url
stringlengths 33
85
⌀ | title
stringlengths 5
66
| author
stringclasses 99
values | categories
stringlengths 4
323
⌀ | date
stringlengths 12
16
⌀ | story
stringlengths 5
35k
|
---|---|---|---|---|---|
https://www.masaloku.net/ciftci-ile-kahya/
|
Çiftçi ile Kahya Masalı
| null | null | null |
Çiftçi ile Kahya Hikayesi
Bir zamanlar adamın biri, yüksek bir tepede, fırtınaların çok olduğu bir yerde bir çiftlik satın almış. Çiftlik işleriyle ilgilenecek bir kahya aramaya başlamış. Ancak civar köylerden gelen köylüler, çiftliğin fırtınalı bir yerde olduğunu görünce işi kabul etmemiş. Herkes, “Burası çok yüksek, sürekli fırtına kopuyor, burada çalışılmaz,” diyormuş.
Sonunda, orta yaşlı ve zayıf görünümlü bir adam kahya olmak için başvurmuş. Çiftçi adama, “Çiftlik işlerinden anlar mısın?” diye sormuş. Adam, “Sayılır,” demiş ve eklemiş: “Fırtına da çıksa ben uyuyabilirim.” Çiftçi bu cevabı biraz garip bulmuş ama başka kimse bulunmadığı için adamı işe almış.
Haftalar geçmiş, kahya işini düzenli ve özenli bir şekilde yapıyormuş. Çiftçi de ondan memnunmuş. Ama bir gece, fırtına çıkınca her şey değişmiş.
Çiftçi, gece yarısı fırtınanın uğultusuyla uyanmış. Rüzgar o kadar şiddetliymiş ki evin çatısı sallanıyormuş. Hemen yatağından fırlamış ve kahyanın odasına koşmuş. “Kalk çabuk!” diye bağırmış. “Fırtına çıktı! Her şeyi uçurmadan önce bir şeyler yapmamız lazım!”
Ama kahya, yatağında rahatça uzanmış ve hiç istifini bozmadan, “Efendim, işe girerken demiştim ya, fırtına da çıksa ben uyuyabilirim,” diye mırıldanmış. Çiftçi buna çok sinirlenmiş ve kendi başına dışarı çıkmaya karar vermiş. Çıkarken de kendi kendine söyleniyormuş;
“Sabah ilk işim kahyayı kovmak olacak”
Çiftçi dışarı çıktığında, saman balyalarının düzenli bir şekilde bir araya toplandığını ve üzerlerinin muşamba ile örtülüp sıkıca bağlandığını görmüş. Ahıra gitmiş; tüm hayvanlar çoktan içeri alınmış ve ahırın kapısı sağlam bir şekilde kapatılmış. Eve geri dönmüş; tüm kapıların, kepenklerin sağlamca kapalı olduğunu fark etmiş. Çiftçi derin bir nefes almış ve odasına dönmüş. Yatağına uzanırken artık kahyasını anlıyormuş. Gülümsemiş ve kendi kendine mırıldanmış: “Artık fırtına da çıksa ben de uyuyabilirim.”
Bu hikaye bize, hayatın zorluklarına karşı hazırlıklı olmanın önemini gösteriyor. Eğer her türlü tedbiri önceden alırsanız, fırtına çıktığında rahatça uyuyabilirsiniz.
|
https://www.masaloku.net/sincap-ile-mese-agaci/
|
Sincap ile Meşe Ağacı Masalı
| null | null | null |
Sincap ile Meşe Ağacı Masalı
Bir zamanlar, ormanın derinliklerinde yaşayan bir sincap varmış. Bu sincap, çevresindeki hayvanlar tarafından ormandaki en çalışkan hayvan olarak bilinirmiş. Her gün, sabahın erken saatlerinden akşama kadar ormanda koşar, ceviz ve fındık gibi yiyecekler toplar, bunları yer altına saklayarak yaklaşan kış için yiyecek hazırlarmış.
Bir sabah, sincap biraz ceviz bulmuş ve bulduğu cevizleri saklamak için çukurlar kazıyormuş. Yakınlarda duran koca bir meşe ağacı, sincabın bu azmini izlerken sakince konuşmuş: “Ne kadar da çalışkansın! Gerçekten hayranlık uyandırıyorsun,” demiş meşe ağacı.
Sincap, gülümseyerek başını kaldırmış ve şöyle cevap vermiş: “Çalışmak zorundayım. Şimdi hazırlık yapmazsam, kış geldiğinde aç kalırım.”
Meşe ağacı bu cevaba başıyla onay vermiş ama içten içe sincabın bu çabaları için biraz endişelenmiş: “Peki ya sakladığın tüm cevizlerin yerlerini hatırlayabilecek misin? Fazla saklamak bazen hem zamanını hem de enerjini boşa harcamana neden olabilir.”
Sincap, meşenin sözlerine gülümseyerek yanıt vermiş: “Teşekkür ederim, dostum. Ama ben ne kadar çok saklarsam, kışın o kadar çok yemeğim olur diye düşünüyorum.”
Günler geçmiş, aylar ilerlemiş ve sonunda kış gelmiş. Ormanın o yemyeşil halinden eser kalmamış, her yer karla kaplanmış. Sincap, sakladığı cevizleri bulmak için kazmaya başlamış. Ancak çok geçmeden fark etmiş ki sakladığı birçok cevizin yerini unutuvermiş. Bazı çukurlar boşmuş, bazıları ise karla kapanıp görünmez olmuş.
Sincap, çaresizce kendi kendine mırıldanmış: “Ne yapacağım şimdi? Sakladığım cevizlerin çoğunu bulamıyorum. Bunca çukur kazmışım ama çoğunun nerede olduğunu hatırlayamıyorum!”
Meşe ağacı, sincabın bu durumunu görünce yumuşak bir sesle konuşmuş: “Üzülme dostum. Elinden geleni yaptın. Bilmediğin bir şey var: O bulamadığın cevizler, toprağın altında ağaç olup büyüyebilir.”
Sincap, şaşkınlıkla meşe ağacına bakmış: “Gerçekten mi? Sakladığım cevizlerden ağaç mı olur?”
Meşe ağacı sakin bir şekilde başını sallamış: “Evet, o cevizlerden bir gün koskoca ağaçlar çıkabilir. Belki bu ağaçlar sana gölge olur, belki de başka hayvanlar için yuva olur. Hem ormanın dengesi için de faydalı olur.”
Bu sözler sincabın içini rahatlatmış ve ona yepyeni bir bakış açısı kazandırmış: “Hiç düşünmemiştim! Çabalarımın bir kısmı boşa gitmiş gibi görünse de, gelecekte ormana fayda sağlayacağını bilmek beni mutlu ediyor.”
O günden sonra sincap, çalışkanlığına devam etmiş ama artık yalnızca topladığı cevizleri değil, yaptığı her işin uzun vadede fayda sağlayabileceğini de anlamış. Ormanın içinde yeni ağaçların büyüdüğünü görmek ise onun en büyük mutluluğu olmuş.
Bu masaldan çıkarılacak ders;
Çabalarımızın kısa vadede sonuçsuz gibi görünse bile uzun vadede değerli etkiler yaratabileceğidir**. Hayatta her emek, doğrudan bir karşılık vermese de, bazen beklenmedik ve güzel sonuçlara yol açabilir.
Ayrıca, önceden plan yapmanın ve geleceği düşünerek hareket etmenin önemini** de vurgular. Ancak, planlarımız her zaman istediğimiz gibi gitmeyebilir; bu durumda, ortaya çıkan beklenmedik sonuçların da faydalı olabileceğini fark etmeliyiz.
Son olarak, bu masal özgüven, sabır ve doğayla uyum içinde yaşamanın gerekliliğini de hatırlatır. Hedeflerimize ulaşmak için çok çalışmalı, ama aynı zamanda sonuçlardan ders almayı ve her şeyin bir amaca hizmet ettiğini anlamayı öğrenmeliyiz.
|
https://www.masaloku.net/kirmizi-ucurtma/
|
Kırmızı Uçurtma Masalı
| null | null | null |
Kırmızı Uçurtma Masalı
Bir zamanlar bir kasabada, Alper adında bir çocuk yaşarmış. Alper, akıllı, çalışkan ama biraz da hayalperest bir çocukmuş. En sevdiği şey, gökyüzünde salınan uçurtmaları izlemekmiş. Bütün arkadaşları gibi o da uçurtma uçurmayı çok severmiş.
Alper’in en iyi arkadaşı ise Sevim’miş. Sevim neşeli, güler yüzlü ve her zaman arkadaşlarına yardım etmeyi seven bir kızmış. Alper ile Sevim aynı okula gidermiş ve her gün birlikte oyunlar oynar, maceralara atılırlarmış.
Bir gün Alper, annesinin odasına girmiş ve heyecanla konuşmuş: “Anneciğim, yarın Sevim’in doğum günü. Ona çok özel bir hediye vermek istiyorum.”
Annesi, Alper’in bu düşüncesine gülümsemiş ve sormuş: “Peki ne hediye vereceksin oğlum?”
Alper bir süre düşünmüş ve nihayet cevap vermiş: “Ona kendi ellerimle bir uçurtma yapacağım! Hem de kırmızı bir uçurtma.”
Annesi bu fikre çok sevinmiş. Alper, okuldan gelir gelmez soluğu kasabanın kırtasiyesinde almış. Kırtasiyeden uçurtma yapmak için gereken malzemeleri almış:
– Üç tane çıta – Parlak kırmızı bir uçurtma kağıdı – Güçlü bir ip – Biraz yapıştırıcı
Alper, malzemeleri alıp eve döndüğünde akşam olmak üzereymiş. Hemen ellerini yıkamış, ailesiyle birlikte yemek yemiş ve sonra ödevlerini bitirmiş. Görevlerini tamamladıktan sonra sıra uçurtmaya gelmiş.
“Babacığım, bana yardım eder misin?” diye sormuş.
Babası gülerek, “Elbette oğlum. Hadi bakalım, başlayalım!” demiş.
Baba – oğul birlikte kırmızı bir uçurtma yapmaya başlamışlar. Alper çıtaları düzgünce birleştirmiş, babası da uçurtma kağıdını dikkatlice yerleştirmiş. Alper uzun bir ip kesmiş ve kırmızı kağıtlardan uzun bir kuyruk yapmış. Kuyruk öyle güzel olmuş ki sanki uçurtma gökyüzünde dans edecekmiş gibi görünüyormuş.
Sonra Alper, eline kalem almış ve uçurtmanın tam ortasına büyük harflerle şunları yazmış:
“EN İYİ ARKADAŞIM SEVİM”
Babası, Alper’e gururla bakmış. Alper de sevinçle babasına sarılmış: “Yardımın için çok teşekkür ederim, babacığım!” demiş. Babası da, “Senin bu güzel kalbin her şeye değer oğlum,” diye cevap vermiş.
Ertesi gün gelmiş çatmış. Alper, kırmızı uçurtmayı büyük bir özenle sarıp sarmalamış ve Sevim’in evine doğru yola koyulmuş. Sevim’in evinde büyük bir doğum günü partisi varmış. Alper içeri girdiğinde arkadaşlarının çoğu oradaymış.
Çocuklar birlikte “taş, kâğıt, makas” oynamışlar, şarkılar söylemişler ve kahkahalarla eğlenmişler. Bir süre sonra Sevim’in annesi pastayı getirmiş. Üzerinde parlayan mumlar varmış.
Herkes hep bir ağızdan: “İyi ki doğdun Sevim!” diye bağırmış.
Sevim gözlerini kapatıp bir dilek tutmuş ve mumları üflemiş. Herkes alkışlamış.
Tam o sırada Alper, elindeki paketi Sevim’e uzatmış: “Bu senin için Sevim! Kendi ellerimle yaptım,” demiş.
Sevim, paketi heyecanla açmış. Kutunun içindeki kırmızı uçurtmayı görünce gözleri parlamış. “Bu… bu bir uçurtma! Hem de kırmızı! Çok güzel!” diye sevinçle yerinden zıplamış.
Sevim, mutlulukla Alper’e sarılmış: “Alper, bu en güzel hediye! Çok teşekkür ederim!” demiş.
O günden sonra Sevim ve Alper, hafta sonu geldiğinde uçurtmayı uçurmak için kasabanın büyük çayırına gitmişler. Gökyüzü o gün masmaviymiş, rüzgâr hafif hafif esiyormuş. Alper uçurtmanın ipini tutmuş, Sevim de ona yardım etmiş.
Kırmızı uçurtma, rüzgârın da yardımıyla hızla yükselmiş ve gökyüzünde süzülmeye başlamış. Kuyruğu bir yandan sağa sola sallanıyor, uçurtma adeta dans ediyormuş. Alper ve Sevim, gökyüzündeki uçurtmayı izlerken mutluluktan kahkahalar atmışlar.
Gün boyunca koşturmuşlar, uçurtmayı defalarca uçurmuşlar. Rüzgâr sanki onların mutluluğunu paylaşmak istermiş gibi hiç durmadan esmiş.
O günden sonra Alper ile Sevim’in dostluğu daha da güçlenmiş. İkisi de her zaman birbirlerine iyi arkadaş olmuşlar.
Ve gökyüzünde süzülen o kırmızı uçurtma, onların dostluğunun bir sembolü olmuş.
|
https://www.masaloku.net/akrep-ile-kurbaga/
|
Akrep ile Kurbağa Masalı
| null | null | null |
Akrep ile Kurbağa Masalı
Bir zamanlar, büyük bir nehrin kenarında yaşayan bir akrep varmış. Bu akrep, nehrin diğer tarafına geçmek istiyormuş ama yüzme bilmediği için bir türlü karşıya geçemiyormuş. Çaresiz bir şekilde nehir kenarında dolaşırken, sazların arasında güneşlenen bir kurbağa görmüş.
Hemen kurbağaya yaklaşmış ve yalvarmış: “Kurbağa kardeş, lütfen bana yardım et! Yüzme bilmiyorum, beni sırtına alıp nehrin karşısına geçirir misin?”
Kurbağa bu teklifi duyunca biraz tedirgin olmuş. Çünkü akreplerin tehlikeli olduğunu ve zehirli olduklarını biliyormuş. Bu yüzden akrebe dönüp sormuş: “Ama senin iğnen çok zehirli. Ya beni sokarsan? Sana nasıl güvenebilirim?”
Akrep hemen cevap vermiş: “Kurbağa kardeş, beni yanlış anlama. Seni neden sokayım ki? Eğer seni sokarsam ikimiz de boğuluruz. Sana zarar vermek gibi bir niyetim yok. Lütfen bana güven!”
Kurbağa bir süre düşünmüş. Akrebin söyledikleri mantıklı gelmiş. “Haklı,” diye düşünmüş, “Eğer beni sokarsa kendisi de boğulur.” Sonunda, “Tamam, peki,” demiş. “Sırtıma çık, seni karşıya geçiririm.”
Akrep sevinçle kurbağanın sırtına tırmanmış. Kurbağa güçlü bacaklarıyla suyun üzerinde yüzmeye başlamış. Yolculuk güzel gidiyormuş. Ancak tam nehrin ortasına geldiklerinde akrep birden kuyruğunu kaldırmış ve zehirli iğnesiyle kurbağayı sokmuş!
Kurbağa büyük bir acıyla bağırmış: “Ne yaptın sen? Sana yardım ettim, iyilik yaptım! iyiliğin karşılığı bu mu? Neden böyle bir şey yaptın?”
Akrep başını öne eğmiş ve üzgün bir sesle, “Ne yapayım? Huyum böyle. Sokmadan duramıyorum,” demiş.
Bu söz üzerine kurbağa hemen suya daldı boğulmak üzere olan akrebe: ‒ Sen de benim kusuruma bakma, benim de huyum suya dalmak.
Bu olaydan sonra hayvanlar arasında şu ders sıkça anlatılır olmuş:
“Kiminle yola çıktığını iyi seç. Bazı huylar değişmez.”
|
https://www.masaloku.net/degirmenci-ve-esegi/
|
Değirmenci ve Eşeği Masalı
| null | null | null |
Değirmencinin Eşeği Hikayesi
Bir zamanlar, fakir bir değirmenci vardı. Bu değirmenciye ait zayıf, bitkin bir eşek de onunla birlikte yaşardı. Eşeğin sırtı yorgunluk izleriyle doluydu ve doğru dürüst yiyecek bulamadığından çok güçsüzdü. Açlık ve yoksulluk içinde yaşamakta zorluk çekiyordu.
Bir gün, padişahın atlarının bakıcısı olan eski bir dostu, değirmenciye rastladı. Eşeğin durumunu görünce üzüldü ve sordu: “Bu zavallı hayvanın hali ne böyle? Çok zayıflamış, daha fazla dayanamaz gibi görünüyor.”
Değirmenci derin bir nefes alarak cevap verdi: “Ah dostum, biliyorsun ben fakir bir adamım. Ona yeterince bakacak ne imkânım var ne de gücüm.”
Atların bakıcısı, bir çözüm önerdi: “Bu hayvanı bana ver. Padişahın ahırına götüreyim. Ona atların yeminden vereyim, güzelce bakımını yapalım. Birkaç günde toparlanır.”
Değirmenci, bu teklifi sevinçle kabul etti ve eşeği ona teslim etti. Eşek, padişahın ahırına götürüldü. Ahır, tertemizdi ve her yerde bol miktarda yiyecek vardı. Eşek, atların güçlü ve bakımlı hallerini görünce hayranlıkla içinden geçirdi: “Ne kadar şanslı hayvanlar! Ne güzel bir yerde yaşıyorlar. Ben ise sefalet içinde kıvranmışım. Keşke hep burada kalabilsem.”
Ancak birkaç gün sonra bir haber geldi. Padişahın ordusu sefere çıkacaktı. Ahırdaki tüm atlar hazırlanmaya başlandı. Onlar, yeni görevleri için heyecanla harekete geçtiler.
Bir süre sonra atlar geri döndü. Bu kez, yorgun ve oldukça bitkindiler. Her biri dinlenmek ve bakıma alınmak için ahıra getirildi. Ahır çalışanları, atların dinlenmesi ve toparlanması için titizlikle çalıştı. Atların yeni bir görevde karşılaştıkları zorlukları ve ne kadar yorulduklarını gören eşek, önceki düşüncelerine çok pişman oldu. Kendi kendine: “Demek ki her güzelliğin bir sorumluluğu varmış. Bu atların yaşadığı konfor bana çok çekici gelmişti, ama onların yükleri ve görevleri de hiç kolay değilmiş. Fakir olmak zor ama onların hayatı da sandığım kadar kolay değilmiş,” dedi.
Masaldaki ders: Hayatın görünen tarafına aldanmamalı; başkalarının yüklerini ve sorumluluklarını anlamadan, onların yerinde olmak istememeli.
|
https://www.masaloku.net/kucuk-cocugun-umidi/
|
Küçük Çocuğun Ümidi Masalı
| null | null | null |
Küçük Çocuğun Ümidi Hikayesi
Küçük çocuk, deniz kenarında gördüğü yassı bir taşın güzelliğine hayran olmuştu. Mutlaka bir mücevherdi bulduğu. Şekli de bir insan kalbi gibiydi. Üstelik de parıl parıl parlamaktaydı.
Çocuk, taşı avuçlayıp evine koştu. Ve onu büyük bir heyecanla babasına uzattı. Adam, yavrusunun soğuktan morarmış avucundaki taşın, birbirine sürtüldüğünde kıvılcım çıkartan bir çakmak taşı olduğunu hemen anladı. Fakat bunu ona söyleyemedi.
Küçük çocuk, rüyalarını süsleyen bisiklete kavuşmak için elindeki taşı satmak istiyor ve o paranın bir bölümüyle, bir de top alacağına inanıyordu. Fakat babası buna yanaşmıyordu.
Çocuk, işin kendisine düştüğünü anladığında, tatil de simit sattığı çarşıya gitti. Kuyumcu vitrinleri, göz kamaştıran ışıkların aydınlattığı altın kolyelerle doluydu. Bir de, elindeki taşın çok daha küçük olanlarıyla süslenen pahalı yüzüklerle.
Çocuk, en gösterişli mağazayı gözüne kestirdikten sonra, bir süre vitrin önünde bekledi. İçeride, dükkan sahibi olduğu anlaşılan bir adam vardı. Müşteri olarak da, kürk mantolu bir hanım.
Küçük çocuk, biraz sonra içeri girdi. Ve cebinden çıkardığı taşı dükkan sahibine uzatarak:
– Bu pırlantayı deniz kenarında buldum efendim!. dedi. Eğer isterseniz size satarım.
Adam, taşa uzaktan bir göz atıp:
– O sadece basit bir çakmak taşı, dedi. Bütün sahil o taşlarla doludur.
– Hayır!. diye atıldı küçük çocuk. İsterseniz ıslatın. Ne kadar parladığını göreceksiniz.
Dükkan sahibi, zengin müşterisini kaçırmaktan korkuyor ve çocuğu kolundan tutup atmayı planlıyordu.
Kadın, onun niyetini sezmişti. Çocuğun taşına yakından bakıp:
– Tam istediğim şey!. diye gülümsedi. Onu bana satar mısın?
Küçük çocuk, taşının gerçek değerini anlayan biriyle karşılaşmış olmaktan son derece mutluydu. Kadının cebine doldurduğu paralar ise, aklını başından almıştı. Defalarca teşekkür ettikten sonra, koşarak uzaklaştı.
Kadın, elindeki taşı kuyumcuya vererek ona bir zincir takmasını istedi. Beli ki mücevher gibi taşıyacaktı.
Dükkan sahibi, yapmış olduğu ikazı anlamadığı için, kadının aldandığını düşünüyordu. Bu yüzden de:
– Söylemiştim ama tekrar edeyim!. dedi. Satın aldığınız şey basit bir taştır.
Kadın, önce pırlanta kolyesine, daha sonra da yüzüğüne bakarak:
– Zannetmiyorum!.. dedi. O taş bence bunlardan çok değerli. Çünkü küçük bir çocuğun ümidini taşıyor.
Cüneyd Süavi Hikayelerinden
|
https://www.masaloku.net/acgozlu-kurt-ve-siska-kopek/
|
Açgözlü Kurt ve Sıska Köpek Masalı
| null | null | null |
Açgözlü Kurt ve Sıska Köpek Masalı
Bir zamanlar, bir kurt akşamüstü bir köyün yakınlarında dolaşırken bir köpekle karşılaşmış. Bu köpek oldukça sıska, zayıf, cılız ve çelimsiz görünüyormuş. Normalde böyle bir avı beğenmeyecek olan kurt, o gün her zamankinden daha aç olduğu için köpeğe doğru yaklaşmaya başlamış. Köpek ise kurttan uzaklaşmaya çalışıyormuş.
Kurdun keskin dişlerinden kurtulmak için sürekli kaçan sıska köpek, “Efendim, beni şimdi yemenizin size pek keyif vermeyeceğini hatırlatmak isterim. Kaburgalarımı bir görseniz, yalnızca deri ve kemikten ibaretim. Ama size bir şey söyleyeceğim. Birkaç gün içinde, efendim kızının düğünü için büyük bir ziyafet verecekmiş. O sofradan dökülen yemeklerle öyle iyi besleneceğim ki, şişman ve lezzetli bir köpek olacağım. İşte o zaman beni yemek sizin için çok daha güzel bir ziyafet olacak.”
Kurt, o zayıf ve cılız köpek yerine, ilerde besili ve tombul bir köpeği yemek fikrini düşünmeden edememiş. Bu yüzden kemerini sıkıp sabırla beklemeye karar vermiş ve oradan uzaklaşmış.
Birkaç gün sonra, kurt verilen sözün peşine düşüp tekrar köpeğin yanına gitmiş. Köpeği efendisinin avlusunda bulmuş ve ona seslenmiş: “Haydi dışarı çık da söz verdiğin gibi seni yiyeyim.”
Köpek, hafifçe gülümseyerek, “Elbette efendim,” demiş. “Beni yemeniz beni memnun eder. Kapıcı kapıyı açar açmaz dışarı çıkacağım.”
Ancak “kapıcı,” kurdun daha önce acı bir tecrübeyle tanıdığı devasa bir köpekmiş. Bu köpeğin kurtlara karşı pek de dostça davranmadığını bilen kurt, beklemenin tehlikeli olacağını anlamış ve dört nala oradan uzaklaşmış.
**Bu masaldan çıkarılacak ders:** Kendi çıkarı gereği sizi aldatmaya çalışanların vaatlerine güvenmeyin.
|
https://www.masaloku.net/tilki-ve-tavsan/
|
Tilki ve Tavşan Masalı
| null | null | null |
Tilki ve Tavşan Masalı
Bir varmış, bir yokmuş. Uçsuz bucaksız, tüm hayvanların yaşam mücadelesi verdiği bir orman varmış. Bu ormanda, hem zeka hem de güç hayatta kalmanın en önemli yollarıymış. İşte böyle bir zamanda, aç bir kurt, karnını doyuracak bir av aramak için ormanda gezintiye çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Açlıktan ve susuzluktan yorulan kurt, susuzluğunu gidermek için dereye doğru yönelmiş. O esnada dereden su içen bir tavşan görmüş. Tavşan, kurdun onu gördüğün fark etmiş ve kaçacak yeri olmadığını anlayınca hemen bir plan yapmaya koyulmuş.
Tavşan, kurtla konuşmaya başlamış: “Ey ulu kurt! Sizin gibi güçlü ve asil birine yem olmak benim için bir şereftir. Ancak, ben küçük ve zayıf bir hayvanım; sizi doyurmak bir yana, dişinizin kovuğuna sığmam. Fakat, komşum tilki oldukça semizdir. Eğer izin verirseniz, sizi onun yuvasına götürebilirim. Bu sayede gerçek bir ziyafet çekebilirsiniz.” demiş.
Kurt, tavşanın söylediklerine inanmış ve onu serbest bırakmış. Tavşan da kurdu tilkinin yuvasına götürmüş. Tilkinin yuvasına vardıklarında tavşan içeri girerek tilkiye seslenmiş:
“Sevgili dostum! Uzak diyarlardan gelen bilgili ve görkemli bir misafirimiz var. Sizin de değerli insanlarla sohbet etmeyi sevdiğinizi bildiğim için onu buraya davet ettim. Kapının önünde sizi bekliyor. Onu içeri alıp tanışmak istemez misiniz?”
Tilki, tavşanın sözlerindeki tuzağı hissetmiş, ama bunu belli etmemiş. Nazik bir şekilde, “Elbette misafiri memnuniyetle karşılarım. Ancak evim biraz dağınık. İçeri girmeden önce bir düzenleme yapmam gerekiyor. Siz lütfen dışarıda bekleyin,” demiş.
Tilki bu bahaneyle yuvasının arka kapısından çıkmış ve tehlikeden uzaklaşmış. Bu sırada yuvasının girişine derin bir çukur kazıp üzerini dallar ve yapraklarla kapatmış.
Tavşan, dışarıda bekleyen kurda dönerek tilkinin içeri davet için hazırlandığını söylemiş. Biraz bekledikten sonra, kurt, tavşanın peşine takılarak yuvaya girmiş. Ancak ikisi de yuvanın girişindeki gizli çukura düşmüş. Tilki, diğer kapıdan uzaklaşırken bir daha tavşanı ve kurdu görmemiş. Çukurda kalan tavşan ise kurdun elinden kurtulamamış.
Masaldaki öğüt: Kurnazlık kimi zaman kurtuluş sağlayabilir, ancak her kurnazlık aynı sonuca ulaşmaz. Planlar yaparken dikkatli ve özenli olmak gerekir.
|
https://www.masaloku.net/karga-ile-serce/
|
Karga ile Serçe Masalı
| null | null | null |
Karga ile Serçe Masalı
Bir zamanlar doğayı gezip dolaşmayı seven bir adam varmış. Bu adam, doğada gördüğü her şeye hayranlıkla bakar, her bir bitkiyi, ağacı ve hayvanı Allah’ın yarattığı bir mucize olarak görürmüş. Bir gün yine ormanda gezerken, ağzında bir parça ekmek taşıyan bir karganın bir ağacın etrafında daireler çizerek uçtuğunu fark etmiş. “Hayırdır inşallah,” demiş ve dikkatle kargayı izlemeye başlamış.
Bir süre sonra karga, ağacın en tepesindeki bir yuvaya konmuş. Adam, ne olup bittiğini merak etmiş ve yuvayı incelemeye koyulmuş. Bir de ne görsün? Yuvada gözleri görmeyen, tüyleri dökülmüş, zavallı bir serçe varmış. Karga, ağzındaki ekmek parçasını serçeye uzatıp yemesine yardım ediyormuş. Adam bu manzara karşısında hem şaşırmış hem de etkilenmiş. İçinden, “Ne büyük bir merhamet! Allah, şu zavallı serçeye bile bir karganın eliyle rızık gönderiyor!” diye düşünmüş.
Sonra kendi kendine, “Madem Allah serçeye rızkını veriyor, bana da verir. Neden çalışıp çabalayayım ki? Herhalde benim de rızkımı gönderir,” demiş. Böylece oracıkta oturmuş ve birinin ona yemek getirmesini beklemeye başlamış. Ama günler geçmiş, ne gelen olmuş ne de giden. Adam açlıktan iyice bitap düşmüş, neredeyse ölecek hale gelmiş.
Bu durum, oradaki bir bilgeye haber olmuş. Bilge, adamın yanına gelip ona şöyle demiş: “Ey kardeşim, Allah elbette ki her canlının rızkını verir. Kör bir serçeye bile karganın eliyle yiyecek gönderir. Ama sen, çalışmadan oturmayı ve beklemeyi tercih ederek Allah’ın düzenini anlamamışsın. O, tembelliği değil, gayreti sever. Çalışıp çabalamanı ister. Eğer sen böyle beklemeye devam edersen, açlıktan ölüp gidersin. Bu da O’nun hikmetidir.”
Bilgenin bu sözlerini duyan adam, hatasını anlamış. “Haklısınız,” demiş, “çalışmam gerek.” Hemen kalkıp tekrar emek vermeye ve hayatını kazanmaya başlamış. O günden sonra bir daha asla tembellik etmemiş.
Masal bu ya, o adam dersini almış, hayatı boyunca hem çalışmış hem de Allah’a olan güvenini korumuş.
|
https://www.masaloku.net/tilki-ile-kirlangic/
|
Tilki ile Kırlangıç Masalı
| null | null | null |
Tilki ile Kırlangıç Masalı
Uçsuz bucaksız bir ormanın derinliklerinde, güneşin ışıkları yaprakların arasından süzülürken, bir kırlangıç cıvıldayarak bir meşe ağacının dalına konmuş. Aşağıda, şelaleden akan serin suyun kenarında bir tilki, açlıktan kıvranırken, meşe ağacının dalındaki kırlangıcı fark etmiş. Tilki, kırlangıcın dalgınlığından faydalanarak hızla sıçrayan tilki, kırlangıcı kuyruğundan tutup yakalamış. Kırlangıç çok korkmuş ve tilkiden kurtulmak için ona yalvarmış;
– Lütfen beni bırak tilki kardeş, demiş. Ben küçücük bir kuşum, sana yetmem. Etim az, tüylerim çok. Beni bırak da daha büyük bir av peşinde koş, karnını doyur.
Tilki, alaycı bir gülüşle yanıtlamış:
– Seni gidi uyanık! Beni kandıramazsın, demiş. Elimdeki avı yakalamışken bırakmam. Seni bırakıp da bilinmeyen avların peşine mi düşeyim?
Kırlangıç, tilkiden kurtulmak için başka bir taktik düşünmüş:
Peki, demiş. Beni yemek istiyorsun, ama ben de sana bir sır vereyim. Ormanın derinliklerinde, yaşlı çınar ağacının dibinde saklanan sincapların yuvası var. Eğer beni bırakırsan, seni oraya götürebilirim.
Tilki, kırlangıcın teklifine biraz şüpheyle yaklaşmış ama açgözlülüğü ağır basmış:
– Eğer yalan söylüyorsan, seni tekrar bulup yakalarım, demiş tilki.
Kırlangıç, tilkiyi ormanın derinliklerine doğru yönlendirmiş. Yol boyunca, tilki kırlangıcı göz hapsinde tutmuş. Çınar ağacına vardıklarında, kırlangıç birden havalanmış ve yüksek dallardan birine konmuş:
İşte burası, demiş. Bu ağacın kovuğunda sincapların yuvası var.
Tilki, çınar ağacına yaklaşmış ama bir şey görememiş. Ağacın etrafında dönerken ayağı takılmış, yere düşmüş. Kafası yerdeki kovuğa çarpınca, o zaman anlamış ki kırlangıç onu kandırmış. “Eyvah!” demiş. “Açgözlülüğüm yüzünden elimdeki avdan oldum.”
Kırlangıç ise çınar ağacının tepesinde güvenle otururken, tilkinin açgözlülüğü sayesinde başına gelebilecek felaketten kurtulduğu için oldukça keyifliymiş. Ormanın derinliklerinde yankılanan şelale sesleri arasında, kırlangıç neşeyle cıvıldamaya devam etmiş.
|
https://www.masaloku.net/alice-harikalar-diyarinda/
|
Alice Harikalar Diyarında Masalı
| null | null | null |
Alice Harikalar Diyarında Masalı
Bir yaz günüymüş ve hava oldukça sıcakmış. Alice, güneşin altında oturmuş, kız kardeşiyle bir kitap okuyormuş. Kitap çok sıkıcıymış ve Alice uykulu hissetmeye başlamış. Birden, küçük, beyaz bir tavşan hızla yanlarından geçmiş. Tavşan, giysiler giymiş ve cebinden bir saat çıkarıp zamanı kontrol etmiş. “Eyvah! Geç kaldım! Geç kaldım!” diye bağırmış tavşan.
Tavşan başını sallamış ve sonra bir tavşan deliğine girmiş. Alice, tavşanı takip etmiş ve deliğe bakmış. Girişten içeriye baktığında tavşanı artık görememiş. Başını ve omuzlarını deliğe sıkıştırmış. Sonra, biraz daha ilerlemiş… Aniden, Alice düşmeye başlamış. Uzun bir süre tavşan deliğinden düşmeye devam etmiş. Sonunda, bir pat sesiyle uzun bir koridora inmiş. Koridorun sonunda küçük bir kapı varmış.
“Bu kadar küçük bir kapıya sığmam imkansız,” demiş Alice kendi kendine. Yakınlarda, üç ayaklı bir masanın üzerinde küçük bir şişe bulmuş. Şişenin üzerinde ‘beni iç’ yazan bir etiket varmış. Alice hızlıca şişeden bir yudum almış. Alice, bir oyuncak bebek kadar küçülmüş. Kapıyı açmış ve hızla içeri girmiş.
“Eyvah, bir daha eski halime dönemeyeceğim,” diye ağlamış, yardım aramaya başlamış Alice.
Kısa bir süre sonra, büyük bir mantarın üzerinde oturan yeşil bir tırtıl ile karşılaşmış. Tırtıl, “Eğer tek sorun boyutunsa, sana yardımcı olabilirim,” demiş.
“Mantarın bir tarafı seni büyütür, diğer tarafı ise küçültür.” Alice, mantarın sol tarafından bir parça kesmiş ve küçük bir ısırık almış.
“Şükürler olsun! Büyüyorum!” diye bağırmış. “Peki şimdi hangi yöne gitmeliyim?” diye düşünmüş Alice. “Bu yol, seni Çılgın Şapkacı’nın çay partisine götürecek,” demiş bir ağaçta oturan kedi.
Alice, yoldan yürümüş. Bir çay partisi için hazır bir masa ile karşılaşmış. “Ne hoş! Bir çay partisi!” diye bağırmış.
“Senin için yer yok!” diye bağırmış Çılgın Şapkacı, Alice gelince. Alice onu görmezden gelmiş ve yine de oturmuş.
