorsa, aşağıdaki ifade sağlanmalıdır :
R0 + t Rd = V0 + u (V1 – V0 ) + v (V2 – V0) (2.13)
2.13 ifadesi düzenlenirse, u, v ve t’ye bağlı bir lineer denklem sistemi elde edilir. Bu sistemin çözülmesi halinde u, v ve t bulunur. Görüldüğü gibi bu yöntemde yüzey normali ve perspektif izdüşüme gerek yoktur.
Algoritmanın Uygulanması
Tomas – Möller yöntemine ilişkin yalancı dil kodu (pseudocode) aşağıda verilmiştir:
IşınÜçgenKesişimi (o, d, vo, v1, v2 )
e1 = v1 - v2
e2 = v2 – v0
p = d x e2
α = e1 * p
if (α > -ε and α < ε ) return (REJECT, 0, 0, 0 );
f = 1 / α
s = o - vo
u = f (s * p )
if (u < 0.0 or u > 1.0 ) return (REJECT, 0, 0, 0 );
q = s x e1
v = f (d * q )
if (v < 0.0 or u + v > 1.0 ) return (REJECT, 0, 0, 0 );
t = f (e2 * q )
return (INTERSECT, u, v, t );
Gölgeler
Bir yüzeye ışığın gelmesini engelleyen başka bir yüzey varsa, ışığın ulaşamadığı yüzey gölgede kalmış olur. Gölge testi için, kesişim noktasından ışık kaynağına yollanan ışınlar ile diğer nesnelerin kesişimleri araştırılır. Eğer kesişim tespit edilirse yüzey gölgelenir.
Gölgelemenin gerçekleşmesi için, test için gönderilen ışından elde edilen kesişim noktası ile testi yapılan yüzey arasındaki uzaklığın, yüzeyin ışık kaynağına olan uzaklığından daha küçük olması gerekir.
Aynasal Yansıma
Diğer yöntemlerde çok zor tanımlanmasına rağmen, ışın izleme yönteminde yansıyan ve kırılan ışınlar mükemmel şekilde modellenebilir. Böylece son derece gerçekçi görüntüler elde edilebilir.
Eğer bir yüzeyin yansıtıcılık özelliği varsa, bu yüzeye çarparak yansıyan ışın diğer bir yüzeye çarptığında, bu yüzeyin rengi yansıtıcılık özelliği bulunan yüzey üzerinde görülür. Elbette bu işlem için de derinliği belirlenmiş özyinelemeli bir algoritma koşulmalıdır.
Yansıma değerinin belirlenmesi oldukça kolay bir işlemdir. Gerekli olan bir nokta ve bir doğrultudur. Nokta, ışın ile yansıtıcı yüzeyin kesişim noktasıdır ki artık yeni bir başlangıç noktası olmuştur. Bu noktadan yansıyacak olan ışının doğrultusu, gelen ışının doğrultusuna ve normale bağlıdır. Zira gelen ışın ile normal arasındaki açı, yansıyan ışın ile normal arasındaki açıya eşit olmalıdır. N ilgili yüzeyin normali, I gelen ışının olmak üzere Rref yansıma doğrultusu aşağıdaki gibi hesaplanır :
Rref = I – 2 (I * N ) * N (2.14)
POV-Ray gibi ışın izleme programları ise simüle edilen bir kamera ile başlarlar ve ışık ışınlarını sahneye yollarlar. Kullanıcı kameranın, ışık kaynaklarının, nesnelerin yerini ve bunların yüzey özelliklerini belirler, eğer isterse sahneye sis, duman, ateş gibi atmosferik etkiler de ekleyebilir.
Sonuç görüntüdeki her piksel için bir ya da daha çok ışın kameradan sahneye yöneltilir ve sahnedeki bir nesne ile kesişip kesişmediğine bakılır. Kameradan çıkan bu ışının bir nesneyi kestiği her noktadaki yüzey rengi hesaplanır. Bunun için ışınlar sahnedeki her ışık kaynağına da yönlendirilir ve böylece kaynaklardan gelen ışık miktarı da hesaplanır. Benzer şekilde her yüzey noktasının gölgede kalıp kalmadığı hesaplanır. Yüzeyin şeffaf olup olmamasına göre de ne kadar ışığı geçirdiği ve ne kadar ışık kırılmasına yol açtığı da hesaplanarak nihai renk belirlenir.
İç bağlantılar
POV-Ray
Dış bağlantılar
The Ray Tracing News - (İngilizce)- Kısa bir araştırma ve diğer kaynaklara linkler]
(İngilizce bir tez) - Interactive Ray Tracing: The replacement of rasterization? - A thesis about real time ray tracing and it's state in december 2006
(İngilizce) - Gerçek zamanlı ışın izlemeyi kullanan oyunlar
(İngilizce) - C++ dili ile ışın izleme uygulamaları üzerine bir takım kılavuzlar
Internet Işın izleme yarışması - sabit ve anime kategoriler
Işın izleme yazılımları
Blender
BRL-CAD
Bryce (software)
Indigo - an unbiased render engine
jawray - A portable raytracer written in C++
Kray - global illumination renderer
OpenRT - realtime raytracing library
Optis - Straylight and illumination software with full CAD integration (Solidworks and Catia V5)
OSLO - Lens design and optimization software; OSLO-EDU is a free download
PBRT - a Physically Based Raytracer
Pixie
POV-Ray
Radiance
Raster3D
Rayshade
RayTrace - open source C++ software
RealStorm Engine - a realtime raytracing engine
RPS Ray Tace - AccuRender Ray Trace for SketchUp
SSRT - C++ source code for a Monte-carlo pathtracer - written with ease of understanding in mind.
Sunflow - Written in Java (platform independent)
Tachyon
TracePro - Straylight and illumination software with a CAD-like interface
TropLux - Daylighting simulation
Yafray
Zemax - Well Known Commercial Software for Optics design
More ray tracing source code links
Geometrik optik
Üç boyutlu bilgisayar grafikleri
Sanal gerçeklik
Bilgisayar grafiği algoritmaları |
1575 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Almanya%27daki%20T%C3%BCrk%20G%C3%BCn%C3%BC | Almanya'daki Türk Günü | Türkgünü; 22 Mayıs 2004 tarihinde, Almanya’nın en önemli tarihi mekanlarından biri ve Berlin’in simgesi olan Brandenburger Tor önündeki alanda gerçekleşmiş, bir şenlik havasında kutlanan özel bir gün.
Yarım yüzyıla yaklaşan bir süredir, toplumun genel dokusuna uyumlu olarak Almanya’da yaşamakta olan Türkler, günümüzde sanattan spora, edebiyattan medyaya, Alman ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal yaşamına önemli katkılarda bulunan, dinamizm getiren bir unsur haline gelmişlerdir. Türkiye’nin AB üyeliği bakımından belirleyici önemi haiz 2004 yılı içinde, bu olumlu yönlerin daha fazla gündeme getirilmesi, sadece Türkiye'nin etkin tanıtımı olmayacak, aynı zamanda Almanya’da yaşayan 2.5 milyonu aşkın Türk yurttaşına da moral ve özgüven vermştir.
Bu anlayışla, geçtiğimiz yıllarda yürüyüş şeklinde gerçekleşen Türkgünü, edinilen tecrübeler ışığında 2004 yılında yeni bir anlayışla, genç ve profesyonel bir ekip tarafından tasarlanmıştır.
Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Mehmet Ali İrtemçelik’in himayesinde ve çok sayıda dernek ve kuruluşun etkin olarak yürüttüğü hazırlıklar çerçevesinde düzenlenmiştir.
“Biz Avrupalıyız” temasının işlendiği şenliğin Alman ve Türk medyasında layıkıyla yer bulması için basın ve reklam çalışmaları iki aydan fazla sürmüştür.
Sponsorlar
Dünyanın en büyük şirketlerinden T-Com ve Ford büyük maddi desteğin yanı sıra alan faaliyetlerine de promosyon ekipleriyle katkı sağlayarak ziyaretçilere renkli bir program sunmuştur.
Ayrıca Öger Tours başta olmak üzere Almanya’da faaliyet gösteren pek çok Türk şirketi Türkgünü’ne destek vermiştir. Örneğin: Akbank, Denizbank, Türkiye İş Bankası, Oyak Anker Bank, Vakıfbank, Ziraat Bankası İnternational, ADA Immobilien, AS Steuerbüro, CABA İmmobilien, Concept Verlag, Gargi GmbH.
Dış bağlantılar
https://web.archive.org/web/20170526112524/http://turkgunu.org/
Özel günler
Almanya-Türkiye ilişkileri |
1576 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Re%C5%9Fadiye | Reşadiye | Reşadiye, Karadeniz'in orta kesiminde Kızılırmak yayı içinde kalan Kapadokya arazisi içerisinde yer alan bir Tokat ilçesidir. Kelkit Çayı'nın kenarında, kara yolu üzerindedir. Reşadiye kuzeyinde Ordu, güneyinde Almus, batısında Niksar ve Başçiftlik, güneydoğusunda ise Sivas ile çevrilmişir. 2020 TÜİK verilerine göre toplam nüfusu 34.221'dir.
Tarihi
Eski Kapadokya arazisi elden ele geçmiş, değişik milletler bu arazide medeniyetler kurmuşlardır. Sırasıyla Hititliler, Persler, Makedonyalılar, Pontus Krallığı, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Danişmendliler, Kadı Burhâneddin ve Akkoyunlular bu bölgede hüküm sürmüşlerdir. Sonraları da bu arazi Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyetine geçmiş Reşadiye'nin eski ismi olarak bilinen İskefserin tarihi 15. yüzyıla kadar gitmektedir. Bu bölgeden geçerek Erzurum’a giden yine aynı güzergâhtan İstanbul’a dönen meşhur Türk gezgini Evliya Çelebi Seyahatname'sinde bu bölgeden bahsetmektedir. O yüzyıllarda Doğu ile Batı arasında kara ulaşımının yapıldığı Şark Yolu diye adlandırılan yolun Reşadiye’den geçtiği Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde belirtilmektedir. Bu yol üzerinde eskiden kalma büyük mezarlıklar hâlen mevcuttur.
Reşadiye'nin coğrafi özellikler bakımından çam ormanlarıyla kaplı olması, kışın sert geçen iklim koşullarından fazla etkilenmemesi, köylerin konumuna göre merkezi bir yerde olması, sağlığa yararlı kaplıcalarının bulunması, Kelkit Vadisi üzerindeki Şark Yolunun buradan geçmesi ilçe merkezi olarak seçilmesini etkileyen nedenlerdir. 1939 yılında 26 Aralık' 27 Aralık'a bağlayan gece sabaha karşı tarihte 1939 Erzincan Depremi olarak da bilinen deprem Reşadiye ve köylerinde etkili olmuş ve bu depremde Reşadiye’de ayakta tek bir bina kalmamıştır. Bu haliyle ilçe merkezi ve köyleri uzun bir süre kendi kaderine terk edilmiştir. Köylerle birlikte toplam 2100 kişinin öldüğü resmî kayıtlarda mevcuttur.Zamanın Tokat valisi İzzeddin Çağpar, ilçe Kaymakamı Necati Gökmoğol ve oluşturulan kurulun uzun tartışmaları sonucu yeni Reşadiye’nin yerleşim yeri eski yerleşim yerinin kuzeyine dağ eteğine kaydırılmıştır.
1966 yılından sonra zamanın idarecilerinin yoğun çalışmaları ve Reşadiye halkının da katkılarıyla yeni bir atılım ve yapılanma ortaya çıkmış, önce maddi sorunlar aşılıp, günün şartları içinde son derece önemli yatırımlar gerçekleşmiş, 1970'li yıllarda ise tüm Türkiye'de olduğu gibi Reşadiye de yurt dışına çok sayıda işçi göndermiştir. Bu işçiler kazançlarını ilçelerine aktarmışlar böylece ilçe merkezi hızlı bir kentleşme sürecine girmiştir.
ayrıca altıparmak köyü yakınında köyün güneyinde kalecik adlı bir mezranın bulundugu ama kalenin gün ışıgına çıkmamış kalıntıları ve yüksekligi gözler önündedir. Bugüne kadar Reşadiye'de Romalılara, Bizanslılara ve Türklere ait çeşitli seramik eşya, sikke, yayla ve köylere yayılmış tarihi mezarlar bulunmuştur. Köylerde yer yer bozulmuş kale kalıntılarına rastlanır. Çoğunun temel harabeleri kalmıştır. Göllüköy, Çamlıkaya, Saraydüzü, Kalecik, Mengen Kalesi, Kaledüzü, Kızılcaören, Turaç Köyü yaylasında Bizans dönemine ait olan ve sonraları Müslümanların da defnedildiği tarihi bir mezar alanı vardır.
Danişmendliler Dönemi
Malazgirt Savaşı'ndan sonra Anadolu'nun kapıları Türkler'e açılmış, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın komutanlarından Dânişmend Gazi de Anadolunun fethinde görev almıştır. Melikşah, Dânişmend Gaziyi Sivas dolaylarına göndererek alacağı yerleri kendisine vereceğini vadetmiştir. Gazi Ahmet Dânişmend, Sivas ve yöresini alarak Anadolu'da ilk Türk Danişmendiye hükûmetini kurmuştur. 1080 yılında da Sivas'ı devlet merkezi yapmıştır. Gazi Ahmed Dânişmend, Türklerin Salur Boyundandır, Harizm'den gelmiştir. Dânişmend Gazi Anadolu Selçuklu Sultanı I.Kılıçarslan'la birlikte Haçlılara karşı başarılı savaşlar çıkartmıştır.
İstatistiki bilgiler
Kuruluş yılı: 1906
Toplam nüfus: 43.870
İlçe nüfusu: 11.504
Yüzölçümü: 1.162 km²
Belediye sayısı: 6 (İlçe merkezi dahil)
Köy sayısı: 75 (2019 itibarı ile son sayı)
Coğrafi bilgiler
Reşadiye, Orta Karadeniz Bölgesi'nde yer alır. Doğusunda Koyulhisar ve Mesudiye; batısında Niksar ve Başçiftlik; kuzeyinde Aybastı ve Gölköy; güneyinde Almus ve Doğanşar ilçeleri bulunmaktadır. Coğrafi olarak 400 31' kuzey enlemleri ile 370 06' doğu boylamları arasında bulunmakta ve Kelkit Irmağı kıyısında kurulmuş bulunan Reşadiye'nin en yüksek tepesi 2.183 metre ile Erdem Baba Tepesi'dir. Bunu, Küçük Erdem Tepesi (2.113 metre), Kabaktepe (2.037 metre), Çal Tepesi (2.022 metre), Mektep Tepesi, Tömbül Tepesi ve Lalelik Tepesi izler. Bu yüksekliklerin tümü Günüş Dağı'nda bulunmaktadır. Zinav Gölü ilçe sınırlarında yer alır.
İlçenin arazi yapısının dağlık olması nedeniyle geniş ovası bulunmamaktadır. Ancak ovacık, meydanlar, yazı ve düzlükleri ekim ve dikime müsaittir. Reşadiye ilçesi yaylalar yönünden oldukça zengindir. 44 yaylanın içerisinde en çok bilinen yaylaları Cimban, Selemen, Gedik, Batmış'tır.
Yer şekilleri
Reşadiye, yer şekilleri bakımından çeşitlilik gösteren bir yerleşim merkezidir. İlçe, Tokat'ın diğer ilçeleriyle karşılaştırılırsa eğim ve engebenin burada oldukça fazla olduğu görülür. Arazi kırık; eğimi fazla ve yer yer platolarla çevrilidir. Ortalama yükseltisi 1.500 metrenin üzerindedir, ilçe merkezinin rakımı ise 450 metredir.
Dağlar
Reşadiye Orta Karadeniz Bölgesiyle, İç Anadolu Bölgesi arasında bir geçiş alanı oluşturur. Karadeniz'in tamamının oluşumu gibi burası da üçüncü ve dördüncü jeolojik zamanda oluşmuş, yer yer oturmasını tamamlamamış bir bölümdür. Bu bölümdeki dağların büyük çoğunluğunu sıradağlar oluşturmaktadır. İlçe Konale Fay Hattı üzerinde yer alır. 1.Derece deprem kuşağı üzerindedir ve bu faylar hâlen diridir. Reşadiye'de yükseltinin en fazla olduğu yöre, Çamlıkaya sınırıları içerisinde yer alan Erdem Baba Tepesidir (2.183 m). Bunu; Küçük Erdem Tepesi (2.113 m), Kabak Tepe (2.037 m), Çal Tepesi (2.022 m), Mektep Tepesi (2.002 m), Tömbül Tepesi (2.000 m), Lalelik Tepesi (1.922 m) izlemektedir.
Mağaralar
Reşadiye'nin köylerinde gerek doğal oluşum, gerekse insan eliyle yapılmış mağaralara rastlanır. Başlıcaları şunlardır:
Çamlıkaya Köyü sınırları içerisinde Kokurdan Mağarası,
Baydarlı Kasabası sınırları içerisinde; Güngerit ve Tilkidibi Mağarası,
Demircili Kasabası sınırları içerisinde Kızıl Mağara,
Cimitekke-Kavaklıdere arasında; Deliklikaya Mağarası,
Yolüstü Beldesi sınırları içerisinde; İnkaya Mağarası,
Nebişeyh Beldesı-Kapaklı Köyü arasında; Kayadibi Mağarası,
Büşürüm Beldesi sınırları içerisinde; Abudeliği Mağarası bulunmaktadır.
İlçenin başlıca boğaz ve gedikleri şunlardır
Döğüş Gediği Abdurrahmanlı-Esenköy arasında bulunur.
Konak Boğazı Demircili Köyü yöresindedir.
Gedik Boğazı Yolüstü-Bereketli arasındadır.
Kaya Boğazı Kapaklı köyünü Taşlıca köyüne bağlar.
İklim
İklim bakımından İç Anadolu ve Karadeniz Bölgelerinin geçiş noktasında bulunan Reşadiye'de, yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve sert geçmektedir. İlçe merkezinin kış aylarında fazla kar tutmamasına karşın yüksek rakımdan oluşan ilçe genelinde kış şiddetli geçmektedir.
İlçede hava durumunun uzun yıllar içindeki seyri incelendiğinde şu genel özelliklerin ortaya çıktığı görülür:
Yazlar sıcak ve kurak.
Kışlar soğuk ve sert geçer.
En fazla yağış ilkbaharda görülür.
En düşük yağış yaz aylarındadır.
Nüfus
Turizm
Kaplıca turizmi
Reşadiye Belediyesi bünyesinde hizmete sunulan, şifa kaynağı olan kaplıca suyunun faydalı olduğu rahatsızlıkların başında romatizma, nevralji (sinir ağrıları), nefrit (böbrek iltihabı hastalıkları), kireçlenme, kırık-çıkık sekalleri ve cilt-kadın hastalıkları gelir. Bu sularda radon gazı bulunmamakta ve Türkiye'de radon gazının olmadığı tek su olup, debisi kaynağında 30 lt/sn dir.
Ulaşım
Eğitim
İlçe Merkezi'nde
1 Fen Lisesi
1 Anadolu Lisesi
1 Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi
1 Kız Meslek Lisesi
1 Ticaret Meslek Lisesi
1 Anadolu İmam Hatip Lisesi
Bozçalı Kasabasında 1 Çok Programlı Lise
Bereketli Kasabasında 1 Çok Programlı Lise olmak üzere toplam 8 adet ortaöğretim kurumu, ilçe merkezi'nde 5 adet ve köylerde 19 adet İlköğretim okulu olmak üzere toplam 24 adet ilköğretim okulu ve 1 Ana Okulu ile eğitim öğretim faaliyetleri sürdürülmektedir.
Kaynakça
Dış bağlantılar
Reşadiye Belediyesi
Reşadiye Kaymakamlığı |
1577 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Tokat%20%28il%29 | Tokat (il) | Tokat, Türkiye'nin Karadeniz Bölgesi'nde yer alan ildir. Kuzeyde Samsun, kuzeydoğuda Ordu, doğu ve güneyde Sivas, güneybatıda Yozgat ve batıda Amasya illeriyle komşudur. İlçelerinden Yeşilyurt ve Sulusaray İç Anadolu Bölgesi'nde kalır.
1943 yılında Erbaa, 1944'te Artova ve Turhal, 1954 yılında Almus, 1987 yılında Pazar ve Yeşilyurt, 1990 yılında ise Sulusaray ve Başçiftlik ilçeleri kurulmuştur.
Şubat 2021 TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 12 ilçe, 37 belediye ile bu belediyelerde 315 mahalle ve ayrıca 613 köy vardır. İl merkezinin denizden yüksekliği 630 m.'dir.
Etimoloji
Yerleşim; Bizans dönemi adıyla Komana, Yunanca Τοκάτη, Ahameniş İmparatorluğu dönemi adıyla Kah-Cun, Selçuklu Devleti döneminde Dar Ün-Nusret, Moğollar döneminde Sobaru adlarıyla yer almıştır. Bizanslı coğrafyacı İeroklis Sinekdimos MS 6. yüzyılda Kapadokya'da Eudokia adlı bir kent yer aldığını bildirmiştir. Evliya Çelebi kentin adını Türkçe etimolojiyle arpası bol olduğu için atların doymasına karşılık Tok-at, Osmanlı tarihçisi İsmail Hakkı Uzunçarşılı "surlu şehir" manasına gelen Toh-kat olarak açıklamış, Özhan Öztürk ise Pontus adlı çalışmasında Avesta'da "ülke, şatraplık" anlamına gelen ve ilk olarak MÖ 6. yüzyılda Ahameniş İmparatorluğu döneminde Kapadokya için kullanılan "Dahyu" kelimesinin Rum ağzında bozulmuş formu "Dokeia" kelimesinin zamanla Tokat'a dönüştüğünü iddia etmiştir.
Tarih
İlk çağlarda Togayıtlar'ca kurulduğuna inanılan Tokat, Hititlerin, Asurluların, Hurriler ve Kimmerlerin egemenliğinde kaldıktan sonra sırasıyla Perslerin, Büyük İskender dönemi Makedonyalıların, Kapodokya Krallığının ve buraya "Comana Pontica" adını veren Pontus Krallığı'nın yönetimine geçti. MÖ 65'te Romalıların ve sonrasında Bizans Devletinin egemenliğine girmiştir. Bizans-Sasani ve Bizans-Arap savaşlarında kritik öneme sahip olan Tokat Kalesi, Malazgirt Zaferi'nden sonra Danişmentlilerin yönetimine (1071) daha sonra ise Anadolu Selçuklularının (1150) eline geçmiş kentin güneybatısında, 750 metre yüksekliğindeki Hisartepe üzerinde bulunmaktadır. Tokat Kalesi'ne ait en eski izler 5 ya da 6. yüzyıla ait olup kalenin bu yıllarda var olduğu bilinmektedir. İoannis Hrisostomos (Altın ağızlı Yuhanna, Aziz ve erken dönem Hristiyan Kilise babası), Konstantinopolis'ten sürgüne Aladağlar'da bulunan Cocysus şehrine giderken burada ölmüştür.
Coğrafya
Deveci dağlarının orta kesiminin kuzey yamaçlarından doğarak soldan Yeşilırmak'a kavuşan bir akarsu vadisinin yamaçlarında kurulmuş olan kent, çok engebeli bir bölgede Orta Karadeniz kıyılarını ve İç ve Doğu Anadolu Bölgesi'ne bağlayan önemli yolların kavşağında eski bir yerleşme Tokat; kuzeyinde Samsun, kuzeydoğusunda Ordu, güneyinde Sivas, güneybatısında Yozgat, batısında: Amasya ili ile çevrilidir. İlin toplam yüzölçümü: 10.071 km²'dır. Kapladığı alan açısından Türkiye topraklarının % 1.3'ünü kapsar. Denizden yükseltisi 623 metredir. Coğrafi Koordinatları: 39° 51' – 40° 55' kuzey enlemleri ile 35° 27'- 37° 39' Doğu boylamları arasındadır. Tokat'a bağlı Taşova ilçesi, 1953 senesinde Amasya'ya bağlanmıştır. Merkez ilçe dahil 12 ilçenin yanında 77 belde ve 632 köy mevcuttur. Merkeze bağlı 41 mahalle, 103 köy ve 9 belde bulunmaktadır. Yüzölçümü bakımından Tokat'ın en büyük ilçesi Zile'dir. En yüksek nüfusa sahip ilçe ise Erbaa'dır.
Belli başlı akarsular Yeşilırmak, Tozanlı Kolu, Kelkit Kolu, Çekerek Kolu, Tokat Kolu, Kuruçay Kolu, Güllin Kolu, Darı Deresi Kolu, Cırcır kolu olup bilinen dağlar arasında Erdem Kırı (2183), Mamu (1770 m), Yaylacık (1620 m), Deveci (1892 m), Bugalı (1945 m), Dumanlı (2200 m), Çamlıbel (2020 m) ve Akdağ (1900 m) bulunur. Yine bilinen ovalar Kazova, Omala Ovası (Gözova), Turhal Ovası, Niksar Ovası, Erbaa Ovası, Artova Ovası, Zile Ovası, Tokat Ovası, Pazar Ovası ve Yazıbaşı Ovası'dır.
İklim
Tokat İli; İç Anadolu Bölgesi İklimi, İç-Doğu Anadolu İklimi, Karadeniz iklimi ve Orta Karadeniz iklimi arasında bir geçit özelliği gösterir. Uzun yıllar ortalamasına göre yıllık ortalama sıcaklık; en düşük 8,1 °C en fazla 14,2 °C’dir. Uzun yıllar ortalamasına göre ortalama yağış; 381,7 mm ile 586,2 mm arasındadır. Ortalama nispi nem; % 56 ile % 73 arasında değişmektedir. Yağışlar aylara göre farklılıklar göstermektedir.
Yönetim
Tokat'ın İlçeleri
04 Şubat 2020 TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 12 İlçe, 37 belediye, bu belediyelerde 315 mahalle ve ayrıca 613 köy vardır.)
İllerde protokolde ilk sırada yer alan Vali, merkezi yönetimi temsil eder ve Cumhurbaşkanı tarafından atanır. Büyükşehir dışındaki illerde yerel yönetim, şehirler düzeyindedir. Belediye Başkanı, belediye sınırları içinde kalan seçmenin oy çokluğu ile seçilir. Ayni seçmen İlçe Belediye Meclisi için de oy kullanarak ilçelerin belediye meclislerini oluşturur. İldeki bütün seçmenler ayrıca il genel meclisi için de oy kullanarak, İl Genel Meclisinin oluşumunu sağlarlar.
İl genel meclisi ve belediye meclisi üyelikleri için yapılan seçimlerde, onda birlik baraj uygulamalı nispi temsil sistemi, belediye başkanlığı seçiminde ise çoğunluk sistemi uygulanır İl genel meclisi ve belediye meclisi üye sayıları ilçe nüfusuna göre, kontenjandan kalan sayıların partilere dağılımı ise D'Hondt Sistemine göre belirlenir (Kanun:2972-Madde:23)
İl Genel Meclisi, İl Özel İdaresinin karar organıdır, başkanını üyeleri arasından gizli oyla seçer. Ayrıca, İl Genel Meclisi kendi içinden gizli oyla bir yıl görev yapacak 5 kişilik İl Encümenini seçer.
Merkezi yönetim, Vali ve İl Müdürlerinden oluşur. İl Özel İdaresi (İl Genel Meclisi ve İl Encümeni) seçilmişlerden oluşur, ancak Vali başkanlığında görev yapar. Yerel yönetim ise belediye başkanları ve belediye meclislerinden oluşur.
Tokat Valisi, 1969-Korgan doğumlu Numan HATİPOĞLU’dur. 12.5.2022/209 sayılı kararla Gaziosmanpaşa Kaymakamı iken atanmıştır.
Tokat Belediye Başkanı, 1977-Tokat doğumlu Eyüp Eroğlu (AK Parti), 31 Mart 2019 seçimlerinde %48,80 oy oranıyla seçilmiştir.
2019 Türkiye yerel seçimleri sonuçlarına göre Tokat İl Genel Meclisi üye sayısı, 20 AK PARTİ, 12 MHP, 7 CHP ve 1 BBP olmak üzere 40’dır. Tokat Belediye Meclisi ise 18 AK Parti, 8 MHP ve 5 İYİ Parti olmak üzere 31 üyeden oluşur.
2018 Genel seçimleri sonucu, Tokat'ı temsilen TBMM'e AKP'den 3 milletvekili (Yusuf Beyazıt, Mustafa Arslan, Özlem Zengin), CHP'den 1 milletvekili (Kadim Durmaz) ve MHP'den 1 milletvekili (Yücel Bulut)seçilmiştir.
Nüfus
Güncel Nüfus Değerleri (TÜİK 6 Şubat 2023 verileri )
Tokat ili nüfusu: 596.454'dır. Bu nüfusun % 80, 09'u şehirlerde yaşamaktadır (2022 sonu). İlin yüzölçümü 10.044 km2'dir. İlde km2'ye 59 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde 103’dir.) İlde yıllık nüfus % 1,01 oranında azalmıştır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez ilçe(% 0,83)- Başçiftlik(-% 20,43)
06 Şubat 2023 TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 12 İlçe, 37 belediye, bu belediyelerde 316 mahalle ve ayrıca 614 köy vardır.
İlin yıllara göre nüfusları
Ekonomi
Tokat halkı geçimini tarım, hayvancılık ve ticaretle sağlar. Büyük şehirlerin kalabalık nüfusu, yüksek binaları ve boğucu havalarının aksine Tokat insanı kendine bağlayan düzenli şehir yapısı, sayısız doğa güzellikleri, ekonomik alışveriş koşulları ile huzurlu bir yaşam için ideal bir şehirdir. Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olup şehirde Sünni ve Alevilerde yoğunluktadır. Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanan Tokat'ın ticaret ve sanayi ise il merkezinde yoğunlaşmıştır. Tokat Organize Sanayi Bölgesi şehrin tek sanayi faaliyetinin sürdürüldüğü alandır. Yine bulunduğu coğrafi konum ile tarıma yatkın bir şehirdir. Tarım üretiminde domates, biber, vişne, kiraz, patates, üzüm ve şekerpancarı bölge üretiminde en fazla payı alan ürünlerdir. Küçükbaş, büyükbaş hayvan varlığı ve arı kovanı sayısı bakımından önemli bir paya sahiptir.
Tokat'ta nüfusun %5'i endüstri alanında çalışmaktadır. Yem, kereste, lastik ayakkabı, alüminyum fabrikalarının yanı sıra, bakır işleme atölyesi, ziraat aletleri imâlâthânesi ve sanayi kuruluşlarının faaliyet gösterdiği Tokattaki en bilinen fabrikalar Dimes Meyve Suyu Fabrikası, Olca Salça Fabrikası, Eser Salça Fabrikası, Samaş Bentonit Fabrikası ve Turhal Şeker Fabrikası'dır.
Sağlık
Tokat'ta toplam biri merkezi olmak üzere 15 hastane bulunmakta, Almus Devlet Hastanesi, Tokat Devlet Hastanesi, Tokat Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi, Tokat Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi, Reşadiye Devlet Hastanesi, Erbaa Devlet Hastanesi, Niksar Devlet Hastanesi, Zile Devlet Hastanesi, Turhal Devlet Hastanesi, Artova Entegre İlçe Hastanesi, Tokat Özel Medical Park Hastanesi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Araştırma Hastanesi, Başçiftlik Entegre İlçe Hastanesi, Pazar Entegre İlçe Hastanesi, Yeşilyurt Entegre İlçe Hastanesi ve Sulusaray Entegre İlçe Hastanesi bulunmaktadır.
Ulaşım
Tokat'a ulaşım, tren ve karayolu ile sağlanabileceği gibi, eski Tokat valilerinden Recep Yazıcıoğlu'nun girişimleriyle 1988-1990 tarihlerinde 1700 metrelik piste kavuşan Tokat Havalimanından da yapılabilmektedir. Tokat'a en önemli ulaşım biçimi Erbaa ile Reşadiye ilçe merkezleri içinden geçen, Tokat şehir merkezine bağlantısı olan yoludur. Tren yolu ulaşımının da önemli bir yere sahip olduğu ilde Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları'nın (TCCD) düzenlediği Samsun-Kalın demiryolu tren seferleri kuzeyde Samsun, güneyde Sivas'a uzanır.
Konum
Kültür
Turistik yerler
Köklü tarihi, üzerinde birçok medeniyetin hüküm sürmesi ve insanlığın ilk yerleşim yerlerinden olmasından dolayı birçok turistik yerin yer aldığı kentin merkezinde yer alan Tokat Kalesi ile ilçesinde yer alan Zile, Niksar ve Turhal kaleleri yerli ve yabancı turistin uğrak yeri olup, Mustafa Kemal Atatürk'ün geçici olarak ulusal mücadele yıllarında konakladığı Latifoğlu Konağı müze evi, II. Abdulhamid'in tahta çıkışının 25. yılı şerefine yaptırılan tarihi Tokat Saat Kulesi, tarihi Gök Medrese kent merkezinde bulunur. Tokat il Merkezinde bulunan Anadolu'da yapılan ilk medrese olarak bilinen Yağıbasan Medresesi, ilk onarımı 1678 yılında yapılan Tokat Ulu Camii aynı adla Niksar ilçesinde bulunan diğer camii, Pazar ilçesinde bulunan tarihi Pazar Kervansarayı ve Ballıca Mağarası bulunur. Turhal ve Pazar ilçe sınırları dahilinde bulunan Kaz Gölü, yerli ve göçmen kuşların yuvalanma, kuluçkalaşma alanıdır. 108 çeşit kuş türü yaşam kaynağıdır.
Sulusokak tokat ili eski kent merkezini ve ticaret merkezini oluşturan içerisinde tarihi eserleri barındıran önemli bir sokaktır.
Sulusaray ileçesinde bulunan Sulusaray kaplıcalarında doğal termal su kaynağı bulunmaktadır.
Suluhan tokat il merkezinde yer almaktadır. Günümüzde aşevi olarak kullanılıyor.
Sunguriye Türbesi Tokat ili Niksar ilçesi Halil Efendi Sokağında bulunmaktadır.
Sık Dişini Helası İl merkezinde yer almaktadır. Ayrıca Seyir Tepe Tesisleri de Tokat merkez de bulunmaktadır.
Sen Timur Türbesi de 14.yy'a ait tarihi bir türbedir.
Maşathöyük Çivi Yazıları
Hıdırlık Köprüsü
Sümbülbaba Zaviyesi
Taşhan Çarşısı
Komana Pontika Antik Kenti
Koza Han
Reşadiye Zınav Gölü mesire yeri
Reşadiye Yolüstü kasabası Delik kaya mağarası
Tokat Müzesi
Kelkit Çayı
Halaçlı Köyü Yazlıkları
Sulusaray Sebastopolis Antik Kenti
Zile Elbaşıoğlu Camii
Zile Boyacı Hasanağa Camii
Zile Bedesten Camii
Sultan hamamı
Eski Zile Osmanlı Evleri ve Konakları
Zile Yeni Hamam duvarındaki Osmanlı minyatür mimarisi Serçe Sarayı
Zile Tacettin İbrahim Paşa (Şehir) Hamamı
Zile Esvap Çayı
Zile Uzun Çarşı
Pazar Ballıca mağarası
Niksar Çamiçi Yaylası
Almus Barajı ve yaylaları
Reşadiye Kaplıcaları
Başçiftlik Yaylaları
Zile Kalesi
Kaz Gölü
Selemen Yaylası
Yazmacılar Hanı
Sefer Paşa Mescit ve Türbesi
Mutfak
Tokat kebabı
Tokat çemeni
Tokat gözlemesi
Tokat keşkeği
Zile batı
Tokat yaprağı
Tokat salçası
Tokat kuşburnusu
Tokat pağacı
Zile pekmezi
Niksar cevizi ve cevizli çöreği
Madımak
Halk Oyunları ve Türküler
Yandım Tokat Yandım
Spor
2018-2019 Sezonu sonunda, futbolda Tokatspor, 3.lige düşmüştür. Erbaaspor 3. Ligde, Turhalspor BAL'da kalmışlardır. Kadın futbol 3. Liginde 3 takımı vardır. Erkek voleybol süper Liginde Tokat Belediye Plevnespor lig 6.sı olmuştur. Niksar Belediyespor 1. Ligde yer alırken, kadın ve erkek voleybol 2. Liginde birer takımı daha vardır. Hentbol erkekler 1. Ligindeki takımı Tokat Gençlikspor’dur. 2.ligde bir takım daha vardır.
Ziraat Türkiye Kupası'nda 3.turda Nazilli Belediyespor'a, Erbaaspor 4.turda MKE Ankaragücü'ne elenmiştir.
Kupa Voley Erkekler'de Tokat Bld. Plevne, çeyrek finalde Galatasaray'a elenmiştir.
Önemli spor tesisleri: Gaziosmanpaşa Stadyumu (5.762), Hüseyin Akbaş Spor Salonu (2.500), Ali Şevki Erek Yüzme Havuzu 750) ve IAAF Sertifikalı Atletizm Pisti.
Medya kuruluşları
Tokat ilinin Türksat üzerinden yayınları gerçekleştirilen televizyon kanalları İlke TV (Türksat yayını şu anda vardır.), Kanal 60, SRT, Tokat Radyo TV'nin (Türksat yayınları şu anda yoktur.) yanı sıra ilçelerinde de yerel yayın yapan kanallar var olup kentte günlük yayınlanan belli başlı gazetelerin başında Anadolu'nun Sesi, Tokat Gazetesi, Bakış Gazetesi, Hürsöz Gazetesi, Memleketim Tokat Gazetesi ve Tokat Haberci Gazetesi gelir. Ayrıca, son dönemde internet üzerinden yayın yapan Tokatguneshaber.com,Hursoz.com.tr, Tokattan.com,Tokatsehirgazetesi.com ve Tokattan.net gibi sanal basın kuruluşları yer almaktadır.
Kaynakça
Dış bağlantılar
Tokat valiliği
Tokat İl Özel İdare Yol Haritaları
Tokat Belediyesi
Tokatlılar Derneği |
1578 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Fad%C4%B1l%20Akg%C3%BCnd%C3%BCz | Fadıl Akgündüz | Memet Fadıl Akgündüz (22 Ocak 1956) Türk mühendis, iş insanı ve siyasetçidir. Şirketinin adı sebebiyle Jet Fadıl diye de bilinir.
Hayatı
22 Ocak 1956'da Siirt'te doğdu. Arap asıllıdır. İlk ve orta öğrenimiyle liseyi Siirt'te bitirdi. 1980'de Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Fakültesi Elektrik Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Devlet Yem Sanayi'inde 7 yıl Kontrol Mühendisi olarak çalıştı.
1987'de Jet Sürücü Kursu'nu açarak iş hayatına girdi. 1989'da kendisine ait olan Jetpa Holding'in ilk şirketini kurdu. Holding bünyesindeki pazarlama şirketi 700.000 aileye konut, otomobil, elektrikli ev ve ofis cihazları sattı.
Özel sektör olarak Türkiye'nin ilk toplu konut projesi JETKONUT'u 1998'de hayata geçirdi.
300 milyon euroya mal olan "Türkiye'nin İlk Dünya Otomobili İmza Projesi"ni 1999'da uluslararası pazara sundu ve dünyanın birçok ülkesinden 300'den fazla distribütörlük talebi aldı. İmza projesi kapsamında Siirt, Diyarbakır, Batman, Mardin ve Şanlıurfa'da kurulacak beş otomobil fabrikasında yılda 1.250.000 otomobil üretilmesi ve bu fabrika yatırımlarıyla Güneydoğu Bölgesi'nde 264.000 kişiye iş imkânı sağlanarak yılda 12 milyar dolar tutarında ihracat yapılması planlandı.
1995'te Dünya'nın ilk İslami Otel konsepti ile Caprice Hotel'i dünya turizm pazarına sundu ve bununla ilgili olarak 2012 yılında Malezya'da düzenlenen 1. Uluslararası Dünya İslami Turizm Konferansı'nda dünyadaki ilk 5 Hilal ödülünü aldı. Avrupa'nın en büyük ve Dünya'nın tek 7 Hilalli oteli olan Caprice Gold Bayrampaşa İstanbul projesi % 87 seviyesine gelmiş olup binanın üzerine Kudüs'ten getirilen Kubbetüs Sahra taç olarak giydirilmiştir.
Jetpa Holding, pazarlama, inşaat, elektronik, medya, bankacılık gibi sektörlerde faaliyet gösterdi.
Bu yaptıklarına ek olarak görünenin aksine arka planda sürekli hissedarları ve halk ile mali sorunlar da yaşamaktadır. Bir dönem hakkındaki Avrupa'da kurduğu İslami Titan oluşumuyla gurbetçilerin dini duygularını sömürerek zamanında yaklaşık 650 milyon mark toplayıp ortadan kaybolduğu iddiasıyla açılan davalar ve 600 milyonluk JetPa'nin mal varlığını 3 milyon liraya ablasına ve eniştesine devretmek suretiyle holdingin içini boşaltıp insanları mağdur ettiği ve son olarak günümüzde yaptırdığı Caprice Oteli'nde yarattığı hisse problemleriyle yine ülkesindeki insanların açtığı davalarla başı oldukça derde girmiştir. Kimi davaları devam etmekte ve alacaklılarının çok büyük bir kısmı hâla alacaklarını tahsil edememiştir. Ayrıca son günlerde cezaevinden bile devremülk satışı yaptığı ortaya çıkmıştır.*"170 Milyon dolarlık vurgun" *"Tanju Çolak CAprice için alacaklarına karşılık dava açtı!"
"Almanya'daki bazı Türk vatandaşlarını yüksek kar payı vaadiyle kandırarak dolandırıcılık yaptığı" iddiasıyla 2003 yılında tutuklu olarak yargılanan Akgündüz, 15 ay sonra tutuksuz yargılanmak üzere kefaletle serbest bırakıldı. Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan Fadıl Akgündüz Kasım 2006'da "Nitelikli dolandırıcılık" suçundan 4 yıl 2 ay hapis ve 10 bin 400 TL adli para cezasına çarptırıldı.. Yargıtay'a gönderilen cezası 2 yıl sonra usulden bozulan Akgündüz, hakkındaki suçlamaların zaman aşımına girmesiyle yeniden yargılanmadı.
24 Mayıs 2009'da ikinci defa Siirtspor başkanı seçildi. Bu görevi 2 yıl kadar sürdüren Akgündüz başkanlığı bırakarak yerine Tanju Çolak'ı getirdi.
"Capricegold Bayrampaşa Projesi" ve "Capricegold Maldivler Projesi"nde yatırımcılara verdiği sözü yerine getirmediği gerekçesiyle yapılan suç duyuruları üzerine hakkında soruşturma başlatılan Akgündüz, "Nitelikli dolandırıcılık" suçlamasıyla çıkarıldığı mahkemece 22 Aralık 2015 tarihinde tutuklandı. Akgündüz, 28 Mart 2017 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi.
28 Nisan 2023 tarihinde, İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Fadıl Akgündüz'ü, tacir veya şirket yöneticileri ile kooperatif yöneticilerin dolandırıcılığı suçundan 2 bin 504 yıl 2 ay hapis ve 12 milyon 20 bin lira adli para cezasına çarptırdı.
Siyasi yaşamı
Mehmet Fadıl Akgündüz, 3 Kasım 2002'de yapılan genel seçimlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne 22. Dönem Siirt Milletvekili olarak seçildi. Siirt ilindeki seçimlerinin itiraz üzerine Yüksek Seçim Kurulu tarafından iptal edilmesi nedeniyle 9 Mart 2003 tarihinde yapılan ara seçiminde yeniden vekil seçilemedi ve milletvekilliği düştü.
7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde Siirt'ten bağımsız aday olan Akgündüz, aldığı oy sayısına göre milletvekili seçilemedi.
Notlar
Kaynakça
Dış bağlantılar
NTVMSNBC: Akgündüz artık ‘dokunulmaz’ değil
HURRIYET: Fadıl Akgündüz 150 milyara serbest
1959 doğumlular
Arap asıllı Türkler
20. yüzyıl Türk iş insanları
21. yüzyıl Türk iş insanları
Siirt doğumlu siyasetçiler
Resim aranan siyasetçiler
Yaşayan insanlar
Türk spor yöneticileri
Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Fakültesinde öğrenim görenler
Türkiye Arapları
TBMM 22. dönem Siirt milletvekilleri
Türk dolandırıcılar |
1579 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Swing%20%28m%C3%BCzik%29 | Swing (müzik) | Swing 1930'lu yıllarda ortaya çıkan caz akımı. 20. yüzyılın en popüler caz hareketlerinden biri.
Swing, 1920'li yılların sonlarına doğru gelişmeye başlamış ve 1940'ların ortalarına kadar da etkisini sürdürmüştür. Bu dönem müzisyenleri müziklerine rahatlık hissi ve çok sıkı olmayan bir ritim anlayışı katmış, sekizlik nota kalıbını kullanmışlardır. Bütün bunlar da 'swing hissi' ni karakterize eden önemli unsurlardır. Dönemin eserlerinin çoğu orkestralar tarafından icra edildiğinden swing dönemi aynı zamanda caz orkestralarının 'altın çağı' olarak da düşünülebilir. Ritmik yapısından ötürü bu müzik pek çok dansçıyı da kendine çekmiştir.
Dönemin özellikleri
Swing döneminin erken dönem cazına göre faklılıkları :
Tercih edilen yapı küçük gruplar yerine büyük orkestralardır. Yazılı aranjmanlar daha çok kullanılmıştır.
Saksofon swing'te daha sık kendini gösterir.
Bas viyola daha sık görünür.
Davulda hi-hat zilinin kullanımı artmıştır.
Kolektif doğaçlama pek görülmez.
Ritmik anlayış genel olarak daha gevşek ve yumuşaktır.
Swing müzisyenleri erken dönem caz müzisyenlerine göre enstrümanlarına daha hakimdirler ve yetkinlikleri daha fazladır.
Caz Orkestralarının Enstrüman Açısından Yapılanışı
Caz orkestraları on ya da daha fazla müzisyenden oluşmaktaydı ve müzisyenler de üç ana kategori altında toplanırdı : ritim, bakır sazlar ve saksofon grubu.
Ritim kısmı piyano, gitar, bas / bas viyola ve davulu kapsardı. Bakır sazlardan oluşan kısım ise kendi için ikiye ayrılırdı : Trompet ve trombon grubu.
Orkestradaki saksofon grubu (ham madde olarak bakır sazlarla aynı olsa da) bakır sazlardan ayrı bir gruptu. Burada şunu belirtmekte fayda var; saksofon gelişimi itibarıyla tahta üflemeli (woodwind) sınıfına girer çünkü klarinet, flüt ve obua gibi tahta üflemeli enstrümanlar saksofonun atası sayılmaktadır. Saksofon kısmı aynı zamanda "kamışlı saz" (reed instrument) grubu olarak da adlandırılır. Bunun nedeni saksofoncuların yeri geldiğinde klarinet de çalması ve adı geçen iki enstürmanın da kamışlı saz olmasıdır.
Alto ve tenor, saksofon ailesinin orkestralarda en çok kullanılan üyeleri olmuştur. 30'ların sonuna doğru bu gruba bariton da dahil olmuştur. Soprano ve bas saksofon ise yaygınlaşamamıştır. Saksofon kısmında müzisyen sayısı üç ile beş arasında değişir. 40'ların sonuna doğru 2 alto 2 tenor 1 bariton standart yapılanma olarak karşımıza çıkar. Bu kısımdaki sanatçılar genelde tek enstrüman çalmazar. Saksofonculardan kendi enstürmanları dışında klarinet ve saksofon ailesinin diğer üyelerini çalmaları beklenir.
Trompet kısmı da üç ile beş müzisyen arasında değişmektedir. 30'ların sonu 40'ların başında standart sayı üçtür. Trombon kısmı ise bir ile beş arasında değişir. İki veya üç tromboncu genelde standart olarak kabul edilmiştir.
Orkestra aranjmanları
Caz orkestralarının artmasıyla beraber yazılı aranjmanların kullanımı da artmıştır. Az sayıda müzisyenden oluşan küçük gruplar için yazılı aranjman gerekli görülmüyordu. Ancak gruptaki eleman sayısı artıp büyüdükçe müzisyenlerin ellerinde yazılı bir aranjman olmadan doğaçlama yapmaları git gide zorlaştı. Öyle ki, bir müzisyen yazılı aranjmanlar kullanmayan bir gruba katıldığında çok zor adapte oluyordu. Aynı zamanda, müzisyenlerin iyi bir repertuvara sahip olabilmeleri için nota okuyup yazabilmeleri şart olmuştu.
Aranjmanların çoğunda kompozisyonal yapı basitti. Melodiler bütün grup tarafından birlik ve uyum içinde çalınırdı. Bunu doğaçlama takip eder, doğaçlamalar ritim kısmının eşliği ve geri kalanların çaldığı figürler eşliğinde sürerdi. Melodiler ve eşlik sırasındaki müzikal figürler orkestra içindeki kısımlar arasında dönüşümlü çalınırdı. Bakır sazların çaldığını bir süre sonra saksofon kısmı alır, bakır sazlar da ritim kısmının çaldıklarını üstlenirdi. Bu da orkestra içinde müzikal bir çevrimdi.
Kimi zaman aranjmanlar çalınan müzikal temanın varyasyonlarına dayanmaktaydı. İlginçtir ki, bazen bunların doğaçlamadan daha güzel bir hava yarattığını gözleriz.
Kısa - karmaşık olmayan ve melodinin bir kısmını içeren yapılara "riff" denir. Riff'ler orkestraların stillerini yansıtmakta kullandığı önemli unsurlardan biridir. Farklı riff'ler farklı orkestra kısımları tarafından karşılıklı olarak çalınır. Hatta zaman zaman aranjmanların riff'ler üzerine inşa edildiği de görülür.
Dönemin Önde Gelen İsimleri
Orkestra liderleri
Swing orkestraları arasında en iyileri Fletcher Henderson, Count Basie, Duke Ellington, Jimmie Lunceford ve Benny Goodman'ın liderlik ettikleri orkestralardır.
Henderson ve Ellington orkestraları erken dönem caz ile swing arasında köprü olmuş ve aradaki boşluğu doldurmuştur. Her ikisi de 1920'lerin başlarında ortaya çıkmış ve zamanla büyüyüp gelişerek 30'ların sonunda 'ihtişamlı' bir yapıya kavuşmuştur.
Fletcher Henderson Erken dönem cazındaki pek çok büyük isim ve swing döneminin doğaçlama yapabilen önemli müzisyenleri 1920'lerin başından 1930'ların sonuna kadar Fletcher Henderson ile çalışmıştır. Bundan ötürü Henderson orkestrası bir 'yıldızlar topluluğu' orkestrası olarak da nitelendirilebilir. Henderson'ın stili caz orkestraları içinde temel akım / anlayışlardan biridir. Ellington'ınki ise bir diğeridir. Aranjmanlarında saksofonlarla bakır sazları adeta 'kapıştıran' Henderson, 'block voice' tekniğini de mükemmelleştirmiştir. Burada melodik ses akor dizileri içindeki en üstteki sestir ve akordaki her nota başka bir enstrüman ya da enstrüman grubu tarafından çalınır. Hat armonize değilse kalın / yoğun bir ses elde edilmiş olur.
Henderson'ın aranjmanlarının meşhur olmasının nedenlerinden biri de bunların aynı zamanda Benny Goodman tarafından kendi orkestrasında kullanılmasıdır.
Jimmie Lunceford, swing hissini çok iyi yansıtabilen ve müzisyenlerin örnek bir displin yansıttığı mükemmel bir orkestranın liderliğini yapmıştır. Bu orkestranın swing'i aktarmasındaki başarı ve olduşturduğu pürüzsüz havanın nedeni orkestradaki kısımlar arasındaki tutarlılık ve sürekliliktir. Lunceford'un orkestrası dönemin çok iyi doğaçlama yapabilen müzisyenlerine de sahip olmuştur.
Benny Gooodman 1930'lar ve 40'lar boyunca en çok popülariteyi elde etmiş olan caz orkestrasının lideri olmuştur. Pek çok zor parçanın üstesinden gelen orkestra, liderinin sahip olduğu kusursuz swing'i dinleyiciye aktarmıştır. Benny Goodman'ın lakabının "King of the Swing" olduğu düşünülürse böyle bir liderin orkestrasının da swing konusundaki başarısı hiç şüphesiz daha iyi anlaşılacaktır.
Benny Goodman kendisinden sonra gelmiş geçmiş tüm klarnetçileri etkilemiştir. Goodman öyle bir popülarite kazanmıştır ki 1890 ile 1954 arasındaki plak satışlarında ilk 5'e girmiştir! Goodman sadece caz için değil genel anlamda müzik endüstrisi için de en önemli isimlerden biri olmuştur. Yapılan araştırmalara göre bugün Louis Armstrong ve Dave Brubeck ile birlikte en çok tanınan müzisyenler arasındadır.
Goodman caz dünyasında sadece klarinetteki yetkinliğinden dolayı değil, aynı zamanda gruplarında yer verdiği müzisyenlerden dolayı da önemlidir. Bu müzisyenler arasında Teddy Wilson, Charlie Christian ve Lionel Hampton sayılabilir.
Ritim Kısmı
Ritim kısmı genelde piyano, gitar, bas / bas viyola ve davulu kapsardı. Bascılar genel olarak parçada zamanı tutma görevine atanmışlardı. Bascının çaldıkları ya her dört vuruştan bir ve üçüncüsünde duyulurdu (ki buna two-beat style denir) ya da her vuruşta kendini gösterirdi (walking style).
Bas
Bascılar görsel olarak arka planda kalmanın yanı sıra swing döneminde müzikal anlamda da arka planda kalmışlardır. Basın özelliklerinin adam akıllı ortaya konması ve bu enstrümanın müziğe ağırlığını koyabilmesi 50'lere değin ender olarak gerçekleşebilen bir durumdur (Duke Ellington'un basçısı Jimmy Blanton bu 'ender' durumları yaratabilmiş basçılardan biridir). İlginç olan noktalardan biri de şudur : Grupta kötü bir basçı varsa (ya da basçı yoksa) dansçılar ve de iyi dinleyiciler müziğin ritmik yapısındaki bu eksikliği hissederler. Ancak bu hissedenlerin çok azı eksikliğin / yanlışlığın neden kaynaklandığını fark edebilmiştir...
Bu dönemde Jimmy Blanton'un yanı sıra üç önemli basçı daha ön plandadır : Walter Page, Slam Stewart ve Milt Hinton.
Milt Hinton
Milt Hinton tanınmışlığı 1930'lardaki Cab Calloway orkestrasındaki çalışıyla elde etmiş, bununla beraber 90'lara kadar da caz dünyasından kopmamış ve farklı caz akımlarında da adından bahsettirmiştir. Kendinden emin şaşmaz temposu ve kocaman tonuyla kendisine 'Yargıç' ismi takılmıştır. Sebebi de parçanın temposunu belirlemesi ve bu temponun da parça boyunca hiç değişmemesidir.
Slam Stewart zamanlaması iyi olan ve sorumluluk sahibi bir eşlikçi olarak Art Tatum'la çalarken kendini göstermiş bir basçıdır. Bununla beraber asıl yaratıcı solo yapabilme özelliğiyle göze batar. Bu bakımdan çalış stili basın sadece 'zaman tutma' işlevi olan bir enstrüman olarak algılanmasına karşı önemli bir yer tutar.
Davul
Swing davulcularının çoğu, dinleyicilere ve dansçılara gerekli vuruşları sağlamakla yetinmiştir. Swing havasını dinleyiciye aktarmakta üstlerine düşen neyse onu yapmak davulcuların önemli bir kısmı için yeterliydi. Swing davulcularının öncelikleri bu saydıklarımızdır; erken dönem caz davulcularında gördüğümüz nefesli sazların melodik yapısına paralel ve onunla örtüşebilecek ritmik aktivite tutumu swing davulcuları için listenin alt sıralarında yer alır. Cymbal zili ve gong'un kattığı efektleri saymazsak, pek çok orkestra davulcusu bas davulda ilgili ritmi hissettirip vurgulamak ve zamanlama görevini üstlenmek dışında fazla bir şey yapmamıştır. Nefesli sazların arkasında yeni, üretken, kışkırtıcı ritimler çalmaktan kaçınmışlardır. Fakat bu durumdan ötürü sadece davulcuları suçlamak da doğru bir değerlendirme olmaz çünkü riff tabanlı orkestra müziği swing davulcularını kısıtlamaktaydı : çalacakları karmaşık ritmik kalıplar nefesli sazlar için yazılmış olan melodik ritimlerle çakışabiliyordu... Aynı zamanda dönemin müzik anlayışı içerisinde bir nevi orkestra içi metronom olarak algılanıyorlardı. Bundan dolayı 1930'ların swing davul stili gayet tutucuydu. Ana melodinin arkasında gelişen ritmik bir hat, doğaçlamada davulcuyla iletişim halinde olacak ve birbirinden beslenecek solist - davulcu ilişkisini görmek dinleyicilere ancak 1940'lardan başlayarak gelişen modern cazın ve davulun gelişimiyle nasip olacaktı.
Gene Krupa
Peki bu tip oturmuş kurallara karşı çıkan alışılmadık davulcular yetiştirmemiş midir swing dönemi? Tabii ki yetiştirmiştir. Var olan standartlaşmış çalışa karşı kendi stilini ortaya koyan davulcuların başında Gene Krupa gelir. Çalış stilinin yanında tavırlarıyla da oldukça ilgi çekip popüler olan Krupa, adeta davulun gelecekte üstleneceği rol ile ilgili bazı sinyalleri aktarmıştır dinleyiciye. Önündeki melodik hattı bozmadan müziğe heyecan katmayı başarmış bir davulcudur. Kimi zaman eşlik olarak çaldığı bölümler başlı başına soloyu andırır. Bu açıdan erken caz dönemimdeki davulcu özelliklerini de taşımakta ve tipik swing anlayışı içinde sıkışıp kalmamaktadır.
1930'ların sonuna doğru Krupa'nın tam tersi bir davul yaklaşımı Count Basie'nin davulcusu Jo Jones tarafından sergilenmiştir. Krupa'nın "gürültülü", her vuruşta bas davul kullanan çalış tarzına karşın Jones genelde bas davul kullanmaktan kaçınmıştır. Jones'un high-hat zili üzerinde çalışı Krupa'ya göre çok daha esnektir. Belki de bundan dolayı, Jones'un çalışında süreklilik duygusu hakimdir. Jones'un çalışı aynı zamanda basçıyla da yüksek bir koordinasyon kurabilmesini sağlamış bu da ritim kısmının diğer orkestralardakine göre daha akıcı olmasını sağlamıştır.
Trombon
Erken dönem caz tromboncuları aynı zamanda swing döneminin önemli tromboncuları arasında yer almıştır. Bu sanatçıların stilleri rafineleşmiş ve caz orkestralarında Dixieland gruplarına göre kendilerini daha çok gösterme fırsatı bulmuşlardır. Jack Teagarden ve Tommy Dorsey de buna dahildir.
Tommy Dorsey 1930'lar, 1940'lar ve 1950'ler boyunca çok popüler olmuş olan dans orkestralarına liderlik etmiştir. Bunun yanı sıra saksofoncu kardeşi Jimmy Dorsey ile birlikte pek çok grubun liderliğini paylaşmıştır.
Tommy Dorsey müzisyenler arasında çok iyi bilinen bir isimdir çünkü trombondan temiz ve yumuşak bir ton elde etmek için geliştirmiş olduğu bir tekniğe sahiptir. Aletindeki ustalık, sahip olduğu parlak ton ve tiz perdelerdeki çalışı Dorsey'în diğer tromboncular taradından örnek alınmasının sebeplerindendir. Lawrence Brown bu anlamda bir diğer önemli isimdir.
Erken caz döneminde bilinmeyip swing'in caza kazandırmış olduğu isimlerden biri Bill Harris'tir. Harris, 1940'larda Woody Herman orkestrasının bakır saz kısmındaki en orijinal ve etkileyici solistti. Kendisi aynı zamanda J.J. Johnson'dan önce modern caz trombonunun gelişmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Alışıldık soloların yanı sıra staccato'lu ve didikleyici yapıda figürler de kullanmıştır. Dönemine göre geniş bir ses aralığına sahip olan Harris'in tonu kalın ve geniştir.
Trompet
Roy Eldridge
Trompetçi Roy Eldridge swing döneminin en ileri seviye doğaçlamacısıydı. O, swing ile modern caz arasında bir köprüdür adeta. Dizzy Gillespie kendi çalışının Roy Eldridge sayesinde şekillendiği söylemiş, Miles Davis de Eldridge'e olan hayranlığını dile getirmiştir.
Roy Eldrige'in coşku dolu agresif bir stili ve eşine az raslanan bir teknik ustalığı vardır. Nota seçimindeki orijinalite ve saksofon tarzı müzikal cümleleriyle Louis Armstrong stili ile Dizzy Gillespie'nın öncülük ettiği modern yaklaşım arasındaki boşluğu doldurmuştur. Eldrige'in tonu kimi zaman temiz ve sıcak kimi zaman ise sert ve keskindir. Tiz perdelerde notaları kıvırırcasına çalmıştır. Roy Eldrige trompette uzun ve kuvvetli müzikal cümlelerin çalınabilmesinin mümkün olduğunu göstermiştir. Bu söylediğimiz saksofonda yapılması çok zor olmayan ancak mekaniği nedeniyle trompette uygulanması zor olan bir şeydir.
Eldrige'in etkisiyle trompetçiler aletlerindeki ustalığı geliştirmek ve daha özgün doğaçlamalar yapabilmek için çaba harcadılar. Aynı zamanda bu, trompetin parça içinde doğaçlama süresinin de uzamasına imkân sağlamıştır.
Eldrige'in etkisi 1950'lere kadar uzanır çünkü Gillespie kendi modern yaklaşımını Eldrige'in tiz perdelerdeki çalışı, geleneksel olmayan nota seçimi ve saksofon tarzı cümleleri üzerine inşa etmiştir.
Swing alanının en meşhur trompetçilerinden biri de Bunny Berigan'dır. Berigan'ın stili Louis Armstrong üzerine kuruludur. Pürüzsüz tonu ve artikülasyonu ile oldukça usta bir trompetçidir. 1937'de "I Can't Get Started" parçasındaki solosu o kadar sevilmiş ve tutmuştur ki adı geçen parça trompetçilerin repertuvarında vazgeçilmezlerden biri olmuştur. Tommy Dorsey Orkestrası'nın 'Marie' kaydındaki etkileyici doğaçlaması da farklı aranjmanlarla diğer pek çok orkestra tarafından çalınmıştır.
Saksofon
Coleman Hawkins
Caz tarihine bakıldığında ilk önemli tenor saksofoncunun Coleman Hawkins olduğu görülür. 1920'lerde caz arenasına dahil olmaya başladığında saksofon müzik için sadece bir 'yenilik' ya da biraz fazlası olarak algılanıyordu. Ancak Hawkins'in çalışıyla birlikte saksofon nefesli ailesi içinde 'ün' ve 'prestij' elde etti. Onun enstrümanına olan hakimiyeti ile geniş, derin, kuvvetli tonu diğer saksofonculara örnek teşkil etti. Bugün saksofon cazın en popüler enstrümanlarından biri (kimileri için ise cazın ta kendisi!) haline geldiyse bunun için teşekkür edileceklerin başında Coleman Hawkins gelir.
Kendinden önceki saksofonculara kıyasla Hawkins akor ilerleyişine/değişimine (chord progression) büyük önem vermiştir. "Body and Soul" parçasındaki gibi komplike akor kullanım stili Hawkins'i betimlemekte önemlidir. Onun için melodik gelişme daha arka planda kalmaktadır. Bundan ötürü de dinleyicilerinden bir kısmı onu melodik değil armonik doğaçlamacı olarak gördüklerini belirtmiştir.
Hawkins Fletcher Henderson Orkestrası'nda 1923'ten 1934'e kadar baş solist olarak yer almış daha sonra küçük gruplarla çalışmalarını sürdürmüştür. Her ne kadar swing dönemiyle bütünleşmiş olsa da, 1940'larda da yerini korumuştur. Teknik açıdan sağlam bir altyapıya sahip olduğundan yeni gelişen akımlara da ayak uydurabilmiştir.
Caz tarihindeki en tutarlı ve ciddi solistler arasında yer alan Hawkins, sadece kendi dönemindekileri etkilemekle kalmamış, Sonny Rollins ve John Coltrane gibi saksofoncular tarafından da örnek alınmıştır. Hawkins, Coltrane ve Lester Young cazın en etkileyici tenorlarıdır.
Don Byas
Don Byas, çağdaşı olan diğer swing saksofoncuların çoğundan daha ileri bir seviyedeydi. Bundan ötürü de 1940'ların modern müzisyenleri arasında da yer alır. Byas, ateşli çalışı, enstrümanındaki imrenilecek kontrol kabiliyeti ile armonik olgunluk ve melodik bir atılganlığa sahipti. Sebare çalmayı ve akordaki notaların altından girip üstünden çıkmayı seven bir saksofoncuydu aynı zamanda. Parçaların özgün yapısına yeni akorlar ekleyerek doğaçlamalarında her ikisinden de faydalanıyordu. Bu konuda piyanist Art Tatum'dan esinlenmiştir. Geniş ve kuvvetli çalışında Hawkins etkisi görülür, ancak Byas'ın çalışında swing'i yakalamak daha kolaydır. Bunun nedeni belki de Byas'ın geliştirdiği fikirlerin ritmik bazda daha az çeşitlilik göstermesidir. Byas'ın stili kendinden sonra gelen pek çok meslektaşı tarafından takdir edilmiştir. Onu kendisine örnek alan iki isim ise gerçekten önemlidir: Lucky Thompson ve Benny Golson.
Benny Carter ve Johnny Hodges swing döneminin en önemli alto saksofoncularıdır. Carter'ın çalışında dinleyicileri ilk olarak etkileyen özellikler sanatçının aletindeki rahatlığı ve sıcak - parlak tonudur. Carter'ın zengin ve 'lüks' bir tonu vardır. Soloları akıcı ve hafiftir. Aynı zamanda iyi bir trompetçi, klarinetçi ve aranjördür de.
Piyano
Art Tatum
Art Tatum caz tarihinin en çok takdir edilen piyanistleri arasında yer almıştır. 1940'lardan sonra ortaya çıkan üstün teknikli piyanistlerle kıyaslandığında bile yine de üst sıralarda yer almıştır. Doğaçlamalarıyla ve popüler melodileri parçaya monte ediş biçimiyle Tatum ne yapacağı tahmin edilemez bir müzisyendir. Müzik sürüp giderken aklına gelen fikirle cümlelerin yönünü aniden değiştirip yeni fikri doğrultusunda çalması Tatum'da görülen bir özelliktir. Tatum'un çalışı oldukça süslü, uzun ve bir o kadar da hızlıdır. Popüler melodileri çalarken aniden akor ekleme / değiştirme konusunda uzmandır (ki buna chord substition denir). Modern caz müzisyenleri Tatum'un akorlarla yaptıklarını kendi aletlerine adapte edip çalmak için uğraşmışlardır.
Art Tatum'un caz tarihindeki etkisi muazzamdır. Klavyeye olan hakimiyeti diğer piyansitler için çıkış noktası olmuş, sololarındaki akor kullanım şekli tenor saksofoncu Don Byas ve altocu Charlie Parker tarafından adeta absorbe edilmiştir. Aynı zamanda modern cazın ilk günlerinde çok önemli yeri olan iki piyanisti de etkilemiştir : Bud Powell ve Lennie Tristano. Bu iki piyanistin vasıtasıyla Tatum'un etkisi dolaylı da olsa 1950'lerde de görülmüştür.
Teddy Wilson da dönemin sivrilen piyanistleri arasındadır. Erken caz döneminde görülen ağır piyona sesini yumuşatmıştır. Bu vurgulu ağırlığın yerine akıcı ve yumuşak bir çalış stilini yerleştirmiştir. Wilson'ın sololarında sergilediği zarafet ve intizam dinleyicileri etkileyen unsurların başında yer alır.