Mart Tavşanı ve uykulu küçük bir fare ile bir fincan çay içmek istemiş. Çay partisinden sonra, Alice yürümeye devam etmiş. Kendisini, Kupa Kraliçesi’nin kroket oynadığı bir alanda bulmuş. “Kroket oynadın mı hiç?” diye sormuş Kupa Kraliçesi. “Evet,” demiş Alice, “ama hiç flamingo ya da kirpi kullanarak oynamadım.” “Benimle oynayacaksın ve kazanmama izin vereceksin yoksa seni cezalandırırım!” diye emretmiş Kupa Kraliçesi. Alice kroketi, Kupa Kraliçesinden daha iyi oynamış. Kupa Kraliçesi çok öfkelenmiş.
“Derhal bunu hapse atın!” diye bağırmış Kupa Kraliçesi. Tam o sırada, Alice birinin omzuna dokunduğunu hissetmiş. “Uyan! Sabah oldu,” demiş Alice’in ablası. “Garip bir rüya gördüm,” demiş Alice.
Alice, tüm macerasını ablasına anlatmış. Ablası, Alice’nin hikayesini gülümseyerek dinlemiş. Kısa süre sonra, Alice saatlerdir bir şey yemediğini fark etmiş ve bir şeyler yemek için içeri koşmuş.
|
https://www.masaloku.net/prens-ile-prenses/
|
Prens ile Prenses Masalı
| null | null | null |
Prens ile Prenses Masalı
Bir zamanlar, iki farklı krallıkta yaşayan bir prens ve bir prenses varmış. Prens, Kuzey Dağları’nın ardındaki güçlü ve soylu bir hanedanlığın varisiymiş. Prenses ise Güney Ovaları’nın zarif ve barışçıl krallığında, güzelliği ve iyiliğiyle tanınan bir prensesmiş. Ancak bu iki krallık, asırlardır süren bir düşmanlık yüzünden birbirine tamamen kapalıymış. Bu iki genç, bırakın birbirlerini görmeyi, isimlerini bile duymamışlar.
Bir gün, her iki krallık da büyük bir şölene davetlilermiş. Bu davet, tarafsız bir bölgede yapılmış. Prens, bu fuara katılmak zorunda kalmış çünkü krallığı temsil etmek gibi önemli bir görevi varmış. Aynı şekilde Prenses de babasının krallığını temsil etmek için şölene gitmiş.
Şölenin ilk günü, kalabalığın içinde tesadüfen karşılaşmışlar. Birbirlerini görür görmez, aralarında tarif edilemez bir bağ hissetmişler. Prens, Prenses’in zarif duruşuna ve ışıldayan gülüşüne kapılmış, Prenses de Prens’in cesur ve asil tavrından etkilenmiş. Birkaç dakika süren bu bakışma, kalplerinde derin bir aşkın tohumlarını atmış.
Ancak ikisi de gerçek kimliklerini öğrenince büyük bir üzüntüye kapılmışlar. Birbirlerinin düşman krallıklardan olduğunu fark edince, aşklarının imkansız olduğunu düşünmüşler. Aileleri ve krallıkları arasında asırlık nefret varken, nasıl birlikte olabilirlerdi ki?
Yine de, bu aşk o kadar güçlüymüş ki birbirlerinden vazgeçememişler. Gizli buluşmalar düzenlemişler ve her defasında aşkları biraz daha güçlenmiş. Ancak bu gizli buluşmalar sonunda iki krallığın da dikkatini çekmiş. Hem Prens’in babası hem de Prenses’in babası, bu ilişkinin ortaya çıkmasını engellemek için ne gerekiyorsa yapmaya karar vermişler. İki krallık arasında yeniden bir savaş patlak vermesi an meselesiymiş.
Prens ve Prenses, aşklarının bir savaşla sonuçlanmasını istememişler. Bu yüzden, krallıklarına savaş yerine barışı getirebilmek için büyük bir plan yapmışlar. Gizlice iki krallığın sınırına gitmişler ve orada tüm ailelerine ve halklarına seslenerek aşklarını ilan etmişler. Halkları, genç prensin ve prensesin cesur duruşuna ve aşklarına hayran kalmış. Zamanla insanlar, aralarındaki nefreti sorgulamaya başlamışlar. İki genç, düşman krallıkların kalplerini birleştirebilirse, neden krallıklar da birleşemesin?
Sonunda iki krallığın liderleri, çocuklarının sevgisini ve halklarının barış isteğini görmüşler. Savaş yerine, iki krallığı birleştirme kararı almışlar. Prens ve Prenses, görkemli bir törenle evlenmişler. Bu evlilik, sadece iki genç aşık için değil, tüm krallıklar için yeni bir dönemin başlangıcı olmuş.
İmkansız görünen aşk, sadece iki kalbi değil, iki krallığı da birleştirmiş. Prens ve Prenses, mutlu bir hayat sürerken, aşklarının gücü sayesinde barış ve huzur dolu bir dünya kurmuşlar. Böylece, aşk her türlü engeli aşarak, mutlu bir sonla bitmiş.
|
https://www.masaloku.net/kabak-filizi-ile-kavak-agaci/
|
Kabak Filizi ile Kavak Ağacı Masalı
| null | null | null |
Kabak Filizi ile Kavak Ağacı
Günlerden bir gün, büyük bir ormanda bir kavak ağacı yaşarmış. Bir gün, kavağın yanında bir kabak filizi belirmiş. Günler geçmiş, bahar gelmiş, baharın gelişiyle filiz, kavak ağacına sarılarak hızla yükselmeye başlamış. Yağmur ve güneşin etkisiyle çabucak büyüyüp, hemen hemen kavak ağacının boyu kadar yükselmiş. Kabak filizi hızla büyüdüğü için çok mutluymuş. Bir gün komşusu kavak ağacına sormuş:
– Sevgili kavak, ne kadar sürede bu boya eriştin? Kavak, – Büyümem, gelişmem uzun yıllar sürdü, on yılda ancak bu boya eriştim. Kabak filizi şaşırmış, – On yılda bu kadar mı büyüyebildin? Kendinden emin bir şekilde gülerek çiçeklerini sallamış, -Bak bana ben iki ayda senin boyuna eriştim. Kavak ağacı, – Bu sözlere tebessüm ederek haklısın!… demiş.
Günler birbirlerini kovalamış, aylar geçmiş, mevsimler değişmiş. Sonbaharın serin rüzgarları artık esmeye başlamış. Gittikçe havalar soğumaya, kabak filizi üşümeye başlamış. Zaman geçtikçe, sonbaharın serin rüzgârları esmeye başlamış. Kabak, önce üşümüş, ardından sararmaya başlamış; havalar soğudukça kabak filizi eğilip, aşağıya doğru sarkmaya başlamış. Durumu kötüleşince komşusu kavak ağacından yardım istemiş:
– Sevgili kavak, bana eler oluyor, neden dallarım ve gövdem sarkmaya başladı? Kavak ağacı, – Sanırım kuruyorsun. Kabak filizi, – Neden kuruyorum? Sen hala dimdik ayaktasın, birkaç yaprağın dökülüyor ama eğilip bükülmüyorsun benim gibi.
Kavak ağacı:
– Benim on yılda eriştiğim boya sen daha kısa sürede iki ayda erişmeye çalıştın. O yüzden bu hale düştün. demiş.
Masalımızın ana fikri, hızlı ve yüzeysel başarıların kalıcı olmadığını, gerçek ve sağlam başarıların zaman ve emek gerektirdiğini anlatıyor. Kabak filizi, kısa sürede kavak ağacının boyuna ulaşsa da, dayanıklılığı ve ömrü kavak kadar uzun olmuyor. Kavak ağacı ise yıllar süren büyüme süreci sayesinde daha sağlam ve uzun ömürlü oluyor. Bu hikaye, sabır ve istikrarın önemini vurguluyor.
|
https://www.masaloku.net/coban-ile-komsusu/
|
Çoban ile Komşusu Masalı
| null | null | null |
Çoban ile Komşusu Masalı
Bir zamanlar, küçük ve sevimli bir kasabada yaşayan bir çoban ve ailesi mutlu mesut yaşarlarmış. Çoban, ailesinin ve hayvanlarının su ihtiyacını karşılayabilmek için komşusundan bir su deposu satın almış.
Çoban, yıllar sonra bir su deposu sahibi olduğu için çok sevinmiş ve ertesi gün sabah uyandığı gibi hayvanlarına su vermek için, hayvanlarını ve su kovasını alıp deponun başına gitmiş. Ancak, deponun eski sahibi kurnaz bir adammış. Çoban, deponun başına geldiğinde komşusu, bahçıvanın depodan su almasına izin vermemiş. Komşusu, çobana sadece depoyu sattığını, suyu satmadığını söylemiş ve bu yüzden çobanın suyu alma hakkı olmadığını iddia etmiş.
Çoban, bu duruma çok üzülmüş ve meseleyi kasabanın yaşlı bilgesine götürmeye karar vermiş. Yaşlı bilge, iki tarafı dinledikten sonra komşuya dönüp, “Haklısın! Sen depoyu satmışsın, suyu satmamışsın, o halde suyunu depodan çıkar, çoban da depoyu kullanabilsin,” demiş.
Kurnaz komşu, suyu depodan çekemeyeceğini anlayınca, sorun çıkarmaktan vazgeçmiş. Komşu, çobandan özür dilemiş ve çoban, ailesi ve hayvanları için suyu rahatça kullanabilmiş ve kasabada huzur içinde yaşamaya devam etmişler.
Bu masalın ana fikri, dürüstlük ve adaletin önemini vurguluyor. Komşu, su deposunu satarken dürüst davranmamış ve çobanın hakkını gasp etmeye çalışmıştır. Ancak, yaşlı bilgenin adil kararı sayesinde, çoban hakkını almış ve komşusu hatasını kabul etmiştir. Bu hikaye, dürüst ve adil olmanın, uzun vadede huzur ve mutluluğa yol açacağını anlatıyor.
|
https://www.masaloku.net/balikcinin-kavali/
|
Balıkçının Kavalı Masalı
| null | null | null |
Balıkçının Kavalı Masalı
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir zamanlar deniz kenarında yaşayan, bir balıkçı varmış. Balıkçı, bir gün kavalını da alıp, denizde balık avına çıkmış. Gide gide denizin ortasına varmış. Kavalını çıkarıp üflemeye başlamış. Umudu şuymuş: O büyüleyici kaval sesiyle balıkları yüzeye çıkartıp, onları kolayca yakalamakmış.
Kavalı üfledikçe üflemiş, melodiler rüzgarla dalgalanmış. Fakat ne balıklar denizden çıkmış, ne de suyun yüzüne başlarını göstermişler. Balıkçı bir süre daha çalmış, ama nafile… Balıkların kavalın sesinden anladığı yokmuş.
Bunu görünce, “Madem öyle, işimi şansa bırakmayayım!” demiş ve kavalını bir kenara bırakıp serpme ağını denize savurmuş. Ağ, suya değer değmez balıklarla dolmuş taşmış; bir atışta yüzlerce balık yakalamış!
Balıkçı, yakaladığı balıkları teknesine serince bir de bakmış ki balıklar çırpınıp oynamaya, zıplamaya başlamışlar! Balıkların bu hareketini gören balıkçı, şaşkınlıkla gülümseyerek şöyle demiş:
“Sevgili balıklar! Ben kaval çalarken hiç oynamadınız, şimdi tekneye çıkınca başladınız hoplayıp zıplamaya.
Balıkçı, balıkları yakalamak için flüt çalmak yerine, onları yakalamak için avlanma yöntemlerini kullanması gerektiğini anlamış.
|
https://www.masaloku.net/kaplumbaga-ile-penguen/
|
Kaplumbağa ile Penguen Masalı
| null | null | null |
Kaplumbağa ile Penguen Masalı
Bir zamanlar, deniz kaplumbağasının biri küçüklüğünden beri kabuğunda bir inci saklıyormuş. Bu inci ona babasından kalmış, babasına da babasından… Böylece, yüzyıllardan beri babadan oğula geçen bir gelenek gibi, inci hep kabuğun içinde saklanırmış.
İnciyi taşıyan her kaplumbağa, yaşlandıkça bu değerli emaneti kendi çocuğuna devredermiş. Yine bir gün, baba kaplumbağa oğlunu yanına çağırmış. “Al bu inciyi, sakla kabuğunda,” demiş. “Ata yadigârıdır bu. Zamanı gelince sen de kendi çocuğuna vereceksin.” Nasihatini verdikten sonra inciyi teslim etmiş.
Genç kaplumbağa, inciyi sevinçle almış ve hemen arkadaşının yanına yüzmüş. Bu arkadaşı bir penguenmiş; çok iyi kalpli bir penguenmiş, ama yoksulmuş. Ailesiyle birlikte büyük zorluklar içindeymiş, alacaklıları da kapıya dayanmış.
Genç kaplumbağa, arkadaşının üzgün halini görünce: “Al bu inciyi,” demiş. “Satıp borçlarından kurtul. En azından biraz rahat nefes alırsınız.” Penguen büyük bir mutlulukla inciyi almış, borçlarını ödemiş ve ailesine güzel şeyler alabilmiş.
Genç kaplumbağa yuvasına dönerken, babasına ne söyleyeceğini düşünüyormuş. Bir yandan üzgünmüş çünkü inciyi vermiş; ama öte yandan arkadaşının sıkıntılarının giderildiği için mutluymuş. Gözleri denizin dibine bakarken, birdenbire iki tane inci görmüş. Üstelik her iki inci de tıpkı eskisi gibiymiş.
Birini hemen kabuğuna saklamış, diğerini de alıp anne babasına hediyeler almış. Sonunda anlamış ki, bu yaşamın en büyük sırrı cömertlikte saklıymış.
|
https://www.masaloku.net/dag-kecisi-ile-kurnaz-tilki/
|
Dağ Keçisi ile Kurnaz Tilki Masalı
| null | null | null |
Dağ Keçisi ile Kurnaz Tilki Masalı
Dağ keçileri, genelde kayalıklarda yaşarlar. Dik kayalara hızlıca tırmanabilmeleri, onları birçok tehlikeden korur. Günlerden bir gün, kurnaz bir tilki, yüksek kayalıkların üzerinde dolaşan bir keçiyi görmüş. Hemen iştahı kabarmış, ama o dik yamaçlara çıkamayacağını, dağ keçisinin hızına yetişemeyeceğini biliyormuş. Bir kurnazlık düşünmüş ve keçiye seslenmiş:
“Keçi kardeş, oralarda dolaşmaktan hiç korkmuyor musun? Ya ayağın kayar da düşersen? Gel aşağı, burada her yer yemyeşil otlarla kaplı, çimenler yumuşacık, beraber oynar, eğleniriz.” demiş.
Keçi ise tilkinin kötü niyetli olduğunu anlamış ve ona şöyle cevap vermiş:
“Benim iyiliğimi düşünmene sevindim. Fakat, sen beni aşağıya benim güvenliğim için değil, aç karnını doyurma için olduğunu biliyorum! Belli ki, çok aç kalmışsın, senin bu oyunlarına geleceğimi mi sandın?”
Tilki, keçiyi kandırmayacağını anlayınca, kuyruğunu kısmış, yoluna gitmiş.
Öğüt: Kurnaz insanların güzel sözlerine kanmayın, sizin için söyledikleri güzel sözler, sizi tuzağa düşürebilir.
|
https://www.masaloku.net/kurnaz-tilki-masali/
|
Kurnaz Tilki Masalı
| null | null | null |
Kurnaz Tilki ve Keçi Masalı
Bir zamanlar, kurnaz bir tilki ormanda kendine bir yoldaş arıyormuş. Az gitmiş, uz gitmiş, yaşlı bir keçiyle karşılaşıp arkadaş olmuşlar. Keçi o kadar yaşlıymış ki sakalları upuzunmuş. Keçi, burnunun ucundan öteyi göremezken, tilki ise kurnazlığıyla biliniyormuş. Bir gün, ikisi de çok susamışlar, bir kuyunun yanından geçerken, kuyuya inip su içmeye karar vermişler. Orada kana kana su içip susuzluklarını giderdikten sonra, tilki başını çevirip yaşlı keçiye sormuş:
“Ah be dostum, buraya inmek kolaydı ama şimdi nasıl çıkacağız? Kim önce çıkacak? Keşke buraya inmeden nasıl çıkacağımızı düşünseydik” demiş.
Bir an tilki bir kurnazlık düşünmüş, gözleri parlamış: “Dur bakalım keçi kardeş, aklıma bir fikir geldi. Uzun boynuzlarını ve ayaklarını duvara yasla, ben senin sırtına tırmanayım. Boynuzlarına ulaşınca sakın kıpırdama! Bu yöntemle ben dışarı çıkacağım, sonra da seni yukarıya çekerim.” demiş.
Yaşlı keçi sevinçle yanıt vermiş: “Vay be, senin gibi zeki biriyle arkadaşlık etmek ne büyük şans! Asla kendi başıma böyle bir çözüm bulamazdım!” demiş.
Kurnaz tilki, keçinin sırtına tırmanıp kolayca kuyudan dışarı çıkmış ve aşağıya doğru eğilip keçiye unutmayacağı bir ders vermiş.
“Keçi kardeş, sakalın olduğu kadar, biraz da aklın olsaydı, böyle bir kuyuya inmeye cesaret etmeden önce bir çıkış yolu düşünürdün. Ama bak, ben zekam sayesinde kurtuldum! Sana da sabırlı olmanı tavsiye ederim. Çıkmak için elinden geleni yap, dostum. Benim çok acil işlerim var, seni daha fazla bekleyemem.”
Tilki kuyudan ayrılmış ve zavallı keçiyi kuyunun içinde yalnız başına bırakmış.
Öğüt: Bir işe kalkışmadan önce sonunu düşünmek gerekir.
|
https://www.masaloku.net/nasrettin-hoca-sen-de-haklisin/
|
Nasrettin Hoca Sen de Haklısın! Masalı
| null | null | null |
Nasrettin Hoca Sen de Haklısın Fıkrası
Günlerden bir gün Nasrettin Hoca kadılık yaparken, aralarındaki anlaşmazlığı gidermek için evine iki komşusu gelir. Biri çok öfkelidir, başlar hocaya anlatmaya..
“Hocam,” der, “benim bahçemin sınırındaki duvarı bu komşum yıktı ve bahçeme girdi. Ona defalarca söyledim ama beni dinlemiyor. Ne olur, şu adama bir şeyler söyle!”
Hoca, ilk komşuyu dikkatle dinledikten sonra düşünceli bir şekilde başını sallar ve “Evet, haklısın,” der.
İkinci komşu sinirlenir ve hemen lafa atılır:
“Hoca, bu adamın söylediklerine inanma. Bu adam bahçeme girmesin diye, ben kendi bahçeme duvar ördüm. Şimdi de beni suçluyor!”
Hoca bu kez ikinci komşuyu da dinler ve aynı düşünceli ifadeyle, “Evet, sen de haklısın,” der.
O sırada Hoca’nın karısı, konuşmaları dinledikten sonra araya girer ve şaşkınlıkla sorar:
“Hoca, nasıl olur da her iki tarafa da ‘Sen de haklısın’ dersin? İkisi birden nasıl haklı olabilir?”
Hoca, karısının yüzüne bakar ve gülümseyerek cevap verir: “Evet Hanım, sen de haklısın.”
Nasrettin Hoca’nın fıkrada vermek istediği mesaj, her insanın kendine göre haklı olabileceği ve olaylara tek bir açıdan bakmaktansa, her açıdan değerlendirmek gerektiğidir. Ayrıca, bu fıkra, insanların anlaşmazlıklarında her iki tarafın da kendine göre haklı olabileceğini ve bazen bu tür durumlara mizahla yaklaşmanın önemini vurgular.
|
https://www.masaloku.net/elif-ile-iyilik-perisi/
|
Elif ile İyilik Perisi Masalı
| null | null | null |
Elif ile İyilik Perisi Masalı
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, güzel bir köyde yaşayan iyi kalpli bir kız varmış. Bu kızın adı Elif’miş. Elif, köydeki herkese yardım eder, zor durumda olanların yanında olurmuş. Onun bu iyiliği dilden dile dolaşır, herkes Elif’i severmiş.
Bir gün, Elif ormanda odun toplarken yaşlı bir adamla karşılaşmış. Adam çok yorgun ve bitkinmiş. Elif hemen yanına gitmiş, ona su ve yiyecek vermiş. Yaşlı adam ona teşekkür etmiş ve “Sen çok iyi bir insansın, sana bir iyilik yapmamı ister misin?” demiş.
Elif, “Teşekkür ederim amca, ben iyiliği karşılık beklemeden yaparım. Sadece siz iyi olun, bu bana yeter.” demiş. Yaşlı adam gülümseyerek, “Gerçek iyilik budur. Ama yine de, sana bir hediye vermek istiyorum.” demiş ve elini cebine atıp küçük bir kese çıkarmış. Kese, içi parlayan altınlarla doluymuş.
Elif altınları görünce şaşırmış ama istememiş. “Ben bunları alamam amca, gerçekten ihtiyacım yok. Siz alın, belki ihtiyacınız olur.” demiş. Yaşlı adam, Elif’in bu cevabı karşısında daha da mutlu olmuş ve “Bu sadece bir sınavdı. Senin kalbinin temiz olduğunu biliyordum, ama yine de denemek istedim. Şimdi ise, sana gerçek bir hediye vereceğim.” demiş ve cebinden bir sihirli taş çıkarıp ovmuş.
Birden, etraf aydınlanmış ve yaşlı adam bir peri kılığına bürünmüş. “Ben iyilik perisiyim. Senin gibi iyilik dolu insanlar olduğu sürece, dünya her zaman daha güzel bir yer olacak. Sana bir dilek hakkı veriyorum. Dile ki, gerçekleşsin!” demiş.
Elif, perinin bu teklifine de şaşırmış ama düşünmeden “Benim dileğim, köyümdeki herkesin mutlu ve sağlıklı olmasıdır.” demiş. Peri gülümseyerek, “Senin dileğin benim için emirdir.” demiş ve kaybolmuş.
O günden sonra, Elif’in köyünde herkes daha mutlu, daha sağlıklı ve daha huzurlu yaşamış. Elif’in iyiliği, tüm köye ışık olmuş. Herkes birbirine yardım etmiş, ekmeğini paylaşmış ve iyi kalpli olmuş.
İşte böylece, Elif’in iyiliği sadece ona değil, bütün köye iyilik olarak dönmüş. Masal da burada bitmiş. Gökten üç elma düşmüş; biri anlatanın, biri dinleyenin, biri de iyilik yapmanın önemini bilenin başına!
Masaldaki ders: İyilik, karşılık beklemeden yapılan bir eylemdir ve bu dünyada iyilik yapanlar her zaman ödüllendirilir. İyilik, domino etkisi yaratır ve sonunda herkese geri döner.
|
https://www.masaloku.net/cocuklarin-yasina-gore-hangi-masallar-okunmali/
|
Çocukların Yaşına Göre Hangi Masallar Okunmalı? Masalı
| null | null | null |
Çocukların Yaşına Göre Ne Tür Masallar Okunmalı? Hangi Masalları Okumalıyız?
Çocuk masalları, çocukların ilgisini çeken, onların gelişimine katkı sağlayan ve genellikle bir ders veya ahlaki mesaj içeren hikayelerdir. Bu masallar, çocukların hayal gücünü zenginleştirir, duygusal gelişimlerine katkıda bulunur ve onlara önemli değerleri öğretir. Çocuk masalları, genellikle kısa ve eğlenceli olup, çocukların dikkatini çekmek ve onları eğlendirmek için tasarlanmıştır.
Çocuk Masallarının Faydaları:
Hayal Gücünü Geliştirir: Çocukların hayal gücünü besler ve yaratıcılıklarını destekler. Ahlaki Değerleri Aşılama: Çocuklara iyi davranışları, dürüstlüğü, cesareti ve yardımlaşmayı öğretir.
Dil Gelişimi: Yeni kelimeler ve ifadeler öğrenmelerine yardımcı olur. Duygusal ve Sosyal Gelişim: Çocukların farklı duyguları anlamalarına ve empati kurmalarına yardımcı olur.
Eğlence ve Keyif: Çocuklara eğlenceli vakit geçirme fırsatı sunar. Çocuk masalları, onların hayal gücünü, dil becerilerini, sosyal ve duygusal zekalarını geliştiren ve önemli değerler kazandıran hikayelerdir.
Çocukların Yaşına Göre Hangi Masallar Okunmalı?
Herkesin bir çocukluk dönemi olmuştur. Çocukluk döneminde okunan masallar, hem çok eğlenceli hem de oldukça öğreticiydi. Özellikle büyükanne ve büyükbabaların anlattığı masallar, çocukların ilgisini çekerdi. Masalların başındaki fantastik ifadeler ve hikayelerin büyülü dünyası, çocukları heyecanlandırır ve onların hayal dünyalarını harekete geçirirdi. Çoğu zaman, çocuklar bu masalların tatlı etkisiyle uykuya dalar ya da bir masal daha dinlemek için gözlerini büyüklerine dikerdi.
Bugün, bizler büyüdük ve şimdi masal anlatma sırası bizde. Hangi çocuk masal dinlemekten hoşlanmaz ki? Hatta bebekler bile, yumuşak ve sakin bir ses tonuyla anlatılan hikayeleri büyük bir ilgiyle dinlerler. Bu yüzden, çocuklarınıza yatmadan önce hayal dünyalarını canlandıracak güzel masallar anlatmanız önemlidir. Onlara peri kızlarını, uçan sihirli değnekleri, Ay Dede’nin üzerinden atlayan koyunları anlatın. Ancak, bunu sadece bir görev olarak yapmayın.
Masallar, çocukların hayal güçlerini harekete geçirmeli, onlara yeni bilgiler öğretmeli ve yeni kelimeler kazandırmalıdır. Örneğin, çocuklara yeni davranış kalıpları öğretmek istediğinizde, bu konuları masallara dönüştürerek onlara kolayca öğretebilirsiniz. Fakat, bu sürecin karmaşık olmaması ve çocukların anlayabileceği sade, kısa ve öz cümlelerle aktarılması önemlidir.
Masallar aynı zamanda çocukların dinleme ve anlama becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur. Anlatılanlar, çocukların zihinlerinde kalıcı yer edinmeli ve dinlediklerinden kendi sonuçlarını çıkarabilmelidir. Çocukların okul çağında ve sonrasında kitap okuma alışkanlığı kazanabilmesi için bu alışkanlığın bebeklik döneminde başlaması gerekir. Ebeveynler, çocuklarına iyi bir model olarak kitap okuma sevgisini onlara kazandırabilirler.
Çocukların Yaş Gruplarına Göre Okunması Gereken Masal Türleri
1-3 Yaş Arası Çocuklar
Bu dönem, çocukların yeni yeni konuşmaya başladıkları ve davranışlarının temellerini attıkları bir evredir. Bu dönemde çocuklara ne aşılanırsa, gelecekte onun meyveleri toplanır. Çocuklar, bu yaşlarda daha çok dinleyerek ve görerek öğrenirler. Bu nedenle, bu yaş grubundaki çocuklara resimli hayvan ve doğa kitapları önerilir. Kitaplardaki resimler gösterilerek, çeşitli hayvan sesleri taklit edilerek okunan masallar, hem çocukların ilgisini çekecek hem de onların öğrenme süreçlerini destekleyecektir.
3-6 Yaş Arası Çocuklar
Bu yaş grubu çocuklar, daha bilinçlidir ve tekerlemelerle büyük bir ilgi duyarlar. Tekerlemeler, çocukların konuşma becerilerini geliştirir ve zorlandıkları harfleri daha rahat telaffuz etmelerini sağlar. Çocuklar, sevdikleri masalları defalarca duymak isteyebilir ve bu tekrarlar onları mutlu eder. Bu yaşlarda, arkadaşlık ve aile ile ilgili masallar da ilgi çekicidir çünkü çocuklar, sosyal ilişkiler kurmaya başladıkları bu dönemde masallarla okul ve arkadaşlık ortamlarını özdeşleştirmeyi severler. Çocuklarınızın seçtiği model kahramanları takip etmek önemlidir; örneğin, bir çocuk kendine Örümcek Adam gibi bir karakteri model alırsa, tehlikeli hareketlerde bulunabilir.
7-9 Yaş Arası Çocuklar
Bu yaş grubu çocuklar, kahramanlık hikayelerini okumaktan hoşlanırlar. Genellikle belirledikleri bir kahramanı model alarak onun davranışlarını ve sözlerini taklit etmekten keyif alırlar. Bu dönemde fıkralar, bulmacalar ve fantastik olayların olduğu doğa kitapları da oldukça popülerdir. Çocuklar öğrendiklerini başkalarına anlatma eğilimindedirler. Bu yaşlardaki çocuklar için resimsiz kitaplar daha uygun olabilir. Bu sayede okuduklarını hayal dünyalarında canlandırarak görselleştirme yeteneklerini geliştirebilirler.
Eğer çocuğunuzun kitaplara olan ilgisi düşükse, onları zorlamak yerine, ilgi duydukları türden kitaplar seçmek daha etkili olacaktır. Zamanla okuma tercihleri değişebilir ve çocuk, kitap okuma sabrını kazandığında, ileri yaşlarında bile bu alışkanlığı bırakmak istemez.
Özetle:
Masallar, çocukların zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimlerine büyük katkılar sağlar. Çocukların yaşlarına ve ilgi alanlarına uygun masallar seçmek, onların gelişimlerini desteklemenin yanı sıra kitap sevgisi kazanmalarına da yardımcı olur. Her yaş grubuna uygun masallar ve hikayelerle çocuklarınızın hayal dünyasını genişletin ve onlara keyifli anlar yaşatın.
|
https://www.masaloku.net/dort-arkadas-masali/
|
Dört Arkadaş Masalı
| null | null | null |
Dört Arkadaş Masalı
Bir zamanlar, uzaklarda kocaman ağaçları, upuzun nehirleri olan büyük bir ormanda, bir karga, bir fare ve bir kaplumbağa dost olmuşlar. Bu üç kafadar birlikte gezip, vakitlerinin çoğunu beraber geçirirlermiş.
Günlerden bir gün, bu üç arkadaş, bir gölün kenarında oturup sohbet ediyorlardı. Bir süre sonra yanlarına bir uzun boynuzları olan bir geyik geldi. Ormanda geyiği ilk kez gören kaplumbağa,
“Sen buraya yeni gelmiş gibi görünüyorsun. Seni daha önce hiç görmedik.” dedi.
“Evet,” diye yanıtladı geyik. “Yakınlardaki sarp kayalıklarda yaşıyordum ama hiç arkadaşım yoktu, bu yüzden arkadaş aramak için bu ormana geldim. Beni de arkadaş olarak aranıza alır mısınız?” dedi.
Üç arkadaş birbirine baktı, “Tabii ki de! Sen de bize katılabilirsin.” dediler.
Kısa süre içinde dördü de çok iyi arkadaş oldular.
Birkaç gün sonra bir avcının ormana doğru geldiğini gördüler.
“Aman Allah’ım!” dedi karga. “Şimdi ne yapacağız? Avcı bize doğru geliyor.”
Avcının onlara doğru yaklaştığını gören hayvanlar hemen kaçtılar. Karga yükseklere uçtu ve yakındaki ağacın en yüksek dalına oturdu. Geyik çok hızlı koştu ve çalıların arasına saklandı. Fare ise yakınlardaki küçük bir deliğe sızdı.
Fakat zavallı kaplumbağa hiçbir yere kaçamadı. Çünkü oldukça yavaş koşuyordu ve avcı onu gördüğü gibi yakalayıp çuvalına koydu. Avcı, daha büyük bir hayvan yakalayamadığı için hayal kırıklığına uğramıştı ama en azından bir kaplumbağa yakalayabildiği için mutluydu.
Avcı kaplumbağayla birlikte oradan ayrılır ayrılmaz, üç arkadaş saklandıkları yerden geri döndüler ve bir araya geldiler.
“Avcı, kaplumbağa arkadaşımızı yakaladı!” dedi karga. “Onu kurtarmak için bir şeyler yapmalıyız” diye ekledi.
Geyik birkaç dakika düşündükten sonra çığlık attı, “Bir planım var!”
Planını arkadaşlarıyla paylaştı ve onlar da hemen uygulamayı kabul ettiler.
Karga hızla avcıyı bulmak için uçtu ve geyik de onu takip etti. Bir süre sonra, karga avcıyı elinde çuvalla gördü.
Karga geyiğe işaret verdi ve geyik farklı bir yoldan avcının önüne geçti. Yolun biraz ilerisinde ölü taklidi yaparak yere yattı.
Avcı karşısında bir geyiğin yattığını görünce, geyiği yakalamak için elindeki çuvalı yere bırakarak geyiğe doğru koştu.
Bu sırada fare, çuvalın yanına geldi ve keskin dişleriyle çuvalı hızla yırtarak kaplumbağayı kurtardı. Fare ve kaplumbağa oradan hızla uzaklaştıktan sonra, karga hızla geyiğe kalkması için işaret verdi.
Geyik işareti alır almaz aniden kalktı ve ormanın derinliklerine doğru hızla kaçtı. Avcı, ne olduğunu anlayamadan şaşkınlıkla kalakaldı.
Geyiği kaybettiği için çok üzgündü ve ağır adımlarla çuvalını bıraktığı yere geri döndü. Geri döndüğünde çuvalın boş olduğunu ve kaplumbağanın orada olmadığını fark etti.
Ne olduğunu anlayan avcı, ormandan eli boş ayrıldı.
Avcı gittikten sonra, arkadaşlar derin bir nefes aldı ve kaplumbağa, onu kurtardıkları için hepsine teşekkür etti.
|
https://www.masaloku.net/kral-midasin-altin-dokunusu/
|
Kral Midas'ın Altın Dokunuşu Masalı
| null | null | null |
Kral Midas’ın Altın Dokunuşu Masalı
Bir zamanlar, uzak ülkelerin birinde Midas adında çok zengin bir kral yaşarmış. Görkemli sarayında biricik kızı Prenses ile birlikte mutlu mesut yaşarmış. Kral Midas, zenginliği çok fazla önemser, dünyanın en zengin insanı olma hayaliyle yaşarmış. Günlerden bir gün, Midas, ormanda gezerken, yaşlı nine kılığında bir peri kızıyla karşılaşmış, peri kızı ondan yardım istemiş. Midas, peri kızının talebini geri çevirmeyerek ona yardım etmiş. Peri kızı, Midas’ın bu nazik davranışına karşı teşekkür ederek, “ben bir periyim, dile benden ne dilersen.” demiş.
Kral Midas dokunduğu her şeyin altına dönüşmesini istemiş ve bu dileği kabul olmuş. Midas, sarayına gitmek için düşmüş yollara.. Yolda gördüğü koca kayalara dokunduğu gibi altın olmuş. Elini hangi çiçeğe atmışsa altına dönüşmüş. Dünya’da Midas’tan mutlusu yokmuş. Heyecanla eve gidip olan biteni anlatmak istemiş. Az gitmiş uz gitmiş sonunda evine varmış. Eve varınca kızı babasını kapıda karşılaşmış ve ona sarılmak istemiş. Midas, kızına sarıldığı gibi kızı altına dönüşmüş.
Midas, biricik kızının altına dönüşmesine çok üzülmüş. Hemen ormana doğru koşmuş peri kızının yanına gitmiş, “lütfen bu dileğimi geri çevir, her dokunduğum şey altın alıyor. Peri kızı, Kral’ın dersini aldığını düşünmüş ve dileği geri çekmiş. Midas’ın dokunduğu her şey aslına geri dönmüş.
Öğüt: Açgözlülük iyi bir şey değildir. Mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmek için elindekilerin kıymetini bil ve hiçbir şeye değiştirme.
|
https://www.masaloku.net/iki-arkadas-ve-ayi/
|
İki Arkadaş ve Ayı Masalı
| null | null | null |
İki Arkadaş ve Ayı Masalı
Bir zamanlar, Hasan ile Yunus adında iki iyi arkadaş ormanda yürürken koyu bir sohbete başlamışlar.
Hasan,
─ Ben seni kardeşimden öte seviyorum. Başına bir şey gelirse, herkesten önce ben yardımına koşarım, senin için yapamayacağım bir şey yok. demiş.
Yunus:
─ Ben de seni çok seviyorum, biz seninle arkadaştan öte kardeşiz, emin ol ben de her zaman yanındayım, senin için ne gerekirse her an yapmaya hazırım. demiş.
Az gitmişler, uz gitmişler dere tepe düz gitmişler. Ormanın derinliklerine inince, bir anda koca bir ayının kendilerine doğru geldiğini fark etmişler.
Hasan, daha önce tırmanma konusunda deneyimi olduğu için, ayıyı fark ettiği anda gördüğü ilk ağaca doğru koşup ağacın tepesine tırmanmış. Yunus da hemen onu takip ederek Hasan’ın çıktığı ağaca doğru tırmanmaya çalışmış, fakat tutunduğu dal zayıf olduğu için kırılıp yere düşmüş. Ayının yakınlaştığını bildiği için yerden kalkıp koşamayacağını anlamış. O an aklına ölü taklidi yapmak gelmiş. Daha önce bir yerde şu bilgiye sahipmiş. “Ayı saldırılarında ölü taklidi yaparak, ayıdan kurtulmak mümkünmüş” bu nedenle yerde hareketsiz yatarak ölü gibi davranmış.
Ayı, usulca Yunus’un yanına yaklaşmış ve yüzünü, başını, kulaklarını, koklamaya başlamış. Yunus’un hareketsiz olduğunu görünce de onun öldüğünü sanmış ve oradan hızlıca uzaklaşmış.
Hasan, nihayet ayı gittikten sonra Yunus’un yanına gelmiş.
─ Geçmiş olsun kardeşim, şükür ki iyisin. Bir şey soracağım, ayı senin kulağına ne fısıldadı söyler misin?
Yunus:
─ Ayı bana bencil insanlarla dostluk kurmamamı tavsiye etti ve gitti.
Atalarımızın şu sözünü unutmayalım arkadaşlar, “Gerçek dost, kötü günde belli olur.”
|
https://www.masaloku.net/nasrettin-hoca-rahmetten-kacilmaz/
|
Nasrettin Hoca Rahmetten Kaçılmaz Masalı
| null | null | null |
Allah’ın Rahmetinden Kaçılmaz Fıkrası
Hoca Nasrettin, bir gün pencere kenarında yağmurun yağışını seyreder. O sırada bir komşusunun koştuğunu görür ve seslenir, – Komşu! Hayrola, neden kaçıyorsun böyle? Komşu, – Hoca! Görmüyor musun? Sicim gibi yağmur yağıyor. Nasrettin Hoca, – Yahu komşu, hiç Allah’ın rahmetinden kaçılır mı? deyince Komşusu koşmayı bırakır ve yağmurun altında yürür adımlarla evine gider. Tabi evine vardığında sırılsıklam olmuştur. Aradan bir kaç gün geçer, Nasrettin Hoca çarşıdayken aniden bir yağmur bastırır. Hoca, yağmurda ıslanmamak için başlar koşturmaya.. Geçen gün yağmurda ıslanan komşusunun evinin önünden geçer. Bu kez komşusu hocaya seslenir, -Hoca Efendi, Hoca Efendi! neden ‘Allah’ın rahmetinden kaçıyorsun?’ demiş.
Nasrettin Hoca komşusuna dönerek; -Be adam! Ben Allah’ın rahmetinden kaçmıyorum, Allah’ın rahmetine basmamak için koşuyorum.” demiş.
|
https://www.masaloku.net/kisa-tekerlemeler/
|
Kısa Tekerlemeler Masalı
| null | null | null |
Kısa Tekerlemeler
Çocuklar için birbirinden eğlenceli kısa tekerlemeleri sizler için bir araya getirdik.
Tekerleme Nedir?
Tekerleme, birbirine uyumlu ses ve hecelerin ritmik bir düzen içinde tekrarlanarak oluşturulan, genellikle eğlendirici veya dil oyunlarına dayanan kısa şiirsel yapıya denir. Türkçe’de tekerlemeler genellikle çocuklar arasında oyun veya eğlence amacıyla kullanılır. Tekerlemeler, dilin ses yapısını ve ritmini öğrenmeye yardımcı olabilir ve genellikle söylenirken hızlı ve akıcı bir şekilde okunmaları beklenir.
Tekerlemeler, kulağa hoş gelir ve bazen zorlu dil yapıları içerir. Söylenirken dilin takılması veya zorlanmasıyla komik bir etki yaratılabilir. Örneğin, “bir berber bir berbere gel beraber bir berber dükkanı açalım” gibi tekerlemeler Türkçe’deki bazı dil oyunlarını yansıtabilir.
Tekerleme Örnekleri
EL EL EMEK El el emek, Hani bana yemek. Yemek gitti kediye, Bana geldi hediye. Hediyemi aldılar, Beni yola saldılar. Çık çık ceviz, Bu oyundan çıkın siz.
Karga karga “gak” dedi. “Çık şu dala bak” dedi. Çıktım baktım o dala, Şu karga ne budala. Karga fındık getirdi. Fare yedi bitirdi. Onu tuttu bir kedi. “Miyav” dedi, “Av” dedi
Bir iki üç ebelik üç sonra dört beş altıya geç yediye gel sekizi bul dokuzula on oyuna kon
Delmişler de takmışlar Ne de güzel yapmışlar Delmeseler takmazlardı Bilmeseler yapmazlardı
Elim elim epelek Elden çıkan topalak Topalağın yarısı Sarı kızın sarısı Kel Mehmet’in karısı Bana peynir vermedi Ben peyniri neyleyim Happan huppan Yarıl yırtıl Çek de kurtul
İğnem miğnem Ucu diğnem Fil fillici Kuş dillici Şamalici şattırıveci Habban hubban Yarıl yırtıl Kaç da kurtul
Biberler biberler Merdivenden inerler Elimi kestin kan çıktı Karpuzu kestim bal çıktı Kız senin başın kel çıktı.
Ayşe Ayşe fili fili Nerden buldun karanfili Karanfili alladım pulladım Kuzu köye yolladım Kuzu köyün kızları Ekin biçer yazları Bülbül olur dilleri Pembe açar gülleri
EL EL EMEK El el emek, Hani bana yemek. Yemek gitti kediye, Bana geldi hediye. Hediyemi aldılar, Beni yola saldılar. Çık çık ceviz, Bu oyundan çıkın siz.
Leylek leylek lekirdek, İki dirhem bir çekirdek. Lak lak eder kuş dilince, Göçüp gider güz gelince. Yedi iklim dört bucak, Gezip tozar şen şakrak.
Sayıları sayarken Karşıma çıkar birden. Ne aslan ne kaplan, Burma bıyıklı tavşan. Tutması güç mü güç; Adı üçtür , üç.
Sarıdır, zerdali değil, Suludur, şeftali değil. Dal ucunda portakal, Yerden alma, daldan al. Portakal dilim dilim, Yiyelim de yiyelim.
Elim belim, şemsiye telim, horoz öttü, tavuk gitti, bülbül kızına, selam etti, aradan önce sen çık…
Bir iki tombul tekir Camdan bakar Başına takar Hop hop, altın top
Leylek leylek havada, Yumurtası tavada, Gel bizim hayata, Hayat kapısı kitli, Leyleğin başı bitli.
Kuzu kuzu me Bin tepeme Haydi gidelim Ayşe teyzeme.
Yağ yağ yağmur, Teknede hamur, Bahçede çamur, Ver Allah’ım ver, Sicim gibi yağmur.
Bir ikidir bir iki Beş altıdır beş altı İnanmazsan soy da bak On altıdır on altı.
“Oooooooooo… O piti piti Karamela sepeti Terazi lastik jimnastik Biz size geldik bitlendik Hamama gittik Te-miz-len-dik”
“Ooooooo…… Çatlak patlak yusyuvarlak Kremalı börek, sütlü çörek Çek yavrum çek Amanın dostlar elini benden çabucak çek Çek çek amca Burnu kanca Al sana bir ta-ban-ca Bom bom bom jelibon”
|
https://www.masaloku.net/tilki-ile-geyik/
|
Tilki ile Geyik Masalı
| null | null | null |
Tilki ile Geyik Masalı – Günlerden bir gün bir tilki, ormanda dolaşırken bir kuyunun içine düşmüş. Ne yapmışsa buradan çıkmayı başaramamış. Tilki, kuyunun içinde çaresizce kurtarılmayı beklerken, o esnada bir geyik, su içmek için kuyunun başına gelmiş. Tilkiyi kuyunun içinde çaresiz bir şekilde gören geyik, Tilki kardeş, kuyunun içinde ne işin var? Orada yalnız başına ne yapıyorsun? diye sormuş. Aslında yardım istemesi gerekirken tilkinin aklına bir plan gelmiş ve geyiğe şöyle cevap vermiş: – Aa, haberin olmadı mı geyik kardeş. Yakında sular bitecekmiş. Ben buraya istediğim kadar su içebilmek için girdim. İstersen sen de gel. Sevimli geyik, tilkinin bu yalanına inanmış ve kuyuya girmiş. Doya doya su içtikten sonra tilkiye çıkış yolunu sormuş. Tilki: – Ben senin boynuzlarına basıp çıkayım, sonra da seni çıkarırım, demiş. Geyik, bu teklifi kabul etmiş ve tilkiye kuyudan çıkması için yardım etmiş. Ama tilki, geyiğin çıkmasına yardım etmemiş ve şöyle demiş: – Ee, geyik kardeş. Keşke kuyuya girmeden düşünseydin de şimdi nasıl çıkacağını düşünmek zorunda kalmazdın.
Bu masaldan çıkarılacak dersler;
Kişi, yaptığı işlerden dolayı pişmanlık duymamak için adım atacağı o işin her yönünü detaylı bir şekilde gözden geçirmeli, düşünmeden hareket etmemelidir.
Ne demiş atalarımız; Düşüne düşüne görmeli işi, sonra pişman olmamalı kişi.
|
https://www.masaloku.net/kopek-ile-hirsiz/
|
Köpek ile Hırsız Masalı
| null | null | null |
Köpek ile Hırsız Masalı
Günlerden bir gün, bir çiftlikte yaşayan sevimli ve zeki bir köpek varmış. Bir gece çiftlikte herkes uyurken, bir hırsız bahçe duvarına tırmanmış. Hırsızı fark eden köpek, duvarın yanına gelip havlamaya başlamış. Hırsız korkudan ne yapacağını şaşırmış, köpeği susturması gerektiğini anlamış ama ne yapmışsa köpeği susturamamış.
Hırsız: ‒ Köpek kardeş, havlama, ben yabancı değilim, beni tanımadın mı? Ben bu çiftliğin sahibinin akrabasıyım. Fakat köpek hırsızın sözlerine aldırış etmeden havlamaya devam etmiş.
Hırsız, bu defa da heybesinden bir parça et alıp köpeğin önüne attı. Köpeğin eti yiyip onu bırakacağını düşündü. Köpek, ‒ Hayır, sen hırsızsın! “Senin samimiyetsizliğini, çiftlik kapısından girmek varken duvardan içeri girmeye çalışmandan anlıyorum. Ayrıca, rastgele hediye dağıtman da gerçek niyetinin kötü olduğunu daha açık bir şekilde ortaya koyuyor.” demiş.
Hırsız, köpeğin onu içeri bırakmayacağını anlayınca hızlıca oradan uzaklaşmış ve bir daha çiftliğin yanından dahi geçmemiş.
|
https://www.masaloku.net/tilki-ile-kopek/
|
Tilki ile Köpek Masalı
| null | null | null |
Tilki ile Köpek Masalı
Günlerden bir gün, tilkinin biri, bir çiftlikteki tavuk kümesine girmiş. Semiz bir tavuğu yakaladığı gibi dışarı fırlamış. Çiftliğin avlusundaki çoban köpeğini görünce, başlamış tavuğun başını okşamaya.
Tilkinin tavuğu yakaladığını gören çoban köpeği hemen tilkinin yanına gelmiş,
‒ Hayırdır tilki, ne arıyorsun burada? demiş. Tilki, ‒ Buradan geçiyordum, tavuklar sevimli sesleriyle şarkılar söylüyorlardı, ben de dayanamadım bu güzel sesli tavukları görmek istedim. Baksana şu tavuğa sesi kadar kendisi de ne kadar sevimli. Birazcık okşayıp bırakacaktım zaten.
Çoban köpeği, ‒ Kurnaz tilki, derhal tavuğu yere bırak yoksa seni bir okşarım, okşamak nasılmış görürsün, seni doğduğuna pişman ederim.
Tilki, bakmış pabuç pahalı tavuğu bıraktığı gibi hızlıca ormana kaçmış.
|
https://www.masaloku.net/atmaca-ile-guvercinler/
|
Atmaca ile Güvercinler Masalı
| null | null | null |
Atmaca ile Güvercinler Masalı
Bir zamanlar bir çiftlikte yaşayan güvercinleri sürekli rahatsız eden bir atmaca kuşu varmış. Zavallı güvercinler her gün atmaca korkusuyla yaşamak zorunda kalıyorlarmış. Atmaca, ne zaman güvercinlere saldırı yapsa hemen yuvalarına kaçıp saklanıyorlarmış.
Atmaca, bakmış güvercinler hep tetikte olduğu için yakalayamayacak, bir plan düşünmüş. Güvercinlerin yuvasına gelip,
“Güvercin kardeşler neden benden kaçıyorsunuz? Ben size zarar vermek için değil sizinle arkadaş olmak için her gün buraya geliyorum.” demiş. “Farkındayım, her gün bir yırtıcı kuşlar size zarar verecek diye ödünüz kopuyor, yuvanızdan çıkamaz oldunuz. Aslında beni kendinize kral seçerseniz ben sizi diğer tüm yırtıcı kuşların tehlikesinden korurum. Siz de rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamınızı sürdürürsünüz.”
Atmacanın bu sözleri üzerine güvercinler bir toplantı düzenlemişler, ilk oturumda atmacayı kral olarak seçmişler. Atmaca tahta oturduğu günden itibaren her gün bir güvercini avlamaya başlamış. Güvercinler için durum artık eskisinden daha kötü olmuş. İçlerinden biri,
“Boş yere ağlayıp sızlamayalım, atmacayı kral seçerek başta hata yaptık.”
Sonuçları iyice düşünülmeden yapılan işler, durumu daha da kötüleştirir.
|
https://www.masaloku.net/maymun-ile-timsah/
|
Maymun ile Timsah Masalı
| null | null | null |
Maymun ile Timsah Masalı
Bir zamanlar, nehir kenarındaki ağaçta yuva yapmış bir maymun ile timsah arkadaş olmuşlar. Maymun, ağaçların dallarında oynayıp zıplıyormuş. Bir gün timsah nehirde yiyecek aramaktan yorulmuş, maymun arkadaşının yuva yaptığı ağacın gölgesinde dinleniyormuş. Maymun, ağacın altında yorgun görünen timsah arkadaşına biraz böğürtlen vermiş. Timsah böğürtlenleri afiyetle yemiş, maymun arkadaşına teşekkür ederek yuvasına gitmiş.
Günler günleri kovalamış, timsah her gün maymuna misafir olmuş. Maymunun ağaçtan attığı meyvelerle karnını güzelce doyuruyormuş. Hatta bir gün maymun, timsaha eşine götürmesi için fazladan meyveler vermiş. Timsah, meyveleri eşine götürmüş, eşi de taze meyveleri yiyince çok mutlu olmuş.
Aradan günler geçmiş, timsah ile maymunun dostluğundan timsahın eşi rahatsız olmuş. Çünkü timsahın eşi kötü kalpli bir kadınmış. Kocasına, gelirken bir maymun kalbi getirebilir misin? Canım bir maymun kalbi yemek istiyor demiş. Timsah, üzülerek de olsa karısını mutlu etmesi gerektiğine inanarak, tamam karıcım sana akşam bir maymun kalbi getireceğim demiş.
Timsah, maymununun yanına gitmiş, eşim dünkü meyveleri çok beğendi, sana teşekkür etmek için bu akşam evde yemeğe davet etti demiş. Maymun, timsahın bu nazik davetini kabul ederek, timsahın sırtında nehrin karşısına geçti. Timsah, tam eve yaklaşmışken maymuna karısının kendisinden maymun kalbi istediğini söyledi. Maymunun hayatını kurtarmak için çok fazla zamanı yoktu. Timsah’a kalbini meyve ağacına unuttuğunu ve geri dönüp onu almalarını gerektiğini söyledi.
Maymun evine ulaştığında ağaca tırmandı ve timsaha şöyle dedi. “Sana inanmıyorum bay Timsah! İnmiyorum aşağıya; sana olan güvenime ihanet ettin ve bu da arkadaşlığımızın bittiği anlamına geliyor.”
Öğüt: Size güvenen birine asla ihanet etmeyin ve arkadaşlarınızı akıllıca seçin.
|
https://www.masaloku.net/aslan-ile-fil/
|
Aslan ile Fil Masalı
| null | null | null |
Aslan ile Fil Masalı
Bir zamanlar ormanlar kralı aslan, oturmuş kendi kendine düşünüyormuş. Ben çok güçlüyüm. Keskin, güçlü pençelerim, dişlerim var. Bu yüzden ormandaki tüm hayvanlar benden korkar. Fakat neden sabahları bir horoz öttüğünde onun sesinden ürküyorum?
Aslan, kendi kendine konuşmaya devam etti: “Böyle bir hayat yaşanmaya değer mi? Ormandaki en güçlü ve en cesurlardan biriyim ama yine de Horoz gibi küçük bir canlı, sadece öterek hayatımın çekiciliğini yok etme gücüne nasıl sahip olabiliyor!”
Tam o sırada kocaman bir Fil, aslanın bu düşünceli halini görerek, kulaklarını ileri geri çırparak aslanın yanına geldi.
Fil, “Aslan kardeş, seni çok düşünceli gördüm. Seni bu kadar rahatsız eden ne?” diye sordu.
Aslan, acısını Fil ile paylaşmayı düşündü ve ona sordu:
“Senin gibi muazzam bir cüssesi ve gücü olan bir canlıya herhangi bir canlı zarar verebilir mi?” diye sordu.
Fil şöyle cevap verdi:
“Şu küçük Sivrisinek’i görüyor musun? Eğer kulağımın en iç kısmını sokarsa acıdan deliye dönebilirim.” dedi.
Aslan, filin bu cevabıyla en güçlü canlıların bile zayıf noktalarının olduğunu anlamıştı. Kendine güveni geldi ve hayatta hiçbir zaman sıkıntıların sevinçlerini gölgelemesine izin vermemeye karar verdi.
Öğüt: Hepimizin zayıf noktaları var. Bunlardan şikayet etmek yerine hayattaki güzel şeylere odaklanmalıyız.
|
https://www.masaloku.net/aslan-ile-muhafiz/
|
Aslan ile Muhafız Masalı
| null | null | null |
Aslan ile Muhafız Masalı
Bir zamanlar kral tarafından kötü muamele gören bir Muhafız varmış. Kralın ona yaptığı eziyete daha fazla dayanamayan muhafız saraydan kaçarak ormanda gizlenmiş. Muhafız ormanda sığınacak yer ararken, patisindeki diken nedeniyle yürümekte zorlanan bir aslana rastlamış. Muhafız, aslandan çok korkmasına rağmen cesaretini toplayıp aslanın pençesindeki dikeni çıkarmış. Aslan patilerindeki dikenden kurtulduğu için rahatlamış ve ormanının derinliklerine doğru gitmiş.
Muhafız ormanda saklanacak yer ararken bir sincap ailesine rastlamış ve sincaplar onu ağaç kavuğundaki yuvalarında misafir edebileceklerini söylemişler. Muhafız bu teklifi memnuniyetle kabul etmiş. Fakat çok geçmeden kralın adamları muhafızın yerini öğrenmişler ve muhafız ile birlikte ona yardım eden sincapları yakalayıp cezalandırmaya karar vermişler. Kral, ceza olarak muhafızı ve sincapları bir aslanın inine atmış. Aslan, muhafızı görünce hemen tanımış. Ormanda patilerindeki dikeni çıkaran iyi kalpli adam olduğunu anlamış ve hiçbirine zarar vermemiş. Kral ve adamları bir süre bekledikten sonra oradan uzaklaşmışlar. Muhafız, sevimli sincap dostlarıyla aslanın ininden kurtulup ormana doğru yol almışlar. Sincaplar ormandaki mutlu hayatlarına dönerken, muhafız da kendisine yeni bir hayat kurmak için uzak diyarların yolunu tutmuş.
Yaptığınız iyilikler size geri dönecektir.. Öyleyse iyi şeyler yapın ve başkalarına nazik davranın, dünyayı güzelleştirecek olan iyiliktir.
|
https://www.masaloku.net/tasmali-guvercin/
|
Tasmalı Güvercin Masalı
| null | null | null |
Tasmalı Güvercin Masalı
Sevgili çocuklar, Fare, Karga, Ceylan ve Kaplumbağa arasında geçen diyaloglardan oluşan harika bir masal sizleri bekliyor. Keyifle okumanız dileğiyle..
Bir zamanlar avın bol olduğu bir yerde yaşayan bir karga varmış. Bu karga bir gün yuvasında oyalanırken karşıdan bir avcının malzemeleriyle geldiğini görmüş. Bir köşeye gizlenip avcıyı izlemeye başlamış. Avcı ağını yere sermiş, üzerine de yemler serpip bir yere saklanmış ve başlamış avını beklemeye. Bir süre sonra, oradan ordusuyla birlikte geçmekte olan tasmalı güvercin, yemleri görünce dalışa geçmiş. Diğer güvercinler de liderlerini takip etmişler.
Ancak tam yemleri yemeye başlayacakları sırada hepsinin de ayakları ağa takılmış. Avcı gizlendiği yerden sevinçli bir şekilde çıkmış ve ağına düşen güvercinlere doğru yürümeye başlamış. Tasmalı güvercin, emrindeki güvercinlerin çırpınmaları ve bağrışmaları üzerine onlara şöyle demiş. “Sakın birlik ve beraberliğinizi bozmayın. Hep beraber kanat çırpıp ağları havalandırmaya çalışalım. Tek çaremiz bu!”
Cesaretleri artan güvercinler hep birlikte kanat çırparak ağları havalandırmışlar. Şehire doğru yola koyulmuşlar. Çünkü şehirde tasmalı güvercinin dostu olan bir fare yaşarmış. Bu arada karga da merakla onları takip etmeye başlamış. Farenin evine geldiklerinde yere konmuşlar. Tasmalı güvercin “Zeyrek, Zeyrek!” diye arkadaşını çağırmış. Fare Zeyrek arkadaşı tasmalı güvercinin kendini tanıtmasıyla yuvasından çıkmış. Onlara ne olduğunu sormuş. Güvercin de başlarına gelenleri anlatıp ondan yardım istemiş. Ama önce askerlerinin kurtarılmasını, en son kendisinin kurtarılmasını talep etmiş. Fare bunun nedenini sorduğunda güvercin “Önce beni kurtarayım derken yorulur da ağ kesmeyi bırakırsan arkadaşlarımı kurtarmaya yeterli gücün kalmaz diye korkuyorum. Ama önce onları kurtarırsan bana sıra gelmesi için dostluğumuzun verdiği güçle daha bir canla başla çalışırsın.” demiş. Bu cevap farenin çok hoşuna gitmiş ve uzun uğraşlardan sonra nihayet bütün güvercinleri ağlardan kurtarmış.
Bütün bu olanları hayranlıkla izleyen karga, fare ve güvercinin dostluklarına gıpta etmiş. Kendisi de fare ile dost olmak istemiş. Güvercinler gittikten sonra fareyi adıyla çağırmış. Fare içeriden “Kim o?” diye sormuş. Karga “Seninle dost olmak isteyen bir karga.” demiş. Fare “Bu imkansız, ben senin avınım, sana nasıl güveneyim, ne münasebet!” deyip kargaya tepki göstermiş. Ama karga kararlıymış. Farenin kişiliğini, güzel ahlakını methetmiş. Gerçekten onun etini değil, bir ömürlük dostluğunu istediğini, bunda samimi olduğunu anlatmış. Sonra uçarak bir dala konmuş. “Seninle dost olana kadar ağzıma bir lokma sürmeyeceğim!” demiş. Bunun üzerine fare onun samimiyetine inanmış ve dostluğunu kabul etmiş. Artık arkadaş olmuşlar. Birkaç gün sonra karga fareye “Yaşadığın yer insanların uğrak yeri! Bu sebeple seni ezip öldürebilirler. Benim evimin olduğu yere gidelim. Orası suyu, yemeği bol bir yer. Hem orada benim dostum olan bir kaplumbağa var. İstersen oraya taşınalım, hep birlikte mutlu bir şekilde yaşayalım.” demiş. Fare bu teklifi seve seve kabul etmiş. Karga fareyi kuyruğundan tutmuş ve havalanmışlar. Sonra karganın yaşadığı yere taşınmışlar. Orada kaplumbağa ile karşılaşmışlar. Karga ile kaplumbağa hasret giderip kucaklaşmışlar. Karga kaplumbağayı fare ile tanıştırmış. Hep birlikte dost olmuşlar ve muhabbete başlamışlar. Fare kendi öyküsünü anlatmış. “Mârût şehrinde zahid bir adamın evinde yaşardım. Bu adam kendisine getirilen günlük nafakasından ihtiyacını alır, kalanını sepetin içinde duvara asardı. Ben de adam evden çıkınca oraya sıçrar, kalan yiyecekleri bir güzel yerdim. Tabi o da bu durumun farkındaydı. Sepetteki yiyecekleri kurtarmak için onu daha yükseğe asardı ama ben bir şekilde ulaşırdım.
Bir gün zahidin misafiri geldi. Yediler, içtiler ve muhabbete başladılar. Ben de o sırada sepete ulaşmaya çalışıyordum. Zahid beni uzaklaştırmaya çalışırken bu durum misafirinin dikkatini çekti. Ne olduğunu sordu. Zahid de olanları anlattı. “Ne yaptıysam şu fareyle baş edemedim.” diye yakındı. Misafiri ona akıl verdi, “Hadi kazma getir de farenin yuvasını bir kazalım, bakalım derdi neymiş?” dedi. Sonra yuvamı kazdılar ve orada benim üzerine basıp sıçradığım, bu sayede yemek sepetine ulaştığım altın kesesini buldular, onu oradan aldılar. Kese olmadığı için sepete sıçrayamıyordum. Ertesi gün ben ve diğer fare kardeşlerim aç kaldık. Çünkü onların da yiyecek umudu bendim. Yiyecek bulamayınca fare kardeşlerim benden yüz çevirdiler. Bense zahid ve misafiri uyurken iki defa keseyi almaya teşebbüs ettim. Ama her ikisinde de zahidin misafiri tarafından fena halde hırpalandım. Bunun üzerine bütün maddi ihtiraslarımı bir yana bıraktım. Artık altın ve servetten tiksinmiştim. O evden ayrıldım, kanaat ederek yaşamaya başladım. Derken güvercin dostumla tanıştım. Sonra da sizlerle. Meğer dostluk ve sevgi hepsinden önemliymiş.”
Farenin hikayesinden sonra kaplumbağa, karga ve fare “Bundan böyle kardeşiz!” diyerek birbirlerine bağlanmışlar. En güzel huzurun dostlukta olduğunu fark etmişler. Onlar böyle konuşurken bir avcının takibinden kaçan ceylan, onların yanına gelmiş. Korku içinde başından geçenleri anlatmış. Ceylana, yaşadıkları yerin bolluk bir yer olduğunu söyleyip birlikte yaşama ve dostluk teklif etmişler. Ceylan kabul etmiş ve onlarla birlikte kalmış. Bu şekilde çok güzel günler geçirmişler. Bir gün ceylanın sohbetlerine katılmadığını görüp merak etmişler. Karga havalanmış, bir süre uçmuş ve ceylanın tuzağa düştüğünü fark etmiş. Hemen arkadaşlarına haber vermiş. Hep birlikte ceylanın yardımına koşmuşlar ve farenin ağları kemirmesiyle ceylanı kurtarmışlar. Ancak bu sırada avcı çıkagelmiş. Ceylan kaçmış, karga uçmuş, fare de bir deliğe gizlenmiş. Kaplumbağa ağır olduğu için ortada kalmış ve kaçamamış. Avcı onu yakalamış ve bağlamış. Arkadaşları kaplumbağanın bu durumuna çok üzülmüş ve ve onu kurtarmak için bir çare düşünmeye başlamışlar. Fare bir çözüm bulmuş. Buna göre; ceylan avcının görüş alanında yaralıymış gibi yere düşmüş. Karga da leş yiyormuş gibi ceylanın üstüne konmuş. Avcı ceylana doğru yönelince ceylan kalkmış, biraz daha kaçmış, sonra yine düşmüş. Bu şekilde avcı ceylanı epey takip etmiş ama sonra yorulmuş. Bu sırada fare gizlendiği yerden çıkıp kaplumbağanın yanına gelmiş, onun bağlarını kemirip çözmüş. İkisi oradan uzaklaşmışlar. Ceylanla karga da arkadaşlarının kurtulduklarını görünce var güçleriyle avcıdan kaçmışlar. Karga, ceylan, fare ve kaplumbağa daha sağlam dostluklarla kenetlenmişler, mutlu bir şekilde yaşamlarını sürdürmüşler.
|
https://www.masaloku.net/ahmak-ortak-ile-duzenbaz/
|
Ahmak Ortak ile Düzenbaz Masalı
| null | null | null |
Ahmak Ortak ile Düzenbaz Masalı
Günlerden bir gün düzenbaz biriyle ahmak biri yolculuğa çıkarlar. Bunlar aynı zamanda iş ortağıdırlar. Derken yol üstünde bir kese bulurlar ve sevinç içinde şehre dönerler. Ahmak altınları yarı yarıya bölüşmeyi teklif eder. Ancak düzenbazın niyeti altınların hepsine sahip olmaktır. Aklına bir plan gelir ve ahmak arkadaşına şöyle der: “Dostum, biz bunları bölüşmeyelim, yol masrafımız kadar alalım, gerisini şu ağacın dibine gömelim. Burası güvenli bir yer, kimsenin aklına gelmez. Sonra ihtiyacımız olduğunda yine gelir, alırız. Biz ortağız ve ben sana güveniyorum.” diyerek ahmağı ikna eder. Bir miktarını alıp gerisini ağacın dibine gömerler, oradan giderler.
İkisi ayrıldıktan sonra düzenbaz hemen ağacın yanına gelir, altınların hepsini alır ve oradan gider. Bir kaç ay sonra paraya ihtiyacı olan ahmak, düzenbaz ortağının yanına gelir ve durumunu anlatarak gömüye gitmelerini söyler. Birlikte gömünün yanına gittiklerinde düzenbaz toprağı elleriyle kazmaya başlar ancak keseyi yerinde bulamaz. Bunun üzerine ahmak ortağına çıkışır, ona bağırmaya başlar. “Ah! Ben sana niye güvendim ki! Benden gizli buraya gelip altınları çaldın, değil mi?”
Ahmak yeminler ederek almadığını söyler, alan kişiye beddualar eder. Ancak düzenbaz inanmaz ve daha da sesini yükselterek “Altınların yerini senden başka bilen yoktu. Nerede o zaman bu altınlar, kim aldı?” der. Uzun süre tartışırlar ama anlaşamazlar. Bunun üzerine mahkemeye başvururlar. Düzenbaz iddiasını orada da yineler ve altınları ortağı olan ahmağın aldığını söyler. Tabi ahmak inkar eder. Hakim ise düzenbazdan şüphelenir, bütün ciddiyeti ve sertliğiyle düzenbaza dönerek “O zaman iddianı destekleyecek bir delilin var mı, varsa bize göster bakalım!” der. Düzenbaz da “Var efendim. Altınları dibine gömdüğümüz ağaç bunun şahididir!” diye cevap verir.
Bu garip ve akılsız delil karşısında hakim istifini bozmaz ve “Madem öyle, gidip soralım şu ağaca.” diyerek tarafları yanına alır, ağacın yanına varır. Bu arada her şeyi önceden planlayan düzenbaz babasını ağacın kovuğuna gizler, hakimin sorularına cevap vermesini ister. Ağacın yanına geldiklerinde hakim ağaca doğru dönerek sorar: “Ey ağaç! Altınları kim çaldı?” Kovukta gizlenen yaşlı adam ağaç konuşuyormuş gibi cevap verir: “Ahmak!” Hakim bu işe şaşırır. Kulaklarını ağaca dayar, bir süre bekler ve sonra “Bu ağaç lanetlidir. Tez odun toplayın ve bu ağacı yakın!” diye adamlarına emir verir. Ağaç yakılmaya başlayınca ihtiyar içerden basar çığlığı ve kendisini kurtarmaları için yardım ister. Yanıklarla gizlendiği yerden çıkan düzenbazın babası her şeyi itiraf eder. Bunun üzerine hakim düzenbazı falakaya yatırır. Sonra da babasıyla ikisini bir eşeğe bindirip şehirde mahalle mahalle dolaştırır. Düzenbaz ise serbest kalma kefaleti olan bin altını tamamlayıp ahmağa verir ve hapisten kurtulur.
|
https://www.masaloku.net/kurbaga-ile-maymun/
|
Kurbağa ile Maymun Masalı
| null | null | null |
Kurbağa ile Maymun Masalı
Yeşillik bir adada maymunlar yaşardı. Bu maymunların Kerdan isimli bir padişahları vardı. Kerdan yıllarca hükümdarlık yaptıktan sonra artık iyice yaşlanmış, devlet işlerini göremez olmuştu. Bunun üzerine yerine birisini tayin edip kendisi istirahate çekildi. Kerdan’ın emeklilik yaşadığı yer, sanki cennetten bir köşe idi. Meyvesi, suyu bol, tabiatı harika bir yerdi. Kerdan burada gezinirken bir gölün kenarına oturdu.
Orada bulunan incir ağacından bir incir koparıp yemeye başladı. Derken incirlerden birini yanlışlıkla göle düşürdü. İncirin göle düştüğünde çıkardığı “cum” sesi Kerdan’ın çok hoşuna gitti. Bunun üzerine ağaçtan kopardığı incirlerden birini yerken diğerini göle atmaya başladı. Böylece göle düşen incir sesiyle eğleniyordu.
Gölde yaşayan kurbağalardan biri, maymunun incirleri kendisine attığını zannedip göle düşen incirleri bir bir yemeye başladı. Karnını bir güzel doyurduktan sonra yaptığı iyilikten dolayı gölden çıkıp maymuna teşekkür etti. Kurbağanın bu saflığı Kerdan’ın çok hoşuna gitti. Onunla sohbet etmeye başladı. Kerdan kurbağaya dostluğun öneminden, iyi bir dostun hangi vasıfları taşıması gerektiğinden, akılsız dostun akıllı düşmandan daha faydalı olduğundan bahsetti, dostlukla ilgili hikayeler anlattı. Kurbağa Kerdan’dan çok etkilendi. O’nun zekasına, bilgeliğine hayran kaldı. Onunla dost olmayı istediğini belirtti. Zaten yalnız olan ve canı sıkılan Kerdan da bu teklifi kabul etti. Böylece ikisi sıkı bir dost oldular.