Dönemin üç büyük ismi olan Art Tatum, Earl Hines ve Teddy Wilson'dan Hines'ın etkileri 40'ların başındaki Nat Cole ve Errol Garner da kendini belli eder. Nat "King" Cole, nefesli sazların müzikal cümlelerini piyanoya taşıyanların başında yer alır. 1939 yılında Cole; piyano, gitar ve bastan oluşan bir trio kurmuş, bu trionun "hit" kayıtlatı ise 1943-49 yılları arasında olmuştur. Nat Cole'un caza etkisi pek çok insanın düşündüğünden fazladır : Oscar Peterson, Bill Evans ve Horace Silver gibi modern piyansitler kendi müzikal ifadelerini oluştururken Nat Cole'dan etkilendiklerini belirtmişlerdir.
Peterson, Cole'un kendi piyano stilindeki ana etken olduğunu söylemiş ve Cole gibi piyano, bas, gitardan oluşan bir trio kurmuştur. Evans ise Cole'un melodik fikri alıp geliştirmesi ve sonra bunu doğaçlamalarının içine monte edişinden etkilenmiştir.
Cole sesiyle popüler olup bir yıldız haline gelince piyano stili ve piyanoya olan yaklaşımı gittikçe daha az önemsenir olmuştur. Bu yüzde Nat Cole'un piyansitliği pek çok kişi tarafında maalesef 'es' geçilmiştir.
Erroll Garner
Erroll Garner caz piyanosunda başlı başına farklı bir yerde durmaktadır. Garner kendine özgü, ana akımlardan farklı bir stil geliştirmiş; bundan ötürü tam olarak ne swing ne de bop dönemine dahil edilmesi mümkündür. Garner'ın tanınmaya başladığı yıllarda swing zaten zirvedeydi ve modern caz yaklaşımları da kendini göstermeye başlamıştı. Garner, izlenmesi kolay swing'i yansıtan bir stile sahiptir. Popüler şarkıları yorumlayan piyano triosu ile geniş ölçüde tanınmışlık elde etmiştir. Diğer porçaları yorumlamanın yanında kendi bestelerini de çalan Garner'ın "Misty" isimli bestesi kendisini 1950'ler boyunca en çok tanınan cazcılar arasına sokmuştur. Çalışının kökleri 1930'lardaki swing döneminden gelse de popülaritesini 1950'lerde kazanan Garner, Charlie Parker gibi modern cazın sembol isimlerinden biriyle de kayıt gerçekleştirmiştir.
Garner'ın sağ eliyle çaldığı cümleler Earl Hines'ı hatırlatır. Ancak Garner'ın melodik anlayışı Hines'ınkine göre daha basittir. Hines'ı karakterize eden ritmik sürpriz yaratma anlayışı pek görülmez. Dikkati çeken bir diğer nokta da yıllar geçtikçe Garner'ın stilinin evrimleşip gelişmesidir.
Garner'ın çalışı kimi zaman da zengin orkestral bir hava taşır. Armonik açıdan Fransız İzlenimcilik (Impressionistic) akımı temsilcilerinden Claude Debussy ve Maurice Ravel'i andırır. Garner parçalarını armonik yapıya dayandırmış, doğrudan melodiyi çalmamıştır. Bu da kendisinden sonra gelen piyanistlerin akora dayalı çalma yönünde Garner'ı incelemelerini sağlamıştır. Garner'dan etkilenen piyanistler arasında George Shearing ve Ahmed Jamal sayılabilir.
Milt Buckner kilitli el tekniği stiliyle (locked-hands style) 1940'ların piyanistlerini etkilemiş bir şahıstır. Bu, akoru seslendirme biçimlerinden biri olup tepedeki nota melodi notası haline gelir. Bir elin melodik hattı diğer elin ise genellikle akorları çaldığı durumun tersidir. 1940'ların sonu 1950'lerin başında Lennie Tristano, George Shearing, Ahmed Jamal, Oscar Peterson bu tekniği kullanmıştır.
Gitar
Swing döneminde gitar, daha yeni yeni 'metronom' görevi dışında başka görevleri de üstlenebilecek bir enstrüman olarak algılanmaya başlanmıştı. Django Reinhardt ortaya çıkana dek pek çok caz gitaristi düz, akora dayalı ve piyano ile nefesli sazlara kıyasla gayet sönük bir biçimde çalıyordu. Bu durum Charlie Christian ve Django Reinhardt ile birlikte değişti.
Charlie Christian
Charlie Christian o zamana kadar keşfedilmemiş bir dünya olan 'elektrik gitar' alanında ustalığını sergilemiş bir müzisyendir. Uzun, swing içeren soloları gitarı nefeslilerin hegemonyasından kurtardı. Christian'ın kimi pasajları kendisine örnek aldığı saksofoncu Lester Young'dan esintiler taşır. Jazz-rock döneminden önce yetişmiş bütün caz gitaristlerinde şu ya da bu şekilde Charlie Christian etkisini görmek mümkündür. Hatta 1960'ların en önemli caz gitaristi olan Wes Montgomery de temelde Charlie Christian etkisi taşıdığından, Christian'ın etkisi dolaylı biçimde 1990'lara kadar uzanır.
Django Reinhardt
Django Reinhardt, Fransa'da yaşamış olan bir Belçika çingenesidir. Çoğunlukla Avrupa'da çalmış, Amerika'ya sadece bir defa gitmiştir. Bununla beraber kayıtlarına Amerika'da ulaşılabiliyordu ve özellikle swing dönemi boyunca Reinhardt Amerikalı caz gitaristlerin en çok tuttuğu kişilerden biri olmuştur. Reinhardt'ın aletine olan hakimiyeti had safhadadır. Hız konusunda, teknik açıdan çalınması daha kolay enstrümanlarla yarıştığı bile söylenmektedir. Süslü - şatafatlı bir çalışı ve oldukça belirgin bir vibratosu vardır. Çingene müzik ruhu ile caz anlayışını bir potada eritmeyi başarmıştır.
Bu iki gitaristi daha iyi tetkik etmek için yaklaşımlarını ve bu yaklaşımlardaki farklılıkları gözden geçirelim.
Christian'ın soloları genelde süreklilik gösteren bir düzen içindedir ama bunlarla sınırlı değildir, Reinhardt ise sıra dışı ve aniden ortaya attığı melodik fikirlerle sürprizlerle doludur.
Christian'ın cümleleri nefeslileri andırır, Reinhardt'ınkiler ise piyanoyu.
Christian kayıtlarının hemen hepsinde amfi kullanmıştır, Reinhardt için böyle bir durum söz konusu değildir.
Christian'ın tonu yumuşak ve yuvarlaktır. Reinhardt'ın tonu ise keskin ve metaliktir.
Christian'ın kökeninde blues geleneği vardır. Reinhardt'a Çingene müziği temel oluşturmuş, Fransız izlenimcileri Maurice Ravel ve Claude Debussy'nin stilini oluşturmasında önemli rolü olmuştur.
Christian çok az vibratolu çalmıştır buna karşın Reinhardt'ın vibratolu çalışı kendisini karakterize eden özelliklerin başında yer alır.
Şarkıcılar
Billie Holiday
Billie Holiday 1930'ların başlarından itibaren caz arenasında etkisi en büyük olan şarkıcıdır. Pek çok vokal kariyerine Holiday'i taklit ederek başlamıştır. Pek çoğu da çıkardığı albümü ona adamıştır. Caz müzisyenlerine "ıssız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız kayıtlar hangileridir" diye sorulduğunda pek çoğu yanıtlarına Billi Holiday'i de dahil etmiştir. Caz müzisyenleri tarafından enstrümantal müziğin hemen her zaman vokale tercih edildiği de göz önünde bulundurulsa bu cevabın önemi daha iyi anlaşılır.
Holiday'in sesi Bessie Smith kadar güçlü, Sarah Vaughan kadar zengin değildi. Ella Fitzgerald'in sahip olduğu ses aralığına ve hıza da sahip değildi. Buna rağmen Holiday'in bu kadar takdir edilmesinin sebebi neydi peki ? Öncelikle orijinal ve taze bir sesi vardı. Şarkı sözleri gerçeğe dönüşürdü adeta ve doğrudan dinleyiciyle konuşuyor havasını oluştururdu. Hüzünlü şarkılarda yansıttığı keder ve ıstırap dinleyiciyi ağlatabilecek seviyedeydi. Bununla beraber 1930'ların sonundaki bazı kayıtlarında çağdaşlarında raslanmayan umarsız bir neşe de görülür.
Holiday'i bu kadar önemli yapan nedenlerden biri de sunduğu 'caz tadı' idi. Gerçek anlamda bir blues şarkıcısı olmadığından Holiday'in sesi ve yaklaşımı nefeslileri andırırdı. Caz enstrümantalistleri gibi şarkıyı doğrudan sunmaktan kaçınmış, ritimleriyle oynayarak şarkıları farklı şekillerde yorumlamıştır.
Holiday; Artie Shaw, Benny Goodman ve Count Basie gibi kendi döneminin dev müzisyenleriyle turnelere çıkmış, kayıtlar yapmıştır. 1938 yılında Teddy Wilson, Lester Young ve Basie Orkestrası'ndan bazı müzisyenlerle birlikte yaptığı kayıtlar dönemin sivrilmiş çalışmaları arasındadır. 1937 kaydı "Carelessly" listelerde birinciliğe yükselmiş, 1945' kadar da toplam 35 kaydı ilk 1920'de kendine yer bulmuştur. Kimi dinleyiciler Holiday'in 1930'lar boyunca yaptığı kayıtların en iyileri olduğunu savunurken, diğer bir kısım dinleyici ise 1950'lerde yaptığı kayıtların duygusal anlamda daha vurucu olduğunu belirtmektedir.
1972 yılında yapılmış olan "Lady Sings The Blues" filminin esin kaynağı olan Billie Holiday'in albümleri ölümünden yaklaşık 40 sene geçmesine karşın hala pek çok müzik severe hitap etmekte, alıcı bulmaktadır.
Ella Fitzgerald
Ella Fitzgerald 20. yüzyılın opera sanatçısı olmayan en etkileyici ve olağanüstü şarkıcısıdır. Adeta kusursuz bir tekniği vardır. Kıvraklığı ile dinleyiciyi etkiler. Swing'i yansıtmadaki başarısı ve senkoplardaki zamanlaması ile orkestra içindeki nefesli sazlardan biri gibidir (hem de en iyilerinden biri). Dönemin pek çok trompet ve saksofoncusu müzikal ifade açısından onun ulaşmış olduğu seviyeye ulaşamamıştır. 1930'ların ortalarında şöhret kazanmaya başlayan Fitzgerald, 1938 yılında Chick Webb'in grubuyla yaptığı "A-Tisket-A-Tasket" icrasıyla 1 numaraya yerleşmiştir. Bu grupla sonra daha pek çok kayıt gerçekleştirip turnelere çıkmış, Webb'in ölümünden sonra da yıllarca liderliğini üstlenmiştir.
Ella Fitzgerald'ın tonu berrak ve esnektir. Ses aralığı ise 3 oktavdır ki buna pek rastlanmaz. Hangi tonda ve tempoda olursa olsun şarkılarında hep rahattır. Yaklaşımı genel olarak huzur ve sıcaklık duygusu taşır. Pek çok şarkıcının meyilli olduğu melodramik yaklaşımın aksine Fitzgerald neşeli ve coşkulu bir hava taşır. Pek çokları onun zirvede olduğu dönemin 1950'ler ve 1960'lar olduğunu söyler. Bununla beraber 1970'li 1980'li yıllarda da oldukça etkileyici performans sergilemiştir.
Kendisi icat etmemiş olsa da "scat" tarzının en bilinen temsilcisidir. Ondan sonraki diğer tüm modern scat şarkıcıları kendilerini ilk etkileyen kişinin Fitzgerald olduğunu söyler. Scat tarzındaki bu etkisi onun sadece caz dinleyicileri tarafından sevildiği izlenimi uynadırmasın; şarkılara kattığı ruh ve gerçeklikten ötürü pek çok pop müzik dinleyicisi de Ella Fitzgerald'ı dinlemiş ve etkilenmiştir.
Popülarite
Swing dönemindeki caz müzisyenleri bugünkü rock starlarına benzetilebilir. Benny Goodman, Count Basie, Duke Ellington 30'lar ve 40'lar boyunca herkesin bildiği isimlerdi. Halk onları caz müzisyeni olarak değil, dans orkestralarının liderleri olarak görüyordu. Bu müzisyenleri sahip oldukları ün daha sonra çok az caz müziyenine nasip olmuştur.
O dönemde orkestralarının (meşhur ya da değil) fazlalığı müzisyen ihtiyacına neden olmuş bu da caz müzisyenleri için iş olanaklarının artmasını sağlamıştır. Fakat pek çok orkestra doğaçlamaya önem vermediğinden müzisyenlerin bu orkestralarda kendilerini ne kadar geliştirebildikleri tartışılır.
1950'lerdeki rock gruplarında olduğu gibi, swing gruplarının 1930'lar ve 1940'lardaki en önemli işlevi insanlara dans müziği sunmalarıydı. Popüler rock gruplarıyla swing orkestralarının bir diğer benzerliği de özenle hazırlanmış kıyafetler ve sahne şovlarıdır. Sergilenen performansın görselliği önemli sayıdaki dinleyici için başlı başına bir çekim oluşturmuştur. Bu yüzden swing döneminin popülaritesi kulağın yanı sıra göze de hitap etmesinden kaynaklanır.
Peki bu popülariteyi elde etmiş olan swing dönemi caz müziğinin zirvelerinden biri midir ? Bu soruya cevap vermeden önce cazı nasıl tanımlayacağımız önem kazanıyor. Eğer swing'e 'caz geleneğine ve bütünlüğüne olan bağlılığı' açısından yaklaşırsak, evet, gerçekten de swing cazın zirvelerinden biridir. Ama daha katı bir tanım kullanıp, cazın doğaçlama içermesi gerektiği ve doğaçlamanın cazın olmazsa olmazlardan biri olduğunu söylersek swing için bir önceki cümledeki yargı geçerliliğini kaybeder. Çünkü dönemin dans orkestralarına göre caz kategorisine çok daha yakın olan orkestralarda dahi öncelikli amaç doğaçlama değildi.
Kaynakça |
1592 | https://tr.wikipedia.org/wiki/13%20Ekim | 13 Ekim |
Olaylar
54 - Neron, Roma tahtına oturdu.
1492 - Kristof Kolomb, Bahamalar'da Yerlilerce Guanahani olarak adlandırılan, San Salvador ismini verdiği adaya ayak bastı.
1773 - Fransız astronom Charles Messier, Girdap gökadası'nı keşfetti.
1775 - ABD Deniz Kuvvetleri kuruldu.
1792 - Amerika Birleşik Devletleri'nde Beyaz Saray olarak bilinen binanın temeli atıldı.
1827 - 658 yılından beri Müslüman egemenliğinde olan Erivan, Ruslar tarafından ele geçirildi.
1843 - Bilinen en eski Yahudi yardımlaşma örgütü B'nai B'rith (İttifak Evlatları) New York'ta kuruldu.
1845 - Teksas'ta yapılan referandumda ABD'ye katılma kararı alındı.
1884 - Greenwich Gözlemevi'nden geçen meridyen, 0 derece ve uluslararası zaman kuşakları için başlangıç noktası olarak kabul edildi.
1886 - Amerikalı eczacı Pemberton, Coca Cola'nın formülünü buldu.
1900 - Avusturyalı nörolog Sigmund Freud, ünlü kitabı Düşlerin Yorumu'nu yayınladı.
1911 - İtalya Krallığı, Derne'yi işgal etti.
1914 - Garrett Morgan, gaz maskesini icat etti ve patentini aldı.
1918 - Talat Paşa liderliğindeki İttihat ve Terakki Hükûmeti istifa etti.
1921 - TBMM Hükûmeti, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ile Kars Antlaşması'nı imzaladı ve Doğu Cephesi'nde Türk Kurtuluş Savaşı sona erdi.
1923 - TBMM'de, Ankara'nın Hükûmet merkezi ve başkent olması kararlaştırıldı.
1935 - Türkiye'de faaliyet gösteren Mason Locaları Atatürk tarafından kapatıldı.
1943 - II. Dünya Savaşı: İtalya'da Mussolini'yi devirip başa geçen yeni Hükûmet taraf değiştirdi ve Müttefik Devletler'le ittifak oluşturarak Almanya'ya savaş ilan etti.
1944 - Letonya'nın günümüzdeki başkenti Riga, Sovyetler Birliği kontrolüne geçti.
1946 - Fransa'da Dördüncü Cumhuriyet'in Anayasası kabul edildi.
1951 - Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği güzellik yarışmasında, Günseli Başar Türkiye Güzellik Kraliçesi seçildi.
1955 - Suna Kan, "Viotti Keman Yarışması"nda birinci oldu. Yarışma, ünlü İtalyan kemancı Giovanni Battista Viotti adına düzenlenmişti.
1968 - Avustralya'ya ilk Türk işçi kafilesi hareket etti.
1970 - Fiji Birleşmiş Milletler'e üye oldu.
1972 - Bir Uruguay askeri uçağı And dağlarında (Arjantin ve Şili sınırında) düştü. Sağ kalan 16 kişiye 23 Aralık'ta ulaşılarak kurtarıldı. Bkn: Uruguay Hava Kuvvetleri Uçuş 571
1972 - Sovyetler Birliği Hava Yolları Aeroflot'a ait İlyuşin Il-62 tipi bir yolcu uçağı, Moskova yakınlarında Şeremetyevo Uluslararası Havalimanı'na yaklaşırken düştü; 164 yolcu ve 10 kişilik mürettebatın tümü öldü.
1976 - Bolivya Hava Yolları'na ait bir kargo uçağı, Santa Cruz'da (Bolivya) düştü; 97'si yerde ve çoğunluğu çocuk olmak üzere 100 kişi öldü.
1977 - Dört Filistinli, bir yolcu uçağını Somali'ye kaçırdı ve Kızıl Ordu Fraksiyonu mensubu 11 tutuklunun salıverilmesini istedi.
1980 - 16 Nisan 1980'de İstanbul'da Amerikalı bir astsubay ile bir Türk arkadaşını öldüren sol görüşlü militanlar Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan, ölüm cezasına çarptırıldı.
1986 - Büyük Vatan Partisi kendini feshetti.
1990 - 1975'ten beri devam etmekte olan Lübnan İç Savaşı sona erdi.
1991 - Bulgaristan'da reel sosyalizm sonrası ilk parlamento seçimleri yapıldı.
1991 - Eski Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Emekli Orgeneral Adnan Ersöz öldürüldü. Ersöz'ü Dev-Sol örgütü militanlarının öldürdüğü açıklandı.
1994 - Mali polis, Halil Bezmen'e ait trilyonlarca lira değerindeki antika, tarihî eser ve tabloyu, Amerika Birleşik Devletleri'ne kaçırılmak üzereyken ele geçirdi.
1995 - İngiliz fizikçi Joseph Rotblat ve içinde bulunduğu antinükleer grup, Nobel Barış Ödülü'nü aldı.
1995 - Prag'daki Dünya Güreş Şampiyonası'nda, 82 kiloda Hamza Yerlikaya Dünya şampiyonu oldu.
1996 - Radikal gazetesi yayın hayatına başladı.
1997 - Altın Koza Film Festivali sonuçlandı. Zeki Demirkubuz'un yönettiği Masumiyet filmi birinciliği aldı.
2002 - Sırbistan'da, Slobodan Milošević'in devrilmesinden sonra düzenlenen ilk Devlet Başkanlığı seçimi katılımın düşük olması nedeniyle geçersiz sayıldı.
2002 - Yeniçağ gazetesi yayın hayatına başladı.
2006 - Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Güney Kore Dış İşleri Bakanı Ban Ki-moon'u yeni BM Genel Sekreteri olarak resmen atadı. Moon görevi Kofi Annan'dan 1 Ocak 2007'de devraldı.
2006 - Nobel Barış Ödülü, Bangladeşli Muhammed Yunus ve Grameen Bank arasında paylaştırıldı.
2010 - Şili'deki maden kazasında yer altında mahsur kalan 33 madenci 69 gün sonra sağ olarak kurtarıldı.
2020 - Microsoft Office 2010 için genişletilmiş desteğe son verildi.
Doğumlar
467 - Xiaowen, Çin'de Kuzey Vey Hanedanı'nın altıncı imparatorudur (ö. 499)
1474 - Mariotto Albertinelli, İtalyan ressam (ö. 1515)
1820 - John William Dawson, Kanadalı jeolog ve üniversite yöneticisi (ö. 1899)
1853 - Lillie Langtry, Amerikalı (İngiliz) sosyetik, oyuncu ve yapımcı (ö. 1929)
1887 - Jozef Tiso, Slovak Katolik rahip ve Slovakya Halk Partisi'nin önde gelen siyasetçilerinden biri (ö. 1947)
1890 - Conrad Richter, Amerikalı romancı (ö. 1968)
1903 - Takiji Kobayashi, Japon proleter edebiyatı yazarı (ö. 1933)
1909 - Art Tatum, Amerikalı caz piyanisti (ö. 1956)
1920 - Laraine Day, Amerikalı oyuncu (ö. 2007)
1921 - Yves Montand, Fransız şarkıcı ve sinema oyuncusu (ö. 1991)
1923 - Süha Özgermi, Türk iş insanı ve organizatör (ö. 2013)
1924 - Roberto Eduardo Viola, Arjantinli asker ve diktatör (ö. 1994)
1925 - Lenny Bruce, Amerikalı komedyen (ö. 1966)
1925 - Margaret Hilda Thatcher, Britanyalı kimyager, siyasetçi ve Birleşik Krallık Başbakanı (ö. 2013)
1925 - Gustav Winckler, Danimarkalı şarkıcı (ö. 1979)
1927 - Lee Konitz, Amerikalı caz müziği sanatçısı, besteci ve alto saksofoncu (ö. 2020)
1927 - Nur Ali Tabende, İranlı insan hakları aktivisti (ö. 2019)
1927 - Turgut Özal, Türk elektrik mühendisi, siyasetçi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. Cumhurbaşkanı (ö. 1993)
1931 - Raymond Kopa, Fransız eski futbolcu (ö. 2017)
1932 - Liliane Montevecchi, Fransız-İtalyan şarkıcı, dansçı ve oyuncu (ö. 2018)
1934 - Nana Mouskouri, Yunan şarkıcı
1936 - Christine Nöstlinger, Avusturyalı yazar (ö. 2018)
1936 - Shirley Bunnie Foy, Amerikalı şarkıcı (ö. 2016)
1939 - Melinda Dillon, Amerikalı aktris
1941 - Neil Aspinall, İngiliz müzik şirketi yöneticisi (ö. 2008)
1941 - Emre Kongar, Türk toplum bilimci ve akademisyen
1941 - Paul Simon, Amerikalı müzisyen
1942 - Rutanya Alda, Leton asıllı Amerikalı oyuncudur
1942 - Aykut Oray, Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu (ö. 2009)
1945 - Dési Bouterse, Surinamlı siyasetçi ve asker
1948 - Nusrat Fateh Ali Khan, Pakistanlı müzisyen (ö. 1997)
1949 - Tarık Akan, Türk sinema sanatçısı (ö. 2016)
1950 - Tamer Levent, Türk oyuncu, yönetmen ve yazar
1956 - Sinan Sakić, Sırp pop-halk müziği şarkıcısı (ö. 2018)
1958 - Cemal Kaşıkçı, Suudi gazeteci ve yazar (ö. 2018)
1959 - Melek Gençoğlu, Türk senarist
1961 - Doc Rivers, Eski NBA oyuncusu
1961 - Abderrahmane Sissako, Moritanyalı yönetmen ve yapımcı
1962 - Kelly Preston, Amerikalı oyuncu, manken ve şarkıcı (ö. 2020)
1964 - Allen Covert, Amerikalı sinema oyuncusu ve komedyen
1966 - Baja Mali Knindža, Sırp halk şarkıcısı ve söz yazarı
1967 - Aleksander Čeferin, Sloven futbol yöneticisi
1967 - Javier Sotomayor, Kübalı eski yüksek atlayıcı
1967 - Kate Walsh, Amerikalı aktris ve iş insanı
1969 - Lev Mayorov, Azeri futbolcu ve teknik direktör (ö. 2020)
1970 - Paul Potts, İngiliz tenor
1971 - Sacha Baron Cohen, İngiliz oyuncu
1977 - Antonio Di Natale, Eski İtalya millî futbol takımı futbolcusu
1977 - Paul Pierce, Amerikalı profesyonel basketbolcu
1978 - Jermaine O'Neal, Amerikalı profesyonel eski basketbolcu
1979 - Wes Brown, İngiliz futbolcu
1979 - Mamadou Niang, Eski Senegalli futbolcu
1980 - Ashanti, Amerikalı albüm yapımcısı, oyuncu, dansçı ve manken
1980 - David Haye, İngiliz boksör
1980 - Scott Parker, İngiliz eski millî futbolcu
1982 - Hans Cornelis, Belçikalı futbolcu
1982 - Ian Thorpe, Avustralyalı yüzücü
1984 - Leonel Núñez, Arjantinli futbolcu
1986 - Gabby Agbonlahor, İngiliz eski futbolcu
1986 - Sergio Pérez, Meksikalı futbolcu
1987 - Tochinoshin Tsuyoshi, Gürcistan asıllı profesyonel sumo güreşçisi
1989 - Enrique Pérez, Meksikalı futbolcu
1989 - Breno Borges, Brezilyalı futbolcu
1989 - Alexandria Ocasio-Cortez, Amerikalı politikacı, aktivist ve eğitimci
1994 - Kübra Akman, Türk voleybolcu
1995 - Park Jimin, Güney Koreli şarkıcı, söz yazarı ve dansçı
1996 - Joshua Wong, Hong Konglu aktivist ve politikacı
2001 - Caleb McLaughlin, Amerikalı televizyon ve sinema oyuncusu
Ölümler
54 - Claudius, Roma İmparatoru (d. MÖ 10)
1282 - Niçiren, Japon Budist keşiş ve Niçiren Budizmi'nin kurucusu (d. 1222)
1605 - Théodore de Bèze, Fransız Kalvinist Protestan ilahiyatçı, reformcu ve bilgin (d. 1519)
1687 - Geminiano Montanari, İtalyan gök bilimci (d. 1633)
1715 - Nicholas Malebranche, Fransız filozof ve Katolik teolog (d. 1638)
1815 - Joachim Murat, Fransız mareşal, Grandük ve Napoli Kralı (kurşuna dizilerek idam) (d. 1767)
1822 - Antonio Canova, İtalyan heykeltıraş (d. 1757)
1825 - I. Maximilian Joseph, Bavyera Krallığı'nın ilk Hükümdarı (d. 1756)
1863 - Philippe Antoine d'Ornano, Fransız asker ve politikacı (d. 1784)
1882 - Arthur de Gobineau, Fransız diplomat, yazar ve filozof (d. 1816)
1890 - Samuel Freeman Miller, Amerikalı tıp doktoru ve avukat (d. 1816)
1905 - Henry Irving, İngiliz oyuncu (d. 1838)
1919 - Karl Adolph Gjellerup, Danimarkalı şair ve yazar (d. 1857)
1928 - Maria Fyodorovna, Rusya İmparatoriçesi (d. 1847)
1937 - Kazimierz Nowak, Polonyalı seyyah, muhabir ve fotoğrafçı (d. 1897)
1938 - E. C. Segar, Amerikalı karikatürist ve Temel Reis'in (Popeye) yaratıcısı (d. 1894)
1945 - Milton S. Hershey, Amerikalı çikolata imalatçısı (d. 1857)
1946 - Helen Bannerman, İskoç yazar (d. 1862)
1955 - Manuel Ávila Camacho, Meksika Cumhurbaşkanı olarak görev yapmış siyasetçi ve askeri lider (d. 1897)
1961 - Augustus John, İngiliz ressam ve grafik sanatçısı (d. 1876)
1968 - Bea Benaderet, Amerikalı oyuncu ve komedyen (d. 1906)
1971 - Ömer Nasuhi Bilmen, Türk din âlimi ve 5. Diyanet İşleri Başkanı (d. 1882)
1973 - Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı), Türk yazar (d. 1890)
1974 - Ed Sullivan, Amerikalı eğlence programı sunucusu (d. 1901)
1978 - Ferih Egemen, Türk tiyatro ve sinema oyuncusu, yönetmen, yazar ve seslendirme sanatçısı (d. 1917)
1981 - Antonio Berni, Arjantinli ressam (d. 1905)
1986 - Kâmuran Yüce, Türk tiyatro sanatçısı (trafik kazası) (d. 1926)
1987 - Nilgün Marmara, Türk şair (d. 1958)
1987 - Walter Houser Brattain, Amerikalı fizikçi (d. 1902)
1990 - Le Duc Tho, Vietnamlı devrimci, diplomat ve Vietnam Komünist Partisi kurucusu (d. 1911)
1991 - Adnan Ersöz, Türk asker (d. 1917)
1994 - Selim Turan, Türk ressam ve heykeltıraş (d. 1915)
1999 - Mahmut Tali Öngören, Türk sinema ve tiyatro yazarı (d. 1931)
2003 - Bertram Brockhouse, Kanadalı fizikçi (d. 1918)
2008 - Guillaume Depardieu, Fransız oyuncu (d. 1971)
2010 - Gérard Berliner, Fransız şarkıcı, söz yazarı, besteci ve oyuncu (d. 1958)
2011 - Hasan Güngör, Türk güreşçi (d. 1934)
2013 - Dottie Berger MacKinnon, Amerikalı hayırsever (d. 1942)
2013 - Lou Scheimer, Amerikalı dünyaca ünlü yapım şirketi Filmation Studiosun kurucusu, yapımcı ve animatör (d. 1928)
2014 - Elizabeth Norment, Amerikalı oyuncu (d. 1952)
2016 - Bhumibol Adulyadej, Tayland Kralı (d. 1927)
2016 - Dario Fo, İtalyan oyun yazarı, tiyatro yönetmeni, oyuncu ve Nobel Edebiyat Ödülü sahibi (d. 1926)
2016 - Andrzej Kopiczyński, Polonyalı oyuncu (d. 1934)
2017 - Pierre Hanon, Belçikalı eski millî futbolcu ve teknik direktör (d. 1936)
2017 - Albert Zafy, Madagaskarlı siyasetçi ve Madakaskar'ın 6. Devlet Başkanı (d. 1927)
2018 - William Coors, Amerikalı iş insanı (d. 1916)
2018 - Patricia Lesley Hollis, İngiliz kadın siyasetçi ve eğitimci (d. 1941)
2018 - Nikolay Pankin, Rus yüzücü ve yüzme antrenörü (d. 1949)
2020 - Jean Cardot, Fransız heykeltıraş (d. 1930)
2020 - Marisa de Leza, İspanyol aktris (d. 1933)
2021 - Dale Kildee, Amerikalı siyasetçi ve eğitimci (d. 1929)
2021 - Conrado Miranda, El Salvadorlu futbolcu ve teknik direktördür (d. 1928)
2021 - Gary Paulsen, ABD'li bir yazar (d. 1939)
2021 - Agnes Jebet Tirop, Kenyalı uzun mesafe koşucusu (d. 1995)
2022 - James McDivitt,' Amerikalı eski bir test pilotu ve NASA Astronotuydu (d. 1929)
2022 - Jan Rabson, Amerikalı aktör ve seslendirme sanatçısı (d. 1954)
2022 - Stavros Sarafis, eski Yunan millî futbolcu ve antrenör (d. 1950)
2022 - Joyce Sims, Amerikalı şarkıcı ve söz yazarı (d. 1959)
Tatiller ve özel günler
Ankara'nın başkent oluşu
1013
13 |
1607 | https://tr.wikipedia.org/wiki/E%C4%9Fitim | Eğitim | Eğitim; okullar, kurslar ve üniversiteler vasıtasıyla bireylere hayatta gerekli olan bilgi ve kabiliyetlerin sistematik bir şekilde verilmesi.
Eğitim, bireyin doğumundan ölümüne süregelen bir olgu olduğundan ve politik, sosyal, kültürel ve bireysel boyutları aynı anda içinde bulundurduğundan, tanımının yapılması zor bir kavramdır. Bireylerin toplumun standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını kazanmasında etkili olan tüm sosyal süreçlerdir. Kişinin yaşadığı toplum içinde değeri olan, yetenek, tutum ve diğer davranış biçimlerini geliştirdiği süreçlerin tümüdür. Seçilmiş ve kontrollü bir çevrenin (özellikle okulun) etkisi altında sosyal yeterlilik ve optimum bireysel gelişmeyi sağlayan sosyal bir süreçtir. Eğitim, önceden saptanmış esaslara göre insanların davranışlarında belli gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler dizesidir. Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı olarak istedik değişme meydana getirme sürecidir.
Genellikle resmi, yani kurumsal, eğitimle bir kullanıldığından bağlama göre öğretim, öğrenim gibi kavramlarla sıkça karıştırılmaktadır. Bu söylemde düşünüldüğünde eğitim kavramı iki genel çatıda tartışılabilir: toplumsal ve kurumsal eğitim.
Etimoloji
Eğitim, Türkçede sözlük anlamı "Birinin akla uygun, fiziksel ve moral gelişmesi üzerine etki yaparak çeşitli davranış yatkınlıkları, bilgi ve görgü aşılayarak önceden tespit edilmiş amaçlara göre onun belirli bir yönde gelişmesini sağlamak, terbiye etmek" olan eğitmek kelimesinden türetilmiştir. İngilizce ve diğer Avrupa dillerinde education/educazione olarak adlandırılır ve semantik açıdan Latince educare fiilinden gelir; inşa etmek, ayağa kaldırmak, dikmek manasındadır.
Yurt dışı eğitim
Yurt dışı eğitim, genellikle az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere yönelen bir öğrenci akımı olarak algılansa da, aslında kendi vatandaşı bulunulan topraklar dışında, dini, dili, kültürü farklı yabancı bir ülkede eğitim almaktır. Öğrencilerin eğitim hayatlarının belli bir kısmını yurt dışındaki ülkelerde yaşayarak sürdürmesidir.
Yurt dışı eğitim, dil eğitimi, üniversite eğitimi, yükseklisans eğitimi, mesleki ve kariyer eğitimi gibi temel başlıklar altında gruplandırılabilir.
Türkiye'deki öğrencilerin yurt dışı eğitim konusundaki genel eğilimi Amerika ya da Almanya'da eğitim almak olarak belirmiştir.
Yurt dışında eğitim almak isteyen öğrencilere, gidilecek ülke konsololuklarında öğrenci vizesi verilerek, o ülkede belirli bir süre,ülkenin haklarından sınırlı olarak yararlanma hakkı tanınmaktadır.
Ancak Türkiye'de öğrenim gören yabancı öğrenci de vardır. Bunların çoğu Türki cumhuriyetlerden, Ermenistan'dan, İran'dan ya da Gürcistan'dan gelmedir.
Toplumsal eğitim
Bireyin, toplumun bir parçası olarak ailede başlamak üzere çevresindeki sosyal yapıdan aldığı eğitimdir. Geleneklere, dine, sınıfa vb. bağlı olan bu eğitim bireyin değer yargılarının yapısını oluşturur ve bir şekilde toplumun devamını sağlar. Daha sonraki yaşamında da beşeri ilişkileri veya öğrenci kariyeri anlamında da aldığı eğitim çok önemlidir.
Topluma yönelik eğitim faaliyetlerinin ortak noktası, okul dışı, bir başka ifadeyle örgün eğitimin dışında kalmasıdır. Dolayısıyla, sosyal pedagoji; mecburî eğitimini tamamlamış olan veya buna paralel olarak bazı sosyal sorunlu kişiler için, genelde kamu kurum ve kuruluşlarca düzenli, plânlı ve sistemli bir şekilde yürütülen yaygın eğitim faaliyetlerinin bütünüdür.
Kurumsal eğitim
Eğitimin okullaşmış halidir. Eğitimin profesyonel bir örgütlenme içinde bireye sağlanmasıdır.
Platon'un Atina'da kurduğu Akademi tarihteki ilk okul örneklerinden biridir.
Dünyada eğitimin tarihsel süreci ve yapısı
Eğitimin başlangıcı genel olarak söz edilecek olursa insanlık kadar eski olsa da bir bilim olarak çok yenidir. Avrupa'daki modern eğitim sisteminin kökleri orta çağ dönemine kadar gider. Orta çağdaki okullar öncelikli olarak kiliselere bağlıydı ve din adamı yetiştiriyordu. İlk üniversitelerin çoğu Hristiyan kökenliydi. Bununla birlikte 1088'de kurulan Bolonya Üniversitesi gibi laik üniversiteler de vardı.
Günümüzdeki eğitim anlayışı ise Amerikan filozof, psikolog ve eğitim reformcusu John Dewey'nin (1859 – 1952) fikirlerinden ilham almıştır. William James ile birlikte Pragmatizm'in de kurucuları arasında yer alan Dewey, Rousseau ve Platon'un eğitim anlayışlarını eleştirmiş ve eğitimin köhnemiş, eski olguları tekrarla belletmeye değil öğrencinin bir kişi ve vatandaş olarak yaşamına uygulayabileceği bilgi ve becerileri kazandırma amacı gütmesi gerektiğini öne sürmüştür.
Eğitim felsefesi
Eğitimin bugününü iyi anlamak için eğitimin tarihsel değişimini anlamakta yarar vardır. Tarih boyunca ortama ve uygulamalara göre değişik eğitim tanımları yapılmıştır. Günümüzde eğitimin insan faaliyetlerindeki etkisi bugüne kadar olan uygulumaların en karmaşık olanıdır. Genel bir bakışla eğitim bir takım becerilerin öğretim ve öğrenim şeması içerisinde; insan'ın bilgi, sezinleme ve akıl işlevlerini geliştiren faaliyetler ve kavramlar bütünü olarak ele alınmaktadır. Bu tanım çok soyut olup somut uygulamalar üzerinde anlayış geliştirmeye yardım etmemektedir.
Eğitim felsefesi eğitimin amacı, doğası ve içeriğine ilişkin çalışmalarla ilgilenir. Bilginin kendisinin olduğu kadar bilen zihnin doğası ve otorite problemleri, eğitim ve toplum ilişkisi gibi konular eğitim felsefesinin konuları arasında yer alır. Rousseau'nun döneminden bu yana eğitim felsefesi gelişim psikolojisi ve gelişme teorileriyle bağlantılı olmaya devam etmiştir.
Eğitimden beklenen temel amaçlar şunlardır: Sivil toplum sorumluluk, fikir ve girişimci eğitimli vatandaşlara dayalıdır. Her alandaki ilerleme okullaşmanın meydana getirdiği eğitimin kapasitesine bağlıdır. Bu durumda eğitim bireyin, toplumun ve gelecekteki insanlığın gelişim ve refahını güçlendirmeyi amaçlar.
Uygulamalar
Eğitimin tek tanımlı (monolitik) olmadığı gerçeğinden dolayı eğitim kavramına birçok değişik boyuttan yakaşılmaktadır. Birçok boyutun var olmasının temel nedenleri
öğrencinin gelişimsel düzeyinin,
öğrenim ortamının etkisinin,
aktarılmak istenen bilgi yapısının,
Öğrenim Teorilerinin etkisinin,
Eğitim Teorilerinin etkisinin,
göz önünde bulundurulmasıdır. Bu bağlamda eğitim üzerine konuşulurken
okul öncesi eğitim, genel eğitim, meslek eğitimi, hayat boyu öğrenim
bireysel eğitim, grup eğitimi, programli eğitim, bilgisayar destekli eğitim, uzaktan eğitim
çocuk eğitimi, gelişkin eğitimi, engelli eğitimi, üstün yetenekli eğitimi
kavram eğitimi, beceri eğitimi
kavramlarını kullanarak hangi olgudan bahsettiğimizi belirtmeliyiz. Eğitim üzerine fikir oluştururken bu tanımlara dikkat edilmediğinde hatalar oluşmaktadır. Bir eğitim bakanının Türk eğitiminde ezberciliği kaldırıyoruz cümlesi Türk eğitim sisteminden kuran kursunu kaldırıyoruz diye yorumlanabilmektedir.
Mesuliyet ve Ölçme-Değerlendirme
Eğitim rastgele oluşan bir faaliyet değildir. Eğitsel faaliyetlerin belli bir amacı vardır ve bu bağlamda planlı bir olgudur. Eğitimin planlı yapısının bir uzantısı Eğitimde Mesuliyet (accountability) kavramını gerektirir. Bu sebepden dolayı bu iki konunun aynı boyutlarda ele alınması gerekir. Ayrıca eğitimin amaçları doğrultusunda gelişip gelişmediğini anlamak için Eğitsel Ölçme ve Eğitsel Değerlendirme faaliyetleri eğitim yapısının bir parçasını oluşturur. Plan - Mesuliyet - Ölçme*Değerlendirme birbirlerin tamayesinde belirler.
Eğitim Mesuliyeti eğitimde yeniden yapılandırma taraftarlarının üstünde durduğu en önemli konu olarak geçerliliğini devam ettirmektedir. Eğitim Mesuliyeti eğitimin bütün faaliyetlerini kapsamaktadır. Eğitim faaliyetlerinde etkisi olan birimlerin hangi amaç doğrultusunda sorumlu ve etkili olduğu tam olarak belirlenmesini içerir. Buna en güzel örnek okul tuvaletlerinde yaşanmaktadır. Tuvalet temizliğinde ortaya çıkan bir aksama için sorumluluk şeması
Sorun -> hizmetli
-> müdür yardımcısı
-> müdür
-> il eğitim müdürlüğü (birden fazla imza)
-> millî eğitim bakanlığı (onlarca imza)
-> eğitim bütçesi planlama kordinasyonu (onlarca imza)
-> meclis (550 dolayında imza)
maliye bakanlığı <-
il eğitim müdürlüğü <-
müdür <-
alım satım <-
Çözüm <- hizmetli <-
olarak gerçekleşmektedir.
Ölçme ve değerlendirme birbiriyle ilişkili ve çok boyutlu kavramlardır. Eğitsel değerlendirme Türkiye'de dar anlamı olan öğrencinin öğrenme seviyesi olarak algılanmaktadır. Geniş anlamıyla eğitsel değerlendirme eğitimin bütününü kapsamaktadır. Eğitsel Değerlendirme diğer karar verme mekanızmalarında olduğu gibi kalite kontrolü geçerlidir. Eğitsel değerlendirmemin kalite kontrolü eğitsel geçerlilik ve eğitsel güvenirlik (soru analizi,..) yapıları için sunulan kanıtlarla sağlanmaktadır. Millî eğitim içinde en yaygın ölçme değerlendirme metodu olarak istatistiksel değerlendirme metotlar grubu kullanılmaktadır. Türk eğitim kurumlarında Klasik Ölçme Teorisi çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Öğrenci davranıslarını test kitapçığı bağlamında daha güvenilir olarak modelleyen Soru Cevap Teorisi üniversite seçme sınavında değerlendirmelerinde kullanılmaya çalışılmaktadır. Günümüzün en gelişmiş istatistiksel metodu olan Bireysel Test sistemi uygulamaları Türkiye de bulunmamaktadır.
Müfredat
Geniş anlamıyla Müfredat planlı eğitsel faaliyetlerin bir okul tarafından önceden belirlenmiş bir alan içinde (okul binası, atletizm sahası, hastane gibi) yürütülmesi olarak tanımlanmaktadır. [Todd, E. A.(1965) Curriculum Development and Instructional Planning]
Tyler [1949] Müfredatı tanımlarken 4 ana soru içinde çalışılması gerektiğini önermektedir.
Hangi eğitimsel amaçlar güdülmekte
Hangi eğitsel metotlar ile belirlenen amaçlara ulaşılacak
Belirlenen süre, amaç ve metotların nasıl organize edileceği
Organize olmuş (planlanmış) süre, amaç ve metotların nasıl ölçüleceği
Ayrıca bakınız
Eğitim teknolojisi
Eğitim bilimleri
Türkiye'de eğitim
Eğitim sosyolojisi
Eğitim psikolojisi
Meslekî eğitim
Alternatif eğitim
Kaynakça
Sosyal haklar
Ana madde konuları |
1608 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Do%C4%9Frudan%20tan%C4%B1tlama | Doğrudan tanıtlama | Matematikte doğrudan tanıtlama, verilen bir önermenin var olan matematiksel teoremlerden yararlanarak doğru olduğunu gösterme işlemidir.
Bize verilen bilgileri ve daha önceden kabul ettiğimiz aksiyomları ya da önceden ispat etmiş olduğumuz eşitlikleri kullanarak doğrudan sonuca gideriz. En çok kullanılan ispat yöntemidir diyebiliriz.
Belirtilen şartlar "p" olsun, bu şartlar altında doğru olacağı iddia edilen teorem "q" olsun. p-->q olduğunu ispatlamamız gerekir. Örnek verelim.
İddia1: 4'e tam bölünebilen bir sayı ile 2'ye tam bölünemeyen iki sayının toplamı tektir.
İspat1: 4 ile tam bölünebilen sayı "a" olsun. 2 ile tam bölünemeyen sayı "b" olsun. Öyle x ve y tam sayıları vardır ki
a=4x b=2y+1 sağlanır. (2x+y) = p olsun.
Matematiksel ispatlar |
1609 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Matematiksel%20t%C3%BCmevar%C4%B1m | Matematiksel tümevarım | Matematiksel tümevarım bir önermenin, genellikle tüm doğal sayılar için ya da bazen sonsuz bir sıranın tüm elemanları için, doğru olduğunu göstermek üzere kullanılan bir matematiksel tanıtlama yöntemidir. Matematiksel mantık ve bilgisayar bilimlerinde kullanılan daha genel bir tanıtlama biçimi değerlendirilebilen (hesaplanabilen) ifadelerin (dil için geçerli sözdizimlerinin) denk olduğunu gösterir. Buna yapısal tümevarım denir.
Matematiksel tümevarımın en basit ve en sık kullanılan şekli bir önermenin tüm doğal sayılar n için doğru olduğunu gösterir ve iki adımda gerçekleştirilir:
Önermenin n = 0 için doğru olduğunu göstermek
Önerme n = m için doğru ise aynı önermenin n = m + 1 için de doğru olacağını göstermek
Bu iki adımın neden yeterli olduğunu anlamak için domino etkisi örneğini göz önünde bulundurmak yeterli olacaktır. Baş başa dizilmiş olan bir domino taşları sırası var ve
ilk domino taşını devirmek mümkün ise ve
bir domino taşı devrildiğinde komşu taş da devriliyorsa, aynı şekilde dizilmiş olan ve sıranın devamı olan bütün domino taşlarının devrileceği sonucuna varılabilir.
Matematiksel tümevarım, kümeler için öngörülen İyi-sıralılık ilkesine denktir.
Tümevarım |
1611 | https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0yi%20s%C4%B1ral%C4%B1l%C4%B1k%20ilkesi | İyi sıralılık ilkesi | İyi-sıralılık ilkesi, küme kuramının bir önermesidir. Her küme iyi sıralı bir küme yapılabilir. Bu teorem sonluötesi tümevarımın her kümede uygulanabilmesini sağlar. İyi sıralılık ilkesi seçim aksiyomuna denktir.
Georg Cantor iyi-sıralılık ilkesini "temel bir akıl yürütme kuralı" olarak kabul ediyordu. Buna karşın çoğu matematikçi örneğin (Reel sayılar) kümesinin iyi-sıralı bir küme yapılabileceğinden kuşku duymaktaydı. Örneğin 1904 yılında Julius König bunu kanıtladığını düşünüyordu fakat Felix Hausdorff kısa bir süre sonra kanıtlamada bir hata buldu. Ernst Zermelo, iyi-sıralılık ilkesini tanıtlamak için seçim aksiyomunu "kuşku duyulmaz mantıksal bir ilke" olarak kabul etmiş ancak yine kısa bir süre sonra bu aksiyomun iyi-sıralılık ilkesine denk olduğu anlaşılmıştır. Seçim aksiyomu, dolayısıyla iyi-sıralılık ilkesi, Zermelo-Fraenkel-Küme-Kuramı'ndan bağımsızdır. Başka bir deyişle hem bu ilke hem de karşıtı, çelişki doğmadan doğru olarak kabul edilebilir.
Doğal sayıların özelliği
Bazen iyi-sıralılık ilkesi doğal sayıların iyi sıralı olma özelliğini belirtir. Doğal sayıların boş olmayan her altkümesinde en küçük bir sayı bulunur.
Bu durumdan bazen sonsuz düşüş yöntemini kullanan kanıtlamalarda yararlanılır: Bir S kümesinin tüm doğal sayıları içerdiğini tanıtlamak için tümünü içermediği varsayılabilir ve iyi-sıralılık ilkesi nedeniyle kümenin içermediği en küçük bir doğal sayı bulunur (en küçük karşı örnek).
Bu aşamada daha da küçük bir karşı örnek bulunduğu gösterilirse bir çelişki ortaya çıkar. (alternatif şekilde her karşı örnek için daha küçük bir örnek sayı olduğu dolayısıyla sonsuz şekilde düşülebileceği gösterilebilir; fakat bu durum doğal sayılarda olanaklı değildir.)
Bu tanıtlama yöntemi matematiksel tümevarımın tersidir fakat yine de doğal sayıların iyi-sıralılık özelliğine dayanır.
Matematik teoremleri |
1612 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Gitar | Gitar | Gitar, genellikle altı telli, ses perdeli müzik aletidir. Çalanın vücuduna karşı düz tutulur ve baskın el ile telleri tıngırdatarak çalarken aynı anda seçilen telleri ses perdelerine karşı elin parmaklarıyla bastırarak çalınır. Tellere vurmak için pena veya parmak pick'leri kullanılabilir. Gitarın sesi ya enstrümandaki rezonans odası aracılığıyla akustik olarak yansıtılır ya da elektronik bir alıcı ve amplifikatörünce yükseltilir.
Gitar telli çalgı olarak sınıflandırılır - yani ses, iki sabit nokta arasında gerilmiş titreşen bir tel tarafından üretilir. Telleri bağırsak kirişi'nden yapılan gitar tarihsel olarak ahşaptan yapılmıştır. Çelik gitar telleri on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Amerika Birleşik Devletleri'nde piyasaya çıktı; naylon teller 1940'larda geldi. Gitarın ataları arasında gittern, vihuela, dört-kurs Rönesans gitarı ve beş sıralı barok gitar bulunur. Bunların hepsi modern altı telli enstrümanın gelişimine katkıda bulundu.
Modern gitarın üç ana türü vardır: klasik gitar (İspanyol gitar/naylon telli gitar); çelik telli akustik gitar veya elektrikli gitar; ve Hawaii gitarı (oyuncunun kucağında çalınır). Diğer popüler gitar türlerine archtop gitar, Flamenko gitarı, düz üst gitar, Meksika gitarı, Portekiz gitarı, salon gitarı, Requinto gitar, Rezonatör gitar, romantik gitar, yarı akustik gitar, solo gitar, ritim gitar aittir.
Geleneksel akustik gitarlar arasında düz tepeli gitar (genellikle büyük bir ses deliği vardır) veya bazen "caz gitarı" olarak adlandırılan kemer üstü gitar bulunur. Akustik gitarın ses tonu, tellerin titreşimiyle üretilir ve gitarın içi boş gövdesi tarafından güçlendirilir ve rezonans odası görevi görür.
Klasik İspanyol gitarı genellikle her teli tıngırdatmak yerine oyuncunun parmakları tarafından ayrı ayrı çekildiği kapsamlı bir parmak stili tekniği kullanılarak solo enstrüman olarak çalınır. "Parmak toplama" terimi, Amerika Birleşik Devletleri'nde belirli bir folk, blues, bluegrass ve country gitar çalma geleneğine de atıfta bulunabilir.
İlk olarak 1937'de patenti alınan Elektrikli gitarlar, enstrümanı duyulacak kadar yüksek ses çıkaran, aynı zamanda etkinleştiren bir alıcı ve amplifikatör kullanır ama aynı zamanda rezonans odası gerektirmeyen sağlam ahşap bloklu gitar üretmeyi de mümkün kıldı.
Yankı ve distortion (veya "overdrive") dahil olmak üzere geniş bir elektronik efekt birim yelpazesi mümkün hale geldi. Solid body gitarlar 1960'lar ve 1970'lerde gitar piyasasına hakim olmaya başladı; bunlar istenmeyen akustik geri bildirim'e daha az eğilimlidir.
Akustik gitarlarda olduğu gibi, içi boş gövdeli gitarlar, kemer üstü gitar'lar (caz gitarı, blues, ve rockabilly'de kullanılan) ve Rock müzik'te yaygın olarak kullanılan solid-body gitar'lar dahil olmak üzere bir dizi elektro gitar türü vardır.
Gitar amfisi aracılığıyla çalınan elektro gitarın yüksek, güçlendirilmiş sesi ve sonik gücü, hem eşlik enstrümanı olarak (riff'ler ve gitar akorları çalmada) hem de performans gitar solo'ları çalmada ve birçok rock alt türünde özellikle heavy metal müzik ve punk rock blues ve rock müziği'nin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
Elektro gitarın popüler kültür üzerinde büyük etkisi oldu. Gitar, dünya çapında çok çeşitli müzik türlerinde kullanılır. Blues, bluegrass, country, flamenko, folk, caz, jota, mariachi, metal, punk, reggae, rock, soul ve pop gibi türlerde birincil enstrüman olarak tanınır.
Gitarlar farklı çeşitlerdeki ağaç türlerinden yapılabilir. Gitar neredeyse her türlü müzik türünde kullanılan bir müzik aletidir.
Gitar türleri
Klasik gitar
Klasik gitar, tüm gitar türlerinin atası olarak tanımlanabilir. Gitarın gövdesinin ortasında ses deliği denilen yuvarlak bir boşluk bulunur. Gitarın telleri titreştiğinde gövdenin içinde bulunan hava titreşir ve tek çıkış noktası olan bu yuvarlak boşluktan dışarı ses olarak geri çıkar. Klasik gitarda; kalın 3 tel, ipek üzerine sarılmış çelik, ince 3 tel ise naylondur. Genellikle parmak ile çalınır. Klasik gitarda sağ elin görevi daha fazladır. Sağ eli kullanarak gitarda çok farklı ritim ve harmonikler oluşturulabilir. Genelde klasik ve flamenko tarzı müziklerde kullanılır.
Akustik gitar
Görünüş itibarıyla klasik gitarı andıran akustik gitarın gövdesi, klasik gitardan biraz daha şişman ve basıktır. Daha dar bir sapa ve çelikten yapılmış tellere sahip olması, akustik gitarın klasik gitarla arasındaki en büyük farktır. Tellerin çelikten olması, akustik gitarın klasik gitardan daha basınçlı gergin bir sapa sahip olmasını ve sesinin klasik gitardan daha sert ve temiz çıkmasını sağlar. Genellikle akustik gitarların en kalın 4 teli sarımlı çelik, diğer 2 teli ise sarımsız çeliktir. Akustik gitarlar genellikle penayla çalınır. Rock, blues ve caz müzik türlerinde çok kullanılan bir gitar türüdür. Akustik-elektro gitar, çelik telli akustik gitar, dretnot gitar türleri bulunmaktadır.
Elektro gitar
Elektrogitar çok basit bir tanımla tellerin titreşimini gövdesinde bulunan manyetikler sayesinde elektrik akımına çeviren ve bir amfi yardımıyla akımı yüksek seviyede sese dönüştürebilen gitar türüdür. Diğer gitarlarla elektrogitarın kısımları aynıdır. Ek olarak elektrogitar için birkaç bölüm daha eklenebilir. Bunlar: Tremolo kolu, manyetikler, ses ve ton ayarı, switch...
Bas gitar
Çalışma prensibi elektrogitara benzer. Fakat sesi normal gitarlardan 1 oktav kalındır. Portede basgitar için Fa anahtarı kullanılır. Değişik çeşitlerde basgitarlar da bulunmaktadır: Genelde 4 telli, 12 telli, 6 telli, 7 telli, 5 telli, perdesiz, kafasız.
Perdesiz gitar
Ara sesleri verebilmek için yapılmıştır. Normal gitara çok benzese de oldukça farklı bir ses rengine sahiptir. Perdesiz gitarı 1976 yılında Erkan Oğur, Türk müziği seslerine olan ihtiyacı için üretmiştir. Daha sonraları perdesiz elektrik gitar, 8 telli perdesiz gitar, çift saplı elektrik ve klasik perdesiz/perdeli gibi farklı modelleri üretilmiştir.
Lap steel gitar
Hawaii yöresine ait bir gitardır. Gitar 6, 7 ve 9 telli olarak kullanılmaktadır. Gitar, çalınırken genellikle kucaktadır. Diğer gitarlardan farklı olarak, fretlere basılarak değil, gitaristin sol eline taktığı bir metal yardımıyla tellere dokunularak çalınır.
7 telli gitar
7 telli gitar; klasik gitarda bulunan 6 ana telin (yukarıdan aşağı; mi, la, re, sol, si, mi) haricinde bir kalın veya ince tel daha eklenmesiyle oluşan bir gitar çeşididir.
12 telli gitar
12 telli gitarlarda genellikle çelik teller kullanılır. Folk, blues ve rock and roll tarzlarında kullanılır.
Weissenborn gitar
Weissenborn ya da diğer deyişle H. Weissenborn bir tür lap slide gitardır ve Los Angeles'ta 1920'ler ve 1930'larda Hermann Weissenborn tarafından üretilmiştir. 5000'den daha az sayıda orijinal enstrüman üretilmiştir ve kaç tanesinin hâlen sağlam kaldığı bilinmemektedir. Marka şu anda reprodüksiyon ürünleri için kullanılmaktadır.
Caz gitar
Göbekli, boş veya yarı dolu gövdeli ve genellikle caz müzikte kullanılan geniş gövdeli gitar türü.
Gitarın kısımları
175px
Headstock
Eşik
Gitar kulakları
Perdeler
Truss rod
Perde işaretleri
Sap
Topuk (Akustik) – Neckjoint (Elektro)
Gövde
Manyetikler
Elektronikler
Köprü
Pickguard
Arka kısım
Sound board
Body sides (ribs)
Ses deliği
Teller
Saddle
Klavye
Sap
Gitarın klavyesinin de bulunduğu kısımdır. Bu klavyede perdeler bulunur. Klasik gitardan hem kalınlık hem de genişlik açısından daha ince olan elektrogitar klavyesi ise genelde 18 ila 24 arasında perde sayısına sahiptir. Genellikle sapın içinden truss rod adı verilen bir metal ayar çubuğu geçer. Zamanla eğilebilen bu sap, bir vida yardımı ile eski hâline geri getirilebilir. Akort burguları en uçta bulunur ve genellikle metal bir aksama sahiptir.
Köprü
Gitarda telleri gövdeye bağlayan kısımdır. Zamanla değişim geçirmiş olmakla beraber, değişik çeşitleri de mevcuttur. Köprü, sabit ya da oynar olabilir. Oynar köprülü gitarlarda köprü bir kol (tremolo kolu) yardımı ile ileri-geri hareket ettirilebilir. Bu ileri veya geri harekette köprüye bağlı olan teller gerilir ya da gevşer. Tellerin gerilip gevşemesi telden çıkan sesi etkileyeceğinden gitardan farklı notalar elde edilebilir. Köprüler genelde metalden yapılır. Köprünün baz ayarlarına dikkat edilmelidir, tellerden birinin kopması hâlinde elektrogitar geri dönüşü olmayan hasar görebilir.
Eşik
Gitarın sapında, telleri akort burgularına gitmeden önce sonlandıran kısımdır. Genelde ucuz gitarlarda plastikten oluşur. Ayrıca kemikten veya farklı malzemelerden yapılanlar da mevcuttur.
Manyetik
Elektrogitarda veya manyetik takılmış klasik ya da akustik gitarda teldeki titreşimlerin algılandığı kısımdır. Manyetik alanda telin titreşiminin içerideki bir sargıda akım oluşturması prensibi ile çalışır. Çift hâlinde (Humbucker) ya da tek (Single) olabilir. Bazı manyetikler amplifikatöre çıkış sağlamadan sinyali yükseltebilirler.
Pasif Manyetikler
Ses titreşimlerinin, elektrik sinyaline herhangi bir elektronik değişime uğratmadan dönüşmesini sağlayan manyetik türüdür. En sık kullanılan manyetik türü olup, sesin tınısı (frekans cevabı) sadece manyetiğin bazı fiziksel özelliklerine (yüksekliğine, mıknatısına, sargısına) bağlıdır.
Aktif Manyetiker
Bu manyetikler ses titreşimlerini bazı elektronik devreler ile bozulmaya uğratan manyetiklerdir. Sinyali, içerisindeki güç kaynağını (genelde bu bir pildir) kullanarak pre-amp ile güçlendiren, aktif filtrelerle ve gömülü equalizer'lar ile sinyalin özgününden farklı olarak enstrümandan çıkmasını sağlayan manyetiklerdir.
Çalışma prensibine göre 3 tip manyetik vardır:
Manyetik
Piezoelektrik
Çoklu-Bölünmüş Manyetikler (Polifonik)
Kafa (Headstock)
Kafa kısmı (headstock) gitar sapının en ucundadır. Tellerin bitiminde akort burgularını içeren kısımdır. Kafa bölümü gitar için çok önemli bir işleve sahiptir. Gitara stabilite sağlar. Gitarın üst kısmındaki güçlü gerilime rağmen sağlam bir temel oluşturur. Farklı amaçlara hizmet eden 3 çeşit gitar kafası vardır.
Tremolo kolu
Tremolo kolu, gitarın eşik bölümünün bitiminde bulunur. Bu kolu öne veya arkaya gevşeterek tellerden farklı ses çıkartılması sağlanır. Klavye yönüne doğru gevşetilerek kalın, eşik yönüne gevşetilerek daha ince seslerle efekt elde edilebilir.
Akort
6 telli bir gitarın standart akort dizisi:
İnceden kalına doğru E(ince mi) B(Si) G(Sol) D(Re) A(La) ve E(Kalın Mi) dir. Gitarda standart akort dizisi dışında kullanılan bütün düzenlere drop-tone denir.
Aşağıda, gitarda standart akort dizisi için üstteki sayılar perde numarası olmak üzere notaları verilmiştir.
Daha düşük ayarlar (kalınlaştırma)
Tellerin EADGBE akort dizisinden aynı derecede gevşetilmesiyle oluşan akort dizileri:
D♯/E♭ tuning : D♯-G♯-C♯-F♯-A♯-D♯ / E♭-A♭-D♭-G♭-B♭-E♭
Bütün teller standart diziden yarım perde gevşetilir. Kullanan müzisyenler: Guns N' Roses, Van Halen, Jimi Hendrix, Stevie Ray Vaughan, Yngwie Malmsteen ve Alice in Chains
D tuning : D-G-C-F-A-D
Bütün teller bir tam perde gevşetilir. Kullanan müzisyenler: Pantera, Death, Dream Theater ve Kreator. Nirvana'nın "Come As You Are" şarkısında duyulabilir.
C♯/D♭ tuning - C♯-F♯-B-E-G♯-C♯ / D♭-G♭-B-E-A♭-D♭
Teller 1 ve yarım adım gevşetilir. Kullanan müzisyenler: Behemoth
C tuning - C-F-B♭-E♭-G-C / C-F-A♯-D♯-G-C
Teller 2 adım gevşetilir. Kullanan müzisyenler: Queens of the Stone Age, Dethklok, In Flames, Kyuss
B tuning - B-E-A-D-G♭-B / B-E-A-D-F♯-B / B-F#-B-E-G#-C#
Teller 2 adım ve 1 yarım adım gevşetilir. Kullanan müzisyenler: Entombed, Dismember, Five Finger Death Punch, Amon Amarth, Slipknot
A♯/B♭ tuning - A♯-D♯-G♯-C♯-E♯-A♯ / B♭-E♭-A♭-D♭-F-B♭
Teller 3 adım gevşetilir. Kullanan müzisyenler: Dream Theater, Breaking Benjamin
A tuning - A-D-G-C-E-A
Teller 3 adım ve 1 yarım adım gevşetilir.
G♯/A♭ tuning - G♯-C♯-F♯-B♯-D♯-G♯ / A♭-D♭-G♭-B-E♭-A♭
Teller 4 adım gevşetilir.
G tuning - G-C-F-A♯-D-G / G-C-F-B♭-D-G
Teller 4 adım ve 1 yarım adım gevşetilir.
F♯/G♭ tuning - F♯-B-E-A-C♯-F♯ / G♭-B-E-A-D♭-G♭
Teller 5 adım gevşetilir.
F tuning - F-A♯-D♯-G♯-C-F / F-B♭-E♭-A♭-C-F
Teller 5 adım ve 1 yarım adım gevşetilir.
Oktav Tuning - E-A-D-G-B-E
Teller 6 adım (bir oktav) gevşetilir. Bir basgitar ile aynı oktavdır.
Through The Looking Glass - E-B-G-D-A-E
Kullanan müzisyenler: Kei Nakano
Ayrıca bakınız
Chapman Stick
Pena
Amplifikatör
Tab
Acciaccatura
Tremolo
Gitarist
Kaynakça
Fransızcadan Türkçeye geçen sözcükler
Telli çalgılar
C aletleri
Ritim bölümü
Blues enstrümanları
Halk müziği aletleri
Orkestra enstrümanları |
1613 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Bilgisayar%20bilimi | Bilgisayar bilimi | Bilgisayar biliminin temel alanları bilgisayar programlama dillerini (sol üst), algoritmaların dizayn ve analizini (sağ üst), akıllı sistemlerin yapılmasını (sol alt) ve elektrik donanımları (sağ alt) kapsar.
Bilgisayar bilimi, bilgisayarların tasarımı ve kullanımı için temel oluşturan teori, deney ve mühendislik çalışmasıdır. Hesaplamaya ve uygulamalarına bilimsel ve pratik bir yaklaşımdır. Bilgisayar bilimi; edinim, temsil, işleme, depolama, iletişim ve erişimin altında yatan yönteme dayalı prosedürlerin veya algoritmaların fizibilitesi, yapısı, ifadesi ve mekanizasyonunun sistematik çalışmasıdır. Bilgisayar biliminin alternatif, daha özlü tanımı "büyük, orta veya küçük ölçekli algoritmik işlemleri otomatikleştirme çalışması" olarak nitelendirilebilir. Bir bilgisayar bilimcisi, hesaplama teorisi ve hesaplama sistemlerinin tasarımı konusunda uzmanlaşmıştır.
Alanları teorik ve pratik disiplinlere ayrılabilir. Bilgisayar grafikleri gibi alanlar, gerçek dünya görsel uygulamalarını vurgularken, hesaplamalı karmaşıklık teorisi (hesaplama ve zor olan sorunların temel özelliklerini araştıran) gibi bazı alanlar oldukça özeldir. Diğer alanlar sıklıkla hesaplamanın uygulanması konusunda karşılaşılan zorluklara odaklanmaktadır. Örneğin, programlama dili teorisi, hesaplamanın tanımlamasına yönelik çeşitli yaklaşımları ele alırken, bilgisayar programcılığının kendisi de programlama dili ve karmaşık sistemlerin kullanımının çeşitli yönlerini inceler. Bununla beraber insan-bilgisayar etkileşimi alanı; bilgisayarları ve hesaplamaları yararlı, kullanışlı ve evrensel olarak insanlara ulaştırmaya yönelik zorlukları tanımlamaya ve onları aşmaya çalışmaktadır.
Tarihi
Daha sonraları bilgisayar bilimi haline gelecek olgunun en eski temelleri, modern dijital bilgisayarın icadından önce gelmektedir. Abaküs gibi sabit sayısal işlemler için kullanılan hesap makineleri, antik çağlardan beri var olmuştur.Bunlar çarpma ve bölme gibi temel hesaplamalara yardımcı oluyordu. Ayrıca, hesaplamaları gerçekleştirmek için kullanılan algoritmalar, antik çağlardan beri, hatta gelişmiş bilgisayar ekipmanlarının geliştirilmesinden önce de var olmuştur.