Maymun ile kurbağa birlikte o kadar çok vakit geçirmeye başladılar ki, kurbağa ailesini ve çoluk çocuğunu unuttu. Günlerce onların yanına gitmedi, hallerini sormadı. Kurbağanın zavallı karısı, kocasının bu durumunu haber alınca perişan oldu. Yakınları bu duruma bir çare bulmak için düşünmeye başladılar. Nihayet maymunun öldürülmesine karar verdiler. Bunun için bir hile düşündüler. Buna göre önce kurbağanın karısı yalancıktan hastalandı. Yakınları kurbağanın yanına giderek karısının ölüm döşeğinde olduğunu, hiç olmazsa son bir defa onu görmesini söylediler. Dostu olan maymun da onay verince kurbağa hemen karısının yanına gitti. Çocukları uzun zaman sonra babalarını görünce hasretle sarıldılar, etrafında oynaşıp gülüştüler. Kurbağa da onları özlemiş olmaktan gözyaşlarını tutamadı, evlatlarına sarıldı. Sonra karısının hastalığını sordu. Yakınları “Karının hastalığının sadece bir tek devası var. O da maymun kalbidir. Eğer bir maymunun kalbi çıkarılıp ta kanı içirilirse hemen iyileşir” dediler. Kurbağa “Ben maymun yüreğini nerden bulayım?” diye söylenirken aklına Kerdan geldi. Ancak dostuna kıymaya hiç yanaşmadı. Yakınlarından akıllı bir kocakarı ona öyle bir dil döktü ki kurbağa itiraz edemedi. “Ben onu bir şekilde buraya getiririm, gerisi sizin bileceğiniz iş, benden bu kadar” diyerek Kerdan’ın yanına gitti.
Kerdan kurbağayı görünce karısının durumunu sordu. Kurbağa “Karım çok hasta, onun yanından ayrılmamam gerekir, bana ihtiyacı var. Ancak benim de senin dostluğuna ihtiyacım var, ben de sensiz yapamam, ne olur benimle gel!” dedi. Ondan başka dostu olmayan maymun bu teklifi kabul etti. Ancak kurbağanın yaşadığı yer başka bir ada olduğu için yüzme bilmeyen maymun oraya nasıl gideceğini sordu. Kurbağa da “Ben seni sırtımda taşırım” dedi. Bunun üzerine yola koyuldular. Kurbağa, sırtında maymun olduğu halde güç bela yüzüyordu. Gölde yüzerlerken kurbağanın durgunluğu, dalıp dalıp gitmesi maymunun gözünden kaçmadı. Bir kaç defa bunun sebebini sorduysa da kurbağa geçiştirdi. Ancak bu Kerdan’ın içine bir şüphe düştü. Bu sefer dostu kurbağaya ne olup bittiğini sordu ve cevabını kesinlikle öğrenmek istediğini belirtti. Kurbağa olup biten her şeyi anlattı. Ancak köye vardıklarında kendisini koruyacağını, niyetinin sadece dostundan ayrılmamak olduğunu söyleyerek hayatını garanti etti. Akıllı maymun kurbağanın bu sözlerine inanmış göründü. Fakat kurbağa adasına giderse geri dönemeyeceğini düşündü. Çünkü yüzme bilmiyordu. Bunun üzerine kurbağaya “Sevgili dostum, kadınların bu hastalığını biz de biliriz. Kalbimiz de o hastalığın devasıdır. Yalnız sizin düşündüğünüzün aksine kalbimiz yerinden çıkarılırsa biz ölmeyiz. Kendi elimizle çıkarıp hastaya veririz. Bizim için kalbin olup olmaması fark etmez. Ancak yola çıkmadan önce ağırlık olmasın diye kalbimi göl kenarında bırakmıştım. Önce geri dönüp onu alalım, sonra size gidelim.” dedi. Kurbağa bu duruma çok sevindi. Hem karısı kurtulacak, hem de en sevdiği dostu ölmeyecekti. Gölün kenarına geldiklerinde Kerdan ayaklarını yere basar basmaz bir ağacın tepesine zıpladı. Kurbağa “Haydi! Kalbini al da gidelim.” deyince ona şöyle cevap verdi: “Benim kalbim makine midir ki istediğim zaman takıp çıkarayım! Ben o sözleri kendimi kurtarmak için söyledim. Haydi işine git. Bana senin gibi dost lazım değil!” Bu sözler üzerine kurbağa yalvarıp yakardı. Artık karısının hastalığını bile düşünmediğini, sadece onun dostluğunu istediğini söyledi. Ama Kerdan bir tuzağa iki defa düşmenin eşeklerin işi olduğunu söyleyerek kurbağanın yalvarmalarına aldırmadı. Kurbağa da dostunu kaybetmenin üzüntüsüyle evine döndü.
|
https://www.masaloku.net/sahin-ile-kuzgun/
|
Şahin ile Kuzgun Masalı
| null | null | null |
Şahin ile Kuzgun Masalı
Bir derviş ormanlarda, kırlarda gezinir, doğada bulunan çeşit çeşit bitkilere, ağaçlara, her türden hayvanlara ibretle bakar, baktıkça da Allah-u Teala’nın yaratma kudretini tefekkür edermiş. Bir gün yine ormanda gezinirken ağzında bir parça et bulunan bir şahinin, öterek bir ağacın etrafında halkalar çizdiğini fark etmiş. “Hayırdır inşallah!” deyip şahinin hareketlerini izlemeye koyulmuş. Nitekim şahin bir müddet sonra ağacın üstünde bulunan bir kuş yuvasına konmuş.
Derviş merakla kuş yuvasının içinde ne olduğunu gözlemeye başlamış. Bir de bakmış ki yuvada gözleri kör, tüyleri dökülmüş bir kuzgun var! Şahin de bu miskin hayvanın yanına gelip ağzındaki eti kuzguna yedirmeye çalışıyor! Kuzgunun bu haline acımış derviş. Bir yandan da böyle bir kuşun rızkının yırtıcı bir kuş tarafından kendisine gönderilmesi dikkatini çekmiş. “Yarabbi!” demiş, “Ne büyüksün ki şu zavallı kuşun rızkını bir şahin eliyle gönderiyorsun!”
Daha sonra Allah’ın merhametinin ne denli büyük olduğunu düşünmüş. Derken bu manzaradan etkilenip aklına şöyle bir düşünce gelmiş. “Ben de gece gündüz Allah-u Teala’yı zikreden bir dervişim. O’na tam bir tevekkülle bağlıyım. Bir parça ekmek için ne diye zahmet çekeyim ki! Herhalde şu kuşun rızkını veren Yüce Yaratıcı, benim gibi bir kulunu da geri çevirmez, bana da ekmek aş verecek birini gönderir!” diye içinden geçirmiş. Oturup rızkını beklemeye başlamış. Ancak aradan birkaç gün geçtiği halde kimse bir şey getirmemiş, ekmek veren olmamış. Derviş artık açlıktan halsiz düşmüş, neredeyse ölecek duruma gelmiş.
Bu olay kendisine malum olan zamanın Peygamberi, İlahî emirle dervişin yanına gelmiş ve ona şöyle demiş: “Ey derviş! Senin bu tevekkül anlayışın çok yanlış. Tabi ki Allah-u Teala bîçare kör bir kuzguna yırtıcı şahin kuşu ile et gönderecek kadar rızık vericidir. Ancak senin gibi çalışmadan yiyecek bekleyen bir tembeli de açlıktan öldürecek kadar hikmet sahibidir.”
Peygamberin bu sözlerini duyan derviş, kendini toparlayıp tekrar ekmeğini kazanmanın yolunu tutmuş.
Yazar: Beydaba.
|
https://www.masaloku.net/zenginlik-comertliktir/
|
Zenginlik Cömertliktir Masalı
| null | null | null |
Sevgili çocuklar sizlere zenginliğin sırrı ile ilgili bir masal anlatacağım. Bu masaldan ders çıkarmanız dileğiyle.. İyi okumalar..
Zenginlik Cömertliktir Masalı
Deniz kaplumbağasının biri küçüklüğünden beri Saklıyormuş kabuğunda bir inci. Ona babasından kalmış, Babasına da babasından… Böyle yüzyıllardan beri Babadan oğula kalan Bir gelenek gibi inci Kabuğun içinde saklanırmış.
İncinin sahibi yaşlandıkça Devredermiş kendi çocuğuna. Yine bir devir zamanı gelmiş, Baba kaplumbağa, oğlunu çağırıp yanına: “Al bu inciyi sakla kabuğunda Ata yadigârıdır, Zamanı gelince sen de vereceksin kendi çocuğuna.” Nasihatinden sonra teslim etmiş emaneti. Oğlu sevinçle alarak inciyi Yüzmüş arkadaşı penguenin yanına.
Penguen çok iyi biri, fakat yoksulmuş; Ailesiyle birlikte çok zor durumda, Alacaklıları da dayanmış kapıya. Genç kaplumbağa varıp arkadaşının yanına: “Al bu inciyi satıp kurtul borçlarından, Biraz rahatlarsınız en azından.” Arkadaşı çok sevinip teşekkür etmiş, Satıp inciyi, borçlarını silmiş, Ailesi için alışveriş de yapabilmiş. Genç kaplumbağa dönerken yuvasına Ne söyleyeceğini düşünüyormuş babasına. Gözleri yerde yüzerken birden İki inci görmüş deniz dibinde, Üstelik ikisi de benziyormuş eskisine. Birini saklamış kabuğunda Diğerini satıp hediyeler almış anne babasına. Bilmez çoğu bu yaşamın sırrıdır: Zenginlik cömertlikte saklıdır.
|
https://www.masaloku.net/tilki-ile-teke/
|
Tilki ile Teke Masalı
| null | null | null |
Tilki ile Teke Masalı
Sıcak bir yaz gününde susayan bir tilki kuyunun yanına gelmiş, kuyunun etrafında dönerken ayağı kaymış, kuyuya düşmüş. Zavallı tilki ne yapmışsa kuyudan çıkmayı başaramamış. Sürüden ayrılan bir teke su içmek için kuyuya gelmiş, bir bakmış, kuyunun içinde bir tilki.
Teke: “Tilki kardeş kuyuda ne yapıyorsun? Bu su içiliyor mu?” diye sormuş. Tilki hiç bozuntuya vermeden; “Suyun berraklığından anlamıyor musun? Hem berrak hem de çok serin. Hiç durma, hemen gel kana kana suyunu iç!” demiş. Teke tilkinin sözlerine kanmış, sıcak havadan bunalmış olsa gerek ki susuzluktan dili damağına yapışmış. Hemen kuyuya atlayıp kana kana su içmeye başlamış. Su içip doyduktan sonra aklına başına gelmiş, dönmüş tilkiye; “Tilki kardeş! İyi ettin beni su içmeye davet ettin ama şimdi buradan nasıl çıkacağım?” diye sormuş. Tilki: “Tasalanma teke kardeş, kuyudan çıkmanın yolunu ben biliyorum. Ön iki ayağını duvara yasla, boynuzlarını da havaya dik, ben boynuzlarına basıp yukarı çıkarım, sonra da seni yukarı çekerim.” demiş.
Teke, tilkinin söylediklerine kanmış, tilkinin söylediklerini harfiyen uygulamış. hemen razı olmuş; Tilki keçinin üstüne basarak kendini kuyudan çıkarmayı başarmış, hiç arkasına bakmadan kuyudan uzaklaşmış.
Teke, tilkinin arkasından bağırmış: “Tilki kardeş! Seninle böyle mi anlaşma yapmıştık? Hani çıktığında beni de kuyudan çıkartacaktın, böyle söz vermedin mi?” demiş. Tilki dönmüş: “Ey akılsız teke! Birazcık akıl etseydin, kuyudan nasıl çıkacağını düşünmeden hiç iner miydin?” demiş.
Öğüt: Akıllı insanlar sonunu düşünmeden hiçbir işe girişmezler.
|
https://www.masaloku.net/sapkaci-adam-ve-maymunlar/
|
Şapkacı Adam ve Maymunlar Masalı
| null | null | null |
Şapkacı Adam ve Maymunlar Masalı
Günlerden bir gün, şapka satan bir adamın yolu ormana düşmüş. Öğle vakti, kavurucu bir sıcak var. şapkacı yorgunluktan bitkin düşüp bir ağacın gölgesinde dinlenmeyi düşünmüş. O kadar yorgunmuş ki oracıkta uyuyuvermiş.
Ağaçtan ağaca atlayan maymunlar, şapkacının uyuduğunu görmüşler. Maymunların hepsi şapkacının tüm şapkalarını alıp başlarına takmışlar.
Şapkacı uyandığında şapkalarının yerinde olmadığını görünce şok olmuş. Bir de bakmış maymunların hepsinin başında şapka varmış. Maymunlardan şapkalarını nasıl geri alabileceğini düşünmeye başlamış. Bir anda karar verip şapkasını yere atmış. Şapkacının o hareketini gören maymunlar da aynısını yaparak şapkalarını yere atmış.
Şapkalı adamın bu zekice fikri işe yaramış. Şapkalarını yerden toplayarak yolculuğuna devam etmiş..
|
https://www.masaloku.net/kedi-ile-fare/
|
Kedi ile Fare Masalı
| null | null | null |
Kedi ile Fare Masalı
Bir gün, bir evi fareler basmış. Evin sahibi çözüm olarak eve bir kedi getirmiş. Kedi, fareleri gördüğü yerde yakalıyormuş. Kedi farelere aman vermeyince fareler bir toplantı düzenlemişler; “Her gün bir fare gözcü olsun, delikten dışarı bakıp kediyi gözetlesin.” demişler.
Kedi bakmış farelerden ses yok, bir şeylerin döndüğünü anlamış. Kedi de bir oyun kurmuş, bir sandalyenin üzerinde ayaklarını havaya dikip ölü taklidi yapmış.
Gözcü fare delikten dışarı başını çıkarıp bakmış, kedinin sandalyenin üzerinde boylu boyunca uzandığını görünce;
“İnatçı olduğun kadar da kurnazmışsın. Hiç boşuna oyun oynama bizimle, boş bir çuvala koyup bağlasalar seni yine de sana yaklaşmam.” demiş.
Akıllı insanlar, kendilerine zarar verebilecek kişilere yaklaşmazlar. Bu masal da size zarar verecek insanların oyunlarına karşı uyanık olmanız öğretiliyor.
|
https://www.masaloku.net/alakarga-ile-kartal/
|
Alakarga ile Kartal Masalı
| null | null | null |
Alakarga ile Kartal Masalı
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini sallar iken, masal masal içinde deyip bu masalı ninelerimiz anlatmış. Günlerden bir gün, hiçbir şeyden haberi olmayan bir çoban kuzularını otlatıyormuş. Karşı dağdan bir kartal havalanmış, sürüye doğru süzülerek güçlü pençeleriyle bir kuzuyu tuttuğu gibi götürmüş. Çoban peşinden koşmuşsa da kartla kuzuyu aldığı gibi uçup gitmiş. Kartalın kuzuyu kaptığı gören alakargayı bir heves almış: “Ben de kuşum, benim de kanatlarım var. Kartal gibi kuzuyu kapıp götüremez miyim?” demiş. Alakarga kendinden emin bir şekilde kanatlarını çırparak sürüye doğru süzülmüş, bir koçun üzerine konmuş. Tırnaklarıyla koçu kaldırmaya çalışmış ama zavallı karganın gücü yetmemiş, üstelik tırnakları koçun yünlerine takılmış. Alakarga koçun üzerinde çırpınırken, çoban durumu fark etmiş;
“Yahu alakarga sana ne oluyor, kendini kartal mı sandın?” demiş. Alakargayı tuttuğu gibi kanatlarını bağlamış, akşam olunca evine götürmüş.
Çobanın yolda rastladığı çocuklar: “Çoban amca bu kuşun adı nedir?” diye sormuşlar.
Çoban: “Bu kuşun cinsi alakarga; ama ona sorarsan ben kartalım diyor.” demiş.
Bir masalın daha sonuna geldik. Sizler için sitemize yeni masallar eklemeye devam ediyoruz. Sevgili çocuklar hepinize bol masal okumalı günler diliyorum.
|
https://www.masaloku.net/sagir-koylulerin-hikayesi/
|
Sağır Köylülerin Hikayesi Masalı
| null | null | null |
Sağır Köylüler Masalı Bir zamanlar, uzak diyarlarda, kıvrım kıvrım uzanan dağlar arasında saklı şirin bir köy varmış. Bu köyde yaşayan herkes sağırmış. Bu yüzden de bu köye sağırlar köyü derlermiş. Tarlada, bahçede her işlerini kendileri yaparlarmış, birbirlerinin söylediklerini duyamadıkları için birbirleriyle anlaşamazlarmış.
Günlerden bir gün, bu köyde yaşayan bir köylünün keçileri kaybolmuş. Keçilerin peşinde dolaşırken, tarlasını süren bir köylü ile karşılaşmış. Selam vermiş: “Merhaba dostum. Bu taraflarda üç keçi gördün mü?” Tabii bu yöredeki tüm insanlar gibi, ikisi de sağırmış. O nedenle birinin ne dediğini öbürü anlayamıyormuş: ”Ne istiyorsun?” diye bağırmış tarlasını süren köylü. “Bu tarla benim malım. Taa şu ağaca kadar”. Eliyle uzaktaki bir ağacı göstermiş. Keçilerini arayan adam ise kendi sorusuna yanıt aldığını zannederek gösterilen yöne doğru gitmiş. Tesadüf bu ya, keçiler de gerçekten o taraftaymış. dönüşte tarlasını süren köylünün yanında tekrar durmuş: ”Sağ ol kardeşim. Bana büyük bir iyilik yaptın. Bu iyiliğin nedeniyle sana şu ayağı aksayan keçi yavrusunu hediye ediyorum” deyip yavruyu göstermiş. Köylü ise korkmuş. Keçi sahibinin kendisini suçladığını sanmış. “Yemin ederim ben senin keçilerini hiç görmedim. Bu keçi yavrusuna dokunmadım bile. Nasıl zarar verebilirim? Topallıyorsa suç bende değil!” Karşılıklı bağırmaya başlamışlar, ama biri ötekinin ne dediğini duymadığı için anlayamıyormuş. Derken atlı bir adam görmüşler ve durdurup ondan arabuluculuk yapmasını istemişler. “Olay şöyle oldu” diye başlamış keçilerin sahibi. “Benim keçilerim kaybolmuştu. Ben de onları aramaya başlamıştım. Bu adam bana keçilerin ne tarafa gittiğini gösterdi. Dönerken ben de şu yavru keçiyi ona armağan etmek istedim. Ama bunu az buluyor, daha büyüğünü istiyor.” Köylü de şunları söylemiş: ”Ben burada sakin sakin toprağımı sürüyordum. Sonra bu adam çıkageldi. Bu toprağın kimin olduğunu sordu. Bende şu ağaca kadar benim dedim. Sonra o yöne doğru gitti. Dönerken üç tane keçi vardı yanında. Bunlardan birinin ayağı topallıyor. Benim ona zarar verdiğimi sanıyor, beni suçluyor. Bunlardan birine bile elimi sürmüşsem tanrı en büyük cezayı versin bana! Sana yalvarıyorum, şu atından in de bu adamı ikna et” deyip atın dizginlerini tutmuş. Bu sefer de atlı sinirlenmiş. Bağırmaya başlamış: ”Ne diye çekiyorsun atımı! Bu at benim. Daha ufacık taydı aldığımda, elimde büyüdü! Sana ne diye vereyim!” Sonra üçü birden itişip kakışmaya başlamışlar. Bir süre sonra nihayet kadıya gitmeyi akıl etmişler. Üçü de sırayla olayı kendince anlatmış. Kadı başını sallamış. Ama tabii o da kentin bütün sakinleri gibi sağırmış. “Madem üçünüz birden ayın artık hilal olduğunu söylüyorsunuz, demek ki yarın bayrama başlayabiliriz.”
Üç kavgacı birbirine bakmış. ”Barışmazsak kadı üçümüzü de falakaya yatıracak galiba” diye düşünmüşler ve sessizce dağılmışlar.
|
https://www.masaloku.net/ataturkun-hayati/
|
Atatürk'ün Hayatı Masalı
| null | null | null |
Mustafa Kemal Atatürk’ün Hayatı
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik`te Kocakasım Mahallesi, Islahhane Caddesi`ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası bir gümrük memuru olan Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım`dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın`dan Makedonya`ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf kâtipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım`la evlendi. Atatürk`ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı.
Küçük Mustafa, öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi`nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi`ne geçti. Ancak Mustafa Kemâl babasını çok küçük yaşlarda kaybetti (1888). Bu nedenle okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Mustafa ve annesi dayıları ile birlikte yaşamak üzere taşraya Rapla Çiftliği`ne gittiler. Onu annesi büyüttü. Mustafa çiftlikte çalışmaya başlamış, ancak annesi okula gitmemesi nedeniyle endişelenmeye başlamıştı. Sonunda, annesinin Selânik`teki kız kardeşi ile birlikte yaşamalarına karar verildi. Böylece Mustafa Selânik`e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüştiyesi`ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye`ye girdi. Bu okuldaki Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına “Kemal” i ilave etti. Askeri Rüştiyeyi 1895 yılında bitirdikten sonra, Mustafa Kemal Manastırdaki Askeri İdadiye girdi. 1899 yılında Manastır Askeri İdâdi`sini bitirip, 3 Mart 1899`da İstanbul`da Harbiye`nin hazırlık sınıfına kaydoldu. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu. Harp Akademisi`ne devam etti. 11 Ocak 1905`te kurmay yüzbaşı rütbesiyle Akademi`yi tamamladı.
Sakarya Zaferi`nden sonra 19 Eylül 1921`de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal`e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923`te imzalanan Lozan Antlaşması`yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması`yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı. 23 Nisan 1920`de Ankara`da TBMM`nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti`nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı`nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922`de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu`yla yönetim bağları koparıldı. 13 Ekim 1923`te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet`in ilk hükümeti kuruldu.
Atatürk ülke içerisinde sık sık seyahat etmiştir. Gemlik ve Bursa gezileri esnasında soğuk almıştı. Tedavi olmak ve dinlenmek üzere İstanbul`a geri döndü. Ama, ne yazık ki çok ciddi bir şekilde hastalanmıştı. 10 Kasım 1938 tarihinde saat 09.05`te yakalandığı siroz hastalığından kurtulamayarak İstanbul`da Dolmabahçe Sarayı`nda hayata gözlerini yumdu, ama insanlarının gözünde ölümsüzlük kazandı, insanlarının kalplerinde yerini aldı. Cenazesi 21 Kasım 1938 günü törenle geçici olarak Ankara Etnografya Müzesi`nde toprağa verildi. Anıtkabir yapıldıktan sonra nâşı görkemli bir törenle 10 Kasım 1953 günü ebedi istirahatgâhına defnedildi.
|
https://www.masaloku.net/aptal-esek/
|
Aptal Eşek Masalı
| null | null | null |
Aptal Eşek Masalı
Bir zamanlar, bir adam, eşeğine bindirdiği tuz torbalarını her gün pazara götürüp satardı. Bir gün yolda bir dereyi geçmek üzereyken, eşeğin ayağı kaydı ve aniden dereye yuvarlandı. Tuz torbaları suya battı ve tuzlar suda çözündü. Eşek ayağı kalktığında oldukça mutluydu çünkü torbaların hepsi boşalmış yükü hafiflemişti.
Sonraki gün yine aynı dereye geldiklerinde eşek, kendini suya bıraktı ve zavallı tuzcunun bütün tuzları yine suda eridi.
Tuzcu, bu defa eşeğin bilerek kendini suya bıraktığını anladı ve ona bir ders vermeye karar verdi. Ertesi gün eşeğe sünger yükledi.
Eşek, süngerin tuz çuvallarına göre daha hafif olmasından dolayı dereye gelene kadar güle oynaya zıpladı. Dereye girdiği gibi yine düşer gibi yaparak kendini suya bıraktı. Bu defa eşeğin ayağı kalkması hayli zor olmuştu. Çünkü eşeğin üstündeki süngerler suları çekmiş ve çok ağırlaşmıştı. Eşek dersini almıştı, o günden sonra artık sahibini kandırmamaya söz verdi. Tuzcu ile eşeği mutlu mesut yaşamaya devam ettiler.
|
https://www.masaloku.net/kibirli-gul-ile-kaktus/
|
Kibirli Gül ile Kaktüs Masalı
| null | null | null |
Gül ile Kaktüs Masalı
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, masal masal içinde… bir zamanlar çok uzaklarda bir çölde, güzelliğiyle gurur duyan bir gül varmış. Tek şikayeti çirkin bir kaktüsün onun komşusu olmasıymış. Gül her zamanki gibi sabahın ilk ışıklarında ışıl ışıl açıyor, bakışlarıyla kaktüsle alay ediyordu. Diğer bitkiler gülün bu alaycı tavrına bir anlam veremiyorlardı ama gül kendinden emin bir şekilde kaktüsü beğenmiyor, ona karşı alaycı davranmaya devam ediyordu.
Sonunda kavurucu bir yaz mevsimi geldi. Topraklar kurudu, bahçelerdeki bitkiler susuz kaldı. Kendini beğenmiş gül, sıcaklardan etkilenerek susuzluktan hızla solmaya başladı. Her sabah ışıl ışıl açan yaprakları soldu, gül artık kurumak üzereydi. Kaktüse baktığında, bir bülbülün biraz su içmek için gagasını kaktüse daldırdığını gördü. Gül utanmasına rağmen kaktüsten biraz su istedi. Nazik kaktüs hemen kabul etti ve dalını uzatarak güle su verdi. Kaktüs, zorlu yaz boyunca gül ile bülbüle su vererek yardımcı oldu.
Öğüt: Asla kimseyi görünüşüne göre yargılamayın.
|
https://www.masaloku.net/fil-ve-karincalar/
|
Fil ve Karıncalar Masalı
| null | null | null |
Fil ve Karıncalar Masalı
Bir zamanlar yemyeşil bir ormanda karıncalar gölün kenarında yuva yapmıştı. Kocaman bir fil, eğlence olsun diye gelip karıncalara karşı zorbalık yapardı, karıncaların yuvasına gider ve karıncaların yuvasına hortumuyla su püskürtürdü. Karıncalar bu durumdan çok rahatsız oluyordu çünkü her gün yuvaları su doluyor, o suyu dışarı atmak için çok çaba harcıyorlardı. Fil ise, iri yapısına güvenerek karıncaları küçümsüyor, onlarla alay ediyordu.
Günlerden bir gün karıncalar bir araya geldiler ve file bir ders vermeye karar verdiler. Fil gece uykusundayken sessizce yanına yaklaşıp hortumuna girdiler ve hepsi birden filin hortumunu ısırmaya başladılar. Fil acı içerisinde bağırmaya başladı, tek yapabildiği acı içerisinde bağırıp sağa sola koşmaktı. Sonunda hatasını anladı ve zorbalık yaptığı karıncalardan özür diledi.
Masaldan çıkarılacak ders:
Alçakgönüllü olun ve herkese nezaketle davranın. Başkalarından daha güçlü olduğunuzu düşünüyorsanız, gücünüzü onlara zarar vermek yerine onları korumak için kullanın.
|
https://www.masaloku.net/sinekler-ile-bal-kavanozu/
|
Sinekler ile Bal Kavanozu Masalı
| null | null | null |
Sinekler ile Bal Kavanozu Masalı
Yaşlı kadın akşam eve gelecek olan torununa yemek hazırlıyormuş. O sırada masanın üstünde duran bir bal kavanozunu devirip kırmış. Bal çok keskin ve güzel kokuyormuş. Kokuyu alan sinekler, bal kavanozuna üşüşmüşler hemen. Balı yemeye başlamışlar. Yedikçe yemişler, yedikçe yemişler, balın tek damlasını bırakmamışlar. Ama ayakları yapıştığı için uçup gidememişler.
“Ne açgözlü, ne aptal yaratıklarız biz,” diye bağırmışlar. “Bir anlık keyif için canlarımızı tehlikeye attık.”
Öğüt: “Açgözlü olmak tehlikeli sonuçlar doğurur.”
|
https://www.masaloku.net/susamis-karga/
|
Susamış Karga Masalı
| null | null | null |
Susamış Karga Masalı
Sıcak bir yaz günüydü. Karga, çok susamıştı. Su bulmak için havalandı, evlerin, tarlaların ve ağaçların üzerinden uçtu ama su bulamadı. Uzun bir süre sonra bir çiftliğe vardı. Nihayet çiftlikteki ağaçlardan birinin altında bir sürahi su gördü.
Karga, sıcak yaz gününde su bulabildiği için çok mutlu oldu, hemen kanatlarını çırpıp ağaca doğru süzüldü ve yere indi. Hızlıca sürahiye doğru gidip sürahinin içine baktı. Sürahide çok az su vardı. Karga gagasını sürahinin içine soktu ama suya ulaşamadı. Çünkü su seviyesi çok düşüktü ve sürahinin ağzı çok dardı, karganın suya erişmesini engelliyordu.
Sürahideki suyu boşaltmak için sürahiyi aşağı itmeye çalıştı fakat sürahi çok ağırdı. Karga hayal kırıklığına uğradı. Gerçekten çok susamıştı ve fena halde su içmeye ihtiyacı vardı. Vazgeçebilir veya su aramak için başka bir çiftliğe uçabilirdi ama yapmadı. Bunun yerine etrafına baktı ve “Başka ne yapabilirim?” diye düşündü.
Çiftlikte bir sürü çakıl taşı olduğunu gördü ve aklına harika bir fikir geldi! Bir çakıl taşı aldı ve sürahinin içine koydu. Bir çakıl daha, bir çakıl daha derken tüm çakıl taşlarını sürahiye doldurdu. Karga, çakıl taşı ekledikçe su seviyesi sürahinin ağzına kadar geldi. Karga suyu içti ve mutlu bir şekilde evine uçtu!
Öğüt: Düşüncenin gücü her zorluğu yener!
|
https://www.masaloku.net/sisman-tavuk/
|
Şişman Tavuk Masalı
| null | null | null |
Şişman Tavuk Masalı
Bir zamanlar çiftçinin birinin bir şişman tavuğu varmış. Tavuk her sabah bir yumurta yumurtlarmış. Çiftçi, her gün aralıksız yumurtlayan bu tavuğunu iyi besliyormuş. Çiftçinin diğer tavukları da yumurtlarmış ama hiçbirisi şişman tavuğun yumurtası gibi iri olmuyormuş. Pazardaki müşterileri iri yumurtadan daha fazla yok mu diye talep ediyorlarmış. Çiftçi bir gün, “Eğer şişman tavuğun yemini daha fazla verirsem belki günde iki defa yumurtlar,” diye düşünmüş.
Şişman tavuğa sabah akşam yem vermeye başlamış. Tavuk yemiş de yemiş, yedikçe şişmanlamış, yedikçe şişmanlamış. O kadar çok yemiş ki yerinden kalkamaz olmuş. Gittikçe tembelleşen tavuk sonunda yumurtlamayı hepten bırakmış.
Öğüt: Bazen çok ince hesaplar, beklenildiği gibi güzel sonuçlar vermez.
|
https://www.masaloku.net/tavsan-ve-arkadaslari/
|
Tavşan ve Arkadaşları Masalı
| null | null | null |
Tavşan ve Arkadaşları Masalı
Uzaklarda bir ormanda bir tavşan ve arkadaşları mutlu mesut yaşıyorlardı. Günlerden bir gün, avcılar köpeklerini alıp ormana geldiler. Gittikçe yaklaşan köpek sesleri tavşanı ürkütmeye başladı. Tavşan korkudan ne yapacağını şaşırmış halde ormanda sağa sola koşmaya, arkadaşlarından yardım istemeye başladı. Atın yanına gitti;
“Lütfen bana yardım eder misin? Beni sırtına alıp koşarsan köpekler bizi yakalayamaz, bu tehlikeden beni kurtarabilirsin.” dedi
At,
“Üzgünüm tavşan kardeş, yapacak çok işim var.” dedi.
Tavşan zebranın yanına gitti ve;
“Hayatım tehlikede av köpekleri peşimdeler, senden hızlı koşan yok. Sırtına alıp beni götürebilir misin?” dedi.
Zebra, üzgünüm ama halletmem gereken işlerim var. Arkadaşlarımla yiyecek aramaya çıkacağım.
Tavşan ayının yanına gitti. Ayı da bahaneler üreterek, “üzgünüm yardım edemem.” dedi.
Tavşan ceylanın yanına gitti ve “çok hızlı koşarsın, beni bu av köpeklerinden kurtarabilir misin?” dedi.
Ceylan, “Maalesef. Avcılar beni görürse peşime düşerler, başkasından yardım almalısın.” dedi
Av köpekleri çok yaklaşmıştı, tavşan artık koşmaya başladı. Önünde uzun otlarla dolu bir tarla gördü ve tarlanın için e doğru koşmaya başladı. Tarlanın içinde artık görünmüyordu ve köpeklere izini kaybettirdi.
Öğüt: Başkalarına güvenmek yerine kendinize güvenin.
|
https://www.masaloku.net/kaplumbaga-ve-evi/
|
Kaplumbağa ve Evi Masalı
| null | null | null |
Kaplumbağa ve Evi Masalı
Bir zamanlar bir nehir birçok deniz canlısı ile doluydu. Bütün canlılar mutlu mesut yaşıyorlardı. Bazen nehir kurur, bazen de nehir suyla dolardı. Artık deniz canlıları ne zaman kuraklık, ne zaman yağış olacağını içgüdüleriyle biliyorlardı.
Bir gün, kuraklık zamanı geldi. Böylece deniz canlıları nehri terk ederek suyun bol olduğu daha yeşil meralara gittiler. Ancak içlerinden bir kaplumbağa nehirden ayrılmadı. Ben burada doğdum ve ailem de burada yaşadı, bu yüzden bu nehirden ayrılamam dedi. Nehir gün geçtikçe kurudu, kaplumbağa kile gömüldü. Tam o sırada bir çömlekçi biraz kil almak için nehre geldi. Küreğiyle kil almaya çalışırken küreği kaplumbağaya çarptı.
Kaplumbağa,
“Ah! Burada kalmakla büyük hata yaptım. Burası artık güvenli bir yer değil. Güvenli olmayan bir yerde ısrar etmek hiçbir işe yaramaz, her şartta hayatın devam ettiği unutulmamalı.” diyerek, olabildiğince hızlıca oradan uzaklaşmış.
|
https://www.masaloku.net/fare-ve-fil-hikayesi/
|
Fare ve Fil Hikayesi Masalı
| null | null | null |
Fare ve Fil Hikayesi
Bir fil ormanda boylu boyunca uzanmış, yüksek sesle horlayarak uyuyordu. Filin yemek dolu karnı horlarken bir aşağı bir yukarı gidiyordu. Filin horlama sesini duyan fare yuvasından çıkıp sesin olduğu tarafa gitti, filin horlarken sallanan karnı farenin hoşuna gitti. Usulca çıkıp filin karnının üzerine oturdu, salıncak gibi bir o yana bir bu yana sallanırken eğleniyordu. Bir süre sonra fil uyandı ve karnının üzerinde oturan küçük fareyi görünce çok sinirlendi, karnını sallayarak onu yere düşürdü;
— Aptal fare, bu ne küstahlık! Karnımın üstüne oturmaya nasıl cüret edersin? diye azarladı fil.
Zavallı fare çok korktu, özür dilemeye başladı.
— Lütfen beni affedin. Asla kötü bir niyetim yoktu, sizi rahatsız ettim. Böyle bir hata bir daha asla olmayacak. dedi fare.
Fil fareye acıdı ve onu bıraktı. Fare ayrılırken file teşekkür etti;
Fare;
— Bu iyiliğini unutmayacağım, bana ne zaman ihtiyacın olursa söyle. Her zaman sana yardım etmeye hazırım. dedi.
Fil, fareyi dinledikten sonra yüksek sesle gülmeye başladı. Fare sessizce oradan ayrıldı.
Birkaç gün geçti ve ormana bir avcı geldi. Fare onu gördüğü gibi saklandı, hemen gidip file haber vermek istedi ama fil ortalıkta yoktu. Ertesi sabah, fare bir sese uyandı, bu ses filin sesine benziyordu. Birkaç kez dikkatli dinleyince o sesin fil sesi olduğunu anladı ve sesin geldiği yere doğru gitti ve fillerin içinden çıkmayacakları kadar büyük bir ağın çerisinde çırpındığını gördü. Hemen dişleriyle ağı kemirmeye başladı ve fil ailesini çok geçmeden avcının tuzağından kurtardı.