Blaise Pascal, 1642'de kendi ismini verdiği mekanik hesap makinesini tasarladı ve geliştirdi. 1673'te Gottfried Leibniz, "Stepped Reckoner" adında bir dijital mekanik hesap makinesi tasarladı. İlk bilgisayar bilimcisi ve bilgi teorisyeni olarak düşünebilir. Leibniz'i ilk bilgisayar bilimcisi olarak kabul etmemiz için diğer sebeplerin yanı sıra kendisinin, ikili sayı sisteminde belgeli ve sistemli biçimde çalışmış olması yeterlidir. Thomas de Colmar, 1820'de mekanik hesap makinesi endüstrisini başlattı ve basitleştirilmiş arithmometre'yi piyasaya sundu. Bu hesap makinesi, günlük olarak ofis ortamında kullanılabilecek kadar donanımlı ve güvenilir ilk hesap makinasıydı. Charles Babbage, 1822'de ilk "Otomatik çalışan mekanik hesap makinesi" olan Difference Engine'in tasarımını başlattı ve bu çalışmalarının neticesinde ona ilk programlanabilir mekanik hesap makinesi fikri olan "Analitik Tabanlı Motor" ismini verdi. Bu makineyi 1834'te geliştirmeye başladı ve iki yıldan az bir sürede modern bilgisayarın göze çarpan özelliklerinin çoğunu çizmişti. 1843 yılında Ada Lovelace, "Analitik Motor" hakkındaki bir Fransız makalesinin çevirisi sırasında, içerdiği birçok nottan birinde, günümüzde ilk bilgisayar programı olarak düşünülen Bernoulli sayılarını hesaplamak için bir algoritma yazdı. 1885 civarında Herman Hollerith, istatistiksel bilgileri işlemek için delikli kartlar kullanan çizelgeleyiciyi (tabulator) icat etti; Sonunda çalışmaları kendi şirketi IBM'in bir parçası haline geldi. 1937'de, Babbage'ın imkânsız rüyasından yüz yıl sonra, Howard Aiken, her türden delikli kart ekipmanı üreten IBM'i ikna etti ve Babbage'ın Analitik Motor fikrinden yola çıkarak dev programlanabilir hesap makinesi geliştirmek için çalışmalar yaptı. Başarıyla yürüttüğü çalışmalarının sonucunda "ASCC / Harvard Mark I" hesap makinesini icat etti. Bu cihazda kartlar ve merkezi işlem birimi (CPU) kullanıldı. Makine çalışması bittiğinde, çevresindekiler "Babbage'nin hayali gerçeğe dönüştü!" diyerek Howard Aiken'i takdir ettiler.
1940'lı yıllarda, yeni ve daha güçlü bilgi işlem makineleri geliştirildiğinde, hesaplama terimi için insanlardan ziyade makinelere atıfta bulunulmaktaydı. Bilgisayarların sadece matematiksel hesaplamalardan daha fazlası için kullanılabileceği netleştikçe, bilgisayar bilimi alanı, genel olarak hesaplamayı incelemek üzere genişletildi. Bilgisayar bilimi, 1950'lerde ve 1960'ların başında ayrı bir akademik disiplin olarak kurulmaya başlandı. Dünyanın ilk bilgisayar bilimleri lisans programı olan Cambridge Bilgisayar Bilimleri diploması, 1953'te Cambridge Bilgisayar Laboratuvarı'nda verilmeye başladı. ABD'deki ilk bilgisayar bilimleri programı, 1962'de Purdue Üniversitesi'nde kuruldu. Pratik bilgisayarlar piyasaya çıktığından beri, birçok bilgisayar uygulaması, kendi sistemlerine sahip farklı birer çalışma alanları haline geldi.
Başlangıçta pek çok insanın, bilgisayarın bilimsel bir çalışma alanı olmasının imkânsız olduğuna inanmasına rağmen, bilgisayarlar 1950'li yıllarda giderek daha fazla akademik nüfus arasında kabul gördü. Bu süre zarfında bilgisayar bilimleri devriminin bir parçasını oluşturan günümüzde geniş kitleler tarafından bilinen IBM markası sesini duyurmaya başladı. IBM (International Business Machines'in kısaltması), IBM 704 ve daha sonra bu tür cihazların arama periyodu boyunca yaygın olarak kullanılan IBM 709 bilgisayarlarını piyasaya sürdü. "Yine de bu ilkel IBM bilgisayarı ile çalışırken bir harfi yanlış yerleştirmiş olsaydınız sinir bozucu olurdu, çünkü program çökerdi ve bütün süreci yeniden baştan başlatmanız gerekirdi." 1950'lerin sonlarında bilgisayar bilimleri disiplini gelişim aşamasındaydı ve bu tür sorunlar sıradan olarak kabul görmekteydi.
Zaman, bilgisayar teknolojisinin kullanışlılığında ve etkinliğinde önemli gelişmeler kaydetti. Modern toplumda, bilgisayar teknolojileri yalnızca uzmanlar ve profesyoneller tarafından değil, neredeyse her yerde bulunan kullanıcı tabanına ulaştı. Bilgisayar teknolojisi kullanıcılarında ciddi ve belirgin bir artış yaşandı. Başlangıçta, bilgisayarlar oldukça pahalıydı ve kısmen profesyonel bilgisayar operatörleri tarafından verimli bir şekilde kullanılmak için bir miktar insan yardımına yani teknik desteğe ihtiyaç vardı. Bilgisayarın geniş kitleler tarafından benimsenmesi ancak bilgisayarların daha geniş ve uygun fiyatlı hale gelmesiyle ve ortak kullanım için daha az insan faktörüne ve teknik desteğe ihtiyaç duyulduğunda mümkün hale geldi.
Katkıları
Bilgisayar bilimi, resmi bir akademik disiplin olarak kısa geçmişine rağmen, bilime ve topluma bir takım önemli katkılar sağlamıştır. -özellikle elektronikle birlikte- Bilgi Çağında kurulan bir bilimdir ve insanlığın ilerlemesinde adeta bir şoför haline gelmiştir. İnsanlığın teknolojik ilerlemesinde büyük sıçrayış olarak görülen bilimsel bilgiye dayalı karar verme ve günümüzün bilgi toplumu ideallerinin temel yapı taşlarından birisi haline gelmiştir.
Bu katkılar şunları içerir:
Mevcut bilgi çağını ve İnternet'i içeren dijital devrimin başlangıcıdır.
Hesaplamanın ve hesaplanabilirliğin biçimselleştirilmiş bir tanımıdır. Bilgisayar bilimi; hesaplanamaz, çözülemez ve zor olarak kabul edilmiş problemlerin çözülebileceğinin bir nevi kanıtıdır.
Çeşitli soyutlama seviyelerinde metodolojik bilgilerin tam olarak ifade edilmesi için araç olan programlama dili kavramı türemiştir.
Kriptografi alanında örneğin Enigma kodunu kırmak, İkinci Dünya Savaşı sırasında Müttefiklerin zaferine katkıda bulunan önemli bir faktördü.
Bilgisayar uygulamaları sayesinde bilimsel hesaplama yöntemleri gelişmiştir. Böylelikle süreçlerin ve durumların pratik olarak değerlendirilmesi ve kısmi de olsa süreçleri kontrol edilebilir bir karmaşıklığa indirgenmesi mümkün hale gelmiştir.
Aynı zamanda insan zihni üzerinde ileri düzeyde çalışmayı mümkün kıldı ve "İnsan Genomu Projesi" ile insan genomunun haritalandırılması mümkün oldu. Örneğin Folding@home gibi dağıtık bilgi işlem projeleriyle protein katlanması keşfedildi.
Algoritmaya dayalı ticaret alanında yapay zekâ, makine öğrenimi, istatistiksel ve sayısal teknikler vb. bilgisayar bilimleri konuları kullanılarak finansal piyasalardaki verimlilik ve likidite arttı. Ayrıca yüksek frekanslı algoritmik ticaret de volatiliteyi artırmıştır.
Bilgisayar grafikleri ve bilgisayar tarafından oluşturulmuş görüntüler, özellikle televizyon, sinema, reklam, animasyon ve video oyunlarında kullanılmış ve özetle modern eğlence dünyasında her yerde kullanılır hale gelmiştir. Hatta kullanılan tekniğe göre değişmekle beraber yapaylık içermeyen CGI teknolojili filmler genellikle dijital kameralar üzerinde filme alınmakta, dijital video düzenleyicisi kullanılarak düzenlenip veya post-processing tekniğiyle işlenebilmektedir. Bu sayede günümüz filmlerindeki efektler başarılı şekilde uygulanmaktadır.
Akışkanlar dinamiği hesaplamalarında, fiziksel, elektriksel ve elektronik sistemlerde, devre tasarımlarında, toplumların yaşantısı, sosyal durumlar (özellikle savaş oyunları) ve ortak yaşam alanları gibi çeşitli süreçlerde bilgisayar simülasyonları kullanılmaktadır. Modern bilgisayarlar, uçak gibi özel tasarımların optimizasyonunu mümkün kılmaktadır. Elektrikli ve elektronik devre tasarımında dikkat çeken unsurlar SPICE ve yeni (veya değiştirilmiş) tasarımların fiziksel olarak gerçekleştirilmesi için yazılımlardır. Ayrıca, entegre devreler için gerekli tasarım yazılımının kullanılması da mümkündür.
Yapay zekâ daha verimli ve karmaşık bir hal aldığından giderek önem kazanmaktadır. Yapay zekânın birçoğu evde görülebilen formdadır, örneğin robotik elektrikli süpürgeler gibi birçok yapay zekâ uygulaması vardır. Video oyunları, modern savaş teknolojilerinde dronlar ve füze savar sistemleri kullanılmaktadır. Ve ayrıca takım destekli robotlar da yapay zekanın kullanım alanlarına örnek olarak gösterilebilir.
Etimoloji
İlk 1956'da önerilmiş olmasına rağmen "bilgisayar bilimi" terimi 1959'da ACM'nin İletişim Bildirisinde ortaya çıkar, çünkü Louis Fein 1921 yılında Harvard Business School'un yaratılışına benzer şekilde bilgisayar bilimleri için de bir enstitünün kurulmasını savunmaktadır. Yönetim bilimi (management science) gibi bir alanın akademik disipline özgü özelliklere sahip olarak tanınmasına rağmen pek çok konuda uygulanmış ve disiplinler arası bir nitelikte olan bilgisayar biliminin akademik yönlerini savunarak kendini haklı çıkarmıştır. Kendisinin bu yöndeki çabaları ve diğer pek çok sayısal analizci George Forsythe gibi isimlerin çabaları ödüllendirildi: Üniversiteler 1962'de Purdue'den başlayarak üniversitelerinin bünyesinde bu tür programlar açmaya başladı. Bu kabule rağmen kayda değer bir kitle de bilgisayar biliminin salt bilgisayardan ibaret olmadığını ve kelimenin yetersiz olduğunu savunmaktaydı. Bu nedenle birkaç alternatif isim önerildi. Büyük üniversitelerin bazı bölümleri, bu farkı tam olarak vurgulamak için bilgisayar bilimi terimini tercih etmektedir. Danimarkalı bilim insanı Peter Naur, bu bilimsel disiplinin yani bugün bilgisayar bilimleri olarak anılan alanın, veri ve veri işleme konuları etrafında şekillenmesi gerektiğini savunmaktaydı ve dataloji (datalogy) terimini önerdi; bu sayede bahsi geçen disiplinin uğraş alanına mutlaka bilgisayarların dahil olmadığı savunuluyordu. Bu terimi kullanan ilk bilimsel kurum, 1969'da kurulan Kopenhag Üniversitesi'nde Dataloji Bölümü'nden ve Peter Naur'un dataloji bölümünün ilk profesörü olmasından kaynaklanmaktadır. Terim ağırlıklı olarak İskandinav ülkelerinde kullanılmaktadır. Naur tarafından da önerilen alternatif bir terim veri bilimidir; ancak bu terim artık istatistik ve veritabanlarının dahil edildiği farklı bir veri analizi alanı disiplini için kullanılmaktadır.
Ayrıca, bilgisayarlı hesaplamanın ilk dönemlerinde Communications of the ACM bünyesinde çalışan bazı pratisyenlerin birkaç kelimesi önerildi: turingineer, turologist, flow-charts-man, applied meta-mathematician, ve applied epistemologist. Üç ay sonra aynı dergide comptologist kavramı öne sürüldü ve ertesi sene bunu hypologist kelimesi takip etti. Sonraki çalışmalarda computics terimi de önerildi. Avrupa'da, "automatic information" ifadesinin (örneğin, İtalyanca'daki "informazione automatica") sözleşmeli çevirileri yapılmasından sonra "information and mathematics" gibi kavramlar türetilmiş, örneğin; informatique (Fransızca), Informatik (Almanca), informatica (İtalyanca, Hollanda dili), informática (İspanyolca, Portekizce), informatika (Slav dilleri ve Macarca) veya Yunanca olarak pliroforiki (πληροφορική: bilişim anlamına gelir). Benzer kelime, Birleşik Krallık'ta (as in the School of Informatics of the University of Edinburgh) kabul edilmiştir. "Bununla birlikte, ABD'de informatics, uygulamalı bilgisayar bilimleriyle ilişkilidir veya bilgisayarlı hesaplama alanında çalışılan başka bir uğraş ile birlikte anılmaktadır."
İlk kez Edsger Dijkstra tarafından formüle edilmemiş olmasına rağmen sıklıkla Dijkstra'ya atfedilen bir alıntıda kendisi bilgisayar bilimi için "teleskop ile kozmoloji ne kadar ilintiliyse, bilgisayar ile bilgisayar bilimleri de aynı şekilde ilintilidir." sözlerini belirtmektedir. Bilgisayarların, bilgisayar sistemlerinin tasarımı ve yerleştirilmesi genel olarak bilgisayar bilimleri dışındaki disiplinler olarak düşünülür. Örneğin, ticari bilgisayar sistemlerinin incelenmesi ve konuşlandırılmasına genellikle bilgi teknolojisi veya bilgi sistemleri denirken, bilgisayar donanımının çalışması genellikle bilgisayar mühendisliğinin bir parçası olarak düşünülür. Bununla birlikte, bilgisayar bilimi ile çeşitli disiplinler arasında ciddi bir etkileşim söz konusudur ve akademik çevrelerce göz ardı edilmemesi gerektiği düşünülmektedir. Bu nedenle bilgisayar bilimi araştırmaları; felsefe, bilişsel bilim, dil bilimi, matematik, fizik, biyoloji, istatistik ve mantık gibi diğer disiplinleri de sıklıkla kesiştirir.
Bilgisayar bilimleri ve etkileşimde bulunduğu disiplinler hakkında bazı gözlemciler, örneğin hesaplama alanının matematiksel bir bilim olduğunu savunarak, bilgisayar bilimlerinin birçok bilimsel disiplinden ziyade matematikle daha yakın bir ilişki kurduğunu düşünüyordu.Erken bilgisayar bilimi Kurt Gödel ve Alan Turing gibi matematikçilerin çalışmalarından büyük ölçüde etkilenmiştir ve matematiksel mantık, kategori teorisi, alan teorisi ve cebir gibi alanlar göz önünde bulundurulduğunda bilgisayar bilimi ve matematik arasında bilgilerin yararlı bir şekilde değişimi açıkça görülmektedir.
Bilgisayar bilimi ve yazılım mühendisliği arasındaki ilişki ise tartışmalı bir konudur. "Yazılım mühendisliği" teriminin ne anlama geldiği ve bilgisayar biliminin nasıl tanımlandığına dair anlaşmazlıklar nedeniyle karışıklığa neden olur. Diğer mühendislik ve bilim disiplinleri arasındaki ilişkiden bir ipucu alarak David Parnas, yazılım mühendisliğinin temel odağının pratik nitelikli amaca ulaşmak için spesifik hesaplamalar dizayn etmek olduğunu, bilgisayar biliminin odak noktasının ise genel olarak hesaplama ve onun özelliklerini incelediğini iddia etti. Bu iki alanların ayrı ama birbirini tamamlayıcı disiplinler oldukları düşünülmekteydi.
Bilgisayar biliminin akademik, politik ve finansman yönleri, bu bölümün matematiksel bir vurguyla veya bir mühendislik vurgusu ile oluşup oluşmadığına bağlıdır. Matematik ağırlıklı ve sayısal oryantasyona sahip bilgisayar bilimleri bölümleri, sayısal bilimlerle uyum sağlamayı yani entegrasyonu esas almaktadırlar. Mühendislik ya da matematik ağırlıklı bilgisayar bilimleri bölümlerinin her ikisi de kendi alanlarına eğitici nitelik kazandırmak için diğer bilimlerle bağlantı kurmak ve disiplinler arası bir eğitim modeli yaratmak için çaba harcamaktadırlar.
Felsefe
Birtakım bilgisayar bilimcisi, bilgisayar bilimlerini üç ayrı paradigmaya ayırmak için fikir beyan ettiler. Peter Wegner, bu paradigmaların bilim, teknoloji ve matematik olduğunu savundu. Peter Denning'in çalışma grubu ise, bu paradigmaların teori, soyutlama (modelleme) ve tasarım olduğunu savundu. Amnon H. Eden ise "rasyonalist paradigma" (bu yaklaşım teorik bilgisayar bilimlerinde yaygın olarak kullanılan tümdengelim gibi konuların matematik kökenli olmasından dolayı bilgisayar bilimini matematiğin bir branşı olarak kabul etmektedir.) "teknokratik paradigma" (mühendislik yaklaşımlarını, belirgin olarak yazılım mühendisliğini bilgi işlem teknolojilerinde esas alma ve toplumda statülendirme) ve "bilimsel paradigma" (yapay zekânın bazı dallarında tanımlanabilen bilgisayarlarla ilgili çalışmalara doğal bilimin ampirik bakış açısıyla yaklaşmaktadır) ayrımlarından bahsetmiştir.
Bilgisayar biliminin alanları
Bilgisayar bilimi, bir disiplin olarak, algoritmaların teorik çalışmalarından hesaplama ve hesaplama sınırları çalışmalarına, donanım ve yazılım alanlarında bilgisayar sistemlerinin uygulanmasına ilişkin pratik ve teorik olmak üzere bir dizi konuyu kapsar. Computing Sciences Accreditation Board (Computing Sciences Akreditasyon Kurulu) olarak adlandırılan ve Computing Machinery Association (ACM) ve IEEE Computer Society (IEEE CS) temsilcilerinden oluşan CSAB, bilgisayar disiplininde önemli olduğunu düşündüğü dört alanı şöyle tanımlamaktadır:
Hesaplama teorisi
Algoritmalar ve veri yapıları
Programlama metodolojisi ve dilleri
Bilgisayar elemanları ve mimarisi
CSAB ayrıca, bilgisayar bilimlerinin önemli alanları olarak; yazılım mühendisliği, yapay zekâ, bilgisayar ağı ve iletişim, veritabanı sistemleri, paralel hesaplama, dağıtık hesaplama, insan-bilgisayar etkileşimi, bilgisayar grafikleri, işletim sistemleri ve sayısal ve sembolik hesaplama gibi alanları tanımlamaktadır.
Teorik bilgisayar bilimleri
Teorik bilgisayar bilimleri, matematiksel ve soyut olarak özetlenebilir, ancak motivasyonunu pratik ve günlük hesaplamalardan almaktadır. Amacı, hesaplamanın doğasını anlamak ve bu anlayışın bir sonucu olarak daha etkili metodolojiler geliştirmektir.Günümüzde matematiksel, mantıksal, standart kavram ve yöntemleri izah eden tüm makaleler, motivasyonlarının kaynağı olarak bilgisayar bilimi uygulamalarını net bir şekilde belirtip belirtmemesi ölçütünde kabul görmektedirler.
Hesaplama teorisi
Peter Denning'e göre, bilgisayar bilimi altında yatan temel soru "Ne, verimlilik sağlayacak biçimde otomatikleştirilebilir?" Hesaplama teorisi, nelerin hesaplanabileceği ve bunları gerçekleştirmek için ne kadar kaynak harcanacağı gibi temel sorulara cevap vermeye odaklanmıştır.Birinci soruyu cevaplamak için, hesaplanabilirlik teorisi hesaplamanın çeşitli teorik modellerinde hangi hesaplama problemlerinin çözülebileceğini inceler. İkinci soru, çok sayıdaki hesaplama problemlerini çözmeye yönelik farklı yaklaşımlarla ilişkili zaman ve mekan maliyetlerini inceleyen hesaplama karmaşıklığı teorisi tarafından ele alınmaktadır.
"Millennium Prize Problems" problemlerinden biri olan Ünlü P = NP? problemi , hesaplama teorisinde hala açık ve çözülememiş bir sorundur.
Bilgi ve kodlama teorisi
Bilgi teorisi, bilginin nicelleştirilmesi ile ilgilidir. Bu teori, veri sıkıştırması,verilerin depolanması ve iletilmesi gibi sinyal işleme operasyonlarının temel sınırlarını bulmak için Claude Shannon tarafından geliştirildi. Kodlama teorisi, kodların özelliklerinin incelenmesi (bilgileri bir formdan diğerine dönüştürmek için kullanılan sistemler) ve bunların belirli bir uygulama için uygunluğunu inceler. Kodlar veri sıkıştırma, şifreleme, hata algılama ve düzeltme ve daha yakın zamanda ağ kodlaması için de kullanılır. Kodlar, etkin ve güvenilir veri iletim yöntemleri tasarlamak amacıyla incelenir.
Algoritmalar ve veri yapıları
Algoritmalar ve veri yapıları, yaygın olarak kullanılan hesaplama yöntemlerinin ve bunların hesaplama verimliliğinin incelenmesidir.
Programlama dili teorisi
Programlama dili teorisi, programlama dillerinin tasarımı, uygulanması, analizi, karakterizasyonu ve sınıflandırılması ile tekil özellikleri ele alan bir bilgisayar bilimi dalıdır. Hem matematiğe, hem yazılım mühendisliğine hem de dil bilimine bağlı olan bu alan bilgisayar biliminin disiplini içine girmektedir. Çok sayıda akademik dergisi bulunan etkin bir araştırma alanıdır.
Biçimsel yöntemler
Biçimsel yöntemler, yazılım ve donanım sistemlerinin spesifikasyonu, geliştirilmesi ve doğrulanması için matematik temelli bir tekniktir. Yazılım ve donanım tasarımı için biçimsel yöntemlerin kullanılması, diğer mühendislik disiplinlerinde olduğu gibi, uygun matematiksel analizlerin yapılması sayesinde geliştirilmekte olan bir tasarımın sağlamlığına ve güvenilirliğine katkıda bulunabileceği beklentisinden kaynaklanmaktadır. Yazılım mühendisliği için, özellikle emniyet veya güvenlikle ilgili önemli teorik bir temel oluşturmaktadır. Biçimsel yöntemler, hataları önlemeye yardımcı olduklarından ve sınama için bir çerçeve oluşturabildiklerinden, yazılım testi için kullanışlı bir yardımcıdır. Endüstriyel kullanım için ise takım desteği gereklidir. Bununla birlikte, biçimsel yöntemleri endüstride kullanmanın yüksek bedelinden ötürü,kullanım alanı genellikle güvenlik veya güvenliğin çok önemli olduğu, yüksek bütünlük gerektiren kritik yaşam sistemleri vb. alanların geliştirilmesi gibi uygulamalarla sınırlıdır. Biçimsel yöntemler en temel teorik bilgisayar bilimi konularının, özellikle mantık hesapları, biçimsel diller, otomata teorisi ve program semantiği gibi oldukça geniş bir çeşitliliğin uygulanması olarak tanımlanır; aynı zamanda, yazılım ve donanım özelliklerinde sorunların üstesinden gelmek için programlama dillerindeki tip sistemleri,cebirsel veri türleri ve doğrulama vb. alanları kullanmaktadır.
Uygulamalı bilgisayar bilimleri
Uygulamalı bilgisayar bilimi, gerçek dünya problemlerini çözmede doğrudan kullanılabilecek bazı bilgisayar bilimi kavramlarını araştırmayı, tanımlamayı, modellemeyi ve geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Yapay zekâ
Yapay zekâ (Artifical Intelligence), insanlarda ve hayvanlarda bulunan problem çözme, karar verme, çevresel uyarlama, öğrenme ve iletişim gibi hedef odaklı süreçleri sentezlemeyi amaçlamaktadır veya bunları sentezlemek zorundadır. Sibernetik ve Dartmouth Konferansı'ndan (1956) sonra,nitelikli bir yapay zekâ araştırması için; matematik, sembolik mantık, göstergebilim, elektrik mühendisliği, zihin felsefesi, nörofizyoloji ve sosyoloji gibi uzmanlık alanları üzerine muhakkak disiplinler arası bir araştırma yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.Yapay zekâ, popüler düşüncede robotik gelişme ile ilişkilidir, ancak pratik uygulamada genelleştirilmesi ya da tanımlanması "hesaplama anlayışı gerektiren yazılım geliştirme alanlarında kullanılan gömülü bir bileşen" olmuştur.Yapay zekânın başlangıç noktası 1940'ların sonunda, Alan Turing'in "Bilgisayarlar düşünebilir mi?" sorusudur ve Turing testi hala insan-istihbarat ölçeğindeki bilgisayar çıktılarını değerlendirmek için kullanılsa da, soru hala etkili bir şekilde cevaplanmamıştır. Ancak, karmaşık formdaki gerçek dünya verilerini içeren bilgisayar uygulaması alanlarında; insan gözlemi ve müdahalesinin yerini alması nedeniyle değerlendirme, tahmini görevler ve otomasyon uygulamalarında gittikçe başarılı olmuştur.
Bilgisayar mimarisi ve mühendisliği
Bilgisayar mimarisi veya dijital bilgisayar organizasyonu, bir bilgisayar sisteminin kavramsal tasarımı ve temel operasyonel yapısıdır. Büyük ölçüde merkezi işlem birimini. (CPU) dahili olarak nasıl çalıştığına ve hafızadaki adreslere erişim sistemine odaklanmaktadır. Bu çalışma alanı; işlevsellik, performans ve maliyet hedeflerini karşılayan bilgisayarlar oluşturmak için donanım bileşenlerini seçip entegrasyon çalışmaları yürüten bilgisayar mühendisliği ve elektrik mühendisliği disiplinlerini sık sık içerir.
Bilgisayar performans analizi
Bilgisayar performans analizi; çıktıları iyileştirme, yanıt süresini kontrol etme, kaynakları verimli bir şekilde kullanma, tıkanıklığı ortadan kaldırma ve yoğun yüklenmelerde sistem performansı tahmin etme gibi genel hedefleri olan ve bunları iyileştirme çalışmaları yürütülen alandır.
Bilgisayar grafikleri ve görselleştirme
Bilgisayar grafikleri, dijital görsel içeriğin incelenmesi ve görüntü verisinin sentezi ve manipülasyonu ile ilgilidir. Bu çalışmalar, bilgisayar bilimi, görüntü işleme ve hesaplama geometrisi de dahil olmak üzere bilgisayar bilimlerindeki diğer alanlarla da bağlantılıdır ve özel efektler ile video oyunları alanlarında yoğun bir şekilde uygulanmaktadır.
Bilgisayar güvenliği ve kriptografi
Bilgisayar güvenliğinin amacı; sistemin, amaçlanan kullanıcılar için erişilebilirliğini ve kullanılabilirliğini korurken, yetkisiz erişim, bozulma veya harici modifikasyona karşı bilgilerin korunmasını içeren bir bilgisayar teknolojisi dalıdır. Kriptografi gizleme (şifreleme) ve dolayısıyla şifre kırma (ya da şifre çözme) bilgisinin uygulanması ve incelenmesidir. Modern şifreleme, büyük oranda bilgisayar bilimi ile ilgilidir, çünkü birçok şifreleme ve şifre çözme algoritmaları hesaplama karmaşıklığı alanına dayalıdır.
Hesaplamalı bilim
Hesaplamalı bilim (veya bilimsel hesaplama), matematiksel modellemeler ve niceliğe dayalı analiz teknikleri oluşturmak ve bilimsel problemleri analiz etmek ve çözümlemek için bilgisayarı araç olarak kullanan bir çalışma alanıdır. Pratikte, bilgisayar simülasyonunun ve diğer hesaplama biçimlerinin, çeşitli bilim dallarındaki sorunlara uygulanması anlamına gelmektedir.
Bilgisayar ağları
Bilgisayar bilimlerinin bu dalı, bilgisayarlar arasındaki ağları dünya çapında yönetmeyi ve problemleri aşmayı amaçlamaktadır.
Eşzamanlı, paralel ve dağıtılmış sistemler
Eşzamanlılık, birçok hesaplamanın aynı anda ve potansiyel olarak birbiriyle etkileşime girdiği sistemlerin bir özelliğidir. Petri ağları, süreç hesapları ve Paralel Rastgele Erişim Makinesi modeli de dahil olmak üzere genel eşzamanlı hesaplama için bir takım matematiksel modeller geliştirilmiştir. Dağıtılmış bir sistem eşzamanlılık fikrini bir ağ üzerinden bağlanan birden fazla bilgisayara genişletir. Aynı dağıtılan sistem içindeki bilgisayarlar kendi özel belleğine sahiptir ve ortak bir amaç edinmek için bilgi kendi aralarında sıklıkla değiştirilir.
Veritabanları
Veritabanı, büyük miktardaki veriyi kolayca organize etmek, depolamak ve transfer etmek için tasarlanmıştır. Sayısal veritabanları, veritabanı modelleri ve sorgu dilleri aracılığıyla veri saklamak, oluşturmak, korumak ve aramak için veritabanı yönetim sistemleri sıklıkla kullanılmaktadır. Özellikle finans, emniyet ve kamusal alanlarda kullanımı yaygındır.
Yazılım mühendisliği
Yazılım mühendisliği, yüksek kalitede, ekonomik, bakıma açık ve hızlı geliştirmeyi sağlamak için yazılım tasarlama, uygulama ve değiştirme çalışmasıdır. Yazılım tasarımına sistematik ve bilimsel yaklaşım, mühendislik çalışmalarının yazılıma uygulanmasıyla mümkün hale gelmektedir. Yazılım mühendisliği, yazılımın organizasyonu ve analizi ile ilgilenmektedir-sadece yeni yazılımların oluşturulması veya üretimi ile değil, dahili bakım ve düzenleme ile de ilgilenmektedir. Her iki bilgisayar uygulamaları yazılım mühendisi ve bilgisayar sistemleri yazılım mühendisi, 2008-2018 yılları arasında en hızlı büyüyen meslekler arasında yer alması bekleniyor.
Bilgisayar bilimlerindeki bazı büyük yaklaşımlar
Hesaplama filozofu Bill Rapaport "Great Insights of Computer Science" adlı eserinde bilgisayar bilimlerinde büyük yaklaşımların üçünü kaydetti:
Gottfried Wilhelm Leibniz, George Boole, Alan Turing, Claude Shannon ve Samuel Morse'ın bilgisayar bilimlerine bakış açısı:
Bilgisayarın "herhangi bir şeyi" temsil etmek için kullanması gereken iki nesne var.
Hesaplanabilir bir problemle ilgili tüm bilgiler sadece 0 ve 1 (veya "açma / kapama", "mıknatıslanmış / mıknatıssız","yüksek gerilim / düşük gerilim" vb.) gibi kolayca ayırt edilebilir iki durum arasında geçiş yapabilen diğer dengeli çiftler kullanılarak temsil edilebilir.
Ayrıca bkz: Dijital fizik
Alan Turing'in anlayışı: Bir bilgisayarın "herhangi bir şey" yapmak için gerçekleştirmesi gereken yalnızca beş eylem var.
Her algoritma, yalnızca beş temel talimattan oluşan bir bilgisayar için bir dilde ifade edilebilir:
Bir yerden sola hareket et;
Sağa herhangi bir yere git;
Geçerli konumda sembolü oku;
Geçerli konumda 0 yazdır;
Geçerli konumda 1 yazdır.
Ayrıca bkz: Turing makinesi
Corrado Böhm ve Giuseppe Jacopini'nin yaklaşımı:
Bir bilgisayarın "herhangi bir şey" yapabilmesi için gereken bu eylemleri (daha karmaşık olana doğru) birleştirmenin üç yolu vardır.
Özetle herhangi bir temel talimat kümesini daha karmaşık olacak biçimde birleştirmek için yalnızca üç kural gereklidir:
Sıralama: önce şunu yapın, sonra bunu yapın;
Seçim: Böyle bir durumda bunu yapın, daha sonraki durumda bunu yapın, bu durumlardan birisi değilse bunu yapın;
Tekrarlama: Şöyle bir durumda şu şartlar sağlanıyor iken durumu tekrarla ve bu esnada şu işlemleri sırasıyla gerçekleştir.
Akademi
Konferanslar bilgisayar bilimi araştırmaları için çok önemli olaylardır. Bu konferanslarda, kamu ve özel sektörde araştırmacılar yeni çalışmalarını sunmakta ve bir araya gelmektedirler. Diğer birçok akademik alanın aksine, bilgisayar bilimlerinde, konferans bildirilerinin prestijleri dergi yayınlarından daha yüksektir.
Bunun için önerilen bir açıklamada; bilgisayar bilimleri dalının, diğer dallara nispeten hızlı bir şekilde geliştirilmesini, sonuçların hızlı bir şekilde incelenmesini ve dağılımını gerektirmesidir.
Bu nitelikteki çalışmalar ise dergilerden ziyade konferanslar tarafından daha iyi ele alınmaktadır ve bu sayede verimlilik artmakta, kitlelere daha etkin ulaşılabilmekte ve yapılan işlerin performansı artmaktadır.
Eğitim
Bilgisayar bilimi nispeten yeni bir alan olduğundan, okullarda ve üniversitelerde diğer akademik alanlar kadar yaygın şekilde öğretilmemektedir. Örneğin, 2014 yılında Code.org, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki liselerin yalnızca yüzde 10'unun bilgisayar bilimi eğitimi verdiğini tahmin ediyordu. Computing Machinery (ACM) ve Bilgisayar Bilimi Öğretmenleri Derneği (CSTA) tarafından düzenlenen 2010 raporunda, 50 eyaletten sadece 14'ünün lise bilgisayar bilimi için önemli eğitim standartlarını benimsediği ortaya çıktı. Bununla birlikte, bilgisayar bilimleri eğitimi her yıl artan bir şekilde büyümektedir. İsrail, Yeni Zelanda ve Güney Kore gibi bazı ülkeler halihazırda ulusal orta öğretim müfredatlarında bilgisayar bilimine yer vermektedirler. Birçok ülke de bu gelişmeyi takip ederek müfredatlarını değiştirmektedir. Türkiye'de de bu yönde yapılan çalışmalar 2015 yılında bakanlık tarafından duyurulmuştur.
Çoğu ülkede bilgisayar bilimleri eğitiminde önemli bir cinsiyet farkı vardır. Örneğin, ABD'de 2012'de bilgisayar bilimleri derecelerinin yaklaşık %20'si kadına verildi. Türkiye'de bu oranlar ise %10 ila %30 civarında değişmektedir. Bu cinsiyet arasındaki uçurum diğer Batı ülkelerinde de bulunmaktadır. Bununla birlikte, dünyanın bazı yerlerinde, bu cinsiyet dağılımı dengesizliği küçük veya yok denecek kadar azdır. 2011'de, Malezya'daki bilgisayar bilimleri derecelerinin yaklaşık yarısı kadına verildi. 2001 yılında kadınlar, Guyana'daki bilgisayar bilimleri mezunlarının %54.5'ini oluşturuyordu.
Kaynakça |
1614 | https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0yi%20s%C4%B1ral%C4%B1 | İyi sıralı | Matematikte, bir S kümesinin boş olmayan her altkümesi için, en küçük bir eleman tanımlayan tam sıralara, S kümesi üzerinde tanımlı bir iyi-sıra denir. İyi-sıralılık özelliğine sahip bir S kümesi iyi sıralı bir kümedir.
Örneğin doğal sayıların normal bir sırası iyi sıralıdır fakat ne tam sayıların ne de pozitif reel sayıların normal bir sırası iyi sıralı değildir.
İyi sıralı bir S kümesinde sonsuz olarak azalan bir zincir bulunamaz, yani S kümesinde her i için olacak bir dizisi bulunamaz. Seçim aksiyomu kullanılarak bu özelliğin iyi sıralılık ilkesine denk olduğu gösterilebilir. Ayrıca bu özellik Zorn Lemma'sına da denktir.
İyi sıralı bir kümede, mevcut olabilecek en büyük eleman dışındaki her a elemanının belirli bir ardılı bulunur: a elemanından daha büyük olan tüm elemanların altkümesinin en küçük elemanı.
Bununla birlikte her elemanın bir öncel elemanı olmak zorunda değil. Örneğin doğal sayılar kümesinin iki kopyasını ele alalım ve bu kopyaların, ikinci kopyadaki her elemanın ilk kopyadaki her elemandan daha büyük olacak şekilde sıralı olduğunu varsayalım. Her kopyada normal sıralılık seçilirse her iki küme iyi sıralı bir kümedir ve şeklinde gösterilir. Burada her elemanın bir ardıl elemanı bulunmasına karşın (yani en büyük bir eleman olmamasına karşın) öncel elemanı olmayan iki eleman bulunur: Birinci kopyanın sıfır sayısı (bu kümenin en küçük elemanı) ve ikinci kopyanın sıfır sayısı (ilk kopyanın her elemanı bu sayıdan daha küçüktür fakat alt kümede en büyük eleman yoktur).
Bir küme iyi sıralı ise verili bir önermenin bu kümenin tüm elemanları için doğru olduğunu göstermek için, sonluötesi tümevarım tekniği kullanılabilir. (Tam tümevarım bu tekniğin özel bir durumudur.)
Seçim aksiyomuna denk olan iyi-sıralılık ilkesi her kümenin iyi sıralı bir küme yapılabileceğini ifade eder.
Kaynakça
Sıra teorisi
Matematiksel tümevarım |
1616 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Bili%C5%9Fim | Bilişim | Bilişim, bilişim bilimi ya da bilgisayar bilimi, bilgi ve hesaplamanın kuramsal temellerini ve bunların bilgisayar sistemlerinde uygulanabilmeleri sağlayan pratik teknikleri araştıran bir yapısal bilim dalıdır. Bilişimciler ya da bilgisayar bilimcileri bilgi oluşturan, tanımlayan ve dönüştüren algoritmik süreçler icat edip, kompleks sistemleri tasarlamak ve modellemek için uygun soyutlamalar formüle ederler.
Tanım
Matematiğe benzer şekilde Bilişim Bilimi bilginin, özellikle elektronik makineler aracılığıyla, düzenli ve ussal biçimde işlenmesi bilimidir. Bunun yanı sıra bilişim bilimi bilgi işlemlerinde uygulanabilen (soyut) matematiksel yapıları da inceler. Amacı ve görevi bir yandan (saf matematiğin alt dalı olarak) temel aksiyomatik matematiksel kuramlar üretmek (Kuramsal Bilişim Bilimi), ikinci olarak -yardımcı bilim şeklinde- tüm diğer uzmanlık dallarının nesnelerini ve süreçlerini çözümleyip soyut matematiksel yapılara ve Algoritmalara dönüştürmek (Bilgisayar Bilimi) ve üçüncü olarak soyut matematiksel yapıların aktarılabileceği, saklanabileceği ve algoritmalarla otomatik olarak işlenebileceği matematiksel makineleri tasarlamaktır (Teknik Bilişim ya da Bilgisayar Mühendisliği).
Köken
Bilişim kelimesi bilmek fiilinin bir türevi olan bilişmek fiilinden türetilmiş bir kelimedir ve ilk kez Aydın Köksal tarafından kullanılmıştır. Bilişim kelimesinin karşılığı olan , ve bunlardan türetilmiş olan Türkçe enformatik kelimeleri, ve gibi alanları kapsar. İskandinav ülkelerinde bilişim biliminin karşılığı olarak datalogi terimi kullanılmaktadır.
Bilişim biliminin kökleri matematik, fizik ve elektrotekniktedir. Bir mühendislik alanı olarak bilişim, verileri aktarabilen, depolayabilen ve algoritmalar yardımıyla verileri işleyebilen matematiksel makineler tasarlar. Böylelikle bilişim özellikle gerçek süreçlerin simülasyonunu mümkün kılar. Bir "yardımcı bilim" olarak düşünüldüğünde bilişim diğer bilimlerdeki olguları soyutlaştırır ve algoritmalar yardımıyla işler.
Veri işleme ve bununla ilgili iş alanları için genel bir kavram olarak İngilizce "information technology" (IT) yerine Türkçede bilişim teknolojisi (BT) kavramı kullanılmaktadır.
Bilişim kısaca "Thales" tarafından ortaya çıkmıştır.
Bilişimin çağdaş yaşamdaki önemi
Bilişim çağdaş yaşamın her alanında kendine yer edinmiş durumdadır. İnternetin yoğun kullanımı bu gelişmeyi güçlendirmiştir. Bilgisayarların dünya çapında ağlaşması firmaların iletişiminde, lojistikte, medyada, ev yaşamında ve daha birçok başka alanda devrim niteliğinde değişimler yaratmıştır. Bilişim, fark edilmese de çamaşır makinesi, fotoğraf makinesi, müzik sistemleri gibi pek çok aygıttaki gömülü sistemler () vasıtasıyla günlük yaşamın bir parçası haline gelmiştir. Elektroteknik cihazlarda çok gelişmiş yazılımlar görülebilmekte.
Bilgisayarlar büyük veri yığınlarını kısa sürede yönetebilir, depolayabilir, paylaşabilir ya da işleyebilirler. Bunu sağlayabilmek için karmaşık donanım ve yazılım sistemleri gereklidir. Bu sistemlerin tasarımı ve geliştirilmesi de bilişim biliminin araştırma alanına girer. Vikipedi'nin kendisi bu tip karmaşık bir sisteme örnek verilebilir.
Bilgisayar sistemlerinin sağladığı fayda algoritmik işlemleri büyük veri yığınlarına yüksek bir hızda uygulayabilmeleridir. İnsan zekâsı buna karşılık bilişsel () algılama (örneğin eksik bilgi ile karar alabilme, şekil, yüz vb. tanıma) bakımından bilgisayarlara göre çok daha üstündür. Buna benzer konular yapay zekâ alanında araştırılmaktadır. Bu araştırma alanlarının bazılarında önemli sonuçlar elde edilmiş olsa da henüz insan zekâsının tam bir simulasyonundan söz etmeye imkân yoktur.
Bilişim bilimi ve bilgisayar mühendisliği kavramları
Bilişim bilimi genel olarak her tür mekanik hesap ve bilgi işlevleri inceleyen bir bilimdir. Önemli olan kuramsal bölümlerinden bazıları bunlardır:
Bilgisayar programcılığı
Hesap kuramı
Biçimsel dil kuramı ve Otomat kuramı
Bilgisayar bilimine bazen bilgisayar mühendisliği denilir ki, bunlar aynı değildir. Bilgisayar bilimi, diğer dillerde kullanılan "computer science" ya da "Informatik" (Bilişim) sözcüklerin manasına daha yakındır ve bilim olarak, mühendislikten genelde daha soyut konuları inceler.
Bilişim bilimi hesaplama, bilgi verme ve yazılım ve donanım üzerindeki işlemler üzerine çalışmaktadır. Pratikte bilgisayarlarla ilgili konuları kapsar. Algoritmalar, formül yapıları, bilgisayar dilleri, yazılım ve bilgisayar donanımları bu konulardan belli başlı olanlarıdır.
Bilişimde kullanılan elemanlar
Donanım elemanları
Ağ elemanları
Ağ kartı
Ana kart
Bilgisayar
Çıkarılabilir diskler
Ekran kartı
Fare
İşlemci
Klavye
Modem
Dial-Up modem
ADSL modem
Kablolu modem
RAM hafızası
Sabit Disk
Sayısallaştırıcı
Tarayıcı
Yazıcı
Yönlendirici
Yazılım elemanları
Cihaz ilişkili yazılımlar
İş (Sektörel) uygulamalar
Ofis uygulamaları
Ortam ilişkili yazılımlar
Oyun yazılımları
Öykünücüler (emülatörler)
Programlama dilleri
Sistem yazılımları
Yardımcı yazılımlar ve birçok alanda geliştirilebilecek yazılımlar
Bilgi Yönetim Yazılımları
Bilişimin alanları
Kuramsal bilişim/bilgisayar bilimi
Hesaplama kuramı
Bilgi ve kodlama kuramı
Algoritmalar ve veri yapıları
Programlama dili kuramı
Biçimsel yöntemler
Koşut zamanlı, paralel ve dağıtık sistemler
Veri tabanları ve bilgi erişimi
Uygulamalı bilişim/bilgisayar bilimi
Yapay zekâ
Bilgisayar mimarisi ve mühendisliği
Bilgisayar grafikleri ve görselleştirme
Bilgisayar güvenliği ve kriptografi
Hesaplamalı bilim (bilimsel hesaplama)
Bilgi bilimi
Yazılım mühendisliği
Kaynakça
Dış bağlantılar
Bilişim Teknolojileri Derneği
Türkiye Bilişim Vakfı |
1618 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Akor | Akor | Akor, en az üç ayrı perdenin bir arada tınladığı ses kümesidir. Hangi perdelerin üst üste konulacağı, yapılan müziğin stiline veya müzikte o anda yaratılmak istenen etkiye göre belirlenir.
Klasik tonal armonide akorlar, bir temel notanın üzerine üçlü aralıkların üst üste konulması ilkesiyle kurulurlar. Bu üçlülerin büyük (majör) veya küçük (minör) olmalarından doğan kombinasyonlarla da akorların cinsi belirlenir. Üç notadan oluşan akorlarda, birbirinden farklı dört çeşit akor tipi kurulabilir.
Do sesini kök (karar) ses (ks) kabul edecek olursak:
do-mi-sol (ks+b3+k3) (majör - major)
do-mib-sol (ks+k3+b3) (minör - minor)
do-mi-sol# (ks+b3+b3) (artık - augmented)
do-mib-solb (ks+k3+k3) (eksik - diminished)
NOTALARI LATİN ALFABESİNE GÖRE SİMGELEYEN HARFLER:
"DO" - C
"RE" - D
"Mİ" - E
"FA" - F
"SOL" - G
"LA" - A
"Sİ" - B 'dir.
Buradan; C(Do Majör) GAMI; C - D - E- F - G - A - B - C(Oktav) şeklinde yazılır.
C gamı ses aralıkları(dizi aralıkları), gitar baz alındığında her "bir perde yarım sestir" ve buna göre; [ C <Bir Tam> D <Bir Tam> E <Bir Yarım> F <Bir Tam> G <Bir Tam> A <Bir Tam> B <Bir Yarım> C(oktav) ] şeklinde, yani; 2 tam, 1 yarım, 3 Tam, 1 Yarım kalıbındadır. Standart majör dizi bu şekilde oluşur.
C GAMI ÜZERİNDE; C - Dm - Em - F - G - Am - Bm-5 akorlar bu şekilde yerleştirilir, oluşturulur. Yani; 1. ses major akor, 2. ses minör akor, 3. ses minör akor, 4. ses majör akor, 5. ses majör akor, 6. ses minör akor ve 7. ses minör - 5 veya dimione olarak kurulur. C majör gamı, transpoze edilerek(başka tonlara kaydırılarak aynı şekilde uygulanabilir.
ÖRNEK: D gamına kaydıralım. 2 tam, 1 yarım, 3 tam, 1 yarım kalıbına göre; D - Em - F#m - G - A - Bm - C#m-5 kalın harflerle ifade edilenler notalar ve kalın-ince tamamını belirten ibareler de aldığı akorlardır. Ton 1 tam ses transpoze edilmiş D tonuna kaydırılmıştır. Tekrar belirtildiği üzere; majör gam kalıpları ve aldıkları akorlar bu standartta oluşturulurlar.
Kaynakça
Armoni (müzik) |
1619 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Ekonometri | Ekonometri | Ekonometri İki veya daha fazla verinin, birbirleri arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkiden yola çıkarak, matematik, istatistik ve bilgisayar bilimi aracılığıyla ekonomik ilişkilerin ampirik bir biçimde değerlendirilerek, bu veriler arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalıdır. Daha açık olmak gerekirse, "sonucu uygun metodlarla ilişkilendirilmiş, teori ve gözlemin eşzamanlı gelişimi tabanlı mevcut ekonomik olgunun nicel çözümlemesidir." Bir ekonomiye giriş ders kitabı ekonometriyi: "dağlarca verinin arasından basit ilişkileri çıkarmak için titizlikle araştırmak" olarak açıklamıştır. "Ekonometri" terimi ilk olarak Polonyalı ekonomist Pawel Ciompa tarafından 1910 yılında kullanılmıştır. Bugünkü kullanım şekline getiren ise Ragnar Frisch'dir. Günümüzde daha güçlü bilgisayar yazılımların varlığıyla ekonometrik analizlerin gücü artmıştır.
Etimolojik olarak "ekonomik ölçüm" anlamına gelmektedir. Matematiksel İktisat, İstatistik ve Ekonomi Teorisi'nin bir birleşiminden oluşur. Ekonomik teorinin, ampirik analizle sınanmasını mümkün kılar. Örneğin, talep eğrisinin Ekonomi Teorisinin öngördüğü gibi aşağı doğru eğimli (negatif eğimli) olup olmadığı ekonometrik yöntemlerle test edilir. Ekonomi Teorisi eğim katsayısının kesin değeri hakkında bir yorumda bulunmazken, Ekonometri ile eğim katsayısının değeri kestirilmeye çalışılır. Talep eğrisi örneğinde bir malın fiyatında meydana gelen bir birimlik artışın, talep miktarında herhangi bir azalmaya yol açıp açmadığı, azalma oluyorsa belli bir aralıkta yaklaşık olarak ne kadar bir azalmayı beraberinde getirdiği ekonometri ile ölçülür.
Ekonometrinin en çok kullanılan yöntemi Regresyon analizidir.
Ekonometrik çözümlemeler iki ana dalda incelenebilir. Birincisi zaman serisi analizi, bir diğeri ise yatay kesit analizidir. Zaman serisi analizi değişkenlerin bir zaman aralığı üzerindeki değerlerini ve bu değerlerin farklı değişkenler için birbirleriyle karşılaştırılmasına dayanır. Yatay kesit analizi ise tek bir zaman noktasında farklı değişkenlerin incelenmesine dayanır. Örneğin 1990-2000 yılları arasında ekonomik büyüme ve istihdam arasındaki ilişki tek bir ülke için incelendiğinde zaman serisi analizi, 1990 yılı üzerinde farklı ülkelerin istihdam ve ekonomik büyüme rakamları incelendiğinde yatay kesit analizi yapılmış olur.
Zaman serileri ve yatay kesit verileri bir arada kullanıldığında ise panel veri analizi denen yöntem uygulanır. Örneğe göre bu analiz 1990 ile 2000 yılları arasında 20 farklı ülkenin istihdam ve ekonomik büyüme rakamları analiz edildiğinde panel veri teknikleri kullanılır.
Ekonometrik modeller
İki değişkenli tek denklemli doğrusal ekonometrik model
Yt = βo + β1Xt + ut
Yt: Bağımlı (açıklanan) değişken
Xt: Bağımsız (açıklayıcı) değişken
Örneğin:
Harcamalar ile gelir arasında doğrusal bir bağlantı olduğu kabul edilirse bu bağlantı için anakitle doğrusal model şöyle tanımlanabilir:
Kişisel harcamalar = Sabit (otonom) harcama + Harcama eğilimi X Gelir + Tesadüfi bir hata değişkeni
Y = β0 + β1t + ut
Değişkenler:
Yt: Kişisel harcamalar
Xt: Gelir
ut: Rassal (tesadüfî) bir hata değişkeni
Regresyon katsayıları
β0: sabit terim katsayı
β1: eğilim katsayı
Böyle bir modelin regresyon katsayılarının klasik regresyon analizi en küçük kareler yöntemiyle kestirimi yapılabilir yani
Y = b0 + b1t
Burada
b0: sabit terim katsayı kestirimi;
b1: eğilim katsayı kestirimi
olur. Bu katsayı kestirimleri kullanılması ile her bir gelir miktarı için yaklaşık ne kadar harcama yapılacağı hakkında tahminler elde edilebilir.
Bu iki değişkenli doğrusal modelin sağlıklı tahmin vermesi için bu doğrusal modelin özellikle hata teriminin istenen temel varsayımlara sahip olması gerekir. Aksi takdirde yanıltıcı sonuçlar elde edilebilir.
Çok değişkenli tek denklemli doğrusal ekonometrik model
Yt = βo + β1X1,t + β2X2,t + ... + βkXk,t + ut
Simgelerin anlamı
Yt: Bağımlı (açıklanan) değişken
Xi,t: Bağımsız (açıklayıcı) değişken(ler), i = 1 ... n
βk: Parametre(ler), k = 0 ... n
ut: Hata terimi
Ayrıca bakınız
Granger Nedenselliği
Birim kök
Kaynakça
Temurlenk, Sinan (2010) EKONOMETRİ 1-2 (3.Baskı) Erzurum Atatürk Ü. İİBF
Kılıçbay, Ahmet (1965), Ekonometri, (Birinci baskı),İstanbul: İ.Ü. İktisat Fakültesi yayını No: 160.
Kılıçbay, Ahmet (1975), Ekonometrik Metotlar ve Araştırma,,İstanbul: İ.Ü. İşletme Fakültesi yayını No: 52.
Kılıçbay, Ahmet (1980), Ekonometrinin Temelleri,,,İstanbul: İ.Ü. İktisat Fakültesi yayını No: 454.
Gujarati, Damodar (çev. Ümit Şenesen, Gülay Günlük Şenesen) (2008) Temel Ekonometri, Literatür Yayınları ISBN 975-7860-99-9.
Güriş, Selahattin ve Ebru Çağlayan (2005), Ekonometri Temel Kavramları,,İstanbul: Der yayınları, Yayın No:282 ISBN 975-353-210-5.
Formal bilimler
Matematiksel ve kantitatif metodlar (ekonomi) |
1622 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Scala%20%28programlama%20dili%29 | Scala (programlama dili) | Scala, hem nesne yönelimli programlamayı hem de fonksiyonel programlamayı destekleyen, statik olarak yazılmış güçlü bir genel amaçlı programlama dilidir. Kısa ve öz olacak şekilde tasarlanan Scala'nın tasarım kararlarının çoğu Java eleştirilerini ele almayı amaçlıyor.
Scala kaynak kodu Java bayt koduna derlenebilir ve bir Java sanal makinesinde (JVM) çalıştırılabilir. Scala ayrıca bir tarayıcıda veya doğrudan yerel bir yürütülebilir dosyada çalıştırılmak üzere JavaScript'e derlenebilir. JVM'de Scala, her iki dilde yazılmış kitaplıklara doğrudan Scala veya Java üzerinden ulaşılabilmesi için Java ile birlikte çalışabilirliği sağlar. Java gibi, Scala da nesne yönelimlidir ve C diline benzeyen küme ayracı olarak adlandırılan bir sözdizimi kullanır. Scala 3'ten beri, blokları yapılandırmak için girinti kullanma seçeneği de vardır ve kullanılması tavsiye edilir. Martin Odersky, bunun Scala 3'te sunulan en verimli değişiklik olduğunu söyledi.
Java'dan farklı olarak Scala, körleme, değişmezlik, tembel değerlendirme ve kalıp eşleştirme dahil olmak üzere fonksiyonel programlama dillerinin (Scheme, Standard ML ve Haskell gibi) birçok özelliğine sahiptir. Ayrıca cebirsel veri türlerini, kovaryans ve kontravaryansı, higher-order types (ancak higher-rank types değil), anonim türleri, operatör aşırı yüklemesini, isteğe bağlı parametreleri, adlandırılmış parametreleri, ham dizeleri ve yalnızca deneysel bir istisnayı destekleyen gelişmiş bir tür sistemine sahiptir.
Scala adı, ölçeklenebilirlik ve dilin bir portmanteau olup, kullanıcılarının talepleriyle büyümek üzere tasarlandığını ifade eder.
Kaynakça
Scala'nın sitesi
.NET Framework
Fonksiyonel programlama dilleri
JSM programlama dilleri
Koşutzamanlı programlama dilleri
Nesne yönelimli programlama dilleri |
1628 | https://tr.wikipedia.org/wiki/H%C3%BCsn-i%20hat | Hüsn-i hat | Hüsn-i hat, Arap harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatıdır. "İnce, uzun, doğru yol, birçok noktannın birbirine bitişerek sıralanmasından meydana gelen çizgi, çizgiye benzeyen şeyler ve yazı" anlamlarına gelen hat; İslam kültüründe "yazı" ve "güzel yazı" (hüsn-i hat, hüsnü'l hat, el-hattu'l hasen) manalarında kullanılmıştır. Hat sanatkarına verilen isim olan "hattat" tahminen 4. - 5. yüzyıldan sonra kullanılmaya başlanmıştır. İlk hattat Hz. Ali, hat sanatını kullanarak Kur'an-ı Kerim'in güzel biçimde yazılmasını sağlamıştır.
Hat türleri
Hat sanatının doğduğu dönemde ortaya çıkan başlıca yazı çeşitlerin Makîlı ve Kûfi'dir. Bu yazıların köşelenmesi ve yuvarlanıp yumuşatılması ortaya çıkmış diğer yazı çeşitleri Muhakkak, Nesih, Rika, Reyhânî, Sülüs ve Tevkî gibi çeşitlerdir. Bunların geneline Aklam-ı Sitte
denir. bunlar dışında Tâlik, Tomar, Divâni, Sümbüli, İcaze ve Gubarî gibi hat çeşitleri de vardır. Bölgelere göre hatlar Mağribî (Kayrevânî, Endülüsî, Fâsî, Mağribî, Sudanî), Tâlik (Tâlik, Nestâlik, Divanî, Şîkeste, Divanî Celî), ve Uzakdoğu (Sinî, Cavî) olarak da adlandırılabilecek çeşitleri vardır.
Galeri
Çağdaş örnekler
Kaynakça
Ali Alparslan, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, 2nd ed. (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2004)
Wolfgang Kosack: Islamische Schriftkunst des Kufischen. Geometrisches Kufi in 593 Schriftbeispielen. Deutsch – Kufi – Arabisch. Christoph Brunner, Basel 2014, ISBN 978-3-906206-10-3
Mühittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, 2nd ed. (İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı, 2003)
Dış bağlantılar
Kültür Bakanlığı
İslam Hat Sanatı Örnekleri
Library of Congress'deki Hat Koleksyonu
Ottoman Calligraphers and Their Works |
1631 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Ockham%27%C4%B1n%20usturas%C4%B1 | Ockham'ın usturası | Ockham'ın usturası, Occam'ın usturası, Ocham'ın usturası (), tutumluluk yasası veya basitlik yasası (), "olasılıkların zorunluluk olmadan çoğaltılmaması gerektiği" problem çözme ilkesi. Fikir, ilahi mucizeler fikrini savunmak için basitliği tercih eden skolastik filozof ve teolog, İngiliz Fransisken rahibi Ockhamlı William'a ( 1287-1347) atfedilir. "En basit açıklama büyük olasılıkla doğru olandır" gibi ifadelerle çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Bu felsefi ustura, aynı tahminle ilgili rakip hipotezler sunulduğunda, en az varsayıma sahip çözümün seçilmesi gerektiğini savunur. Dolayısıyla, farklı tahminler yapan hipotezler arasında seçim yapmanın bir yolu değildir.
Ockham'ın usturası, bilimde de aday modeller arasında katı bir belirleyici olmaktan ziyade teorik modellerin geliştirilmesinde kaçınıcı bir buluşsal yöntem olarak kullanılır. Bilimsel yöntemde Ockham'ın usturası, reddedilemez bir mantık ilkesi veya bilimsel bir sonuç olarak görülmez. Bilimsel yöntemde basitlik tercihi yanlışlanabilirliğe dayanmaktadır. Bir olgunun kabul edilen her açıklaması için çok ve anlaşılmaz sayıda olası karmaşık seçenekler olabilir. Başarısız olan açıklamalar, yanlışlanmalarını önlemek için her zaman ad hoc hipotezlerle temellendirilebileceğinden, daha karmaşık olanlara göre daha basit teoriler tercih edilir çünkü daha test edilebilirdirler.
Tarihçe
"Ockham'ın usturası" kavramı, Ockhamlı William'ın 1347'de ölümünden birkaç yüzyıl sonrasına kadar ortaya çıkmadı. Ruhun Hristiyan Felsefesi eseriyle Libert Froidmont, kavramı kendisine mal etti. Ockham bu ilkenin kâşifi olmasa da kendi adıyla anılıyor oluşunun, onun bu kavramı sık ve etkili biçimde kullanmasından kaynaklanıyor olabileceği belirtilmektedir. Ockham, ilkeyi çeşitli şekillerde ifade etse de en popüler ifade olan "varlıklar zorunluluk olmadan çoğaltılamaz" (), İrlandalı Fransisken filozof John Punch tarafından, Duns Scotus'un eserleri üzerine yazdığı 1639 tarihli tefsirde belirtilmiştir.
Ayrıca bakınız
Bilim felsefesi
Çehov'un silahı
Dilde tutumluluk yasası
Kaynakça
Konuyla ilgili yayınlar
Dış bağlantılar
Ockham's Razor , Sir Anthony Kenny, Marilyn Adams ve Richard Cross ile BBC Radio 4 tartışması (In Our Time, 31 Mayıs 2007)
Teoriler
Bilimsel yöntem
Skolastik felsefe
İndirgemecilik
Muhakeme
Usturalar (felsefe)
Yasalar
Bilim felsefesi
Din felsefesi
Eğitim felsefesi
Felsefi teoriler
Felsefe problemleri
Felsefi mantık
Felsefi kavramlar
Ontoloji
Metafizik
Metafizik teorileri
Mantık
Bilgi
Tümevarım
Hipotezler
Bilim tarihi
Din tarihi
Felsefe tarihi
Mantık tarihi
Düşünce tarihi
Eğitim tarihi
Buluşsal yöntemler
Bilim epistemolojisi
Epistemoloji
Epistemoloji teorileri
Tümdengelim
Eleştirel düşünme
Metafizik kavramları
Etik kavramları
Epistemoloji kavramları
Kavramlar
Tanrı'nın yokluğuna dair argümanlar |
1632 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Makroekonomi | Makroekonomi | Makroekonomi, ekonomi biliminin; toplam tüketim, toplam üretim, toplam tasarruf, toplam yatırım, toplam gelir (millî gelir) ve istihdam gibi toplam büyüklüklerini inceleyen ve bunlar ile ilgili çözümleme ve çıkarımlar yapan alt dalı. Mikroekonomiden farklı olarak, ekonomiyi bir bütün olarak ele alarak, makro denge çözümlemeleri üzerinde çalışır. İşsizlik, enflasyon, toplam üretim ve tüketim, gelir dağılımı makroekonominin ana konuları olarak sayılabilir. Kurucusu John Maynard Keynes'dir. Keynes 1930 yılına kadar temel ekonomik karar birimleri (tüketici, firma ve endüstri) seviyesinden bakılan ekonomi bilimine yeni bir boyut kazandırmış, toplam talep kavramını gündeme getirerek işsizlik ve toplam üretim konularını bununla açıklamaya çalışmıştır. Modern makroekonomideki düşünce okullarından bazıları şunlardır:
Keynesyen Ekonomi
Monetarizm (Parasalcılık)
Yeni Klasik Ekonomi
Yeni Keynesçi Ekonomi
Arz Yanlı Ekonomi
Kökeni
Klasik ve neoklasik iktisatçılar, piyasada otomatik olarak işleyen serbest rekabet ve fiyat mekanizmasının her şeyi görünmeyen bir el gibi kusursuz olarak düzenlediğine ve böylece ekonominin sürekli olarak, üretim faktörlerinin tümünün istihdam edildiği ve hiçbirinin atıl kalmadığı tam istihdam durumunda dengede bulunacağına kabul ederler.
Bu denge durumunun kimi zaman küçük sarsıntılar geçirebileceğine ve dengenin, bu mekanizmaların işlemesiyle kendiliğinden kısa sürede yeniden kurulacağına kabul ettikleri için, ekonominin tümünü ilgilendiren konulara yani makro ekonomik analizler üzerinde durmamışlar ve daha çok ekonomiyi oluşturan karar birimleri ile ilgili mikro ekonomik analizlere yer vermişlerdir. Bununla beraber, ilk iktisatçılardan sayılan fizyokratlar ve daha sonraları bir kısım klasik iktisatçılar az da olsa makro analizler yapmışlardır.
Klasik iktisatçıların iddia ettikleri gibi ekonominın her zaman kendiliğinden tam istihdamda dengeye gelmemesi ve yine klasiklerce önemsiz ve geçici olarak kabul edilen krizlerin hiç de sanıldığı gibi kolayca atlatılamaması, konunun önemini ortaya çıkarmıştır.
Makro ekonomik çalışmalar, İngiliz iktisatçısı John Maynard Keynes'in 1936 yılında yayınladığı İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi (The General Theory of Employment, Interest and Money) adlı eseri ile kısa zamanda yaygınlaşmıştır.
Makro Ekonomi kavramı ilk defa 1933 senesinde Ragnar Frisch tarafından kullanılmıştır. Frisch 1933 yılında yayınlanan çalışmasında ekonominin devrevi hareketlerini incelemiş ve makro ekonomi kavramını ilk kez kullanmıştır. Frisch'in bu ve bunu izleyen makaleleri ekonometrik model oluşturmak bakımından öncülük yapmıştır.
Analitik değerlendirmeler
Makroekonomide iki farklı temel teori vardır. Bunlardan birincisi Keynesçi Ekonomi, diğeri ise Yeni Klasik Ekonomidir. Keynesçi Ekonomi, ekonomideki hareketliliğin talepler doğrultusunda gerçekleştiğini savunurken, Yeni Klasik Ekonomiye göre ekonomiyi değerlendirebilmek için piyasadaki arz miktarını bilmek gerekmektedir.
Makroekonomik politikalar
Ekonomik krizlerden, istikrarsızlıktan, işsizlikten, yüksek enflasyondan kurtulmak için hükûmetler makroekonomide iki farklı politika izlerler:
Maliye Politikası
Para Politikası
Kaynakça
Dış bağlantılar
İTÜ Ninova Açık Ders Malzemeleri, Makroiktisat |
1633 | https://tr.wikipedia.org/wiki/MP3 | MP3 | MP3 (okunuşu Türkçe: me-pe-üç veya İngilizce: em-pi-tri, açılımı MPEG-1 Audio Layer III) (Film Uzmanlar Grubu Ses Katmanı 3) olan sıkıştırılmış ses biçimi ve bu biçimde kaydedilen seslere verilen ad. Fraunhofer-Institute tarafından geliştirilmiştir. Sayısal hale getirilmiş sesler üzerinden insan kulağının duyamayacağı titreşimlerin silinmesi yöntemine dayanır.
MP3 kelimesi, MPEG Layer 3'ün kısaltmasından oluşmuştur. (MPEG=Motion Pictures Experts Group). MP3 formatı disk alanından tasarruf sağlanması amacıyla ortaya çıkmıştır. Sıkıştırma algoritmaları geliştirilmeden önce bilgisayarlarda ses örnekleri .wav, .pcm, .voc, .au, .snd gibi biçimlerde saklanırdı ki bu formatlar sesi depolarken insan kulağının işitemeyeceği ses frekanslarını da depolayarak dosyanın şişmesine yol açarlar. Bu biçimlerde CD kalitesinde 3-5 dakikalık bir ses kaydının saklanabilmesi için 50 ila 70 megabayt arasında bir sabit disk alanı gerekmektedir.