Filler hortumuyla fareyi selamlayıp, teşekkür ettiler. Fil, küçük gördüğü farenin büyük işleri başaracağını anladı.
|
https://www.masaloku.net/ataturk-ve-cocuk-sevgisi/
|
Atatürk ve Çocuk Sevgisi Masalı
| null | null | null |
Atatürk ve Çocuk Sevgisi
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı
Atatürk’ün çocuk sevgisi herkes tarafından bilinmektedir. Atatürk’ün manevi çocuklarıyla ilişkisi, o yıllarda yaşayan kişilerin anı kitaplarında yer almaktadır. Atatürk her fırsatta ‘‘Bugünün küçükleri yarının büyükleri” diyerek çocukların toplumların gelişimi için ne denli önemli olduğunu belirtmiştir.
Geleceğin çocukların elinde olduğunu düşünen Atatürk,1924’te ilk Meclis’in açılış tarihi olan ’23 Nisan’ gününün çocuk bayramı olarak kutlanmasına karar vermiş ve daha sonra bu bayramı çocuklara armağan etmiştir.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, Sakarya Motoru’nda küçük Ülkü ile Boğaz gezisinde (1934)
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Atatürk, Ege Vapuru’nda, küçük Ülkü ile Şubat 1935)
Cumhurbaşkanı Atatürk, küçük Ülkü’ye okumayı öğretirken (3 Mayıs 1935)
Cumhurbaşkanı Atatürk, Florya’da küçük Ülkü ile (21 Haziran 1936)
TBMM Başkanı Gazi Mustafa Kemal, Bilecik Osmaneli İstasyonu’nda bir öğrencini okuduğu şiiri dinlerken (20 Ocak 1923)
Atatürk Pendik istasyonunda kendini karşılayan çocuklarla birlikte. Arka sırada Atatürk’ün geleceğini duyup karşılamaya gelen Pendik’te kamp yapan Darüşşafaka’lı öğrenciler.
(6 Ağustos 1929)
|
https://www.masaloku.net/karagoz-hacivat-perde-gazeli/
|
Karagöz
| null | null | null |
Çocuklar için Karagöz ve Hacivat konuşmaları öncesinde yer alan açılış konuşması (Perde Gazeli)
Karagöz ve Hacivat Perde Gazeli
Oofff, hây Hak!
Tanıdınız mı, ben Hacivat’ım çocuklar! Yine sizler için geldim, perdeye kadar.
Çok sevgili arkadaşım kara gözlüdür, Adı Karagöz’dür, hem de komik sözlüdür.
Sevinçle geliriz hemen beyaz perdeye, Seyredenler gülsün hem öğüt alsın diye.
Biliyorum Karagöz’ü çok seversiniz, Adını duyunca bile hep gülersiniz!
Yüzyıllarca hiç ayrılmayan arkadaşız, Güldürür konuşmamız, yalandan kavgamız.
Başka sevimli arkadaşlarımız da var, Şarkılar söyleyerek bu perdeye çıkarlar.
Seyreden herkes karşımızda dizi dizi, Hem gülsünler hem de unutmasınlar bizi!
|
https://www.masaloku.net/komik-nasrettin-hoca-fikralari/
|
Komik Nasrettin Hoca Fıkraları Masalı
| null | null | null |
En Komik Nasrettin Hoca Fıkraları Türkiye’nin çocuk masalları sitesinde online olarak ücretsiz okuyabilirsiniz.
Günlerden bir gün, Nasrettin Hoca, eşeğine binip çarşıya erzak almaya gitmiş. Çarşıda ne bulmuşsa almış; un, buğday, şeker, tuz.. Eşyaların hepsini koca bir çuvala koymuş, çuvalı sırtladığı gibi eşeğine binip yola koyulmuş.
Nasrettin Hoca, eşeğiyle yolda tıngır mıngır giderken, yolda çocuklarla karşılaşmış.
Çocuklar:
– Nasrettin Hoca! Nasreddin Hoca! O koca çuvalı niye sırtına almışsın? diye sormuşlar.
Nasrettin Hoca:
– Ne var yahu! Çarşıya gittim, eve erzak aldım. Hepsini bir çuvala koydum evime dönüyorum. demiş.
Çocuklar;
– İyi de Hoca, neden eşeğin sırtına yüklemedin de, kendine yük etmişsin o çuvalı.
Hoca;
– Zavallı eşek sabahtan beri beni taşıyor zaten, bu yük çuvalını da ona taşıtmaya gönlüm razı olmadı. demiş.
Aynı Yaştayız Fıkrası
Nasrettin Hoca’nın arkadaşları bir gün onu kızdırmak için Hoca’ya soru sormuşlar. Hoca’nın hazır cevaplığı ve sözlerindeki kıssadan hisseler arkadaşlarının pek hoşuna gidermiş.
Hoca’ya sormuşlar;
“Hoca, sen mi yaş olarak büyüksün, yoksa kardeşin mi?” diye sormuşlar.
Nasrettin Hoca arkadaşlarının onunla alay etmeye çalıştığını anlayınca hemen cevap vermiş;
“Geçen sene bu durumu merak edip anneme sormuştum, annem de;
‘Kardeşin senden bir yaş küçük.’ demişti. O günden bugüne tam bir yıl geçtiğine göre şimdi aynı yaştayız.” demiş.
Ben Zaten İnecektim Fıkrası
Günün birinde Hoca Efendi pazara gitmek için eşeğine biner ve yola koyulur. Bir süre gittikten sonra eşek huysuzlanır ve ardından hoplayıp zıplamaya başlar. Derken Nasreddin Hoca da eşekten düşüverir. Düşer düşmesine de çevresine toplanan çocuklar toplu hâlde bağırmaya başlarlar:
“Nasrettin Hoca eşekten düştü, Nasrettin Hoca eşekten düştü.”
Hoca, şöyle bir sağına soluna baktıktan sonra büyüklerden kimselerin olmadığını görünce eşe dosta rezil olmamak için;
“Çocuklar, eşekten düşmedim, ben zaten eşekten inecektim.” deyiverir.
|
https://www.masaloku.net/kurbaga-ve-baliklar/
|
Kurbağa ve Balıklar Masalı
| null | null | null |
Kurbağa ve Balıklar Masalı
Bir zamanlar bir kurbağa ile iki balık arkadaş olmuşlar. Ormanın derinliklerindeki masmavi bir gölde birlikte yüzer, güler, eğlenirlermiş. Günlerden bir gün kurbağa güneşlenmek için gölden çıkmış. Kurbağa çimenlerde güneşlenirken, iki çocuğun konuşmasına kulak misafiri olmuş. Çocuklar, bu gölde çok güzel balıkların olduğundan bahsediyorlar, balıkları tutmak için plan yapıyorlarmış.
Kurbağa, hemen göle atlayıp balık arkadaşlarının yanına koşmuş; – Arkadaşlar, dikkatli olun. Şehirden birkaç çocuk gelmiş, sizleri avlamak için hazırlık yapıyorlar. Hazırlanın buradan gidelim, yoksa kötü şeyler olacak. demiş.
Balıklar;
– Kurbağa kardeş hiç telaşlanma. Birkaç çocuk balık avlamaya geldi diye tedirgin olmaya gerek yok. Biz suyun altında görünmüyoruz, bizi yakalayamazlar. demiş.
Kurbağa ne kadar ısrar etmişse de balıklar bize bir şey olmaz, bizi bulamazlar diye kendinden emin konuşmaya devam etmişler. Tehlikeyi dikkate alan kurbağa, eşini ve çocuklarını alıp gölden uzaklaşmış.
Akşam kararınca, çocuklar ağlarını göle atmışlar, sabah geldiklerinde iki balığın ağda çırpındığını görmüşler. Sevinçle boşuna çırpınmayın balıklar artık sizin için çok geç! Ne kadar çırpınsanız da artık elimizden kurtulamayacaksınız deyip, balıkları tuttukları gibi kovaya atıp gölden uzaklaşmışlar..
Öğüt: Tehlikeli durumlarda temkinli olmalıyız, güvenliğimizi düşünmeliyiz. Aşırı güven ve kibir hiçbir işe yaramaz.
|
https://www.masaloku.net/kiskanc-keci/
|
Kıskanç Keçi Masalı
| null | null | null |
Kıskanç Keçi Masalı
Bir zamanlar bir çiftlikte keçi ile eşek beraber yaşıyorlardı. Keçi her zaman kendi yiyeceğini bulmak zorundaydı ama eşek çok çalıştırıldığı için her gün sahibi tarafından beslenirdi. Keçi, eşeğin her gün yüzlerce kilo yük taşıyarak çektiği zahmeti unutmuş, eşeğin sahibi tarafından beslenmesini çok kıskanıyormuş. Ben de bu çiftliğin bir üyesiyim, neden her zaman eşeğin yemi önüne geliyor da ben her gün kendi yemeğimi bulmak zorundayım diye söylenirken, uzun zamandır düşündüğü planı uygulamak için soluğu eşeğin yanında aldı.
Keçi; -“Eşek kardeş, biliyor musun? Ben senin durumuna çok üzülüyorum, her gün durmadan yüzlerce kilo yük taşıyorsun, bir gün olsun rahat ettiğini görmedim, senin de biraz dinlenmeye ihtiyacın var.” demiş.
Eşek; -” Keçi kardeş, durumu biliyorsun. Sahibimin benden başka yüklerini taşıyacak bir hayvanı yok, o yüzden her gün çiftliğin işleri için çalışmak zorundayım.” demiş.
Keçi; -” Eşek kardeş, her şeye koşarsan tabii ki patron seni durdurmaz. Belki hasta olursan ya da ayağın tökezleyip yaralanırsan patron başka bir eşek daha alır o da size yardım eder, beraber sıra sıra çalışırsınız.” demiş.
Eşek, keçinin söylediklerine inanmış. Bir sabah sahibiyle beraber yük taşırken yolda ayağını hafif burkmuş, birden yükün hepsi o ayağının olduğu bölgeye gelmiş ve eşeğin ayağı kırılmış. Eşek, acı içerisinde inlerken, sahibi hemen koşup bir veteriner getirmiş. Çiftçi, yıllarca kendisine hizmet eden eşeğini çok seviyormuş. Eşeğin iyileşmesi için her şeyi yapmaya hazırmış. Veteriner, eşeği muayene etmiş, ayağının kırıldığını, bir ay boyunca keçi etiyle yapılmış çorba içerse iyileşeceğini söylemiş.
Çiftçi, çok sevdiği eşek uğruna keçisinden vazgeçmiş. Her gün keçinin etiyle yapılan çorbayı eşeğe yedirmiş ve eşek iyileşmiş.
Zavallı keçi, eşeğin yemini kendine almak isterken, kendisi eşeğe yem oldu.
|
https://www.masaloku.net/gumus-gozlu-dev/
|
Gümüş Gözlü Dev Masalı
| null | null | null |
Gümüş Gözlü Dev Masalı
Bir varmış, bir yokmuş. Develer tellal iken, pireler Berber iken, Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, uçsuz bucaksız Kafdağı’nda Gümüş Gözlü bir dev yaşarmış.
Gümüş Gözlü Dev, diğer devler gibi hain ve acımasız değilmiş. Aksine altın gibi bir kalbi varmış. Herkese iyilik düşünür, herkesin yardımına koşarmış.
Ülke hükümdarı olan Sarı Dev zalimin biriymiş. En küçük suçları bile ölümle cezalandırır, cellatlara emirler yağdırırmış. En çok sevdiği kelimeler: “Öldürün! Kesin!..” gibi kelimelermiş.
Gümüş Gözlü Dev’in biricik kız kardeşi Nazlı Çiçek de hükümdar Sarı Dev’in sarayında hizmetçi olarak çalışıyormuş. Gümüş Gözlü Dev, kardeşinin başına bir felaket gelmesinden korkuyor, “Ona bir şey olursa ben ne yaparım?” diye düşünüyormuş.
Günlerden bir gün korktuğu başına gelmiş. Kardeşi Nazlı Çiçek, hükümdara yemek götürürken, ayağı eşiğe takılıp düşmüş. Tabaklar, bardaklar, yemekler etrafa saçılmış. Sarı Dev korkuyla büzülen hizmetçiye nefretle bakarak: – Götürün bu beceriksizi. Bir damdan aşağı fırlatın! diye gürlemiş.
Gümüş Gözlü Dev de oradaymış. Öyle üzülmüş, öyle üzülmüş ki sormayın.
Cellatlar koşup gelmişler. Nazlı Çiçeği kınalı saçlarından tutup sürümüşler. Gümüş Gözlü Dev’in gözlerinden yaşlar süzülmüş. Kimselere belli etmeden dışarı çıkmış. Cellatlara yetişmiş. Önlerinde diz çöküp yalvarmış:
“Ne olur kardeşimi serbest bırakın. Annem onun yokluğuna dayanamaz. Benim başka kardeşim yok ki…” diye ağlamış.
Cellatların taş kadar katı yürekleri hiç yumuşamamış. Hükümdarın emrine karşı gelemeyiz! diye cevap vermişler.
Gümüş Gözlü Dev, hemen kardeşini fırlatacakları damın dibine inip beklemiş. Cellatlar kardeşini itip aşağı atmışlar.
Gümüş Gözlü Dev bir top gibi aşağı düşen kardeşini kurtarmak için kocaman kollarını açmış. Kızcağız bütün hızıyla kucağına düşmüş. Yere yuvarlanmışlar. Gümüş Gözlü Dev altta kalmış.
Nazlı Çiçek biraz sonra toparlanıp kalkmış. Fakat Gümüş Gözlü Dev hâlâ upuzun yatıyormuş. Gümüş gibi parlak gözleri yarı açıkmış. Yüzünde mutlu bir görünüm varmış. Nazlı çiçek O’nun öldüğünü anlayınca:
Benim için kendini feda etti. Bir daha Kaf Dağı’na O’nun kadar iyi kalpli ve fedakar hiç kimse gelemez… diye ağlamış, ağlamış…
|
https://www.masaloku.net/tilki-ve-yirtici-sahin-kusu/
|
Tilki ve Yırtıcı Şahin Kuşu Masalı
| null | null | null |
Tilki ve Yırtıcı Şahin Kuşu Masalı
Bir zamanlar, uzak bir ülkede çok güzel bir orman varmış, içinden pınarlar akan yemyeşil bir yermiş. Bu güzel ormanda bir tilki ailesi ve yırtıcı şahin kuşu birbirleriyle yıllarca komşuluk yapmışlar. Tilkinin yuvası ağaç kovuklarının arasındaymış, yırtıcı şahin kuşunun yuvası da ağacın en yüksek tepesinde oldukça güvenli bir yerdeymiş.
Günler birbirini kovalar, aylarca, yıllarca güzel ilişkiler içerisinde dostluklarını sürdürürlermiş. Günlerden bir gün, yırtıcı şahin kuşu yavruları için yemek bulamamış, ne yapayım, ne edeyim diye düşünürken, gözüne tilkinin yeni doğmuş yavruları ilişmiş. Tilki de ininde olmadığını fırsat bilen yırtıcı şahin kuşu, tilkinin yavrularını kaptığı gibi yuvasına götürmüş. Tam o sırada tilki evine dönmek üzereyken yavrularının kaçırıldığını görmüş;
-“Aman komşum, ne olur yavrularımı bana ver, ben yavrularım olmadan yaşayamam.” diye ne kadar yalvarmışsa da şahin kuşu tilkinin o kadar yükseğe çıkamayacağını düşünüp yavrularını vermemiş. Tilki bakmış yalvarmakla olmuyor, hemen ormana koşmuş ne kadar kuru çöp varsa ağacın etrafına toplamış. Elindeki meşaleyi yakarak ağacı tutuşturmuş. Şahin kuşu bakmış ki, ateş ağacı sarıyor, hem kendisi hem de yavruları ateşte yanacaklar, hemen tilkiye yalvarmış; -“Lütfen ateşi söndür, yavrularını hemen bırakıyorum.” demiş. Tilki ateşi söndürmüş, yavrularını alıp çok uzaklara gitmiş.
Zalim olan her zaman güçlü olmaz, gün gelir haklı olan güçlü olur.
|
https://www.masaloku.net/esek-ile-kopek/
|
Eşek ile Köpek Masalı
| null | null | null |
Eşek ile Köpek Masalı
Bir zamanlar bir çiftlikte, bir çiftçinin bir eşek ve bir köpeği varmış. Çiftçi her sabah eşeğini alır tarlaya, bahçeye gider, köpek de çiftliği korurmuş.
Çiftçi her akşam eve döndüğünde köpeği onu karşılarmış. Sahibinin eve döndüğünü gören köpek, havlaya havlaya sahibine koşar, yanına gelip kuyruğunu sallar, sonra kucağına zıplayarak çiftçiye olan sadakatini gösterirmiş. Çiftçi de köpeğin bu sevimli hareketlerine teşekkür eder gibi köpeğin başını okşar, elini cebine koyar ve ona bisküvi verirmiş.
Eşek bu durumdan hiç memnun değilmiş. Tüm ağır işleri kendisi yapmasına rağmen, çiftçi ona hiç sevgi göstermezmiş. Günlerden birgün, çiftçi tarlaya gitmek için hazırlık yapmaya başlamış, eşek sahibini görünce kuyruğunu sallayarak yanına yaklaşmış, çiftçinin etrafında daireler çizerek zıplamaya başlamış ve köpeğin yaptığı gibi çiftçinin kucağına atlamak istemiş. Eşeğin ayakları o kadar iriydi ki, çiftçiye dokunduğu gibi çiftçi sırt üstü yere düşmüş. Çiftçi bu duruma çok öfkelenmiş ve eşeği cezalandırmak için ahıra bağlamış.
|
https://www.masaloku.net/konuskan-kaplumbaga/
|
Konuşkan Kaplumbağa Masalı
| null | null | null |
Konuşkan Kaplumbağa Masalı
Bir zamanlar bir gölün kıyısında bir kaplumbağa ve bir çift turna dostluk içerisinde beraber yaşarlarmış. Kaplumbağanın kötü bir alışkanlığı varmış, faz konuşkanmış. Turnalar, kaplumbağayı çok fazla ve gereksiz konuşmaması konusunda uyarmışlar ama kaplumbağa onları dinlemezmiş.
Bir yaz ülkede kuraklık başlamış, gün geçtikçe göldeki su seviyesi azalmış. Neredeyse göl kurumak üzereymiş. Artık kaplumbağanın orada yaşaması imkansız hale gelmiş. Turnalar, kaplumbağaya başka bir ormandaki bir gölden bahsetmişler. Kaplumbağa oraya gitmeyi kabul etmiş ama çok uzak olduğu için oraya kaplumbağanın tek başına gitmesi neredeyse imkansızmış. Turnalar, konuşkan kaplumbağayı uzaktaki göle taşımak için bir plan yapmışlar. Kaplumbağaya bir sopayı ısırmasını ve konuşmamasını, ağzını asla açmamasını söylemişler. Kaplumbağa, turnaların önerisini kabul etmiş.
Kaplumbağa sopayı ısınarak tutundu sonra her bir turna bir ucunu tutarak uçmaya başladılar, böylece turnalar kaplumbağayı yeni yuvasına götürmek için uçmaya başladılar. Bir köyün üzerinden uçarlarken aşağıda bir kalabalık topluluk gördüler, topluluk kendi aralarında tartışmaya girişmişlerdi. Kaplumbağa, ne tartıştıklarını çok merak ediyordu, kendini tutamayıp orada neler oluyor diye turnalara sormak isterken ağzını açtı ve aniden ağaçların üzerinden aşağı yuvarlanıverdi. Ne yazık ki kaplumbağa konuşmaması gereken yerde konuşarak kendisine zarar verdi. Turnalar tekrar gelip yardım etmek istediler ama kaplumbağanın ağzı yara olmuştu, o uzun yolu tek başına yürümek zorunda kalmıştı..
Öğüt: İlginiz ve bilginiz olmadığı konularda gereksiz konuşmamalıyız.
|
https://www.masaloku.net/kitap-en-iyi-dosttur/
|
Kitap En İyi Dosttur Masalı
| null | null | null |
Kitap en iyi dosttur.
Günlerden bir gün, Ekrem ile Hatice adında iki arkadaş varmış. Hatice, kitap okumayı çok severmiş. Boş zamanlarını sürekli masal okuyarak, kitaplardan yeni bilgiler öğrenerek geçirirmiş. Hatice’nin arkadaşı Ekrem ise hiç kitap okumaz, boş zamanlarını tablet, telefon ya da bilgisayar başında oyun oynayarak harcarmış. Bir gün Ekrem doğum gününü kutlamak için Hatice’yi ve diğer arkadaşlarını davet etmiş. Arkadaşları Ekrem’e oyuncak hediye etmiş. Hatice ise Ekrem’e bir hikaye okuma kitabı almış. Nedense bu hediye Ekrem’in hiç ilgisini çekmemiş.
Ekrem, Hülya’nın hediyesiyle hiç ilgilenmeden arkadaşlarıyla beraber telefon ve tablet oyunlarıyla oynamaya başlamış. Bir gün Ekrem`in bilgisayarı bozulmuş. Cem oynayacak oyun bulamadığı için çok sıkılmış. Odasında kendisine yeni bir oyuncak ararken Hatice’nin ona doğum gününde hediye ettiği hikaye kitabını bulmuş. Önce “bir iki sayfa okur, sonra da sokağa oynamaya giderim” demiş ama kitabı okudukça çok hoşuna gitmiş. Kitaptaki hikayelerin hepsi birbirinden güzelmiş. Ekrem, okudukça yeni yeni şeyler öğreniyormuş. Kitabı bitirince “keşke daha önce bilgisayarda oyun oynamak ya da video izlemek yerine kitap okusaydım. Kitaplar oyunlardan daha güzel hem de çok eğlenceli. Bundan sonra ben de hep kitap okuyacağım” demiş.
Hatice de arkadaşı Ekrem`in kitap okumaya başladığını duyunca çok sevinmiş. Ona kendi kitaplarından ödünç vermiş. Bundan sonra Ekrem daha az video izleyip bilgisayar oyunu oynamış, kendisine yeni kitaplar almış ve vaktini boşa harcamamış.
|
https://www.masaloku.net/kurt-ve-yedi-kucuk-oglak/
|
Kurt ve Yedi Küçük Oğlak Masalı
| null | null | null |
Kurt ve Yedi Küçük Oğlak Masalı
Güzel mi güzel, sıcacık bir yuvada anne keçi ve yedi minik oğlak yavrusu mutlu mesut yaşarmış. Anne, yavrularını çok sever, onların üzerine titrermiş. Yemek bulsa önce onlara getirir, onları yanına alır öyle uyurmuş. Anne keçi, oğlaklarını o kadar çok severmiş ki bir anı bile onları düşünmeden geçmezmiş. Ne var ki anne olmak sadece sevmek değil, oğlaklarına yemek bulmak onlara bakmak zorundaymış. O yüzden her gün yiyecek bulmak için ormana gidermiş. Aklı onlarda kala kala ormana giden anne keçi, oğlaklarına hep tembihlermiş. – Aman yavrularım, burada acımasız bir kurt var. Alçaktır, çeşit çeşit oyunlarla sizi kandırmak ister. Yine günlerden bir gün anne keçi, ormana minik oğlaklarına yemek bulmak için gidecekmiş. Yavrularını etrafına toplayan anne keçi, yedi küçük oğlağı etrafına toplayıp sıkı sıkı tembihlemiş: – Aman yavrularım, güzel oğlaklarım, canımın parçaları. Burada bir kurt var, Alicengiz oyunları ile sizleri kandırıp eve girmek ister. Siz onu ben sanmayın. Onun kara kara, kaba ayakları vardır. Benim ayaklarım öyle değil. Onun kapkalın sesi var, benim sesime benzemez. Kurdu bu şekilde tanıyabilirsiniz. Sakın ha içeri almayasınız. Yedi küçük oğlaktan en büyük olanı annesine sarılarak demiş ki: – Aklın burada kalmasın annemiz. Biz seni burada bekleriz, senden başkasına kapıyı açmayız. Bizi merak etme, kendi başımızın çaresine bakarız. Anne keçinin yüreğine su serpilmiş, mutlu mesut meleyerek ormana koşmuş. Alçak kurt durur mu? Görmüş anne keçinin evden çıktığını, varmış kapıya. Önce biraz beklemiş, sağa bakmış kimse yok, sola bakmış kimse yok. Çalmış kapıyı: – Tak tak ! Sevgili yavrularım bana kapıyı açın. Sizi çok özledim. Ama oğlaklar kurdun sesini tanımış. Biraz korksalar da içeriden hemen cevap vermişler: – Sen bizim annemiz değilsin. Onun sesi tatlıdır, güzeldir, inceciktir. Senin kapkalın sesin gibi korkutmaz bizi. Sen kurtsun! Açmayız kapıyı. Kurt, anlamış ki anne keçi oğlaklarını tembihlemiş. Hemen sesini inceltmenin bir çaresini düşünmeye başlamış. Koşarak kasabaya inmiş. Kocaman kocaman tebeşir taşları yutmuş. Sesini keçi anne gibi inceltmiş. Yeniden kapıya dayanmış, melemeye çalışarak: – Mee mee ! Benim akıllı oğlaklarım. Anneniz geldi. Sizi çok özledi. Kapıyı açın mee mee. Hain kurt sesini inceltmiş ama o kapkara ayaklarını unutmuş. Pencereye dayamış. Yedi akıllı oğlak onun kapkara ayaklarını görüp bağırmışlar: – Kurtsun sen. Annemin ayakları bembeyaz senin ayakların kapkara. Bizi kandıramazsın. Kapıyı açmayız. Kurt, buna da çare lazım diyerek koşmuş gitmiş. Yine kasabaya inmiş. Bir fırına girip fırıncıya; “Ayaklarıma hamur sür, canım çok yanıyor.” demiş. Fırıncı vicdanlı bir adammış. Kurdu yaralı sanmış, ayaklarına hamur koymuş. Kurt demiş bu yetmez, beyaz yapmalı. Bu sefer de değirmene gitmiş. Buğdayların bembeyaz un olduğu bu değirmenin sahibi kurdu tanıyormuş. Kurt: – Ayaklarıma un serp değirmenci demiş. Kurdun niyetini anlayan değirmenci, yapmam demiş. Bu sefer de kurt: – Karnım aç, önce çocuklarını sonra da seni parçalar, yerim. Canını sakınamazsın. Değirmenci korkmuş, içi rahat etmese de unu dökmüş. Kurt ayaklarının karalığını örtünce varmış gitmiş yedi oğlağın kapısına. Ayaklarını pencereye dayamış ve sesini incelterek: – Güzel oğlaklarım, tatlı yavrularım. Kapıyı açın anneniz ormandan geldi. Size yiyecek getirdi. Oğlaklar, ayaklarına bakmışlar bembeyaz, sesini dinlemişler incecik. Sevinerek kapıyı açmışlar. Kapıyı açtıklarında sevinçleri kursaklarında kalmış, koca kurt kapıdan içeri koşmuş. Yedi minik oğlak korku içinde evin her bir köşesine dağılmışlar. Kurt onları kovalarken akıllarına gelen ilk yere saklanmışlar. Birincisi masanın altına kaçmış, ikincisi hemen yanındaki yatağın altına girmiş. Üçüncüsü sobanın içine saklanmış, dördüncüsü mutfağa koşup saklanmış. Beşincisi dolaba girmiş, altıncısı kirli sepetine sokulmuş. En küçük oğlan, duvar saatine girip nefesini tutmuş. Kurt, ziyafet çekeceğim diyerek altı yavruyu da tek tek bulmuş. Açgözlü kurt, ziyafet çekeceğim diyerek hepsini bir seferde yutmuş. Altı oğlağı da midesine indiren açgözlü kurt, yedincisini bulmaya uğraşmamış. Tıka basa doydum diyerek evden çıkmış. Yedinci oğlak korku içindeymiş, kurdun gittiğini görmüş ama çıkmamış saklandığı yerden. Anneciğini beklemiş. Çok kısa bir zaman sonra anne keçi, yavrularına yemek bulmanın sevinciyle eve gelmiş. Bir de ne görsün, evin kapısı ardına kadar açık, evde taş üstünde taş kalmamış, masa, dolap kırılmış. Anne keçi anlamış, kurt geldi çocuklarımı yedi diye ağlamaya başlamış. Annesinin sesini duyan yedinci oğlak, seslenmiş. – Anneciğim, sen misin? Anne keçi heyecanla yerinden fırlamış – Minik yavrum, neredesiniz? Ortaya çıkın Yedinci oğlak sevinçle: – Anneciğim, saatin içindeyim, sıkıştım. Kurt geldi. Altı kardeşimi yedi, gitti. Bir ben kaldım. Anne keçi, gözyaşları içinde duvar saatini açmış, yavrusunu kucağına almış, öpmüş, koklamış. Sonra demiş ki: – Kurt nereye gitti? Gördün mü? Yedinci oğlak düşünmüş biraz, demiş ki – Şu tarafa gitti diye derenin yolunu göstermiş. Bu arada kurt, karını yavrucaklarla dolu şekilde dere kenarında, bir ağaç gölgesinde dinleniyormuş. Çok yediğinden olsa gerek uykusu gelmiş. Demiş ki kendi kendine: Ne de güzel yedim Altı güzel oğlağı Hak ettim dinlenmeyi Güzel güzel uyumayı
Anne keçi hain kurdu uyurken görmüş. Yedinci oğlağı da yanındaymış. O anda annelikten olsa gerek içine bir umut gelmiş keçinin. Dikkatlice bakınca kurdun midesine, bir şeylerin oynadığını görmüş. Acaba demiş kendi kendine yavrularım yaşıyor olabilir mi? Dönmüş yavrusuna: – Koş demiş makas, dikiş ipliği, iğne bul gel. Ama acele et. Yedinci oğlak hemen koşmuş eve, iğne, iplik, makas bulmuş. Annesine getirmiş. Anne geçi sessizce yaklaşmış kurda. Bakmış depderin bir uykuda. Hemen yarmış midesini. O anda bir evladı kafasını çıkarıp kaçmış kurttan, ardından ikincisi, üçüncüsü derken tüm evlatları kurtulmuş. Keçi anne aslında gidecekmiş ama düşünmüş: Ben böyle bırakırsam kurdu Yine gelecek evlatlarımın yanına Bir iş açmalı şu kurdun başına Öyle bir oyun olmalı ki Olmamalı başa bela bir daha Anne keçi, kurdun midesini dikmeden evvel çocuklarından altı iri taş istemiş. Kocaman altı taşı kurdun midesine koyan anne, dikmiş kurdun karnını, beklemiş bir köşeye geçip. Bir süre sonra uyanan kurt, kaşımış kocaman göbeğini: Amma da ağırmış oğlaklar Midemde taş gibi olmuşlar Bir su içeyim üstüne Yoksa erimeyip gitmeyecekler Sallana sallana dereye giden kurt, midesindeki taşları fark etmemiş. Derenin kıyısına gelince, dengesini kaybedip düşmüş. Midesinde taş olan kurt kurtulabilir mi hiç? Akıntıya kapılmış. O anda anne keçiyi elinde makasla görmüş kurt. Anlamış anne keçinin ne yaptığını anlamasına da artık her şey için çok geç kalmış. Derenin dibini boylamış. Bir daha kimsenin başına dert açamazmış artık. Bunu gören anne ve yedi küçük oğlak sevinç nidaları atmışlar. “Sonunda gitti” “Oley” “Hain kurt gitti” diyerek hoplayıp zıplamışlar. Kurdun bir daha kimseye bela olmayacağını bilmenin rahatlığıyla sımsıcak yuvalarına geri dönmüşler. Anneleri ve yedi küçük oğlak musmutlu yaşamaya devam etmişler.
|
https://www.masaloku.net/kaplumbaga-ve-kus/
|
Kaplumbağa ve Kuş Masalı
| null | null | null |
Kaplumbağa ve Kuş Masalı
Günlerden bir gün, bir kaplumbağa, üzerine bir kuşun yuvasını kurduğu bir ağacın altında dinleniyordu. Kaplumbağa alaycı bir tavırla kuşla konuştu,
-“Ne kadar köhne ve güvensiz bir evin var! Kırık dallardan yapılmış, çatısı yok ve kaba görünüyor. Daha da kötüsü, onu kendin inşa etmen gerekti. Sanırım benim kabuğum olan evim senin zavallı yuvandan çok daha iyi.”
Kuş;
“Evet, kuru dallardan yapılmış, sizin kabuğunuz kadar sağlam değil, dışarıdan gelecek tehlikelere açık fakat ben kendi yuvamı kendim yaptım. Ben halimden çok memnunum.” demiş.
Kaplumbağa;
– “Bir kuş için yeterli olabilir ama benimkinden daha güvenli ve daha iyi değil, yine de kabuğumu kıskanıyor olmalısın.”
Kuş;
– “Aksine! Evimde ailem ve arkadaşlarım için yer var; kabuğunuz sizden başkasını barındıramaz. Belki daha güvenli ve sağlam bir eviniz var ama ben evimden memnunum, çok da mutluyum.” dedi.
Öğüt: Kalabalık bir kulübe, yalnız bir konaktan daha iyidir.
|
https://www.masaloku.net/kurt-ile-pelikan-masali/
|
Kurt ile Pelikan Masalı
| null | null | null |
Kurt ile Pelikan Masalı
Günlerden bir gün, kurdun boğazında bir kemik parçası saplanmış kalmış. Kurt, ne yapmışsa, ne kadar uğraşmışsa o kemik parçasını çıkaramamış. Boğazının ağrısından yemek yiyemez, su içemez hale gelmiş. Kurt, bitkinlikten bayılmak üzereyken pelikan kuşunu görmüş. Kurt; ‒ Pelikan kardeş seni gördüğüm çok iyi oldu, günlerdir boğazıma bir kemik parçası takılmış, ne yaptıysam çıkaramadım. N’olur bana yardım et yoksa boğulup öleceğim demiş. Pelikan önce kurdun numara yaptığını düşünmüş, sonra kurdun bitkin halini görünce ona yardım etmeye karar vermiş. Kurt, ‒ Pelikan kardeş, bana yardım et bir ömür sana minnettar olurum demiş. Pelikan kuşu, kurdun yanına gitmiş ve uzun ve sivri gagasını kurdun ağzına sokmuş, kemiği tuttuğu gibi bir çırpıda çıkarıvermiş.
Kurt büyük bir rahatlıkla yerinden kalkıp ormanın derinliklerine doğru yola koyulmuş. Pelikan; – “Kurt kardeş bir teşekkür etmeden mi gidiyorsun” demiş. Kurt; ‒ “Bir de teşekkür mü bekliyorsun! Kurdun ağzına kafasını canlı olarak kurtulduğuna şükretmiyorsun da, bir de teşekkür mü bekliyorsun? Hadi git sağ kurtulduğuna şükret.” demiş.
|
https://www.masaloku.net/gercek-dostluk/
|
Gerçek Dostluk Masalı
| null | null | null |
Gerçek Dostluk Masalı
Günlerden bir gün, Alper ile İlyas adlı iki arkadaş çölde yolculuğa çıkmışlar. Yolculuğun bir noktasında aralarında bir tartışma başlamış, Alper, İlyas’ı incitecek şekilde konuşup İlyas’ın kalbini kırmış.
İlyas bu duruma çok üzülmüş ama Alper’e hiçbir şey söylemeden kuma şöyle yazmış;
“Bugün en iyi arkadaşım beni çok incitti!”
Sonra çölde yürümeye devam etmişler.. Çölde hava çok sıcakmış, ikisi de çok susamışlar. Çok geçmeden biraz ileride bir vaha görmüşler ve koşa koşa vahaya varıp su içmek istemişler. İlyas, su içmeye yeltenirken ayağı kaymış ve bataklığa saplanmış. Tam boğulmak üzereyken Alper, İlyas’ın imdadına yetişip onu bataklıktan kurtarmış. İlyas bu defa sert bir kayaya şöyle yazmış;
“Bugün en iyi arkadaşım hayatımı kurtardı!”
Alper, bu duruma çok şaşırmış, İlyas’a sormuş;
“Seni incittikten sonra kuma yazdın, şimdi de bir taşın üzerine yazıyorsun, neden?”
İlyas cevap vermiş;
“Biri bizi incittiğinde, hafif bir rüzgarın silebileceği kuma yazmalıyız. Ancak, birisi bizim için önemli bir iyili yaptığında, onu hiçbir rüzgarın silemeyeceği bir taşa kazımalıyız, asla unutmamalıyız.”
ÖĞÜT: Hayatınızda sahip olduğunuz şeylere değer vermeyin. Ama hayatınızda sahip olduğunuz kişiye değer verin.
|
https://www.masaloku.net/kazlar-ve-incir-agaci/
|
Kazlar ve İncir Ağacı Masalı
| null | null | null |
Kazlar ve İncir Ağacı Masalı
Bir zamanlar kazlar, ormanın içindeki bir gölün kıyısında, kocaman dalları olan bir incir ağacının üzerinde yuva yapmış, mutlu mesut yaşıyorlardı. Bir gün, yaşlı bilge bir kaz, incir ağacının dibinde küçük bir asmanın büyümeye başladığını fark etti. Gölde yüzen kazları yanına çağırarak; “Şu küçük asmayı görüyor musunuz? Her geçen gün büyüyor, ağacımıza tırmanmaya başlıyor. Bu asma ağacı, bir gün bizim için önemli bir sorun olabilir! Yıllar önce, henüz yavru bir kaz iken, böyle bir asmanın başımıza bela olduğunu görmüştüm. Asmayı şimdi henüz küçükken ve kesmesi kolayken çekmezsek, zamanla büyüyecek ve kalınlaşacaktır. Sonra bir gün asma, birinin tırmanabileceği kadar büyük ve kalın hale gelecektir. Bir avcı asmaya tırmanıp bizi yuvamızda yakalayabilir, asma ağacı büyümden, sorun olmadan asmadan kurtulmalıyız.” dedi.
Kazlar, asmanın durumunu kendi aralarında tartışmaya başladılar, her kafadan bir ses çıkıyordu. Küçük bir kaz, “Söylediğin çok saçma, bu kadar küçük bir asma bizim için nasıl büyük bir soruna neden olabilir? Hiçbir şey senin küçükken olduğu gibi değil. Bizim yuvamız güvenli bir yerde.”
Diğer kazlar da küçük kazın söylediklerini onaylayarak, böylece asmanın büyümesine izin verdiler.
Bir gün kazlar, ormanda sinekleri, böcekleri ve küçük balıkları yakalamaya çıktılar. Kazların yuvalarının yanından geçen bir avcı, incir ağacını ve incir ağacına doğru uzanan asmayı gördü. Asma büyümüştü ve gövdesi kalınlaşmıştı, Avcı hemen asmaya tırmanarak, kazların yuvasına ulaştı. Kazların akşam yuvalarına geleceğini bilen avcı, yuvalarının etrafına bir ağ koydu ve sessizce ağaçtan indi.
Avcı evine dönerken, “Sabah geldiğimde bir sürü kaz yakalayacağım!” diye sevinçliydi.
Akşam, bol yemek ve eğlenceli geçen bir günün ardından kazlar yuvalarına geri döndüler. Bütün kazlar, bir anda kendilerinin avcının kurduğu tuzağın içinde buldular.
“Kazlar, ağlamaya başladı. Nasıl böyle bir tuzağa düştük? Oysa yuvamız çok güvenli yerdeydi. Bilge yaşlı kaz; Hatırlamıyor musunuz? Hepinize bunun başımıza gelebileceğini henüz asma küçükken olabileceğini söylemiştim ama beni dinlememişiniz.”
Bütün kazlar “Şimdi ne yapacağız?” diye bilge yaşlı kaza sordular.
Bilge yaşlı kaz;
-“Bu tuzaktan kurtulabilmek için tek umudumuz, o avcı yarın döndüğünde ölü taklidi yapmak. Avcı, hepimizin öldüğünü düşünürse, ağını götürmek için bizi ağdan çıkarıp yere atabilir. Son kaz, ağaçtan yere atılıncaya kadar hepimiz hareketsiz kalmalıyız.” dedi.
Ertesi sabah gün doğumunda avcı geri geldi. Ağının içinde bir sürü kaz olduğunu gördüğü için için çok mutluydu! Ama ağına yaklaşınca, tüm kazların hareketsiz olduğunu gördü. Ölü kazların işine yaramayacağını düşündüğü için kazları tek tek ağından çıkarıp yere attı. Kazlar, son kaz yere atılıncaya kadar yerde hareketsiz kaldılar. Sonra avcı ağaçtan indi ve evine dönmek üzere yola çıktı. Kazlar, avcının gittiğinden tamamen emin olduğu anda, hepsi ayağa kalkıp tekrar incir ağaçlarının dallarına uçtular.
Kazlar, bu olaydan sonra ne yapmaları gerektiğini anlamışlardı. Biraz uğraştılar ama yavaş yavaş o büyük asmayı gagalarıyla parçalayarak ağaçtan ayırdılar. Asma dalları artık onlar için tehlike yaratmayacaktı. Kazlar, incir ağacının üzerindeki yuvalarında güvenle yaşamaya devam ettiler.
|
https://www.masaloku.net/cinar-agaci/
|
Çınar Ağacı Masalı
| null | null | null |
Sevgili çocuklar, yeni masalımızın adı Çınar Ağacı Masalı kısa ve öğüt verici masalımızı keyifle okumanız dileğiyle..
Bir zamanlar iki tüccar, başka bir ülkeye ticaret yapmaya gitmişlerdi. Günlerden sıcak ve güneşli bir günüydü. Hava o kadar sıcak ve kavurucuydu ki, yorgunluktan ve sıcaktan tüccarların yürüyecek hali kalmamıştı. Nihayet yol üzerinde koca bir çınar ağacı gördüler, gidip çınar ağacının gölgesinde dinlenmeye geçtiler.
Tüccarlardan biri ağacın dallarına ve yapraklarına bakarak;
“Şu ağaca bak’ Hiçbir işe yaramıyor, ne meyvesi var ne kuruyemişi var. Bu ağaçtan kereste bile olmaz.” demiş. Ağaç;. – Güneşin altında kavrulurken sığınacak yer arıyordun. Nihayet Gölgemde rahatlıyorsun ve beni bu şekilde ifade etmen doğru değil.
Ahlaki: Bizlere karşı yapılan iyilikler için minnettar olmalıyız.
|
https://www.masaloku.net/kral-ve-ayakkabilari/
|
Kral ve Ayakkabıları Masalı
| null | null | null |
Kral ve Ayakkabıları Masalı Bir zamanlar zengin bir ülkeyi yöneten bir kral vardı. Bir gün ülkesinin her köşesini ziyaret etmek istedi. Yollara düştü, dağ tepe demeden her köye, her kasabaya gitti. Saraya döndüğünde, kayalıklardan geçtiği için ayakları epey ağrıyordu. Sürekli yollardaki taşların ve kaya parçalarının ayağını incittiğinden şikayet ediyordu.
Bu nedenle kral, adamlarına ülkesindeki tüm yollara deri döşenmesini emretti. Ülkesindeki tüm yollar deriyle kaplandığında kral rahatlıkla gezip dolaşabilecekti. Ne var ki, tüm yolları deri ile kaplamak oldukça güç idi, çok fazla inek derisi gerekiyordu. Sırf kral daha rahat yürüyebilmesi için çok para harcanacaktı.
Kraliçe bu duruma bir öneri getirdi. Kral’a; -“Neden bu iş için bu kadar çok para harcayacaksınız ki? Tüm yolları deriyle kaplamak yerine sadece bir parça deri kesip kendi ayaklarınızı örterek bu sorunu çözebilirsiniz.” dedi. Kraliçe’nin önerisi Kral’ın hoşuna gitti. Kraliçe’ye hak verip kendisi için deriden bir ayakkabı yaptırıp ülkesini karış karış gezmeye devam etti..
Öğüt: Dünyayı değiştiremeyiz ama kendimizi değiştirebiliriz.
|
https://www.masaloku.net/esek-ve-keci/
|
Eşek ve Keçi Masalı
| null | null | null |
Eşek ve Keçi Masalı
Günlerden bir gün, bir çiftçinin ahırında bir eşek ile bir keçi yaşarmış. Keçi eşeği çok kıskanırmış. Bir gün keçi; ‒ Eşeği benden daha çok seviyorlar, benden daha iyi besliyorlar diyormuş ve eşeğe oyun oynamak için bir kurnazlık düşünmüş; Keçi; ‒ Eşek kardeş, senin bu haline çok üzülüyorum demiş. Eşek hayret etmiş. Bu keçi beni pek de sevmez, neden benim için üzülüyor diye düşünmüş, keçiye sormuş: ‒ Hayırdır benim için neden üzülüyorsun keçi kardeş? Keçi, ‒ Nasıl üzülmeyeyim eşek kardeş, en ağır işleri sen yapıyorsun, değirmen taşına seni koşturuyorlar, sabahtan akşama kadar sırtında yükle dolaşıyorsun. Rahat etmek senin de hakkın. Sana bir dost tavsiyesi, bu durumdan bir an önce kurtulmaya bak. Eşek düşünmüş, keçinin söylediklerinde haklılık payı var. Eşek sormuş, peki keçi kardeş sence ne yapmalıyım? Keçi, Her sabah geçtiğin çukurların birinin yanından geçerken, ayağın kaymış gibi yaparak kendini çukurun içine yuvarla. Belki o zaman sahibimiz der bu eşek çok yoruldu ona biraz istirahat vereyim der. Belki de bir eşek daha alır o da sana yardımcı olur demiş. Eşek, keçinin ağzından duyduklarına inanmış. Bir sabah yük taşırken geçtiği çukurların birine kendini atıvermiş. Eşek çukura kendini atıvermiş de ayağı kırılmış, her yeri yara bere içinde kalmış. Eşeğinin o halini gören çiftçi çok üzülmüş. Onu iyileştirmek için hemen bir veteriner getirmiş. Veteriner eşeği muayane etmiş ve demiş ki; ‒ Zavallı eşek çok kötü düşmüş, bunu ilaçlarla tedavi etmek mümkün değil. Ancak sana söylediklerimi yaparsan eşeğin iyileşebilir. demiş. Çiftçi, veterinere sormuş: ‒ Eşeğimi iyileştirmem için ne yapmam gerekiyorsa söyleyin. Eşek benim elim ayağım olmuş, o olmadan ben hiçbir işimi tamamlayamam demiş. Veteriner, ‒ Eşeğinin tedavi olması için bir keçi ciğeri bulman gerekiyor. Keçi ciğerini haşlayıp suyunu eşeğe içireceksin demiş. Çiftçi, eşeğini iyileştirmek için ahırdaki keçisinden vazgeçmiş.
|
https://www.masaloku.net/aslan-ve-tilki/
|
Aslan ve Tilki Masalı
| null | null | null |
Aslan ve Tilki Masalı
Uzun zaman önce bir ormanda bir çift aslan yaşıyordu. Bir sabah karısı ona nefesinin kötü ve nahoş olduğunu söyledi. Aslan bunu duyunca utandı ve öfkelendi, karısının söylediğine inanmadı ve ormandaki hayvanları nefesini kokup kokmadığını kontrol etmek için çağırdı.
Önce koyun geldi. Ağzını ardına kadar açan Aslan, “Koyun, söyle bana ağzım kötü kokuyor mu?” Dedi. Koyun, aslanın dürüst bir cevap istediğini düşündü ve koyun, “Evet dostum. Nefesinizde bir sorun var gibi görünüyor ”. Bu dürüstçe cevap aslanın pek de hoşuna gitmedi ve koyunun üzerine atlayıp pençeleriyle onu cezalandırdı.
Sonra kurt geldi ve aslan kurda sordu; “Ne düşünüyorsun? Nefesim kokuyor mu? ” Kurt koyunun başına ne geldiğini gördüğü için soruyu cevaplarken çok dikkatli olması gerektiğini anladı. Kurt, “Nefesinizin kötü koktuğunu kim söylüyor?” Dedi. Gül kokusu kadar tatlı bir nefesiniz var ” dedi. Aslan, kurdun cevabını duyunca “Dalkavuk kurt!” deyip, öfkeyle kükredi ve koca pençeleriyle hemen kurda saldırdı, kurdu da cezalandırdı.
Sonunda sıra tilkiye geldi. Aslan tilkiye de aynı soruyu sordu. Tilki, koyun ve kurdun başına gelenleri gördü. Bu yüzden defalarca öksürüp boğazını temizledi ve sonra şöyle dedi, “Ah Sevgili Dostum, son birkaç gündür soğuk almışım, hastayım. Bu yüzden hoş ya da hoş olmayan hiçbir şeyin kokusunu alamıyorum ” dedi.
Aslan, tilkinin bu cevabına karşılık tilkiye hiçbir ceza veremedi.
Öğüt: Kendinizi kötü bir duruma dahil etmeyin, aksi takdirde hiçbir suçunuz olmadığı halde cezalandırılabilirsiniz. Böyle durumlardan uzak durmak akıllıca olur.
|
https://www.masaloku.net/karga-ile-kartal/
|
Karga ile Kartal Masalı
| null | null | null |
Karga ile Kartal Masalı
Günlerden bir gün, bir karga ağacın tepesine yuva yapmıştı, her gün komşusu kartalın hareketlerini büyük bir merakla izliyordu. Bir gün kartal güçlü kanatlarıyla havada uçarken, dağın tepesinde otlayan bir kuzu gördü. Güçlü kanatlarıyla süzüldü ve pençelerini attığı gibi kuzuyu kaptı, yemek için yuvasına götürdü. Bunu gören karga, kartalın başarısına hayran kaldı.
Kartalın yuvasında olmadığı bir gün, karga bir gün dağın tepesinde otlayan bir kuzu gördü. O kadar heyecanlandı ki, kartalın yaptığı gibi kuzuyu yakalamak istedi. O yüzden olabildiğince yükseğe uçtu ve oradan aşağı doğru süzülmeye başladı.
Karga hızla aşağı inerken ne yazık ki dengesini sağlayamadı ve yere düşüp gagasını kırdı.
Öğüt: Düşüncesiz hareket edip bir başkasını taklit etmeye çalışmak, beklenmedik tehlikelere sebep olabilir.
|
https://www.masaloku.net/minik-fareler/
|
Minik Fareler Masalı
| null | null | null |
Minik Fareler Masalı
Bir zamanlar şirin bir evde minik fareler mutlu mesut yaşarlarmış. Bu farelerin başına bela olan “Karabela” adında bir kedi varmış. Karabela, minik fareleri adeta canından bezdirmiş. Minik farelerin dolaşmasına, yemek bulmamasına müsaade etmiyormuş. Minik fareler neredeyse açlıktan tahtaları kemirmeye başlayacaklarmış. Minik fareler bu duruma bir çözüm bulma, bu durumdan kurtulmak için ne yapacaklarını şaşırmışlar. Minik fareler Karabela’nın evde olmadığı bir gün, bir araya gelip bu durumdan kurtulmanın yollarını konuşmaya başlamışlar. İlk önce aralarında bir başkan seçmeye karar vermişler. Bilge, yaşlı üyelerini başkan seçmişler.
Minik fareler ne yapabileceklerini sesli düşünmeye başlamışlar, haliyle her kafadan bir ses çıkmış. Nihayet tecrübeli ve Bilge başkanları bir öneri getirmiş:
“Karabela’nın boynuna bir çıngırak asalım, ne zaman peşimize düştüğünde, bize yaklaştığında çıngırağın sesini duyar, tedbirimizi alarak deliklerimize saklanırız. Başka türlü Karabela’dan kurtulamayız demiş.” Bütün fareler bu öneriyi çok beğenmiş. Herkes Bilge fareyi alkışlayarak “Aklınla bin yaşa!” demişler. Bilge fare konuşmasına devam etmiş. “Ancak bir sorunumuz var” demiş.
“İyi güzel de, çıngırağı Karabela’nın boynuna kim asacak?” demiş. Toplantı salonuna birden sessizlik hakim olmuş. Az önce salonu bağırışlarıyla inleten, alkış tufanı koparan minik fareler, hepsi sus pus olup geri çekilmişler.
Fareler yavaştan toparlanarak hepsi kendine göre bahaneler bularak “Ben yapamam” deyip toplantıyı tek tek terk etmiş. Sonra ne mi olmuş? Karabela yine minik farelerin peşine düşerek hiçbirine göz açtırmıyormuş. Karabela’nın korkusundan yarı aç, yarı tok yaşamaya çalışmışlar..
Öğüt: Bir tehlikeden kurtulmak için cesur olmak gerekir, önemli olan toplanıp fikirleri konuşmak, alkışlamak değil gereğini yapmaktır.
|
https://www.masaloku.net/kotu-aliskanliklar/
|
Kötü Alışkanlıklar Masalı
| null | null | null |
Kötü Alışkanlıklar Hikayesi
Bir zamanlar zengin bir tüccarın kötü alışkanlıklar edinen bir oğlu vardı. Oğlu büyüdükçe, kötü alışkanlıklarına devam ediyor, babasına endişe veriyordu. Zengin tüccar bu durumu düzeltmek için bilge bir adamdan yardım almaya karar verdi.
Bilge, yaşlı bir adamın yanına giderek ondan yardım istedi. Yaşlı adam, tüccarın oğluyla tanıştı ve onunla beraber ormanda gezintiye çıktılar. Ormanda yürürken, yaşlı adam çocuğa küçük bir fidan göstererek onu çekmesini istedi. Çocuk küçük fidanı tuttuğu gibi çekti ve yürümeye devam ettiler. Yaşlı adam daha sonra çocuktan biraz daha büyük bir bitki göstererek onu çekmesini istedi. Çocuk o bitkiyi biraz daha çaba göstererek yerinden kopardı. Ormanda ilerlerken, yaşlı adam gösterdiği küçük bir çalıyı çekmesini istedi, çocuk çalıyı zor da olsa çekmeyi başardı. Biraz daha ilerledikten sonra, çocuğun çıkarmak için çok uğraşması gereken küçük bir ağaç gösterdi ve çocuk epey uğraştıktan sonra o ağacı da çekmeyi başardı. Sonunda yaşlı adam ona daha büyük bir ağaç gösterdi ve çocuktan onu çekmesini istedi.
Çocuk, farklı şekillerde birkaç kez denedikten sonra bile onu çıkarmayı başaramadı. Yaşlı adam çocuğa baktı ve gülümsedi, “İyi ya da kötü alışkanlıklar da böyledir” dedi.
Öğüt: Kötü alışkanlıklardan sistemimize yerleştikten sonra kurtulmak zordur. Kötü alışkanlıklardan erkenden kurtulmak en iyi seçimdir.
|
https://www.masaloku.net/el-kirlenmeden-agiz-tatlanmaz/
|
El Kirlenmeden Ağız Tatlanmaz Masalı
| null | null | null |
El Kirlenmeden Ağız Tatlanmaz
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zamanların birinde, uzak bir diyarda “tembel çocuk” adında bir çocukçuk yaşarmış. Hiçbir iş yapmaz, günü gün ederek, yan gelir yatmakmış işi. Bir de şekeri çok severmiş, her gün bahçede oturur, tıkır tıkır şeker yermiş. Anne ve babası da ne de olsa bir gün adam olur da, tembelliği geçer diye düşünürlermiş. Fakat tembel çocuğun hiç de çalışkan olacak bir hali yokmuş. Günden güne tembel çocuğun tembellikleri azalmadığı gibi gittikçe de artmış. Tembel çocuğun anne babası ne yaparlarsa yapsınlar bu çocuğun tembelleğini üstünden atamamışlar. Ne iş verirlerse versinler tembel çocuk, aman; “Ben çalışmak istemiyorum” diyormuş da başka bir şey demiyormuş.
Bir beş derken, bu durum, anayla babanın canına tak etmiş. Şunu köye Akça dedenin yanına gönderelim. O bilge kişidir, belki bizim oğlanın da tembelliğine bir çare bulur” demişler. Tembel oğlanı bindirip bir arabaya yollamışlar Akça dedeye. Akça dede, “torunum geliyor” diye bir gün önceden hazırlıklar yapmış. Pastalar, şekerlemeler, börekler almış. Tembel oğlan, evden adımını atar atmaz görmüş tabii bunları. Gözleri parlamış. “Dedeciğim,siz dünyanın en iyi dedesisiniz” diye bağırmış. Sonra da, “Bu mektubu annem size vermemi söyledi” diye zarfı uzatmış. Mektubu okudukça Akça dedenin kaşları çatılmış. Çünkü baştan aşağı tembel oğlanın tembelliklerini anlatıyormuş. Akça dede mektubu bitirdikten sonra tembel oğlana şöyle bir bakmış. Ama onun bunu gördüğü bile yokmuş. Ağzı sulana sulana pastalara, böreklere, çöreklere, şekerlere bakıyormuş. O zaman Akça dedenin yüzünde muzip bir gülüş belirmiş. “Sofradakileri beğendin mi?” diye sormuş. Beğenmek de söz mü? Bayılmışmış tembel oğlan. “İşte o sofradakileri yemek istiyorsan, önce bahçedeki çiçekleri sulamalısın” diye gülümsemiş Akça dede. Tembel oğlan ve iş. . Olacak şey mi? Tembel oğlan bir bahçeye bir sofradaki canım yiyeceklere bakmış. İçinden de, “Bugün yemezsem ölmem ya. Nasıl olsa yarın verir Akça dedem. Beni aç bırakacak değil ya” demiş. Sonra da Akça dedeye dönüp, “Benim canım çalışmak istemiyor” diye homurdanmış. Akça dede hiç sesinin çıkarmamış. Sokakta oynayan çocuklara, “Çocuklar bahçeyi bir güzel sulayın, kötü otları temizleyin, sonra da bana gelin” diye seslenmiş.
Çocuklar Akça dedenin böyle söylediği zaman onlara güzel şeyler vereceğini biliyorlarmış. Her işten sonra, “El kirlenmeden, ağız tatlanmaz evlatlar. Çalıştınız, eliniz kirlendi. Şimdi çalışmanın karşılığı olarak, ağzınız tatlanmalı.” dermiş.
Çocuklar bir saat içinde bahçeyi pırıl pırıl yapmışlar. Bir güzel de sulamışlar. Sonra neşe içinde evin içine doluşmuşlar. Akça dede onların kirli ellerine bakıp, “Şimdi ellerinizi yıkayın ve doğru sofraya oturun” demiş. Sonra da tembel oğlana dönüp, “Onlar çalıştılar bu yiyecekleri hak ettiler. Unutma el kirlenmeden, ağız tatlanmaz” demiş. Ertesi gün Akça dede, çocukları yine çağırmış. “Bana odun toplayıp getirin. Sonra da beni görün. Kimler gitmek istiyor” deyince, tembel oğlan “Ben” diye bağırmış. Sonra da “El kirlenmeden ağız tatlanmazmış dedeciğim” diye gülümsemiş. O günden sonra da, tembel oğlan adı unutulup gitmiş çocuklar. Hatta o yörenin en çalışkanı olmuş bizim tembel oğlan.
|
https://www.masaloku.net/sihirli-elma/
|
Sihirli Elma Masalı
| null | null | null |
Sihirli Elma Masalı
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zamanların birinde, uzak bir ülkede bir padişah ile üç oğlu yaşarmış. Gel zaman, git zaman bu padişah, oğullarından hangisini Mihrimah Sultan ile evlendirmesi gerektiğini kara kara düşünmeye başlamış. Derhal padişah divanını toplantıya çağırıp, vezir ve sadrazamlarıyla beraber bir karar almışlar.
Padişah, üç oğlu Şehzade Osman, Şehzade Süleyman ve Şehzade Mustafa’yı yanına çağırmış.
Padişah; – “Sevgili oğullarım, sizlerden bir isteğim var. Her biriniz bir ülkeye gidip, o ülkeden çok kıymetli bir ürün veya bir icat getirmenizi istiyorum.” demiş.
Şehzade Osman, İran’ın Tebriz şehrine gitmiş. İran’ın bedestenlerini, hanlarını dolaşır. İpekten elbiselerin olduğu çarşıları gezer, bu esnada bir halı dükkanına gider, orada bir uçan halı bulur. Uçan halıyı gördüğü gibi hemen satın alır. Bu uçan halının özelliği ise, halıya oturduğun gibi gece demeden, gündüz demeden istediğin yere götürürmüş.
Ortanca oğlu Şehzade Süleyman da Hindistan’ın Delhi şehrine gider. Zamanın ilim ve irfan merkezlerinden olan Delhi şehrinde bir kuyumcu dükkanına girer, orada altın varaklı bir sihirli ayna bulur ve hemen satın alır. Sihirli aynanın en önemli özelliği; aynaya baktığın anda dünyadaki her yeri sanki oradaymışsın gibi gösterirmiş. Bu sayede dünyada olan biteni her şeyi istediği zaman görebileceğini, bunun çok önemli bir alet olacağını düşünmüş.
Küçük şehzade Mustafa ise Irak’ın Başkenti Bağdat’a gitmiş. Bağdat şehri zamanın en önemli ilim merkezlerinden biriymiş. Şehzade Mustafa Bağdat’ta gezerken, bir alime rastlamış. Şehzade Mustafa ilme çok önem verir, alimlerle vakit geçirmekten de çok keyif alırmış. Tanıştığı alimle şehri gezerken, alim ona yolda gördükleri bir elma ağacını tanıtmış. Bak Mustafa; elma meyvelerin en lezzetlilerindendir, aynı zamanda da şifa kaynağıdır. Elma yiyen insanların hastalıklara kolay kolay yakalanmadığını, hasta insanlara ise şifa verdiğini anlatmış. Şehzade Mustafa elma ağacından aldığı elmaları heybesine doldurarak, daha önce kardeşleriyle kararlaştırdıkları kervansarayda buluşup eve dönmek için yola çıkmışlar.
Üç kardeş, uzun bir aradan sonra bir araya gelmişler, birbirlerini hasretle kucaklayıp seyahatleri esnasında buldukları ürünleri birbirlerine göstermişler ve ülkelerine dönmek için yola koyulmuşlar..
Şehzade Osman, merak eder, acaba Mihrimah Sultan ne yapıyor diye elindeki sihirli aynayla onu izlemeye başlar. Gördükleri karşısında hayrete düşer, Mihrimah Sultan hastalanmış yatıyor, ülkedeki bütün hekimler, sadrazamlar, vezirler herkes Mihrimah Sultanın etrafında toplanmış, iyileşmesi için çabalıyorlarmış. Şehzade Süleyman, uçan halısını çıkarır ve üç kardeş çok geçmeden saraya varırlar.
Şehzade Mustafa, Bağdat şehrinde tanıştığı alimin sözünü hatırlar ve heybesindeki elmayı çıkarır, temizce bir yıkadıktan sonra Mihrimah Sultana sunar. Mihrimah Sultan elmaları yer yemez hemen canlanır ve çabucak iyileşir.
Üç şehzade de, Mihrimah Sultanı çok beğenmekte, onunla evlenmek istemektediler.
Mihrimah Sultan Şehzade Osman’a sorar;
-“Şehzadem, sizin getirdiğiniz halı şüphesiz çok kıymetli. Sizin halınız olmasaydı belki zamanında bana yetişemezdiniz, hasta yatağımda çok acı çekebilirdim. Öğrenmek istiyorum, sizin bu fedakarlığınız karşılığında halınızda bir eksiklik oldu mu?”
Şehzade Osman;
-” Sevgili sultanım, halı size feda olsun. Uçan halımda hiçbir eksilme olmadı.”
Mihrimah Sultan, Şehzade Süleyman’a sorar;
– “Şehzadem, şüphesiz aynanız çok kıymetli. Eğer aynanızda benim hasta olduğumu görmeseydiniz bu kadar çabuk bana yetişemeyebilirdiniz, fakat sormak istiyorum. Aynayı benim için kullandığınızda aynanızda bir değişikli oldu mu?”
Şehzade Süleyman; -“Sevgili sultanım, sihirli ayna değil, bütün aynalar size feda olsun. Hayır benim de aynamda bir değişlik olmadı.”
Mihrimah Sultan en son Şehzade Mustafa’ya sorar;
-“Şehzadem, sizin getirdiğiniz hediyede bir eksilme oldu mu?”
Şehzade Mustafa;
“Sultanım, bütün elmalar size feda olsun. Evet benim hediyemde değişiklik oldu, bunun takdirini siz verirsiniz.” dedi.
Bu konuşmaların üzerine Mihrimah Sultan kararını açıklamak için konuşmaya başladı;
Kıymetli padişahım, Kıymetli ailem, Kıymetli dostlarım,
Şehzade Mustafa paha biçilemez bir değeri olan elmalarını bana verdi, hepinizin gördüğü gibi o elmalar sayesinde sağlığıma kavuştum. Şehzademiz dileseydi o şifa kaynağı elmaları bana vermeyip kendisine saklayabilirdi. Bu fedakarlığını ben takdir ettim. Evlenmek için kararımı verdim, gönlü zengin olan Şehzade Mustafa’nın beni mutlu edeceğine inanıyorum. Sizlerin de bu kararımı destekleyeceğinizi umuyorum.
Mihrimah Sultan gibi herkes bu karardan oldukça mutlu oldu. Padişah, kırk gün kırk gece süren bir düğün merasimiyle oğlu Şehzade Mustafa ile Mihrimah Sultan’ı evlendirdi. Onlar erdi muradına, biz çıkalım keravetine..
Elma güzeldir, güzelleştirir. Bol bol elma yemeyi ihmal etmeyelim çocuklar. Unutmayalım elma şifa kaynağıdır..
|
https://www.masaloku.net/uc-kucuk-sincap/
|
Üç Küçük Sincap Masalı
| null | null | null |
Sevgili çocuklar, sizlere Dünya Klasik Masalları arasında kabul edilen Üç Küçük Sincap Masalı nı anlatacağım. Keyifle okumanızı diliyorum..
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, kuşlar tellal iken, sincaplar berber iken, anneleriyle beraber küçük bir kulübede yaşan üç küçük sincap varmış. Gel zaman git zaman küçük sincaplar artık büyümüşler, doğup büyüdükleri kulübeden çıkıp doğa hayatının içinde yaşamlarını sürdürmeleri gerekiyormuş. Günlerden Bir gün anne sincap, yavrularını yanına çağırmış;
– Sevgili yavrularım, hepiniz büyüdünüz artık doğu büyüdüğünü bu evden ayrılma vaktiniz geldi. Doğa hayatının içinde kendi yaşamınızı sürdürmeniz gerekiyor. Sizlere bir tavsiyem olacak; bunu sakın unutmamanızı, her zaman bunu hatırlayarak yaşamınızı sürdürmenizi diliyorum; Ama sakın bunu unutmayın; “Ne iş yaparsanız yapın, her zaman en iyisini yapın.” demiş.
Sincaplar yeni güne uyanınca anneleriyle vedalaşmak zorunda kalmışlar. Hüzünle ve heyecanlı bir bekleyiş içerisinde, ormana doğru yürümeye başlamışlar. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Sonunda kendilerine ev yapabilecekleri güvenli bir yer bulmuşlar. Herkes evini nasıl yapacağını düşünmeye başlamış. İlk olarak küçük sincap kararını açıklamış;
– Ben evimi samandan yapacağım demiş. Çünkü hem zahmetsiz hem de yapımı çok kolaymış. Evini çabucak yapıp, orman sakinlerinin yanına gidip oyun oynamak istiyormuş. En küçük sincap saman balyalarını biriktirerek evini bitirmiş, diğer kardeşlerine seslenmiş;
– Heyy! Buraya bakın, ben evimi bitirdim!
En büyük sincap, küçük sincabın yanına gelerek;
– Sevgili kardeşim, “Bu yaptığın ev hiç güvenlikli değil. En küçük fırtınada ya da kurt saldırısında bu yaptığın evde korunamazsın.” demiş.
En küçük sincap, annesinin öğüdünü dikkate almadığı gibi abisinin sözlerini de dikkate almamış. Bana bir şey olmaz merak etmeyin, demiş.
Sıra gelmiş ortanca sincaba, o da evini keresteden yapmaya karar vermiş. Bulduğu dal parçacıklarını biriktirerek ahşaptan küçük bir ev yapmış. Küçük kardeşininkinden daha sağlam olmuş ama onun evine de çok güvenli bir ev denilemezmiş. Ortanca sincap evini bitirdikten sonra abisini çağırmış, abisi yanına gelmiş.
– Sevgili kardeşim, “Evin güzel ama hiç de güvenlikli görünmüyor. Bir kurt saldırısında evin yıkılabilir.” demiş.
Ortanca sincap;
– “Benim yaptığım eve hiçbir şey olmaz. Hepsini ceviz ve meşe ağacından yaptırdım. Siz kendinize bakın.” demiş.
En büyük sincap, karar sizin. Annemiz hepimizi uyarmıştı, ne yaparsanız yapın, en iyisini yapın diye..
En küçük sincap ile ortanca sincap, evlerini kısa sürede bitirmişler, keyiflerine de diyecek yokmuş. En büyük sincap ise hala evini yapmaya devam ediyormuş. Çünkü o evini sert kayalardan yapıyormuş. İki küçük sincap, ağabeylerinin yanına gelerek; “Aman ağabey, senin yaptığın düpedüz korkaklık! Alt tarafı bir ev yapacaksın! Bu kadar zahmete ne gerek var? diye söylenmişler.
En büyük sincap, kardeşlerinin bu sözlerine aldırmadan evini yapmaya devam etmiş. 1 haftanın sonunda sert kayalardan yaptığı evini anca bitirebilmiş.
Gel zaman, git zaman, bir gün aç bir kurt sincapların yaşadığı bölgeye gelmiş. Samandan yapılan kulübeyi görünce hemen içinde birinin yaşadığını anlamış. Küçük sincap da kulübesinde uyuyormuş. Birden bire kurdun hırıltılarını duyup uyanmış.
Kurt kapıyı çalmış;
-Heyy sincap! Kapıyı aç! Kapıyı açmazsan pençelerimle saman balyalarını parçaladığım gibi seni de parçalarım demiş.
Küçük sincap;
– “Benim evim çok sağlam, hiçbir şey yapamazsın.” demiş.
Kurt, saman balyalarına pençesini vurduğu gibi balyaları dağıtmaya başlamış, küçük sincap, can havliyle kendini dışarı atmış, doğruca ortanca kardeşinin kulübesine koşmuş.
Ortanca sincap, kapıyı açtığı gibi küçük sincabın kulübesine almış.
Küçük sincap;
– “Kapıyı hemen kapat kardeşim, kurt buraya gelebilir.” demiş.
Ortanca kardeş;
– “Korkma, burası çok güvenli, kurt buraya gelemez.” demiş.
Küçük sincabın izini takip eden kurt, ortanca sincabın yaptığı kulübeye gelmiş.
– “Heyy! açın kapıyı! Yoksa içeri gelirim, hepinizi pençelerimle parçalarım.” demiş.
Ortanca sincap;
-“Korkma kardeşim, hiçbir şey yapamaz.” demiş.
Kurt, öfkelenmiş, pençeleriyle tahtaları sökmeye başlamış.
İki sincap, aç kurdun elinden canlarını zor kurtararak, en büyük sincabın evine sığınmışlar.
En büyük sincap, küçük kardeşlerine kapıyı açarak onları içeriye almış. Küçük sincaplar korkudan tir tir titriyorlarmış. Ya kurt buraya da gelse, diye korkuyorlarmış.
En büyük sincap;
-“Korkmayın kardeşlerim, burası çok güvenli. Kurt buraya gelse de bize bir şey yapamaz.” demiş.
Aç kurt, en büyük sincabın kapısına dayanmış, kapıyı çalmış ama kimse kapıyı ona açmamış. Hırlamış, bağırmış çağırmış ama sincaplar hiç oralı olmamış. En büyük sincap; – “Hain kurt, git buradan! Ne yaparsan yap, sen bu eve giremezsin, çünkü bu ev çok güvenlikli.” demiş.