Sıkıştırma
MP3, sıkıştırma türü olarak lossy yani "kayıplı" bir başlığı altındadır. Bit aralığına bağlı olarak ses kalitesi değişiklik gösterir. 128 kbit/s ayarındaki bir sıkıştırma ile alandan yaklaşık 1:11 oranında tasarruf edilebilir. oluştururken önemli bir konu da değişken bit aralığı kullanmaktır. Bir mp3 VBR (variable bit rate) adı verilen dinamik sıkıştırma yöntemi ile sıkıştırılırsa, kaybın önemli olmadığı bölümlerde düşük bit sıklığı, önemli olduğu bölümlerde ise yüksek bit sıklığı kullanılır. Bu sayede sıkıştırılmış olan mp3, standart bir sıkıştırma oranıyla işlenmiş parçadan daha az yer kaplar.
Ayrıca bakınız
Ogg Vorbis
DivX
Ses çözücüler
Dosya sıkıştırma formatları
Alman icatları |
1634 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Mikroekonomi | Mikroekonomi | Mikroekonomi, ekonomiyi tüketiciler, firmalar ve endüstriler düzeyinde inceleyen disiplindir. Yunanca mikros (μικρος) kelimesinden türetilen mikro iktisatta, iktisadi mesele ile etkinlik üzerinde durulur; ne üretilecek, nasıl üretilecek, kimler için üretilecek, dağılımda-üretimde-bölüşümde etkinlik var mı soruları incelenmeye çalışılır. Aslında gerek mikro iktisatta gerek makro iktisatta bir ekonomideki karar birimlerinin, tüketicilerin ve firmaların, nasıl karar aldıkları ve piyasada birbirlerini nasıl etkiledikleri analiz edilir.
Fırsat maliyeti, arz ve talep, elastikiyet gibi konuları inceler.
Genelde bireyin ve firmanın davranışlarıni incelemekle beraber aynı zamanda da (bazı iktisat düşünürlerine göre) sağlam bir Makro İktisadi analizin yapılmasının da temelini oluşturur.
Birey ekonomik bir karar verirken nasıl davranır? Sorusuna cevapla başlar ama bu cevap sanıldığı kadar kolay değildir. Karar vericilerin rasyonel davrandıkları ve Rasyonel bireylerin en doğru kararı vereceğini söylese de bu karar verme sürecinin incelemesi olan mikroekonomi biliminin sanıldığı kadar kolay olmadığı bilinen bir gerçektir. Girişimci karar verirken kendi çıkarlarını göz önünde bulundurur. Bu yüzden genel olarak iktisat bilimi hep varsayımlar üzerine kuruludur.
Mikro ekonomi aynı zamanda kaynakların rasyonel kullanımı ile de ilgilidir. Fiyat teorisiyle ilgilenir.
Kaynakça |
1635 | https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCzikoloji | Müzikoloji | Müzik bilimi ya da müzikoloji, müziği bilimsel açıdan ele alan ve inceleyen bilim dalı.
Tarihi
Müzikolojinin ilk olarak "müzik bilimi" anlamındaki kelimenin geçtiği Jahrbuch für musikalische Wissenschaft (1863) adlı eseriyle Friedrich Chrysander tarafından kurulduğu kabul edilir (Randel, The new Harvard Dictionary of Music, s. 521). Müzikolojinin o sıralarda henüz kendine özgü bir araştırma metodu yoktu. Eski yöntemlerle araştırmalarını yapıyordu. Üniversitelerde, konservatuvarlarda ve özel okullarda müzikoloji öğretimi başlayınca kendine özgü bilimsel metotlar geliştirdi. Büyük müzikbilimi okulları yöntemleriyle birbirinden ayrılırlar. Büyük Britanya Organoloji, Fransa arşiv çalışmalarına, tarihlemeye, Almanlar daha çok uslup karşılaştırması, biçimsel çözümleme (analiz), estetik ve yayınlar konusuna ağırlık vermişlerdir. Bu şekilde İtalya ve İngiltere gibi diğer Avrupa ülkelerinin de müzikolojik çalışmalara farklı eğilimleri vardır.
Müzikolojinin kurulmasını sağlayan Germen ülkeleri müzik biliminde önemli eserler hazırladılar. A. W. Ambros (1816-1876) ve H. Riemann (1849-1919), "Guido Adler" (1855- 1941), F. Blume (1893-1975) önemli müzikbilimi eserleri,külliyatlar hazırladılar. Adler müzikolojinin metotları, amaçları, sistemleştirilmesi gibi konularda önemli fikirleri ileri sürmüştür. XIX. yy. bilginleri arasında August Wilhelm Ambros, Geschichte der Musik (5 cilt, Leipzig 1862-82) adlı geniş çaplı bir eser yazmış ayrıca Bach, Händel gibi bestekârların eserlerini de düzenlemiştir. F. Blume'nin yöneticiliğinde yapılan Die Musik in Geschichte und Gegenwart (geçmişte ve günümüzde müzik) adlı eseri Alman müzikolojisinin gurur kaynağıdır. Almanlar müzik estetiğinde Stutgart ekolünü oluşturmuşlardır.
Fransa'da ilk büyük müzik biyograficisi, bibliyografici ve eleştirmen François J. Fetis'dir (1784-1871). Daha sonra Raphael Kiesewetter'in müzik tarihi, Albert Lavignac (1846-1942) ansiklopedik çalışmaları ile A. Pierro (1869-1943) modern Fransız müzikolojisinin kurucusu olarak bilinirler. İtalya’da G. M. Gatti (1892-1973) İtalyanca müzik sözlüğü, C. Sa (1904-1975), müzikoloji eseriyle D. Stevens (1922-), bir müzik tarihi ile birlikte müzik yazmaları üzerine çalışmalarıyla bilinen G. Reaney (1924-) burada çalışan büyük müzikologlardır. G. Grove'nin (1820-1900) müzik ve müzikçiler sözlüğü ölümünden sonra da yenilenerek birçok kez basılmıştır.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'ye göçen Alman müzikologlar yeni teknik olanaklarla bilimsel müzikolojiyi ABD'ye taşımışlardır (Randel, The New Harvard Dictionary of Music, s. 522). ABD'de müzikolojinin kurucusu Kongre Kütüphanesi'in müzik bölümünü ve The Musical Quarterly dergisini yöneten Oscar G. T. Sonneck'tir (1873-1928). Amerikan müziği üzerine bibliyografya ve katalog çalışması yapmıştır. Harvard üniversitesi için bir müzik sözlüğü hazırlayan (Randel, The New Harvard Dictionary of Music, s.522) müzikolog Don Michael Randel'e göre ABD'de müzikoloji Cornell Üniversitesi'nde 1930'da Otto Kinkeldey tarafından kurulmuştur. Amerikalı müzikolog Baary S. Brook birçok müzikolojik çalışmanın yöneticiliğini yapmıştır.
Bununla birlikte müzikoloji sahasında önemli adımlar atan başkaları da olmuştur. Babillilerin (Sümerlerin) müzik ve çalgılarını Galpin gün ışığına çıkarmıştır. Orta Çağ müzik anlayışını modern zamana göre açıklayan Cousmaker'dır. Müziğin simgeleri üzerinde önemli çalışmaları ve çözümlemeleri Max Schneider yapmıştır. Bütün bu müzikologlar geniş bir kültürle birlikte bilim araştırmalarını seven ve sebep-sonuç ilişkisini sentez yapabilen kişilerdir.
Bugün gelinen noktada ise genel kabule göre Müzikoloji, bağımsız bir bilim dalıdır. Müzik tarihi, müzik teorisi gibi alt dallara müzik mitolojisine kadar varan araştırma alanına sahiptir. Bazıları "Etnomüzikoloji"yi "müzik tarihi"nin içinde bir araştırma alanı olarak kabul etmektedirler. Bununla birlikte Dünya müzikleri, "Karşılaştırmalı müzikoloji", "Kültürel müzikoloji" gibi adlandırılan alanlar da yine müzikolojinin alt dalı olan başlıklardır. Filiz Ali, A. Adnan Saygun, Ahmet Yürür, Rauf Yekta, Vural Yıldırım, Seyit Yöre, Yalçın Tura vd. bu alanda çalışan isimlerdir.
Kültürel müzikoloji
Kültürel müzikoloji, insan toplumunda müzik ve kültür ilişkisini inceler. Bu yaklaşımla kültürel müzikoloji tarih, edebiyat, sosyoloji, psikoloji, antropoloji ve müzikolojinin metotlarından yararlanır. Müzikoloji ana biliminin alt dallarından biridir. Disiplinlerarası bir bilim alanıdır. Müzikoloji ve Etnomüzikolojinin alanlarını incelemeyi temel alan Ayten Kaplan, eserini "kültürel müzikoloji" başlığı altında yayınlamıştır. Bu bilim, kapsadığı geniş inceleme alanıyla etnomüzikolojiyi gölgede bırakmaktadır. Müzikoloji ve Kaynakları kitabında da bu konuya yer verilir.
Ayrıca bakınız
Türkiye'de müzikoloji
Sosyal bilimler |
1636 | https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCzik%20teorisi | Müzik teorisi | Müzik kuramı terimi genel olarak iki farklı ama birbiriyle ilgili anlamda kullanılır:
Müziğin temel yapıtaşları.
Bu yapıtaşları ile müziğin incelenmesi, sınıflandırılması ve hatta bestelenmesini konu alan bilim dalı.
İlk anlamdaki müzik kuramı, müziğin temel yapıtaşlarını tanımlar (porte, nota, artikülasyon, anahtarlar, ton, gam, ritim, melodi, armoni vb.)
Diğer bir deyişle müzik dilinin kurallarını belirler ve bunların kullanılışlarını açıklar.
İkinci anlamdaki müzik teorisi 1950'lerden sonra özellikle Kuzey Amerika kıtasında müzikolojiden özerkleşerek kendi başına müziği inceleyen bir bilim dalı haline gelmiştir. Müzikoloji (veya tarihsel müzik) ve etnomüzikolojiden farklı olarak pozitif bilimleri (matematik, fizik vb.) de kullanması gerekçe olarak gösterilmektedir. Kıta Avrupası'nda ise müzik teorisi, müzik tarihi gibi müzikolojinin bir alt dalı olarak kabul edilmektedir, dünyada yaygın olan kanaât de budur.
Müziğin yapıtaşlarının tüm müzisyenler tarafından öğrenilmesi her durumda aranılan bir nitelik olsa da müziğin bilimsel olarak incelenmesi özel olarak müzik kuramcıları tarafından gerçekleştirilir. Doğu müziğinde genellikle Edvarlar müzik kuramı eserleridir.
Tarih
Müzik teorisinin Pisagor'dan başlayan çok eski ve uzun bir tarihi vardır. Doğu müziğinde ise teori tarihi Kindi ile başlar. Anadolu'da ilk müzik teorisi 15. yüzyıl başlarında Yusuf Kırşehri tarafından yazılmıştır.
Ayrıca bakınız
Akustik
Martin Luther
Dış bağlantılar
Müzikolog Sosyal Paylaşım Platformu
Society for Music Theory (İngilizce)
Music Theory Online (İngilizce)
RowyNet Almanca, İngilizce, Felemenkçe ve Fransızca müzik sözlüğü
Müzik tarihi
Müzikoloji |
1641 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Levent%20Alt%C4%B1nda%C4%9F | Levent Altındağ | Levent Altındağ (d. 6 Mayıs 1954, İstanbul, ö. 9 Nisan 2021) Türk müzisyen. Küçük yaşlarda, müzisyen olan babası Erdoğan Altındağ'ın teşviki ile mandolin çalarak müziğe başladı. Onno Tunç, Şerif Yüzbaşıoğlu, İsmet Sıral, Emin Fındıkoğlu, Neşet Ruacan, Süheyl Denizci, Okay Temiz, Erkan Oğur, Arto Tunç, Nükhet Ruacan ile çalışmalar yaptı.
Fahir Atakoğlu, Federico Ramos ve dünyanın en iyi davulcularından biri olan Horacio El Negro ile İzmir Caz Festivali'nde çaldı. Yine dünyaca ünlü vurmalı çalgılar ustası Nana Vasconcelos ile Brezilya ve Türkiye'de çalışmalar yaptı.
7. Uluslararası İstanbul Caz Festivali'nde sahne alan Aşkın Arsunan Ethno Karma Project'e konuk müzisyen olarak katıldı.
Yurt içi ve yurt dışında birçok festivale katılan Altındağ, ayrıca yüzlerce müzik albümünün stüdyo kayıtlarında yer alarak, sayısız sanatçıya eşlik etti. Stüdyo müzisyenliğinin yanında Türkiye'nin önemli müzisyenlerinden kurulu olan Habbecik ile CD ve konser çalışmaları yapan Levent Altındağ, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarında Sanatçı Öğretim Elemanı olarak görev yaptı ve İstanbul Superband, Habbecik ve Passiflora gruplarında tenor, soprano sax ve flüt çalmaktaydı.
1954 doğumlular
Türk caz flütçüleri
Yaşayan insanlar
Türk caz saksofoncuları |
1642 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Ricky%20Ford | Ricky Ford | Ricky Ford (d. 4 Mart 1954 Boston, Massachusetts) Müziğe davul ile başlayan Ford daha sonra Rahsaan Roland Kirk'ten etkilenerek 15 yaşında saksofon çalmaya başladı. Müzisyeni Boston'daki bir kulüpte dinleyip etkilenen Ran Blake, Ford'u New England Konservatuvarı'nda eğitim alması için ikna etti. (Blake daha sonra Ford'u "Rapport", "Short Life Of Barbara Monk" ve "That Certain Feeling" gibi pek çok albümde çalması için de davet etti).
1974 yılında Ford, Mercer Ellington yönetimindeki Duke Ellington Orkestrası'na katıldı ve 1976 yılında da Charles Mingus'un grubunda George Adams'ın yerini aldı. Bu grupla birlikte "Three Or Four Shades of Blue" ve "Me Myself An Eye"ı kaydetti.
1970'lerin sonu 1980'lerin başında Dannie Richmond, Mingus Dynasty, George Russell, Beaver Harris, Lionel Hampton ve Adbullah Ibrahim'in Ekaya grubu ile çaldı. Ancak 1977'de çıkış yaptığı ilk albümünden sonra daha çok lider olarak çalıştı, Jimmy Cobb ve eski Ellington üyelerinden James Spaulding ile kayıtlar yaptı. Son kayıtlarında kendisine New England Konservatuvarı'nda hocası olan Jaki Byard da eşlik etmiştir.
Güçlü ve otoriter bir tenor saksofoncu olan Ford'un modern cazın birçok yapısındaki yetkinliğinin kendine özgü bir duyum yaratmasını engellediği iddia edilebilir.
Ricky Ford, 2001 - 2006 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü'nde de saksofon, kompozisyon, doğaçlama ve ansamble dersleri vermiştir. Halen Paris'te yaşamakta ve çalışmalarına devam etmektedir.
Kaynakça
http://www.cazci.com
1954 doğumlular
Boston doğumlular
Amerikalı bateristler
Amerikalı caz müzisyenleri
Yaşayan insanlar |
1645 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Matematiksel%20soyutlama | Matematiksel soyutlama | Matematikte soyutlama, matematiksel bir kavramın, başlangıçta ilişkili olabileceği herhangi bir gerçel dünya nesnesine olan bağımlılığı ortadan kaldırıp genelleştirerek daha geniş bir uygulama alanı sağlamak için, özünü çıkarma işlemidir.
Matematikteki birçok araştırma alanı -alan için geçerli olan kurallar ve kavramlar soyut yapı olarak anlaşılmadan önce- gerçel dünya sorunlarının incelenmesi ile başlamıştır. Örneğin geometrinin kaynağı gerçel dünyadaki mesafelerin hesaplanmasına dayanmaktadır. İstatistik, şans oyunlarındaki olasılıkların hesaplanmasından doğmuştur ve cebir aritmetik problemlerinin çözme çabalarından ortaya çıkmıştır.
Soyutlama matematik biliminde sürekli ilerleyen bir olgudur ve birçok matematiksel konunun gelişimi somuttan soyuta doğru bir ilerleme içerisindedir. Örneğin geometri dalının tarihsel gelişimini ele alacak olursak: Geometrinin soyutlaştırılması konusundaki ilk adım eski Yunanlar tarafından gerçekleştirilmiştir ve (bildiğimiz kadarıya) Öklid, düzlemsel geometrinin aksiyomlarını ortaya koyan ilk kişi olmuştur. 17. yüzyılda Descartes kartezyen koordinatlarını tanımlayarak analitik geometrinin kurulmasına olanak tanımıştır. Soyutlaştırma yolundaki diğer adımlar Lobachevsky, Bolyai ve Gauss tarafından geometrinin Öklitçi olmayan geometrilere genelleştirilmesiyle sağlanmıştır. Daha sonra 19. yüzyıl matematikçileri geometriyi daha da soyutlaştırarak 'n' boyutlu geometri, projektif geometri, afin geometri ve sonlu geometri gibi kavramlar ortaya koymuştur. Son olarak Klein'in "Erlangen programı" tüm bu geometrilerin ana temasını ortaya koyarak bu dalları, belirli bir simetriler grubu altında değişmeyen özelliklerin incelenmesi şeklinde tanımlamıştır. Bu düzeydeki soyutlama geometri ile soyut cebir arasındaki derin bağlantıları açığa çıkarmıştır.
Modern matematiğin en yüksek derecede soyut alanları kategori teorisi ve model teorisidir.
Soyutlama yapmanın yararları:
Matematiğin farklı alanları arasında derin bağlantılar olduğunu ortaya çıkarır
Bir alanda bilinen sonuçlar ilişkili bir alanda sanılar ortaya konmasına yardımcı olabilir
Bir alandaki teknikler ve yöntemler ilişkili bir alanda sonuçları tanıtlamak için kullanılabilir
Soyutlamanın ana zorluğu, yüksek derecede soyut kavramları öğrenmenin güçlüğü ve özümsenmeden önce belirli bir matematiksel olgunluk ve deneyime gereksinim duyulmasıdır.
Soyutlama
Felsefi kavramlar
Soyutlama |
1647 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Albert%20Einstein | Albert Einstein | Albert Einstein (; 14 Mart 1879, Ulm18 Nisan 1955, Princeton), Almanya doğumlu teorik fizikçi ve bilim insanı. Tüm zamanların en iyi fizikçilerinden birisi olarak kabul edilen Albert Einstein, en çok görelilik teorisini geliştirmesiyle tanınır. Aynı zamanda kuantum mekaniğinin gelişimine önemli ölçüde katkılarda bulunmuştur. Kendisi tarafından bulunan ve bilim dünyasında yeni bir çığır açan kütle-enerji denkliği formülü E = mc2 dünyanın en ünlü denklemi olarak adlandırılmıştır. Fizik ve matematik alanına sağladığı katkılardan dolayı ve fotoelektrik etki yasasının keşfi sebebiyle 1921 yılında Nobel Fizik Ödülü'ne layık görüldü. 1999 yılında Time dergisi tarafından yüzyılın en önemli kişisi seçilmiştir.
Yaşamı
Alman İmparatorluğu'nun Ulm kentinde, Aşkenazi Yahudi bir ailede dünyaya gelen Einstein, yaşamının ilk yıllarını Münih'te geçirdi. Lise eğitimini ve yüksek eğitimini İsviçre'de tamamladı; fakat bir üniversitede iş bulmada yaşadığı zorluklar nedeniyle bir patent ofisinde müfettiş olarak çalışmaya başladı. 1905 yılı Einstein için bir mucize yıl oldu ve o dönemde kuramları hemen benimsenmemiş olsa da ileride fizikte devrim yaratacak olan dört makale yayımladı. 1914 yılında Max Planck'ın kişisel ricası ile Almanya'ya geri döndü. 1921 yılında fotoelektrik etki üzerine çalışmaları nedeniyle Nobel Fizik Ödülü'ne layık görüldü. Nazi Partisi'nin iktidara yükselişi nedeniyle 1933'te Almanya'yı terk etti ve Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşti. Ömrünün geri kalanını geçirdiği New Jersey eyaletinin Princeton ilçesinde ölmüştür.
Albert Einstein, özel görelilik ve genel görelilik kuramları ile iki yüzyıldır Newton mekaniğinin hakim olduğu uzay anlayışında bir devrim yaratmıştır. Sadece matematik hesaplamalar ve denklemler ile oluşturduğu kuramları sonradan deneysel olarak defalarca doğrulanmıştır. E = mc2 denklemi ile formüle ettiği kütle-enerji eşdeğerliği yıldızların nasıl enerji oluşturduğuna açıklama getirmiş ve nükleer teknolojinin önünü açmıştır. Fotoelektrik etki ve Brown hareketine getirdiği matematiksel açıklamalar, modern fiziğe diğer katkıları arasındadır. Ömrünün büyük bir kısmını bütün kuramları birleştiren bir birleşik alan kuramı yaratmaya çalışarak geçirmiş ama bu çabaları sonuçsuz kalmıştır. Einstein kuantum mekaniğinin bazı sonuçlarına, özellikle belirsizlik ilkesine oldukça şüpheci yaklaşmış fakat bu yaklaşımlar ileride geniş kabul görmüştür.
Einstein, Nazilerin nükleer bomba geliştirmesi endişesiyle ABD başkanı Franklin D. Roosevelt'e bir mektup göndermiş, ABD'nin nükleer çalışmalara başlamasını tavsiye etmiştir. Holokost sonrası Yahudilerin kendi ülkelerine sahip olması gerektiği fikrini savunmuş, İsrail'in kuruluşuna destek vermiştir. Çeşitli söyleşilerinde Yahudilik dinine ve diğer kutsal kitaplara inanmadığını belirtmiş, sosyalizme sempati duyan bir makale yayımlamıştır. Bertrand Russell ile birlikte nükleer silahlara karşı bir manifesto da yayımlamıştır.
1999'un sonlarında 100 ileri gelen fizikçiyle gerçekleştirilen milenyum oylamasında Einstein, tüm zamanların en iyi fizikçileri arasında 1. sırayı almıştır.
Einstein, hayatı boyunca 300’den fazla bilimsel makale yayımlamıştır, ayrıca 150’den fazla bilim dışı çalışmaları da olmuştur. Başarıları ve eserleri nedeniyle Einstein sözcüğü, “dâhi” ile eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Çocukluğu ve eğitimi
Albert Einstein 14 Mart 1879’da Almanya’nın Ulm kasabasında dünyaya geldi. 1880 yazında ailesi Münih’e taşındı. Münih’te babası Hermann Einstein ve amcası Jakob bir elektrik şirketi kurdular. Annesi Pauline Einstein yetenekli bir piyanistti. Albert iki buçuk yaşındayken kız kardeşi Maja dünyaya geldi. Okula başlamadan önce konuşma zorlukları yaşıyordu, annesi ve babası kaygılanarak onu doktora götürmüşlerdi.
Dört beş yaşlarında hasta bir şekilde yataktayken babası neşelendirmek için ona manyetik bir pusula vermişti. Pusula ibresinin hareketini o yaşta oldukça gizemli bulmuştu ve kendisinde büyük bir merak uyandırmıştı.
Hermann ve Pauline Einstein Yahudi kökenli bir çiftti fakat dindar değillerdi. Yapılması gereken dini etkinliklerinden daha çok çocuklarının eğitimini düşünüyorlardı. Einstein beş yaşına geldiğinde onu evlerinin yakınlarında daha iyi eğitim verdiğini düşündükleri bir Katolik Hristiyan ilkokuluna yazdırdılar. Einstein okula başladıktan sonra okuldaki sıkı disiplinden ve ezberci anlayıştan rahatsız olmaya başlamıştı. Ama okul ile hoşnutsuzluğuna rağmen yüksek notlar alıyordu. Birinci sınıfı atlamıştı ve çoğu dönemde sınıfında birinci olmuştu.
Einstein'ın annesi Pauline çocuklarının erken yaşta müzik ile tanışmalarını istiyordu. Pauline Albert’ı keman derslerine, kız kardeşi Maja’yı ise piyano derslerine göndermişti. Albert keman derslerine altı yaşında başladı ve on dört yaşına kadar devam etti. Mozart’ın sonatlarını çok beğendi ve onları çalabilmek için tekniğini geliştirmek istedi. Sonunda iyi bir amatör kemancı olmuştu ve Mozart, Beethoven sonatları çalmaktan hoşlanıyordu.
Einstein dokuz buçuk yaşındayken Katolik ilkokulundan ayrıldı ve Luitpold Gymnasium’da eğitim görmeye başladı. Gymnasium Antik Yunanca ve Latince’ye büyük önem veriyordu. Müfredatta ayrıca modern diller, coğrafya, edebiyat ve matematik de bulunuyordu. Einstein Latince ve matematikteki keskin mantığı seviyor ve bu derslerde en yüksek notları alıyordu. Gymnasium ilkokuldan çok daha sıkı bir disipline sahipti. Einstein burada otoriter öğretmenler ile sürekli çatışıyordu ve öğretmenleri Einstein’ın bağımsız, isyankar kişiliğinden hiç hoşlanmıyordu.
Einstein’ın ailesi, eski bir Yahudi geleneği olarak yoksul bir öğrenciyi evlerinde yemeğe davet ediyordu. Max Talmud isminde yoksul bir Yahudi üniversite öğrencisi her hafta bir akşam yemeğine katılıyordu. Talmud’un ziyaretleri Einstein on yaşındayken başlamıştı ve beş yıl boyunca sürmüştü. Einstein kendisinden büyük bir üniversite öğrencisi ile konuşmaktan hoşlanıyordu ve Talmud kısa sürede Einstein’ın sıradan bir çocuk olmadığını sezmişti. Birlikte bilim, matematik ve felsefe konuşuyorlardı. Einstein on üç yaşındayken, Talmud Immanuel Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi kitabını getirdi. Einstein o yaşta kitabı anlamakta hiç zorlanmamış ve okulunda sürekli Kant hakkında konuşmaya başlamıştı.
Talmud, Einstein’a sürekli çeşitli popüler bilim kitapları getiriyordu ve Einstein hepsini büyük bir heves ile inceliyordu. Bir keresinde Talmud, Öklid’in Elemanlar kitabını getirdi. Einstein kitaptaki problemler üzerinde çalışmaya başladı. Yaz bitmeden önce Einstein sadece bütün problemleri çözmek ile kalmamış, ayrıca teoremlere alternatif ispatlar da bulmuştu.
Einstein on bir yaşındayken Yahudi geleneği olarak evde din dersleri almaya başlamıştı. Einstein bu dönemde büyük bir dini istek duymaya başladı ve bütün dini gerekleri yerine getirerek dindar olmayan ailesine örnek olmak istiyordu. Şabat günü dinleniyordu, sadece Yahudiler için helal olan gıdaları yiyordu, kendi başına dini şarkılar yazmıştı. Ama Einstein’ın dini isteği uzun sürmedi. Bir yıl içerisinde okuduğu bilimsel kitapların kutsal kitaplar ile çeliştiğini gördü. Sonrasında her çeşit otoriteden kuşku duymaya başladı ve kuşkucu bir tavır geliştirdi.
1891 yazında mühendis amcası Jakob kendisine bir cebir kitabı getirmişti. Einstein o yaz cebir kitabına çalışmaya karar verdi ve amcasından çözmek için problemler istedi. Einstein en zor ve karmaşık problemleri bile çözebiliyordu. O yaz, Einstein Pisagor teoreminin tekrar bir ispatını yaptı. Cebir ve geometriden sonra Einstein kalkülüse yöneldi. On altı yaşına geldiğinde kendi başına diferansiyel ve integral hesaplamaları ile analitik geometriyi öğrenmişti.
1894’te Einstein’ın babası ve amcasının şirketi 14 yılın ardından iflas etti. İki aile birlikte İtalya’ya gitmek ve şanslarını orada denemek istediler. Ailesi Albert’ın Münih’te kalıp okulunu Gymnasium’da bitirmesine karar verdi. Bu sırada Einstein on beş yaşındaydı ve liseyi bitirmesine daha üç yıl vardı. Münih’te tek başına altı ay geçirdikten sonra Einstein bunalıma girdi ve gerginleşmeye başladı. Aile doktorunu ikna ederek sinir sorunları nedeniyle kendisinin ailesinin yanında bulunması gerektiğini belirten bir rapor aldı. Einstein ailesine haber vermeden Gymnasium’dan ayrıldı ve İtalya’daki ailesinin yanına geldi.
İsviçre'deki eğitimi
Einstein, İtalya'ya geldiğinde teknik olarak bir lise terk olsa da, eğitimini yarıda bırakma niyeti yoktu. Ailesine Zürih, İsviçre’deki Federal Politeknik Okulu’na girmek için tek başına ders çalışacağına söz verdi. Politeknik kabul için bir lise diploması istemiyordu. Einstein’ın tek yapması gereken kabul sınavlarını geçmekti. Einstein için İtalya’da yaşam oldukça rahattı. Ders çalışmayı İtalya’yı gezmek ile birleştirdi, pek çok müze ve sanat galerisi gezdi.
Einstein, Almanya’nın militarizminden ve sıkı disiplininden hiç hoşlanmıyordu, zorunlu askerlik yapmak da istemiyordu. Babasına Almanya vatandaşlığından çıkmak istediğini ve İsviçre vatandaşı olmak istediğini söyledi. Babası biraz tereddüt ile onayladı ve gerekli kâğıtları imzaladı. 28 Ocak 1896’da Einstein kendisini Almanya vatandaşlığından çıkaran resmi kâğıtları aldı ama 1901 yılına kadar İsviçre vatandaşlığını almadı. Beş yıl boyunca Einstein vatansızdı.
Einstein, 1895 Ekiminde Zürih’e gitti ve Politeknik’te kabul sınavına girdi. Sınava girmek için on sekiz yaş üstü olmak gerekiyordu ve on altı yaşında girebilmesi için özel bir izin almıştı. Einstein babasının tavsiyesine uyarak mühendislik bölümüne başvurdu. Kabul sınavında matematik ve fizikte çok üstün dereceler aldı ama diğer bölümlerde başarısız olmuştu. Politeknik’in yöneticisi Einstein’ın potansiyelini görmüştü ve onun bir İsviçre lisesinde diploma alıp tekrar başvurmasını tavsiye etti. Einstein’ın ailesi Politeknik’in önerisini kabul ederek Einstein’ı İsviçre’nin Aarau bölgesinde bir liseye gönderdiler. Bu yıllar belki de Einstein’ın gençliğinin en güzel yıllarıydı. Zürih’ten 30 km uzaklıktaki bir köyde bulunan lise Einstein için idealdi. Saygı duyulan, açık fikirli bir öğretmen olan Jost Winteler tarafından yönetiliyordu. Okulda rahat bir ortam vardı ve öğrencilerin bağımsız düşünmesi teşvik ediliyordu. Bu yaklaşım Einstein’ın kişiliğine uyuyordu. 1896’da Aarau okulunda yüksek notlar ile final sınavlarını geçti.
Einstein mezun oldu ve gerekli yaştan altı ay küçük olmasına rağmen Politeknik’e kabul edildi. Einstein ile birlikte yaklaşık bin yeni öğrenci o sene Politeknik’te eğitime başlamıştı. Çoğu öğrenci mühendislik okullarına katılmıştı ama Einstein fiziği tercih etti. Fizik departmanı büyük ve modern bir binadaydı ve çok iyi ekipmana sahipti. Fakülte dünya standartlarındaydı. Adolf Hurwitz ve Hermann Minkowski gibi ünlü matematikçiler, Einstein’ın profesörleri arasındaydı. Einstein’ın o dönemdeki yaşamı tipik bir Avrupalı üniversite öğrencisi hayatıydı. Kafeler ve barlarda uzun saatler harcıyordu. Kahve içerek arkadaşları ile bilim ve felsefe tartışıyordu. Hangi derslere odaklanması gerektiği konusunda seçiciydi. Eğer konuyu ya da profesörü beğenmiyorsa o derslere girmiyordu. Politeknik’te öğrenciler dört sene boyunca sadece iki dönem sonunda sınavlara giriyordu. Bunlar dışında not kaygısı ya da yoklama kaygıları yoktu. Einstein aldığı dersler ile hiçbir alakası olmayan, sadece ilgi duyduğu kitapları çalışıyordu. Politeknik’te profesörlerin her biri araştırmacıydı ve ders kitapları yerine kendi araştırmalarını izliyorlardı. Ders notu hiç tutmayan Einstein, hayat boyu arkadaşı kalacak olan Marcel Grossman’ın titizlik ile tuttuğu ders notları sayesinde sınavları başarılı bir şekilde geçebilmişti.
Einstein Politeknik’te ileride eşi olacak olan Mileva Marić ile tanıştı. 1896’da bir dönem eczacılık okuduktan sonra fizik bölümüne geçmişti. Einstein’ın ilk senesinde sınıf arkadaşıydılar ve bu dönemde ikisi arasında romantik bir ilişki başlamıştı. Üniversitedeki son senelerinde evlenmeye karar verdiler. Einstein ve Mileva çoğu zaman birlikte fizik çalışıyor, kitaplar inceliyor ve tartışıyorlardı. Mileva Maric'in Einstein'ın ilerideki makalelerine katkıları olduğu iddia edilmiş olsa da bu iddialara yönelik kanıt bulunamamıştır.
Çiftin üçüncü senesinde Einstein, Profesör Heinrich Weber’in elektroteknik laboratuvarı dersini aldı. Derste sadece zorunlu deneyleri değil, kendi tasarladığı deneyleri de yapıyordu. Sadece laboratuvarda kendi çalışmalarını yapmak için başka bazı derslere girmediği oluyordu. Einstein Weber’in fiziğe giriş derslerini beğeniyordu ama daha ileri fizik konularındaki derslerini yetersiz bulmuştu. Weber Maxwell’in elektromanyetik kuramı hakkında hiç konuşmuyordu. Einstein bu dönemde saygısız ve ukala olmaya başlamıştı ve bu tavrının cezasını mezuniyet sonrası çekecekti. Weber Einstein’ın üniversitede akademik bir pozisyona yerleşmesine engel olmuştu. Weber’in elektrik ve manyetizma derslerinden hayal kırıklığına uğrayan Einstein, bu konuları kendi başına çalışmaya karar verdi. Elektromanyetizma konusunda pek çok kitap edindi ve bunları kendi başına çalıştı. Bu dönemde Einstein ayrıca o dönemde oldukça yaygın olan esir fikri hakkında kuşkucu bir şekilde düşünüyordu.
1900 yılında Einstein üniversiteden fizik diploması ile mezun oldu. Üniversitede bir asistanlık pozisyonu bulmak istiyordu, böylece doktorası için araştırma yapabilecekti. Fakat üniversite yıllarında pek çok profesörünü isyankar tavırları ile kızdırmıştı. Profesörleri ayrıca Einstein’ın derslere girmemiş olmasından, kendi istediği konuları çalışmasından hoşlanmamıştı. Profesörler tavsiye mektuplarını yazdıktan sonra Einstein Politeknik’te bir pozisyon bulamadı. Başka üniversitelerde, kendi araştırma makalelerini göndererek pozisyonlar aradı ama hiç olumlu yanıt alamadı.
Bern Patent ofisi
Mezun olduktan sonra Einstein iki yılını sıkıntılı bir şekilde bir öğretmen işi bulmak için harcadı. Eski bir sınıf arkadaşının babası kendisine Bern’de bir patent ofisinde, asistan müfettiş olarak iş buldu. Elektromanyetik cihazlar için patent başvurularını inceledi.
Patent ofisinde işinin büyük kısmı elektrik sinyallerinin aktarımı ve elektriksel-mekanik zaman eşgüdümü ile ilgili sorular hakkındaydı. İki teknik soru hakkında yaptığı düşünce deneyleri, Einstein’ın ışığın doğası ile zaman, uzay ve zamanın ilişkisi hakkında kökten sonuçlara varmasını sağlamıştır.
Bern’de tanıştığı birkaç arkadaşı ile adını mizahi bir şekilde “The Olympia Academy” koydukları küçük bir tartışma grubu oluşturmuş, bilim ve felsefe hakkında tartışmak için düzenli olarak buluşuyorlardı. Okudukları arasında Henri Poincare, Ernst Mach ve David Hume vardı; bu adlar kendisinin bilimsel ve düşünsel bakış açısını oldukça etkilemişlerdir.
1909'da patent ofisindeki işinden ayrılmış ve Zürih Üniversitesi'nde kuramsal fizik profesörü olmuştur.
Mileva Maric ile evliliği
Politeknik'ten sınıf arkadaşı Mileva, hamile olduğu için eğitimini yarım bırakmak zorunda kalmış ve 1902’de Novi Sad'a ailesinin yanına giderek bir kız çocuğu dünyaya getirmişti. Lieserl adı verilen kızlarının akıbeti meçhuldür; hastalanarak ölmüş veya evlatlık verilmiş olabilir. Albert Einstein Bern Patent ofisinde çalışmaya başladığı sırada Mileva yanına geldi ve çift evlendi (1903). Bu evlilikten Hans Albert (d. 1905) ve Eduard (d.1909) adlarında iki oğlu dünyaya geldi. Einstein'in 1912’de teyzesinin kızı Elsa Loewenthal ile yaşamaya başladığı ilişki üzerine Mileva ile evliliği bozuldu; 1914’te ayrı yaşamaya başlayan eşinden 1919’da boşandı.
Annus Mirabillis
1905, Einstein'ın hayatının en verimli yılı olmuştur ve bu yıla "annus mirabillis" (Latince: "mucizevi yıl") denmektedir. Bir yıl içerisinde Annalen der Physik (Fizik Yıllıkları) dergisinde yayımladığı dört makale, modern fizik anlayışında devrim yaratmıştır. Bu makaleler:
Akademik kariyeri
1908’de artık oldukça tanınmış, büyük bir bilim insanı olarak tanınıyordu ve Bern Üniversitesine öğretim üyesi olarak atanmıştı. Sonraki sene patent ofisindeki işinden ve öğretim üyeliğinden ayrıldı ve Zürih Üniversitesinde fizik doçentliğine başladı. 1911 yılında Prag’da Karl-Ferdinand Üniversitesinde (günümüzde Prag Üniversitesi) profesörlük unvanı aldı. 1914 yılında Almanya’ya döndü, Kaiser Willhelm Fizik Enstitüsü'nde yönetici, Berlin Humboldt Üniversitesinde profesör oldu. Bu işlerindeki sözleşmelerinde öğretmenlik görevlerini oldukça azaltan maddeler vardı.
Prusya Bilim Akademisinin bir üyesi olmuştur. 1916 yılında Einstein Deutsche Physikalische Gesellschaft (Alman Fizik Derneği)'ın başkanı olmuştur (1916-1918).
1911 yılında, yeni genel görelilik kuramına göre, başka bir yıldızın ışığının güneş tarafından kırılacağını hesaplamıştır. Bu tahmini sonradan Arthur Stanley Eddington’un 1919’daki güneş tutulması gözleminde doğrulanmıştır. Bu olayın uluslararası basında haberleşmesi, Einstein’ı dünyaca ünlü yapmıştır.
1921 yılında Einstein Nobel Fizik Ödülü’ne layık görülmüştür. O dönemde görelilik hala tartışmalı görüldüğü için, ödül fotoelektrik etkisini açıklaması nedeniyle verilmiştir. 1925 yılında da Royal Society tarafından Copley Medal almıştır.
Elsa Einstein ile evliliği
Mileva Maric ile evliliği sırasında kuzeni Elsa ile bir aşk ilişkisi yaşayan Einstein, 1919'da Mileva'dan boşandıktan birkaç ay sonra onunla evlendi. Çiftin çocukları olmadı ama Einstein Elsa'nın önceki evliliğinden olma Ilse ve Margot adlı iki kızını kendi kızları olarak benimsedi. Aile, ABD'ye göçene kadar Berlin'de yaşadı; yazları ise Potsdam yakınındaki yazlıklarında geçirdi.
Amerikan vatandaşlığı ve Princeton, New Jersey
Einstein, Nisan 1933’te Amerikan üniversitelerini ziyaret ederken, Alman hükûmetinin Yahudileri üniversitelerde öğretmenlik dahil bütün resmi konumlardan men ettiğini öğrendi. Bir ay sonra Naziler kitap yakma kampanyalarına başladı ve Einstein’ın eserleri de yakılanlar arasındaydı. Einstein bu gezisinde Almanya'ya bir daha geri dönmeyeceğini söyledi.
Mart 1933’te Avrupa’ya döndüğünde birkaç ay Belçika’da kaldı, sonrasında geçici olarak İngiltere’ye geçti. Aynı yıl ABD’ye göç etmeye karar verdi. Princeton, New Jersey’de, Institute for Advanced Study’de görev aldı ve 1955’te ölümüne kadar burada kaldı. Burada kendisi bir birleşik alan kuramı geliştirmeye ve kuantum fiziğinin kabul edilmiş yorumlarını çürütmeye çalıştı. Bu iki girişimi de başarısız oldu.
Manhattan Projesi
1939 yılında, fizikçi Leo Szilard dahil bir grup Macar bilim insanı Nazilerin atom bombası araştırmaları konusunda Washington’u uyardı. Grubun uyarısı ciddiye alınmadı. 1939 yazında, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı başlamadan birkaç ay önce, Einstein prestijini kullanarak Leo Szilard ile birlikte, Başkan Roosevelt’e, Nazi Almanya’sının atom bombası tehlikesine karşı uyarı mektubu gönderdi. Aynı mektupta Amerikan hükûmetinin uranyum araştırmaları ve zincir reaksiyonları ile ilgili araştırma yapması tavsiye ediliyordu. Einstein ve diğer mülteci arkadaşları “Alman bilim adamlarının atom bombası yarışını kazanabileceği ve Hitler'in bu silahı kullanmak için oldukça istekli olacağı” konusunda uyarıyordu.
Mektubun ABD hükûmetinin savaş öncesi nükleer silahlar hakkında yoğun araştırma yapmasının önemli bir tetikleyicisi olduğu düşünülmektedir. Başkan Roosevelt, Hitler'in önce atom bombasına sahip olması riskini üstlenemezdi. Einstein’ın mektubu ve buluşmaları sonucu ABD bombayı geliştirme yarışına girdi. Savaş sırasında ABD bombayı geliştirebilen tek ülke oldu.
1954 yılında, ölümünden bir yıl önce, bu konuda arkadaşı Linus Pauling’e şunları söylemiştir. “Hayatımda tek bir büyük hata yaptım. Başkan Roosevelt’e atom bombası tavsiyesini yapmak. Ama yine de bir nedeni vardı. Almanların daha önce yapması tehlikesi”.
Ölümü ve beyninin çalınması
18 Nisan 1955’te, Albert Einstein iç kanama geçirdi. İsrail’in kuruluşunun yedinci yıl dönümü nedeniyle bir televizyon konuşmasının taslağını hazırlıyordu ama bu çalışmasını bitiremeden hayatını kaybetti. Einstein ameliyatı şu sözlerle reddetti, “İstediğim zaman gitmek istiyorum. Hayatı yapay bir şekilde uzatmak tatsız. Ben payımı kullandım, şimdi gitme zamanı ve bunu zarif bir şekilde yapmak istiyorum”. 76 yaşında, Princeton Hastanesi’nde gece saat 01.55'te yaşamını yitirdi.
Otopsisi sırasında Princeton Hastanesi patolojisti Thomas Stoltz Harvey o gece nöbetteydi ve Einstein'ın ölüm nedenini belirlemesi gerekiyordu. Beyni kafatasından çıkardıktan sonra kendi kendine "Bu dünyamız hakkında her şeyi değiştiren beyindir" demiştir. Einstein öldükten sonra vücudunun putlaştırılarak tapılmasını istemiyordu. Fikirlerine ve bilime olan katkısına odaklanması gerektiğine inanıyordu. Bunun için ailesi tarafından öldükten sonra yakılması fikri ortaya atıldı. Harvey bedeni yakılması için hazırladı. Beyni ise kendi sefer tasına koydu ve evine götürdü. Böylece Einstein'ın beyni çalınmış oldu.
Beyni çalınan Einstein'ın ailesi şoktaydı. Hükûmet yetkileri ve Harvey'in meslektaşları ise çileden çıkmıştı. Herkes beynin iade edilmesini istiyordu ancak Harvey bunu kabul etmedi. Bu nedenle de işinden oldu. Ancak Harvey beyni bilimsel araştırmalarda kullanılacağına yemin edince, ailesi bu isteğinden vazgeçti. Daha sonra Einstein’ın kalıntıları ailesi tarafından yaktırıldı ve külleri bilinmeyen bir yere serpildi. Beyni ise Harvey tarafından 1985 yılına kadar hayatının anlamı oldu ve bu yılda beynin bir kısmını o yıllarda beyinle uğraşan bir uzmana gönderdi. Gönderdiği uzman tarafından bulunanlar ise basında bir sansasyona neden oldu. Çalışmalar Einstein'ın beyninde bulunan ve beyin nöronlarını besleyen glial hücrelere odaklanmıştı. Einstein'ın beyninde normal bir insana nazaran daha fazla glial hücre bulunuyordu. Fakat bu konuda bilim adamları farklı fikirler ortaya attılar.
Einstein'ın beyni 53 yıl sonunda çalındığı Princeton Hastanesi’ne geri döndü. Harvey bundan 3 yıl sonra hayatını yitirdi.
Bilimsel çalışmaları
Özel görelilik kuramı
19. yüzyılın sonlarında Michelson-Morley deneyi, ses ve başka dalga olaylarının tersine, ışık hızının referans sistemine göreceli olmadığını göstermişti. O dönemde sesin hava aracılığıyla yayıldığı gibi ışığın da esir denen gizemli bir ortamda yayıldığı düşünülüyordu.
Einstein, ışık hızının sabit olduğunu ve ışığın yayılması için esir ortamının gerek olmadığını ve mekan zaman ve hareketin izafi olaylar olduğunu düşündü. Çalışmalarının sonucuna varırken iki ilkeyi varsaydı: görelilik ilkesi sabit hızla hareket eden bütün gözlemciler için geçerlidir ve ışığın hızı bütün gözlemciler için c'dir. Einstein'ın kuramı ile sabit hızla hareket eden iki gözlemcinin matematik hesap ile aynı olayın gözlemcilere göre yer ve zamanı belirlenebiliyor. Bu kuram, Newton'un her yerde aynı işleyen, herkes için aynı "mutlak zaman" fikrini yıkıyordu. E=mc² düşüncesinin kökeni bu kuramdır.
Genel görelilik kuramı
Özel görelilik kuramı düzgün, doğrusal ve ivmesiz hareket eden sistemlerle sınırlıydı. Genel görelilik kuramı ise birbirine göre ivmeli hareket eden sistemleri de kapsıyordu. Birinci kuram, kapsamı daha geniş olan ikinci kuramın özel bir hali sayılabilir.
Genel görelilik, gravitasyon kavramına yeni bir bakış açısı getirdi. Klasik mekanikte gravitasyon, kütlesel nesneler arasında çekim gücü olarak algılanıyordu. Örneğin dünyayı yörüngede tutan, kütlesi daha büyük Güneş'in çekim gücüydü. Genel görelilik kuramına göre ise gezegenleri yörüngelerinde tutan, yörüngenin yer aldığı uzay kesiminin Güneş'in kütlesel etkisinde kavisli bir yapı oluşturmasıdır. Genel kuram ayrıca gravitasyon ile eylemsizlik ilkesini "gravitasyon alanı" adı altında birleştirdi.
Kütle-enerji eşitliği
Albert Einstein, enerjinin ışık hızının karesiyle maddenin kütlesinin çarpımına eşit olduğunu bularak kendisine kadar süregelen bir yargıyı yıkarak bilim dünyasında yeni bir çığır açmıştır. Ondan öncesinde kütle ile enerji arasında bir bağlantı kurulmamıştır ve ayrı olgular oldukları varsayılmıştır. 19. yüzyılda kimyagerlerin hassas aygıtları olmadığı için kimsenin dönüşüm sonrası kütle kaybından haberleri yoktu. Basit tepkimeler sonrası oluşan kütle kaybı fark edilememişti. Einstein ise bütün bilinenleri yıkarak çağdaş bilimin temel taşlarını atmıştır. Ona göre her şey enerjidir, yani maddeler de çok yoğun enerjilerdir. Kimyasal reaksiyonlar sonrası küçük de olsa kütlenin bir kısmı enerjiye dönüşmektedir. Bu durumu açıklamak için eşitliğin az farklı formülasyonu E=mc² ilk defa Albert Einstein tarafından 1905'te ünlü makalelerinde yayımlanmıştır. Aynı yıl önermiş olduğu özel görelilik kuramının bir sonucu olarak türetmiştir.
Fotoelektrik etki
Einstein öncesinde ışık, kimi bilim adamları tarafından tanecikler akımı, kimileri tarafından da dalga devinimi olarak nitelendirilmişti. 19. yüzyılın başlarında Young’la başlayan, Fresnel ve daha sonra Faraday ve Maxwell’in çalışmalarıyla pekişen deneyler dalga kuramına belirgin bir üstünlük sağlamıştı. Einstein’ın fotoelektrik çalışması, bu gelişmeyi tersine çevirmiş, hem de Planck’ın 1900’de ortaya sürdüğü kuantum teorisini de çarpıcı bir biçimde doğrulamıştır.
Üzerine ışık düşen bazı maddeler elektron salıyorlardı. Parlak ışıklar daha fazla elektron salıyor fakat enerjileri artmıyordu. Sarı ve kırmızı ışıklar pek az elektron salıyorlardı. Klasik fizik bu durumu dalga kuramı ile açıklayamıyordu. Einstein bu soruna Planck kuramını uyguladı. Sonradan foton adı verilen belirli enerjili bir kuanta, maddenin atomu tarafından soğrulmakta, böylece belirli enerjide bir elektron atomdan alınmaktadır.
Einstein bu çalışması sayesinde 1921 yılında Fizik Nobel Ödülünü kazanmıştır.
Brown hareketi ve istatistiksel fizik
1850’lerde İngiliz botanikçisi Robert Brown, mikroskoplarla polenleri incelerken, taneciklerin su içinde rastgele sıçramalarla devinim içinde olduğunu gözlemledi; fakat bu gözlem 1905'e dek açıklamasız kaldı. Molekül kavramı yeni değildi; ancak en güçlü mikroskop altında bile görülemeyecek kadar küçük olan moleküllerin varlığı, ilk kez bu açıklamayla kanıtlanmış oldu.
Brown'a göre asıltının içinde bulunduğu su, Maxwell ve Boltzman kinetik kuramı çerçevesinde hareket eden moleküllerden oluşuyorsa asıltı parçacıklar gözlendiği gibi titreşirler. Su içindeki bütün cisimler her yönden ve sürekli olarak moleküllerle itilirler.
Einstein hareket ile molekül büyüklüğü arasındaki matematik ilişkiyi saptamış ve böylece molekül ve atomların büyüklüğünü hesaplamak mümkün olmuştu. Bu açıklamadan üç yıl sonra Perrin, Brown hareketi üzerinde deneyler yaparak Einstein’ın hesaplarını doğruladı.
Bose-Einstein istatistiği
Einstein ve Hint fizikçi Nath Bose, 1925'te yoğun bir gaz kütlesinin mutlak sıfır sıcaklığına düşürüldüğünde, atomlar kendi özelliklerini kaybedecek, bir bütün halinde dev bir tek atoma dönüşecekleri sonucuna vardılar. Bose’un fotonlar için kullandığı metotları ayırt edilemez parçacıklar için genelleştiren Einstein, yaptığı çalışmalarda etkileşmeyen parçacıklardan oluşan bozon gazının tek bir kuantum durumuna yoğuşabileceğini göstermiştir.
Kuantum fiziği ve belirsizlik ilkesi
1930 yılında belirlenemezlik ilkesinin zaman ve enerjinin aynı anda ve doğru olarak saptanamayacağı anlamına geldiğini fakat bunun bir deney ile geçersizliğinin gösterilebileceğini açıklıyordu. Bunu dinleyen Bohr, uykusuz bir geceden sonra Einstein’ın düşünüşündeki hataları bularak “belirlenemezlik ilkesinin” yaygın olarak kabulünü sağlıyordu.
Niels Bohr ile tartışmaları
Fotoelektrik olayını açıklayan Einstein kuantum kuramının gelişimine büyük katkıda bulunmuştu ama kuramın geliştiği yönden hiç memnun değildi. Heisenberg’in belirlenemezlik ilkesini kabul etmiyor, Tanrı zar atmaz diyordu. Niels Bohr da kuantum kuramının gelişmesinde önemli rol oynamış fizikçilerden birisiydi ve Einstein'ın bu fikirlerine katılmıyordu. Einstein ve Bohr arasında birbirine saygılı bir biçimde, dostça bir tartışma sürdü. Einstein çeşitli düşünce deneyleri ile kuantum kuramının belirlenemezlik ilkesini çürütmeye çalışıyordu fakat Bohr bu eleştirilere tutarlı cevaplar vererek Einstein'ı ve dünyayı ikna ediyordu. Einstein sonradan belirsizlik ilkesini çürütmeye çalışmaktan vazgeçmiş ve kuantum mekaniğinin fiziksel gerçekliği anlatmakta yetersizliği fikrini savunmaya başlamıştır.
1927 yılında Solvay Konferansında Einstein ile Bohr arasında geçen o sıcak tartışmaların özünde temel kuram ve yasalar bulma saplantısı, yani son bilgi saplantısı yatıyordu. Bu çaba mutlak olanı bulma çabasıydı.
Kozmoloji
Einstein evrenin sabit olduğunu düşünüyordu ve parametreler arasındaki çelişkiyi çözmek için kuramına kozmolojik sabit eklemişti. Einstein sonradan belirsizlik ilkesini çürütmeye çalışmaktan vazgeçmiş ve kuantum mekaniğinin fiziksel gerçekliği anlatmakta yetersizliği fikrini savunmaya başlamıştır. Sonrasında evrenin sürekli genişlediği anlaşılınca Einstein bu sabiti "en büyük hatam" olarak nitelemiş ve denklemlerinden çıkarmıştır.
Birleşik alan kuramı
Einstein, Princeton'da fizik çalışmalarını sürdürürken, genel göreliliği elektromanyetik kuramına bağlayan bir birleşik alan kuramı üzerinde çalışmış ama başarılı olamamıştır.
Görüşleri
Politik görüşleri
Einstein Almanya'da doğmuş bir Yahudi olarak Nazilerin yükselişi, iktidarı ve Holokost döneminde yaşamıştı. Bu nedenle ABD'ye göç etmiş ve büyük bir Nazi karşıtı görüş geliştirmiştir. Bilim adamlarına Nazi baskısının artması üzerine 1933 yılında Atatürk'e mektup yazarak Türkiye'ye kabul edilmelerini istemiştir; bunun sonucunda gelen yüzlerce Yahudi bilim insanı Türk üniversitelerine büyük katkı sağlamıştır. Yine ABD başkanına mektup yazarak ABD'nin Almanya'dan önce nükleer silah geliştirmesi gerektiği tavsiyesinde bulunmuştur. Yahudilerin kendi ülkelerine sahip olması gerektiğine inanmış ve İsrail'in kuruluşunu desteklemiştir. Ama bu devletin sınırları ve bir ordusu olmasına karşı çıkmış ve Araplar ile birlikte iki uluslu bir ülke olması gerektiğini savunmuştur.
Einstein, sosyalizm hakkında övgü dolu sözler söylemiş ve bütün dünyanın tek bir hükûmet altında toplanması fikrini ifade etmiştir. Soğuk Savaş'ın başlaması ile ABD'deki anti-komünist politikalarını ifade özgürlüğünü kısıtlayacak derecede olmaları nedeniyle eleştirmiştir. Kendisi ayrıca Bertrand Russell ile birlikte bir anti-nükleer manifesto yayımlamıştır.
Niçin Sosyalizm yazısında kapitalizmi şu şekilde eleştirmiş ve sosyalizmi savunmuştur.
Dini görüşleri
Einstein çeşitli röportajlarında ve mektuplarında hiçbir dine inanmadığını ve bütün dinleri çocukça batıl inançlar olarak gördüğünü söylemiştir. Fakat kendisini bir ateist ya da panteist olarak tanımlamayıp değişik zaman dilimlerinde agnostik veya deist görüşler belirtmiştir. Katı bir determinizme inanan Einstein, evrenin yasalarını anlamayı bir tür dini duyguya benzetmiştir. Ancak kendisinin dini fikirleri konusunda tartışmalar hâlen devam etmektedir.
Kendisi bir kitabında dini şu şekilde tanımlamıştır:
50. yaş gününde, George Sylvester Viereck'e verdiği bir röportajda Tanrı ve din ile ilgili fikirlerini şu şekilde özetlemiştir:
Popüler kültürde Einstein
Albert Einstein, pek çok popüler kültür ürünü için konu veya bir ilham kaynağı olmuştur.
Einstein'ın 72. yaş gününde, UPI fotoğrafçısı Arthurr Sasse kendisini kameraya karşı gülümsetmeye çalışıyordu. Einstein o gün defalarca kameralara gülümsedikten sonra bu sefer dilini çıkardı. Bu fotoğraf Einstein'ın en ünlü fotoğraflarından biri olmuştur. 19 Haziran 2009'da orijinal fotoğraf bir açık arttırmada 74,324 dolara satılmış ve Einstein'ın en pahalı fotoğrafı olmuştur.
1999'da, Einstein'ın ileri gelen fizikçiler tarafından tarihin en büyük fizikçisi seçilmesinin de etkisiyle, Einstein kelimesi, dahileri tanımlamak için kullanılan bir kelimeye de dönüşmüştür.
Einstein ayrıca kurgu eserlerde çılgın bilim insanı tipleri için de bir model olmuştur. Aşırı ifadeli suratı ve farklı saç modeli çoğunlukla taklit edilmiş ve abartılmıştır. Time Dergisinin yazarı Frederic Golden'a göre Einstein "bir çizgi romancının gerçeğe dönüşmüş hayaliydi".
31 Aralık 1999'daki ayrı bir sayıda Time, Albert Einstein'ı "Yüzyılın Kişisi" olarak seçmiştir.
Eserleri
Bu liste tam bir liste değildir ve göreceli olarak önemli eserlerini içermektedir.
Kitapları
Görelilik; Özel ve Genel Kuram: Popüler Bir Yorum, 1920.
Görelilik’in Anlamı, 1921.
Tek Atomlu Đdeal Gazların Kuantum Kuramı, 1924.
Brown Hareketi Kuramı Üzerine Araştırmalar, 1926.
Siyonizm Hakkında, 1930.
Niçin Savaş, 1933.
Gördüğüm Kadarıyla Dünya, Denemeler, 1934.
Felsefem, 1934.
Fiziğin Evrimi, Leopold Infield ile birlikte, 1938.
Otobiyografik Notlar, Denemeler, 1949.
Denemeler, 1950.
Makaleleri
Über Einen die Erzeugung und Verwandlung des Lichtes betreffenden heuristischen Gesichtspunkt (Işığın Oluşumu ve Dönüşümü Üzerine Bir Görüş), 1905.
Über die von der molekularkinetichen Theorie der Wärme geoforderte Bewegung von ruhenden Flüssigkeiten suspendierten Teilchen (Durağan Bir Sıvı İçindeki Asıltı Parçacıklarının Moleküler Kinetik Kuramı Çerçevesindeki Hareketleri Üzerine), 1905.
Zur Elektrodynamik bewegter Körper (Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği), 1905.
Ist die Trägheit eines Körpers von seinem Energieinhalt abhängig? (Bir Cismin Eylemsizliği Enerji içeriğine Bağlı mıdır?), 1905.
Zur Theorie der Brownischen Bewegung (Brown Hareketi Kuramı Üzerine), 1906.
Zur Theorie der Lichterzeugung und Lichtabsorption (Işığın Salınımı ve Soğurumu Kuramı Üzerine), 1906.
Plancksche Theorie der Strahlung und die Theorie der Spezifischen Wärme (Işınımın Planck Kuramı ve Özgül Isı Kuramı), 1907.
Entwurf einer verallegemeinerten Relativitätstheorie und einer Theorie der Gravitation (Bir Kütle Çekimi Kuramı ve Genelleştirilmiş Görelilik Kuramına Bir Gönderme), 1913.
Die Grundlagen der allgemeinen Relativitätstheorie (Genel Görelilik Kuramı'nın Temelleri), 1916.
Quantentheorie der Strahlung. (Kuantum Kuramı), 1917
Ayrıca bakınız
Isaac Newton
Niels Bohr
Max Planck
Einstein alan denklemleri
Russell-Einstein Manifestosu
Einstein Evreninde Zaman Yolculuğu: Zamanda Yolculuk Olasılığı
Bohr-Einstein tartışmaları
Kaynakça
Dış bağlantılar
Resimleri Time dergisi
Princeton Üniversitesi Yayınları
Einstein Genius page
Einstein'ın bilimsel ve kişisel yazıları (İngilizce)
Albert Einstein
1879 doğumlular
1955 yılında ölenler
Alman mucitler
Alman vejetaryenler
Alman Nobel Ödülü sahipleri
Alman kozmologlar
Alman agnostikler
Amerikalı agnostikler
Amerikalı mucitler
Amerikalı vejetaryenler
Amerikalı sosyalistler
Almanya Yahudisi asıllı Amerikalılar
Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığına kabul edilenler
İsviçreli agnostikler
İsviçreli mucitler
İsviçreli fizikçiler
İsviçreli Nobel Ödülü sahipleri
ETH Zürih'te öğrenim görenler
ETH Zürih öğretim üyeleri
Yahudi agnostikler
Yahudi filozoflar
Amerikalı Yahudi bilim insanları
Amerikalı teorik fizikçiler
Vatansızlar
Zürih Üniversitesi öğretim üyeleri
Amerikan Felsefe Topluluğu üyeleri
Amerikalı Siyonistler
Amerikalı pasifistler
Amerikalı bilim yazarları
Anti-milliyetçiler
Prag Üniversitesi öğretim üyeleri
Rusya Bilimler Akademisi'nin muhabir üyeleri (1917-1925)
Alman sosyalistler
SSCB Bilimler Akademisi'nin şeref üyeleri
Institute for Advanced Study öğretim üyeleri
Yahudi mucitler
Yahudi fizikçiler
Yahudi sosyalistler
Leiden Üniversitesi öğretim üyeleri
Bilim felsefecileri
İsviçre Yahudileri
Anevrizmadan ölenler
İsviçre'deki Alman göçmenler
Yahudi mühendisler
Görelilik teorisyenleri
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki İsviçreli göçmenler
Max Planck Madalyası sahipleri
Ulm doğumlular
Amerikalı Yahudi yazarlar
Amerikalı Nobel Ödülü sahipleri
Amerikalı hümanistler
Alman hümanistler
Kraliyet Hollanda Bilimler Akademisi üyeleri
Ulusal Bilimler Akademisi üyeleri
Avusturya vatandaşlığına kabul edilenler
İsviçre vatandaşlığına kabul edilenler
Panteistler
Amerikalı kuantum fizikçileri
Zürih Üniversitesinde öğrenim görenler
19. yüzyıl Alman bilim insanları
19. yüzyıl Alman fizikçileri
20. yüzyıl Alman bilim insanları
20. yüzyıl Alman fizikçileri
20. yüzyıl Alman yazarları
19. yüzyıl Amerikalı bilim insanları
19. yüzyıl Amerikalı filozofları
19. yüzyıl Amerikalı mühendisleri
20. yüzyıl Amerikalı bilim insanları
20. yüzyıl Amerikalı filozofları
20. yüzyıl Amerikalı mühendisleri
20. yüzyıl Amerikalı yazarları |
1841 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Empati%20%28anlam%20ayr%C4%B1m%C4%B1%29 | Empati (anlam ayrımı) | Empati şu anlamlara gelebilir:
Empati
Empati (kitap)
Empathy (yazılım) |
1843 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Astral%20seyahat | Astral seyahat | Astral seyahat terimi okültizmde ve teozofide kullanılan bir terim olup kişinin uyku gibi hallerde parapsikolojiye inanan kişilerce esîrî beden ya da astral beden (spiritüalizmde duble) ya da süptil maddelerden oluştuğu söylenen "bedeniyle" fiziksel bedeni dışında, yine bu kişiler tarafından iddia edildiğine göre bilinci yerinde olarak başka mekânlarda dolaşmak üzere yaptığı yolculuğa ve bu bedeniyle geçirdiklerini söyledikleri deneyimlere denir.
Astral seyahat, uyanık olarak LSD gibi saykodelik maddelerin etkisi altında yapılabildiği söylenmektedir.
Parapsikolojide bu "beden-dışı deneyim" anlamındaki "" (OBE) olarak metapsişikte ise "şuur projeksiyonu" olarak adlandırılır.
İrâdî olarak gerçekleştirilebildiği iddiası ve deneyim sırasında bilinçli olunması sebebiyle diğer bedendışı deneyimler arasında özel bir yeri vardır.
Astral beden için duvar gibi fiziksel nesneler ve uzaklık bir engel oluşturmayacağı ileri sürülür. Yani, iddialara göre kişi bu bedeniyle bir anda kıtalararası yolculuk yapabilir ve maddî engellerin içinden geçebilir. Fiziksel bedenden çıkıldığında öte-âlem varlıklarının görülebileceği de ileri sürülmektedir. Uyku sırasında yapılan astral seyahatın fiziksel bedene dönüldüğünde bir rüya tarzında anımsandığı söylenmektedir.
Astral seyahatin okült ve teozofik kaynaklarda ve birçok araştırmacının çalışmalarında "irâdî olarak fiziksel bedenden ayrılma" şeklinde tanımlanmasına karşın (Dr. Scott ROGO, , 1983), İngiliz parapsikolog Celia Gren bir ayrım yapmış ve “fiziksel bedendışı deneyimler”den kendiliğinden (iradedışı) oluşanları için ekzomatik deneyim () terimini ortaya atmıştır.
Konu hakkında en fazla araştırma yapmış kişilerden biri araştırmalarını "" adlı kitabında aktaran Robert Monroe’dur. Halen Amerika Birleşik Devletleri'nde Monroe Enstitüsü adıyla bilinen bir kurum, bu konuda çalışmalarını sürdürmektedir. Astral seyahat hakkında ayrıntılı bilgi, Ege Meta Yayınları'ndan çıkan Astral Seyahat Teknikleri isimli kitapta bulunabilir.
Astral seyahat yaptığını söyleyen kişiler yaşadıkları deneyimi dış dünyadan bağımsız öznel bir bilinç durumu olarak tanımlamanın ötesinde bu olgunun gözlemlenebilir maddî yaşamla etkileşime imkân tanıyan bir niteliğe sahip olduğunu savunurlar. (Örneğin ameliyat esnasında tıbben bilinçsiz bir durumdayken bedenden ayrılıp kendisine yapılan operasyonu yukarıdan gözlemlemek ya da iddia edilen fizikötesi varoluş içerisinde herhangi bir kişinin gerçek yaşamda bulunduğu konuma giderek gerçek durumuna şahit olabilmek.) Sözü edilen durumun hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı gibi ispatlanması çok kolay olan bu iddianın gerçekliğine dair ortaya hiçbir kanıt sunulamamıştır.
Kaynakça
Ayrıca bakınız
Aura (paranormal)
Esîr
Kirlian fotoğrafçılığı
Sözdebilim
Şamanizm
Teozofi
Okültizm
Metapsişik
Parapsikoloji |
1845 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Commodore%2064 | Commodore 64 | Commodore 64, tüm zamanların en çok satan kişisel bilgisayar (Home Computer) modeli. Ocak 1982'de Commodore Business Machines tarafından ilk olarak tanıtıldı. Genellikle C64 olarak ifade edilir. Bazen Commodore şirket logosuna benzetmek için C=64 olarak yazılır. CBM 64 (Commodore Business Machines Model number 64) ya da VIC-64 (bu isim bazı kullanıcılar, dergi yazarları, 3. parti reklamlar ve İsveç'teki Commodore tarafından kullanılır) olarak da bilinir. Ağustos 1982'de 595$ fiyat ile piyasaya sunuldu. Fiyatı 1983'ün sonlarında 200$'a kadar indirildi. 64 KB RAM belleğiyle, ses ve görüntü performansıyla o zamanların IBM uyumlu bilgisayarlarına göre daha üstün bir sistem sunuyordu. Commodore 64'ün yaşam süresi boyunca (1982'den 1994'e) toplamda yaklaşık olarak 17 milyon cihaz satıldı.