Kurt ne kadar uğraşmışsa da, en büyük sincabın sert kayalardan yaptığı evi yıkamamış. Aç kurt, eve girmek için başka çareler aramaya başlamış, evin üzerindeki bacayı görmüş, bacadan içeri girmeyi denemiş.
Kurdun çatıda olduğunu anlayan en büyük sincap, kurdun bacadan girebileceğini anlamış. Derhal hemen bacanın altındaki şömineyi yakmaya karar vermiş. Kurt bacadan inerken, aşağıdan gelen duman boğazına kaçmış. Boğazına duman kaçan kurt, can havliyle kendini dışarı atmış ve ormanın derinliklerine doğru koşmaya başlamış. Aç kurdun saldırısından kurtulan küçük sincaplar, sevinçle birbirlerine sarılmışlar.
Bir süre sonra üç küçük sincap, ormanda anneleriyle karşılaşmışlar. Başlarından geçen olayı annelerine anlatmışlar. En küçük sincap ve ortanca sincap annelerine sarılıp özür dilemişler.
– “Anneciğim, özür dileriz. Senin sözünü dinlemedik, az kaldı canımızdan oluyorduk. Şu kısacık zamanda çok şey öğrendik, çok haklıymışsın. “Ne yaparsak yapalım, en iyisini yapmalıyız.” demişler.Annesinin yanına giden en küçük sincap haklıymışsın anneciğim bu dünyada ne yapıyorsak en iyisini yapmalıymışız.” demişler.
Annelerine söz veren küçük sincaplar, bir daha hiç tembellik yapmamışlar. Ağabeyleri gibi yaptıkları her şeyi özenle yaparak, en iyisini yapmaya başlamışlar. Küçük sincaplar O günden sonra hiç tembellik yapmamışlar. Çalışkan davranıp, ormanda mutlu ve güvenli bir yaşam sürdürmüşler..
Gökten üç elma düşmüş; biri sincap ailesine, biri bu masalı okuyanın başına, biri de bu masaldan ders çıkaranın başına..
|
https://www.masaloku.net/cocuk-ve-doga/
|
Çocuk ve Doğa Masalı
| null | null | null |
Çocuk ve Doğa Masalı
Günlerden bir gün, bir çocuk bahçede oyun oynuyormuş. Rengarenk kelebeklerin, güllerin, çiçeklerin arasında koşuyor, zıplıyormuş. Mutluluğuna diyecek yokmuş. Bir ara bahçede zıplayan bir kurbağa görmüş, kurbağanın peşinden koşmuş ama yakalayamadan kurbağa göle atlamış.
Sonra bahçede bir ineğin otladığını görmüş. İneğin otları nasıl çiğnediğini izlerken, bir sinek gelmiş ve ineğin üzerinde vızıldamış. İnek, sineği kaçırmak için kuyruğunu sallamış. Çocuk ellerini çırpıp bu duruma çok gülmüş.
Doğa ile ilk kez tanışan çocuk; “Her şey ne kadar da güzel ve eğlenceli.” demiş.
Birden karşısında bir sincap görüp peşinden koşmuş ve bir gül bahçesine gelmiş. Güllerden koparmaya çalışmış ama parmağına diken batmış. Canı çok acımış. Ağlamaya başlamış ve evine koşmuş.
Çocuğunu ağlarken gören annesi, “Ne oldu yavrum? Neden ağlıyorsun” diye sormuş. Çocuk, “Gül koparmaya çalışırken dikeni parmağıma battı ve şimdi çok acıyor” demiş.
Annesi, “bu senin hatan. Gülü koparmaya çalışmamalıydın. Gül dalında güzeldir, koparıldığında değil. Ayrıca doğanın güzelliğine asla zarar verilmemeli. Doğal süreçlere müdahale etmemeliyiz. Aksine, doğayı korumalıyız.” demiş.
Çocuk, “Söylediklerini daima yapacağım anneciğim” demiş.
Anne, “Söyle bakalım ne öğrendin bugün?” demiş.
“Bitki ya da hayvan, bütün canlıları korumalıyız. Onlara asla zarar vermemeliyiz. Doğaya gereksiz müdahale etmek zararlı. İleride insanlara zarar verebilir.” demiş çocuk.
|
https://www.masaloku.net/masal-okurken-cocugun-yasina-uygun-masallar-tercih-edilmeli/
|
Masal Okurken Çocuğun Yaşına Uygun Masallar Tercih Edilmeli Masalı
| null | null | null |
Çocuğun Yaşına Uygun Masal Seçimi Nasıl Olmalıdır?
Çocukların yaşlarına bağlı olarak ilgi alanları da değişim gösterecektir. İlgisi kolay dağılan çocuklarda da bu ilginin uyanık tutulması açısından, masal seçimlerinin bu çerçevede düzenlenmesi önerilmektedir. Özellikle de yaşları değişen çocukların, hayranlık duyduğu unsurların farklılaşması mümkündür. Asıl önemli olan konu da ebeveynlerin en uygun olan masalları onlar için seçmeleri olacaktır. Peki çocukların yaşlarına göre masal nasıl seçilmelidir? Gelin bu konuya birlikte bakalım.
1 ile 3 yaş arası: Bu yaş döneminde olan çocuklara en iyi şekilde masal dinleme alışkanlığı kazandırılmalıdır. Genel olarak bu yaş dönemlerinde oldukça meraklı olabilecekleri için, ilgilerini çeken masalları dinlemekten de geri kalmayacaklardır. Ayrıca asıl önemli olan bir diğer konu da, bu yaşlarda masal alışkanlığının kazandırılması sayesinde, diğer dönemlerinde de masal sevme özelliklerine sahip olacaklarıdır. Seçilecek olan masalların akıcı bir dille yazılmış olmaları asıl dikkat edilen konu olmalıdır. Ayrıca eğlenceli olan masallar da dinlemeyi kolaylaştıran bir unsur olarak görülebilecektir. İlgisini çekmeyen masallarda ısrar edilmemesi gerekecektir. Aynı zamanda hayvanlar gibi ögelerin içerisinde yer aldığı masallar da bu yaş grubunun dikkatini çeken ögeler olacaktır. Kısa olan masallar tercih edilmelidir.
3 ile 4 yaş arası: Çocuğun beyinsel açıdan gelişimi yavaş yavaş sağlandığı için, bu yaş döneminde daha uzun olan masallar tercih edilebilecektir. Yine her yaş grubunda olması gerektiği gibi, masalların çocuğun ilgisini çekecek nitelikte olması gerekmektedir. Olumsuz olan durumların da ayırt edilmeye başlandığı bu dönemlerde, öğütler içeren masallar okunabilecektir.
4 ile 5 yaş arası: Genel olarak bu yaş döneminde tüm iyi ve kötü kavramları ayırt edilebilecektir. Çocuğun iyi olanı bulabilmesi açısından da, hep merak edip soru sorması beklenmektedir. Çocuğun doğru olanı algılayabilmesi açısından tüm soruların cevaplanması ve kimi soruların da çocuğun kendisinin bulması sağlanmalıdır. Çocukların meraklı oldukları bu dönemde de onların ilgisini çekebilecek olan masallar büyük öneme sahip olmaktadır. Bu yaş arasında olan tüm çocuklara da masal dinleme alışkanlığının kazandırılması gerekecektir.
|
https://www.masaloku.net/nasrettin-hoca-ve-esegi-fikrasi/
|
Nasrettin Hoca ve Eşeği Fıkrası Masalı
| null | null | null |
Nasrettin Hoca ve Eşeği Fıkrası Nasrettin Hoca, bir gün karısına;
– “Acaba insanın öldüğü nasıl anlaşılır?” diye sormuş. Karısı ne desin?
– “Önce eli ayağı buz kesilir!” demiş, çıkmış işin içinden.
Aradan zaman geçmiş, bir kış günü hoca atlamış eşeğine ve ormana odun kesmeye gitmiş.
Hava da soğuk mu soğuk. Hocanın eli ayağı buz kesilmiş, başlamış titremeye..
Soğuktan bir ağacın altına çökerek, “Eh, elim ayağım buz kesildiğine göre ben de öldüm demektir.” diye düşünürken, o sırada dağdan inen aç kurtlar hocanın eşeğine saldırmışlar.
Hoca uzaktan bağırmış; “Sizi gidi hınzırlar! Sahibi ölmüş eşeği buldunuz ya! Ağlatın anasını bakalım.” demiş.
|
https://www.masaloku.net/pozitif-ve-negatif-dusunce/
|
Pozitif ve Negatif Düşünce Masalı
| null | null | null |
Pozitif ve Negatif Düşünce
Uzun zaman önce, İbrahim isminde bir tüccar varmış. Bu tüccar çok çalışarak zengin olmuş. Evinde her şey varmış. Bir gün tüccar ticaret yapmak için yola koyulmuş. Ormandan geçerken kendisini yorgun hissettiği için ormandaki bir ağacın altında dinlenmeye karar vermiş.
Dinlenirken, susadığını hissetmiş, ‘keşke susuzluğumu hemen giderebileceğim biraz su olsaydı!’ der demez. O esnada bir mucize olmuş, önünde bir testi su belirmiş. İbrahim suyu içmiş ve rahatlamış.
Bir müddet sonra acıkmış ve yiyecek dilemiş; ‘Lezzetli yiyecekler ile dolu bir tabak olsaydı, çok şanslı olurdum.’ diye söylenmiş kendine. Aklından geçirir geçirmez önünde lezzetli yiyecekler ile dolu bir tabak belirmiş. Tüccar İbrahim doyunca yemiş lezzetli yiyecekleri. Karnı doyduktan sonra mayışmış ve ‘Böyle sert toprakta nasıl uyuyabilirim? Şurada yumuşacık bir yatak olsa.’ diye mırıldanmış. Bu sözleri söyleyince, renkli ve kadifeden rahat bir yatak belirmiş önünde. İbrahim yatağa yatmış ve uyumuş. Tüm dilekleri anında gerçekleştiği için, cennetteymiş gibi hissediyormuş. Her dileği gerçekleştirebilen bir ağacın altında uyuduğunun farkında bile değilmiş. Sıradan bir ağaç değilmiş bu, dilekleri gerçekleştirme gücü olduğu düşünülen bir ağaçmış.
İbrahim kadife yatakta uykunu tadını çıkarıyormuş. Uyandıktan sonra, ‘bana her an saldırabilecek aslanlar, kaplanlar, kurtlar gibi vahşi hayvanlarla dolu bir ormanda yapayalnızım. Kendimi koruyamayabilirim’ diye düşünmeye başlamış.
Böyle düşününce, orada acımasız bir kaplan belirmiş ve İbrahim’e saldırmış. İbrahim o kadar korkmuş ki, kaçamamış bile. Böylece, negatif düşünce yüzünden ölmüş.
İnsanın daima düşüncesi tarafında yönlendirildiği söylenir. Olumlu düşünce olumlu sonuca yol açar. Her durumdan mutluluk ve güzel sonuç doğurur. Bu yüzden, her zaman pozitif olmalıyız.
|
https://www.masaloku.net/maymunla-tilki/
|
Maymunla Tilki Masalı
| null | null | null |
Maymunla Tilki Masalı
Bir zamanlar ormanların birinde yaşayan bir maymun varmış. Ağaçların dallarından bir diğerine atlamayı, sarmaşıklara sarılıp yükseklere tırmanmayı çok severmiş. Kıpır kıpır hiç yerinde duramazmış.
Bir gün uzun kabarık tüylü tilki ile karşılaşmış. Tilki onun gibi ağaçlarda yaşamayı bilmiyormuş ama maymuna nazaran çok güzel tüyleri varmış. Hele kuyruğu o kadar hoşmuş ki maymun onun arkadaşı olduğu için övünüp duruyormuş. Tilki ise her gün komik şeyler anlatarak maymunla gülüp eğleniyorlarmış. Bir yandan da ormanın en kurnaz en çıkarcı hayvanı olduğu için maymundan da yararlanacağı günün geleceğini düşünüyormuş. Tatlı dili ile maymunu çıkamadığı ağaçlara tırmandırıyor, istediği her türlü meyve yiyebiliyormuş. Bu arada da maymun tilkinin çalıların arasına kurduğu tuzaklara, öteki hayvanlara oynadığı oyunları şaşkınlıkla bakıyor. Her davranışını hayran oluyormuş. Kurnazlığın büyük bir yetenek olduğunu düşünüyormuş.
Gün geçtikçe tilkinin davranışları oyunları maymunu daha çok sarmaya başlamış, yanımdan hiç ayrılmaz olmuş. Maymunun annesi oğlunun tilki ile arkadaşlığın da hiç mi hiç hoşnut değilmiş. Kötü arkadaşın sana yararı değil zararı olur diyormuş. Ama dinleyen kim. Maymun tilkinin ağzına bakıyor. O ne yaparsa doğru yaptığına inanıyormuş. Günlerden bir gün tilki maymuna; bak canım, bugün istersen balık yiyelim ama ben yüzme bilmiyorum sen yardım edersen balık yakalayabiliriz demiş. Maymun tilkinin isteğine boyun eğmiş, zaten ona o kadar hayranmış ki karşı gelmeyi düşünmüyormuş bile.
Tilkinin öğrettiği gibi doğru ormana gitmiş, ırmağın ortasına doğru kollarını uzatmış, bir ağaca tırmanmış. Oradan da aşağı sarkmış sulara daha önceden hazırladıkları ince sarmaşıklardan yaptıkları ağı germiş. Suların akıntısı ile birlikte aşağılara inen balıklar, bu sarmaşıktan ağa takılıyorlarmış. Maymun, balık geldikçe hemen ağı yukarı çekiyormuş. Sonra da balıkları tek tek toplayarak kıyıda bekleyen tilkiye fırlatıyormuş. Böylece epey balık yakalamışlar. Sevincinden ne yapacağını bilemiyormuş maymun. Biraz sonra sevgili arkadaşıyla kendilerini çekecekleri Balık ziyafetini düşündükçe ağzı sulanıyormuş. İşte bu sırada sevincinden mi yoksa avın heyecandan mı bilmiyorum, dengesini yitirdiği gibi azgın sulara yuvarlanıvermiş. Bata çıka akıntı ile sürüklenirken bir yandan da tilkiyi yardımına çağırıyormuş ama tilki maymunu aldırmadan balıkları tek başına atıştırmaktaymış.
Bir süre sonra maymun bir ağaç kütüğüne tutunarak suyun yüzünde kalabilmiş. Bin bir güçlükle kıyıya yanaşmış. Sonra da ağlaya sızlaya annesinin yanına gitmiş. Başına gelenleri bir bir anlatmış. Annesi de gördün mü yavrum? Ben sana kötü arkadaş insanı yarı yolda bırakır demedim mi? Onun kötülüğü bütün ormanda dilden dile dolaşıyor. Hem seni maşa gibi kullanmış. Hem de başın sıkışınca yardımına koşmamış. Bundan sonra tehlikeli arkadaşlıklara girişme diyerek ona öğüt vermiş. Sizlere de iyi günler diliyorum. Kötü düşünceli arkadaşlardan uzak durun. Sevgiler.
|
https://www.masaloku.net/aslan-tilki-ve-esek-masali/
|
Aslan, Tilki ve Eşek Masalı
| null | null | null |
Aslan, Tilki ve Eşek Masalı
Günlerden bir gün, yaşlı bir eşek ile hilebaz tilki arkadaş olmuşlar, beraber dolaşır, beraber yer içerlermiş. Bir gün, ormanda gezerlerken karşılarına bir aslan çıkmış. Her ikisi de korkudan bir yere kıpırdayamamış, tilki usulca aslanın kulağına fısıldamış;
-“Bana karışmazsan bu eşeği sana yem ederim.” demiş.
Aslan bu teklifi kabul etmiş, avını beklemeye başlamış. Tilki, eşeği daha önceden bildiği bir tuzağa götürüp onu çukurun içine düşürmüş, sonra aslanı çağırmış;
-” Kral hazretleri! Buraya gelin, avınız hazır.” demiş.
Aslan bakmış ki, eşek o çukurdan çıkamayacak, zaten eşeği avladım sayılır, ben şu tilkiyi de avlayayım da güzel bir ziyafet çekeyim demiş. Tilki ne kadar aman dilemişse de aslan dinlememiş;
-” Arkadaşına ihanet edip tuzak kuranlar, aynı zamanda kendi sonlarını da hazırlarlar.” demiş. Tilkiyi bir pençede eşeğin bulunduğu çukura yuvarlamış.
|
https://www.masaloku.net/kurt-ile-esek/
|
Kurt ile Eşek Masalı
| null | null | null |
Bir gün eşeğin biri dereye su içmeye gitmiş. Derenin berrak suyundan kana kana içerken, aniden gelen bir sesle irkilmiş, tehlikeyi fark etmiş. Çünkü aç bir kurt ona doğru geliyormuş.
Kısa mesafede kurdun elinden kaçamayacağını anlayan eşek, acıyla bağırıp topallamaya başlamış. Kurt yanına gelmiş;
-“Hayırdır? Daha seni ısırmadım bile, neden böyle acıyla bağırıyorsun?”
Eşek;
-“Sormayın efendim, buraya gelmeden yolda arkadaki ayağıma diken battı da, ayağımı basınca çok ağrıyor. Siz şimdi beni yiyeceksiniz zaten. İyisi mi, siz beni yemeden şu lanet dikeni çıkarın, hem ağzınızı acıtmasın.” demiş.
Kurt eşeği nasıl yiyeceğini hayal ederken, eşeğin ona oynadığı oyunun farkına varamayıp eşeğe inanmış. Eşeğin arkasına geçip arka ayağını kaldırmasını istemiş. Eşek ayağını kaldırmış, kurt dikeni aramaya koyulmuş ama göremiyormuş. Eşek fırsatını bulduğu gibi çifteyi kurdun ağzına vurmuş. Kurdun dişlerinin her biri bir yana savrulmuş. Bunun üzerine kurt ne derse beğenirsiniz?
-“Bu çifteyi hak ettim. Ben doğuştan kasaplık eğitimi aldım, hekimlik benim neyime?”
Bazı insanlar vardır, hiç bilmediği işlere kalkışırlar da sonunda başlarına türlü belalar gelir.
|
https://www.masaloku.net/denizci-ile-bilgin/
|
Denizci ile Bilgin Masalı
| null | null | null |
Denizci ile Bilgin Masalı
Günlerden bir gün, bilgili bir adam denize açılmak, seyahat etmek istemiş. Kitaplarını çantasına koyarak bir denizci ile anlaşıp gemiye binmişler. Az gitmişler, uz gitmişler, denizleri aşmışlar, okyanusa varmışlar. Bizim bilgin çok bilgili olduğundan mıdır nedir bilinmez, her konuda kendini çok beğenirmiş. Yine o kendini beğenmiş tavrıyla başlamış söze; -“Kaptan, hendese ilmini bilir misin?” diye sormuş. Denizci; -” Hayır bilmiyorum.” demiş.
Yine sormuş;
-” Peki, lugat ilmini bilir misin?”
Denizci; -“Bilmiyorum.” demiş.
Bilgin; “Desene ömrünün yarısı boşa gitmiş.”
Denizci bu sorulara kayıtsız kalmış ama biraz içerlemiş. Bilginin onu küçümsemesinden rahatsız olmuş. Derken bir müddet sonra bir sallantı hissetmişler ve gemi alabora olmuş. Bu defa denizci sormuş;
– “Bay Bilgin, yüzmeyi bilir misiniz?”
Bilgin; – “Hayır bilmiyorum.” deyince,
Denizci;
-“Vah vah demiş. İşte şimdi ömrünüzün hepsi boşa gitti. Çünkü birazdan gemi su alıp batacak.” demiş.
|
https://www.masaloku.net/coldeki-su/
|
Çöldeki Su Masalı
| null | null | null |
Çöldeki Su
Bir zamanlar, Sahra çölü yakınlarında değirmencilikle uğraşan bir bedevi ailesi yaşıyormuş. Yavuz isminde bir çocukları olmuş. Yavuz büyüyünce ailesine işlerinde yardım etmeye başlamış. Bazen değirmende öğüttüğü buğday unlarını satmak için civar şehir ve kasabalara gidiyormuş.
Günlerden bir gün, Yavuz, bir grup tüccar ile seyahate çıkmış. Tüm tüccarlar yüklerini devlerine yüklemişler, en önde bir eşek ve arkasında kılavuz ilerliyorlarmış. Kervan ağır ağır yol alıyor, yolculuk gittikçe zorlaşıyormuş. Kervanın menzile ulaşması için Sahra çölünü geçmesi gerekiyormuş. Sıcak havayla beraber gelen toz bulutu kervanın işini hayli güçleştirmiş, kervan başı yolu kaybetmemek ve biraz dinlenmek için tüccarlara teklifte bulunmuş;
– “Arkadaşlar, akşama kadar burada dinlenelim, yola akşam olunca devam ederiz. O zaman hava oldukça serin olur.” demiş.
Tüccarlar bu fikri onaylamışlar. Develerini kenara çekip, hayvanlarına su ve saman verdikten sonra dinlenmeye başlamışlar.
Akşam, kervan başı, “Hadi arkadaşlar, hazırlanın. Şehir çok uzakta değil. Sabaha kadar orada oluruz.” demiş.
Hepsi hazırlanıp yola koyulmuşlar. Develer birbiri ardına dizilerek uzun bir kuyruk oluşturmuşlar. Yolcular, develerin üzerindeki yükü azaltmak için, şehre varınca taze su bulma umuduyla su kaplarını boşaltmışlar. Daha fazla çölde kalmayacaklarını umuyorlarmış.
Kervan yola koyulmuş. Birbirini yakın mesafede takip ediyorlarmış. Kervan başı kervanı şehre doğru götürüyormuş. Doğru yolda ilerleyip ilerlemediklerini bile fark etmeden gece boyu karanlıkta yola devam etmişler. Şafak olunca, yolu kaybettiklerini fark etmişler. Umutsuzca ayrıldıkları noktaya dönmeye karar vermişler.
Ayrıldıkları noktayı aramaya çalışırken sıcak bastırıyormuş, umutsuzluk üzerlerine çöküyormuş. Nihayet oraya tekrar dönmeyi başarmışlar. Yola çıkmadan önce tüm sularını döken kervan susuzluktan kırılıyormuş. Herkes bir yudum su arar olmuş. Deyim yerindeyse, hepsi susuzluktan ölüyorlarmış.
Kervan toplanmış, kara kara “Nasıl su buluruz?” diye düşünürken, Yavuz, çölde su aramaya karar vermiş. O kadar kararlıymış ki su bulmak için kuyu kazmak istiyormuş. Fakat, ne kadar su aramışsa da başarısız olmuş. Yine de suyu bulma ümidini yitirmeyerek su bulabileceği uygun bir nokta aramaya devam etmiş. Nihayet biraz ilerleyince birkaç tane kaktüs ağacına rastlamış. Bu noktayı kazmayı uygun bulmuş çünkü kaktüs yer altı suyu olmadan yetişmezmiş. Kervandan bir arkadaşına seslenerek, “arkadaş, bana yardım eder misin? Şurayı kazalım, burada su bulabiliriz.” demiş.
Yavuz ve arkadaşı o noktayı kazmaya başlamışlar. Derince bir kuyu kazdıktan sonra kürekleri taşa çarpmış. Kazmayı bırakmışlar ve “burada bir kaya var” diye bağırmışlar. Arkadaşlarının sesini duyan kervan yolcuları hepsi koşarak o noktaya gelmişler. Ama hiçbiri kuyuya inmeye cesaret edememiş. Yavuz, kuyuya inmiş. Kayaya yaklaşıp, dikkatlice dinlemiş. Aniden gözleri parıldamış. Kayanın arkasından akan suyun sesini duyabiliyormuş.
Kuyudan çıkmış ve “bir şey yapmazsak susuzluktan öleceğiz. Kayanın altından akan suyu sesini duydum. Ne pahasına olursa olsun kayayı kırmaya çalışalım. Eminim ki suyu bulacağız. İradeli ve cesur olmalıyız. Bunu başarabiliriz.” demiş. Fakat kervandakiler çalışamayacak kadar yorgun ve susuzmuşlar. Yavuz, kimsenin kuyuyu kazmak için cesaret edemediğini görünce hayal kırıklığına uğramış. Aniden bir tane genç küreği kapmış ve kuyuya inmiş. Genç adamı gören Yavuz umutlanmış.
Genç adam kayaya tüm gücüyle vurmaya başlamış ve kayayı kırmayı başarmış. Oradan soğuk sular fışkırmaya başlamış. Bunu gören insanlar suya koşmuş ve sevinçle dans etmeye başlamış. Sudan kana kana içmişler ve develerine de su vermişler. Hepsi Yavuz’a ve o genç adama teşekkür ederekk yolculuklarına devam etmişler. Kısa süre sonra şehre ulaşmışlar. Böylece Yavuz’un kararlılığı ve cesareti beraberindekilerin hayatını kurtarmış. Dahası, bu su diğer yolcuların dinlenip su içebileceği bir yer olmuş. İrade ve cesaret başarının anahtarıdır.
|
https://www.masaloku.net/tilki-ile-kirpi/
|
Tilki ile Kirpi Masalı
| null | null | null |
Tilki ile Kirpi Masalı
Günlerden bir gün, tilki avını avlamış, karnı tok, sırtı pek bir vaziyette, ıslık çala çala ormanda yürüyormuş. Yolda bir kirpiye rastlamış. Daha önce kirpi görmeyen tilki, kirpiye merak edip sormuş;
– “Sen de kimsin? Bu dikenleri neye taşıyorsun?
Kirpi;
“Ben kirpiyim. Peki, sen kimsin?”
Tilki;
“Ben de tilkiyim. Sen ne arıyorsun burada?”
Kirpi;
“Karnım aç, yemek arıyorum. Ya sen ne arıyorsun burada?”
Tilki;
“Benim karnım tok, sırtım pek ama yalnızlıktan sıkıldığım için geziyorum. Bak isimlerimiz de birbirine benziyor. Gel seninle arkadaş olalım da beraber avlanır, beraber eğleniriz.” demiş.
Kirpi;
“Peki, arkadaş olalım ama önce birbirimizi tanıyalım.”
Tilki;
“Birçok düşmanım var ama kurnaz bir hayvanım. Hepsini bilgilerimle alt ediyorum.”
Kirpi;
“Ne yalan söyleyeyim, benim bildiğim tek şey tehlikelerden korunmak için savunma yapmak. Seninle arkadaş olmamız zor demiş.”
Tilki;
“Haklısın demiş tilki, senin bir tek bilgin var, bense bilge biriyim. Senin şu bilgini öğrenelim bakalım; bir tek bilgiyle bu dünyada nasıl yaşıyorsun?” demiş.
Kirpi;
“Tamam, uzat ayağını da öpeyim.” der.
Tilki ayağını uzatınca kirpi, tilkinin ayağını ısırıp hemen toplanır içine. Tilki tek ayağının üstünde kalır fakat bir şey yapamaz. Kirpiyi ısırmaya kalkışınca da dikenleri ağzına batar.
Tilki:
“Senin bir tane bilgin benim tüm bilgilerimden etkiliymiş.” der.
Böylece tilki ve kirpi arkadaş olurlar. Sürekli beraber gezip, beraber avlanırlar.
Günlerden bir gün, karınları acıkan kirpi ile tilki bir çiftçinin kümesine girerler. Tavuk, horoz dolusu bu kümeste bir kapan varmış. Kapanı fark etmeyen kirpi, kapana kendini kaptırır. Ne yaparsa kapandan kurtulamaz, tilkiye seslenir;
“Tilki kardeş! kapana kapıldım, gel de beni kurtar.” dese de tilki, hiç oralı olmamış. Kümese girip tavukları afiyetle yemeye başlamış. Tilkiye gücenen kirpi, ondan intikam almak için tilkiye:
“Tilki kardeş, seninle o kadar arkadaşlık, dostluk yaptık, gel de seninle böyle ayrılmayalım. Elini ayağını öpeyim, kurtar beni. Öleceksem de dost olarak öleyim.” der.
Kirpinin sözlerini duyan tilki, böbürlene böbürlene kirpinin yanına gidip ayağını öpmesi için uzatır. Kirpi hemen tilkinin ayağını ısırır. Tilki ne yapsa da ayağını kirpinin ağzından çıkaramaz. Sabaha kadar oracıkta kalırlar.
Sabahleyin çiftçi uyanıp tavukları dışarı çıkartmak için kümese gelince bir de, ne görsün; Bir tilki kümeste uzanıyor. Hemen evden tüfeğini alıp gelir tilkiyi vurur. Tilkinin kuyruğundan çekip dışarı atmaya çalışırken fark eder ki, tilkiyi ayağından kirpi yakalamış. Hemen kirpiyi kapandan çıkarıp:
“Senin sayende onlarca tavuğum kurtuldu, üstelik bir de kürk sahibi oldum. Ben de seni özgür bırakıyorum.” der. Böylece kirpi özgürlüğüne kavuşur, tilki de yaptığı ihanetinin bedelini çok pahalı bir şekilde canıyla öder.
|
https://www.masaloku.net/adam-olacak-cocuk-hikayesi/
|
Adam Olacak Çocuk Hikayesi Masalı
| null | null | null |
Adam Olacak Çocuk Hikayesi
Sultan Murat Han’ın biricik oğlu Şehzade Alaaddin Çelebi’nin vefatı, Sultan Murat Han’ı oldukça yıpratmıştı. Ülke idaresini henüz 12 yaşında olan oğlu Sultan Mehmet’e bırakmak istiyordu. Bunun için Balkan ülkeleriyle on yıllık bir süreyi kapsayacak anlaşmalar yapıp Manisa’ya çekilmeye karar verdi. Bu durum Macar kralı Ladislas için bir fırsat oldu.
II. Murad Manisa’ya çekilir çekilmez, Kötü niyetli Macar Kralı Ladislas hemen Osmanlıya savaş hazırlıklarına başladı. Haçlı ordusu 9 Kasım’da Varna şehrine ulaştılar. Müttefikler ordusu da savaş için hazırlıklarını yapıyordu. Haçlı saldırılarını haber alan Osmanlı ordusu da derhal savaş hazırlıklarına başlayarak bir harp meclisi kurdular. Meclis ilk toplantısında Sultan Murat Han’ın ordunun başına geçmesi hususunda karar aldılar. Bu kararın tebliğini de, Sultan Mehmet’in yapması gerektiğini söylediler.
Sultan Mehmet, babası II. Murad’a mektup yazdı. Mektupta Sultan Murad Han’ın alınan meclis kararıyla, olağanüstü savaş ilanı sebebiyle tahta çıkması istendi.
Sultan Murat Han’da kendisine gelen mektuba şöyle cevap verdi;
Sultan Mehmet’e Hilafet makamını devretmemizin maksadı, onun Devlet-i Âliye-yi daha iyi yöneteceğine olan inancımızdandır. Padişahlık makamındaki kişi bu görevi layıkıyla yapmaya muktedirdir. Padişah ülkenin başına geçtiği gibi ordusunun da başına geçsin! demiş.
Sultan Mehmet babasının bu mektubuna şöyle cevap vermiş;
– “Baba, eğer padişah siz iseniz geliniz ve ordunun başına geçiniz. Yok, eğer padişah ben isem, size emrediyorum! Gelip ordunun başına geçiniz.” demiş.
Sultan Murat Han, henüz 12 yaşındaki oğlunun söylediği bu sözlere verecek bir cevap bulamamış. Padişahımızın emri başımız üzerine diyerek derhal ordunun başına geçmiş.
Sultan Murad Han, Edirne’ye gelip idareyi eline aldı. Oradan Varna’ya hareket etti ve Haçlı ordusunu bozguna uğratarak Kasım 1444’te Varna Zaferini kazandı.
Henüz 12 yaşında olan Sultan Mehmet bu kararıyla ülkesine ilk zaferini kazandırmış oldu. 21 yaşına geldiğinde de İstanbul’u fethederek Fatih Sultan Mehmet ünvanını aldı.
|
https://www.masaloku.net/peygamber-efendimiz-ve-kedisi-muezza/
|
Peygamber Efendimiz ve Kedisi Müezza Masalı
| null | null | null |
Peygamber Efendimiz ve Kedisi Müezza Masalı
Sıcak yaz günlerinden biriydi, Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V), sahabeleri etrafında toplamış, kerpiçle örülmüş meclisinde insanlığa nasihatlerde bulunuyor. Peygamber efendimizin sohbetini dinleyenler arasında sadece sahabeler yoktu, bir de onun besleyip büyüttüğü kedisi Müezza vardı. Efendimiz kedisi Müezza’yı çok severmiş, Müezza da efendimizin sevgisini hissettiğinden yanından hiç ayrılmazmış. Neredeyse her sohbetine o da katılırmış. Efendimizin sohbetini usulca dinleyen Müezza efendimizin hırkasının ucunda uyuyakalmış. Efendimizin sohbeti bitince sahabeler tek tek evlerine gitmişler. Peygamber efendimiz, bir süre mecliste kalarak uyuyan kedisinin uyunmasını beklemiş. Kedisi Müezza o kadar tatlı uyuyormuş ki, efendimiz onu uyandırmaya kıyamamış. Müezzanın uykusunun ağır olduğunu anlayınca da elbisesinin ucunu keserek onu rahatsız etmeden evine gitmiş.
Peygamber efendimizin bu davranışı hepimize örnek olmalı, hayvan dostlarımızı sevmeliyiz. Onların da bir can taşıdığını, bizler gibi duyguları olduğunu asla unutmamalıyız. Sokaktaki kedileri sahiplenmek, onları beslemek bir peygamber adetidir.
|
https://www.masaloku.net/kardan-adam/
|
Kardan Adam Masalı
| null | null | null |
Kardan Adam Masalı
Masal masal maniki Yolda saydım on iki On ikinin yarısı Tilki çakal karısı. Masal masal martladı İki fare atladı Kurbağa kanatlandı Tos vurdu bardağa Çocuk çıktı çardağa. Masal masal maniki Kuyruğu var on iki Kuyruğunda beni var Kulağında çanı var. Masal masal matatar Dil okur, damak tadar.
Gökyüzünde, kimselerin varamadığı çok uzak bir yerde, bir su tanesi yaşıyormuş. Su tanesinin de bizler gibi bir ailesi ve arkadaşları varmış. Günlerden bir gün, arkadaşları ve kardeşleriyle saklambaç oynuyormuş. Ebelenmemek için bahçenin dışına çıkmış, bir duvarın arkasına saklanmış. Meğerse, bilmeden bir uçurumun kenarına saklanmış.
Ayağa kalkıp arkadaşlarının yanına gitmek isterken, bir anda dengesini kaybedip uçurumdan aşağı düşmüş. Aşağı düşerken, arkadaşlarına, kardeşlerine ne kadar seslenmişse de, sesini onlara duyuramamış. Su tanesi o kadar yüksek bir yerden düşmüş ki, aşağıda onlarca bulut katmanı varmış. Soğuk rüzgarların estiği katmandan geçerken, soğuktan tir tir titremeye başlamış. Rüzgarın şiddeti arttıkça, minik su tanesi; “Galiba öleceğim.” diye ağlamaya başlamış. Su tanesi ağlayınca gözündeki yaşlar buz tutmuş.
Artık su tanesi yönünü tamamen kaybetmiş. Gökyüzünde rüzgar nereye eserse, onu da kendisiyle sürüklüyormuş. Bir müddet sonra sert rüzgarlar onu bir uzay boşluğuna sürüklemişler. Nihayet onu sürükleyen soğuk rüzgarlardan kurtulmuş, gökyüzünde bir yıldız gibi parlıyormuş artık. Çok geçmeden, uzay boşluğunda yine soğuk rüzgarlar onu yakalamışlar. Bu defa yakalandığı rüzgarlardan sıcak hava esiyormuş. Sıcak havanın etkisiyle su damlası erimeye başlamış, eski halin dönmüş. Yolunu kaybeden su damlası, evini aramaya koyulmuş. Uzay boşluğunda dolaşmış, samanyolunun içinden geçmiş ama bir türlü evini bulamamış. Üzüntüden ne yapacağını şaşırmış.