Commodore 64 için geliştirme araçları, ofis uygulamaları ve oyunları dahil yaklaşık 10.000 tane ticari yazılım hazırlandı. Ayrıca demoscene'in popüler olmasında önemli rol oynamıştır. C64, bugün hala bazı bilgisayar meraklıları tarafından kullanılıyor; ve emülatörler (fonksiyonelliği ve taklit başarı derecesi değişmekle beraber) sayesinde modern bilgisayarlarda (hatta akıllı telefonlarda) bu uygulamaların çalıştırılması sağlıyor.
Genellikle C64, 1980'li yılların bir simgesi olarak görülür. Örneğin Grand Theft Auto: Vice City adlı oyunun tanıtım görüntüsünde C64 ekranı belirir.
Tarihi
Ocak 1981'de MOS Technology Inc. (C64'ün çip tasarımı yapan yan kuruluşu) yeni nesil video oyun konsollarında kullanılacak görüntü ve ses çipleri tasarlamak için bir proje başlattı. Görüntü için MOS Technology VIC-II isimli, ses için MOS Technology SID isimli çiplerin tasarım işlemleri Kasım 1981'de tamamlandı.
Daha sonra Commodore, Yashi Terakura tarafından tasarlanan yeni çipleri (Ultimax, Commodore Max Machine) kullanan bir oyun konsolu projesi başlattı. Sonunda, Japon piyasası için üretilen birkaç makineden sonra bu proje iptal edildi.
O sıralarda Robert Russell (VIC-20'nin sistem programcısı ve mimarı) ve Robert Yannes (SID'in tasarımcısı) bir ürün üzerinde çalışıyorlardı. VIC-20'nin devamı olan bu ürün, Al Charpentier'ın (VIC-II'nin tasarımcısı) ve Charles Winterble'ın (MOS Technology'nin yöneticisi) desteğiyle Commodore CEO'suna (Jack Tramiel) sunuldu. Tramiel, makinenin 64 KB RAM belleğinin olması gerektiği söyledi. Bu büyüklükteki DRAM'in o sıralar 100$ olmasına rağmen, O zamanla bu fiyatın kabul edilebilir bir seviyeye düşüceğini biliyordu. Kasım ayında Tramiel, 1982 elektronik fuarı (Consumer Electronics Show) ile aynı zamana rastlasın diye Ocak'ın ilk haftası için bir teslim tarihi koydu.
VIC-40 kod adlı bu ürün VIC-20'nin varisiydi. Bu çipi yapan takımda Robert Russell, Robert Yannes and David A. Ziembicki vardı. Takım, Noel ve Şükran Günü'nde bile bıkmadan çalıştıktan sonra dizayn, prototipler ve örnek yazılımlar fuar için zamanında bitirilmişti.
VIC-40 sunulacağı zaman ismi, o zamanki Commodore iş ürünleri ailesinde kullanılan isimlere (P128, B256) uyması için C64 olarak değiştirildi.
C64 etkileyici bir başlangıç yaptı. Üretim mühendisi David A. Ziembicki şöyle diyor : " Atari'ciler standımızda ağızları açık vaziyette duruyorlardı ve bunu 595$'a nasıl yapabildiniz diyorlardı". Cevap, Commodore'un MOS Technology'nin çip üretim tesislerine sahip olmasında saklıydı. Her bir C64'ün tahmini üretim maliyeti 135$ idi. Fakat ucuz üretim teknikleri üretim sorunlarıyla sonuçlandı. İlk zamanlardaki ürünlerin çoğunda bulanıklığa sebep olan görüntü sorunları vardı. Bu, alfanümerik karakterlerin okunmasını zorlaştırıyordu.
Pazar savaşını kazanması
Ağustos 1982’de rakiplerinin karşısına çıktı. Düşük ücreti ve gelişmiş donanımıyla kısa sürede birçok rakibini geride bıraktı. ABD'deki en büyük rakipleri Atari 8bit 400/800, IBM PC ve Apple II idi. Atari 400 ve 800 donanım bakımından C64'e bayağı benziyordu ama üretimi pahalıydı. IBM PC ve Apple II ailesinin en yeni ürünleri C64'ten daha yüksek çözünürlük modlarına sahiptiler. Ama renk desteğinin zayıflığından dolayı nadiren kullanılıyorlardı. Sonuçta, uygulamada C64'ün 16 renkli grafik ve ses yetenekleri diğerlerini geride bıraktı. Ama IBM PC ve Apple II, C64'te olmayan dahili genişletme slotlarına sahiptiler.
1982/83 yıllarında 4 makine de benzer hafıza konfigürasyonuna sahiptiler. Apple II+ 48K, IBM PC 64K, Atari 800 48K hafızaya sahipti. IBM PC ve Apple II 1200$'ın üzerinde, Atari 800 ise 900$ civarındaydı. Commodore'un başarısının anahtarlarından biri de pazarlama taktikleridir.
Commodore, C64'ü sadece yetkili satıcılar üzerinden değil, büyük mağazalarda, indirimli satış mağazalarında, oyuncakçı dükkânlarında da sattı. Kompozit video çıkışına sahip olduğu için özel bir monitöre gereksinim duymuyordu ve doğrudan televizyona bağlanabiliyordu. Bu özellik, Atari 2600 gibi oyun konsollarıyla da yarışabilmesine imkân sağlıyordu.
1984'te Commodore Commodore Plus/4 adlı modeli piyasaya sürdü. Plus/4 daha fazla rengi destekleyen bir görüntü ve BASIC'in daha yeni sürümünü (sürüm 3.5) sunuyordu. Ama Commodore, Plus/4'ü C64 ile uyumsuz yaparak büyük bir stratejik hata yapmıştı.
Birleşik Krallık'ta (UK), C64'ün en büyük rakipleri Sinclair ZX Spectrum ve Amstrad CPC 464 idi. C64'ten birkaç ay önce üretilen Spectrum, düşük ücretiyle kısa sürede pazar lideri oldu. 1983'ün başlarında Spectrum 175£ iken C64 399£ idi. C64'ün Spectrum karşında işi zordu. Ama C64, 1980'lerin ikinci yarısında popülerlikte Spectrum ile rekabet edecekti ve Kasım 1990'da üretimine son verilen Spectrum'dan daha fazla yaşayacaktı.
Commodore birkaç kere C64’ün üretimine son vermeyi düşündü. Ama talepler yüzünden sonlandıramadı. 1988’de dünya çapında 1,5 milyon C64 satıyordu. 1990’da ABD’de taleplerin düşmesine rağmen İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde popülerliğini korudu. Mart 1994 CeBIT (Hanover, Almanya) fuarında C64’ün üretiminin 1995'te durdurulacağı duyuruldu. Commodore, C64’ün disket sürücünü üretmenin C64’ün kendisini üretmekten daha pahalıya mal olduğunu söylüyordu. Tarihin 1995 olarak planlanmasına rağmen şirket 1 ay sonra Nisan 1994'te iflas etti.
C64 ailesi
1982’de Commodore, Commodore MAX Machine’i Japonya’da üretti. ABD’de buna Ultimax, Almanya’da ise VC-10 dendi. Max, sınırlı hesaplama kapasiteli bir oyun konsolu olarak tasarlanmıştı. Tutulmadığı için piyasaya çıkışından birkaç ay sonra üretimine son verildi.
1984'te C64’ün taşınabilir sürümü SX-64 üretildi. SX-64, ilk tam renkli taşınabilir bilgisayardı. 5 inçlik (127 mm) bir CRT ekrana ve 1541 disket sürücüsüne sahipti. Kaset konnektörü yoktu.
1986 : Commodore 64C (C64C) üretildi. İşlevsellik bakımından C64’ün aynısıydı. Ama kasası yeniden tasarlanmıştı. SID, VIC ve I/O çiplerinin çekirdek voltajı 12’den 5’e düşürülmüş yeni sürümleri kullanılmıştı. Daha sonra daha ufak olan 1541-II ve 800KB 3,5” lik 1581 disket sürücüleri üretildi.
1990 : C64, C64 Games System (C64GS) denen oyun konsolu şeklinde üretildi. C64C’nin anakartına yapılan ufak bir modifikasyonla kartuşları yukarıdan takılabilecek hale getirildi. ROM’da da değişiklik yapılmıştı. Böylece cihaz açıldığında BASIC yorumlayıcısı yerine kullanıcının kartuş takmasını söyleyen uyarı geliyordu. C64GS, Commodore için diğer bir ticari başarısızlıktı. Avrupa’nın dışında hiç piyasa sürülmedi.
C64’ün gelişmiş varisi Commodore 65 (C64DX) projesi başlatıldı. Ama 1991’de Commodore’un yönetici Irving Gould tarafından proje iptal edildi. C65’in teknik özellikleri 8 bitlik bir bilgisayara göre gayet iyiydi. Örneğin OCS tabanlı Amiga’lar sadece 64 renk gösterebilirken, C65 256 renk gösterebiliyordu.
C64 klonları
C64’ün piyasadan çekilmesinden 10 yıl sonra 2004’ün ortalarında PC üreticisi Tulip Computers BV, C64 Direct-to-TV (C64DTV) isimli cihazı duyurdu. ROM’unda 30 oyun bulunan joystick'li bir C64 idi. Jeri Ellsworth tarafından tasarlandı. ABD’de QVC’de 2004 tatil sezonu için tanıtıldı. Bazı kullanıcılar bu ürüne, 1541 disket sürücü, ikinci bir joystick ve klavye takarak C64’e benzettiler.
C64 fanları hala Ethernet kartları, Flash kart arabirimleri gibi yeni donanımlar geliştiriyor.
C64 ve demoscene
C64 üretildiğinde onun grafik ve ses yetenekleriyle boy ölçüşebilecek tek bilgisayar 8 bitlik Atari ailesiydi. O zamanlar IBM bilgisayarlar sadece yazı tabanlı yeşil ekran monitörlere ve biplerden oluşan seslere sahipti.
Dönemin ünlü oyun firmaları ardı arkasına Commodore 64 için oyunlar piyasaya sürmekteyken bazı yetenekli gençler bu büyük firmaların yayınladığı oyun ve programları "crack" edip piyasa sürmeyi başarıyordu. Bu gençler zamanla bir araya gelip gruplar oluşturdular.Oluşturdukları gruplar oyun ve programları kopyalamak dışında programcılık yeteneklerini ve yaratıcılıklarını "demo" denilen kendi yazdıkları görsel işitsel öğeler barındıran programlarla insanlarla paylaşmaya başladılar. Günümüzde Fairlight, Crest, TRSI, Triad gibi demo grupları halen aktif olarak C64 platformunda demo yapan gruplar arasındadır.Türkiye'de ise Bronx, Clique gibi gruplar Türkiye'de "demoscene" alt kültürünün oluşmasına yardımcı olmuşlardır.
Gelişmiş grafik ve sesinden dolayı Demoscene isimli bilgisayar alt kültürünün yaratıcısı olarak görülür. 16 bitlik Atari ST ve Commodore Amiga 1985'te çıktığında, C64, demo programcıları arasında zirvedeki yerini kaybetti. Ama 1990’ların başına kadar popülerliğini sürdürdü.
2000'li yıllarda C64 hala bir demo makinesi olarak kullanılıyor. Özellikle müzik için (ses çipi PC’ler için özel ses kartlarında bile kullanıldı). Ne yazık ki PAL ve NTSC modlu C64’ler arasındaki farklar uyumluluk problemi yarattı. Demo’ların büyük çoğunluğu yalnız PAL makinelerde çalışır.
Donanım
Grafik ve ses
C64, 8 bitlik 6510 mikroişlemcisini kullanır. Bu işlemci 6502’den temel farkı 6 bitlik dahili I/O portu eklenmiş olmasıydı.
64KB RAM’e sahiptir. Bunun 38 KB’ını Commodore BASIC 2.0 kullanır. Ancak, istenildiğinde Commodore BASIC 2.0 'ın kullandığı RAM alanını da kullanmak mümkündür.
Grafik çipi VIC-II 16 renk, 8 sprite desteği (yazılım teknikleriyle arttırmak mümkün) ve 2 bitmap grafik modu sunuyordu. Standart text modunda 40 kolon destekleniyordu.
Ses çipi SID, her biri kendi ADSR envelope üreticisine ve çeşitli dalga formları, ring modülasyonu, filtre özelliklerine sahip 3 kanal içeriyordu. Zamanına göre oldukça gelişmiş bir model olan bu çip Bob Yannes tarafından tasarlanmıştı. Yannes diğer bilgisayar ses çiplerini “ilkel...belli ki müzik hakkında hiçbir şey bilmeyenler tarafından tasarlanmış” diyerek eleştiriyordu.
SID çipinin 2 sürümü vardır. İlk sürüm tüm orijinal breadbox C64’lerde, C64C’nin ilk sürümlerinde ve Commodore 128’de bulunan 6581 çipidir. Daha sonra 1987’de 8580 çipiyle değiştirildi. 6581’deki ses daha temizdi. Bu yüzden birçok C64 fanı hala onun sesini tercih ediyor. 6581 ve 8580 arasındaki ana fark voltaj beslemesiydi. 6581 12v kullanırken 8580 9v kullanıyordu.
SID çipinin meraklıları tarafından unutulamayan kendine has bir sesi vardır. 1999’da İsveçli firma Elektron, 6581 çipini kullanan SidStation isimli synthesizer modülünü üretti. Birkaç grup bu cihazı müziklerinde kullanıyor.
Donanımda değişiklikler
Üretim maliyetinin düşürülmesi Commodore’un sıkı rekabet içinde hayatta kalabilmesi için çok önemliydi. C64’ün orijinal anakartında önemli değişiklikler yapıldı. VIC-II, SID ve PLA çiplerinin yerleri değişti. Diyot, direnç gibi devre elemanlarının sayısı azaltılarak maliyet düşürüldü. Böylece devrenin boyutları da ufaldı.
C64 harici bir güç kaynağı kullanıyordu. Bu sayede kasanın ufak olmasını sağlayan güç kaynağı C64’ün güç gereksinimlerini ancak karşılıyordu. Aşırı ısınmadan zarar görebilen bu güç kaynağının yerine bazı kullanıcılar daha güçlü, daha iyi soğutmalı üçüncü parti güç kaynakları satın alıyorlardı. 1541-II ve 1581 disk sürücüleri kendi güç kaynaklarıyla geliyorlardı. Sonraki yıllarda ek RAM üniteleri eklendiğinde üçüncü parti güç kaynakları daha önemli hale geldi.
Teknik özellikler
Mikroişlemci :
MOS Technology 6510/8500
Saat hızı : 1.023 MHz (NTSC), 0.985 MHz (PAL)
Video :
MOS Technology VIC-II 6567/8567 (NTSC), 6569/8569 (PAL)
16 renk
Yazı modu : 40 sütun 25 satır. 256 kullanıcı tanımlı karakter (8×8 piksel ya da çoklu renk modunda 4×8 piksel)
Bitmap modu : 320×200 ve 160×200 (Çok renkli modda yatay çözünürlük yarıya düşer)
8 tane 24×21 piksellik sprite desteği (çoklu renk modunda 12×21 piksellik)
Ses :
MOS Technology 6581/8580 SID
Programlanabilir ADSR üreticili 3 kanal ses sentezleyici
8 oktav
4 dalga formu : üçgen, testere dişi, darbe, gürültü.
Osilatör senkronizasyonu, ring modülasyonu
Programlanabilir filtreler : Yüksek geçiren, alçak geçiren, ara geçiren, ara durduran
Giriş/Çıkış :
2 tane 6526 Kompleks arabirim adaptörü
16 bit paralel giriş/çıkış
8 bit seri giriş/çıkış
RAM :
38 KB’ı gömülü BASIC için kullanılan 64 KB bellek
1000 byte renk belleği
Commodore 1764 256 KB RAM Expansion Unit (REU) ile 320 KB’a kadar genişleme özelliği
ROM:
20 KB (8 KB BASIC 2.0; 8 KB KERNAL; 4 KB karakter üretici)
Giriş/Çıkış portları :
8 pinli DIN konnektörü : Kompozit video çıkışı, ayrı Y/C çıkışları ve ses giriş/çıkışları içindir. (Bazı eski C64’lerde 5 pinlik DIN konnektörü bulunur. Bunlarda Y/C çıkışları yoktur)
Tümleşik RF modülatör, RCA konnektörü üzerinden anten çıkışı
2 tane DE9M oyun kontrolcü portu. Atari 2600 kontrolcüleriyle uyumludur. Bu port için kullanılan diğer aygıtlar: dijital joystick, analog paddle, light pen, Commodore 1351 mouse.
Kartuş slotu.
Teyp ünitesi için PET-type Datassette arabirimi.
Kullanıcı portu
CBM yazıcılar ve disket sürücüleri için 6 pinli DIN konnektörü
Güç Kaynağı :
Makineye 7 pinlik DIN konnektörü ile bağlanan harici 5V DC ve 9V AC güç kaynağı
C64 Yazılımıyla ilgili notlar
C64’e gömülü olarak gelen BASIC V2 bazı durumlarda çökebiliyordu : PRINT””+-x (x herhangi bir tam sayı) komutunun çalıştırılması, başlangıç satır numarası 350720, 353279 sayıları arasında olan BASIC programlarını yaratma denemeleri.
C64'te sürpriz yumurta (Easter Egg) ya da ekran koruyucu denebilecek bir durum vardı. RUN/STOP ve RESTORE tuşlarına birlikte bastıktan ve POKE781,96:SYS58251 satırını girdikten sonra aktif oluyor.
VIC çipinin ekranın üst,alt ve yanlarında kenarlık göstermesini engellemek donanım register’larında yapılacak değişiklik ile mümkün.
Ayrıca bakınız
Commodore 64 oyunları listesi
Dış bağlantılar
C64.COM
Commodore sitesi(Türkçe)
C64 Music
gamebase 64
Commodore 64 Scene Database
Teleteknik Commodore Dergisi Arşivi |
1846 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Nirvana%20%28m%C3%BCzik%20grubu%29 | Nirvana (müzik grubu) | Nirvana, 1987'de Aberdeen, Washington'de kurulmuş Amerikan grunge müzik grubudur. Gitar ve vokalde Kurt Cobain, bas gitarda Krist Novoselic ve bateride Dave Grohl bulunmaktaydı.
1989 yılında çıkardığı ilk albüm Bleach'le sesini pek duyuramayan grup, 1991 yılında çıkardığı Nevermind albümü ile müzik dünyasında tam anlamıyla bir çığır açtı ve X kuşağının ana figürlerinden bir grubu hâline geldi. Billboard 200 number-one album listesinde Michael Jackson'ın milyon dolarlık albümünü tahtından indirdi. Albümün ilk single'ı "Smells Like Teen Spirit" ilk çıktığı yıllarda dev bir hayranlık kitlesi oluşturdu ve kısa zamanlarda dünyanın en popüler şarkılarından biri hâline geldi. Yarattığı etkiyle Amerika'da hair metalin popülaritesini bitirmiştir. 4/4'lük ritim kalıplarıyla, yalın fakat akılda yer tutan melodileriyle ve vurucu sözleriyle kendine özgün bir tarz oluşturan solist Kurt Cobain, aynı zamanda çalkantılı yaşamı ve uyuşturucu bağımlılığı ile de gündeme gelmiştir. 1993 yılında In Utero albümünü çıkaran grup başarısını sürdürmüştür. 1994 yılında Kurt Cobain'in ölümüyle grup dağılmıştır.
Nirvana 1990'ların başında Nevermind albümüyle alternatif rock tarzında yeni bir müzik çağı başlatmıştır. 2009 verilerine göre dünya çapında 75 milyondan fazla albüm satışı elde etmiştir. Rolling Stone dergisi grubu tüm zamanların en iyi 100 grup listesine ekledi.
2014'te dünya çapında önemli yer edinmiş Rock/Metal türündeki sanatçı ve grupların dahil olduğu Rock and Roll Hall of Fame kulübüne dahil edildiler.
Nirvana her ne kadar üç ana üyesiyle meşhur olsa da Kurt Cobain'in intiharından kısa süre önce grubun çektirdiği bir stüdyo fotoğrafında beş üye olarak görülmektedir. Pat Smear ikinci gitarist olarak gruba 1993'te katılım yaptı. Çellist Lori Goldston da Pat Smear gibi 1993'te gruba katılmıştır. Bu ikili 1993-1994 yılları arasında MTV Unplugged performansı dahil olmak üzere grubun dağılmadan önceki son 70 konserine katkı sağlamıştır.
Tarihçe
Kuruluş ve ilk yıllar (1987-1988)
Şarkıcı ve gitarist Kurt Cobain ve basçı Krist Novoselic, Washington eyaletindeki Aberdeen Lisesi'nde okurken tanıştılar. Çift, Melvins'in çalışma alanını sık sık ziyaret ederken yakın arkadaş oldular. Cobain, Novoselic'e bir grup kurma önerisi verse de, ancak Novoselic uzun süre bu öneriye sıcak bakmadı. Cobain, ona sonra Fecal Matter adını verdiği amatör grubunun bir demo kasetini verdi. Novoselic demoyu dinledikten sonra Cobain'in grup önerisini kabul etti. İkili bir araya geldikten sonra grubun adını Sellouts olarak değiştirdiler. Bu grup bir Creedence Clearwater Revival cover grubuydu. Grup daha sonra davula Bob McFadden'i aldılar, ancak bir ay sonra proje başarısız oldu. 1987'nin başlarında, Cobain ve Novoselic davulcu Aaron Burckhard'ı gruba aldı. Cobain'in Fecal Matter grubundan kayıt ettiği riffleri tekrar derlediler.
Cobain ve Novoselic bir taşra şehri olan Aberdeen'de müzik kariyerlerini ilerletemeyeceklerini anlayınca, 1987'de kız arkadaşları Tracy Marander ve Shelli Hyrkas ile beraber üniversiteli gençlerin yoğunlukta olduğu Aberdeen'in komşu şehri Olympia'ya taşındılar. Olympia'da çeşitli bateristlerle barlarda performans gösterdiler. Aynı zamanda kendi parçalarını da üretmeye devam ediyorlardı. Grup, bu süre zarfında "Skid Row", "Pen Cap Chew" ve "Ted Ed Fred" gibi bir dizi isimden geçti. Ürettikleri parçaları albüme dökmek isteyen ikili bir türlü düzenli çalışacak bir baterist bulamıyordu. Sonunda Aberdeen'den de tanıdıkları Melvins grubunun bateristi Dale Crover'dan albüm kaydı için yardım istediler. Crover yardım teklifini kabul edip grubun 10 Ocak 1988'de ilk demo kayıtlarına yardım etti.
Grup adının hikâyesi
İkili 1987'de Olympia'ya taşındıklarında sınıfsal zorluklar çektiler. Aberdeen, Olympia'ya nazaran geri kalmış bir taşra şehriydi. Aberdeen'den Olympia'ya yoğun bir göç vardı. Çoğunluğu üniversiteli gençlerden oluşan Olympia, Aberdeen'den gelenlere pek sıcak bakmayıp ve sıklıkla aşağılıyorlardı. Bu sınıfsal tepkiden Cobain ve Novoselic de nasibini alıyordu. Bir üniversite partisi için konser daveti alan grup, baterist Aaron Burckhard'ın giyiminden dolayı partideki gençlerin alayı hâline gelmişlerdi. Bu sınıfsal tepkiler Kurt Cobain'in gruba Nirvana adını verdiği düşünülmektedir. Cobain grup adı için verdiği bir röportajda şunları söyledi;"Angry Samoans punk grup adları gibi kaba, şehvetli bir serseri adı yerine biraz güzel, zarif ve hoş bir isim seçmeyi tercih ettim" 1988'in başlarında, Crover ikiliye kayıt yardımı yaptıktan sonra San Francisco'ya gitti, ancak davulcu olarak ikiliye Dave Foster'ı önerdi. Lakin Foster'ın Nirvana'daki görev süresi yalnızca birkaç ay sürdü; Foster bir olaydan ötürü hapis cezası alınca, ikili tekrar Burckhard'ı gruba aldı. Burckhard, Cobain'e bir gün antrenman yapamayacak kadar akşamdan kalma olduğunu söyledikten sonra tekrar ayrıldı. Cobain ve Novoselic, Seattle müzik yayını olan The Rocket'e davulcu arayan bir ilan verdiler, ancak tatmin edici yanıtlar alamadılar. Bu arada bir arkadaşları onları davulcu Chad Channing ile tanıştırdı. Channing, Cobain ve Novoselic ile birlikte çalmayı kabul etti; ancak Channing'in sonradan yaptığı bir açıklamaya göre, "Aslında hiçbir zaman 'tamam, varsın' demediler." dedi. Channing, Mayıs 1988'de devraldığı bateri görevini, 1991'te kadar Dave Grohl'a devretti.
İlk single ve albüm yayınları: Bleach (1988–1990)
1988'de demo kayıtlarını bitiren grup bu parçaları artık albüme basmak istedi. Demoları plak şirketlerine göndermelerine rağmen hiçbirinden dönüş alamadılar. Plak şirketleri yeni kurulmuş bu gruba yanaşmıyordu. Grup sonunda, albüm için ekseriyetle yeni gruplarla çalışan Sub-Pop plak şirketinin kapısını çaldı. Sub-Pop grubun demosunu dinledikten sonra grupla bir kontrat imzaladı. Firma 1988 Kasım'da grubun ilk single'ı olan Shocking Blue parçası olan Love Buzz parçasını cover'layıp yayınladı, ancak ilerleyen yıllarda firma vaatlerini yerine getirmedi. Albüm için grubu 1.5 yıl oyaladı. Anlaşamadıkları kısımlar albüm kayıt ücreti ve şarkı seçimleri üzerineydi.
İlk Seattle macerası
Nirvana, albümü beklerken aynı zamanda konser sıkılığını da arttırıyordu. Olympia'daki çoğu barda konser veren grup, Olympia'nın komşu şehri Seattle'da da konser vermek istediler. Olympia'ya göre müzik kültürü daha sağlam olan Seattle'ın asi gençliğini tatmin etmek kolay olmadı. Nirvana'nın ilk bireysel Seattle macerası facia ile sonuçlandı. Seattle'ın büyük barlarına hakim olamayan Nirvana, ilk bireysel konserlerinde kitlenin negatif tepkisini aldı. Kötü performanstan ötürü konser ortasında Seattle gençliği barı terk etti. Olaydan sonra grup bir süreliğine Seattle'dan uzak durdu.
Öncü grunge gruplarıyla ilk etkileşim
Nirvana, albüm için tekrar Sub-Pop'a uğradı. Sub-Pop albümü yayınlamada ağır davransa da Nirvana'ya konser jestleri yapmaya karar verdi. 1988'lerde Sub-Pop'ın bünyesinde Seattle'da kendini kanıtlamış olan Soundgarden, Mudhoney, Sonic Youth, Green River, Scratch Acid gibi grunge türünün öncü grupları vardı. Bireysel konserlerde özgüven sorunu yaşayan Nirvana, Sub-Pop'ın aracılığıyla bu büyük grupların konserlerinde ön grup oldular. Yoğunluk Seattle olmak farklı şehirlerde konser elde etme şansı yakaladılar. 1988-1990 arasında birkaç konserde Alice in Chains ile de orta konser verme fırsatı yakaladılar. Sahnede gitar kısımlarında yetersiz olduğunun farkına varan Cobain, gruba ikinci gitarist olarak Jason Everman'ı aldı.
Bleach albümünün yayınlanması
Maddi nedenlerden ötürü bir türlü yayınlanamayan albüm Nirvana'yı pes ettirdi. Grup sonunda 606.17$ kayıt ücretini cebinden ödemeyi kabul etti. Nihayetinde 1.5 yıllık bekleyişin ardından albüm Haziran 1989'da yayınlandı. Albümün prodüktörü, hem Skin Yard gitaristi hem de Soundgarden ve Mudhoney gibi grupların da prodüktörü olan Jack Endino idi. Albümün çıkışının sağlanmasında büyük rol oynayan gitarist Jason Everman, albüm sonrasında grubun ikinci gitaristi olarak gruba katıldı.Albüm müzikal olarak Melvins'in heavy dirge-rock, Mudhoney'in 80'ler punk ve Black Sabbath'ın 70'ler heavy soundunu taşıyordu. Günümüz müzik perspektifine göre yorumlanırsa, albümün genel aurası Sludge Metal havasındadır. Sözler ise günlük yaşantıdan, film ve dizilere atıfta bulunuyordu. "Floyd the Barber" parçası biri dizi karakterinden esinlemeydi. Albümün hit parçası "About a Girl" ise soyut bir aşk parçası olup Kurt Cobain'in 80'lerde sevgilisi olan Tracy Marander için yazılmıştı. Parça o kadar soyuttu ki Tracy ilk yıllarda parçanın kendisine yazıldığını bilmiyordu. Parçanın kendisi için yazıldığını Kurt'ün intiharından sonra yayınlanan bir kitap aracılığıyla öğrendi.
Albüm kapağı ise, Nirvana'nın 80'lerde verdiği bir bar konserinde Cobain'in sevgilisi Tracy Marander tarafından çekilmiş bir renkli fotoğraf siyah beyaz negatif edilerek kullanıldı. Tracy Marander yıllar sonra fotoğrafın orijinal renkli halini gazetecilerle paylaştı.
Nirvana; Soundgarden, Mudhoney ve Sonic Youth ile beraber verdiği konserler sayesinde canlı performans tecrübelerini ilerletmişti. Bu başarı dinleyici ve radyo yayıncılarının da dikkatini çekmişti. Albümün tüm kopyaları satılıp radyolarda yayınlanmaya başladı. Sub-Pop albümden 40.000 kopya bastı. Albüm tamamen satılmasına rağmen Nirvana, Sub-Pop'tan bir ödeme alamadı.
Albüm adı, 1980'lerde artan AIDS vakalarına azaltmak için ABD Halk Sağlığı Merkezinin bir afişine atıfta bulunmaktadır.
Soundgarden ile etkileşim
88-90 arası konserler sayesinde Nirvana; Soundgarden, Mudhoney ve Sonic Youth üyeleriyle bir yakınlaşma yakaladı. 90 öncesi fotoğraflarda Kurt Cobain'in üzerinde Sonic Youth ve Mudhoney t-shirt'leriyle fotoğraflanırken, Chris Cornell ise Nirvana t-shirt'ü ile fotoğraflanmıştır.
Bu yakınlaşma üye değişimine kadar ilerledi. Nirvana, grubun ikinci gitarist Jason Everman'ın artık hevesli olmadığının farkına vardı. Jason Everman sonra kendi isteğiyle Nirvana'dan ayrıldı. Aynı yıllarda Soundgarden, süre gelen bas gitarist sıkıntısı yaşıyordu. Soundgarden üyeleri Jason Everman'ın konserlerdeki performanslarından etkilenip, Everman'ı Soundgarden'a elektro gitar yerine bas gitarist olarak davet etti. Everman teklifi kabul etmesine rağmen, Soundgarden ile bir ritim yakalamayıp Soundgarden'dan ayrıldı.
Popüler olmaya doğru: Diğer grunge gruplarının akıbeti (1990-1991)
Yıllar 1990 olduğunda Nirvana müzikal altyapısını yeni oturtmuşken diğer grunge devlerinden Soundgarden ve Alice in Chains, popülarite olarak Nirvana'nın çok ötesindeydi. Bu iki grup artık ana akım müzik piyasasına girip parçaları tv'lerde rotasyona girmişti. İlk büyük atılımı Alice in Chains yapmıştı, 1990 yılında dünya çapındaki plak şirketlerinden Columbia Records ile kontrat imzaladılar. İlk albümleri Facelift ABD'de 6 ay içinde 400.000 adet sattı. Parçaları MTV'de dönmeye başladı. Soundgarden ise bir başka plak şirketi devlerinden A&M Records kontrat imzalayıp 1991'de çıkacak olan Badmotorfinger albümünün kayıtları üzerinde çalışıyordu. Bir diğer öncü grunge grubu Mother Love Bone, overdose uyuşturucudan ölen vokali Andrew Wood'tan sonra 1990'da grubu dağıtmışlardı. Daha sonra grubun üyeleri Chris Cornell'in önerdiği Eddie Vedder ile tanışıp Pearl Jam grubunu kurmuşlardı. Bu grup da ünlü Epic Records ile kontrat imzalayıp 1991'de çıkacak olan Ten albümlerinin hazırlığına girişmişti.
Nirvana ise 1990'da yeni parçalar üzerinde çalışmaya yeni başlamıştı ana henüz büyük firmayla kontratları yoktu. Nevermind'ta tamamladıkları ilk parça In Bloom oldu. Bu parçayı konserlerde de çalmaya başladılar. Parça dinleyicilerden olumlu tepki alıyordu. Soundgarden'ı elinden kaçıran Sub-Pop firması Nirvana'yı elinden kaçırmak istemedi. Yeni bir kontrat Nirvana'ya önerdiler. Kurt Cobain önlerine verilen kontratın içeriğini pek anlamadı. Büyük bir firma ile kontrat imzalamış olan Chris Cornell ile iletişime geçip tavsiye istedi.
Grunge gruplarını popüler eden menajer: Susan Silver
Susan Silver, 1983'te müzik menajerliğine amatör giriş yapmış olan bir menajerdi. 1985'te Soundgarden ile tanıştı, 1986'da grubun menajerliğini üstlendi. 2 yıl sonra ise edindiği çevreyle Soundgarden'ı dünya çapındaki A&M Records ile kontrat imzalamasını sağladı. Amatör olan Soundgarden'ı A&M Records'a taşıyan Silver menajerler arasında dikkat çekmişti. 1988'de Susan Silver, iki ortak menajer olan Kelly Curtis ve Ken Deans ile tanıştı. Curtis ve Deans menajerleri olduğu grupları Susan Silver'a gösterip büyük firmalara tanıtmasını istediler. Menajeri olduğu gruplardan biri de Seattle'lı amatör grunge grubu Alice in Chains'ti. Alice in Chains'in demosunu dinleyen Silver, gruptaki cevherin farkına varmasına rağmen Curtis ve Deans'e belli ettirmedi. Silver'dan olumlu dönüş alamayan Curtis ve Deans, menajeri olup da popülerlik ışığı taşımayan grupların menajerliğini bırakıyordu. Menajerliğini bıraktıkları gruplardan biri de Alice in Chains'ti. Alice in Chains'in menajer olarak boşa çıktığını gören Silver, Alice in Chains ile bir menajerlik sözleşmesi imzaladı ancak A&M Records, Soungarden'a nazaran gitar tonları sert olan Alice in Chains ile kontrat imzalamadı. Pes etmeyen Susan Silver, Columbia Records ile bağıntı yakaladı. Alice in Chains'in demosunu Columbia Records'a dinlettirdi. Columbia Records'tan olumlu cevap alan Silver, Alice in Chains'i Columbia Records'a taşıdı. Daha sonra bir MTV bağıntısı yakalayan Silver, grubun video kliplerini MTV'de rotasyona soktu. Alice in Chains 1990'da 6 ayda 400.000 albüm satışı elde etti.
1990'da Nirvana Sub-Pop'tan gelen kontrat önerisi için, popülerlik basamaklarını hızlıca tırmanan Chris Cornell'den tavsiye istedi. Chris Cornell, Nirvana üyelerini Susan Silver ile tanıştırdı. Susan Silver ile tanışan Nirvana üyeleri, kontratı Silver'a gösterdi. O yıllarda Chris Cornell ile sevgili olmasına rağmen Silver, Cornell'in önerdiği bu grubu A&M Records ve Columbia Records'a önerme zahmetine girmedi. Aynı yıl Pearl Jam'in de menajerliğini üstlendiği için Silver Nirvana'ya sıcak bakmadı. Zamanının çoğunu Alice in Chains, Soundgarden ve Pearl Jam'e ayırıyordu.
Nirvana'nın menajerliğini üstlenmeyen Silver yine de Sub-Pop'ın Nirvana'ya önerdiği kontratı inceledi. Kontratı inceledikten sonra Nirvana üyelerini kesinlikle Sub-Pop'tan uzak durmalarını önerdi. Yeni grupların kontratlarında uzmanlaşmış menajer olan Alan Mintz'e yönlendirdi. Silver'ın tavsiyesini dikkate alan Nirvana üyeleri, Sub-Pop ile kontrat imzalamadı, Alan Mintz ile iletişime geçti. Nirvana'nın demolarını alan Alan Mintz, bu demoları plak şirketlerine göndermeye başladı.
1990'da Nirvana yeni plak şirketi ararken o esnada yeni parçalar üretmeye devam ediyordu. Üretimini tamamladıkları parçalardan biri de Smells Like Teen Spirit idi. Bu parçayı albüm yayınlanmadan önce konserlerde çalmaya başlamışlardı. Daha albüm çıkmadan yavaştan Seattle dışında da dikkat çekmeye başladılar.
Sürpriz bir şekilde Alan Mintz'e, himayesinde Elton John ve Lynyrd Skynyrd gibi dünya çapında sanatçı ve grupları barındıran MCA Records olumlu dönüş yaptı. MCA Records, Nirvana ile kontrat imzalamaya hazır olduklarını söyledi.
Nirvana MCA Records ile kontrata hazırlanırken, amatör dönem konser arkadaşları olan Sonic Youth'tan bir öneri geldi. Sonic Youth da 1990'da Sub-Pop'tan ayrılıp Geffen Records'un bir alt kuruluşu olan DGC Records ile anlaşmıştı. Nirvana'yı da DGC Records'a gelmeleri yönünde öneriler verdiler. Nirvana üyeleri Sonic Youth üyelerinin önerisine uyup DGC Records ile kontrat imzaladı. DGC Records, Nirvana'nın yeni albümü için geçmişinde The Smashing Pumpkins olan prodüktör Butch Vig'i atadı.
Nirvana 1991 Nevermind albümüyle popüler olunca Susan Silver Nirvana ile iletişime geçip grubun menajerliğini üstlenmek istedi. Nirvana bu menajerlik teklifini kabul etti. Silver 1991-1992 arasında kısa süreliğine menajerliği üstlendi.
Nirvana popüler olurken belli bir zamandan sonra; dergi, tv ve gazeteler Kurt Cobain'in müzik dışı özel yaşamına odaklandı. Kurt Cobain ve Courtney Love'ın uyuşturucu kullanımına yönelik magazin haberleri artık ABD'de ana haber bültenlerine konu oluyordu. Bir dergide Cobain ve Courney Love hakkında çok detaylı haberler çıkınca, Cobain bu haberlerin yakın çevresinden birileri tarafından sızdırıldığının farkına vardı. O dönem Susan Silver konser ayarlamaları nedeniyle sık sık Cobain'in evinde kalıyordu. Cobain ve Love, bu haberlerin Susan Silver tarafından Nirvana'yı diğer üç grunge grubun gölgesine düşürtmek için kasten sızdırıldığının kanısına vardı. Nihayetinde 1992'de Cobain, Susan Silver'ın bu haberlerin kurbanı ilan edip grup ile menajerliğini feshetti.
Olaydan sonra Nirvana, diğer üç büyük grunge grubuyla arasında sert bir mesafe koydu. Alice in Chains, Soundgarden ve Pearl Jam 1990-1995 arasında üye değişimleri ve süper gruplar (Temple of the Dog, Mad Season) kurarken, Nirvana bu olaylara çok uzak durdu.
Nirvana üyeleri 2014 yılında Rock and Roll Hall of Fame gecesinde Nirvana geçmişinde Nirvana'ya katkıları olan tüm kişilere teşekkür etti. Novoselic ise geçmişteki Cobain ve Susan Silver arasındaki bu tatsızlığa rağmen konuşmasında Susan Silver'a onları müzik endüstrisine düzgün bir şekilde yönlendirip tanıttığı için teşekkür etti.
Baterist Chad Channing'in gruptan kovulması, Dave Grohl'un katılışı (1990)
1990 senesinde prodüktör Butch Vig ile birlikte yeni albüm üzerinde çalışmaya başlayan Nirvana, yapılan ilk kayıtlardan sonra davulcu Channing ile de yollarını ayırma kararı aldı. Melvins aracılığıyla tanıştıkları Scream grubunun davulcusu Dave Grohl'u kadrosuna ekledi.Yıllar sonra gruptan kovduğu baterist Chad Channing için açıklama yapan Kurt Cobain; Channing'i gruptan kovduğu an için "Bir adam öldürmüş gibi hissettim." yorumunu yaptı.Dave Grohl ise gruba ilk katıldığı an için yıllar sonra Q dergisine şu açıklamayı yaptı;"Onlarla aynı odada olduğum ilk an için şunu düşünmüştüm; 'Ne?! Bu Nirvana mı? Şaka mı yapıyorsunuz?' diye düşündüğümü hatırlıyorum. Çünkü Bleach albümlerinin kapaklarında psikopat odunculara benziyorlardı ... 'Ne, Nirvana bu küçük adam ve bu büyük orospu çocuğundan mı oluşuyor? Şaka bu her halde! dedim. "2014 yılında Rock and Roll Hall of Fame gecesi Dave Grohl, Chad Channig için şu açıklamayı yaptı;Ben gruba katılmadan önce Nevermind'ın hitlerinden biri olan In Bloom'un bateri partisyonları Chad tarafından tamamlanmıştı. Chad Channing, Nirvana tarihindeki en iyi bateristtir. Kurt Cobain intiharından birkaç hafta önce yoğun uyuşturucu kullanımından dolayı rehabilitasyona girmişti. Tedaviyi tamamlamadan Cobain tedavi merkezinden kaçmıştı. Dönüş uçağında Guns 'n Roses bas gitaristi Duff Mckagan'a denk geldi. Mckagan o uçuş anısıyla ilgili sonradan bir röportaj vermişti. O açıklamalardan biri de Dave Grohl ile ilgiliydi;"Tesadüfi bir şekilde Kurt Cobain ile beraber aynı uçağa bindik. Sonra Cobain ile sohbet etmeye başladık. Sohbet esnasında bir dergideki Nirvana ile ilgili bir kısmı Cobain'e gösterdim. Baterist Dave Grohl'ün bir röportajıydı. Kurt Cobain bu röportajı okuyunca çok sinirlendi ve şöyle dedi; "Bu röportajdan haberim yoktu. Rehabilitasyon dönüşü bu röportajı verdiği için Dave Grohl'ü gruptan atacağım."Rehabilitasyonu tamamlamadan merkezden kaçan Kurt Cobain hiçbir müzikal faaliyete katılmadan birkaç gün sonra intihar etti.
İkinci albüm Nevermind'ın kaydı ve yayınlanması (1991)
DGC Records ile kontrat imzaladıktan sonra grup ilk büyük plak şirketi ile Nevermind'ı kaydetmeye başladılar. Gruba bir dizi prodüktör teklif edildi, ancak grup Butch Vig için ısrar etti. 1990'da Vig'in Madison stüdyosunda kayıt yapmak yerine, prodüksiyon Van Nuys, Los Angeles, California'daki Sound City Stüdyolarında kaydı tamamlandı. Grup iki ay boyunca çeşitli şarkılar üzerinde çalıştı. "In Bloom " ve "Breed" gibi bazıları yıllardır Nirvana'nın repertuvarında yer alırken, "On a Plain" ve "Stay Away" gibi diğerleri kayıt sürecinin ortasına kadar bitmiş sözlerden yoksundu. Kayıt seansları tamamlandıktan sonra, Vig ve grup albümünü mixlemek için yola çıktı. Bununla birlikte, kayıt oturumları programın gerisinde kalmıştı ve ortaya çıkan karışımlar tatmin edici sayılmazdı. Slayer'ın albümlerinde de miksleme görevi olan Andy Wallace son miks işlemini oluşturmak için getirildi. Albümün yayınlanmasından sonra Nirvana üyeleri, mikserin Nevermind'a verdiği parlak sesten duydukları memnuniyeti dile getirdi.
Başlangıçta, DGC Records, Sonic Youth'tun Goo albümü ile elde ettikleri gibi , Nevermind'ın da 250.000 kopya satmasını umuyordu. Bununla birlikte, ilk single " Smells Like Teen Spirit'in MTV'de rotasyona girmesiyle beraber albüm büyük çapta hızla ivme kazandı. Grup, 1991 sonlarında Avrupa'yı turlarken, konser biletlerinin tehlikeli bir şekilde aşırı satıldığını, televizyon ekiplerinin sahnede sürekli var olmaya başladığını ve Smells Like Teen Spirit'in radyo ve müzik televizyonunda neredeyse her yerde mevcut olduğunu gördü. 1991 Noel'ine gelindiğinde Nevermind, ABD'de haftada 400.000 kopya satıyordu. Ocak 1992'de albüm, Michael Jackson'ın Dangerous'unu Billboard albüm listelerinde bir numaradan indirip zirveye çıktı ve diğer birçok ülkede listelerin başında yer aldı. Albüm sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde 7 milyondan fazla sattı dünya çapında. ise 30 milyondan fazla sattı. Nirvana'nın ani başarısı, alternatif rock'ı popüler hale gelmesine ve 80'lerin hair metal hakimiyetini sona ermesine neden oldu.
Grup üyeleriyle telif problemi
Nirvana yorgunluğu neden gösterip Nevermind'ı desteklemek için başka bir Amerika turuna çıkmamaya karar verdi, bunun yerine o yıl içinde sadece birkaç konser vermeyi tercih etti. Mart 1992'de Cobain, eşi Courtney Love'ın kışkırtmalarıyla müziklerin çoğunu kendisinin yazdığını, grubun şarkı telif ücretlerini (bu noktaya kadar eşit olarak bölünmüştü) yeniden düzenlemeye çalıştı. Grohl ve Novoselic itiraz etmediler, ancak Cobain anlaşmanın Nevermind'ın yayınlamasından geri bir tarihe dönük olmasını istediğinde, iki taraf arasındaki anlaşmazlıklar grubu parçalamaya yaklaştırdı. Bir haftalık gerginliğin ardından Cobain, telif ücretlerinden %75 gibi büyük bir payla geriye dönük bir pay aldı. Durumla ilgili kötü duygular daha sonra grup içinde kaldı.
MTV ödül gecesinde "Rape Me" şarkısı krizi
Grubun Cobain'in sağlığı nedeniyle dağılacağına dair söylentiler artınca, Nirvana bu söylemlere tepki olarak İngiltere'nin 1992 Reading Fesitvali'ne headliner olarak katıldı. Cobain konseri kişisel olarak programladı. Nirvana'nın Reading'deki performansı basın tarafından genellikle grubun kariyerinin en unutulmazlarından biri olarak görülür. Birkaç gün sonra Nirvana, MTV Video Müzik Ödülleri'nde sahne aldı; Ödül gecesi öncesi yeni albümleri için hazırladıkları "Rape Me " şarkısını çalacaklarını söyledi. MTV izin vermemesine rağmen , Cobain "Lithium " a girmeden önce şarkının ilk birkaç barını çaldı ve söyledi. Grup, En İyi Alternatif Video ve En İyi Yeni Sanatçı kategorilerinde ödül aldı.
Derleme albüm: Incesticide (1992)
1992 yılında DGC Records Nirvana'nın üçüncü stüdyo albümü üzerinde hazırlanıyordu. O esnada Nirvana'nın eski plak şirketi Sub-Pop, Nirvana ünlü olup patlama yapınca arşivlerini karıştırıp Nirvana'ya ait demoları aradılar. Sub-Pop arşivlerinde birkaç yeni parça ve Nirvana'nın daha önce albüme almadıkları konser parçalarını buldu. Bunları derleyip derleme albüm olarak yayınlamak istedi. İzin için Nirvana'nın kapısını çaldıklarında, Nirvana'dan olumlu yanıt geldi. Ancak halihazırda Nirvana DGC Records ile anlaşmalı olduğu için, firmadan onay gelmedi. Tartışmalar sonunda Sub-Pop ve DGC Records albümü ortak olarak yayınladılar. Albümde 15 parça vardı. Albümden Sliver ve Aneurysm çok beğeni topladı.
Albüm kapağı bizzat Kurt Cobain tarafından hazırlanan bir kolaj çalışmasıydı.
Albüm adı ise kelime oyunlarından oluşuyordu; "böcek öldürücü" anlamına gelen "insecticide" kelimesindeki harflerin yerleri değiştirilerek içinde "ensest öldürücü" anlamı da çıkacak şekilde Incesticide olarak düzenledi.
Üçüncü stüdyo albümü: In Utero (1993)
Üçüncü albüm hazırlıkları devam ederken Şubat 1993'te Nirvana, The Jesus Lizard grubu ile birlikte "Puss" / "Oh, the Guilt" şarkısını çıkardı. Bu arada grup, üçüncü albümünü kaydetmek için Amerikan indie müzik sahnesinde ilkeli ve fikir sahibi bir kişi olarak ün yapmış Steve Albini'yi seçti. Grubun Albini'yi yer altı kimlik bilgileri(uyuşturucu) nedeniyle seçtiği spekülasyonları varken, Cobain, Albini'nin sesinin Nirvana'nın her zaman sahip olmasını istediği ses olduğu konusunda ısrar etti: stüdyo hilesi katmanları içermeyen "doğal" bir kayıt çıkacağına inanıyordu. Nirvana, o şubat ayında albümü kaydetmek için Minnesota, Cannon Falls'daki Pachyderm Studio'ya gitti. Albini ile oturumlar verimli ve hızlıydı ve albüm iki hafta içinde 25.000 $ 'a kaydedildi ve mikslendi.
Kayıt seanslarının tamamlanmasından birkaç hafta sonra Chicago Tribune ve Newsweek' dergileri, DGC'nin albümü kayıt açısındna "yayınlanamaz" olarak değerlendirdiğini iddia eden haberler yayınlandı. Haberler sonrası hayranlar, grubun yaratıcı vizyonunun plak şirketleri tarafından tehlikeye atılabileceğine inanmaya başladı. DGC'nin albümü rafa kaldırmasıyla ilgili hikâyeler doğru olmasa da, grup aslında Albini'nin mix'lerinin bazı yönlerinden memnun değildi; bas seviyelerinin çok düşük olduğunu düşündüler, Cobain " Heart-Shaped Box " ve " All Apologies " in kulağa "mükemmel" gelmediğini hissetti. Uzun zamandır REM prodüktörü olan Scott Litt, bu iki şarkıyı tekrar mikslemek için çağırdı. Cobain iki parçaya ek enstrümantasyon ve destek vokalleri ekleyerek öyle albüme ekledi.
In Utero, hem Amerikan hem de İngiliz albüm listelerinde zirveye ulaştı. In Utero Amerika Birleşik Devletleri'nde 5 milyondan fazla satış elde etti. O Ekim ayında Nirvana, Half Japanese ve Breeders gruplarıyla beraber iki yıl aradan sonra Amerika Birleşik Devletleri tekrar turneye çıktı. Grup, turneye punk rock grubu Germs'ten Pat Smear'ı ikinci gitarist olarak ekledi.
1993 Kasım ayında Nirvana, MTV Unplugged televizyon programı için bir performans kaydetti. Smear ve viyolonsel sanatçısı Lori Goldston tarafından zenginleştirilen grup, en tanınmış şarkılarını çalmamayı seçerek yine bir sansansiyona imza attı. Popüler parçaları yerine, birkaç cover yaptılar ve Meat Puppets'ten Cris ve Curt Kirkwood'u üç Meat Puppets şarkısının yorumlanması için onlara katılmaya davet ettiler. Gecede en dikkat çeken cover ise anonim parça olan Where Did You Sleep Last Night? parçası oldu.
Kurt Cobain'in intiharına giden süreç ve ölümü
1994'ün başlarında Avrupa turnesine çıkan grup, katıldığı konserlerde oldukça başarılı performanslar sergiledi. Ancak Kurt Cobain, özellikle turnenin İtalya ayağında şovlardan ve konserlerden sıkıldığının izlenimi veriyordu. Nitekim Mart ayında Cobain’in eşi Courtney Love, kocasını baygın olarak buldu ve hastaneye kaldırdı. Doktorlar Cobain’in alkol zehirlenmesi geçirdiğini ifade ederken, Nirvana turnenin bir sonraki bölümünü iptal etmek zorunda kaldı. Hastanede beş gün kaldıktan sonra, Cobain serbest bırakıldı ve Seattle'a döndü. Love daha sonra olayın Cobain'in ilk intihar girişimi olduğunu belirtti .
18 Mart 1994'te eşi Courtney Love, Seattle polisine telefon ederek Cobain'in intihara meyilli olduğunu ve kendisini bir odaya silahla kilitlediğini bildirdi. Polis geldiğinde Cobain'in yanında biraz hap ve silah gördü. Cobain daha sonra polislere "intihara kalkışmadığını, eşi Love'dan uzak durmak için kendini odaya kilitlediğini söyledi.
Love, 25 Mart 1994'te Cobain'in uyuşturucu kullanımına ilişkin yakın çevresinden arkadaşlarını çağırarak, Kurt'ün evinde bir toplantı yaptı. İlgili on kişi arasında müzisyen arkadaşları, plak şirketi yöneticileri ve Cobain'in en yakın arkadaşlarından biri olan Dylan Carlson da vardı . Cobain öfkeyle, aşağılayarak ve katılımcıları küçümseyerek tepki verdi ve sonunda kendini üst kattaki yatak odasına kilitledi. Ancak günün sonunda Cobain bir detoks programına girmeyi kabul etti. Cobain, 30 Mart 1994'te Los Angeles'taki Exodus Rehabilitasyon Merkezi'ne geldi. Personel, Cobain'in depresyon geçmişinden ve intihar girişimlerinden habersizdi. Arkadaşları tarafından ziyaret edildiğinde, Cobain'in herhangi bir olumsuz ruh hali içinde olduğuna dair hiçbir gösterge yoktu. Günü, uyuşturucu kullanımı ve kişisel sorunları hakkında danışmanlarla konuşarak, kızı Frances ile mutlu bir şekilde oynayarak geçirdi. Bu etkileşimler, Cobain'in kızını en son gördüğü anlardı.
Ertesi gece, Cobain bir sigara içmek için dışarı çıktı ve tesisten çıkmak için altı fit yüksekliğindeki bir çitin üzerinden tırmanıp tedavi merkezinden firar etti. Los Angeles Havaalanına bir taksiye bindi ve Seattle'a geri döndü. Uçuşta Guns N ' Roses'tan Duff McKagan'ın yanına oturdu. Cobain'in Guns N 'Roses'a karşı düşmanlığına rağmen, Cobain, McKagan'ı gördüğüne sevinmişti. McKagan daha sonra "tüm içgüdülerimden bir şeylerin yanlış olduğunu" bildiğini söyledi. Çünkü 92-94 arasında Nirvana ile Gun 'n Roses arasında büyük bir çekememezlik vardı. Bir ortak konser esnasında grup üyeleri arasında tartışma kavgaya dönüştü. Gun 'n Roses'ın iki üyesi Novoselic ve Courtney Love'a saldırmıştı. Love saldırı aldığı zamanlar hamileydi.
Cobain'in firarından sonra çoğu arkadaşı ve ailesi onun nerede olduğundan habersizdi. 2 ve 3 Nisan'da Cobain, Seattle çevresinde birçok yerde görüldü. 3 Nisan'da Love, özel dedektif Tom Grant ile temasa geçti ve Cobain'i bulması için onu işe aldı. Cobain ertesi gün de görülmedi. 7 Nisan'da, Nirvana'nın dağıldığına dair söylentiler arasında, grup 1994 Lollapalooza festivalinden çekildi.
8 Nisan'da Cobain'in cesedi, bir güvenlik sistemi kurmak için gelen elektrikçi Gary Smith tarafından Lake Washington Bulvarı'ndaki evinde bulundu. Cobain'in kulağından çıkan az miktarda kan dışında, elektrikçi görünür bir travma belirtisi görmediğini bildirdi ve başlangıçta Cobain'in çenesini işaret eden tüfeği görene kadar uyuduğuna inandı. Cobain'in çocukluk hayalî arkadaşı Boddah'a hitaben bir intihar notu bulundu. Vücudunda yüksek konsantrasyonda eroin ve diazepam izleri de bulundu. Cobain'in cesedi günlerdir oradaydı; Adli tıp raporuna göre 5 Nisan 1994'te 27 yaşında öldü.
10 Nisan 1994'te Seattle Center'daki bir parkta yaklaşık yedi bin kişi toplanıp cenaze merasimi gerçekleşti. Merasimin sonuna doğru Love, kalanlara Cobain'in giysilerinin bir kısmını dağıttı. Grohl, Cobain'in ölüm haberinin "Muhtemelen hayatımda başıma gelen en kötü şey" olduğunu söyledi. Ondan sonraki gün uyandığımı ve gittiği için kalbim kırıldığını hatırlıyorum. Sadece 'Tamam, bu yüzden bugün uyanacağım ve bir gün daha geçireceğim ve o da olmayacak' dedim. "
Grohl, Cobain'in erken yaşta öleceğini bildiğine inanıyordu, "bazen birini kendilerinden kurtaramazsın" diyordu. Kısa bir süre için Cobain'in üvey babası olan Dave Reed, "Kendisi olmak için cesareti değil çaresizliği vardı. Kurt için başkalarının onu sevmesi önemli değildi; kendini yeterince sevmedi. "
31 Mayıs 1999'da Cobain için annesi tarafından son bir tören düzenlendi ve hem Love hem de eski sevgilisi Tracy Marander katıldı. Kızı Frances Bean, Cobain'in küllerini "gerçek sanatsal ilham perisini bulduğu" Olympia'daki McLane Creek bölgesinde bir nehre döktü.
Seattle Polis Departmanı, 20 yıl boyunca Nirvana hayranlarının "Cobain'in intiharı yeniden incelensin" mektuplarını aldı. Mart 2014'te olay üzerinden 20 yıl geçtiği için Polis Departmanın bazı olay yeri fotoğraflarının yayınlama iznini aldı ve Polis Departmanı Kurt Cobain'in bazı intihar fotoğraflarını ve kan inceleme raporlarını yayınladı. Sivil bir dedektif olan Mike Ciesynski fotoğrafları kan tahlilleri raporunu incelediğinde, olayın bir cinayet değil intihar olduğunu açıkladı.
Kurt Cobain'in intiharından sonraki albüm sürümleri ve grubun miras kavgası
Canlı bir albüm olan Verse Chorus Verse,ölümünden kısa bir sonra yayınlacakken, Novoselic ve Grohl'un Cobain'in ölümünün travmasını hâlen atladamıdıklarının anlayıp projeyi iptal ettiler. Bunun yerine, Kasım 1994'te DGC , MTV Unplugged in New
York adıyla MTV Unplugged performansını yayınladı; Billboard listelerinde bir numaradan giriş yaptı ve Nirvana'ya En İyi Alternatif Müzik Albümü dalında Grammy Ödülü kazandırdı. 1996'da, From the Muddy Banks of the Wishkah adlı canlı albümü , Billboard albüm listesinin zirvesinde yer alan arka arkaya üçüncü Nirvana albümü oldu. 1994'te Grohl yeni bir grup olan Foo Fighters'ı kurdu. Novoselic gruba katılmamaya karar verdi; Novoselic, yeniden birlikte çalışmanın kendileri için "gerçekten doğal" hissedeceğini, ancak diğer grup üyeleri için rahatsız olacağını ve Grohl'a daha fazla baskı uygulayacağını söyledi. Novoselic dikkatini siyasi aktivizme çevirdi.
Kurt Cobain'in ölümünden sonra başlayan miras savaşı (1994-2006)
Kurt Cobain 27 yıllık yaşantısının büyük kısmını yoksullukla geçirdi. Küçük yaşlarda anne babası boşanınca Cobain bir aile travması yaşadı, yemek ve konsantrasyon problemi belirdi. 15 yaşında liseyi bitiremeyip eğitimini yarıda bıraktı.15-17 yaş arasında Novoselic ile beraber köprüaltı ve terk edilmiş evlerde konakladı.1987'de Aberdeen'i terk edip Olympia'ya yerleşti. 1987-1991 arasında Kurt Cobain amatör müzik kariyeri boyunca büyük yoksulluklarla cebelleşti. İyi beslenemedi, turne günlerinde otelde kalacağı parası olmadığı için grubun minibüsünde yatıyordu. 4 yıllık amatör döneminde soğuk ve kötü beslenmeden ötürü intihar mektubunda bile değindiği mide problemleri yaşadı.1992'de Nevermind albümünün Michael Jackson'ı zirveden indirdiği gün Kurt Cobain henüz DGC Records'tan ödeme alamamıştı. Albümün zirveye çıktığı gece Kurt konaklayacak ev bulamayınca geceyi eski dökük arabasında geçirdi. Dünya çapında milyonlarca albüm satışı elde eden Kurt Cobain yüklü miktarda parayı ancak 1992'nin ortalarında alabildi. 1.5 yıl sonra ise intihar etti.
İntiharından hemen kısa süre sonra eşi Courtney Love, grup üyeleri Novoselic, Grohl ve Cobain'in anne ve ablasının bulunduğu üçlü blok arasında miras kavgası başladı. Mirasa ilk itiraz Cobain'in annesi ve ablasından geldi. Cobain'in annesi, "Courtney Love'ın bir uyuşturucu bağımlısı ve kızı Frances Cobain'e bakamayacak durumda olduğunu" mahkemeye bildirdi. Mahkemeden torunu Frances Cobain'in velayetinin kendisine verilmesini istedi. Böylelikle Nirvana üzerinde büyük bir hisseye sahip olacaktı. Ancak Courtney Love'ın para sevdası ağır basıp uyuşturucuya uzun bir ara verdi. Sıklıkla mahkemeye kan örneği verip kızı Frances'in velayet davasını kazandı.
Tarihler 1997'yi gösterdiğinde Love bu sefer Novoselic ve Dave Grohl ile miras kavgasına tutuştu. Mahkemeye gitmeden uzlaşıya vardılar. Love, Novoselic ve Grohl; Nirvana'yı grup statüsünden çıkarıp şirket yapmaya karar verdiler. Nihayetinde Nirvana LLC adında bir şirket kurdular. Bu şirket adıyla Nirvana'nın popüler eserlerini ve stüdyoda kayıt edip ancak albümlere eklemediği tüm parçalar yayınlanacaktı. Şirket kurulduktan sonra 45 parçadan oluşacak bir box set albüm yayınlama projesine başladılar.
Derleme albümde Kurt Cobain'in ölümünden 4 ay önce kayıt ettiği söz müziği Kurt Cobain'e ait olan "You Know You're Right" adında yeni bir parça da vardı. Courtney Love bu parçanın yüksek hit değerinde olduğunu ve derleme albüm yerine The Beatles'ın yaptığı gibi tek bir CD olarak özel yayınlanmasını istedi. Aksi durumda parçanın derleme albüm arasında boşa harcanacağını söyledi. Novoselic ve Grohl fikri saçama bulup karşı çıktı. Bu ufak anlaşmazlık yüzünden Love, Nirvana LLC şirketini fesh edip Grohl ve Novoselic'i mahkemeye verdi. Daha da ileri gidip dava çözülene kadar herhangi bir yeni Nirvana ürününün yayınlamasını engelleyen bir ihtiyati tedbir çıkarıldı. Mahkeme 4 yıl sürüp 2001 yılında sonuçlandı. Mahkeme Grohl ve Novoselic'i haklı gördü ama albüm şirket adıyla değil 2002 yılında grup adıyla yayınlandı. Albümde 45 parça yerine 14 parçaya yer verildi. Tartışmalı You Know You're Right parçası da eklendi. Nirvana ile aynı adı taşıyan albüm dünya çapında 4 milyona yakın sattı.
2002 yılı verilerine göre Courtney Love, Nirvana üzerindeki %75'lik hissedarlık ile 150 milyon dolar miras elde etmişti. Love'ın ileriki yıllarda yaptığı maddi hamleleri Nirvana hayranlarını daha da kızdırıyordu. Nisan 2006'da Love, 50 milyon dolar olarak tahmin edilen bir anlaşmayla Nirvana şarkı kataloğundaki hissesinin yüzde 25'ini sattığını duyurdu. Bu hisseler Virgin Records'un eski CEO'su Larry Mestel tarafından kurulan Primary Wave Music tarafından satın alındı.
Nirvana'nın Rock and Roll Hall of Fame'e daveti-2014
2014 yılında Kurt Cobain, Novoselic ve Grohl Rock and Roll Hall of Fame'e müzesi galerisine alındı.Törene Nirvana üyeleri, Courtney Love, kızı Frances Cobain ve Cobain'in annesi ve ablası da katıldı. Eski üyelerden de Jason Everman da katıldı. Giriş töreninde Novoselic, Grohl ve Smear konuk vokalistler Joan Jett, Kim Gordon, St. Vincent ve Lorde ile dört şarkılık bir set seslendirdi. Novoselic, Grohl ve Smear daha sonra Jett, Gordon, St. Vincent, J Mascis ve John McCauley ile Brooklyn'deki St. Vitus Bar'da konuk vokalist olarak tam bir gösteri gerçekleştirdi. Törende Grohl, Nirvana'da geçirdikleri zaman için Burckhard, Crover, Peters ve Channing'e teşekkür etti. Novoselic özel olarak Susan Silver'a teşekkür etti.
2014'ten sonra orijinal Nirvana kadrosu birkaç defa daha bir araya geldi. 2016'da Grammy ödül öncesi partide, 2018'de Cal Festival'de, Ocak 2020'de bir etkinlikte tekrar bir araya geldiler.
Müzikal tarz
Cobain'in müzik tarzları hakkında birbirinden farklı beyanları vardır. Cobain, Nirvana'nın ilk soundunu Gang of Four and Scratch Acid gruplarını birleşimi olarak tanımladı. Nirvana biyografi kitabının yazarı Michael Azerrad'a göre Nirvana soundunu Sub-Pop firmasına borçludur. 1988-1989 yılları arasındaki albüm krizinde Sub-Pop maddi problemlerinin yanında grubun soundunu da problem etmişti.
Bir başka röportajda ise şunu açıklamıştır, "Bir şekilde tamamen Led Zeppelin olmak ve sonra tamamen aşırı punk rock olmak ve sonra gerçek cılız pop şarkıları yapmak istedim."
Cobain'in power chordlara düşük notalı riffler verip ve gevşek bir sol el tekniğine dayanan ritim gitar stili grubun şarkılarının temel bileşenlerini içeriyordu. Cobain genellikle başlangıçta bir şarkının nakarat riffini temiz bir tonda çalar, ardından parçayı tekrarladığında distortion gitar tonlarını devreye alırdı. Bazı şarkılarda gitar, davulların ve bas gitarın vokalleri desteklemesine izin vermek için nakaratlarda tamamen yer almaz veya sadece "Smells Like Teen Spirit" te kullanılan iki notalı model gibi seyrek melodiler çalar. Cobain nadiren standart gitar soloları çalardı. Şarkının melodisinin varyasyonlarını tek nota satırları olarak çalmayı tercih ederdi. Grubtaki hiçbir üyenin resmi bir müzik eğitimi yoktu. Cobain'in bilinen tek gitar eğitimi; 14 yaşında dayısının bir arkadaşı tarafından aldığı 3 aylık kısa temel gitar eğitimiydi. Gitar bilgisi için Kurt Cobain şu açıklamayı yapmıştır;"Nasıl müzisyen olunacağını bilme fikrim yok. Gitar 101'i bile geçemedim. Cobain genellikle şarkı sözlerini kaydetmeden dakikalar önce yazardı. Cobain, "Bir şarkı yazdığımda sözler en az önemli konulardan biridir. Bir şarkıda iki veya üç farklı konuyu inceleyebilirim ve parça adı kesinlikle hiçbir şey ifade etmez ".
Grup üyeleri
Kurt Cobain – Vokal, gitar (1987–1994)
Krist Novoselic – Bas gitar (1987–1994)
Dave Grohl – Davul,geri vokal (1990–1994)
Pat Smear - Gitar (konser üyesi ) (1993-1994)
Lori Goldston - Çello (konser üyesi) (1993-1994)
Eski grup üyeleri
Aaron Burckhard – Davul (1987–1988)
Dale Crover – Davul (1988, 1990)
Dave Foster – Davul (1988)
Chad Channing – Davul (1988-1990)
Jason Everman – gitar (1989)
Dan Peters – Davul (1990)
Üye Değişim Çizelgesi
Diskografi
Stüdyo albümler
1989: Bleach
1991: Nevermind
1993: In Utero
Konser albümler
1994: MTV Unplugged in New York
1996: From the Muddy Banks of the Wishkah
2009: Live at Reading
Toplamalar
1992: Incesticide
2002: Nirvana
2004: With the Lights Out
2005: Sliver: The Best of the Box
2010: Icon
EP'ler
1989: Blew
1992: Hormoaning
Single'lar
1988: "Love Buzz"
1990: "Sliver"
1991: "Smells Like Teen Spirit"
1992: "Come as You Are"
1992: "Lithium"
1992: "In Bloom"
1993: "Heart-Shaped Box"
1993: "All Apologies/Rape Me"
1994: "Pennyroyal Tea"
1994: "About a Girl"
2002: "You Know You're Right"
Kaynakça
Amerikalı alternatif rock grupları
Grunge grupları
BRIT Ödülü sahipleri
Grammy Ödülü sahipleri
MTV Video Müzik Ödülü sahipleri
1987'de kurulan müzik grupları |
1848 | https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C4%B1zrap | Mızrap | Mızrap ya da tezene, telli çalgıları çalmaya yarayan, kemik, maden, plastik veya özellikle kiraz ağacından yapılan alettir. Mızrap genelde diğer bir telli enstrüman olan ud çalmada kullanılır. Uzun, elastik olan mızrabın, kartal tüyü gibi, plastikten daha kıymetli olan materyallerden yapılanları da mevcuttur.
Ayrıca bakınız
Pena
Telli çalgılar |
1852 | https://tr.wikipedia.org/wiki/29%20May%C4%B1s | 29 Mayıs |
Olaylar
1453 - Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethederek Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'nu sona erdirdi. Birçok tarihçi için İstanbul'un Fethi, Orta Çağ'ın sonudur.
1807 - Kabakçı Mustafa ayaklanmasında, isyancılar Şehzade Mustafa ve Mahmut'un kendilerine teslimini istedi. Sultan III. Selim tahttan indirildi, IV. Mustafa tahta çıktı.
1848 - Wisconsin, 30. eyalet olarak ABD'ye katıldı.
1867 - Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kuruldu.
1913 - Igor Stravinsky'nin Le Sacre du Printemps (Bahar Ayini) adlı balesi ilk kez Paris'te sahnelendi.
1914 - Kanada yolcu gemisi "RMS Empress of Ireland", Saint Lawrence Körfezi'nde battı, 1024 yolcu boğularak öldü.
1927 - Ankara-Kayseri Demiryolu, İsmet Paşa tarafından açıldı.
1936 - Türk bayrağı hakkında kanun, TBMM'de kabul edildi.
1937 - Türkiye ile Fransa arasında "Sancak"ın (Hatay) "Tamamiyet-i Mülkiyesini Tekeffül eden Antlaşma" ile "Türkiye - Suriye Hududunun Teminine dair Antlaşma" ve "Müşterek Beyanname ve Beyannameye bağlı Protokol" Cenevre'de imzalandı.
1942 - Adolf Hitler, Propaganda Bakanı Joseph Goebbels'in tavsiyesiyle, işgal altındaki Paris'te yaşayan tüm Yahudilerin sol göğüslerine sarı bir yıldız takmalarını emretti.
1945 - Etibank'ta 2 milyon liralık nakliye yolsuzluğu ortaya çıkarıldı.
1953 - Yeni Zelandalı dağcı Edmund Hillary ile Nepalli şerpa Tenzing Norgay, Everest'e çıkan ilk insanlar oldu.
1954 - Bilderberg Toplantıları'nın ilki yapıldı.
1958 - Sovyetler Birliği'nde Sınır Askeri Günü kutlanmaya başlandı. Günümüzde Rusya, Belarus, Ukrayna, Kırgızistan, Tacikistan gibi ülkelerde hâlen kutlanmaktadır.
1963 - Pakistan'ın doğusunda çıkan kasırgada 10 bin kişi öldü.
1968 - Mayıs ayaklanması sürüyor. Genel Emek Konfederasyonu'nun (CGT) çağrısına uyan yüz binlerce işçi Paris sokaklarına döküldü.
1971 - Prof. Sadun Aren, Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Genel Başkanı Fakir Baykurt ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Behice Boran tutuklandı.
1974 - Deniz Kuvvetlerine ait Çandarlı harita gemisi, savaş gemileri eşliğinde Ege Denizi'nde petrol arama araştırması yapmak üzere Beykoz'dan hareket etti.
1977 - CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, İzmir Çiğli Havaalanı'nda bulunduğu sırada, bir silahtan çıkan mermi, CHP'li Mehmet İsvan'ın yaralanmasına yol açtı. Merminin, bir polis memurunun ateş alan gaz tüfeğinden çıktığı açıklandı.
1979 - Rodezya'nın ilk siyah Başbakanı Abel Muzorewa göreve başladı.
1979 - Türkiye'de, "Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun" çıkarıldı.
1980 - Çorum Olayları: MHP'liler, Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak'ın öldürülmesini Çorum'da protesto ettiler. Olaylar, 2 Temmuz'da sokağa çıkma yasağı konulmasına rağmen, aralıklarla 6 Temmuz'a kadar sürdü. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, 8 Temmuz'da Çorum'a geldi. Olaylar yatıştıktan sonra kentin değişik yerlerinde 48 ceset bulundu.
1985 - İstanbul Boğazı'nda ikinci boğaz köprüsünün (Fatih Sultan Mehmet) temeli atıldı.
1985 - Heysel Faciası: Şampiyon Kulüpler Kupası finali için Liverpool - Juventus maçının yapıldığı Belçika'nın Heysel Stadı'nda çıkan olaylarda 39 kişi öldü, 350 kişi de yaralandı.
1986 - Kamuoyunda 'Fak-Fuk-Fon' olarak bilinen Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşmayı Teşvik Yasası, Meclis'te kabul edildi.
1988 - İstanbul Boğazı, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün yapımı tamamlandı.
1990 - Sovyetler Birliği'nde, radikal reformcu Boris Yeltsin, Rusya Yüksek Sovyeti Başkanlığı'na seçildi.
1993 - Anadolu pop müziğin öncülerinden Moğollar grubu, 17 yıllık aradan sonra yeniden sahneye çıktı.
1993 - Solingen Faciası: Almanya'nın Solingen şehrinde Türklerin yaşadığı bir evin kundaklanması sonucu 5 kişi yaşamını yitirdi, 2 kişi de yaralandı.
1995 - Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal için, karşılıksız çek verdiği iddiasıyla gıyabi tutuklama kararı çıktı.
1996 - Siverek halkı aralarında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de bulunduğu 13 politikacı hakkında tazminat davası açtı. Politikacılar, Siverek'i il yapacakları vaadinde bulunup yerine getirmemekle suçlanıyordu.
2005 - Susurluk davası sırasında açığa alınan eski polis memurlarından Oğuz Yorulmaz, Bursa'da bir barda öldürüldü.
2006 - Uşak Arkeoloji Müzesi'nde bulunan Karun Hazineleri'ndeki bazı eserlerin çalındığı iddiasıyla yürütülen araştırmalar kapsamında, Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu da dahil olmak üzere, 4 ilde 9 kişinin gözaltına alındığı açıklandı.
2010 - 55. Eurovision Şarkı Yarışması finali Norveç'in başkenti Oslo'da yapıldı. Kazanan, 246 puanla Lena Meyer-Landrut'un Satellite şarkısıyla katıldığı Almanya oldu.
Doğumlar
1489 - Mimar Sinan, Türk mimar (ö. 1588)
1794 - Antoine Bussy, Fransız kimyager (ö. 1882)
1860 - Isaac Albéniz, İspanyol besteci ve piyanist (ö. 1909)
1868 - Abdülmecid Efendi, son Osmanlı halifesi (ö. 1944)
1887 - Müfit Ratip, Türk oyun yazarı ve çevirmen (ö. 1920)
1903 - Bob Hope, Amerikalı komedyen (ö. 2003)
1904 - Gregg Toland, Amerikalı görüntü yönetmeni (ö. 1948)
1917 - John F. Kennedy, ABD'nin 35. Başkanı ve Pulitzer Ödülü sahibi (ö. 1963)
1920 - John Harsanyi, Amerikalı ekonomist ve Nobel Ekonomi Ödülü sahibi (ö. 2000)
1922 - Iannis Xenakis, Yunan besteci (ö. 2001)
1926 - Abdoulaye Wade, Senegal’in üçüncü Cumhurbaşkanı
1929 - Abdullah Baştürk, Türk sendikacı ve DİSK Genel Başkanı (ö. 1991)
1929 - Korkut Özal, Türk siyasetçi (ö. 2016)
1938 - Şule Yüksel Şenler, Türk yazar
1941 - Bob Simon, Amerikalı gazeteci ve haber spikeri (ö. 2015)
1945 - Aydın Tansel, Türk şarkıcı, besteci ve müzisyen (ö. 2016)
1946 - Héctor Yazalde, Arjantinli eski millî futbolcu (ö. 1997)
1948 - Nick Mancuso, İtalyan kökenli Kanadalı oyuncu
1948 - Marianne Pitzen, Alman sanatçı ve müze yöneticisi
1949 - Brian Kidd, İngiliz futbolcu, futbol antrenörü ve teknik direktör
1949 - Francis Rossi, İngiliz müzisyen
1953 - Danny Elfman, Amerikalı film müziği bestecisi
1955 - John Hinckley Jr., Amerikalı suçlu
1956 - La Toya Jackson, Amerikalı şarkıcı, söz yazarı ve oyuncu (Michael Jackson'ın ablası)
1957 - Ted Levine, Amerikalı dizi ve sinema oyuncusu
1957 - Muhsin Mahmelbaf, İranlı yönetmen, senarist, film editörü ve film yapımcısı
1958 - Annette Bening, Amerikalı oyuncu
1959 - Rupert Everett, İngiliz oyuncu
1959 - Roland Koch, İsviçreli aktör
1961 - Melissa Etheridge, Amerikalı şarkıcı ve müzisyen
1963 - Blaze Bayley, İngiliz şarkıcı
1963 - Ukyo Katayama, Formula 1'de altı sezon boyunca yarışmasıyla Japon yarışçı
1965 - Yaya Aubameyang, Gabonlu millî futbolcu
1967 - Noel Gallagher, İngiliz müzisyen
1967 - Heidi Mohr, Alman profesyonel futbolcu (ö. 2019)
1969 - Acun Ilıcalı, Türk yapımcı, sunucu ve medya patronu
1970 - Roberto Di Matteo, İtalyan teknik direktör ve eski futbolcu
1970 - Brian Turk, Amerikalı oyuncu
1973 - Anthony Azizi, Amerikalı dizi oyuncusu
1973 - Alpay Özalan, Türk futbolcu
1975 - Melanie Brown, İngiliz televizyon karakteri, şarkıcısı ve aktris
1975 - David Burtka, Amerikalı oyuncu
1976 - Gülşen, Türk şarkıcı, besteci ve söz yazarı
1976 - Hakan Günday, Türk yazar
1977 - Massimo Ambrosini, İtalyan eski fubtolcu
1977 - Marco Cassetti, İtalyan millî futbolcu
1979 - Arne Friedrich, Alman futbolcu
1980 - Petek Dinçöz, Türk şarkıcı, manken, oyuncu ve sunucu
1981 - Andrey Arşavin, Rus futbolcu
1982 - Ana Beatriz Barros, Brezilyalı süper model
1982 - Elyas M'Barek, Alman oyuncu
1982 - Nataliya Dobrinska, Ukraynalı heptatlet
1983 - Alberto Medina, Meksikalı futbolcu
1984 - Carmelo Anthony, Amerikalı basketbolcu
1985 - Hernanes, Brezilyalı futbolcu
1987 - Taner Arı, Avusturyalı Türk futbolcu
1988 - Daria Kinzer, Hırvat şarkıcı ve söz yazarı
1988 - Muaz el-Kesasibe, Ürdünlü savaş pilotu (ö. 2015)
1989 - Riley Keough, Amerikalı oyuncu ve model
1993 - Richard Carapaz, Ekvadorlu yol bisikleti yarışçısı
1998 - Markelle Fultz, Amerikalı profesyonel basketbol oyuncusudur
1998 - Felix Passlack, Alman futbolcu
1999 - Park Ji-hoon, Güney Koreli şarkıcı ve oyuncu
Ölümler
1405 - Philippe de Mézières, Fransız yazar ve Haçlı seferleri konusunda bir ideolog (d. 1327)
1425 - Hongxi, Çin'in Ming Hanedanı'nın dördüncü imparatoru (d. 1378)
1453 - Ulubatlı Hasan, Osmanlı asker (İstanbul'un fethi sırasında Bizans surlarına ilk sancağı diken yeniçeri) (d. 1428)
1453 - XI. Konstantinos, Bizans'ın son İmparatoru (d. 1405)
1500 - Bartolomeu Dias, Portekizli kâşif ve denizci (d. 1450)
1586 - Adam Lonicer, Alman botanikçi (d. 1528)
1814 - Joséphine de Beauharnais, Napoleon Bonaparte'nin eşi (d. 1763)
1829 - Humphry Davy, İngiliz kimyager, fizikçi ve mucit (d. 1778)
1847 - Emmanuel de Grouchy, Napoleon Döneminde Fransa generali ve mareşali (d. 1766)
1892 - Bahaullah, Bahailik dininin kurucusu (d. 1817)
1914 - Paul Von Mauser, Alman silah tasarımcısı (d. 1838)
1920 - Müfit Ratip, Türk oyun yazarı ve çevirmen (d. 1887)
1942 - John Blyth Barrymore, Amerikalı aktör (d. 1882)
1947 - Franz Böhme, II. Dünya Savaşı sırasında Alman general (d. 1885)
1951 - Mihail Borodin, Sovyet siyasetçi (d. 1884)
1951 - Fanny Brice, Amerikalı oyuncu ve model (d. 1891)
1951 - Géza Maróczy, Macar satranç ustası (d. 1870)
1958 - Juan Ramón Jiménez, İspanyol şair ve Nobel Edebiyat Ödülü sahibi (d. 1881)
1970 - Sünuhi Arsan, Türk hukukçu (d. 1899)
1979 - Mary Pickford, Kanada asıllı Amerikalı aktris (d. 1892)
1981 - Song Qingling, Çinli devlet başkanı (d. 1893)
1982 - Romy Schneider, Avusturyalı-Fransız aktris (d. 1938)
1991 - Coral Browne, Avsutralyalı-Anerikalı kadın sahne, sinema ve dizi oyuncusu (d. 1913)
1994 - Erich Honecker, Doğu Almanya'nın son Başkanı (d. 1912)
1997 - Jeff Buckley, Amerikalı müzisyen, besteci ve söz yazarı (d. 1966)
2003 - Trevor Ford, Galli eski futbolcu (d. 1923)
2004 - Kani Karaca, Türk musiki ustası (d. 1930)
2007 - Yıldıray Çınar, Türk halk müziği sanatçısı (d. 1940)
2008 - Harvey Korman, Amerikalı aktör (d. 1927)
2009 - Steve Prest, İngiliz profesyonel snooker oyuncusu ve koç (d. 1966)
2010 - Dennis Hopper, Amerikalı oyuncu ve yönetmen (d. 1936)
2011 - Bill Roycroft, Avustralyalı Olimpik binici şampiyonu (d. 1915)
2011 - Ferenc Mádl, Macar profesör ve siyasetçi (d. 1931)
2011 - Nejat Tümer, Türk asker ve 10. Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı (d. 1924)
2011 - Sergey Bagapsh, Abhazya'nın 2. Cumhurbaşkanı (d.1949)
2012 - Kanetō Shindo, Japon film yönetmeni, senarist, film yapımcısı ve yazar (d. 1912)
2013 - Cliff Meely, Amerikalı eski basketbol oyuncusu (d. 1947)
2014 - Karlheinz Böhm, Avusturya kökenli Alman oyuncu ve hayırsever (d. 1928)
2014 - Christine Charbonneau, Kanadalı şarkıcı ve besteci (d. 1943)
2015 - Doris Hart, Amerikalı tenis oyuncusu (d. 1925)
2015 - Betsy Palmer, Amerikalı oyuncu (d. 1926)
2015 - Bruno Pesaola, Arjantinli-İtalyan eski futbolcu ve teknik direktör (d. 1925)
2016 - André Rousselet, Fransız siyasetçi, bürokrat ve iş insanı (d. 1922)
2017 - Enitan Bababunmi, Nijeryalı akademisyen ve biyokimya profesörü (d. 1940)
2017 - Konstandinos Miçotakis, Yunan siyasetçi (d. 1918)
2017 - Manuel Noriega, Panamalı siyasetçi ve asker, devrik Panama devlet başkanı (d. 1934)
2018 - Yoseph Imry, İsrailli fizikçi (d. 1939)
2018 - Ray Podloski, Kanadalı profesyonel buz hokeyi oyuncusu (d. 1966)
2018 - Madiha Yousri, Mısırlı sinema ve dizi oyuncusu (d. 1921)
2019 - Tony DeLap, Amerikalı grafik sanatçısı (d. 1927)
2019 - Dennis Etchison, Amerikalı yazar, romancı ve senarist (d. 1943)
2019 - Bayram Şit, Eski Türk güreşçi (d. 1930)
2019 - Peggy Stewart, Amerikalı oyuncu (d. 1923)
2019 - Jiří Stránský, Çek şair, oyun yazarı, çevirmen ve aktivist (d. 1931)
2020 - Evaldo Gouveia, Brezilyalı şarkıcı-söz yazarı (d. 1928)
2020 - Célio Taveira, Brezilyalı millî futbolcu (d. 1940)
2021 - Maurice Capovila, Brezilyalı film yönetmeni ve senarist (d. 1936)
2021 - Marcell Jankovics, Macar grafik sanatçısı, film yönetmeni, animatör ve yazar (d. 1941)
2021 - Gwen Shamblin Lara, Amerikalı yazar (d. 1955)
2021 - Joseph Lara, Amerikalı aktör (d. 1962)
2021 - Gavin MacLeod, Amerikalı aktör, yazar ve aktivist (d. 1931)
2021 - B. J. Thomas, Amerikalı şarkıcı (d. 1942)
2022 - Tarzan Goto, Japon profesyonel güreşçi (d. 1963)
2022 - Ausma Kantāne-Ziedone, Leton siyasetçi ve aktris (d. 1941)
Tatiller ve özel günler
0529
29 |
1857 | https://tr.wikipedia.org/wiki/Fransa | Fransa | Fransa ( () ) ya da resmî adıyla Fransa Cumhuriyeti veya Fransız Cumhuriyeti ( , ), ana kara toprakları Batı Avrupa'da bulunan ve dünyanın pek çok bölgesinde denizaşırı toprakları olan bir ülkedir.
Kıta Fransa'sı, güneyde Akdeniz'den kuzeyde Manş Denizi ve Kuzey Denizi'ne, doğuda Ren Nehri'nden batıda Atlas Okyanusu'na kadar yayılan topraklarda yer alır. Fransızlar, ülkelerini topraklarının biçiminden ötürü Altıgen (Fransızca: L'Héxagone, okunuşu: "l'e-gza-gon") olarak adlandırırlar.
Fransa, yönetimde yarı başkanlık sisteminin uygulandığı üniter bir devlettir. Ülkenin başlıca ilke ve ülküleri İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde açıklanmıştır.
Fransa'nın Avrupa kıtasındaki komşuları Belçika, Lüksemburg, Almanya, İsviçre, İtalya, İspanya, Monako ve Andorra'dır. Akdeniz'de İtalya'ya ait Sardinya Adası'ndan sadece 12 km uzaktaki Korsika adası da Fransa'ya aittir. Sahip olduğu denizaşırı illerde de, Fransız Guyanası aracılığıyla Brezilya ve Surinam'a, Saint Martin Adası aracılığıyla da Hollanda Antilleri'ne sınırı vardır. Fransa, Manş Denizi'nde deniz yüzeyinin altından geçen Manş Tüneli'yle Birleşik Krallık'a bağlanmaktadır.
Fransa, 17. yüzyılın ikinci yarısından bu yana dünya genelinde uluslararası ilişkiler alanında önde gelen ülkelerden olmuştur. 18 ve 19. yüzyıllar arasında, Fransa dönemin en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurmuştur. Bu dönemlerde Fransa'nın sınırları Batı Afrika'dan, Güneydoğu Asya'ya kadar uzanmış, etki ettiği bölgelerdeki toplumların kültür ve siyasetlerinde belirgin izler bırakmıştır.
Dünya sıralamasında 6. sırada bulunan nominal gayrisafi yurt içi hasılası ve 7. sırada yer alan satın alma gücü paritesi ile ileri bir ekonomiye sahiptir ve gelişmiş ülkeler sınıfında yer almaktadır.
İş gezileri için gelenler dâhil, ülkede yirmi dört saatten az kalanlar hariç tutulmak üzere, yıllık olarak ağırladığı yaklaşık 82 milyon turistle Fransa, dünyada en çok ziyaret edilen ülkedir.
Fransa, Avrupa Birliği adlı siyasi ve ekonomik örgütlenmenin kurucu üyelerinden biridir ve birlik üyesi ülkeler içinde yüzölçümü en büyük olanıdır. Ülke, bunun yanında Birleşmiş Milletler'in de kurucu üyelerinden; Frankofon, G8 Zirveleri, Latin Birliği ve NATO'nun da katılımcılarındandır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin beş daimî üyesinden biridir. 360 etkin savaş başlığı ve 59 nükleer santraliyle önemli bir nükleer güçtür.
Etimoloji
"Fransa" adı, Frankların yurdu anlamına gelen Francia sözcüğüne dayanır. Ancak frank sözcüğünün kökeniyle ilgili pek çok farklı iddia vardır. Bunlardan biri, bu sözcüğün kökeninin ön Cermen dillerinde cirit, kargı, mızrak gibi anlamlara gelen frankona dayandığı yönündedir.
Bir başka köken varsayımı da frank teriminin eski Cermen dillerinde özgür anlamına gelen frei sözcüğünden geldiğidir. Frank sözcüğü çağdaş Fransızcada franc biçiminde hâlâ yaşamaktadır ve 2000 yılında euro, Fransa'nın resmî para birimi olana dek Fransa'da kullanılan parayı adlandırmak için de kullanılmıştır. Çağdaş Almancada Fransa bugün bile Frankreich (Türkçe: Frank İmparatorluğu) olarak adlandırılır. Ancak bunu Charlemagne yani Şarlman'ın Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'ndan ayırt edebilmek için eski olan krallığa Frankenreich (Türkçe: Frankların İmparatorluğu) denir.
Frank sözcüğü, Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden Orta Çağ'a kadar daha az yaygın biçimde kullanılagelmiş ancak Hugh Capet'in Fransa Kralı olarak taç giymesinin ardından yaygın biçimde, gelecekte Fransa olarak anılacak Fransa Krallığı'nı anlatmak için kullanılmaya başlanmıştır.
Tarihi
Antik ve Orta Çağ
Günümüz Fransa'sının sınırları hemen hemen eskiden Kelt Galyalıları (Fransızca: Celte Gaulois, okunuşu: selt golwa) tarafından yurt edinilen Antik Galya'nın (Fransızca: Gaule, okunuşu: gol) sınırlarıyla aynıdır. Galya, MÖ 1. yüzyılda Roma İmparatoru Julius Caesar tarafından ele geçirilince Galya halkları yavaş yavaş Roma kültürünü ve Roma dilini benimsediler. Daha sonra zamanla bu dil kendi içinde değişerek çağdaş Fransızcanın temellerini oluşurdu. Fransa topraklarında Hristiyanlık ilk olarak MS 2 ve 3. yüzyıllarda görüldü ve sonraki iki yüzyıl içinde öylesine hızlı yayılma olanağı buldu ki, Aziz Jerome yazılarında Galya'nın "sapkınlıktan kurtulmuş" olan tek bölge olduğunu yazdı.
MS 4. yüzyılda, Galya'nın Ren Nehri kıyısındaki doğu sınırları Cermen boyları tarafından yönetiliyordu. Bu topluluklar içinde en etkili olanı, Fransa'ya antik Francie adını da veren Franklardı. Günümüzde kullanılan Fransa adıysa Paris dolaylarında bulunan Capet krallarının yönettiği derebeyliğin bulunduğu bölgenin adından gelir. Roma İmparatorluğu'nun düşüşünden sonra, Avrupa topraklarında yayılan Cermen boyları içinde Franklar, Aryanizm'e değil de, Katolikliğe giren ilk topluluklardı. Bu nedenle Fransa'ya “Kilisenin en büyük kızı” (La fille ainée de l’Église) sıfatı verilmiş, Franklar da buna dayanarak kendilerini “Fransa'nın en iyi Hristiyanları” olarak adlandırmışlardır.
Ayrı bir ülke olarak Fransa tarihinin başlamasıysa 843 tarihli Verdun Antlaşması uyarınca Karolenj İmparatorluğu'nun Doğu Frank Krallığı, Batı Frank Krallığı ve Orta Frank Krallığı olarak üçe ayrılmasıyla başladı. Batı Frank Krallığı hemen hemen bugünkü Fransa topraklarını kaplıyordu ve nitekim çağdaş Fransa'nın temelleri bu krallık üzerine kuruldu.
Karolenj Hanedanı Fransa'yı 987 yılında Fransa Dükü ve Paris Kontu Hugh Capet'nin, Fransa kralı olarak taç giymesine kadar yönetti. Onun soyundan gelenler ile Valois ve Bourbon hanedanları da aşamalı bir dizi savaşla ülkede birliği sağladılar.
Erken modern dönem
Krallık yönetimi 17. yüzyılda ve kral XIV. Louis'nin döneminde zirvelerini yaşıyordu. Bu süreçte Fransa, Avrupa kıtasının en kalabalık ülkesi hâline geldi ve Avrupa kültürü, politikaları ve ekonomisi üzerinde en etkili güçlerden biri oldu. Fransızca dönemin diplomasi dili oldu ve uzun süre bu niteliği koruyarak kaldı. Aydınlanma çağı da büyük ölçüde Fransız entelektüel çevrelerinde gerçekleşti. Fransız bilim insanları 18. yüzyılda büyük bilimsel buluşların altına imzalarını attılar. Ayrıca Fransa bu dönemlerde Afrika, Amerika ve Asya kıtaların da birçok denizaşırı toprak edindi.
Fransız Devrimi, Cumhuriyet ve Fransız İmparatorlukları (1789-1914)
Fransa'da krallık sistemi 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi'ne dek hüküm sürdü. Fransız Devrimi sırasında dönemin Fransa Kralı XVI. Louis ve eşi Marie Antoinette ile onlara yakınlığı olduğu düşünülen yüzlerce Fransız vatandaşı öldürüldü. Kısa süreli bir dizi yönetim denemesinden sonra Napolyon Bonapart 1799'da cumhuriyetin kontrolünü ele aldı ve kendini önce Birinci Konsül, daha sonra, günümüzde Birinci İmparatorluk (1804-1814) adıyla anılan devletin imparatoru ilan etti. Napolyon Savaşları olarak bilinen bir dizi savaşın ardından, Bonaparte ailesinin yardımıyla Napolyon kıta Avrupasının büyük bölümünü ele geçirdi. Yeni elde edilen bu topraklara daha sonra Bonaparte ailesinin üyeleri Fransa'ya bağlı kral olarak atandı.
1815 yılında yapılan Waterloo Savaşı'nda Napolyon'un son yenilgisinden sonra Fransa'da krallık yönetimine geri dönüldü. Ancak bu kez kralın yetkilerine anayasal kısıtlamalar getirildi. 1830 yılında çıkan bir sivil ayaklama olan Temmuz Devrimi'yle Bourbon Hanedanı tümüyle kaldırılarak anayasal krallığa dayanan Temmuz Monarşisi getirildi. Bu yönetim biçimi 1848 yılına dek sürdü. Bu arada kurulan İkinci Cumhuriyet oldukça kısa süreli oldu ve 1852 yılında III. Napolyon İkinci İmparatorluğu kurunca yıkıldı. 1870 yılında başlayan Fransa-Prusya Savaşı'nda yenilen III. Napolyon bunun üzerine tahttan indirildi ve bu yönetim rejimi de Üçüncü Cumhuriyet'in kurulmasıyla feshedildi.
Modern dönem (1914-günümüz)
Fransa 17. yüzyıldan başlayarak 1960'lara dek bir sömürge devleti kimliğiyle var oldu. 19. ve 20. yüzyıllarda dünyanın dört bir yanında edindiği sömürge toprakları Fransa'yı İngiltere'den sonra ikinci büyük sömürge imparatorluğu haline getirdi. 1919 ve 1939 yılları arasında gücünün doruklarındayken Fransız Sömürge İmparatorluğu'nun yüzölçümü 12.347.000 kilometrekareye erişti. Fransa'nın Avrupa'daki toprakları da işin içine katılınca 12.898.000 kilometrekareye ulaşan Fransız egemenlik sahası dünya topraklarının %8.6'sını kaplar durumdaydı.
I. Dünya Savaşı'ndan da, II. Dünya Savaşı'ndan da galip taraf olarak çıkmasına karşın Fransa büyük bir insan kaybına ve maddi zarara uğramış, Avrupa'daki toprakları her iki savaşta da yer yer ya da tümüyle Alman güçlerince işgal edilmiştir. 1930'lu yıllara Halk Cephesi Hükûmeti'nin yaptığı toplumsal yenilikler Fransa'ya damgasını vurmuştur. II. Dünya Savaşının sonrasında Dördüncü Cumhuriyet kurulmuş ve Fransa'nın dünya siyasi ve ekonomik politikalarında etkili bir güç olarak kalabilmesi için ülkenin mevcut durumunun korunmasına çalışılmıştır. Fransa o zamana dek elinde bulundurduğu sömürge topraklarını korumaya çalışmışsa da daha sonra bu konuda sorunlar yaşamıştır. 1946'da Çinhindi'nin yönetimini yeniden ele geçirmek için yapılan harekât Birinci Çinhindi Savaşı'nın çıkmasına neden olmuş ve 1954 yılında Dien Bien Phu Çarpışması'nda Fransız güçleri bölgesel güçlere karşı yenilerek bölgeden çekilmişlerdir. Bundan yalnızca birkaç ay sonra, Fransa Cezayir halkının başlattığı bağımsızlık savaşında yine, hatta daha sert bir direnişle karşı karşıya kalmıştır.
O dönemde Pied-noir adı verilen milyonlarca Avrupa kökenli sakini olan Cezayir'in kontrolünü bırakıp bırakmamak konusunda Fransa'da büyük tartışmalar yaşanmış ve ülke bir iç savaşın eşiğine gelmiştir. 1958 yılında istikrarsız ve zayıf durumda bulunan cumhuriyetin yerine, yeni bir anayasa oluşturulması öngörülerek cumhurbaşkanının yetkilerini artıran ve günümüzde de hâlâ süren Beşinci Cumhuriyet'in kurulması kararına varılmıştır. Kurulan bu son cumhuriyetin başkanlığına Charles de Gaulle gelmiş ve Gaulle Cezayir'deki savaşı bitirecek önlemleri alırken ülkeyi de birlik içinde tutmayı başarmıştır. Cezayir Bağımsızlık Savaşı, Cezayir'in başkenti Cezayir'de yapılan barış görüşmeleriyle 1962'de çözümlenmiş ve bu olay Cezayir'in bağımsız bir ülke olmasıyla son bulmuştur.
Son yarım yüzyıl içinde Fransa'nın Almanya'ya karşı yürüttüğü barışçıl tutum ve iş birliği ilişkileri Avrupa Birliği'nin ekonomik bütünleşmesinde esas teşkil etmiştir. Bu olumlu havanın en önemli sonucu ocak 1999'da avronun birlik üyesi ülkeler arasında ortak para birimi olarak kabul edilmesi olmuştur. Avrupa Birliği'nin önde gelen güçlerinden olan Fransa'da seçmenler Avrupa Birliği Anayasası oluşturmak için hazırlanan antlaşmayı halkoylamasında reddetmişse de, bu anayasa taslağının kapsadığı hükümleri bir antlaşma içinde uygulamaya sokmayı öngören Lizbon Antlaşması, Şubat 2008'de Fransız Parlamentosu'nda kabul edilmiştir.
Coğrafya
Metropolitan Fransa olarak adlandırılan, ülkenin Avrupa sınırları içinde bulunan bölümü, kıtanın batı bölümünde yer almaktadır. Ancak Fransa; Kuzey Amerika, Karayipler, Güney Amerika, Hint Okyanusu, Büyük Okyanus ve Antarktika'ya yayılan geniş bir coğrafyada çok sayıda il ve özel bölgeye de sahiptir. Bunlardan doğrudan Fransa'ya ait olanlar denizaşırı iller; kendi içlerinde bağımsız, savunma konusunda Fransa ile anlaşmalı olan ortak ülkeler ise collectivités d'outre-mer kısaca COM (Türkçe: Denizaşırı Topluluklar) olarak adlandırılır.
Fransa'nın Avrupa kıtasındaki toprakları 547.030 kilometrekarelik bir alan kaplar. Bu alanla Fransa, Avrupa Birliği içinde İspanya'dan biraz farkla toprak bakımından en büyük ülke sıfatını taşır. Fransa toprakları, batıda ve kuzeyde kıyı ovalarından, güneydoğuda Alp dağ zincirine, iç Fransa'da Massif Central olarak anılan yüksek bölgelere ve güneybatıda Pirenelere kadar uzanan değişik bölgelerde, farklı yer şekillerine sahiptir. Alplerde yer alan ve Batı Avrupa'yla Avrupa Birliği'nin en yüksek noktası olan 4807 metre yüksekliğindeki Mont Blanc, Fransa ile İtalya sınırında yer almaktadır. Kıta Fransası ayrıca Loire Nehri, Garonne Nehri, Seine Nehri ve Rhône Nehri gibi büyük ve karmaşık bir akarsu ağıyla örülmüştür. En alçak noktası deniz yüzeyinin iki metre altında bulunan Camargue deltası içinde yer almaktadır. Yüzölçümü 8.680 kilometrekare olan Korsika adası ise Akdeniz kıyısındaki Nice kentine 128 deniz mili uzaklıktadır.
Denizaşırı iller ve ortak topraklar da işin içine katıldığında Fransa'nın toplam yüzölçümü 674.843 kilometrekaredir. (Antarktika, Adélie Toprağı hariç) Bu hâliyle Fransa yeryüzünün %0.45'ini kaplar. 11 milyon kilometrekareyle Fransa, Amerika Birleşik Devletleri'nin ardından dünyanın en büyük ikinci münhasır ekonomik bölgesine de sahiptir.
Kıta Fransası, Avrupa ana karasının batısında, 41 ile 51 kuzey paralelleri arasında yer alır. Kuzey ve kuzeybatı kesimlerinde ılıman iklim egemendir ve denizelliğin etkisi iç bölgelerin de iklimlerini biçimlendirmektedir. Güneydoğuda ise Akdeniz iklimi egemendir. Batı kesimler okyanusal iklim etkisi altındadır ve yüksek miktarda yağış alır. Bu bölgelerde kışlar ılık ve yazlar serin geçer. İç kesimlerde sıcak, fırtınalı yazlar ve soğuk ama kurak kışlar görülür. Alplerde ve ülkenin diğer yüksek kesimlerinde Alp iklimi yaşanır. Bu soğuk bölgelerde yılın belirli dönemlerinde sıcaklıklar sıfırın altında seyreder ve yağan kar altı ay yerde kalır.
Çevre
Fransa, 1971'de bir çevre bakanlığı kuran ilk ülkelerden biriydi. Dünyanın en sanayileşmiş ülkelerinden biri olmasına rağmen, Fransa, karbondioksit emisyonları açısından Kanada veya Avustralya gibi ülkelerin gerisindedir. Bunun nedeni, şu anda elektrik üretiminin yüzde 75'ini oluşturan ve daha az kirlilikle sonuçlanan 1973 petrol krizinden sonra ülkenin nükleer enerjiye yaptığı ağır yatırımdır. Yale ve Columbia tarafından yürütülen 2020 Çevresel Performans Endeksi'ne göre Fransa, dünyanın çevreye en duyarlı beşinci ülkesiydi.
Tüm Avrupa Birliği devlet üyeleri gibi, Fransa da karbon emisyonlarını 2020 yılına kadar 1990 seviyelerinin en az %20'si oranında azaltmayı kabul etti, ABD'nin emisyonları 1990 seviyelerinin %4'ü oranında azaltma planına kıyasla. 2009 itibarıyla, Fransa'nın kişi başına düşen karbondioksit emisyonları Çin'inkinden daha düşüktü. Ülke, 2009'da salınan ton karbon başına 17 avroluk bir karbon vergisi uygulamaya kararlıydı, bu da yılda 4 milyar avro gelir elde edecekti. Ancak, Fransız işletmelerine yük olacağı korkusuyla plandan vazgeçildi.
Ormanlar, Fransa'nın yüzölçümünün yüzde 31'ini oluşturuyor - Avrupa'daki dördüncü en yüksek oran - 1990'dan bu yana yüzde 7'lik bir artışı temsil ediyor. Fransız ormanları, Avrupa'daki en çeşitli ormanlardan bazılarıdır; Fransa topraklarında 140 tan fazla ağaç türü yaşar. Fransa'nın 2018 Orman Peyzaj Bütünlüğü Endeksi ortalama puanı 4.52/10 olup, 172 ülke arasında küresel olarak 123. sırada yer almaktadır. Fransa'da dokuz milli park ve 46 doğal park var, hükûmet, Münhasır ekonomik bölgesinin %20'sini 2020 yılına kadar Deniz koruma alanına dönüştürmeyi planlıyor. Bölgesel bir doğa parkı (Fransızca: parc naturel régional veya PNR), Fransa'da yerel yönetimler ile ulusal hükûmet arasında manzarayı ve mirası korumak için olağanüstü güzelliğe sahip yerleşik bir kırsal alanı kapsayan bir bölgede sürdürülebilir ekonomik kalkınmayı sağlar. Bir PNR, her parkın benzersiz peyzajı ve mirasına dayalı olarak yönetilen insan yerleşimi, sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve doğal çevrenin korunması için hedefler ve yönergeler belirler. Parklar, doğa bilimlerinde ekolojik araştırma programlarını ve halk eğitimini teşvik eder. 2019 itibarıyla Fransa'da 54 PNR var.
Yönetim birimleri
Fransa, toplamda 26 yönetimsel bölgeye ayrılmıştır. Bunlardan 22'si metropolitan Fransa olarak anılan, Fransa'nın Avrupa'da kalan toprakları içinde yer alır. 22 bölgeden ana kara dışında kalan tek bölge Korsika Adası'dır. Geri kalan 4 bölge ise denizaşırı ildir. Fransa'da yer alan tüm bu bölgeler ayrıca illere ayrılmıştır. Bu iller genelde alfabetik sıraya göre numaralandırılmıştır. Bu numaralar posta kodlarında ve araç plakalarında kullanılır. Fransa'da département adı verilen 100 il vardır ve bu illerde toplam sayıları 342'yi bulan ilçelere (arrondissement), bunlar da sayıları 4.032 olan kantonlara ayrılmıştır. Fransa'nın en küçük ölçekteki yönetimsel birimi seçilmiş birer başkanca yönetilen ve köy olarak adlandırılabilecek olan komünlerdir. Komünler hiyerarşide kantonların ardından gelirler. Fransa'da yer alan komünlerin sayısı 36.680'dir.
Bu bölgeler, iller ve komünler birer yerel meclise sahiplerdir ve bir yönetici tarafından yönetilirler. Arrondissement adı verilen ilçeler ve kantonlar ise yalnızca belediye çapında yönetilmektedir. Ancak durum geçmişte böyle değildi. 1940'a dek ilçelerin de bir meclisi oluyordu ancak bu uygulama Vichy rejiminde askıya alındı ve Dördüncü Cumhuriyet'in kurulmasıyla 1946 yılında tümüyle ortadan kaldırıldı.
Bölgeler ve iller
Denizaşırı topraklar
Fransa'nın 100 ili arasından 4'ü; Fransız Guyanası, Guadeloupe, Martinik ve Réunion denizaşırı topraklardır ve hepsi birlikte Fransa Cumhuriyeti'nin ve aynı zamanda Avrupa Birliği'nin birer parçasıdır. Kıta Fransasında yer alan iller ile eşit durumdadırlar.
26 bölge ve 100 ilin yanı sıra, Fransa Cumhuriyeti'nin 6 adet daha denizaşırı aidiyeti vardır. Bunlar, Fransız Polinezyası, Mayotte, Saint Barthélemy, Saint Martin, Saint Pierre ve Miquelon ile Wallis ve Futuna'dır. Bağımsız bir ülke ile Fransız toprağı arası bir konumda yer alan ve dünyada başka örneği bulunmayan (sui generis) Yeni Kaledonya, Fransa Güney ve Antarktika Toprakları ve Büyük Okyanus'taki Clipperton Adası da büyük Fransa'yı oluşturan topraklardır. Bu yerler Fransız toprağı olmasına karşın, Fransa'nın üyesi olduğu Avrupa Birliği'nin dışında yer alırlar. Fransa'nın Büyük Okyanus'taki topraklarında para birimi olarak frank kullanımı sürmektedir ve değeri euro'nunkine göre ayarlanmaktadır. Ancak Avrupa Birliği içine dâhil olan 4 denizaşırı il, frank yerine avro kullanmaya geçmiştir.
Siyaset
Fransa Cumhuriyeti, yarı başkanlık sistemiyle yönetilen, köklü bir demokrasi geçmişine sahip üniter bir devlettir. Beşinci Fransa Cumhuriyeti olan günümüz Fransa'sının Anayasası 28 Eylül 1958 tarihinde yürütülen bir halk oylaması sonucu onaylanmıştır. Bu anayasa parlamentoya oranla devlet başkanının yetkilerini arttıran yasalar içerir. Fransa'da devlet yönetiminin iki kanadı vardır: Fransa Cumhurbaşkanı ve Hükûmet. Ülkenin cumhurbaşkanı ülke çapında 18 yaşını doldurmuş ve oy kullanma hakkı olan tüm seçmenler tarafından beş yıllık dönem için (eskiden yedi yıl) seçilir. Hükûmet ise cumhurbaşkanı tarafından atanan bir başbakan tarafından yönetilir.
Fransız Parlamentosu iki meclisli bir yasama organıdır: Fransa Ulusal Meclisi (Assemblée Nationale) ve Senato (Sénat). Ulusal meclisteki milletvekilleri geldikleri yerel seçim bölgesini temsil ederler ulusal seçimlerde 5 yıllık süre için seçilirler. Seçilen 577 milletvekili Bourbon Sarayı'nda toplanır. Ulusal meclisin Bakanlar Kurulu'nu düşürme yetkisi vardır. Bu nedenle partiler arası koltuk dağılımı hükûmetin kararına doğrudan etki eder. 343 senatör ise tüm Fransa çapında halk tarafından seçilmiş olan belediye meclisi üyelerinden, il (département) yerel meclis üyelerinden, Bölge (Région) yerel meclis üyelerinden oluşan seçmenler tarafından 6 yıllık bir süre için seçilir ve her üç yılda bir yapılan seçimlerde yarısı yenilenir. Senato Lüksemburg Sarayı'nda (Palais du Luxembourg) toplanır. Senatonun yasama gücü sınırlıdır: Senato ile ulusal meclis arasında anlaşmazlık olması durumunda son söz Ulusal Meclis'e aittir. Meclisin gündemini belirlemede hükûmetin büyük etkisi vardır. Ulusal Meclis ve Senato birlikte, Versay Şatosu'nda toplanıp Fransa Parlamentosunu oluştururlar. Yalnızca anayasa değişikliğiyle ilgili olarak ve uluslararası bazı anlaşmaları onaylamak amacıyla toplanırlar.
Fransa politikaları iki ana politik görüş çevresinde şekillenir: sol görüşlü politikacılar Sosyalist Parti etrafında, sağ görüşlü politikacılar Cumhuriyetçiler etrafında örgütlenmişlerdir. Meclisin yürütme kanadında Sosyalist Partiye mensup vekiller çoğunluktadır.
Hukuk
Fransa, çoğunluğu yazılı hükümlerden oluşan bir yazılı hukuk sistemi kullanır. Hukukun üstünlüğü olgusunun temel ilkeleri, I. Napoléon tarafından oluşturulan 1804 tarihli Fransız Medenî Kanunu'nda bulunur. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi hükümlerince yasalar yalnızca topluma dokuncası bulunan eylemleri yasaklayabilir. Fransız hukukuna göre yasaklara yalnızca gereksinim duyulması hâlinde başvurulur.
Fransız hukuku; özel hukuk ve kamu hukuku olmak üzere iki temel doktrinsel ayrımda incelenir. Özel hukuk, özellikle medenî hukuk ve ticaret hukukunu kapsar. Kamu hukuku ise idare hukuku,ceza hukuku ve anayasa hukuku konularıyla ilgilenir.
Fransa, dinî hukuk kurallarının devlet yönetiminde referans alınmamasını gerektiren laik bir devlet yapılanmasına sahiptir. Bu bağlamda Fransız yasaları hazırlanırken herhangi bir dinî inanç ya da değere göre hareket edilmez. Fransa'da tanrıya ya da dinlere sövmenin ve 1791'de de cinsel eylemleri kısıtlayan yasaların kaldırılmasıyla Fransa hukukunda dinle ilintili herhangi bir yasa kalmamıştır. Ancak genel ahlâk kurallarına aykırı eylemler (contraires aux bonnes mœurs) ve kamu düzenini bozacak eylemler zaman zaman yaptırımlara tâbi tutulmaktadır.
Fransa'da makabline şamil yasalar yasaktır ve hazırlanan yasaların yürürlüğe girmesi için Fransa Resmî Gazetesi'nde (Fransızca: Journal Officiel de la République Française) yayınlanmış olması gerekmektedir.
Dış ilişkiler
Fransa, Birleşmiş Milletler'in kurucu üyelerindendir ve elinde bulundurduğu koşulsuz veto hakkıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin de daimi üyelerinden biri konumundadır. Dünya Ticaret Örgütü, Pasifik Topluluğu ve Hint Okyanusu Komisyonu'nun da üyesidir. Karayip Ülkeleri Birliği'nin işbirlikçi üyesi ve tümüyle ya da kısmen Fransızca konuşan ülkelerin oluşturduğu Uluslararası Frankofoni Örgütü'nün başta gelen katılımcılarındandır.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'nün (OECD), UNESCO'nun, Interpol'ün, Uluslararası Ağırlıklar ve Ölçüler Bürosu'nun genel merkezlerine ev sahipliği yapar. Fransa 1953 yılında Birleşmiş Milletler'den ülkeyi uluslararası düzeyde simgeleyecek bir arma seçmesi için bir talep almış bunun üzerine günümüzde de Fransız pasaportlarının üstünde kullanılmakta olan simge kabul edilmiştir.
Fransa'nın dış ilişkileri büyük ölçüde kurucu üyesi olduğu Avrupa Birliği politikalarınca şekillenmektedir. Avrupa'da her zaman etkili bir güç olan Fransa, 1960'larda Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'ne girmemesi için politika gütmüş, 1990'larda ise yeniden birleşen Almanya'yla yakın ilişkiler geliştirme yoluna gitmiştir. NATO üyesi de olan Fransa, cumhurbaşkanı Charles de Gaulle döneminde alınan kararla NATO'nun askerî kanadından çıkmıştır. NATO'nun askeri kanadına Nicolas Sarkozy döneminde yeniden katılmıştır. Yine 1990'larda Fransız Polinezyası'nda yaptığı yeraltı nükleer denemelerden ötürü uluslararası alanda büyük eleştirilere maruz kalmıştır. Ülke, 2003 yılında Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri'nce işgâl edilmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Geçmiş dönemde Afrika'da bulunan sömürgeleri üzerinde günümüzde de çok büyük etkisi bulunmaktadır ve Fildişi Sahili ile Çad'a barışgücü askerleri de göndermiştir.
Askeri Gücü
Fransa, askeri alanda hâlen dünyanın ve Avrupa'nın en güçlü ülkelerindendir. Yüzyıllara uzanan bir dönem boyunca yerkürenin dört bir yayındaki askeri mevcudiyetiyle dünyanın en güçlü ülkelerinden biri gözüyle bakılan Fransa'nın II. Dünya Savaşı'nda Alman ordusu karşısında yalnızca altı haftalık bir direnişten sonra teslim olması, sadece bu gücün sürekliliğini sekteye uğratmakla kalmamış aynı zamanda Fransa'nın müttefiklerini de korkutmuş ve Fransa'yı işgalden kurtarma seferberliği başlatmalarına önayak olmuştur. Günümüzde Fransa; ABD, Rusya ve Çin'den sonra dünyanın en büyük dördüncü nükleer gücünü elinde bulundurmaktadır. Fransa, 350 bin kişilik askeri personele sahiptir.
31 Temmuz 2007'de Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Danıştay üyelerinden Jean-Claude Mallet'e Fransa'nın savunmasına yönelik geniş kapsamlı bir gözden geçirme planı üzerinde çalışacak 35 üyeli bir komisyon kurulması direktifini vermiştir. Komisyon ilk çalışma taslağını 2008 başlarında yayınlamıştır. Komisyonun tavsiyeleri doğrultusunda Cumhurbaşkanı Sarkozy, 2008'in yaz aylarından itibaren Fransız savunma siyaseti ve yapılanmasında kökten değişiklikleri başlatmıştır. Avrupa siyasetinde ve güç dengelerinde Soğuk Savaş sonrası meydana gelen değişimlere ayak uydurmak amacıyla, Fransız ordusunun geleneksel odağındaki bölgesel toprakların savunulması doktrini küresel tehdit ortamındaki sorunların üstesinden gelme gayretlerine yöneltilmiştir. Yeniden yapılanma kapsamında, gerek Fransa'nın kent merkezlerinde gerekse Afrika'nın Fransızca konuşulan bölgelerinde tedhiş ağlarının tanımlanması ve imhası Fransız ordusunun birincil görevi haline getirilmiştir. Aynı kapsamda, Fransız güçlerinin yeniden yapılanması ve küresel müdahale kabiliyetine sahip olması için gerekli mali kaynakların sağlanması amacıyla ihtiyaç fazlası üslerin kapatılması ve yeni silah sistemlerine ilişkin projelerin askıya alınması da gündeme gelmiştir. Ayrıca, Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle'ün Mart 1966 tarihinde ülkeyi NATO'nun komuta yapısından çıkarması ve ABD askerlerinin Fransa topraklarından çekilmesini istemesinden 43 yıl sonra, yürürlüğe konan bu tarihi değişim planı çerçevesinde, Sarkozy Mart 2009'da Fransa'nın ittifakın askeri kanadına tam üye sıfatıyla dönme niyetini de açıklamıştır.
Ekonomi
Fransa, Avrupa'nın iktisadi açıdan güçlü ülkelerinden olmakla birlikte, yakın dönemde uygulanmaya başlanan iktisadi dünya pazarına uygulama siyasetinde güçlüklerle karşılaştığını 1971-1976 dönemi arasında ticaret bilançosunun 1986 yılı dışında sürekli açık vermiş olması da kanıtlamaktadır. Bu olumsuz nokta bir yana bırakılırsa Fransa, tarım ürünleri bolluğu ve çeşitliliği ile Avrupa Ekonomik Topluluğu içinde birinci sırada, süt ürünleri açısından da dünyada dördüncü sırada (nitekim Fransa tarım- besin sanayi ürünleri dışsatımında dünya ikincisidir) yer almasının yanı sıra, sanayisi de çok güçlü bir ülkedir.
Endüstri, ülke gelirinin çeyreğini ve ticaret kazancının %80'inden fazlasını karşılar. Devlet 1990'ların başından beri Fransa Telecom, Fransız Havayolları ve bankalar gibi diğer endüstrilerdeki hisselerini elden çıkarmaya başlamıştır. Yüksek orandaki işsizlik hala Fransa için sorun işgal etmektedir. Fransa, geniş refah imkânlarını ve muazzam devlet bürokrasisini kesmekten kaçınmış ve bütçe açığını kapatmak için savunma harcamalarını kesmeyi ve vergileri yükseltmeyi tercih etmiştir. Fransa, 1 Ocak 1999'daki Euro sistemi referandumuna diğer on Avrupa ülkesi ile birlikte katılmıştır.
Ülkedeki satın alma gücü paritesi 1.871- trilyon $ olup, reel büyüme oranı %3.1'dir. Ülkenin %3.3'ü tarım, %26.1'i sanayi, %70.6'sı hizmet sektöründe çalışmaktadır. Enflasyon oranının tüketici fiyatlarında %2.3 olduğu ülkede iş gücü 27.88 milyon civarındadır. Ülkedeki işsizlik oranı %9.1'dir. Bununla beraber sanayi, makine, kimyasal ürünler, otomobil, metalürji, uçak, elektronik, tekstil, gıda ürünleri, turizm üzerine dayalıdır. Sanayinin büyüme oranı yaklaşık %1.5'tir. Ülkedeki tarım ürünleri buğday, tahıl, şeker pancarı, patates, üzüm, sığır, süt ürünleri, balık gibi alt bölümlere ayrılmaktadır.
Ülkede ihracat miktarı 490 milyar $ olup, ülke; makine ve taşımacılık araçları, uçak, plastik ürünler, kimyasallar, eczacılık ürünleri, demir-çelik ve meşrubat gibi ürünler satmaktadır. Ülkenin en çok ihracat yaptığı ortakları, Almanya %14.7, İspanya %9.7, İtalya %8.7, Birleşik Krallık %8.3, Belçika %7.1, ABD %7.1 şeklindedir. Aynı şekilde ülkedeki ithalat miktarı 529.1 milyar $ olup, ülke; makine ve parçaları, araçlar, ham petrol, uçak, plastik ürünler, kimyasal ürünler almaktadır. Ülkenin ithalat ortakları Almanya %18.9, Belçika %10.7, İtalya %8.3, İspanya %7, Hollanda %6.6, Birleşik Krallık %5.9, ABD %5.1 şeklindedir. Ülkenin dış borç tutarı 3.461 trilyon $ kadardır. Para birimi Euro olan ülkenin mali yılı takvim yılına göre hesaplanmaktadır.
Tarım
Fransa tarihsel olarak büyük bir tarım ürünleri üreticisiydi.
Geniş ve verimli toprakları, modern teknolojinin uygulanması ve AB sübvansiyonları birleşerek Fransa'yı Avrupa'nın tarımda üçüncü sırada (özellikle tahıllar ve tarım-gıda sektöründe) tarım ürünleri üreticisi ve ihracatçısı (AB'nin tarımsal üretiminin % 20'sini temsil eder) ve dünya’nın en büyük üçüncü tarım ürünleri ihracatçısı yaptı.
Buğday, kümes hayvanları, süt ürünleri, sığır eti ve domuz etinin yanı sıra uluslararası kabul görmüş işlenmiş gıdalar Fransa'nın başlıca tarımsal ihracatlarıdır. Roze şarapları öncelikle ülke içinde tüketilir ancak şampanya ve Bordeaux şarabı dünya çapında tanınan başlıca ihracat ürünleridir. Fransa'ya AB'nin tarım sübvansiyonları son yıllarda azaldı ancak yine de 2007'de 8 milyar $'a ulaştı. Aynı yıl, Fransa 33.4 milyar euro dönüştürülmüş tarım ürünü sattı. Hemen hemen tamamı Martinik, Guadeloupe ve Réunion gibi denizaşırı bölgelerde bulunan şeker kamışı bazlı içki fabrikaları aracılığıyla Fransa rom üretir. Fransız romlarının listesi.
Tarım, Fransa ekonomisinin önemli bir sektörüdür: Aktif nüfusun% 3,8'i tarımda istihdam edilirken, toplam tarım-gıda endüstrisi 2005 yılında Fransız GSYİH'sinin % 4,2'sini oluşturdu.
Turizm
2018'de 89 milyon uluslararası turistle Fransa, dünyanın en çok turist çeken destinasyonudur ve İspanya (83 milyon) ve Amerika Birleşik Devletleri'nin (80 milyon) önündedir. Ancak daha kısa ziyaret süresi nedeniyle turizmden elde edilen gelirde üçüncüdür. Yıllık ziyaretçi sayısına en popüler turistik yerler şunlardır: Eyfel Kulesi (6,2 milyon), Château de Versailles (2,8 milyon), Museum national d'Histoire naturelle (2 milyon), Pont du Gard (1,5 milyon), Zafer Takı (1,2 milyon), Saint-Michel Dağı (1 milyon), Sainte-Chapelle (683.000), Château du Haut-Kœnigsbourg (549.000), Puy de Dôme (500.000), Musée Picasso (441.000) ve Carcassonne (362.000).
Fransa özellikle de Paris, 5,7 milyon ziyaretçisiyle dünyanın en çok ziyaret edilen sanat müzesi Louvre, Musée d'Orsay (2,1 milyon), çoğunlukla İzlenimciliğe adanmış Musée de l'Orangerie (1,02 milyon), Claude Monet tarafından yapılmış sekiz büyük Nilüfer duvar resimlerine ve çağdaş sanat'a adanmış Centre Georges Pompidou (1,2 milyon) da dahil olmak üzere dünyanın en büyük ve en ünlü müzelerinden bazılarına sahiptir. Disneyland Paris, 2009'da tatil beldesindeki Disneyland Park ve Walt Disney Studios Park'a 15 milyon toplam ziyaretçi ile Avrupa'nın en popüler tema parkıdır.
Yılda 10 milyondan fazla turistle, Güneydoğu Fransa'daki Fransız Rivierası (Fransızca: Côte d'Azur),
Paris bölgesinden sonra ülkenin ikinci önde gelen turizm merkezidir. Fransız Rivierası, yılda 300 gün güneş ışığıyla, sahil şeridi ve plajları, 18 golf sahası, 14 kayak merkezi ve 3.000 restoranıyla çekici turistik bir bölgedir. Her yıl Côte d'Azur dünyanın süper yat filosunun %50'sini barındırır.
Yılda 6 milyon turistle, Loire Vadisi şatoları ve Loire Vadisi Fransa'nın önde gelen üçüncü turizm merkezidir bu Dünya Mirası Alanı, tarihi kentlerindeki mimari mirasıyla ama özellikle Châteaux d'Amboise, de Chambord, d'Ussé, de Villandry, Chenonceau ve Montsoreau şatolarıyla dikkat çeker. Üçü de Paris yakınlarında bulunan Château de Chantilly, Versailles ve Vaux-le-Vicomte da ziyaretçilerin uğrak yerleridir.
Fransa'da UNESCO'nun Dünya Mirası Listesine kayıtlı 37 sit alanı ve yüksek kültürel önemli şehirleri, plajları ve deniz kenarı tatil köyleri ve kayak merkezlerinin yanı sıra çoğu kişinin güzelliği ve huzuruyla (yeşil turizm) keyif aldığı kırsal bölgeleri vardır. Küçük ve pitoresk Fransız köyleri Les Plus Beaux Villages de France (kelimenin tam anlamıyla "Fransa'nın En Güzel Köyleri") derneği aracılığıyla tanıtılır. "Remarkable Gardens" etiketi, Kültür Bakanlığı tarafından sınıflandırılan 200'den fazla bahçe listesidir. Bu etiket, dikkat çekici bahçeleri ve parkları korumayı ve tanıtmayı amaçlar.
Fransa ayrıca inanç turizmi ile de ön plana çıkar. Aziz James Yolu veya Hautes-Pyrénées'deki Lourdes kasabasını heryıl birkaç milyon hacı ziyaret eder.
Enerji
Fransa, dünyanın en büyük onuncu elektrik üreticisidir. Çoğunluğu Fransız hükûmetine ait olan Électricité de France (EDF), ülkenin ana elektrik üreticisi ve dağıtıcısıdır ve dünyanın en büyük elektrik şirketi şirketlerinden biridir ve dünya çapında gelir bakımından üçüncü sıradadır. 2018'de EDF, Avrupa Birliği'nin elektriğinin yaklaşık beşte birini, esas olarak nükleer enerji'den üretti. 2021 itibarıyla Fransa, çoğunlukla İngiltere ve İtalya'ya olmak üzere Avrupa'nın en büyük enerji ihracatçısıydı ve dünyanın en büyük net elektrik ihracatçısıydı.
Ulaşım
31.840 kilometrelik uzunluğuyla Fransa demiryolu ağı, Batı Avrupa'nın en gelişmişidir. Fransa'da demiryolları Fransa Ulusal Demiryolları Kurumu (Fransızca: Société Nationale des Chemins de fer français, SNCF) tarafından işletilir. Fransız yüksek hızlı trenleri Thalys, Eurostar ve 320 kilometre hıza çıkabilen TGV'dir. Eurotunnel Shuttle ile birlikte Eurostar, Manş Tüneli'nde işleyerek Fransa ile Birleşik Krallık'ı birbirine bağlar. Bunun yanı sıra Fransa, Andorra dışındaki tüm komşularına demiryolu ağıyla bağlıdır. Şehiriçi ve şehirlerarası ulaşımda da yeraltı demiryolu sistemleri ve otobüs hatlarını tamamlayan tramvay hatları oldukça gelişmiştir. Demiryollarının bu denli gelişmiş olmasının başlıca nedeni şehirlerarası yolcu taşımacılığının SNCF'in tekelinde olması, yani özel otobüs firmalarının olmamasıdır.
Fransa'da ayrıca uzunluğu toplamda 893.300 kilometreyi bulan bir karayolu ağı da bulunmaktadır. Başkent Paris ve çevresi en yoğun yol ve otoyol ağıyla örülmüş durumdadır ve ülkenin hemen her köşesiyle doğrudan bağlantısı bulunmaktadır. Fransa'daki yollarda ayrıca komşu ülkeler Belçika, İspanya, Andorra, Monako, İsviçre, Almanya ve İtalya'daki kentlerden gelen yoğun bir de uluslararası trafik vardır. Araçlar için yıllık ruhsat kayıt ücreti ya da yol vergisi alınmamaktadır ancak otoyollara girişlerde gişeler aracılığıyla ücret toplanmaktadır. Yeni araba pazarı büyük ölçüde yerli markaların egemenliğindedir: Renault %23 (Fransa'da 2003 yılında satılan arabalara oranı), Peugeot (%20.1) ve Citroën (%13.5). Fransa dünyanın en uzun köprüsü olan Millau Viyadüğü'ne ev sahipliği yapmaktadır ve ülkede Normandiya Köprüsü gibi pek çok önemli köprü daha bulunur.
Fransa'da yaklaşık olarak 478 adet havaalanı bulunmaktadır. Paris dolaylarındaki Charles de Gaulle Uluslararası Havalimanı ülkedeki en işlek ve en önemli hava ulaşım merkezidir. Bu havalimanı ülkenin emtia ve yolcu ulaşımında en yoğun trafiği üstlenen merkezidir ve Paris'i dünyanın hemen hemen tüm büyük kentlerine bağlar. Air France, ülkenin ulusal ve resmî havayolu kurumu olmasına karşın ülkede pek çok sayıda yerli ve yabancı ulaşım firması da faaliyet gösterir. 10 adet büyük ölçekli limana sahip olan Fransa'nın en büyük limanı Marsilya'da bulunur ve bu liman aynı zamanda Akdeniz'deki en büyük liman olma özelliğini taşır. 14.932 kilometre uzunluğundaki su yolu ağı Fransa'da ulaşımın bir başka türüdür. Midi Kanalı aracılığıyla Akdeniz ve Atlas Okyanusu, Garonne Nehri'nden birbirine bağlanır.
Nüfus yapısı
Tahminî 65.1 milyonluk nüfusuyla Fransa, dünyada en yüksek nüfusa sahip on dokuzuncu ülke ve Avrupa Birliği içinde Almanya'dan sonra ikinci kalabalık ülkedir. Ülkenin en büyük kentleri, Paris, Marsilya, Lyon, Lille, Toulouse, Nice ve Nantes'tır.
2004 yılında Fransa'nın yıllık nüfus artış hızı %0.68 olarak belirlenmiş ve doğum ve kadın başına düşen çocuk sayısı oranları 2005 yılında da artmayı sürdürmüştür. 2006 yılında, toplam ölümlere karşın 300 bin yeni doğum olmuştur. 2002 yılında kadın başına düşen çocuk sayısı 1.88 iken, 2008 yılında bu sayı 2.02'ye yükselmiştir.
2004 yılında, toplamda 140.033 kişi dış ülkelerden Fransa'ya göç etmiştir. Bunlardan 90.250'si Afrika ülkelerinden, 13.710'u ise Avrupa ülkelerinden gelmiştir. Daha sonraki yıl, 2005'te, dışarıdan alınan göç 135.890'a gerileyerek ufak bir azalma göstermiştir.
Fransa'da uzun yıllardan beri tartışılagelen bir konu da ülke içinde kırsal bölgelerden büyük kentlere yönelik göçtür. 1960-1999 yılları arasındaki süreçte kırsal kesim illerinden on beşi nüfus kaybı yaşamıştır. Bunun en çarpıcı örneği nüfusunun %24'ünü iç göçle yitiren Creuse ili olmuştur.
Etnik gruplar
Fransa, etnik açıdan geniş çeşitlilik gösteren bir ülkedir. Ülkede yaklaşık 6 milyon Mağripli ve tahminî 2.5 milyon kadar da siyahî yaşamaktadır. Günümüzde, Fransa nüfusunun yaklaşık olarak %40'ının tarihin çeşitli dönemlerinde yaşanan göç dalgalarıyla ülkeye gelenlerden oluştuğu düşünülmektedir. Fransa Ulusal Ekonomik Çalışmalar ve İstatistik Enstitüsü (kısaca) INSEE'nin yaptığı anketlere göre Fransa'da 4.9 milyon yabancı ülkelerde doğmuş göçmen vardır ve bunların 2 milyonu Fransız vatandaşlığı hakkı almışlardır. Fransa ayrıca Batı Avrupa'da en çok sığınma hakkı veren ülkedir. 2005 yılında Fransa'ya yaklaşık 50 bin sığınma isteminde bulunulmuştur. Fransa'nın üyesi olduğu Avrupa Birliği'nin serbest dolaşım özgürlüğü, diğer üye ülkeler arasında olduğu gibi Fransa'yı da kapsamaktadır ancak Fransa birlik üyesi Doğu Avrupa ülkelerden gelecek göçü frenlemek için bir takım girişimlerde bulunmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Yurtdışı İşçi Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün resmî verilere göre 31 Aralık 2006 tarihi itibarıyla çifte uyruklu vatandaş sayısı dahil olmak üzere 423.471[, Fransa'nın 2006 sayımlarına göre ülkede 400.000 civarında Türk vatandaşı yaşamaktadır.
İnançlar
Fransa, inanç özgürlüğünün anayasal olarak güvence altına alındığı laik bir ülkedir. Ocak 2007'de yürütülen bir anket çalışmasının sonuçlarına göre Fransızların %51'i kendilerini Hristiyanlığın Katolik mezhebi ile ilişkilendirmiş, %31'i Agnostik ya da Ateist olduğunu belirtmiş, %10 başka dinlere inandığını dile getirmiş, %4'ü İslam inancına mensup olduğunu, %3'ü Protestan mezhebinden geldiğini, %1'i Yahudi, %1'i de Budist olduğunu söylemiştir.