Vakit geçmiş, gökyüzünde gece olmuş, gece karanlığında su damlası git gide korkmaya ve ağlamaya başlamış. Birden gözleri kamaşmış, parlak bir ışık kendisine doğru geliyormuş. Yıldız, su tanesinin yanına yaklaşarak;
– Gecenin bu saatinde bir başına burada ne arıyorsun diye sormuş.
Su damlası da içinde bulunduğu durumu parlayan yıldıza ağlaya ağlaya anlatmış. Yıldız; Benim adım Kutup yıldızı, ben her zaman kuzeyde olurum bu yüzden de yolunu kaybeden herkes bana bakarak yolunu bulurlar. Eğer sen de, evinin yönünü biliyorsan, sana evini bulman konusunda yardımcı olabilirim. Fakat evinin yönünü bilmiyorsan maalesef ki, sana yardımcı olamam demiş. Su damlası henüz yönleri öğrenemediğinden çaresizce ağlamaya devam etmiş.
Kutup yıldızı, onu teselli ederek, üzülme, belki evini bulmana yardım edemem ama geceyi yanımda güvenle geçirmene yardımcı olabilirim demiş. Kutup yıldızı, su damlasını koynuna alıp geceyi beraber geçirmişler.
Gecenin sonunda nihayet sabah olmuş. Bembeyaz bir kütle yanlarından geçmeye başlamış. Su damlası, Kutup yıldızına sormuş; – Bu beyaz şeyler de nedir böyle?
Kutup yıldızı;
– Bunlar kar kütlesi, dünyaya gidiyorlar demiş. Su damlası, dünyanın nerede olduğunu bilmiyormuş ama annesinin anlattığı hikayeler sayesinde dünya ile ilgili bazı bilgilere sahipmiş. Dünyaya gitmek için kar kütlesine katılmış. Kar kütlesiyle beraber dünyaya doğru yola çıkmışlar. Yolda kar taneleriyle sohbete koyulmuş, onlara neden dünyaya gittiklerini sormuş.
Kar taneleri de; Her kış biz oraya gideriz, dünyalıların bize ihtiyacı var demiş. Biraz geçtikten sonra su damlasının da yavaş yavaş rengi değişmiş.. Su damlası da bembeyaz bir kar tanesine dönüşmüş.
Su damlası, bu duruma oldukça şaşırmış. Su damlasının bu şaşkın haline, yanındaki kar taneleri gülmeye başlamışlar. Arkadan hızla gelen bir kar tanesi, “Aramıza hoş geldin.” demiş.
Dünyaya yaklaştıkça yer çekim gücü artıyormuş. Su damlası, telaşlanmış. Etrafındaki kar tanelerine dünyaya böyle hızlı bir şekilde düşsek, ölmez miyiz? diye sormuş.
İçlerinden bir kar tanesi; – Korkma! Bizler dünyaya yaklaştıkça yumuşarız, dolayısıyla bize bir şey olmaz. Üstelik, düştüğümüz yere zarar vermeyiz. Bizimle herkes dost olur ama sadece Güneş hariç. Güneş çıkınca biz sıcaklardan eririz. İşte o zaman ölürüz demiş.
Su damlası, sevinmeye başlamış. Hoplaya zıplaya havalara uçmuş. Bu duruma anlam veremeyen kar taneleri sormuşlar; – Neden böyle sevinçlisin? Biraz önce ağlamaktan gözlerin şişmişti, şimdi de ağlıyorsun demişler. Su tanesi, ben seviniyorum çünkü güneş beni erittiği zaman eski halime döneceğim demiş. tabii sevinirim, çünkü ben ölmem eski halime dönerim demiş.
Su tanesi annesinin anlattığı hikayelerden öğrendiği dünyayı çok merak ediyor, onu bir an önce görmek istiyormuş. Yepyeni mekanlara gideceğim, ırmaklardaki, denizlerdeki su damlalarıyla arkadaşlık yapacağım. Bu heyecanla süzüle süzüle dünyanın tam orta yerine düşmüş.
Çevresine bakmaya başlamış, ama pek de beklediği bir ortam görememiş. Annesinin anlattığı dünyada çocuklar varmış ama etrafında oynayacağı hiç kimse yokmuş. Gecee boyunca, bizim su damlası sabırsızlıkla güneşin çıkıp karların erimesini bekliyormuş.
Gecenin sonunda çıkan bir fırtına kar tanelerini ve su damlasını önüne alıp tahterevallilerin, kaydırakların, salıncakların olduğu bir alana sürüklemiş. Nihayet sabah olmuş, kahvaltılarını yapan çocuklar parka oynamaya gelmişler.
Oyun parklarının karla kaplı olduğunu görünce hepsi sevinçten kendilerini karların içine atmışlar, başlamışlar kar topu oynamaya..
Karların içinde oynarken bir kar tanesinin damla şeklinde olduğunu fark etmişler. Kar tanesini ellerine aldığı gibi diğer karların içinde yuvarlamaya başlamışlar. Su damlası yuvarlandıkça kendisine yapışan kar taneleri sayesinde bir kar topuna dönüşmüş, yuvarlandıkça da büyümüş büyümüş, sonunda çocuklar bir kardan adam yapmışlar. Kimi evden getirdiği zeytinlerle göz yapmış, kimi getirdiği havuç ile burun yapmış, kimisi atkısını beresini çıkarıp kardan adama giydirmiş.. Böylece çocukların artık bir kardan adam arkadaşı olmuş. Kış boyu güneş çıkıncaya kadar gülmüşler, eğlenmişler. Bizim su damlasının da keyfi pek yerindeymiş, güneş çıkıp karlar eriyince o da eski haline dönüş. Bir su damlası olarak yaşamaya devam etmiş..
|
https://www.masaloku.net/gullu-koy/
|
Güllü Köy Masalı
| null | null | null |
Güllü Köy Masalı
Bir varmış, bir yokmuş… Böyle başlar bütün masallar, Biz de böyle başlayalım. Kimi zaman övgüler dizerek iyi kalplilere, Kimi zaman da kötüleri acımasızca taşlayalım. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Nice bülbüller öter, kırmızı güller içinde. Ben diyeyim eski zamanlarda, Siz deyin yeni zamanlarda.
Gülleriyle ünlü güzel mi güzel bir köy varmış. Bu köyde yetişen güller çok güzel kokarmış. Güllerin kokusu ta uzaklardan duyulurmuş. Bu koku öyle etkileyici bir kokuymuş ki hasta koklasa iyileşir, üzüntülü insan koklasa kederi gider, ağlayan çocuk koklasa susarmış.
Köy halkı da birbirinden güzel kırmızı, pembe, beyaz, güllere sevgiyle bakarlar, mis gibi kokusunu doya doya koklarlarmış. Köyde bir huzur, bir mutluluk varmış. Zaten köy halkı kötülük, yalan, kin, nefret nedir hiç bilmezmiş.
Bu köyde yaşayanlar sevgi, saygı, yardımlaşma gibi bütün güzel huylara sahipmiş. Güllerin kokusundan mı insanlar bu kadar iyilermiş? Yoksa insanların güzel ahlâkından mı güller güzel kokarmış bilinmezmiş.
Günlerden bir gün köye yabancı bir aile gelip yerleşmiş. İki de çocuğu olan bu ailenin oturduğu evin bahçesindeki güller birkaç gün içinde kokularını kaybetmişler.
Aradan çok geçmemiş ki diğer evlerin bahçelerindeki güller de kokularını yitirmişler. Köylüler, başlarına gelen bu garip olayın sebebini bir türlü anlayamıyorlarmış. Artık köyde o mis gibi güzel kokulardan eser kalmamış.
Bilge bir köylü, güllerin neden kokularını kaybettiklerini anlamış. Bakmış ki köydeki bütün çocuklar yalan söylemeye başlamış. O güne kadar köyde kimse yalan nedir bilmezmiş. Oysa yeni gelen ailenin çocukları çok yalan söylüyormuş. Her hâlde köyün çocuklarına yalanı öğreten de onlarmış.
Her çocuk yalan söyledikçe bir gül kokusunu kaybetmiş ve sonunda bütün güller kokmaz olmuş. Çünkü her yalan söylediğinde insanın ağzından pis bir koku çıkarmış. İnsanların hissetmedikleri bu koku, gülleri çok etkilermiş. Yalanın olduğu hiçbir yerde güller güzel kokmazmış.
Bilge köylü, yeni gelen aileyle tanışmaya karar vermiş. Onlara yalan söylemenin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatacakmış.
Bir gün renklerini ve kokularını yitirmiş solgun güllerden bir demet yapmış. Yeni ailenin evine gitmiş. Kapıyı açan yalancı çocukların annesine gül demetini uzatmış. Kadın şaşkın gözlerle solgun gül demetine bakakalmış. Neden sonra bilge köylüyü içeri davet etmiş. Bilge köylü, kimsenin kalbini kırmamaya çalışarak konuşmaya başlamış:
– Köydeki güller bir bir soldular. O güzelim güller artık etrafa kötü kokular saçıyorlar. Bana göre bunun sebebi yalan söylemektir. Yalan söyleyen insanlar da kötü kokan güller benzerler.
Bilge köylü sözlerini bitirince evdeki herkes başını öne eğmiş. Kendilerini etrafa kötü kokular saçan güller kadar çirkin hissetmişler. Dışarıdan ne kadar çirkin göründüklerini düşünerek üzülmüşler. Artık yalan söylemeyeceklerine dair söz vermişler. Verilen söz gökyüzüne yükselmiş. Köydeki bütün güllere ulaşmış. Etrafı tekrar güzel kokular sarmış.
Sema Maraşlı
|
https://www.masaloku.net/nilufer-perisi/
|
Nilüfer Perisi Masalı
| null | null | null |
Türkçe çocuk masalları sitemizde yepyeni bir peri masalı ile karşınızdayız. Keyifli okumalar dileriz..
Nilüfer Perisi Masalı
Günlerden bir gün, henüz güneş doğmadan, çiğ damlaları nilüfer çiçeklerinin üzerinde usul usul salınmaya başlamışlardı. Çiğ damlaları oluştukça, nilüferler daha da parlaklaşıyorlardı. Nilüfer tomurcukları yavaş yavaş açılıp doğan günü karşılamaya hazırlanıyorlardı. Tomurcuklardan biri daha yavaş açılıyordu. Bir bebeğin uykusunu, güzel rüyasını bırakmak istememesi gibi nazlanıyordu. Tomurcuğun her yaprağı açıldıkça, etrafa ışıklar saçılıyordu. Rengarenk ışıklar, sanki bir bebeğin gülüşüyle geliyordu. Güneş doğarken, parlak gri olan gölün suları, beyaz, pembe nilüfer çiçekleri onların yemyeşil yaprakları ile bir mucizeyi kucaklamaya hazırlanıyordu.
Güneş yavaşçacık, mutluluk dağıtarak, nilüfer perisi ile birlikte doğdu. Nilüfer perisi, minicik , güneşin ilk ışıltıları kadar mutlu, bir bebek kadar masum, kar tanesi kadar kırılgan, bir periydi. Nilüfer perisi çok şanslıydı çünkü o pırıl pırıl bir gölde dünyaya gelmişti. Nilüfer perisi çok mutluydu. Onun için yepyeni bir serüven başlamıştı. Daha gözlerini açıp etrafı seyrederken, bu seferki hayatında çok şanslı olduğunu düşündü. Burası etrafı çam ormanlarıyla kaplı bir göldü. Ormanı seyre dalmışken, güzel bir müzik dikkatini çekti. Sanki ormanın oluşumuyla beraber doğmuştu bu müzik. Etrafına baktı. Önce kurbağalar çıktı müzisyenlerden; sonra zilleriyle çekirgeler, kemanlarıyla ağustos böcekleri balıklar dans ederek müziğe eşlik ediyorlardı. Orkestra çok genişti. Tüm göl bu müziğe eşlik ediyordu.
Nilüfer perisi buna inanamadı. Daha önceki hayatlarında nice mutlu göller, mutsuz göller, ışıltılı, bol balıklı, özel kokulu göller gördüyse de bu göl diğerlerinden çok farklıydı. Gülümseyerek müziğin tadını çıkardı. Sonra müzisyenleri incelemeye başladı. Yüzleri nasıl da mutlulukla ışıl ışıl parlıyordu. Tek tek hepsini inceliyordu, ki unutmasın, bu görüntü bundan sonra da yaşayacağı hayatlarda ona mutluluk versin. Ağustos böceğine gelince orada kalıverdi. İkisinin de gözleri birbirine kenetlenmişti, sanki o anda tüm dünya durmuş sadece müzik ve ormanın büyülü kokusu kalmıştı. Ama bu arada, onlar farketmeseler de, önce müziğin ve dansın ritmi bozuldu, sonra da sustu. En son aşıklar anladılar müziğin durduğunu. Herkes onlara bakıyordu.
Nilüfer perisi kendini tutamadı, bir kahkaha attı. Müzik ve dans yeniden başladı. Müziğin sonunda çok acıkmışlardı. Sofralar kuruldu. Ağustos böceği ve nilüfer perisi beraber oturdular. Konuşmaya başladılar. Aslında, ne söylediklerini kendileri bile bilmiyorlardı, konuşan daha çok gözleriydi. Yemekten sonra bütün göl hayvanları dinlenmeye gitti. Sadece ağustos böceği ve nilüfer perisi kaldı. Göl birden sakinleşmiş, durgun bir hal almıştı. Hafif bir meltem esiyordu. Bir süre bu sessizliği dinleyip beraber olmanın mutluluğunu yaşadılar. Sessizliği ağustos böceği bozdu. “Nilüfer perisi kanatların yeterince olgunlaştı. Artık uçabilirsin. Ormanı tanımak ister misin?” dedi.
Nilüfer perisi bu teklifi sevinçle kabul etti. Uçarak ormana ulaştılar. Orman nasıl da hoş kokuyordu. Rengarenk çiçekler kaplamıştı tüm ormanı. Ağaçlar çok büyüktü. Gördükleri bütün hayvanlar gülümsüyordu. Küçücük bir yavru sincap, nilüfer perisini görünce çok mutlu oldu. Ellerini sevinçle çırpmaya başladı. Bir yandan da annesini çekiştiriyordu. “Anne bak bak o kim?” diye sordu. Nilüfer perisi yavaşça minik sincabın yanına geldi.
“Merhaba ben nilüfer perisiyim” dedi. Yavru sincap gözlerini kocaman kocaman açmış hiç sesini çıkarmadan nilüfer perisine bakıyordu. Anne sincap nilüfer perisini ve ağustos böceğini selamladı. Onlara en güzel yemeklerini ikram etti. Sonra “gelin” dedi, “ben gezdireyim ormanımızı; önce baykuş ailesiyle tanıştıracağım sizi.” Gerçekten de anne sincap, başta baykuş ailesi olmak üzere, bütün orman sakinleri ile tanıştırdı nilüfer perisini. Bu oldukça yorucu olmuştu. En son kaplumbağa ailesiyle tanıştılar. Kaplumbağalar da onlara serin şerbetler ikram ettiler.
Nilüfer perisi bu geziden hoşnuttu ama sanki herkes bir şeyler saklıyordu. Bu rahatsızlık verici durumdu ki, nilüfer perisini en çok üzen ağustos böceği bile bu sırra dahildi. Herkes çok mutlu görünmesine rağmen gözlerde saklanamayan bir hüzün vardı. Orman halkının bilmediği bir şey vardı, nilüfer perileri istedikleri zaman düşünceleri okuyabiliyorlar ve hayalleri görebiliyorlardı. Nilüfer perisi teker teker düşünceleri okumaya başladı. Gizledikleri şey bir bataklıktı. Ama bataklıkta neyi gizlediklerini anlayamıyordu çünkü bu ormanda bataklık olması gizlenecek bir şey değildi. Hatta orayı uçarken bile görmüşlerdi. Kaplumbağa ailesine sordu;
“Ben henüz bataklığı görmedim, orayı bana göstermeyecek misiniz?” Herkes şaşkınlıka birbirine baktı. İlk konuşan ağustos böceği oldu. “Evet, nilüfer perisine hâlâ bataklığı göstermedik, haydi bataklığa gidelim” dedi. Herkes biraz ürpererek baktı birbirine, isteksizce “tamam” dediler. Bataklık hiç de uzak değildi. Nilüfer perisi için birazcık ilerdeydi. Ama orman halkı birbirlerine yardım ederek bile olsa çok yavaş ilerliyorlardı. Sonunda ulaştılar bataklığa, bataklıkta onları üstü başı kir içinde bataklık perisi karşıladı. Bu durumdan bataklık perisi çok mutlu olmuştu, ama orman halkı hiç mutlu gibi görünmüyordu. O şirin hayvanların yerini, asık suratlı bir topluluk almıştı. Hepsi aksi ve küçümser bakışlarla bakıyorlardı bataklık perisine. Ama bataklık perisi, onları gördüğü için o kadar mutlu olmuştu ki, nilüfer perisini bile gözleri görmüyordu. Durmaksızın çığlıklar atıyor bir oraya bir buraya zıplıyordu. O zıpladıkça etrafa çamurlar sıçrıyor, çamurlar sıçradıkça bataklık perisi daha da çok kahkaha atıyordu.
Nilüfer perisi bataklık perisini çok sevmişti. O da hemen onunla beraber çamurlarda zıplayıp hoplamaya başladı. İkisi beraber çok eğleniyorlardı. Orman sakinleri, gözlerini kocaman kocaman açmış nilüfer perisine bakıyorlardı. Fısıltılar başladı hemen, kimi nilüfer perisinin asla temizlenemeyeceğini, artık hep böyle pis kalacağını, kimi de onun ruhunu şeytanın çaldığını söylüyordu. Nilüfer perisi bunların hepsini anladı. Demek onun için bataklığa gelmiyorlardı. Üstelik bataklık perisinden de korkuyorlardı. Bataklık perisiyle kimse görmeden konuştu. Sonra da çok yorulduğunu ve çok acıktığını söyledi.
“Hadi yemek yiyelim” dedi orman halkına. Kimseden ses çıkmadı. Ağustos böceği “hadi bakalım” dedi. “Geri dönüyoruz. Yemek yiyeceğiz. Baykuş arka çıktı hemen , “Önden kuşlar gitsin, hazırlıklara başlasınlar.” Önce isteksiz olanlar bile hazırlıklar başlayınca neşelendiler. Onlar sofrayı hazırlaya dursun, nilüfer perisi ve bataklık perisi de göle gitmiş yıkanıyorlardı.
Nilüfer perisi, iyice temizlenmesi için bataklık perisine yardım etti. Üstünden o çamurlar gidince, ortaya çok şirin bir peri çıktı. Temizlendikten sonra, şölene katılmak için, birlikte yola çıktılar. Oraya vardıklarında, baykuş dışında kimse bataklık perisine tanımamıştı. Baykuş hemen onların yanına yaklaştı ve onları onur konuğu masasına oturttu. Sonra da misafirlere bataklık perisini tanıttı. Bataklık perisinin onur konuğu masasına oturmasıyla beraber şölen başladı. Şölen başlamıştı ama misafirler hâlâ büyük bir şaşkınlık içindeydiler. Kimse bataklık perisininden gözlerini alamıyordu. Bugüne kadar korktukları bu minicik, şirin yaratık mıydı? Bataklık perisi büyüklere göre hâlâ çirkindi, ama çocuklara göre çok şirindi. Çocuklar hemen onun yanına geçtiler. Bütün yemek boyunca gülmeleri hiç kesilmedi. Bataklık perisi gülmeyi, eğlenmeyi seviyordu ve onun bulunduğu ortam mutlaka neşeli olurdu. Yemeğin sonunda herkes neşe içinde masadan ayrıldı. Artık bataklık perisinden korkmuyorlardı. Hatta onu sevmeye bile başlamışlardı. Artık bataklık korkulması gereken bir yer olmaktan çıkmıştı. Şölenin sonunda bataklık perisi hem nilüfer perisine, hem baykuşa, hem de ağustos böceğine teşekkür etti. Mutlulukla bataklığına döndü.
Nilüfer perisi ve ağustos böceği göle doğru yola çıktılar. Ama ikisi de biraz yalnız kalmak istiyorlardı. Bir süre birlikte kaldılar. Nilüfer perisi gitmeden önce onlara bir armağan vermek istiyordu. Ağustos böceğinin aklından geçenleri okudu. O nilüfer perisinin hiç gitmemesini, hep beraber olmalarını istiyordu. Bu imkansızdı, nilüfer perileri sadece bir gün yaşardı. Artık akşam oluyordu. Gitme vaktine az kalmıştı. Birden aklına geldi. Bu gölde hiç göl insanı görmemişti. Halbuki neredeyse tüm göllerde göl insanları olur; hem güzel sesleri, hem sorunlara hemen çözüm bulmalarıyla tüm göl halkının sevgisini kazanırlardı. Onlara göl insanlarını armağan etmeliydi.
Nilüfer perisinin bir an önce göl perisini bulması gerekiyordu. Sadece göl perisi göl insanlarını çağırabilirdi. Ağustos böceğine çok acil göl perisini bulması gerektiğini söyledi ve hızla oradan ayrıldı. Nilüfer perisinin, göl perisini bulması zor olmadı. Ona isteğini anlattı. Göl perisi de büyük bir zevkle kabul etti ve göl insanları ile bağlantıya geçti. Sonra nilüfer perisine dönüp o gitmeden önce gölde olacaklarını söyledi. Nilüfer perisi teşekkür ederek oradan ayrıldı. Nilüfer perisi göle döndüğünde artık güneş batmak üzereydi, göl güneşin son ışıklarıyla rengarenk olmuştu. Muhteşem bir görüntüydü . Göl orkestrası bu sefer hüzünlü bir melodi çalıyordu. Çünkü nilüfer perisi birazdan geldiği nilüfere dönüp, uykuya dalacaktı. Tekrar uyandığında artık orada olmayacaktı. Nilüfer perisinin iyice uykusu gelmişti. Göl sakinleri ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. O sırada göl insanları güzel sesleriyle şarkılar söyleyerek geldiler. Birden hüzün kayboldu. Ortalık yeniden canlandı. Nilüfer perisi bile el çırpıyor, dans ediyor, bu neşeli müziğe eşlik ediyordu. Müziğin sonunda nilüfer perisi yavaşça doğduğu nilüfere döndü. Bütün göl halkını, orman halkını, göl insanlarını selamladı. Dilerim yine görüşebiliriz dedi ve nilüferin içinde kıvrılıp, nilüferin onu yumuşakça örtmesini istedi. Bütün canlılar nilüfer perisinin aralarından ayrılmasından dolayı çok üzgündü. Ama o, onlara göl insanlarını hediye etmişti. Onlara mutluluk vermişti, içtenlikle ona teşekkür ettiler. Nilüfer perisinin de istediği gibi şarkı ve dansa devam ettiler.
|
https://www.masaloku.net/avci-ile-keklik/
|
Avcı ile Keklik Masalı
| null | null | null |
Avcı ile Keklik Masalı
Günlerden bir gün, avcının birinin misafirleri gelmiş. Ne ikram edeyim diye düşünürken, Çağırtkan kekliği keseyim demiş. Elinde bıçakla çağırtkanın yanı gelmiş.
Çağırtkan, avcının niyetini anlamış;
“Vefa bunu mu gerektirir?” demiş. “Yıllarca sana hizmet ettim. Boğazım patlayıncaya kadar senin için ötüp ötüp tüm keklikleri etrafıma topladım, onları yakalamana yardım etmedim mi? Bu mudur benim iyiliğimin karşılığı?” demiş.
Avcı: “Yahu sen hiç acınmayı hak etmiyorsun ki, kendi ağzınla söyledin, kendi türüne, soyuna hıyanet ettin” demiş.
Kendi türüne, soyuna hıyanet edene kimse itimat etmez. İtimat etmediği gibi onu sevmezler. Bir müddet hizmetlerinde kullanırlar sonra işleri bitince de onun da işini bitirirler. Çünkü hainler kurtuluşa ermezler.
|
https://www.masaloku.net/at-tilki-ve-aslan-masali/
|
At, Tilki ve Aslan Masalı
| null | null | null |
At, Tilki ve Aslan Masalı
Bir zamanlar, çiftliğin birinde bir at yaşarmış. Gel zaman, git zaman bu at yaşlanmış ve iş yapamaz olmuş. Uzun yıllar çiftliğe hizmet etmiş fakat artık işe yaramadığı için sahibi onu kapının önüne koymuş;
– “Burada çalışmayana yemek yok, çabuk git diğer hayvanlara kötü örnek olma! İlla kalmak istiyorsan da, seni çiftliğe tekrar almam için bir şartı yerine getirmen gerekir. O da bir aslan getirirsen, seni tekrar alırım.” At, sahibinin bu vefasızlığına çok alınmış. Uzun süre çiftlikte yaşadığı için zorlu doğa hayatına ayak uyduramamaktan korkuyormuş. Çünkü eskisi kadar genç ve güçlü değilmiş. Yine de ormana doğru gidip kendisine mutlu, huzurlu bir yer aramaya başlamış. Orman yolunda üzgün üzgün giderken karşısına bir tilki çıkmış;
-“Hayırdır dostum, böyle üzgün üzgün nereye gidiyorsun?” At;
– “Ah ah, ben üzülmeyeyim de kim üzülsün” diye içli içli başından geçenleri tilkiye anlatmış.
Tilki: Hemen bir kurnazlık düşünmüş;
“Bu işi oldu bil, yapman gereken bir ağacın altına yatmak. ”
At, bir ağacın altına yatmış, tilki de aslanın yanına gitmiş;
– “Aslan hazretleri! Nihayet kısmetimiz ayağımıza geldi! Şuracıkta bir at düşüp öldü, ağacın altında yatıyor. Bir çiftlik atı oldu besbelli, çünkü oldukça şişman. Günlerce ziyafet çekebiliriz.” demiş. Aslan;
“Çok güzel! Ben de günlerdir açlıktan ölmek üzereyim” demiş. Aslan, diliyle ağzını yalayarak ağacın yanına doğru gitmiş. Atı gördüğü gibi üstüne atlamak istemiş ama tilki aslanı uyarmış:
“Aslan hazretleri, bu avı sizin mağaranıza götürelim, orada yeriz. Burada yemeye başlarsak, sırtlanlar, akbabalar bize rahat vermez.”
“Aslan, tilkiye hak vermiş. Peki, bu koca atı mağaraya nasıl götüreceğiz?” diye sormuş.
Tilki;
“Çok güçlü ayakların var. Atı senin kuyruğuna bağlarım, sen mağaraya giderken at da arkandan sürüklenir.” demiş. At;
“Pek, kabul demiş.”
Tilki, atın kuyruğunu aslanın kuyruğuna bağlamış, atın kulağına eğilerek; “Benden buraya kadar, gerisi sana kalmış.”
At, ayağa kalktığı gibi, çiftliğe doğru dörtnala koşmaya başlamış. Aslan da arkasından sürüklenerek çiftliğe kadar gelmiş. Atın koca aslanı kuyruğundan tutup getirdiğini gören sahibi yaptığından çok utanmış. Aslanı avlayıp yaşlı ata ömrünün sonuna kadar bakmış.
|
https://www.masaloku.net/aslan-kurt-ve-tilki/
|
Aslan, Kurt ve Tilki Masalı
| null | null | null |
Aslan, Kurt ve Tilki Masalı
Günlerden bir gün, aslan, kurt ve tilki arkadaş olmuşlar, ortak akıl ile avlanmaya karar vermişler. Günün sonunda, bir öküz, bir keçi ve bir de tavşan avlayan kafadarlar avlarını bir mağaraya getirmişler. Aslan kurda dönerek “Hadi bakalım!” demiş. “Şu hayvanları paylaştır da karnımızı doyuralım.” Kurt ezile büzüle: “Ey büyük sultanım.” Demiş. “Şu öküzü siz buyurun, keçi benim, tavşanda tilki kardeşin olsun.”
Aslan birden çok kükremiş. Ve “Bre küstah!” demiş. “Sen kim oluyorsun? Bu nasıl adalet?” Sonra da bir pençe darbesiyle kurdu yere sermiş. Bu kez tilkiye dönüp “Öyle aval aval bakma da paylaştır şu avları bakalım.”
Tilki “Pay etmek haddim değil ama madem emir buyurdunuz söyleyeyim. Tavşan sabah kahvaltınız, öküz öğle yemeğiniz olur. Keçiyi de akşam yersiniz.”
Aslan bu paylaştırmadan çok hoşlanmış ve tilkiye, bu kadar adil bir paylaştırmayı nereden öğrendiğini sormuş. Tilki de: “Yüce efendim!” demiş. “Şu haddini bilmez kurdun halinden öğrendim.”
|
https://www.masaloku.net/dogan-kusu-ile-veli/
|
Doğan Kuşu ile Veli Masalı
| null | null | null |
Doğan Kuşu ile Veli
Bir zamanlar, her duası kabul olan, herkes tarafından sevilen, güvenilen, hayvanların dahi sözünü dinlediği veli bir adam varmış. Bu iyi kalpli, merhametli adamın bir de karısı varmış. Ne yazık ki, karısı lüks düşkünüymüş. Her şeyin en lüksüne, en güzeline sahip olmak istiyormuş, bunun için de kocasına her istediğini yaptırmak istiyormuş.
Karısı bir gün bu veliye:
“Çok sevilen, sayılan bir insansın. Her yerden seni görmek için insanlar ziyarete geliyor. Uzaklardan geldikleri için, yolu bulamayıp “Veli’nin evi nerede” diye sormak zorunda kalıyorlar. Büyükçe bir saray yaptır, her tarafı kuş tüyleri ile kaplı olsun. Evi gören herkes bu evin senin olduğunu bilsinler.” demiş.
Veli, hanımının bu teklifini onaylamamış.:
“Hayır. Ben de herkes gibi sıradan bir insanım. Bazı dileklerim kabul ediyor diye, bunu kendime pay edip herkesten farklı biriymiş gibi davranamam. Diğer insanlardan daha iyi ve daha üstün biriymiş gibi davranmam doğru değil” demiş.
Kadının ısrarları karşısında adam istemeyerek de olsa hanımının teklifini kabul etmiş.
“İyi madem öyle istiyorsun, yarın haber gönderip bütün kuşları buraya getirip tüylerini yoldurur, bugüne kadar kimsenin yapmadığı, bilmediği şekilde evin çatısını kuş tüyüyle kaplatırım” demiş. Her dilediği gerçekleşen veli, bu dileğini de dilemiş ve kabul olmuş.
Velinin kuşları çağırdığını duyan bütün kuşlar gelmişler ama içlerinden bir tek doğan kuşu gelmemiş.
Veli, doğan kuşuna bir defa haber göndermiş, gelmemiş, ikinci defa haber göndermiş, yine gelmemiş, üçüncü defa haber gönderince o da mecburen gelmiş.
Veli, hiddetli bir şekilde, doğan kuşuna bağırmış:
“Neden gelmedin? Defalarca haber göndermek zorunda kaldım.” demiş.
Doğan kuşu;
“Müsaade buyurursanız, anlatabilirim, müsaade etmezseniz de ne yapalım, boynum kıldan incedir.” demiş.
“Defalarca haber göndermeme rağmen neden gelmediğini öğrenmek isterim. Anlat, seni dinliyorum!” demiş.
“Dünya kuruluşundan beri, dünyaya gelen insanları ve göçmüş insanların sayısını saymayı düşündü” diye başlamış söze doğan kuşu, “sormayın efendim, bazen dünyadan göçenler fazla çıkıyor, bazen de dünyaya gelenler. Bir türlü saymayı bitiremedim, başım döndü saymaktan, yoksa bilirim elbet; sizin çağrınıza gelmemek olmaz.”
Veli;
“Şimdi hesabı denkleştirdin de geldin öyle mi?”
“Evet, şükür ki, hesabı denkleştirdim.”
“Peki, hesabı nasıl denkleştirdin?”
“Bir hesapta kalanlar, ölenlerden fazla çıktı, birinde de ölenler, kalanlardan fazla çıktı. Eninde sonunda, yanlış olduğunu bildiği halde hanımının sözünü dinleyenleri ölmüşlerden sayınca hesabı den getirdim. Sonra ben de buyruğunuzla geldim.”
Veli, bu sözleri duyunca hatasını anlamış, bütün kuşlar tekrar evin damına konmuş. Herkes tüyünü alıp yuvasına uçmuş. Doğan kuşunun verdiği dersi alan veli adam, karısına vazgeçtiğini söyleyip eski evlerinde yaşamaya devam etmişler.
|
https://www.masaloku.net/iyilik-ve-kotuluk/
|
İyilik ve Kötülük Masalı
| null | null | null |
İyilik ve Kötülük
Günlerden bir gün, Kızılderililerin bilge reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı.
Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar.
Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla, sordu dedesine… Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. – Onlar, dedi. Benim için iki simgedir evlat! – Neyin simgesi? diye sordu çocuk. – İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları. Çocuk, sözün burasında: – Mücadele varsa, kazananı da olmalı, diye düşündü… Ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: – Peki, dedi. Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi? Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa. – Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!…
|
https://www.masaloku.net/yasli-aslan-masali/
|
Yaşlı Aslan Masalı
| null | null | null |
Kocamış Aslan Masalı
Günlerden bir gün, kral aslan Ormanlara korku salan, Ormanların kralı aslan, İhtiyarlamış, yatalak olmuş, İnine kapanıp içini çeker dururmuş «Hey gidi günler, hey» diye. Dünkü yavru aslanlar başlamış Onun güçsüzlüğüyle faydalanmaya; onu görüp saklananlar, üstüne yürür olmuş: At gelmiş karnına çifte atmış, Kurt gelmiş ayağını ısırmış, Öküz gelmiş boynuzlamış. Aslan perişan, zayıf, üzgün Yaşlılıktan kükremeye takati yok. Ah vah çekmiyor boş yere, Ölümü bekliyor biçare. Tam kendini bırakmış, ölecek, Bir de ne görsün? Eşek!.. O da gelip tekme atacak aslana: — Yoo, demiş kalkmış ayağa, Ölmeye râzı olduk, yeter; Senden tekme yemek ölümden beter.
|
https://www.masaloku.net/saka-yapmayi-seven-fil/
|
Şaka Yapmayı Seven Fil Masalı
| null | null | null |
Şaka Yapmayı Seven Fil Masalı
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde ormanların birinde bir fil yaşarmış. Bu fil şaka yapmayı pek çok severmiş. Hortumuna çektiği suyu en olmadık zamanlarda arkadaşlarının üstüne püskürtür, hepsiyle alay edermiş. Arkadaşları ona kızarmış. O ise bu duruma aldırış etmeyip kahkahalarla gülermiş.
Bu durumdan bıkan orman sakinleri bir araya gelip şakacı file bir ders vermek istemişler. Şakacı fil uyurken hortumuna bir tıpa takmışlar. Şakacı fil uyanınca çok korkmuş. Tıpanın burnundan çıkması için üfledikçe üflemiş. Üfledikçe şişmeye başlamış. Şiştikçe karnı hava dolmuş ve havalanmış. Yükseklere çıkmış.
Bulutlara yaklaşırken de birden bire hapşurmuş. İşte tam o sırada hortumundaki tıpa çıkmış. Karnına dolan hava yavaş yavaş boşalmaya başlamış. Fil de alçalmış ve sonunda yere inmiş.
Ormandaki hayvanlar olanları izliyormuş. Fil yere inince hepsi birden demişler ki:
— İşte senin bize yaptığın şakalar, böyle canımızı yakıyordu. Umuyoruz ki bu sana ders olur. Bir daha bize şaka yapmazsın.
Fil çok korkmuş. Onlara yaptıklarını hatırlamış. Meğer kendisi gülerken, arkadaşları ne kadar üzülüyormuş. Bunu anladıktan sonra hepsinden özür dilemiş. O günden sonra fil de, ormandaki diğer hayvanlar da mutlu ve neşeli bir hayat sürmüşler.
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.