Avrupa ülkelerinde istatistiksel araştırmalar Avrobarometre adlı kuruluşun yürüttüğü daha güncel bir çalışmaya göre, Fransız halkının %34'ü bir tanrının varlığına inandığını,%27'si bir tür yaşam gücü ya da kutsal varlığa inandığını, %33'ü ise herhangi bir tanrının varlığına inanmadığını ortaya koymuştur.Fransa'da yaşayan Müslümanların sayısı konusundaki varsayımlar oldukça değişkendir. 1999 yılında yapılan nüfus sayımı verilerine göre Fransa'da yaşayan ve Müslüman olması olası kişilerin sayısı 3.7 milyon olarak hesaplanmıştır. (O dönemki nüfusun %6.3'ü) Ancak 2003 yılında Fransa İçişleri Bakanlığı'nın yayınladığı ülkedeki tahminî Müslüman sayısı 5-6 milyon olarak açıklanmıştır. Müslüman nüfusu çoğunlukla Arap, Magrib, Siyahî kökenliler ve Türkler oluşturmaktadır. (Nüfusun %8 ilâ 10'u) Fransa'da yaşayan Yahudilerin toplam sayısı ise 600 bindir ve Avrupa'daki en büyük Yahudi diasporasıdır.
Fransa'daki laiklik olgusu 1905 yılından bu yana Fransız hükûmetinin herhangi bir dini tanımasına engel olmaktadır. Bunun yerine Fransız hükûmeti yalnızca dinî kurum, dernek ve örgütlenmeleri tanır ve mevcut yasalar uyarınca bu oluşumların politikaya müdahale etmesine engel olur.
Scientology, Tanrı'nın Çocuğu, Moon Tarikatı ve Güneş Tapınağı gibi dinî akımlar Fransa'da tarikat olarak görülür ve diğer dinler ile aynı eşit statüye sahip değillerdir. Tarikatlar ise Fransa'da hoş karşılanmayan oluşumlardır.
Dil
1992 yılında alınan kararla, Fransa Cumhuriyeti anayasasının 2. maddesi uyarınca, Fransızca Fransa'nın tek resmî dilidir. Bu durumda Fransa Batı Avrupa'da yalnızca bir resmî dili olan tek ülkedir (Mikrodevletler hariç). Fransızca Hint-Avrupa dil ailesinin Latin dilleri koluna bağlıdır. Latin harfleriyle yazılır ancak özel işaret almış pek çok ekleme harf barındırır. Zengin bir sözcük dağarcığına sahiptir. Académie française adıyla anılan Fransız Akademisi tarafından düzenlenir. Fransızca Avrupa Birliği'nin, Afrika Birliği'nin ve Birleşmiş Milletler'in de resmî dillerinden biridir.
Toplam sayıları 77'yi bulan pek çok yöresel dil, lehçe ve azınlık dili Kıta Fransası'nda ve denizaşırı illerde konuşulmaktadır. Bu dilleri konuşanlar çoğunlukla Fransızcayı da akıcı biçimde konuşan iki-dilli kimselerdir. Bunlardan pek çoğu Fransızca ile yakın akrabadır. Ancak Baskça ve bazı azınlık dilleri tümüyle Fransızcadan farklı olup geniş ölçüde ülkede konuşulmaktadır Portekizce, İtalyanca, Mağrip Arapçası ve Berber dilleri en çok konuşulan azınlık dillerindendir.
Yakın zamana dek Fransız hükûmeti ve ulusal eğitim sistemi bu dillerin öğrenimine olanak vermemekteydi ancak günümüzde bu diller kimi okullarda çeşitli düzeylerde öğretilmektedir.
Sağlık
Fransa verilen sağlık hizmetleri, 1997 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından birinci sırada gösterilmiştir. Sağlık hizmetleri, AIDS, kanser ve kistik fibrozis gibi kronik hastalıkları olan yurttaşlar için genelde ücretsizdir. Fransa'da ortalama beklenen yaşam süresi 79.73'tür.
2007 yılı itibarıyla Fransa'da yaşayan kişilerin 140 bininde HIV/AİDS virüsü bulunmaktadır. Bu da toplum nüfusun %0.4'üne denk gelmektedir.
Tüm diğer Avrupa Birliği üyesi ülkeler gibi Fransa da Avrupa Birliği'nin çevre konusunda hazırladığı yönergeler uyarınca hassas bölgelere yapılan kanalizasyon salınımı belli bir düzeye kadar azaltmak durumundadır. Ancak 2006 yılında Fransa ulaşması gereken noktanın yalnızca %40'ını gerçekleştirebilmiş ve Avrupa Birliği içinde bu kriterlere en az uyan ülkelerden biri olmuştur.
Fransa'da ötanazi yasaktır, ancak kanser hastası Chantal Sébire'in 21 Mart 2008 tarihinde ölümünün ardından otopsi bulgularındaki kuşkular, ülkede ötanazi tartışmalarını yeniden alevlendirmiştir.
Kültür
Fransa kültürü, ülkenin bulunduğu coğrafi konum, komşu uluslarla geliştirilen yoğun ilişkiler ve tarihin çeşitli dönemlerinde yaşanan göç dalgalarıyla şekillenmiştir. Özellikle başkent Paris, ülkenin kültür ve sanat merkezi olma görevini üstlenmiş ve gerek Avrupa'nın gerekse dünyanın en önde gelen kültür merkezlerinden biri olmuştur. Fransız sanatçılar, edebiyatçılar, modacılar günümüzde pek çok alanda önemli yapıtlar vermektedirler. Fransa'nın dışarıdan aldığı yoğun göç ve göçmenlerin ülkelerinden taşıdığı kültür ile Fransa'da günlük yaşamda önemli değişiklikler göze çarpmaktadır. Mutfak ve edebiyat alanlarında öne çıkan bu değişikliklerle Fransa her geçen gün daha çeşitli gelenekler doğmaktadır.
Sanat
Fransız sanatının kökenleri, Rönesans döneminde Flaman sanatı ve İtalyan sanatı tarafından çok etkilenmiştir. Orta Çağ'ın en ünlü Fransız ressamı Jean Fouquet, İtalya'ya ilk seyahat eden ve Erken Rönesans'ı ilk elden deneyimleyen kişi olduğu söylenir. Rönesans resim sanatı Fontainebleau Okulu, her ikisi de Fransa'da çalışan Primaticcio ve Rosso Fiorentino gibi İtalyan ressamlardan doğrudan esinlenmiştir. Barok dönem zamanının en ünlü Fransız sanatçılarından ikisi Nicolas Poussin ve Claude Lorrain İtalya'da yaşıyordu.
17. yüzyıl, Fransız resminin klasisizm yoluyla öne çıktığı ve kendini bireyselleştirdiği dönemdi. Başbakan Jean-Baptiste Colbert, bu sanatçıları korumak için 1648'de Louis XIV himayeleriyle Kraliyet Resim ve Heykel Akademisi’ni kurdu; 1666'da İtalyan sanatçılarla doğrudan ilişki kurabilmek için hala aktif olan Roma'daki Fransız Akademisi‘ni de oluşturdu.
Fransız sanatçılar 18. yüzyılda rococo stilini eski barok tarzın daha samimi bir taklidi olarak geliştirdiler, saray onaylı sanatçılar Antoine Watteau, François Boucher ve Jean -Honoré Fragonard ülkenin en tanınmış temsilcileridir. Fransız Devrimi büyük değişiklikler getirdi çünkü Napolyon Jacques-Louis David gibi neoklasik tarz sanatçıları tercih etti ve son derece etkili Académie des Beaux-Arts Akademizm olarak bilinen tarzı tanımladı. Bu dönemde Fransa bir sanatsal yaratım merkezi haline gelmişti ve 19. yüzyılın ilk yarısında birbirini izleyen iki hareketin egemenliği altındaydı; ilk başta Théodore Géricault ve Eugène Delacroix ile Romantizm ve ardından Camille Corot, Gustave Courbet ve Jean-François Millet ile Realizm ve sonunda Naturalizm haline gelen bir stil.
19. yüzyılın ikinci yarısında, Empresyonizm ve Sembolizm gibi yeni resim stillerinin gelişmesiyle Fransa'nın resim üzerindeki etkisi daha da önemli hale geldi. Dönemin en ünlü empresyonist ressamları Camille Pissarro, Édouard Manet, Edgar Degas, Claude Monet ve Auguste Renoir idi.
İkinci nesil izlenimci tarzda ressamlar Paul Cézanne, Paul Gauguin, Toulouse-Lautrec ve Georges Seurat ‘ın yanı sıra fauvist sanatçılar Henri Matisse, André Derain ve Maurice de Vlaminck ‘da sanatsal evrimlerin avangardındaydı.
20. yüzyılın başında Kübizm, Paris'te yaşayan Georges Braque ve İspanyol ressam Pablo Picasso tarafından geliştirildi. Vincent van Gogh, Marc Chagall, Amedeo Modigliani ve Wassily Kandinsky gibi diğer yabancı sanatçılar da Paris'e yerleşti ve çalıştı.
Fransa'daki birçok müze tamamen veya kısmen heykellere ve resim çalışmalarına ayrılmıştır. 18. yüzyıldan önce veya 18. yüzyıl boyunca yaratılan büyük bir eski başyapıt koleksiyonu, "La Joconde" olarak da bilinen "Mona Lisa" gibi devlete ait Louvre müzesi ‘nde sergilenir.
Louvre Sarayı uzun süredir müze iken, d'Orsay müzesi 1986 yılında, 19. yüzyılın ikinci yarısından Fransız resimlerini bir araya getirmek için (özellikle Empresyonizm ve Fovizm hareketleri) eski tren istasyonunda d'Orsay Garı ‘nda ulusal sanat koleksiyonlarının büyük bir yeniden düzenlenmesiyle açıldı. D’Orsay müzesi, 2018'de dünyanın en iyi müzesi seçildi.
Modern eserler, 1976'da Centre Georges Pompidou 'ya taşınan Musée National d'Art Moderne' de sunulmaktadır. Devlete ait bu üç müze, yılda yaklaşık 17 milyon insanı ağırlar. Resimlere ev sahipliği yapan diğer ulusal müzeler arasında Grand Palais (2008'de 1.3 milyon ziyaretçisi oldu ancak aynı zamanda şehirlerin sahip olduğu birçok müze de vardır ve en çok ziyaret edilenler Musée d'Art Moderne de la Ville de Paris (2008'de 0.8 milyon giriş), çağdaş eserlere ev sahipliği yapar. Paris'in dışında, tüm büyük şehirlerde Avrupa ve Fransız resmine ayrılmış bir bölümü olan bir Güzel Sanatlar Müzesi vardır. En iyi koleksiyonlardan bazıları Liyon Güzel Sanatlar Müzesi, Lille Güzel Sanatlar Sarayı, Rouen Güzel Sanatlar Müzesi, Diyon Güzel Sanatlar Müzesi, Rennes Güzel Sanatlar Müzesi ve Grenoble Müzesi ‘dir.
Mimari
Teknik olarak Fransız mimarisi olarak adlandırılabilecek özgün bir mimari türü bulunmasa da tam olarak doğru değildir. Gotik mimari ilk ortaya çıktığında bu şekilde adlandırılmış ancak Gotik teriminin ortaya atılmasıyla bu kullanım daha yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Genel olarak Fransa'da mimari eserler Roma döneminden başlar ve Romanesk (10. yüzyıl), Gotik (Orta Çağ), Barok (18. yüzyıl), Neoklasik (19. yüzyıl) ve çağdaş mimari olarak farklı kategorilerde incelenir.
Eyfel Kulesi, Louvre Müzesi, Notre Dame Katedrali, Chartres Katedrali, Sacré-Cœur Bazilikası, Zafer Takı, Panthéon gibi binalar Fransa'nın en tanınmış mimari yapıtlarıdır.
Edebiyat
Fransız edebiyatı, dünyanın en zengin ve en etkileyici edebiyatlarından biridir. Fransız yazarlar başta epik şiir, lirik şiir, drama ve kurgu olmak üzere yazın türlerinin tümüne katkıda bulunmuşlardır.
Fransız edebiyatı birçok ülkedeki yazarların çalışmalarını derinden etkilemiştir. 1600´larda, Klasisizm denilen Fransız kültürel hareketi tüm Avrupa edebiyatından önemli etki bırakmıştır. 1700´lerin Fransız yazarları Avrupa edebiyatını kontrol altına almışlardı. 1800´ler boyunca, Gerçekçilik (Realizm) ve Sembolizm, birçok dilde yazan yazarların çalışmalarını şekillendirmesine yardımcı olmuştur. 1900´lerde ise, Gerçeküstücülük (Sürrealizm) ve Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) Fransa sınırlarının dışına çıkarak diğer yazarlar, sanatçılar ve düşünürlerin çalışmalarını geniş ölçüde etkilemiştir.
Fransız yazarların birçoğu, biçim, dil, tarz ve geleneğe önem vermiştir ve diğer dillerin yazarlarından daha fazla kurallar ve modellere bağlı kalmıştır. Genelde, Akılcılık (rasyonalizm) Fransız yazınını elinde tutmuştur. Akılcılık, insan eylemlerinde nedenselliği temel alır. Akılcılık; temiz, kendi kendini kontrol edebilen ve sanatsal ustalığa ulaşmış bir yazın yaratmıştır.
Her ne kadar akılcılık Fransız edebiyatında hayatî bir rol oynadıysa da güçlü bir deneysel nitelik zamanla Fransız yazınında öne çıkmıştır. Örneğin 1800´lerin başındaki Romantizm hareketi gibi dönemlerde, bu deneysellik duygu dolu ve bazen de tutkulu bir sanat yaratabilmiştir.
Felsefe
Orta Çağ felsefesi, Rönesans'ta Hümanizm ortaya çıkana kadar Skolastisizm tarafından yönetildi. Modern felsefe 17. yüzyılda Fransa'da René Descartes, Blaise Pascal ve Nicolas Malebranche felsefesiyle başladı. Descartes, antik çağlardan beri seleflerinin çalışmalarını temel almak yerine sıfırdan bir felsefi sistem kurmaya çalışan ilk Batı filozofu idi. Onun "İlk Felsefe Üzerine Meditasyonlar" 'ı felsefi düşüncenin birincil nesnesini değiştirdi ve Spinoza, Leibniz, Hume, Berkeley ve Kant gibi yabancılar için en temel sorunlardan bazılarını gündeme getirdi.
Fransız filozoflar Aydınlanma Çağı'nın en önemli siyasi eserlerinden bazılarını ürettiler."Yasaların Ruhunda" Baron de Montesquieu, ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri'nde uygulandığından beri tüm liberal demokrasilerde uygulanan kuvvetler ayrılığı ilkesini teorize etti. Voltaire, özgür yargılanma hakkı ve din özgürlüğü gibi sivil özgürlükleri savunarak Aydınlanma'yı somutlaştırmaya başladı.
19. yüzyıl Fransız düşüncesi, Fransız Devrimi'ni izleyen toplumsal rahatsızlığa yanıt vermeyi hedef alındı. Yeni bir sosyal doktrin çağrısı yapan Victor Cousin ve Auguste Comte gibi rasyonalist filozoflara, geleneksel düzenin rasyonalist reddini suçlayan Joseph de Maistre, Louis de Bonald ve Félicité Robert de Lamennais gibi gerici düşünürler karşı çıktı. De Maistre, İngiliz Edmund Burke ile birlikte Avrupa muhafazakarlığının kurucularından biriydi. Comte, Émile Durkheim'ın sosyal araştırmanın temeli olarak yeniden formüle ettiği pozitivizm'in kurucusuydu.
20. yüzyılda, kısmen pozitivizmin algılanan aşırılıklarına tepki olarak Fransız ruhçuluğu Henri Bergson gibi düşünürlerle gelişti ve Amerikan pragmatizmi ve Whitehead'in proses felsefesi versiyonunu etkiledi.
Bu arada Jules Henri Poincaré, Gaston Bachelard, Jean Cavaillès ve Jules Vuillemin ile Fransız epistemolojisi önde gelen düşünce okulu haline geldi. Alman fenomenoloji ve varoluşçuluk'tan etkilenen Jean-Paul Sartre felsefesi, II. Dünya Savaşı'ndan sonra güçlü etki kazandı ve 20. yüzyılın sonlarında Fransa, Jean-François Lyotard, Jean Baudrillard, Jacques Derrida ve Michel Foucault ile postmodern felsefe'nin beşiği oldu.
Eğitim
Fransız eğitim sistemi üç ana okul çağına ayrılmıştır: ilköğretim (enseignement primaire), ortaöğretim (enseignement secondaire) ve yükseköğrenim (enseignement supérieur). İlk ve orta derecede öğrenim büyük ölçüde parasızdır ancak ülkede özel okullar da bulunmaktadır. Özellikle ülkenin dört bir yanına yayılmış durumda olan Katolik okulları bu özel okulların başını çekmektedir.
Cumhuriyetçi geleneğin etkisi sonucu eğitim sistemi Fransız Devrimi ile ilan edilen dört temel ilke üzerine kuruludur:
Özgürlük, bazı koşullarda (sözleşmeler) özel kuruluşlara faaliyet olanağı tanır.
Kamu kuruluşlarında eğitim ücretsizdir.
Laik eğitim sistemi kamu eğitiminin yansızlığını güvence altına alır.
6-18 yaş arası kız ve erkek çocuklarının eğitimi zorunludur.
Eğitim örgütü, hiyerarşik ve merkezi bir yapıdadır. Eğitim kurumlarının örgütlenişi, ders saatleri, sistem ve programları Fransa Millî Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenir. Fransa'da okuryazarlık oranı %99'dur. Kıta Fransası'nda bu oran %100'e yakın seyretmektedir. 6.7 milyonu ilköğretimde ve 4.8 milyonu ortaöğretimde olmak üzere Fransa'da toplam 15 milyon öğrenci bulunmaktadır. Fransa'da her yıl eğitime genel bütçeden 64.6 milyon avro ayrılmaktadır.
Spor
Fransa'da spor ilgi odağındadır. Özellikle futbol, ülkede en çok tercih edilen spor dalıdır. FIFA yüzyılın oyuncuları listesinde, Fransa, ülke olarak Brezilya'nın hemen ardında, ikinci sırada yer almaktadır.
Ülke bu sporun dışında hemen hemen her türlü sporda gelişmiştir. Örneğin ragbi, özellikle Paris ve Fransa'nın güneyinde futbolunkine yakın bir popülerliğe sahiptir. Millî ragbi takımı her Ragbi Dünya Kupası'na katılmış ve Altı Ulus Şampiyonası'na katılmaktadır. Fransa millî takımı on altı kez Altı Ulus Şampiyonası'nı kazanmış ve Ragbi Dünya Kupası'nda bir kez finale ulaşmıştır. Ekim 2007'de Ragbi Dünya Kupası]] Paris'te sunulmuştur.
Fransa'da düzenlenen ve dünyanın en önemli bisiklet yarışlarından biri olan Tour de France (Fransa Bisiklet Turu) da ülkenin en çok izlenen spor olaylarından biridir.
Mutfak
Fransız mutfağının kökeni Orta Çağlara uzanır. Fransa mutfağı Fransız Devrimi sonrasında Kolonileşme döneminde dünya sahnesindeki kazandığı gücüyle orantılı olarak gelişmiştir. Napolyon Bonapart döneminde ün kazanmış Marie-Antoine Carême (1784-1833) gibi aşçılar haute cuisine (yüksek aşçılık sanatı) denilen özenli bir yemek tarzını geliştirerek Fransız mutfağına büyük katkılarda bulunmuşlardır. Fransız mutfağı Fransa'nın bölgelerine göre büyük farklılıklar gösterir. Kırmızı etten, deniz ürünlerine ve süt ürünlerine kadar çok değişik türlerde besin Fransız mutfağını biçimlendirir. Fransız mutfağının öne çıkan ögeleri şarap ve peynirdir. Fransa her yıl dünyaca ünlü şaraplarını ihraç ederek ekonomisine katkıda bulunduğu gibi tescillenmiş 1000'i aşkın peynir türüyle de dünyanın en önde gelen peynir üreticilerindendir. Fransa'da bağcılık ve şaraplarıyla ön plana çıkan bölgeler Alsace, Bordeaux, Burgonya, Champagne, Korsika, Jura, Languedoc-Roussillon, Loire, Provence, Rhône ve Savoy'dur. Fransa'nın en ünlü peynirleriyse Brie, Camembert ve Rokfor'dur. Fransız mutfağının dünyaya mâl olmuş ya da dünyaca tanınan diğer yemekleri arasında kruvasan, salyangoz yemeği, baget ekmeği, kaz ciğeri ve crème brûlée (krem brule) sayılabilir.
Ayrıca bakınız
Fransız milliyetçiliği
Fransa'daki şehirler listesi
Fransa'da COVID-19 pandemisi
Kaynakça
Dış bağlantılar
Fransa haritası
Fransa Ülke Profili DTM Dış Ticaret ve Ekonomisi
Hava tahmini
Batı Avrupa
Avrupa ülkeleri
Avrupa Birliği ülkeleri
Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler
Cumhuriyetler
NATO ülkeleri
Fransızca konuşan ülkeler
G8 ülkeleri
G7 ülkeleri
G20 ülkeleri
Liberal demokrasiler
Avrupa Konseyi ülkeleri
Akdeniz İçin Birlik ülkeleri
Uluslararası Frankofoni Örgütü üyesi ülkeler |
1860 | https://tr.wikipedia.org/wiki/John%20Maynard%20Keynes | John Maynard Keynes | John Maynard Keynes (5 Haziran 1883, Cambridge - 21 Nisan 1946, Sussex, İngiltere), radikal düşünceleriyle ekonomide yeni bir akım başlatan Britanyalı iktisatçı.
Ekonomik durgunlukla mücadelede müdahaleci para ve maliye politikalarını savunmasıyla tanınır. Bu düşünceleri daha sonra Keynesci ekonomi akımı içinde biçimlenmiştir. Temel politika önermesi talep yönlü makroekonomik politikalardır. Yatırımları faiz ve sermayenin marjinal etkinliği yardımıyla açıklamaktadır. Ekonomi daima tam istihdam denge düzeyinde bulunmamaktadır. Ekonomide eksik istihdam ve atıl kapasite vardır. Ekonomideki işsizlik gayri iradi işsizlik olarak adlandırılmaktadır.
Keynes'in en ünlü eseri 1936 yılında yayınlanmış olduğu, İstihdamın, Paranın ve Faizin Genel Teorisi (The General Theory of Employment, Interest and Money) ya da kısa adıyla Genel Teori diye bilinen kitaptır. Bu kitabıyla C.H. Douglas, Karl Marx ve Silvio Gesell'in teorilerini derlemiş, klasik İktisatçıların öne sürdüğü teorileri kabul etmekle beraber, Klasik istihdam teorisine karşı çıkmıştır. Klasikçilerin öne sürdüğü ekonominin kendiliğinden eski haline gelme görüşünü imkânsız bulmaktadır I. Dünya Savaşı sonunda toplanan Paris Barış Konferansı'na İngiltere Hazinesi'ni temsilen katılmıştır.
Savaş sonrasında danışmanlık ve gazetecilik yapan Keynes, II. Dünya Savaşı'nın bitmesine az kala,1944 yılında toplanan Bretton Woods Konferansı'nda Britanya Heyeti'ne başkanlık yapmıştır. Keynes, Amerika Birleşik Devletleri tezlerine karşı Britan tezlerinin savunucusu olmuş ve konferansta kendi adı ile anılan, Keynes Planını sunmuştur.
Keynes, piyasa kurumunun üretim faktörlerinin sektörler arasında dağılımını yönlendirmeye, yani üretim bileşimini toplumun tercihlerine göre değiştirmeyi başardığını kabul etmektedir. Buna karşılık piyasa ekonomisinde işgücünün tam istihdamını ve üretim kapasitesinin tam kullanımını sağlayacak bir mekanizma olmadığını öne sürmüştür. Ekonomide üretilen tüketim ve yatırım mallarını massedecek tüketim ve yatırım harcaması yapılmadığında firmaların üretimi kısacağını, bunun da iktisadî daralmaya ("resesyona") yol açacağını izah etmiştir. Keynes, bir daralma baş gösterdiğinde firma yöneticilerinin kötümserleşip yatırım yapmaktan çekinmeleri hâlinde (19. yüzyıl sonlarında ve 1930'lu yıllardaki gibi) ortaya çıkan düşük millî gelir - düşük istihdam dengesinin uzun sürebileceğini belirtmiştir. Keynes'e göre böyle bir durgun ekonomide devlet para arzını artırarak faiz haddini düşürmek suretiyle yatırım harcamalarını teşvik edebilir. Bu politika yatırımları artırmakta etkili olmazsa, devlet kendi harcamaları ile (cari harcamaları ve yatırım harcamaları ile) millî geliri artırabilir. Özetle, devlet para politikası ile veya maliye politikası ile harcamaları artırarak millî geliri artırmayı ve yüksek işsizlik oranını azaltmayı başarabilir.
1970'lerde stagflasyon (durgunluk içinde görülen enflasyon) tecrübesi, Keynes'in gözlemediği bir makroiktisadî olay olduğundan, Keynes'in kuramında buna bir açıklama yoktu. 1970'li yıllardan itibaren gelişmiş kapitalist ülkelerde ortaya çıkan yeni görüşler işsizliği toplam harcamalardaki yetmezlikten değil, refah devletinde işçilerin iş disiplinini yitirmesinden kaynaklandığını öne sürünce Keynes'in telkin ettiği tam istihdamı hedefleyen makroiktisat politikalarından vazgeçildi. Ancak Keynes'in millî geliri toplam harcamaların belirlediğine ilişkin teorisi hâlen genel kabul gören bir kuram olarak kalmıştır.
İlk yılları ve eğitimi
John Maynard Keynes Cambridge, Cambridgeshire, İngiltere'de üst orta sınıf bir ailede dünyaya gelmiştir. Babası John Neville Keynes, bir ekonomist ve Cambridge Üniversitesi'nde bir tinsel bilimler öğretim üyesi; annesi Florence Ada Keynes ise bir yerel sosyal reformcuydu. Keynes üç çocuğun ilkidir, kardeşi Margaret Neville Keynes 1885'te, Geoffrey Keynes ise 1887'de doğmuştur. Geoffrey bir cerrah olmuş ve Margaret da, Eglantyne Jebb başta olmak üzere birçok kadınla ilişkisi olmasına rağmen, Nobel ödüllü fizyolog Archibald Hill ile evlenmiştir.
Ekonomi tarihçisi ve biyografi yazarı Robert Skidelski'ye göre Keynes'in ebeveynleri müşfik ve özenliydiler. Cemaat kilisesine katılmış ve çocuklarının döndüklerinde daima içtenlikle ağırlandıkları evde ömürleri boyunca yaşamışlardı. Keynes, burs sınavlarını geçmesi için profesyonel mentörlük ve gençliği ile Büyük Buhran'ın başlangıcında malvarlığının neredeyse tamamının tükendiği dönemde finansal destek de dahil olmak üzere babasından hatrı görülür ölçüde destek aldı. Keynes'in annesi çocuklarının çıkarlarını kendine mal etti ve Skidelski'ye göre "çocuklarıyla birlikte büyüyebildiğinden çocukları hiçbir zaman evlerini bırakmadı."
Ocak 1889'da beş buçuk yaşındayken haftada beş günlüğüne Perse Kız Okulunda anaokuluna başladı. Kısa sürede aritmetikteki kabiliyeti ortaya çıktı fakat sağlığı uzun süreli devamsızlıklara sebep oluyordu. Evde bir mürebbiye, Beatrice Mackintosh, ve annesinden ders aldı. Ocak 1892'de sekiz buçuk yaşındayken St. Faith's hazırlık okulunda tam gün eğitime başladı. 1894'te Keynes sınıf birincisiydi ve matematikte sivrilmişti. 1896'da St. Faith's'in müdürü, Ralph Goodchild, Keynes'in "okuldaki tüm çocuklardan fersah fersah ileride" olduğunu yazmıştı ve Keynes'in Eton'dan burs kazanabileceğine emindi.
1897'de Keynes başta matematik, klasik çalışmalar ve tarih olmak üzere pek çok derste başarı gösterdiği Eton Koleji'nden Kral Bursu kazandı. 1901'de matematik için Tomline Ödülü'ne layık görüldü. Eton'da Keynes "hayatının ilk aşkını" Dan Macmillan'da, gelecekteki İngiliz başbakanı Harold Macmillan'ın ağabeyi, yaşadı. Orta sınıf geçmişine rağmen üst sınıf öğrencilere karışmakta zorluk çekmedi.
1902'de Keynes matematik okuması için aldığı bir burs ile birlikte King's College, Cambridge'e girmek için Eton'dan ayrıldı. Alfred Marshall, Keynes'in eğilimlerinin onu felsefeye, özellikle de G.E. Moore'un ahlak sistemine, yöneltmesine rağmen Keynes'e ekonomist olması için yalvardı. Keynes Üniversite Pitt Kulübü'ne seçilmişti ve çoğunlukla parlak öğrencilerden oluşan yarı gizli Cambridge Apostles cemiyetinin etkin bir üyesiydi. Birçok öğrenci gibi Keynes de mezun olduktan sonra kulüple bağlarını korudu ve hayatı boyunca ara sıra çeşitli tartışmalara katıldı. Cambridge'ten ayrılmadan önce Cambridge Union Society ve Cambridge University Liberal Club'ın başkanı oldu. Ateist olduğu söylenirdi.
Mayıs 1904'te matematikten birinci sınıf lisans derecesi aldı. Tatillerde aile ve arkadaşlarıyla geçen birkaç ayın yanı sıra sonraki iki yılında üniversiteyle meşgul oldu. Tartışmalarda yer aldı, felsefe tahsili gördü ve lisansüstü öğrencisi olarak bir dönem boyunca ekonomi derslerine girdi -bu ekonomi alanında aldığı tek resmi eğitimdi. 1906 yılında memuriyet sınavlarına girdi.
Eserleri
1913 Indian Currency and Finance
1914 Ludwig von Mises' Theorie des Geldes (EJ)
1915 The Economics of War in Germany (EJ)
1919 The Economic Consequences of the Peace
1921 A Treatise on Probability
1922 The Inflation of Currency as a Method of Taxation (MGCRE)
1922 Revision of the Treaty
1923 A Tract on Monetary Reform
1925 Am I a Liberal? (N&A)
1926 The End of Laissez-Faire
1926 Laissez-Faire and Communism
1930 Treatise on Money
1930 Economic Possibilities for our Grandchildren
1931 The End of the Gold Standard (Sunday Express)
1931 Essays in Persuasion
1933 An Open Letter to President Roosevelt (New York Times)
1936 İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi
1940 How to Pay for the War: A radical plan for the Chancellor of the Exchequer
Ayrıca bakınız
Keynesci ekonomi
Kaynakça
Dış bağlantılar
John Maynard Keynes
1883 doğumlular
1946 yılında ölenler
John Maynard
19. yüzyılda İngilizler
20. yüzyılda İngilizler
İngiliz agnostikler
Britanyalı ekonomistler
Birleşik Krallık'ta LGBT kişiler
Biseksüel erkekler
LGBT ekonomistler
Ekonomi tarihi
Cenazesi yakılarak icra olunan kişiler
Liberal Parti (Birleşik Krallık) mensubu siyasetçiler |
1871 | https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0talya | İtalya | İtalya () ya da resmî olarak İtalyan Cumhuriyeti () ya da bazen İtalya Cumhuriyeti, Güney Avrupa'da, büyük ölçüde İtalya Yarımadası üzerinde yer alan bir ülke. Akdeniz'in en büyük iki adası Sicilya ve Sardinya da İtalyan topraklarıdır. Yüzölçümü 301.340 km2 olan ülkenin kuzeyde Alpler bölgesinde Fransa, İsviçre, Avusturya ve Slovenya'yla kara sınırı vardır. Bağımsız iki Avrupa ülkesi olan Vatikan ve San Marino da İtalya'nın yarımadadaki toprakları içine sıkışmış anklav (bir başka ülkeyle tümüyle kuşatılmış) ülkelerdir. İtalya'nın ayrıca biri İsviçre (Campione), diğeriyse Tunus (Lampedusa) tarafından kara ve deniz sınırlarıyla kuşatılmış iki eksklavı bulunur. Nüfusu yaklaşık 60 milyon olan İtalya, Avrupa Birliği'nin en kalabalık üçüncü ülkesidir. Başkenti ve en büyük şehri Roma, yüzyıllar boyunca Batı uygarlığının merkezi olmuş, mimaride barok üslûbunun doğuşuna tanıklık etmiş ve eskiden beri Katolik Kilisesi'nin merkezi olmuştur.
Güney Avrupa ve Akdeniz'deki merkezi konumu nedeniyle İtalya yüzyıllar boyunca çeşitli Avrupa uygarlıklarına ev sahipliği yapmıştır. Günümüz İtalya topraklarına yayılmış en önemlileri Hint-Avrupa kökenli ve ülkeye de ismini vermiş olan İtalikler olan antik toplulukların ardından, Klasik Antik Çağ'dan başlayarak Fenikeliler ve Kartacalılar, Sicilya ve Sardinya'da koloniler kurdular; Yunanlar ise Güney İtalya'da Magna Graecia adını verdikleri bölgede yerleşimler oluşturdular. Etrüskler ve Keltler de Orta ve Kuzey İtalya'yı yurt edindiler. İtalik bir kavim olan Latinler, MÖ 8. yüzyılda ileride Roma Senatosu ve Halkı tarafından yönetilecek bir cumhuriyete dönüşecek Roma Krallığı'nı kurdular. Roma Cumhuriyeti kısa sürede İtalya Yarımadası'ndaki komşularını ele geçirdi, bunu Avrupa, Kuzey Afrika ve Asya'daki fetihler izledi. MÖ 1. yüzyıla gelindiğinde Roma İmparatorluğu, Akdeniz Havzası'nın hakim gücü haline geldi ve bölgenin önde gelen kültürel, siyasi ve dini merkezi oldu. Böylece 200 yıldan uzun süre İtalya'da hukuk, teknoloji, ekonomi, sanat ve edebiyatın atılım gösterdiği Pax Romana dönemi başladı. İtalya Romalıların anavatanı olmaya devam etse de imparatorluğun kültür, yönetim, yazı ve Hristiyanlık dini üzerindeki etkisi tüm dünyaya ulaşmıştır.
Erken Orta Çağ'da İtalya Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü ve Kavimler Göçü'ne şahitlik etti. 11. yüzyılda çoğunlukla Kuzey ve Orta İtalya'da olmak üzere birçok şehir devleti ve denizci cumhuriyet kuruldu. Ticaret ve bankacılık ile zenginlik kazanan bu devletler modern kapitalizmin erken örneklerini oluşturdular ve Avrupa-Asya ticaret merkezleri olarak işlev gördüler, ayrıca merkezi bir yönetime bağlı olmamaları sebebiyle Avrupa'daki büyük feodal monarşilerden çok daha demokratik yönetimlere sahiplerdi. Bu dönemde Orta İtalya'nın bir bölümü teokratik Papalık Devleti'nin kontrolündeydi, Güney İtalya ise Bizans, Arap, Norman, Anjou ve Aragonlu fetihleri sebebiyle 19. yüzyıla dek feodal kalmaya devam etti. Rönesans hareketi İtalya'nın Toskana bölgesinde doğdu ve tüm Avrupa'ya yayıldı, bu dönemde hümanizm, bilim, keşif ve sanat alanında yeni bir ilgi ortaya çıktı. İtalyan kültürü canlandı, ünlü bilim insanları, sanatçılar ve hezârfenler yetişti. Orta Çağ'da İtalyan kaşifler Uzak Doğu ve Yeni Dünya'ya rotalar keşfettiler, bu keşifler Avrupa'da Coğrafi Keşifler'in başlamasına önayak oldu. Tüm bunlara karşın İtalya'nın ticari ve siyasi gücü Akdeniz'i pas geçen ticaret yollarının açılmasıyla önemli ölçüde sönümlendi. Yüzyıllar süren yabancı ülke müdahale ve fetihleri ile şehir devletlerinin kendi aralarında süregelen rekabet ve savaşlar (örneğin 15 ve 16. yüzyıllardaki İtalya Savaşları) ülkenin siyaseten parçalanmış yapısının devam etmesine yol açtı.
19. yüzyıl ortalarında yükselen İtalyan milliyetçiliği ve bağımsızlık çağrıları bir devrim dönemi başlattı. Yüzyıllar süren yabancı hakimiyeti ve bölünmüşlüğün ardından İtalyan devletleri 1861'de birleşti ve İtalya Krallığı kuruldu. 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl başlarına dek İtalya'nın özellikle kuzeyi hızlı bir şekilde sanayileşti ve dünya çapında sömürgeler elde etti, ancak güney bu sanayileşmenin dışında bırakıldı ve yoksul kalmaya devam etti. Bu durum dünya çapındaki İtalyan diasporasının oluşmasına zemin hazırladı. I. Dünya Savaşı'nın sonunda dört ana İtilaf devletinden biri olmasına rağmen, İtalya bir ekonomik kriz ve çalkantı dönemi yaşadı. 1922'de ülke faşist diktatörlük yönetimi altına girdi. II. Dünya Savaşı'na Mihver Devletleri safında katılan İtalya; mağlubiyet, ekonomik yıkım ve İtalyan İç Savaşı'yla yüzleşti. Ülkenin Alman işgalinden kurtarılması ve İtalyan direniş hareketinin güçlenmesini takiben monarşi lağvedildi, demokratik bir cumhuriyet kuruldu ve uzun süreli bir ekonomik büyüme dönemi yaşandı. Böylece İtalya yüksek gelişmişlik seviyesine ulaştı.
Günümüzde İtalya, parlamenter demokrasi ile yönetilmekte olan üniter bir cumhuriyettir ve ülkelerin kişi başına nominal gayrisafi yurt içi hasıla sıralamasında yirminci, insanî gelişme endeksi sıralamasında yirminci, yaşam kalitesi endeksinde sekizinci sırada yer alan gelişmiş bir ülkedir. Beklenen yaşam süresi, yaşam kalitesi, sağlık hizmetleri ve eğitimde ön sıralardadır. Uluslararası ilişkilerde hem bölgesel, hem de büyük güç kabul edilen İtalya, bölgesel ve küresel ekonomik, askerî, kültürel ve diplomatik ilişkilerde önemli bir role sahiptir.
İtalya, 1957 yılında başkent Roma'da imzalanan Roma Antlaşması'yla kurulan ve daha sonra Avrupa Birliği ismini alacak olan Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun kurucu ve lider üyelerindendir. G8, NATO, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü, Avrupa Konseyi ve Schengen Antlaşması'nın da katılımcılarındandır. İtalya tarih boyunca birçok icat ve keşfe kaynaklık etmiş; küresel bir sanat, müzik, edebiyat, felsefe, bilim, teknoloji ve moda merkezi olmuştur. Sinema, mutfak, spor, hukuk, bankacılık ve ticaret alanlarını derinden etkilemiştir. Kültürel zenginliğinin bir yansıması olarak 55 adet ile en çok Dünya Mirası'na sahip olan ülkedir. Ayrıca en çok ziyaret edilen ülkeler sıralamasında beşinci sıradadır.
Etimoloji
İtalya sözcüğünün kökeni (İtalyanca: Italia) Latince Italia sözcüğüne dayanmaktadır. Ancak başlı başına bu sözcüğün ne anlama geldiği belirsizdir. Yaygın biçimde inanılan savlardan biri, İtalya sözcüğünün antik dönemlerde Campania bölgesinin kuzeyinde yaşayan toplumların dili aracılığıyla Antik Yunancadaki Víteliú (anlam olarak genç sığır, Latince: Vitulus - buzağı) sözcüğünden geldiğini öne sürmektedir. Víteliú sözcüğü ise hayvanlar tanrısı Mars adına verilmiştir. Büyük olasılıkla bununla ilgili olarak boğa figürü uzun yıllar güneydeki İtalyan boylarının simgesi olmuş ve çoğunlukla Roma'nın kurt figürünü boynuzlarken betimlenmiştir. Bu betimlemeler bağımsız İtalya'nın simgesi olarak Samnit Savaşları'nda sık sık kullanılmıştır.
İtalya adı önceleri yalnızca, bugünkü İtalya'nın güneyindeki bir bölgeyi anlatmak için kullanılıyordu. Sirakuzalı Antiochus'a göre bu ad Calabria yarımadasının (o dönemki adıyla Bruttium) güney kesimleri için kullanılıyordu. Zamanla İtalya adı çevre bölgeleri de kapsayacak biçimde geniş bir kullanım alanı edindi. Antik Yunanistanlılar da bu adı daha geniş bir bölge için kullandılarsa da bu adın tüm yarımadayı anlatacak biçimde kullanılması ancak Romalıların bölgeyi ele geçirmesiyle oldu.
Tarihçe
Tarih Öncesi ve Antik çağ
Monte Poggiolo'dan 850,000 yıl öncesine dayanan binlerce Alt Paleolitik eser ele geçirildi.
İtalya Yarımadasındaki Neanderthal insan varlığının izleri bu İtalik kavimlerin yarımadaya ulaşmalarından önce, 200,000 yıl öncesi Yeni Taş Çağı'na (Orta Palaeolitik dönem) kadar dayanır.
Modern insanlar ise yaklaşık 40,000 yıl önce Riparo Mochi'de ortaya çıktı. Bu döneme ait arkeolojik sit alanları arasında Addaura mağarası, Altamura, Ceprano ve Gravina in Puglia yer alır.
Lombardiya'daki Val Camonica vadisinde MÖ 8,000 yılında kayalara oyulmuş resimler bulunmuştur. MÖ 1,500-1,100 yılları civarında kuzey İtalya'da izlerine rastlanan Terramare kültürü ise Tunç Çağına ait balta, kılıç ve hançer gibi cisimlerle günümüze kadar ulaşmıştır.
Demir Çağının örnekleri ise MÖ 11.-7. yüzyıllar arasında Toskana civarında yerleşmiş Villinova kültürüne aittir.
MÖ 800 yılından sonra ortaya çıkan Etrüskler İtalya yarımadasında Antik Roma kültüründen önce ortaya çıkmış en önemli kültürdür. Etrüsklerin kökeni hakkında birçok değişik hipotez mevcuttur. Konuştukları dilin bir Hint-Avrupa dili olmadığı bilinmektedir.
Roma öncesi İtalya'nın Antik halkları - Umbrianlar, Latinler (Romalılardan ortaya çıkan), Volsci, Oscanlar, Samnitler, Sabinler, Keltler, Ligurler, Veneti, Iapygianlar ve diğerleri – Proto Hint-Avrupalı halklarıydı, bunların çoğu özellikle İtalikler grubuna aitti.
Muhtemel Hint-Avrupalı olmayan veya Hint-Avrupa öncesinin mirası başlıca tarihi halklar, orta ve kuzey İtalya'nın Etrüskleri, Elymianlar ve Sicilya'daki Sicani ve Nurajik uygarlığını doğuran tarih öncesi Sardinyalılardı.
Belirsiz dil ailelerinden ve olası Hint-Avrupa kökenli olmayan diğer eski topluluklar arasında Raetialı halkı ve dünyadaki en büyük tarih öncesi petroglif koleksiyonları olan Valcamonica Kaya Resimleri ile bilinen Cammuni yer alır.
1991'de Güney Tirol’in Similaun buzulunda 5,000 yaşında (MÖ 3400 ile 3100 arasında, Bakır Çağı) olduğu belirlenen Buz Adam Ötzi olarak bilinen iyi korunmuş bir doğal mumya keşfedildi.
İlk yabancı sömürgeciler, Sicilya ve Sardunya kıyılarında başlangıçta sömürgeler ve çeşitli emporiumlar kuran Fenikeliler'di. Bunlardan bazıları kısa sürede küçük şehir merkezleri haline geldi ve antik Yunan kolonilerine paralel olarak geliştirildi; ana merkezler arasında Sicilya'daki Motya, Zyz (modern Palermo), Soluntum ve Sardunya'daki Nora, Sulci ve Tharros şehirleri vardı.
İÖ 17. ve 11. yy’lar arasında Miken Yunanları İtalya ile temaslar kurdu
ve İÖ 8. ve 7. yy.’larda Magna Graecia olarak bilinen İtalya Yarımadasının güney kısmında ve Sicilya’nın tüm kıyılarında birkaç Yunan kolonisi kuruldu.
İyonyalı yerleşimciler Elaia, Kyme, Rhegion, Nakşa, Zankles, Hymera ve Katanya’yı kurdular. Dorik koloniciler Taras, Siraküza, Megara Hyblaia, Leontinoi, Agrigento, Gela kurdu; Siraküzalılar Ankón ve Adria'yı kurdu; megarese Selinunte’yi kurdu. Akalar Sybaris, Poseidonia, Kroton, Lokroi Epizephyrioi ve Metapontum kurdu; tarantini ve thuriotlar Herakleia'yı buldu. Yunan kolonizasyonu, İtalik halkları demokratik yönetim biçimleriyle ve yüksek sanatsal ve kültürel ifadelerle ilişkiye soktu.
Antik Roma
Roma, MÖ 753'te kurulmuş, orta İtalya Tiber nehri sığlığının çevresinde bir yerleşimdir. 244 yıl boyunca Roma’nın monarşik sistemi önce Latin ve Sabine kökenli hükümdarlar, sonra da Etrüsk krallarınca yönetildi.
Geleneğe göre yedi kral gelmiştir: Romulus, Numa Pompilius, Tullus Hostilius, Ancus Marcius, Tarquinius Priscus, Servius Tullius ve Lucius Tarquinius Superbus.
MÖ 509'da Romalılar son kralı kovdu onun yerine Senato ve Halk (SPQR) hükûmetini tercih ederek oligarşik cumhuriyet kurdu.
Roma kentinin kendisi Etrüsk topraklarına dâhildi.
MÖ 396 yılında Etrüsklerin en büyük kenti olan Veio kentinin Romalılar tarafından istila edilmesiyle sona eren bu uygarlık Roma kültürüne damgasını vurmuş, Roma kültürü, mimarisi ve sanatına büyük bir etki yapmıştır.
8. ve 7. yüzyıllarda İtalya Yarımadası'nın güney kıyılarında ve Sicilya Adası'nda Yunan sömürge şehirleri kurulmuş ve bu bölgelere yoğun olarak Yunanlar yerleşmiştir. Daha sonraları bu nedenle Romalılar bu bu bölgeye Magna Graecia (Türkçe: Büyük Yunanistan) adını vermişlerdir.
Antik Roma MÖ 8. yüzyılda küçük bir tarım köyü olarak kurulmuş ancak yüzyıllar geçtikçe büyüyerek bütün Akdeniz'i çevreleyen muazzam bir uygarlık hâlini almıştır. Ele geçirdiği bölgelerde hâkim olan Yunan kültürüyle Roma kültürü birleşerek ortak bir uygarlık oluşturmuş; hukuk, devlet yönetimi, sanat ve felsefede bugün çağdaş Avrupa uygarlığının temelini oluşturan bir zemin yaratmıştır. Yaklaşık 12 yüzyıl boyunca varlığını sürdürmüş olan Roma uygarlığı bir monarşiden oligarşi ve cumhuriyetin bileşimi bir demokrasiye ve daha sonra da otokratik bir imparatorluğa dönüşmüştür. Roma İmparatorluğu zaman içinde düşüşe geçmiş ve çökmüştür. Hispania, Galya ve İtalya'yı içine alan batı imparatorluğu 5. yüzyılda bağımsız krallıklara bölündü. Batı imparatorluğunun 476 yılında sona ermesi Roma'nın yıkılışı ve Orta Çağın başlangıç tarihi kabul edilir.
Orta Çağ
Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü'nden sonra, İtalya Odoacer krallığı'nın egemenliği altına girdi ve ardından Ostrogotlar tarafından ele geçirildi. 6. yüzyılda Bizans İmparatoru Justinianus tarafından İtalya‘nın kısa süreli yeniden fethinden sonra İtalya içlerine yeni bir Germen boyu dalgası başladı.
Aynı yüzyılın sonlarında başka bir Germen kabilesi, Lombardlar'ın işgali Bizans varlığını Ravenna Eksarhlığı'nın kıç bölgesine indirdi ve sonraki 1,300 yıl boyunca yarımadanın siyasi birliğinin sonunu başlattı. Yarımadanın işgalleri, barbar krallıklarının düzensiz bir şekilde birbirini takip etmesine ve "karanlık çağlar" olarak adlandırılmasına neden oldu.
Lombard krallığı daha sonra 8. yüzyılın sonlarında Şarlman tarafından Frank Krallığı'na katıldı. Franklar ayrıca orta İtalya'da Papalık Devletleri'nin oluşumuna da yardımcı oldular.
13. yüzyıla kadar, İtalyan siyasetine Kutsal Roma İmparatorları ile Papalık arasındaki ilişkiler hakimdi, İtalyan şehir devletlerinin çoğu anlık kazanç için ilkinin (Ghibellinolar) veya ikincisinin (Guelfolar) yanında yer aldı.
Yüzyıllar boyunca Bizans orduları, Arapların, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun ve Papalık Devleti'nin birleşik bir İtalyan Krallığı kurmasını engelleyecek güçteydi. Ancak Bizans aynı zamanda Roma İmparatorluğu'nun eski topraklarını yeniden ele geçirecek güçten de yoksundu. Yine de Orta Çağ boyunca İtalya üzerindeki güç dengeleri çeşitli devlet ya da hanedanlar arasında değişkenlik gösterdi.
İtalya'nın bölgeleri 19. yüzyıla kadar ya bağımsız yönetimler olarak kaldı ya da komşu devletlerin yönetimleri altındaydı. Bu otorite boşluğu sırasında İtalyan şehirlerinde anarşik koşullar hüküm sürüyordu ve şehirler derebeylik düzenine göre birbirlerinden ayrılmış biçimde yönetiliyordu. İtalya bu dönemde ticaret cumhuriyetleriyle ünlenmişti. Bu şehir devletleri oligarşiye göre yönetilen tüccarların ayrıcalık sahibi olduğu yönetimlerdi. Venedik, Cenova, Pisa Amalfi ve Ankona bu dönemin deniz ticareti konusunda öne çıkan şehirleridir.
Özellikle Venedik ve Cenova ticarette Avrupa'nın Doğu'ya açılan kapısıydı. Venedik, yöreye özgü bir tür camın üretilmesi ile ünlüydü. Floransa, ipek, yün, bankacılık ve mücevheratın önde gelen merkezlerindendi. Denizcilikte ileri bu şehir devletleri ayrıca Doğu'ya düzenlenen Haçlı Seferlerinde de başı çeken güçlerdi.
Kara ölüm olarak da anılan 1348 tarihli veba salgını, İtalya nüfusun neredeyse üçte birini yok ederek İtalya'nın tarihine damgasını vurdu. Bu salgının yaralarının sarılmasının ardından İtalyan şehirleri gerek ticaret gerekse ekonomi alanında büyüdü. Bu iyileşme durumu daha sonra gerçekleşen hümanizm ve Rönesans hareketine ortam hazırladı.
Orta Çağın sonlarında İtalya daha da küçük şehir devletlerine ve bölgelere bölündü: Napoli Krallığı İtalya'nın güneyinde etkili olan bir güçtü, Floransa Cumhuriyeti ve Papalık Devleti orta İtalya'yı yönetmekteydi, Cenova ve Milano kuzey ile batıda söz sahibi olan güçlerdi, Venedik ise doğu İtalya'da etkiliydi. 15. yüzyıl İtalya'sı Avrupa'nın en yoğun nüfuslu bölgelerindendi ve sanatta Rönesans hareketinin de doğum yeridir. Dante Alighieri (1265-1321), Francesco Petrarch (1304-1374) ve Giovanni Boccaccio (y. 1313-1375)'nun yazıları ve Giotto di Bondone (1267-1337)'nin resimleriyle özellikle de Floransa bu kültür-sanat hareketinin merkezi olarak görülmektedir. Bu dönemde Niccolò de' Niccoli ve Poggio Bracciolini gibi düşünürler kütüphanelerde Plato, Aristo, Öklid, Ptolemy, Cicero ve Vitruvius gibi ünlü Antik Yunan filozoflarının yapıtlarını incelemişlerdir.
1494 yılında Fransa Kralı VIII. Charles, İspanya'yı ele geçirebilmek amacıyla 16. yüzyıla dek sürecek olan saldırı dizisinin ilk ayağını başlattı. Bu saldırılar ve rekabet sonunda İspanya Cateau-Cambrésis Antlaşması'yla galip taraf oldu. Böylece İspanya, Milan Düklüğü ve Napoli Krallığı üzerinde egemen güç durumuna geldi. Daha sonra İtalya üzerindeki etkili güç olma durumu, Utrech Antlaşması'yla Avusturya'ya geçti. Avusturya etkisi altında İtalya'nın kuzeyinde güçlü bir ekonomik dinamizm ve entelektüel canlılık oluştu. Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşları (1796-1815) İtalyanlar arasında eşitlik, demokrasi, hukuk ve ulus olma bilinci gibi düşünceler uyandırdı.
Birleşme
19. yüzyılın ilk yıllarında İtalya I. Napolyon tarafından işgal edilerek Fransız etkisi altına girdi. Viyana Kongresi İtalya'nın Fransız işgalinden önce yöneten hanedanlara geri verilmesini öngörüyordu. Böylece Papalık Devleti, Sardinya-Piemonte Krallığı, Toskana Grandüklüğü, Modena Düklüğü ve Lombardiya-Venedik Krallığı tekrar kuruldu. Ancak Carbonari adı verilen gizli dernekler İtalya'nın birleşmesi için çalışmaya başladılar. Giuseppe Mazzini ve Giuseppe Garibaldi birleşme hareketinin öncüleri arasında yer alıyorlardı. Ayrıca Sardinya kralı II. Victor Emmanuel de bu birleşme hareketini destekleyenler arasındaydı.
1848 yılında Lombardiya Avusturya'nın elinde bulunuyordu. İtalya'yı birleştirmek konusunda Fransa'nın desteğini almayı başaran İtalya, 1859'da Fransa ile birlikte Avusturya'yı mağlup etti ve 11 Kasım 1859'da Avusturya ile Piemont arasında Zürih'te barış antlaşması yapıldı. Buna göre; Avusturya, Lombardiya'yı Piemont'ye verdi. Venedik dâhil olmak üzere diğer İtalyan Devletleri arasında bir konfederasyon oluşturulması ve konfederasyonun fahri başkanının papa, fiilî başkanının Piemont olması kabul edildi. Bir süre sonra Kuzey İtalya'daki küçük devletler de Piemont'ye katılma kararı aldılar. Böylece bütün Kuzey ve Orta İtalya Piemont'ye katılmış oldu. 1870'te Roma ve 1886'da Venedik, İtalya birliğine dâhil oldular. Bunların da katılımı sonucu İtalyan Millî Birliği tamamlanmış oldu. İtalya Krallığı kuruldu.
20. ve 21. yüzyıllar
İtalya, Roma devrinden sonra ilk kez tek bir ülke hâline gelebilmişti. Yeni İtalyan Krallığı'nda 20. yüzyılda kuzey İtalya hızlı sanayileşerek gelişirken, güney İtalya'da nüfus hızla yükseliyor ve milyonlarca insan daha iyi bir yaşam için yurtdışına göç etme yolları arıyordu. 1861 yılında ülkede çıkarılan anayasa insanlara pek çok temel hak ve özgürlüğü sağlıyordu. Ancak seçme ve seçilme hakları bunun dışındaydı ve varlıklı olmayan kişilerle eğitimsiz sınıfın oy kullanma hakkı yoktu. Daha sonra, 1913'te ülkedeki tüm erkeklere oy kullanma hakkı tanındı. Böylece sosyalist parti liberalleri ve muhafazakârları alt ederek ana politik parti hâline geldi. 19. yüzyılın son yirmi yılından başlayarak İtalya da diğer Avrupa ülkeleri gibi sömürgeleşme yoluna gitti. Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yaptığı Trablusgarp Savaşı'nı kazandı. Batı Türkiye'de Oniki Ada; Afrika'da Libya, Etiyopya ve Somali gibi bazı ülkeleri de işgal ederek sömürgeleştirdi. I. Dünya Savaşı başladığında önce tarafsızlığını ilan eden İtalya, sonuç olarak 1915'te Londra Paktı ile İtilaf Devletleri arasına katıldı. İtalya'ya savaşa girmesi koşuluyla Trento, Trieste, Istria, Dalmaçya ve Osmanlı Devleti'nin bazı bölgeleri vadedildi. Savaş süresince 600.000 İtalyan askeri yaşamını yitirdi ve İtalya ekonomisi çöktü. Savaşın sonucunda İtalya'ya verilen sözlerden çoğu tutulmadı. St. Germain Antlaşması ile İtalya galip tarafta olmasına karşın yalnızca Trento, Trieste ve Bolzano'yu alabildi. Bu sonuç İtalyan toplumu arasında büyük hoşnutsuzluklara yol açtı.
I. Dünya Savaşı'nın neden olduğu yıkımdan sonra oluşan karışıklık ortamında, 1917 Ekim Devrimi'nin ateşlediği hareketlilik bir anarşi ve kargaşa ortamı yarattı. Sosyalist bir devrimden kaygı duyan liberal görüşler Benito Mussolini önderliğinde Ulusal Faşist Parti'yi kurdular. Ekim 1922'de faşistler krala karşı bir darbe girişiminde bulundular. Kral, ordularına darbeci güçlere karşı koymamaları yönünde buyruk verdi ve Mussolini ile iş birliği yapma yoluna gitti. Bunu izleyen birkaç yıl içinde Mussolini tüm siyasi partileri kapattı ve birtakım kişisel özgürlükleri kısıtlayarak kendi diktatörlük rejimini ilân etti. 1935'te İtalya Habeşistan'ı görece uzun süren bir direniş sürecinin ardından işgâl edince Milletler Cemiyeti olaya müdâhil oldu. Buna karşılık Faşist İtalya, Nazi Almanyası ile anlaşma ve iş birliği yoluna gitti. Nazi Almanyası ile ilk antlaşma 1936 yılında yapıldı. Ardından 1938'de Çelik Paktı geldi. İspanya İç Savaşı'nda İtalya, Franco'yu sonuna kadar destekledi. Avusturya'nın ve Çekoslovakya'nın Almanya'ya bağlanması girişimlerinde de Hitler'e destek verdi.
İtalya, 1940'ta savaşa katıldı. Kuzey Afrika'da başarılı oldular ancak Yunanistan'ın işgalinde İtalyan birlikleri Yunan direnişçilere karşı yenilgiler aldı. Macaristan Başbakanı Miklós Kállay 4 Nisan 1943'de Mussolini'yi ziyaret etmiş ve ona Mihver İttifakı üyeleri olan İtalya, Finlandiya ve Macaristan'ın Almanya'dan daha bağımsız bir çizgi belirleyebilmek için işbirliği yapmalarını önermişti. Mussolini bu öneriyi reddetti. Amerikan ve İngiliz birlikleri 1943'te Sicilya'ya çıktı. Aynı yıl İtalya'nın güneyini ele geçirdiler ve Mussolini, başbakanlık görevinden alınarak hapsedildi. Alman paraşütçüler Mussolini'yi kurtardı ve Mussolini İtalya'nın kuzeyinde İtalyan Sosyal Cumhuriyeti'ni kurdu. 1945'te İtalya'nın kuzeyi de kaybedildi ve bunun üzerine Mussolini İtalya'dan kaçmaya çalıştı ancak komünist partizanlarca yakalanarak kurşuna dizildi.
Coğrafya
İtalya Güney Avrupa'da (batı Avrupa'nın bir parçası olarak kabul edilir) 35° ve 47° K ve boylamları 6° ve 19° D arasındadır.
İtalya, kuzeyinde Fransa, İsviçre, Avusturya ve Slovenya ile sınır komşusudur ve kabaca Alp havzası ile sınırlandırılmış olup Po Vadisini ve Venedik Ovası'nı çevreler.
İtalya, güneyde ise İtalya Yarımadasının tamamı ile birçok küçük adaya ek olarak iki Akdeniz adası Sicilya ve Sardunya'yı kapsar.
Mikrodevletler olarak anılan San Marino ve Vatikan şehir'lerinin egemen devletleri tümüyle İtalya içindeki özerk devletlerdir ve tek komşuları İtalya'dır. Benzer şekilde İtalya'nın da İsviçre içinde kalan Campione d'Italia ise İsviçre'deki bir İtalyan özerki'dir.
Campione d'Italia yaklaşık 1.5 kilometrekare büyüklüğünde ve 2,500 nüfusludur.
Ülkenin toplam yüzölçümü olup, bunun kara ve sudur.
Adalar da dahil olmak üzere İtalya'nın Adriyatik, İyon ve Tiren denizlerinde boyunda kıyı şeridi vardır.
İtalya Fransa ile (), Avusturya ile (), Slovenya ile () ve İsviçre ile () ortak sınırı paylaşır. San Marino () ve Vatikan şehri () her iki özerk yerleşim bölgesi de geri kalanı oluşturur.
İtalya topraklarının %35'inden fazlası dağlıktır. Apenin Dağları yarımadanın omurgasını oluşturur ve İtalya'nın en yüksek noktası Mont Blanc'ın (Monte Bianco) () olduğu Alpler ülkenin kuzey sınırının çoğunu oluşturur. Alpler, İsviçre ile İtalya arasındadır. İtalya'da dünya çapında bilinen diğer dağları arasında Batı Alplerde Matterhorn (Monte Cervino), Monte Rosa, Gran Paradiso ve doğu yakası boyunca Bernina, Stelvio ve Dolomitler vardır.
İtalya'nın en uzun nehri olan Po (), Fransa ile batı sınırındaki Alplerden başlayarak Padan Ovası'nı geçer ve Adriyatik Denizi'ne sularını boşaltır.
Po Vadisi, ile İtalya'nın en büyük ovasıdır ve ülkedeki toplam ova alanının %70'inden fazlasını temsil eder.
İtalya, Güney Avrupa'da anakaradan Akdeniz'e çıkıntı yapan uzun, çizme biçimindeki İtalya Yarımadası ile bu yarımada ve Alpler arasındaki topraklardadır. İtalya Yarımadası ile Sicilya Adası’nı Messina Boğazı ayırır.
En büyük beş göl, küçülme sırasına göre şöyle sıralanır: Garda (), Maggiore (, küçük kuzey kısmı İsviçre'dir), Como (), Trasimeno () ve Bolsena ().
İtalya'da ayrıca pek çok aktif volkan bulunur. Bunlardan Etna Avrupa kıtasındaki en büyük yanardağdır. İtalya'nın diğer önemli yanardağları Vezüv, Stromboli ve Vulcano'dur.
Sular
Akdeniz'deki İtalyan Yarımadası'nı üç taraftan dört farklı denizler çevreler: doğuda Adriyatik Denizi, güneyde İyon Denizi, ve batıda Ligurya Denizi ve Tiren Denizi.
Adalar dahil İtalya'nın üzerinde kıyı şeridi vardır. İtalyan kıyıları, Amalfi Sahili, Cilento Sahili, Tanrıların Sahili, Kosta Verde, Riviera delle Palme, Riviera del Brenta, Costa Smeralda ve Trabocchi Sahili'ni kapsar. İtalyan Rivierası, Ventimiglia yakınlarındaki Fransa sınırından doğuya doğru La Spezia Körfezi'nin doğu ucunu gösteren Capo Corvo'ya kadar uzanan Ligurya kıyı şeridinin neredeyse tamamını içerir.
Apeninler, suları iki zıt tarafa bölerek yarımadanın tüm uzunluğu boyunca uzanır. Öte yandan, yağışların göreceli bolluğu ve kuzey İtalya'da kar alanları ve buzullarla Alp zincirinin varlığı nedeniyle nehirler çoktur. Temel su havzası Alpler ve Apeninler sırtını takip eder ve nehirlerin aktığı denizlere karşılık gelen beş ana eğimi sınırlar: Adriyatik, İyonik, Tiren, Ligurya ve Akdeniz kıyıları. Kökenleri dikkate alındığında, İtalya nehirleri iki ana gruba ayrılabilir: Alp-Po nehirleri ve Apenin-ada nehirleri.
İtalya nehirlerinin çoğu Po, Piave, Adige, Brenta, Tagliamento ve Reno gibi Adriyatik Denizi'ne veya Arno, Tiber ve Volturno gibi Tiren'e dökülür. Bazı sınır belediyelerinden (Lombardiya'daki Livigno, Innichen ve Trentino-Alto Adige/Südtirol'deki Sexten) suları Tuna'nın bir kolu olan Drava havzasından Karadeniz'e akar ve Lombardiya'daki Lago di Lei'den gelen sular Ren havzası aracılığıyla Kuzey Denizi'ne akar.
En uzun İtalyan nehri Po'dur, ya ya da akar (Maira nehri sağ kıyı kolunun uzunluğu) ve membaları, Monviso'nun kuzeybatı yüzünün altındaki Val Po'nun başındaki düz bir yer olan Pian del Re'deki taşlı bir yamaçtan sızan bir kaynaktır. Po'nun etrafındaki geniş vadiye ülkenin ana sanayi bölgesi Po Ovası (İtalyanca: Pianura Padana veya Val Padana) denir; 2002'de burada 16 milyondan fazla insan yaşıyordu, o zamanlar bu nüfus İtalya nüfusunun yaklaşık ⅓'siydi. İkinci en uzun İtalyan nehri, Resia Gölü yakınlarında doğan ve Chioggia yakınında bir kuzey-güney rotası yaptıktan sonra Adriyatik Denizi'ne dökülen Adige'dir.
Ülkenin kuzeyinde, genellikle İtalyan Gölleri denilen bir dizi büyük denizaltı buzultaş barajlı göl vardır. İtalya'da 1000'den fazla göl vardır, en büyüğü Garda'dır ().
Diğer iyi bilinen denizaltı gölleri, en kuzeydeki kısmı İsviçre'nin bir parçası olan Maggiore Gölü (212,5 km²), Avrupa'daki en derin göller'den biri olan Como (), Orta, Lugano, Iseo ve Idro'dür.
İtalya yarımadasındaki diğer önemli göller Trasimeno, Bolsena, Bracciano, Vico, Varano ve Gargano'daki Lesina ve Sardunya'daki Omodeo'dır.
İtalya kıyıları boyunca, kuzey Adriyatik'te Venedik, Grado Lagünü ve Marano lagünleri ve ve Toskana kıyısındaki Orbetello lagünü dahil olmak üzere lagünler vardır. Geçmişte İtalya'nın geniş düz alanlarını kaplayan bataklıklar ve göletler, son yüzyıllarda büyük ölçüde kurumuştur; Emilia-Romagna'daki Comacchio vadileri veya Sardunya'daki Stagno di Cagliari gibi kalan birkaç sulak alan korunan doğal ortamlardır.
Biyoçeşitlilik
İtalya, tüm Avrupa faunasının üçte birinden fazlasını temsil eden 57.000'den fazla türle Avrupa'daki en yüksek faunal biyolojik çeşitliliğe sahiptir. İtalya'nın çeşitli jeolojik yapısı, yüksek iklim ve habitat çeşitliliğine katkıda bulunur. İtalyan yarımadası, Akdeniz'in merkezinde yer alır ve Orta Avrupa ile Kuzey Afrika arasında bir koridor oluşturur ve 8.000 km kıyı şeridine sahiptir. İtalya ayrıca Balkanlar, Avrasya ve Orta Doğu'dan türler alıyor. Alpler ve Apeninler, Orta İtalya ormanlık alanları ve Güney İtalya dahil olmak üzere İtalya'nın çeşitli jeolojik yapısı Garigue ve Maquis çalılıkları da yüksek iklim ve habitat çeşitliliğine katkıda bulunur.
İtalya faunası 4.777 endemik hayvan türü içerir bunlar arasında Sardunya uzun kulaklı yarasası, Sardunya kızıl geyiği, gözlüklü semender, kahverengi mağara semenderi, İtalyan semenderi, İtalyan kurbağası, Apennine sarı karınlı kurbağa, İtalyan duvar kertenkelesi, Aeolian duvar kertenkelesi, Sicilya duvar kertenkelesi, İtalyan Aesculapian yılanı ve Sicilya gölet kaplumbağası gibi türler bulunur. İtalya'da 119 memeli türü, 550 kuş türü, 69 sürüngen türü, 39 amfibi türü, 623 balık türü ve 37.303 böcek türü olmak üzere 56.213 omurgasız tür vardır.
İtalya florasının geleneksel olarak yaklaşık 5.500 vasküler bitki türünden oluştuğu tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, 2005 itibarıyla, İtalyan vasküler florasının Veri bankasında 6.759 tür kaydedilmiştir. İtalya'da 1.371 endemik bitki türü ve alt türü vardır, bunlar arasında Sicilya göknarı, Barbaricina columbine, Deniz kadife çiçeği, Lavanta pamuğu ve Ucriana menekşesi bulunur. İtalya, Avrupa Yaban Hayatının ve Doğal Yaşam Ortamlarının Korunmasına İlişkin Berne Sözleşmesi ve Habitatlar Direktifi'ne taraftır. Her ikisi de İtalyan fauna ve florasına koruma sağlar.
İtalya, bazıları ülke dışındanda bilinen birçok botanik bahçesine ve tarihi bahçeye sahiptir. İtalyan bahçesi biçimsel olarak simetriye, eksenel geometriye ve doğaya düzen dayatma ilkesine dayanır. Bahçıvanlık tarihini, özellikle Fransız bahçelerini ve İngiliz bahçelerini etkiledi. İtalyan bahçesi, Roma bahçelerinden ve İtalyan Rönesans bahçelerinden etkilenmiştir.
İtalyan kurdu İtalya'nın ulusal hayvanıdır, ülkenin ulusal ağacı ise çilek ağacıdır. Bu seçimin nedenleri, Apenin Dağları ve Batı Alpler'de yaşayan İtalyan kurdunun, Roma'nın kuruluş efsanesi gibi Latin ve İtalyan kültürlerinde belirgin bir şekilde yer almasıyla ilgilidir.
İklim
İtalya'da iklim özellikleri son derece çeşitlidir ve bölgenin coğrafi özelliğine göre ülkenin büyük bölümünde egemen olan tipik Akdeniz ikliminden büyük farklılıklar gösterebilir. Örneğin Torino, Milano ve Bologna gibi şehirlerin bulunduğu İtalya'nın iç kuzey bölgeleri Köppen iklim sınıflandırmasında Cfa kategorisinde yani ılıman dönencealtı iklim bölgesi olarak gösterilir. Ligurya Bölgesi'nin kıyı kesimleri ve Floransa'nın güneyinde kalan bölgeler genel olarak Akdeniz iklimine uysa da yarımadanın kıyı kesimleriyle yüksek rakımlı iç bölgeler ve vadiler arasındaki büyük iklim farklılıkları göze çarpar ve karasal iklim görülür. Özellikle kış ayları boyunca yüksek yerler soğuk, yağışlı ve çoğu zaman da karlı olur. Bunun yanında kıyı kesimlerinde ise serin ve bol yağışlı kışlar ile sıcak ve az yağışlı yazlar geçirilir.
Siyaset
İtalya'nın yönetim biçimi çok partili ve parlamenter demokrasi ile işleyen cumhuriyettir. İtalya'nın politikaları bu bağlamda oluşturulur. Yürütme erki, bakanlar kurulunun elindedir ve bu kurula ülkenin başbakanı başkanlık eder. Yasama organı, ulusal meclis ve bakanlar kurulu tarafından ortaklaşa yürütülür. Yargı, yasama ve yürütme erklerinden bağımsızdır. İtalya 2 Haziran 1946'dan bu yana demokratik cumhuriyet olarak yönetilmektedir. Bunun öncesinde ülkede bulunan kraliyet sistemi halkoylaması sonucu kaldırılmıştır. İtalyan Anayasası ise 1 Ocak 1948 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
İtalyan Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı (İtalyanca: Presidente della Repubblica) her yedi yılda bir ulusal meclis ve az sayıda bölgesel temsilci tarafından seçilir. İtalya'da cumhurbaşkanları tarafsız bir biçimde ülkenin birlik ve bütünlüğü simgelemekle yükümlüdürler. Daha önceleri İtalya krallarına verilen hakların büyük bölümünü elinde bulundurur. Cumhurbaşkanı, yasama, yürütme ve yargı erklerinin ortasında tüm bunların işlerliğini sağlamakla görevlidir. Yöneticileri atamak, yargıya başkanlık etmek ve ülke ordusunun başkomutanı olmak gibi görevleri de yürütmektedir. Seçim ile işbaşına gelmiş partiler içinden çıkacak başbakanı da cumhurbaşkanı atar ve başbakana kabineyi kurma görevi verir. Kabinenin onaylanması ulusal mecliste yürütülen güven oylamasına bağlıdır.
İtalya'da iki meclisli sistem uygulanmaktadır ve bu meclisler halk tarafından oylama yöntemiyle seçilir. Halk meclisinde 630 sandalye varken senatodaki sandalye sayısı 315'tir. Senatoda bunun yanı sıra az sayıda ömür boyu katılım hakkına sahip olan temsilci de yer alır. İtalya'da halk meclisine katılacak temsilcileri seçmek için yapılan oylamalara 18 yaşını doldurmuş olan her İtalyan vatandaşı katılabilir. Ancak senato üyelerini seçerken oy kullanma yaşı alt sınırı 25 olarak belirlenmiştir. Her iki meclis de 5 yıllık süreler için seçilir. Ancak cumhurbaşkanının bazı olağanüstü hâllerde meclisi feshetme hakkı vardır. Bu durumun örnekleri 1972, 1976, 1979, 1983, 1994, 1996 ve 2008 yıllarında yaşanmıştır.
İtalyan Parlamentosu'nun kendine özgü (sui generis) özelliklerinden biri de İtalya'nın kalıcı olarak yurt dışında yaşayan İtalyan vatandaşlarına da temsil hakkı vermesidir. Günümüzde çoğunluğu eski sömürge ülkelerinde olan 2,5 milyon yurt dışında yaşayan İtalyan vatandaşı vardır. 630 ulusal meclis temsilcisi içinde 12, 315 senato temsilcisi içindeyse 6 kişi yurt dışındaki İtalyan vatandaşları arasından seçilmiştir. Bu olay ilk kez Nisan 2006'da yaşanmıştır ve bu milletvekillerine İtalya'dan seçilenler ile eşit haklar verilmektedir. İtalyan hukuk sistemi büyük ölçüde Roma hukuku üstüne kuruludur. İtalya Anayasa Mahkemesi yasaların anayasaya uygunluğunu ve anayasanın korunmasını denetler. İtalya'da anayasa mahkemesi II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan yeniliklerdendir.
Dış ilişkiler
İtalya, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), şimdiki Avrupa Birliği (AB) ve NATO'nun kurucu üyesidir. İtalya 1955'te Birleşmiş Milletler'e kabul edildi ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması /Dünya Ticaret Örgütü (GATT/WTO), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Avrupa Konseyi ve Orta Avrupa Girişimi (CEI) gibi çok sayıda uluslararası kuruluşun üyesi ve güçlü bir destekçisidir.
2018'de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, 2017'de G7 ve Temmuz'dan Aralık 2014'e kadar AB Konseyi dönüşümlü başkanlık görevlerini de yürüttü. İtalya aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi'nin en son 2017'de tekrarlanan daimi olmayan üye'sidir.
İtalya, Birleşmiş Milletleri ve uluslararası güvenlik faaliyetlerini onaylayarak çok taraflı uluslararası siyaseti güçlü şekilde destekler. 2013 yılında İtalya, dünyanın 25 ülkesinde 33 BM ve NATO misyonunda görev alan 5,296 askeri yurt dışında konuşlandırdı. İtalya Somali, Mozambik ve Doğu Timor'daki BM barışı koruma görevlerine desteklemek için asker gönderdi ve Bosna, Kosova ve Arnavutluk'taki NATO ve BM operasyonlarına destek sağlıyor. İtalya, Şubat 2003'ten itibaren Afganistan'da Sürekli Özgürlük Operasyonu'nu (OEF) desteklemek için 2,000'den fazla asker konuşlandırdı.
İtalya, Irak'ı yeniden inşa etmek ve istikrara kavuşturmak için uluslararası çabaları destekledi ancak 2006 yılına kadar yaklaşık 3,200 askerden oluşan askeri birliğini geri çekmiş yalnızca insani yardım operatörlerini ve diğer sivil personeli korumuştu.
Ağustos 2006'da İtalya, Birleşmiş Milletler'in barışı koruma görevi UNIFIL için Lübnan'da yaklaşık 2,450 asker konuşlandırdı. İtalya, Filistin Ulusal Yönetimi'nin en büyük finansörlerinden biridir ve yalnızca 2013'te 60 milyon € katkıda bulunmuştur.
Savunma
İtalyan silahlı kuvvetleri, İtalyan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından başkanlık edilen Yüksek Savunma Konseyinin komutasındadır. 2008 yılında ordu 186.798 kişilik personelden oluşmaktadır. Bunun yanı sıra 114.778 kişilik bir jandarma ekibi de görev yapmaktadır.
İtalya'da askerlik görevi 2003 yılından bu yana zorunlu olmaktan çıkarılmıştır. 18 yaş ve üstü kişiler istedikleri takdirde orduya katılabilirler. İtalya'nın 2007 yılı askerî harcaması 33,661 milyar dolar olmuştur. (ulusal gelirin %1,8'i)
Ordu
İtalyan ordusu (İtalyanca: Esercito Italiano) İtalyan Cumhuriyeti'nin savunma birimleri içinde en temel olanıdır. Ülkede, 2003 yılından bu yana katılımın isteğe bağlı olduğu profesyonel ordu görev yapmaktadır. 2019 yılında İtalyan ordusunun asker sayısı 165.500 olarak bildirilmiştir. İtalya'nın elinde bulundurduğu önemli savunma araçları içinde Dardo piyade savaş aracı, Centuaro tank imha edici, Ariete tanklar; hava savunma araçları içindeyse A-129 taktik taarruz saldırı helikopteri bulunmaktadır. İtalyan ordusu pek çok kez Birleşmiş Milletler kararları uyarınca dünyanın çeşitli yerlerinde görev yapmıştır.
Donanma
İtalya Donanması (İtalyanca: Marina Militare) 2008 yılı itibarıyla 65 gemi ve uçak gemisi, muhrip, fırkateyn, denizaltı ve daha küçük boyutlu araştırma gemisine sahiptir. Marina Militare olarak anılan donanma son dönemlerde daha yüksek kapasiteli uçak gemileri, muhripler, denizaltılar ve çok amaçlı fırkateynler ile donatmaktadır. (Cavour gibi). İtalyan donanması NATO'nun bir üyesi olan İtalya adına dünyanın çeşitli bölgelerinde görevler yürütmüştür.
Hava kuvvetleri
İtalyan Hava Kuvvetleri (İtalyanca: Aeronautica Militare) İtalyan ordusunun en önemli ve gelişmiş birimlerinden biridir. İtalyan havacılık tarihi 1884 yılına kadar uzanmaktadır ve İtalya, 1911 yılında Osmanlı Devleti ile İtalya arasında yapılan Trablusgarp Savaşı'nda uçağı dünya üzerinde ilk kez savaş aleti olarak kullanarak tarihe geçmiştir. Çağdaş İtalyan havacılık kuvvetleri ise 28 Mart 1923 tarihinde kurulmuş ve bugün 466 bin personel ve 7.644 hava aracıyla hizmet vermektedir. İtalya 29 adet hava üssüne ve kendi ürettiği çok sayıda patentli hava savaş aracına sahiptir.
Jandarma
İtalyan jandarma askerlerine Carabinieri adı verilir. Bunlar asker donanımına sahip polis ekipleridir. Ülkede sivil güvenliğin sağlanmasından sorumlulardır. İtalyan jandarmasının geçmişi Savoy dükü I. Victor Emmanuel'e dayanmaktadır. Mussolini iktidarı dönemi faşist İtalya'da jandarma askerleri her türlü karşı eylem ve gösteriyi bastırmak için kullanılmıştır. Jandarma askerlerinin üniformaları lacivert renkli bir takım, yaka ve manşetlerde gümüşî şeritler ile gümüş rengi apoletlerden oluşmaktadır. Bu birimin kullandığı araçlar bölgeye göre değişen gereksinimler doğrultusunda otomobil, motosiklet, zodyak bot ya da unimoglar olabilir.
İdari bölümler
İtalya, 20 adet bölgeye ayrılmıştır (çoğul: regioni, tekil regione). Bunların beş tanesi, yerel sorunları çözmek için yasalar uygulayabilmelerine izin veren özerk statüye sahiptir; bu bölgeler, aşağıdaki tabloda bir yıldız (*) işareti ile etiketlenmiş. Ek olarak ülke toplam 96 il (province) ve 8.047 kömün'e (comuni) bölünmüştür.
Demografi
2008 yılının sonunda, İtalya'nın toplam nüfusu 60 milyonu aştı. Bu sayılar ışığında, İtalya günümüzde Avrupa Birliği içinde Almanya ve Fransa'dan sonra üçüncü, dünya genelindeyse yirmi üçüncü en kalabalık ülkedir. İtalya'da kilometrekareye düşen kişi sayısı 199.2'dir ve bu yoğunluk da İtalya'yı Avrupa Birliği içinde en yoğun nüfuslu beşinci ülke yapar. Ülkenin en yoğun nüfuslu bölgesi Kuzey İtalya'dır ve ülkenin yüzölçümünün yaklaşık üçte birini oluşturan bu bölge, ülkenin toplam nüfusunun ise neredeyse yarısını barındırmaktadır.
II. Dünya Savaşı'nın sonrasında İtalya, uzun süreli bir ekonomik yükseliş sürecine girmiş ve bu dönemde ülkenin kırsal kesimlerinden büyük kentlere göç patlaması yaşanmıştır. Bunun yanı sıra ülke göç ile nüfus yitiren bir ülke olmaktan çıkmış, göçmen kabul eder hâle gelmiştir. Bu ekonomik canlılık ve atılım süreci 1970'lere dek sürmüştür. Buna karşın, son yirmi yılda İtalya'nın aldığı yoğun dış göç sayesinde İtalya 2000'li yıllarda yeni doğum oranlarında gözle görülür bir artış yaşamaktadır. Bu artış özellikle uzun süredir düşük oranlarda seyreden kuzey bölgelerinin nüfuslarında görülmektedir.
Kadın başına düşen çocuk sayısı da gerek göçmen annelerin, gerekse İtalyan kadınlarının dünya getirdikleri çocuklarla geçen yıllara oranla artış göstermiştir. 2005 yılında kadın başına düşen çocuk sayısı 1,32 iken, 2008 yılında bu sayı 1,41'e kadar çıkmıştır.
Büyük şehirler
Metropolitan alanlar
OECD raporlarına göre İtalya'daki metropoller şunlardır:
Göçler
2016'da İtalya'da yaklaşık 5.05 milyon yabancı vardı ve toplam nüfusun %8.3'ünü oluşturuyordu. Rakamlar, İtalya'da yabancı uyruklulara (ikinci nesil göçmenler) doğan yarım milyondan fazla çocuğu içerir, ancak sonradan İtalyan vatandaşlığı alan yabancı uyrukluları hariç tutar; 2016'da yaklaşık 201,000 kişi İtalyan vatandaşı oldu. Resmi rakamlar ayrıca 2008 itibarıyla sayılarının en az 670,000 olduğu tahmin edilen yasadışı göçmenleri hariç tutar.
Avrupa Birliği'nin son yıllarda gerçekleştirdiği genişleme girişimleri sonucu İtalya'ya yapılan en yeni göç dalgası komşu Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve Doğu Avrupa ülkelerinden gelmiştir. Önceden en yoğun göçün alındığı Kuzey Afrika'nın yerine günümüzde öne çıkan gruplar Asyalı göçmenlerdir. İtalya'da en büyük göçmen grup resmî olarak kayıtlı yaklaşık 800 bin kişiyle Rumenlerdir. Rumenler son yıllarda Arnavutları ve Faslıları sayıca geçerek İtalya'daki en büyük azınlık durumuna gelmişlerdir. Bazı gayriresmî varsayımlar ve savlar, İtalya'da yaşayan Rumenlerin sayısının belirtilen rakamdan iki katı kadar hatta daha fazla olduğunu öne sürmektedir. 2009 yılı itibarıyla İtalya nüfusu içinde yurt dışında doğmuş olanların sınıflandırılması şöyledir: Avrupa (%53,5), Afrika (%22,3), Asya (%15,8), Amerika (%8,1) ve Okyanusya (%0,06). İtalya'da yaşayan göçmenlerin ülke içindeki dağılımı ise oldukça dengesizdir. Ülkedeki göçmenlerin %87,3'ü ülkenin ekonomik olarak en gelişmiş yerleri olan kuzey ve orta kesimlerinde yaşarken, yalnızca %12,8'i yarımadanın güney kesimlerinde yaşar.
İtalyan diasporası
1800'lerin sonunda İtalya topraklarında ulusal birliğin sağlanmasının ardından İtalya'da yurt dışına verilen kitlesel göçler başladı. 1898 ve 1914 yılları arasında tüm dünya ülkelerinde İtalyan diasporası kayde değer ölçüde büyüdü. Bu süreçte her yıl yaklaşık 750 bin İtalyan yurt dışına göç etti. İtalyan toplulukları, önceleri İtalya'nın eski Afrika sömürgelerinde büyüme gösterdi. Bu dönemde Eritre'de (İkinci dünya savaşı başladığındaki sayıları 100 bin), Somali'de ve Libya'da (150 bin nüfusla toplam ülke nüfusunun %18'ini oluşturuyorlardı) pek çok sayıda İtalyan bulunuyordu. Ancak Libya'da yaşayan İtalyanlar 1970 yılında tümüyle ülkeden uzaklaştırıldılar. II. Dünya Savaşı sonrasında geçen on yıllık dönemde yaklaşık 350 bin İtalyan kökenli kişi Yugoslavya'yı terk etti. Geçmişte İtalyanların göç ettikleri bölgelerde bugün onların soyundan gelen milyonlarca insan bulunmaktadır: Brezilya (25 milyon), Arjantin (20 milyon), Amerika Birleşik Devletleri (17.8 milyon), Uruguay (1.5 milyon), Kanada (1.4 milyon), Venezuela (900,000) ve Avustralya (800,000).
Tanınan etnik azınlıklar
İtalya'da pek çok etnik grup hükûmet tarafından resmî olarak tanınmakta ve bu gruplara azınlık hakları çerçevesinde bazı ayrıcalıklar verilmektedir. Bu haklar uyarınca kimi azınlıkların dilleri, yaşadıkları bölgelerde ikinci bir resmî dil olarak kabul edilebilmektedir.
Fransızca, Aosta'da resmî dil statüsündedir. Ancak bu bölgede yaygın olarak konuşulan asıl dil Arpitancadır.
Ladince, Trentino-Alto Adige ve Güney Tirol'ün kimi yerlerinde resmî dildir.
Slovence: Slovenlerin yoğun olarak yaşadığı, Friuli-Venezia Giulia bölgesinin Gorizia ilinde resmî dildir.
Almanca''': Bolzano'da resmî dildir.
Söz konusu bu bölgelerde hazırlanan resmî belge ve tabelalar ve trafik levhaları iki dillidir. Latincenin konuşulduğu bölgelerde ise üç dilli olarak da hazırlanabilmektedir. Azınlık okullarının bulunduğu yerlerde azınlık dillerinde eğitim görme olanağı bulunabilmektedir.
İnançlar
Hristiyanlığın Katolik mezhebi İtalya'daki en önemli dinî inançtır. Geçmişte Katolik Kilisesi İtalya'nın resmî dini olarak kabul görmüşse de 18 Şubat 1984'te hazırlanıp 25 Nisan 1985'te yürürlüğe giren bir konkordato (Kilise ile yapılan antlaşma) ile İtalya laik devlet yapılanması geliştirmiştir.
2006'da yayınlanmış bir araştırma raporuna göre İtalyanların %87.8'i kendisini Roma Katoliği olarak tanımlamıştır ancak bunların içinden yalnızca %36.8'si kiliseye düzenli gittiğini bildirmiştir. 2018'de yapılan bir araştırmaya göre ise İtalyanların %78'i kendisini Roma Katoliği olarak tanımlamıştır.
İtalya'da önemli ölçüde mensubu bulunan diğer Hristiyanlık mezhepleri Ortodoksluk, Pentakostalizm ve Evangelizm'dir. Ülkedeki en eski dinî azınlık grubu ise Yahudilerdir. Geçmişte İtalya'nın en büyük Hristiyan olmayan azınlığı olarak anılan Yahudilerin bugün İtalya'daki sayısı ortalama 45.000 kadardır. Son yıllarda Orta Doğu ve Kuzey Afrika'dan aldığı yoğun göçler sayesinde ülkede 825 bin kişiden oluşan bir Müslüman azınlık oluşmuştur. Müslümanlar İtalya nüfusunun %1'ini oluşturmaktadır ama bunların içinden yalnızca 45.000'inin İtalyan vatandaşlığı vardır. Ülkede ayrıca 50 bin kadar budist Italian Buddhist Institute "Soka Gakkai" 70 bin kadar Sih ve 70 bin kadar da Hindu yaşamaktadır.
Eğitim
İtalya'da eğitim, altı ila on altı yaşları arasında ücretsiz ve zorunludur ve beş aşamadan oluşur: anaokulu (scuola dell'infanzia), ilkokul (scuola primaria), ortaokul (scuola Secondaria di primo grado), lise (scuola Secondaria di Secondo Grado) ve Üniversite (università).
İlköğretim sekiz yıl sürer. Öğrencilere İtalyanca, İngilizce, matematik, doğa bilimleri, tarih, coğrafya, sosyal bilgiler, beden eğitimi ile görsel ve müzik sanatları alanlarında temel eğitim verilmektedir. Orta öğretim beş yıl sürer ve farklı akademik düzeylere odaklanan üç geleneksel okul türünü içerir: lise, öğrencileri klasik veya bilimsel bir müfredatla üniversite eğitimine hazırlarken, istituto tecnico ve Istituto professionale, öğrencileri mesleki eğitime hazırlar.
2018 yılında İtalya orta öğretimi OECD ortalamasının altında olarak değerlendirildi. İtalya, okuma ve bilimde OECD ortalamasının altında ve matematikte OECD ortalamasının yakınında puan aldı. İtalya'da ortalama performans okuma ve bilimde düştü ve matematikte sabit kaldı. Trento ve Bolzano, okumada ulusal ortalamanın üzerinde puan aldı. Diğer OECD ülkelerindeki okul çocukları ile karşılaştırıldığında, İtalya'daki çocuklar sınıflardaki devamsızlık ve disiplinsizlik nedeniyle daha fazla miktarda öğrenmeyi kaçırdılar. İtalya ortalamasına yakın performans gösteren okullar ve Güney'deki okullar çok daha kötü sonuçlara sahipti.
İtalya'da yüksek öğretim, devlet üniversiteleri, özel üniversiteler ve Scuola Normale Superiore di Pisa gibi prestijli ve seçkin yüksek lisans okulları arasında bölünmüştür. 33 İtalyan üniversitesi, 2019'da dünyanın en iyi 500'ü arasında yer aldı ve Birleşik Krallık ve Almanya'dan sonra Avrupa'nın en büyük üçüncü üniversitesi oldu. 1088'de kurulan Bologna Üniversitesi, sürekli faaliyette olan en eski üniversitedir ve ayrıca İtalya ve Avrupa'nın önde gelen akademik kurumlarından biridir. Bocconi Üniversitesi, Università Cattolica del Sacro Cuore, LUISS, Torino Politeknik Üniversitesi, Milano Politeknik Üniversitesi, Roma Sapienza Üniversitesi ve Milano Üniversitesi de dünyanın en iyileri arasında yer almaktadır.
Sağlık
Ülkede ortalama yaşam süresi erkeklerde 80, kadınlarda 85 olup, ülkeyi ortalama yaşam süresi açısından dünyada 5. sıraya yerleştirmektedir. Diğer Batı ülkeleri ile karşılaştırıldığında, Akdeniz diyetinin çeşitli sağlık yararları olduğu için İtalya'da yetişkin obezite oranı nispeten düşüktür (%10'un altında). Her gün sigara içenlerin oranı 2000'deki %24,4'ten 2012'de %22'ye düştü, ancak yine de OECD ortalamasının biraz üzerinde. Barlar, restoranlar, gece kulüpleri ve ofisler gibi halka açık yerlerde sigara içmek 2005'ten beri özel olarak havalandırılan odalarla sınırlandırılmıştır. 2013'te UNESCO, İtalya (promotör), Fas, İspanya, Portekiz, Yunanistan, Kıbrıs ve Hırvatistan'ın İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirasının Temsili Listesine Akdeniz diyetini ekledi.
İtalyan devleti 1978'den beri evrensel bir halk sağlığı sistemi yürütmektedir. Bununla birlikte, sağlık hizmetleri tüm vatandaşlara ve bölge sakinlerine kamu-özel karma bir sistem tarafından sağlanmaktadır. Kamu kısmı, Sağlık Bakanlığı bünyesinde düzenlenen ve devredilmiş bir bölgesel temelde yönetilen Servizio Sanitario Nazionale'dir. Sağlık harcamaları 2020'de GSYİH'nın %9,7'sini oluşturuyordu. İtalya'nın sağlık sistemi sürekli olarak dünyanın en iyileri arasında gösteriliyor.
Ekonomi
İtalya, yılı itibarıyla dünyanın . (nominal) veya . (SAGP) büyük ekonomisine sahiptir. G7, Avrupa Birliği, Euro Bölgesi ve OECD'nin kurucu üyesi olan ülke, dünyanın en sanayileşmiş ülkelerinden biridir. Dünya ticareti ve ihracatında lider ülkelerdendir. . İnsani Gelişme Endeksi'ne sahip, ileri seviye gelişmiş bir ülkedir. Ülke, yaratıcı ve yenilikçi işletmeleri, büyük ve rekabetçi tarım sektörü (dünyanın en büyük şarap üretimine sahip) ve etkili, yüksek kaliteli otomobil, makine, gıda, tasarım ve moda endüstrisi ile tanınmaktadır.
İtalya dünyanın altıncı en büyük imalat ülkesidir. İtalya, 2016 yılında dünyanın 7. en büyük ihracatçısı oldu. En yakın ticari bağları, toplam ticaretinin yaklaşık %59'unu gerçekleştirdiği Avrupa Birliği ülkeleriyle. Pazar payına göre en büyük AB ticaret ortakları Almanya (%12,9), Fransa (%11,4) ve İspanya'dır (%7,4).
Geride bırakılan son 10 yıl içinde ülke ekonomisinin yıllık ortalama büyümesi %1,23 olmuştur. Bu sayı Avrupa Birliği ortalaması için %2,28'dir. Son yıllarda yaşadığı ekonomik durgunluk, siyasi çalkantılar ve reform programlarını uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle basın tarafından Avrupa'nın hasta adamı biçiminde anılmaktadır. Ancak yapılan son istatistiksel araştırmalar ışığında İtalyanların satın alım gücünün Avrupa Birliği ortalaması değerlerine yakın olduğu gözlenmektedir.
İtalyan otomotiv endüstrisi'nde 144.000 firma bulunmaktadır. 2015 yılı itibarıyla neredeyse 485.000 kişi istihdam edilmektedir. Fiat Chrysler Automobiles şu anda dünyanın yedinci en büyük otomobil üreticisidir. Ülke, Brand Finance tarafından dünyanın en güçlü markası olarak derecelendirilen Maserati, Lamborghini ve Ferrari gibi lüks süper arabaların bulunduğu geniş bir ürün yelpazesine sahiptir.
İtalya, 500 milyondan fazla tüketiciye sahip Avrupa pazarının bir parçasıdır. Ülkenin ticaret politikaları, Avrupa Birliği (AB) üyeleri arasındaki anlaşmalar ve AB mevzuatı tarafından belirlenir. İtalya, 2002 yılında ortak Avrupa para birimi olan Euro'yu kullanıma başladı ve aynı zamanda Euro Bölgesi'nin bir üyesidir. Para politikası Avrupa Merkez Bankası tarafından belirlenir.
İtalya, ülkenin yapısal sorunlarını şiddetlendiren 2007-08 Mali krizinden çok etkilendi. 1950'lerden 1970'lerin başına kadar yıllık %5-6'lık güçlü bir GSYİH büyümesi gerçekleştiren İtalya 1980-90'larda giderek artan bir yavaşlamaya girdi. 2000'lerde ise ekonomi neredeyse durgunlaştı. Hükûmetin harcamalarıyla büyümeyi canlandırmaya yönelik siyasi çabalar 2017'de GSYİH'nın %131,8'ini aşan kamu borcunda ciddi bir artışa neden oldu ve borç büyüklüğünde AB'de Yunanlardan sonra ikinci sırada yer aldılar. Tüm bunlara rağmen, İtalyan kamu borcunun en büyük kısmı ulusal konulara aittir. İtalya ile Yunanistan arasında büyük bir fark vardır, İtalyan hanehalkı borç seviyesi OECD ortalamasından çok daha düşüktür.
İtalya'da genel olarak ülkenin coğrafi yapısından kaynaklanan nedenlerden ileri gelen yapısal sorunlar vardır. Hammadde eksikliği ve enerji kaynaklarının azlığı da öne çıkan başka sorunlardır. Ülkenin coğrafi yapısı genel olarak dağlıktır. Bu nedenle yoğun tarım yapılabilecek topraklar oldukça kısıtlıdır. Enerji sektöründe büyük ölçüde dışa bağımlılık söz konusudur. 2006 yılı verilerine göre ülkede tüketilen toplam enerji miktarının %86'sı dış kaynaklardan sağlanmıştır. (katı yakıtların %99,7'si, petrolün %92,5'i, doğalgazın %91,2'si ve elektriğin %15'i.)
İtalya ekonomisi ayrıca altyapı yatırımlarının gelişmemesi, pazara yönelik reformların uygulanamaması ya da yapılmaması ve araştırma konusunda yatırımlar yapılmaması nedeniyle güç yitirmektedir. Dünya Ekonomik Özgürlük Endeksi, 2008 yılında yayınladığı çalışmada ülkenin sırasını dünyada 64. Avrupa'da ise 29. olarak belirlemiştir. Böylece İtalya, avro alanı içinde en son sıraya yerleşmiştir. Dünya Bankası'na göre İtalya iş kurma, yatırım yapma ve ticaret konularında oldukça uygun ülkeler arasında gösterilmektedir. Buna karşın, ülkede bürokrasi alanında, mülkiyet haklarının korunması ve yüksek vergilendirmeler konusunda sorunlar göze çarpmaktadır. Bununla birlikte son yapılan araştırmalarda İtalya'nın 2006 yılında araştırma ve geliştirme konularına ayırdığı bütçe gayrisafi millî hasılanın %1,14'üyle sınırlı kalmış ve böylece, %1,84'lük Avrupa Birliği ortalamasının ve %3'lük Lizbon Stratejisi hedeflerinin oldukça altında kalınmıştır.
İtalya ekonomisinin büyüklüğündeki diğer ülkelerde karşılaştırıldığında İtalya'da oldukça az sayıda dünya çapında çokuluslu şirket vardır. Buna karşın İtalya'daki küçük ve orta ölçekteki şirket sayısı oldukça fazladır. Bu durum İtalya'da üretim sektöründe tek bir ürünün öne çıkmasına neden olmuştur. İtalya'nın dışsatımını yaparak ekonomisini canlı tuttuğu lüks tüketim malları son dönemlerde Çin gibi yükselmekte olan ve işgücünün ucuz olduğu ülkelerle rekabet içine girmektedir. İtalya'nın dışarıya sattığı ürünler içinde en önde gelenler motorlu araçlar (Fiat Group, Aprilia, Ducati, Piaggio); kimyasal ve petrokimyasal ürünler (Eni); enerji ve elektrik mühendisliği sistemleri (Enel, Edison, Prysmian); elektrikli ev gereçleri (Candy, Indesit); uzay ve savunma teknolojileri (Alenia, Agusta, Finmeccanica); ateşli silahlar (Baretta); moda ve tekstil ürünleri (Armani, Valentino, Versace, Dolce & Gabbana, Robert Cavalli, Benetton, Prada, Luxottica); gıda ürünleri (Ferrero, Barilla, Martini & Rossi, Campari, Parmalat) ve lüks arabalar ((Ferrari, Maserati, Lamborghini, Pagani, Alfa Romeo, ile yatlardır (Ferretti, Azimut)
İtalya'da turizm ise ülkede en hızlı gelişen ve en çok kâr getiren sektörlerdendir. Her yıl 43,7 milyon turist ülkeyi ziyaret etmekte ve ülkeye 4,7 milyar dolar bırakmaktadır. İtalya dünya sıralamasında en çok ziyaret edilen beşinci ülke, turizmden en çok kazanan dördüncü ülkedir.
Tarım
Son ulusal tarım sayımına göre, 2010 yılında 12.7 milyon hektarı kapsayan (%63'ü Güney İtalya'da bulunan) 1.6 milyon çiftlik vardı (2000'den beri −%32.4). Büyük çoğunluğu (%99’u) aileler tarafından işletilen küçük ve ortalama sadece 8 hektar büyüklüğündedir. Tarımsal kullanımda (ormancılık hariç), tahıl tarlaları %31, zeytin ağacı bahçeleri %8.2, bağlar %5.4, narenciye bahçeleri %3.8, şeker pancarı %1,7 ve bahçecilik %2.4’dür. Kalan kısım öncelikle otlaklara (%25.9) ve yemlik tahıllara (%11.6) ayrılmıştır.
İtalya, dünyanın en büyük şarap üreticisi dir ve zeytinyağı, meyvelerden (elma, zeytin, üzüm, portakal, limon, armut, kayısı, fındık, şeftali, kiraz, erik, çilek ve kivi) ve sebzelerden (özellikle enginar ve domates) de en önde gelen üretici ülkelerdendir. En ünlü İtalyan şarapları muhtemelen Toskana Chianti ve Piyemonteli Barolo'dur. Diğer ünlü şaraplar Barbaresco, Barbera d'Asti, Brunello di Montalcino, Frascati, Montepulciano d'Abruzzo, Morellino di Scansano ve köpüklü şarap Franciacorta ve Prosecco‘dur.
İtalya'nın uzmanlaştığı kaliteli ürünler özellikle daha önce bahsedilen şaraplar ve bölgesel peynirler, genellikle kalite güvence etiketleri DOC/DOP altında korunur. Avrupa Birliği tarafından atfedilen bu coğrafi işaret sertifikası, düşük kaliteli seri üretim ersatz ürünleri ile karıştırılmayı önlemek içindir.
Ulaşım
2004 yılında İtalya'da ulaşım sektörü, yaklaşık 119,4 milyon avroluk iş hacmine ulaştı ve ulaşım alanında hizmet veren 153.700 şirkette 935.605 kişiye istihdam sağlandı. Ulusal yol ağında bakıldığında, 2002 yılında İtalya'da iş görür durumda toplam 668.721 kilometre uzunluğunda karayolu vardır. Bunun 6.487 kilometresi bir özel şirket tarafından işletilen devlet yollarıdır.
2005 yılında İtalya'da 34.667.000 otomobil (Her bin kişiye 590 otomobil) ve 4.015.000 yük taşıtı olduğu kayda geçmiştir. Devlete ait olan ancak yine bir özel şirket tarafından yönetilmekte olan demiryolları da 2003 yılında toplam 16.287 kilometre olarak ölçülmüştür. Ülkedeki demiryolu ağının %69'u elektrikli olup demiryollarında toplam 4937 lokomotif ve vagon çalışmaktadır. Fréjus Demiryolu Tüneli, Alpleri aşarak ülkeyi Fransa ile bağlayarak demiryolu ulaşımında önemli bir yer tutmaktadır. Yapımı sürmekte olan Brenner Tüneli ise Avusturya ile İtalya'yı demiryolu ile birbirine bağlayacaktır.
Ulusal sınırlar içinde kalan akarsu ağı genelinde toplam uzunluğu 1.477 kilometreyi bulan ırmak ve kanallarda ulaşım ve taşımacılık yapılabilmektedir. Ülkede ayrıca 2004 yılı itibarıyla büyük çapta havalimanlarının sayısı 30, büyük limanların sayısı ise 43 olarak saptanmıştır. Cenova limanı İtalya'nın en büyük, Akdeniz'in ise ikinci büyük limanıdır. 2005 yılında İtalya'da 389 bin birimlik sivil havacılık filosu ve 581 gemilik bir ticaret filosu bulunmaktadır.
Enerji
Son on yılda İtalya, dünyanın en büyük yenilenebilir enerji üreticilerinden biri haline geldi ve Avrupa Birliği'nde ikinci, dünyada dokuzuncu sırada yer aldı. Rüzgar enerjisi, hidroelektrik ve jeotermal enerji de ülkedeki önemli elektrik kaynaklarıdır. İtalya'da üretilen tüm elektriğin %27,5'ini yenilenebilir kaynaklar oluşturuyor; tek başına hidroelektrik %12,6'ya ulaşıyor, ardından %5,7 ile güneş, %4,1 ile rüzgar, %3,5 ile biyoenerji ve %1,6 ile jeotermal geliyor. Ulusal talebin geri kalanı fosil yakıtlar (%38,2 doğal gaz, %13 kömür, %8,4 petrol) ve ithalatla karşılanmaktadır. Eni79 ülkede faaliyet gösteren, dünyanın yedi " Süper Büyük " petrol şirketinden biri ve dünyanın en büyük sanayi şirketlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Tek başına güneş enerjisi üretimi, 2014 yılında ülkedeki toplam elektrik üretiminin yaklaşık %9'unu oluşturdu ve bu da İtalya'yı dünyada güneş enerjisinden en yüksek katkıyı sağlayan ülke haline getirdi. 2010 yılında tamamlanan Montalto di Castro Fotovoltaik Santrali, 85 MW ile İtalya'nın en büyük fotovoltaik elektrik santralidir. İtalya'daki diğer büyük PV tesislerine örnek olarak San Bellino (70,6 MW), Cellino san Marco (42,7 MW) ve Sant' Alberto (34,6 MW) gösterilebilir. İtalya, elektrik üretmek için jeotermal enerjiden yararlanan dünyadaki ilk ülkeydi.
İtalya, 1980'lere kadar dört nükleer reaktör yönetmişti. Ancak, İtalya'da nükleer enerji 1987 referandumunun ardından (Sovyet Ukrayna'daki 1986 Çernobil felaketinin ardından) terk edildi, ancak İtalya hala yabancı topraklardaki İtalya'nın sahip olduğu reaktörlerden nükleer enerji ithal ediyor.
Turizm
İnsanlar yüzyıllardır İtalya'yı ziyaret ettiler, ancak yarımadayı turistik nedenlerle ilk ziyaret edenler, 17. yüzyılda başlayan ve 18. ve 19. yüzyıllarda gelişen Büyük Tur sırasında aristokratlardı. Bu, çoğu İngiliz olan Avrupalı aristokratların, İtalya'nın ana varış noktası olduğu Avrupa'nın bazı bölgelerini ziyaret ettikleri bir dönemdi. İtalya için bu, antik mimariyi, yerel kültürü incelemek ve doğal güzelliklere hayran olmak içindi.
Bugünlerde İtalya, 2016'da toplam 52,3 milyon uluslararası gelişle uluslararası turizmde en çok ziyaret edilen beşinci ülkedir. Seyahat ve turizmin GSYİH'ya toplam katkısı (yatırımdan, tedarik zincirinden ve teşvik edilen gelir etkilerinden daha geniş etkiler dahil) 2014'te 162,7 milyar Euro'ydu (GSYİH'nın %10,1'i) ve 2014'te doğrudan 1.082.000 iş yarattı (toplam istihdamın %4,8'i).
İtalya'da turistlerin ilgisini çeken unsurlar başta kültür, mutfak, tarih, moda, mimari, sanat, dini yerler ve rotalar, doğal güzellikler, gece hayatı, sualtı yerleri ve kaplıcalardır. Kış ve yaz turizmi Alpler ve Apeninler'deki birçok yerde mevcuttur, Akdeniz'in kıyı bölgelerinde deniz kenarı turizmi yaygındır. İtalya, Akdeniz'in önde gelen kruvaziyer turizmi destinasyonudur.
Turistik konaklama işletmelerinde geçirilen gecelerle ölçülen İtalya'nın en çok ziyaret edilen bölgeleri Veneto, Toskana, Lombardiya, Emilia-Romagna ve Lazio'dur. Roma, 2017'de 9,4 milyon ziyaretçi ile Avrupa'nın en çok ziyaret edilen 3. ve dünyanın 12. şehri olurken, Milano 6,8 milyon turistle dünya çapında 27. şehirdir. Ayrıca Venedik ve Floransa da dünyanın ilk 100 destinasyonu arasındadır.
İtalya aynı zamanda dünyada en fazla UNESCO Dünya Mirası Alanına sahip ülkedir (58). İtalya'nın 58 miras alanından 53'ü kültürel ve 5'i doğaldır.
İtalya'da 1 ile 5 yıldız arasında değişen çok çeşitli oteller vardır. ISTAT'a göre 2017 yılında 1.133.452 oda ve 2.239.446 yataklı 32.988 otel vardı. Otel dışı tesislere gelince (kamp alanları, turistik köyler, kiralık konaklama yerleri, tarım turizmi vb.), 2017'de sayıları 2.798.352 yatak ile 171.915 idi.
Kültür
İtalya, 1861 yılında ulusal birliğini sağlayana dek tek bir ülke değildi. İtalya topraklarındaki küçük devlet ve krallıklar birbirleri arasında farklılık gösterebilen kendi kültürlerini geliştiriyorlardı. Bu nedenle günümüzde İtalyan geleneği ya da İtalyan kökenli olarak adlandırılan şeyler bölge ve kökenlerine göre ayrılabilir. İtalya'nın Avrupa'nın kültürel ve tarihî mirasına katkısı çok büyüktür. Roma İmparatorluğu gibi dünyanın köklü devletlerine ev sahipliği yapmış olması ve Hristiyanlığın en önemli merkezi Vatikan'ı içinde bulundurması nedeniyle kültürel miras ögeleri bakımından son derece zengindir. İtalya, günümüzde UNESCO'nun 44 Dünya Kültür Mirası alanına ev sahipliği yaparak birinciliği elinde bulundurmaktadır.
Mimarlık
İtalya, antik Roma döneminde kemerler, kubbeler ve benzeri yapıların inşası, 14. ve 16. yüzyıllar arasında Rönesans mimari hareketi'nin kurulması, Neoklasik mimari gibi hareketlere ilham veren Palladyanizm yapı tarzının anavatanı ve 17. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında başta İngiltere, Avustralya ve ABD'de olmak üzere tüm dünyada soyluların kır evlerinin etkileyici tasarımları gibi önemli mimari başarılarıyla bilinir.
Tarih öncesi mimarinin yanı sıra, İtalya'da bir dizi tasarımı gerçekten başlatan ilk insanlar klasik Roma'ya ilerleyen, ardından Rönesans sırasında klasik Roma döneminin canlanmasına ve Barok çağa evrilen Yunanlar ve Etrüsklerdi.
Erken Orta Çağ'a hakim kilise mimarisi tarzı olan Bazilikanın Hristiyan kavramı Roma'da icat edildi. Bazilikalar Hemen hemen antik Roma tarzında inşa edilmiş, genellikle mozaikler ve süslemeler açısından zengin, uzun ve dikdörtgen binalar olarak biliniyorlardı. İlk Hristiyanların sanatı ve mimarisi de büyük ölçüde pagan Romalılarınkinden esinlenmiştir; heykeller, mozaikler ve resimler tüm kiliselerini süsledi. Orta Çağ Romanesk tarzındaki ilk önemli binalar, 800'lü yıllarda İtalya'da inşa edilen kiliselerdi. Bizans mimarisi de İtalya'da yayılmıştı. Bizanslılar, Roma'nın mimari ve sanat ilkelerini canlı tuttular ve bu döneme ait en ünlü yapı Venedik'teki San Marco Bazilikası'dır.
MS 800'den MS 1,100'e kadar giden Romanesk hareket, Piazza dei Miracoli'deki Eğik Pisa Kulesi ve Milano'da inşa edilen Sant'Ambrogio Bazilikası gibi birkaç başyapıtla İtalyan mimarisinin en verimli ve yaratıcı dönemlerinden biridir. Roma kemerleri, vitray pencereleri ve genellikle revaklarda bulunan kavisli sütunları kullanmasıyla biliniyordu. İtalyan Romanesk mimarisinin ana yeniliği, Batı mimari tarihinde daha önce hiç görülmemiş olan tonozdu.
İtalyan mimarisinin çiçeklenmesi Rönesans sırasında gerçekleşti. Filippo Brunelleschi, antik çağlardan beri gerçekleştirilemeyen bir mühendislik başarısı olan Floransa Katedrali için yaptığı kubbe ile mimari tasarıma katkıda yaptı. İtalyan Rönesans mimarisinin popüler başarısı, orijinal olarak Donato Bramante tarafından 16. yüzyılın başlarında tasarlanan Aziz Petrus Bazilikası idi. Ayrıca Andrea Palladio, 16. yüzyılın ortalarında ve sonlarında tasarladığı villa ve saraylarla Batı Avrupa'daki mimarları etkilemiş; Palladio tarafından tasarlanan yirmi üç binasıyla Vicenza şehri ve yirmi dört Veneto'daki Palladyan Villaları, UNESCO tarafından Vicenza Şehri ve Veneto'daki Palladyan Villaları adlı Dünya Mirası Alanı parçası olarak listelenmiştir.
Barok dönem 17. yüzyılda özellikle kiliseleriyle tanınan birkaç seçkin İtalyan mimar çıkardı. Geç Barok ve Rokoko mimarisinin en özgün eseri, 18. yüzyıla tarihlenen Palazzina di caccia di Stupinigi'dir. Luigi Vanvitelli 1752'de Kraliyet Caserta Sarayı inşaatına başladı. Bu büyük komplekste görkemli Barok tarz iç mekanlar ve bahçeler daha sade bina kaplamasına karşı çıkar.
18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında İtalya, Neoklasik mimari hareketten etkilendi. Villalar, saraylar, bahçeler, iç mekanlar ve sanat, Roma ve Yunan konularına dayandırılmaya başlandı.
Faşist dönemde, Gio Ponti ve Giovanni Muzio gibi şahsiyetlerle, imparatorluk Roma'sının yeniden keşfine dayanan "Novecento hareketi" gelişti. İtalya'daki birçok şehrin kentsel dönüşümlerinden sorumlu olan ve Roma'daki tartışmalı Via della Conciliazione için hatırlanan Marcello Piacentini, basitleştirilmiş Neoklasizm biçimi tasarladı.
Görsel sanatlar
İtalyan görsel sanatlarının tarihi, Batı resim tarihi için önemlidir. Roma sanatı Yunanistan'dan etkilenmiştir ve kısmen eski Yunan resminin soyundan geldiği kabul edilebilir. Roma resminin kendine has özellikleri vardır. Hayatta kalan tek Roma resimleri, çoğu Güney İtalya'daki Campania'daki villalardan gelen duvar resimleridir. Bu tür resimler dört ana "stil" veya dönem halinde gruplandırılabilir ve trompe-l'œil, sahte perspektif ve saf manzaranın ilk örneklerini içerebilir.
Romanesk döneminde, Bizans ikonalarının yoğun etkisi altında pano boyama daha yaygın hale gelir. 13. yüzyılın ortalarına doğru Orta Çağ sanatı ve Gotik resim, İtalya'da Cimabue ve ardından onun öğrencisi Giotto di Bondone ile hacim ve perspektif tasvirine olan ilginin başlamasıyla daha gerçekçi hale geldi. Giotto'dan itibaren resimde kompozisyonun işlenmesi çok daha özgür ve yenilikçi hale geldi.
Birçok kişi tarafından resmin altın çağı olduğu söylenen İtalyan Rönesansı, kabaca 14. yüzyıldan 17. yüzyılın ortalarına kadar uzanan ve modern İtalya sınırlarının dışında da önemli bir etkisi vardır. İtalya'da Paolo Uccello, Fra Angelico, Masaccio, Piero della Francesca, Andrea Mantegna, Filippo Lippi, Giorgione, Tintoretto, Sandro Botticelli, Leonardo da Vinci, Michelangelo Buonarroti, Raphael, Giovanni Bellini ve Titian gibi sanatçılar perspektif kullanımı, insan anatomisi ve orantı çalışması ve rafine çizim ve boyama tekniklerinin geliştirilmesi yoluyla resim yapmayı daha yüksek bir düzeye çıkardı. Michelangelo, 1500'den 1520'ye kadar bir heykeltıraş olarak aktifti; eserleri arasında Davut, Pietà, Musa vardır. Diğer Rönesans heykeltıraşları arasında Lorenzo Ghiberti, Luca della Robbia, Donatello, Filippo Brunelleschi ve Andrea del Verrocchio sayılabilir.
15. ve 16. yüzyıllarda Yüksek Rönesans, Maniyerizm olarak bilinen stilize bir sanatın doğmasına neden oldu. 16. yüzyılın şafağında sanatı niteleyen dengeli kompozisyonlar ve perspektife rasyonel yaklaşım yerine, Maniyeristler istikrarsızlığı, yapaylığı ve şüpheyi aradılar. Piero della Francesca ve Raphael'in sakin Bakirelerinin bozulmamış yüzleri ve jestleri, Pontormo'nun sıkıntılı ifadeleri ve El Greco'nun duygusal yoğunluğu ile yer değiştirdi.
17. yüzyılda, İtalyan Borok'un en büyük ressamları arasında Caravaggio, Annibale Carracci, Artemisia Gentileschi, Mattia Preti, Carlo Saraceni ve Bartolomeo Manfredi vardır.
Daha sonra 18. yüzyılda İtalyan Rokoko, esasen Fransız Rokoko'dan ilham aldı çünkü Fransa, Giovanni Battista Tiepolo ve Canaletto gibi sanatçılarla birlikte bu tarzın kurucu ulusuydu. İtalyan Neoklasik heykeli, Antonio Canova'nın çıplakları ile hareketin idealist yönüne odaklandı.
19. yüzyılda, başlıca İtalyan Romantik ressamları Francesco Hayez, Giuseppe Bezzuoli ve Francesco Podesti idi. İzlenimcilik, Giovanni Fattori ve Giovanni Boldini tarafından yönetilen Macchiaioli tarafından Fransa'dan İtalya'ya getirildi; Realizm, Gioacchino Toma ve Giuseppe Pellizza da Volpedo tarafından getirildi.
20. yüzyılda, Fütürizm ile, özellikle Umberto Boccioni ve Giacomo Balla'nın çalışmaları aracılığıyla, İtalya resim ve heykelde sanatsal evrim için yeni ufuklar açan bir ülke oldu. Fütürizmin ardından, Sürrealistler ve Bruno Caruso ve Renato Guttuso gibi sonraki nesiller üzerinde güçlü bir etki bırakan Giorgio de Chirico'nun metafizik resimleri geldi.
İtalya'da resim sanatı tarihin hemen her döneminde gelişim göstermiştir.Tiziano Vecellio ve Caravaggio İtalyan resminin en seçkin erken örneklerini vermişlerdir. İtalyan ressamların işlerinde çoğunlukla dinî figürler öne çıkmıştır. Bunda ülkenin Vatikan ile olan yoğun ilişkisi etkili olmuştur. İtalya'da resim sanatında verilen yapıtlar çoğu zaman Avrupa'nın en önde gelen sanat eserleri olmuştur. Bu dönemlerden sonra İtalya dış güçler tarafından sürekli baskılarla maruz kalmış ve bu da ülkede ilginin sanattan, daha çok politik sorunlara kaymasına neden olmuştur. Tüm bunlar sonucunda İtalya Avrupa'da sanat alanında elde ettiği otoriteyi yitirmiştir.
Edebiyat
İtalyan dilinin temelleri, 1300'lü yıllarda Floransalı şair Dante Alighieri tarafından atılmıştır. İtalyan yazınının en erken ve önemli temsilcileri arasında sayılan Dante'nin İlahî Komedya adlı yapıtı Orta Çağlarda Avrupa'da üretilen en önemli yazınsal eserlerden biridir. Bunu dışında Giovanni Boccaccio, Giacomo Leopardi, Alessandro Manzoni, Torquato Tasso, Ludovico Ariosto ve Francesco Petrarca gibi ünlü İtalyan edebiyatçıları yüzyıllar boyu Avrupa yazınına katkıda bulunmuşlardır. Felsefe alanında öne çıkan düşünürler arasında Giordano Bruno, Marsilio Ficino, Niccolò Machiavelli ve Giambattista Vico sayılabilir.
Çağdaş İtalyan yazınını temsilcileri arasında ise pek çok Nobel ödüllü yazar bulunur. Nobel ödülü almış İtalyan edebiyatçılar şunlardır: ulusalcı şair Giosuè Carducci (1906)'da, realist yazar Grazia Deledda (1926)'da, çağdaş tiyatro yazarı Luigi Pirandello (1936)'da, şair Salvatore Quasimodo (1959)'da, Eugenio Montale (1975'te), satirist tiyatro yazarı Dario Fo (1997'de).
İtalyan tiyatroları sanatı incelenecek olursa, kökenleri Yunan tiyatrosu etkisinde kalmış Roma tiyatrosuna kadar indirilebilir. Roma dönemi drama yazarları genelde Yunanca oyunları çevirmişlerdir. 16. yüzyılda ve 18. yüzyıla kadar
Commedia dell'arte akımı doğaçlama tiyatronun bir dalı olarak kalmıştır ve bugün bile İtalya sahnelerinde görülebilmektedir. İtalya'da yaygın olan bir başka tiyatro geleneği de canovaccio adı verilen gezici tiyatro truplarıdır. Bu truplardaki sanatçılar gittikleri yerlerde açık hava sahneleri kurarlar ve kabataslak bir senaryo çerçevesinde hokkabazlık ve akrobasi ile karışık eğlence şovları düzenleyerek tiyatro yaparlar.
Bilim
Yüzyıllar boyunca, İtalya'dan pek çok bilim insanı yetişti. Bu bilim insanlarının çeşitli alanlarda insanlığa kazandırdıkları buluşlar ile kendilerinin ve ülkelerinin adını duyurdular. Bunlar içinde en bilinen isimlerden biri de Leonardo da Vinci'dir. Da Vinci, biyolojiden teknolojiye pek çok alanda çağdaş bilime rehberlik eden buluşlara imza attı. Aynı şekilde Galileo Galilei fizik, matematik ve astronomi alanlarında çalışan ve pek çok buluşa imza atan bir başka İtalyan bilim insanıdır. Galilei teleskobun geliştirilmesine önemli katkılarda bulunmuş ve bir bölümünü kendi gerçekleştirdiği sayısız astronomik buluşa olanak sağlamıştır. Nobel ödülü de kazanan fizikçi Enrico Fermi dünyanın ilk nükleer reaktörünü oluşturan gruba önderlik etmiş, kuantum teorisinin oluşturulmasına verdiği destek ve fizik alanındaki diğer önemli çalışmalarıyla adını duyurmuştur.
İtalya'da bilim alanında önemli katkılar veren araştırmacılar arasında Güneş Sistemi ile ilgili pek çok buluşa imza atan gök bilimci Giovanni Domenico Cassini, pili bulan fizikçi Alessandro Volta, matematikçiler Lagrange, Fibonacci ve Gerolamo Cardano, mikroskobik anatominin kurucusu doktor Marcello Malpighi, hücre teorileri, hayvan üremesi ve insan bedeninin işlevleri konusunda yeni bilgiler ortaya çıkarak biyoloji araştırmacısı Lazzaro Spallanzani, kendisiyle aynı adla anılan golgi aygıtını bularak Nobel ödülü kazanan bir diğer İtalyan bilim insanı Camillo Golgi ve radyoyu icat ederek, yine Nobel kazanan bir başka İtalyan olan Guglielmo Marconi sayılabilir.
Müzik
İtalyan folk müziğinden, Avrupa klasik müziğine kadar, müzik her zaman İtalya kültüründe önemli bir rol oynamıştır. Opera'ya hayat veren İtalya, klasik müziğin temellerinin atıldığı yerdir. Aynı zamanda piyano ve violin gibi klasik müzikle ilgili çalgılarında ortaya çıkış yeri İtalya'dır. Senfoni, konçerto ve sonata da köklerini İtalya'da 16. ve 17. yüzyıllarda gelişen akımlardan alan müzik türleridir. İtalya'nın en önde gelen bestecileri arasında, Rönesans dönemi bestecisi Giovanni Pierluigi da Palestrina ve Claudio Monteverdi, Barok besteciler Alessandro Scarlatti, Arcangelo Corelli ve Antonio Vivaldi, klasik dönem besteciler Niccolò Paganini ve Gioachino Rossini ile romantik besteciler Giuseppe Verdi ve Giacomo Puccini sayılabilir.
Çağdaş İtalyan besteciler Luciano Berio ve Luigi Nono elektronik müzik konusunda önemli eserler vermişlerdir. Ülkede çok sayıda işler hâlde opera evinin bulunmasından dolayı ülkede klasik müziğin hâlâ tutunmakta olduğu görülmektedir. Milano'daki La Scala ve Napoli'deki San Carlo operaevleri ve Maurizio Pollini ile Luciano Pavarotti dünyaca ünlü tenörler İtalya'nın klasik müzik alanındaki başarı ve egemenliğinin birer göstergesidir.
Ülkede ilk olarak 1920'lerde ortaya çıkan caz müziği hızla tutuldu ve İtalya'da geniş kitlelere yayıldı. Faşist dönemin Amerikan karşıtı politikalarına karşın caz müziği ülkede hep popüler kaldı. 70'li yıllarda Progressive rock hareketinin başını çeken ülkelerden oldu ve rock müzik alanında dünyaya Premiata Forneria Marconi ve Goblin gibi gruplar kazandırdı. Pop müzik sanatçısı Mina, Andrea Bocelli, Laura Pausini, Eros Ramazzotti, Mango, Sfera Ebbasta, Fabio Rovazzi ve Fedez İtalya'nın son dönemlerde uluslararası düzeyde sükse yapmış sanatçılarıdır.
Sinema
İtalyan sinema tarihi, Lumière Kardeşlerin hareketli resimler ile sinema tekniğini bulmasının kısa süre sonra başladı. İlk İtalyan filmi, dönemin papası XIII. Leo'nun kameraya karşı kutsama yapan görüntüsünden oluşan birkaç saniyelik, oldukça kısa bir kayıttı. Gerçek anlamda İtalyan sinema endüstrisi 1903 ve 1908 yılları arasında kurulan Società Italiana Cines, Ambrosio Film ve Itala Film adlarında üç film şirketiyle doğdu. Daha sonra Milano ve Napoli'de de film şirketler boy göstermeye başladı. Kısa süre içinde bu şirketler büyüyerek nitelikli işler çıkartmaya başladılar ve İtalyan filmleri dışarıya da gönderilmeye başlandı. İtalya'da sinema Benito Mussolini iktidarı döneminde bir tür siyasi propaganda aracı olarak da kullanıldı.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra İtalyan filmlerinin yıldızı parladı ve 1980'lerde televizyonun yaygınlaşmaya başlamasıyla İtalyan sineması bir gerileme sürecine girdi. Dünyaca tanınmış İtalyan film yönetmenleri arasında Vittorio De Sica, Federico Fellini, Sergio Leone, Pier Paolo Pasolini, Michelangelo Antonioni ve Dario Argento sayılabilir. Tatlı Hayat, İyi, Kötü ve Çirkin, Bisiklet Hırsızları gibi eski dönem İtalyan filmleri dünya sinemasında yer etmiş yapımlardır. Daha yakın geçmişte çekilen ve uluslararası düzeyde sükse yapan İtalyan filmleri arasında Roberto Benigni tarafından yönetilen Hayat Güzeldir ve Massimo Troisi'nin başrolünde oynadığı Postacı vardır.
Spor
İtalya'da yapılan popüler sporlar futbol, basketbol, voleybol, sutopu, eskrim, ragbi, bisiklet ve motor yarışları ile buz hokeyidir. (Çoğunlukla Milano, Trentino-Alto Adige ve Veneto bölgelerinde yapılır)
İtalya’nın bireysel sporlarda da uzun ve başarılı bir geleneği vardır. Bisiklet yarışları ülkede tanınmış bir spordur. İtalyanlar, Belçika hariç UCI Dünya Şampiyonasında diğer tüm ülkelerden daha fazla madalya kazandı. Giro d'Italia, her yıl Mayıs ayında düzenlenen bir bisiklet yarışıdır ve üç Büyük Tur'dan biridir.
Coğrafi koşulların elverişli olmasından dolayı kuzey bölgelerde en yaygın sporlar kış sporlarıdır. İtalyanlar kış sporları kategorilerinde yapılan yarışma ve karşılaşmalarda öne çıkmaktadırlar. İtalyan şehirlerinden Torino 2006 Kış Olimpiyatları'na ev sahipliği yapmıştır.
İtalya'da spor türleri, çoğu zaman festivallerle birleştirilir. Bir tür at yarışı olan palio Palio di Siena festivalinde, gondol yarışları da her eylül ayının ilk pazar günü Venedik'te gerçekleşir.
İtalyan sporu Antik Roma'da gladyatör dövüşlerinin yapıldığı Kolezyum'dan, çağdaş Roma'da futbol kulüplerinin yarıştığı çağdaş Olimpiyat Stadyumu'na varan uzun bir yol katetmiştir.
İtalya'da en çok oynanan spor türü futboldur. İtalyan futbolunun en üst ligi olan Serie A, yalnızca ülke içinde değil tüm dünyada ilgiyle izlenmektedir. İtalya millî takımı, bugüne dek kazanmış olduğu 4 FIFA Dünya Kupası ile dünyanın en başarılı ikinci takımıdır. İtalya millî takımının kazandığı ilk dünya kupası 1934 yılındadır.
Kriket de İtalya'da yeniden önem kazanmaya başlamış olan ve hızla popülerlik kazanan bir spor dalıdır. İtalya'da kriket sporu İtalya Kriket Federasyonu (İtalyanca: Federazione Cricket Italiana) tarafından düzenlenmektedir ve İtalyan Millî Kiriket Takımı dünya sıralamasında 27. sırada yer almaktadır.
Moda ve tasarım
İtalyan modasının uzun bir geleneği vardır. Milano, Floransa ve Roma, İtalya'nın başlıca moda başkentleridir. Global Language Monitor tarafından hazırlanan "Top Global Fashion Capital Rankings" 2013'e göre, Milano onikinci iken Roma dünya çapında altıncı sıradaydı. Daha önce 2009'da Milano, Global Language Monitor'ün kendisi tarafından "dünyanın moda başkenti" ilan edilmişti. Birkaç isim vermek gerekirse Gucci, Armani, Prada, Versace, Valentino SpA|Valentino, Dolce & Gabbana, Missoni, Fendi, Moschino, Max Mara, Trussardi ve Ferragamo gibi büyük İtalyan moda markaları dünyanın en iyi moda evleri arasında sayılır.
Bvlgari, Damiani ve Buccellati gibi kuyumcular İtalya'da kuruldu. Ayrıca moda dergisi Vogue Italia, dünyanın en prestijli moda dergilerinden biri olarak kabul edilir. Trieste'deki ITS genç moda tasarımcısı yarışmasında olduğu gibi genç, yaratıcı moda yetenekleri de desteklenir.
İtalya ayrıca tasarım alanında, özellikle iç tasarım, mimari tasarım, endüstriyel tasarım ve kentsel tasarım alanında da öne çıkar. Ülke, Gio Ponti ve Ettore Sottsass gibi bazı tanınmış mobilya tasarımcıları yetiştirmiştir ve "Bel Disegno" ve "Linea Italiana" gibi İtalyanca ifadeler mobilya tasarımı sözlüğüne girmiştir. Klasik İtalyan parçalarının beyaz eşya ve mobilya parçalarının örnekleri arasında Zanussi'nin çamaşır makinesileri ve buzdolabıları, Atrium'un "New Tone" kanepeleri ve Ettore Sottsass'ın, Bob Dylan'ın "Stuck Inside of the Mobile with the Memphis Blues Again"den ilham alan post-modern kitaplığı vardır. Günümüzde Milano ve Torino, mimari tasarım ve endüstriyel tasarım alanlarında ülkenin liderleridir. Avrupa'nın en büyük tasarım fuarı Fiera Milano, Milano şehrindedir. Milano’da ayrıca "Fuori Salone" ve Salone del Mobile gibi tasarım ve mimariyle ilgili önemli etkinlikler ve mekanlar vardır ve Bruno Munari, Lucio Fontana, Enrico Castellani ve Piero Manzoni gibi tasarımcıları da barındırmıştı.
Mutfak
İtalyan mutfağı, MÖ 4. yüzyıla kadar uzanan kökleri ile yüzyıllar boyunca süren sosyal ve politik değişimlerle gelişmiştir. İtalyan mutfağının kendi içinde Etrüsk, antik Yunan, antik Roma, Bizans ve Yahudi mutfaklarından önemli derecede etkilenmiştir. Yeni Dünya'nın keşfedilmesiyle patates, domates, dolmalık biber ve mısır gibi artık mutfağın merkezinde olan ancak 18. yüzyıla kadar olmayan öğelerin gelmesiyle önemli değişiklikler oldu.Del Conte, 11–21.
İtalyan mutfağı dünyanın en zengin mutfaklarından biridir ve karakteristik özellikleriyle öne çıkmaktadır. İtalyan mutfağı bölgelere göre büyük farklılıklar gösterir. Sebze ve hamur işleri ağırlıktadır. Peynir ve şarap İtalyan mutfağının önemli ögeleri arasındadır. Geniş bir kahve çeşitliğine sahip olan İtalyan mutfağında özellikle espresso önemli bir yer tutar. İtalyan mutfağının dünyaya mâl olmuş yemekleri arasında pizza, spagetti ve bazı makarnalar ile bunların kendilerine özgü sosları, risotto, parmesan peyniri, lazanya ve tiramisu sayılabilir.
İtalyan mutfağı büyük ölçüde geleneksel ürünlere dayanır; ülkede AB yasaları kapsamında korunan çok sayıda geleneksel spesiyaliteler vardır. Peynir, soğuk etler ve şarabı, birçok bölgesel sapma ve Korumalı Menşe İsmi veya Korumalı Coğrafi İşaret etiketleri ile İtalyan mutfağının merkezinde yer alır ve kahve (özellikle espresso) ile birlikte İtalyan gastronomik kültürünün bir parçasını oluşturur.
Tatlılar, turunçgiller, fıstık ve badem gibi yerel lezzetleri mascarpone ve ricotta gibi tatlı peynirlerle veya kakao, vanilya ve tarçın gibi egzotik tatlarla birleştirme konusunda uzun bir geleneğe sahiptir.
Gelato, tiramisù ve cassata, İtalyan tatlıları, kekleri ve pastanelerinin en ünlü örnekleri arasındadır. İtalyan tarım-gıda ürünlerinin taklidi pazarlama fenomeni İtalyan Sesli (İngilizce:Italian Sounding) adıyla bilinir.
Kaynakça
Dış bağlantılar
Ülke ile ilgili genel bilgiler
İtalya hakkında Türkçe bilgiler içeren bir web sitesi
BBC News
The Economist
by the U.S. Department of State
Genel
CIA The World Factbook
Italia Tourism official website
Italy at UCB Libraries GovPubs''
Cumhuriyetler
Kıtalararası ülkeler
Avrupa ülkeleri
G7 ülkeleri
G8 ülkeleri
G20 ülkeleri
İtalyanca konuşan ülkeler
Liberal demokrasiler
NATO ülkeleri
Avrupa Konseyi ülkeleri
Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler
Güney Avrupa
1861'de kurulan bölgeler ve ülkeler
1861'de Avrupa'da kurulan oluşumlar
Akdeniz İçin Birlik ülkeleri
Güney Avrupa ülkeleri |